+ All Categories
Home > Documents > Charles R. Dawin’in The Origin of Species (Everyman’s Library, 1967) · 2020. 5. 11. ·...

Charles R. Dawin’in The Origin of Species (Everyman’s Library, 1967) · 2020. 5. 11. ·...

Date post: 31-Jan-2021
Category:
Upload: others
View: 2 times
Download: 0 times
Share this document with a friend
668
Transcript
  • Charles R. Dawin’in The Origin of Species (Everyman’s Library, 1967)adlı yapıtını Öner Ünalan, İngilizce aslından, Almanca çevirisiDie Entstehung der Arten (Philipp Reclam Jun. Stuttgart, 1967)

    ile karşılaştırarak dilimize çevirmiştir.

  • Charles DarwinTÜRLERİN KÖKENİ

    Çeviren: Öner Ünalan

    Bilim

  • DOĞA BASIN YAYINDağıtım Ticaret. Limited ŞirketiTarlabaşı Blv. Kamerhatun Mah. Alhatun Sk.No: 25 Beyoğlu/ İstanbulT: 0212 255 25 46 F: 0212 255 25 87www.evrenselbasim.com - [email protected] Basım Yayın 379Türlerin Kökeni: Charles DarwinÇeviren: Öner ÜnalanGenel Kapak Tasarım: Savaş ÇekiçKapak Uygulama: Devrim Koçlan© Evrensel Basım Yayın 2009Birinci Basım Eylül 2009 - İkinci Basım Ocak 2011Üçüncü Basım Mayıs 2012

  • TÜRLERİN KÖKENİ

  • ÖNSÖZ

    Canlı türlerinin oluşumu ve evrimi konusundaki popülertartışmaların, örneğin izafiyet teorisi hakkındakitartışmalardan çok daha yoğun ve her zaman güncelolmasının basit bir nedeni vardır. Einstein’ın teorisi insanlarhakkında değildir, insan denilen canlı varlığın varoluşhikâyesiyle ilgilenmez, dinsel dogmalar hakkında dolaysız birtartışma başlatmaz.

    Darwin’in evrim teorisi ise, onu dile getirip getirmemektebin bir tereddüt yaşamış olan kurucusunun kendisindenbaşlayarak, her zaman bir tabuya dokunup dokunmamakorkusuyla bir arada ilerlemiştir. Bilimden çok inançlarıilgilendirmiş, felsefenin ve ahlakın tartışma alanlarınızorlamıştır.

    Evrim Teorisi, Türkiye’de 1872 yılında, ünlü romancı,düşünce ve siyaset adamı Ahmet Mithat Efendi tarafındantanıtılmıştır. Ahmet Mithat Efendi, Darwin Teorisini kendilaik, modernist kültür anlayışına uygun bulduğu için tanıtır vesavunurken, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu içinde ilkkez, insan varlığının kaynağı hakkında soyut, felsefitartışmaları, bilime dayanan bir açıklama üzerinde yenidenkurmaya da girişmiş oluyordu.

    Kuşkusuz, eksik ve yanlışlarla dolu bu tanıtım, teoriyi, halkarasında yayıldığı biçimde, insanın maymundan geldiğibiçiminde özetliyordu. İşin doğrusu, Ahmet Mithat Efendi’yiilgilendiren asıl sorun, insanın kökeni konusunda Darwin’ingerçekte ne söylediği değildi. Bu yüzden, teoriyi tümboyutlarıyla incelemek ve anlatmak gibi bir derdi de

  • olmamıştı. Bir pozitivist olarak Ahmet Mithat Efendi,eğitimin bazı insanları diğer insanlardan farklı biçimdegeliştireceğini, seçkinleştireceğini ve toplumsal ilerlemeninde bu seçkinlerin öncülüğünde gerçekleşebileceğinidüşünüyordu. Evrim Teorisi, özellikle de “doğal eleme”teorisi, onun toplum ve eğitim ilişkisi hakkındaki budüşüncelerini kanıtlar, en azından destekler görünüyordu. Nevar ki, Osmanlı basınında ve aydınlar arasında Ahmet MithatEfendi’nin söylemek istedikleri değil, sözlerinin en kababiçimde karikatürleştirilmiş biçimi hararetli tartışmalaraneden oldu. Günümüzde bile Evrim Teorisinin hâlâmaymundan türeyip türemediğimiz ekseninde tartışılmasınınuzak geçmişimizdeki başlangıç noktası burasıdır. Nihayet butartışma bir sansür kararıyla noktalanmış ve “Ahmet MithatEfendi’nin maymunlarından her ne surette olursa olsunbahsetmek” resmen yasaklanmıştır.

    Düşünce özgürlüğü tarihimize “Maymun meselesi” olarakgeçen bu olaydan sonra, İmparatorluğun yıkılmasına kadarDarwin’den söz eden olmamış, Cumhuriyet döneminde ise,1930’lu yıllara kadar hatırlanmamıştır. Bu dönem, Türkiye’deırkçılığın, “Türk Kafatası” üzerine incelemelerin hızkazandığı dönemdir. Darwin bir kez daha siyasal amaçlarlagündeme getirilmiştir.

    “Türlerin Kökeni”nin Türkçede ilk yayımı Sol Yayınlarıtarafından 1970’de yapılmıştır.

    Pozitivizmin Türkiye’ye girdiği yıllarda kültürel ve siyasaltartışmalar içinde “Maymun Meselesi” olarak da olsa, evrimteorisi ne kadar önemli bir yer tuttuysa, ‘70’li yılların hemenbaşında Türlerin Kökeninin yayımlanması da o kadar

  • önemlidir. Büyük işçi ve köylü hareketlerinin yanı sıraantiemperyalist gençlik hareketinin de doruk noktasınıyaşadığı ve sosyalizmin en geniş aydın çevrelerinde ve siyasihayatta etkili tartışmalara konu olduğu 1970 yılı, “TürlerinKökeni”nin kendisine özgü tarihi içinde yaşadıklarınabakarsak, Türkiye’de yayınlanması için de tamamenuygundur. Marksist klasikleri ilk kez sistemli bir biçimdeçevirtip yayımlayan Sol Yayınları, “Türlerin Kökeni”niyayımlarken o dönemde kendisini etkili bir biçimdehissettiren bir eksikliği gidermeyi amaçlıyordu. Devrimciideolojinin en önemli bileşeni olan diyalektik materyalizm,bilim tarihinde dönüm noktası olmuş buluşlardan her zamanbeslenmiştir. Diyalektik materyalizmi önceki (ilkel,metafizik) materyalizmlerden ayıran önemli bir özelliktir bu.Dolayısıyla, bilim tarihi ile bilimsel sosyalizm arasında herzaman etkili bir ilişki olmuştur. ‘70’li yılları Türkiye’debilimsel sosyalizmin yaygın biçimde tartışılıp öğrenilmeyeçalışıldığı yıllar olarak hatırlarsak, sosyalizmin bilimseltemellerde öğrenilip kavranılması bakımından “TürlerinKökeni”nin yayımını da bir dönüm noktası olarak görürüz.

    Şimdi yeni bir baskısını elinizde tuttuğunuz bu 150yaşındaki kitap, Türkiye için yine son derece önemli birzamanda yayımlanmış bulunuyor.

    Özellikle 12 Eylül 1980’de gerçekleşen askeri darbedensonra egemen hale gelmeye çalışan gerici-faşist zihniyet,evrim ve devrim teorileri arasında bir geçiş bulunduğunukeşfetti! Öğrenciler, okullarda evrim teorisini öğreniyorlar veburadan kolayca devrimci olabiliyorlardı! “Türk İslamSentezi” adı verilen ve darbe yıllarında bütün resmîuygulamalarda kendisini hissettiren görüşe dayanarak,

  • okullarda Darvinci teorinin yanı sıra “yaratılış teorisi” deokutulmaya başlandı. Bu aslında darbeyi yapanlarla destekbekledikleri çevreler arasında yumuşak bir uzlaşmaydı.Darwin’i tümüyle kaldırmak, yasaklamak, olacak şey değildiama buradan “devrim teorisine” geçişi frenlemek degerekiyordu…

    Evrim Teorisine karşı savaş açmak, hem heyecanlı hem dekârlı bir iştir. Uluslar arası çapta pek çok Hıristiyan çevre,özellikle Amerika’da bu iş için özel olarak kurulmuş vakıflar,Darvinci teoriye karşı “mücadele” ederek dünyanın parasınıkazanıyorlar. Bir zamanlar “Dünya Düzdür Derneği”ni bilekurmuş olan bu aynı tuhaf “inanç grupları”, maymunla insanarasında kurulduğunu iddia ettikleri bağlantı aleyhine büyükparalar harcayarak propaganda yapıyorlar. Türkiye’dekitemsilcileri, çok pahalıya patlayan kitap ve broşürleriokullarda, sokaklarda, cami önlerinde bedava dağıtıyorlar.

    Darwin hakkındaki en önemli önyargı, karşı propagandanınen temel yalanı, Darwin’in insan türünün kökeninimaymunlara dayandırdığına dair iddialardır. Oysa Darwininsan ve maymunların aynı türden gelmekte olduğunu, amainsanın maymunların evrimi sonucu ortaya çıkmadığınısöylemektedir. Her iki tür, uzak ve ortak atadan ayrılarakevrilmişlerdir. Günümüzde genetik biliminde elde edilenilerlemeler, bu görüşü çürütmek bir yana, her adımındadoğrulamakta ve geliştirmektedir.

    Kuşkusuz Darwin, bu devasa bilimsel adımı atmakla birbaşlangıç yapmıştır. Evrim teorisi, diğer pek çok bilimselteori gibi, yeni buluşlarla gelişmekte, bazı yönleri ise, ilkolmanın eksiklerini ve yanlışlarını içermektedir. Ama bütün

  • bunlar, dinlerin ya da inançların değil, bilimin tartışmasıgereken konulardır.

    Fakat evrim kavramını başlıca düşman olarak ilan etmişolan çevreler, Darvinci evrim teorisinin de önce birkarikatürünü çizmişler, sonra da bu gülünç “teori”yieleştirmeye girişmişlerdir. Hiçbir ciddi ve bilimsel dayanağıolmayan bu sözde eleştiri, yaygınlığı ölçüsünde etkili deolmuştur. Ancak, Darwin’in gerçekte ne dediği ve çağdaşbilimsel gelişmelerle Darvinci evrim teorisi arasındaki bağlarkonusunda gösterilecek kanıtlar, bu etkiyi kırmayayetmeyecektir. Zira Darwin ancak bilimin içindentartışılabilir, inançların ve dinlerin içinden değil.

    “Türlerin Kökeni”nin bu yeni yayımı, aynı zamandadinselliği siyasetin aracı kılmış bir hükümet zamanındagerçekleşti. Darwin’in doğumunun 200’üncü, “TürlerinKökeni”nin yayınlanmasının da 150’inci yılında Türkiye,insan olmanın vazgeçilemez koşulu olan özgürlükleri,demokratik yaşamı, insan haklarını, yoksulluğu ve cehaletitartışıyor.

    “Türlerin Kökeni” ve Darwin’le ilgili yıldönümleriolmasaydı bile, bugün Türkiye’de bu kitabın yayımlanmasınıgerektiren koşullar vardır. Kısa tarihçesinde görüldüğü gibi,onun yeni basımları, bir işaret fişeği gibi anlamlıdır. Ya“Türlerin Kökeni” yaşananlar dolayısıyla gündemdedir, ya daonun ortaya çıkışı, koşulların değişmekte olduğununişaretidir…

    Doğa bilimlerindeki uzmanlığına koşut dilciliği veedebiyatçılığıyla tanınmış, yılların kafa emekçisi ÖnerÜnalan’ın çevirisi, esere özel bir değer katmaktadır.

  • Aydın Çubukçu

    Eylül 2009

  • TÜRLERİN KÖKENİ KONUSUNDAKİGÖRÜŞLERİN BU KİTABIN İLK BASKISINA

    KADARKİ KISA TARİHİ

    Önce türlerin kökeni konusundaki görüşlerin gelişiminikısaca vermek isterim. Yakın zamana dek, doğa bilginlerininbüyük çoğunluğu türleri değişmez olarak görüyor ve onlarınayrı ayrı yaratılmış olduklarına inanıyordu. Birçok yazar bugörüşü ustalıkla savunmuştur. Öte yandan, türlerin değişikliğeuğradığına, bugünkü canlı biçimlerin eskiden yaşamışbiçimlerin gerçek dölleri olduğuna ancak pek az doğa bilginiinanıyordu. Klasik yazarların bu konudaki anıştırmalarını[1](imalarını) bir yana bırakırsak, konuyu bilimsel anlamda ilkele alan Buffon’dır. Ama Buffon’ın düşünceleri sık sıkdeğiştiği için ve kendisi türlerin dönüşüm nedenlerine veyollarına değinmediği için burada ayrıntılara girmeyi gerekligörmüyorum.

    Bu konudaki vargıları büyük ilgi uyandırmış ilk insanLamarck’tır. Haklı bir ünü olan bu doğa bilgini, bu konudakigörüşlerini ilkin 1801’de açıkladı; ve 1809’da PhilosophiZoologique adlı yapıtında, ve daha sonra, 1815’te, Hist. Nat.Des Animaux sans Vertébres’in “Giriş”inde, büyük ölçüdegenişletti. Bu yapıtlarında bütün türlerin, insanın da, başkatürlerden türemiş olduğu öğretisini öne sürer. İnorganikâlemde olduğu gibi, organik âlemdeki bütün değişmenin dedoğal yasaların sonucu olabileceğine, mucizeyle ilişkisiolmayabileceğine dikkatleri ilk çeken odur. Türler (species)ile çeşitleri (variety) birbirinden ayırt etmenin güçlüğü, belirligruplardaki canlı biçimlerin hemen hemen hiç kesiksizaşamalanması ve evcil ürünlerimizin benzerliği, Lamarck’ın

  • türlerin yavaş yavaş değiştiği sonucuna varmasına özellikleyol açmış görünmektedir. Değişiklik geçirme yollarını kısmenfiziksel yaşam koşullarının doğrudan etkisinde ve kısmenbugün varolan biçimlerin çaprazlanmasında ve büyük ölçüdede, parçaların ve organların kullanılmasında vekullanılmamasında, yani, alışkanlığın etkilerinde aramaktadır.Doğadaki bütün güzel uyarlanmaları (adaptation) –zürafanınyüksek ağaçların sürgünlerini yemek için uyarlanmış o uzunboynu gibi– bu son etkene yorar görünmektedir. AmaLamarck bir ilerleyen gelişim (evrim) yasası olduğuna dainanıyordu; ve bu yasaya göre, bütün canlı biçimler gelişmeeğiliminde olduğundan, bugünkü basit canlıların varlığınıaçıklamak için, böyle biçimlerin bugün de kendiliğindentüremekte olduğunu öne sürüyordu.[2]

    Geoffroy St. Hilaire, oğlunun yazdığı yaşamöyküsündebelirtildiği gibi, 1795’e doğru, bizim tür dediğimiz şeylerinaynı tipin yalnızca yozlaşmış dölleri olduğunu sanıyordu.Aynı biçimlerin her şeyin başlangıcından beri değişmediğikanısında olduğunu ancak 1828’de açıkça söylemiştir.Geoffroy, yaşam koşullarını, ya da monde ambiant’ı,değişmenin nedeni olarak özellikle kabul eder görünmektedir.Sonuçlar çıkarırken sakıngandı ve yaşayan türlerin bugündeğişikliğe uğramakta olduğuna inanmıyordu; ve oğlunundediği gibi, “Demek ki bu tümüyle geleceğe bırakılmasıgereken bir sorundur; o geleceğin çalışmalarımızı durdurmaolanağı bulunduğunu varsaysak bile.”

    Dr. W. C. Wells, 1813’te Royal Society’de, “derisi kısmenbir zencininkine benzeyen ak ırktan bir kadın” üzerine birbildiri okudu; ama bu bildirisi, 1818’de Two Essays uponDew and Single Vision adlı ünlü yapıtı yayımlanıncaya dek

  • açıklanmadı. Dr. Wells, bu bildirisinde doğal seçme (naturalselection) ilkesini kesinlikle tanımaktadır ve bu, ilk açıktanımadır; ama Dr. Wells, bu ilkeyi yalnız insan ırklarına veyalnız belirli ıralara (character) uygulamaktadır. Zencilerinve zenci-beyaz melezlerinin belirli tropikal hastalıklarabağışıklıkları olduğunu belirttikten sonra, ilk olarak, bütünhayvanların belirli bir ölçüde değişmeye eğilimli olduğunuve, ikinci olarak da, çiftçilerin seçme yoluyla evcilhayvanlarını iyileştirdiklerini saptamakta; ve sonra şunueklemektedir: “ama ikinci durumda insanın yaptığı şeyi, doğa,yaşadıkları ülkeye uymuş insan soyu çeşitleri (variety)oluşturmak için, daha yavaş olmakla birlikte, aynı etkinlikleyapar görünüyor. Afrika’nın iç bölgelerinde, az sayıda vedağınık olarak yaşayan ilk insanlar arasında, rastgele ortayaçıkan insan çeşitlerinden biri, ülkenin hastalıklarına dayanmabakımından, öbür çeşitlerden daha uygun bir durumdaolacaktı. Öbür ırklar, yalnız hastalıklara karşı dirençlerininazlığı yüzünden değil, daha sağlıklı komşuları ile yarışacakyetenekte olmamaları yüzünden de azalırken, o ırkçoğalacaktı. Bu dinç ırkın rengi, demin söylenenlere göre,esmer olacaktı. Ama çeşitler türetme eğilimi var kalacak vezamanla daha esmer ve sonra daha esmer bir ırk ortayaçıkacaktı: ve en esmer (kara) ırk iklime en iyi uymuş olacakve bu ırk, türemiş olduğu ülkenin biricik ırkı olmasa bile, enbaşat ırkı olacaktı.” Dr. Wells, daha sonra, aynı görüşü soğukiklimlerde yaşayan insanlara uygulayarak genişletmektedir.Bay Brace’in aracılığıyla Dr. Wells’in yapıtındaki yukarıyaaldığım parçaya dikkatimi çeken ABD’den Bay Rowley’egönül borcum var.

  • W. Herbert, daha sonra Manchester dekanı, HorticulturalTransactions’ın dördüncü cildinde, 1822, ve Amaryllidaceaekonusundaki kitabında (1837, s. 19 ve s. 339), açıkça şöylediyor: “Bahçe tarımındaki denemeler, her türlü kuşkununötesinde, bitki türlerinin yalnızca daha yukarı ve kararlı birgrup çeşit olduğu temeline dayandırılmaktadır.” Hayvanlarıda aynı görüşün kapsamına sokmaktadır. W. Herbert, hercinsteki (genus) tek tek türlerin kökenleri bakımından pekbiçimlendirilebilir (plastic) özellikte yaratılmış olduğuna vebunların özellikle çaprazlanmayla ve aynı zamanda değişiklikgeçirerek, bugünkü bütün türlerimizi türetmiş olduğunainanmaktadır.

    1826’da, Prof. Grant, Spongilla konusundaki ünlü yazısınınsonuç paragrafında (Edinburgh Philosophical Journal, vol.xiv, s. 283) türlerin başka türlerden türemiş olduğuna vesürekli değişiklik geçirerek yetkinleştiğine inandığını açıkçasöyler. Aynı görüş, 1834’te, Lancet’te yayımlanmış 55.dersinde de yer almıştır.

    Bay Patrick Matthew, 1831’de yayımladığı Naval Timberand Arboriculture adlı yapıtında, türlerin kökeni konusundaBay Wallace ile benim Linnean Journal’da ortayakoyduğumuz ve elinizdeki kitapta genişletilmiş görüşünaynısını savunur. Ne yazık ki, Bay Matthew’ün bambaşka birkonudaki bir kitaba yaptığı katkının dağınık paragraflarındasunduğu bu görüş, Bay Matthew’ün kendisi, 7 Nisan 1860günlü Gardenners’ Chronicle’da dikkatleri üzerine çekinceyedek göze çarpmadan kaldı. Benim görüşümle BayMatthew’ünki arasındaki farklar pek de önemli değildir. Odünyanın birçok kez hemen hemen ıssız (canlısız) kaldığınıve sonra yeniden canlılarla dolduğunu düşünür görünüyor; ve

  • yeni biçimlerin “eski toplulukların herhangi bir örneği(modeli) ya da tohumu varolmaksızın” türeyebileceğini de,bir seçenek olarak, varsayıyor. Bazı parçaları doğru anlayıpanlayamadığımı bilmiyorum; ama bana öyle geliyor ki, BayMatthew yaşam koşullarının doğrudan etkisini çok erklisayıyor. Bununla birlikte doğal seçme ilkesinin olanca etkisiniaçıkça görüyor. Ünlü yerbilimci (geologist) ve doğa bilginiVon Bucl, Description Physique des Isles Canaries’de, (1836,s. 147), çeşitlerin artık çaprazlanma yeteneği olmayan süreklitürlere yavaş yavaş değiştiği kanısında olduğunu açıkçasöylüyor.

    Rafenisque, 1836’da yayımlanmış New Flora of NorthAmerica adlı yapıtında, (s. 6), şöyle diyor: “Bütün türler birzamanlar belki de çeşitti, ve birçok çeşit değişmez ve özelıralar üstlenerek yavaş yavaş türleşiyor.” Ama daha sonra (s.18) şunu ekliyor: “cinsin (genus) özgün tiplerinden ya daatalarından başka.”

    1843-4’te, Prof. Haldeman (Boston Journal of Nat. Hist. U.States, vol. iv, s. 468) türlerin değişiklik geçirmesi vegelişmesi varsayımına karşı ve ondan yana olan kanıtlarıustalıkla sunmuştur. Kendisi değişmeyi savunanlardan yanagörünüyor.

    Vestiges of Creation 1844’te çıktı. 1853’teki onuncu vedüzeltilmiş baskısında adsız yazarı şöyle diyor (s. 155):“Epey düşünmekle varılan sonuç odur ki, en basit ve eneskisinden, en organlanmış ve en yenisine dek, canlı kılınmışbütün varlıkların farklı serileri, Tanrının inayetiyle, birincisi,canlı biçimlere bağışlanmış ve onları belirli zamanlardaüremeyle, iki-çeneklilerde ve omurgalılarda biten, genellikle

  • ilgileri (affinity) araştırma işinde bize güçlük çıkaran organikıra boşluklarıyla birbirinden ayrılan organlanma aşamalarıboyunca ilerleten içtepinin (impuls); ikincisi, yaşamsalgüçlerle ilişkili, ve organik yapıları kuşakların geçişi sırasındabesin, yaşama yerinin (habitatın) doğası ve hava etkenlerigibi dış koşullara uygun olarak değişikliğe uğratmaeğiliminde olan başka bir içtepinin sonuçlarıdır; doğaltanrıbilimcinin (natural theologian) ‘uyarlanmaları’bunlardır.” Yazar, besbelli, organlanmanın ani sıçramalarlailerlediğine, ama yaşam koşullarından ileri gelen sonuçlarınyavaş yavaş, ağır ağır ortaya çıktığına inanıyor. Genelilkelerde, türlerin değişmez olmadığını önemle belirtiyor.Ama varsayılan iki “içtepi” doğada gördüğümüz o sayısız vegüzel uyarlanmaları bilimsel bir anlamda nasıl açıklar,anlayamıyorum; böylelikle, örneğin bir ağaçkakanın kendineözgü yaşama alışkanlıklarına nasıl uyarlanmış olduğukonusunda herhangi bir bilgi edindiğimizi kabul edemiyorum.İlk baskılarında pek sağlam olmayan bilgiler ve büyük birbilimsel özen eksikliği görülmekle birlikte, etkili ve parlaküslubundan ötürü, bu yapıtın sürümü çabuk ve çok olmuştur.Ve bence, İngiltere’de dikkatleri konuya çekerek veönyargıları sarsarak, benzer görüşlerin benimsenmesine ortamhazırlamış ve çok yararlı olmuştur.

    1846’da eski yerbilimcilerinden M. J. d’Halloy, kısa veseçkin bir yazıyla (Bulletins de L’Acad. Roy. Bnocelles, tom.xiii, s. 581), türlerin değişiklik geçirerek türemesini,başlıbaşlarına yaratılmış olmalarından daha olası gördüğünübildirdi. Yazar bu kanısını ilkin 1831’de duyurmuştu.

    Prof. Owen, 1849’da (Nature of Limbs, s. 86) şunları yazdı:“İlk-örnek (archetype) düşüncesi, bu düşüncenin doğru

  • olduğunu gerçekten kanıtlayan hayvan türleri bulunmadançok önce, gezegenimizin hayvanlar âleminde ortaya çıkmışçeşitli değişikliklerin sonucu olarak doğmuştur. Bu türlüorganik olayların düzenli olarak birbirini izlemesini vegelişmesini hangi doğa yasalarına ya da ikincil nedenlereyorabileceğimizi şimdilik bilmiyoruz.” 1858’de, BritishAssociation’daki konuşmasında, “yaratıcı gücün süreklieyleminin” ya da “canlı şeylerin sıralı olmasının” beliti(axiom) üzerinde durur (s. li). Daha sonra (s. xc), coğrafidağılımı söz konusu eder ve şunları ekler: “Bu olaylar, YeniZelanda’nın Apteryx’i [tavuk iriliğinde, esmer, küt kanatlı birkuş türü -ç.] ile İngiltere’nin kızıl-ormantavuğunun, sözkonusu adalarda ve oraları için ayrı ayrı yaratılmış olduğuinancımızı sarsmaktadır. Hayvanbilimcinin (zoologist)‘yaratma’ sözcüğüyle ‘ne olduğunu bilmediği bir işlemi’anlatmak istediğini de hiç unutmamalıyız.” Ve bu düşünceyigenişleterek şöyle der: “Hayvanbilimci, kızıl-ormantavuğununki gibi örnekleri o kuşun böyle adalarda veoraları için ayrıca yaratılmış olmasına kanıt sayarken, kızıl-ormantavuğunun oraya ve yalnız oraya, nasıl ulaşmışolduğunu bilmediğini özellikle dile getirmektedir; vebilgisizliğini böylece dile getirmekle, kuşun ve adanın,ikisinin de, kökenlerini bir ilk Yaratıcı Neden’e borçluoldukları inancını da açıkça dile getirmektedir.” Aynıkonuşmada söylenmiş olan bu tümceleri birbirine bağlı olarakyorumlarsak, bu seçkin filozofun, 1858’de, Apteryx’in vekızıl-ormantavuğunun kendi yurtlarında ilkin “nasıl olduğunubilmediği” ya da “ne olduğunu bilmediği” bir süreçle ortayaçıktığı konusundaki inancının sarsıldığını sezdiği anlaşılır.

  • Bu konuşma, Bay Wallace ile benim türlerin kökenikonusundaki bildirilerimizi Linnean Society’de okumamızdansonra yapılmıştı. Elinizdeki yapıtın ilk baskısı yayımlandığızaman, birçokları gibi ben de “yaratıcı gücün sürekli eylemi”gibi deyimlerle öylesine aldatılmıştım ki, Prof. Owen’ın da,türlerin değişmezliğine kesinlikle inananeskivarlıkbilimcilerden (paleontologist) olduğunudüşünmüştüm; ama kötü bir biçimde yanıldığım ortaya çıktı(Anat. of Vertebrates, vol. iii, s. 796). Bu kitabın sonbaskısında “kuşkusuz tipik biçim” sözleriyle başlayan birparagraftan (aynı yapıt, vol. i, s. xxxv), Owen’ın, yeni türlerinoluşumunda doğal seçmenin bir şeyler yapmış olabileceğinikabul ettiği sonucunu çıkardım. Bu çıkarsama (inference)bana hâlâ doğru görünüyor; ama bu, eksik ve kanıtsızdır (aynıyapıt, vol. iii, s. 798). London Review’ün başyazarıyla Prof.Owen arasındaki bir mektuplaşmadan başyazara ve bana Prof.Owen’ın doğal seçme teorisini benden önce ortaya attığınıöne sürdüğünü gösterir gibi gelen bazı alıntılar da verdim;buna şaştığımı ve sevindiğimi bildirdim; ama yakınlardayayımlanmış olan belirli paragraflardan (aynı yapıt, vol. iii, s.798) anlayabildiğim kadarı ile, ya kısmen ya da tümüyle vebir daha yanıldığımı anladım. Prof. Owen’ın tartışmalıyazılarını bencileyin başkalarının da güç anlaşılır vebirbirleriyle güç uzlaştırılır bulmalarına bakarak avunuyorum.Doğal seçme ilkesinin yalnızca sözünü etmiş olmaya gelince,Owen’ın bunu benden önce yapmış olup olmamasının önemiyoktur, çünkü, bu kısa tarihte de gösterildiği gibi, Dr. Wellsile Bay Matthews, bunu ikimizden de çok önce yapmışlardı.

    Isidore Geoffroy Saint Hilaire, 1850’de verdiğikonferanslarda (bunların bir özeti, Ocak 1851’de, Revue vet

  • Mag. de Zoolog’da yayımlandı) türsel ıraların “türler aynıkoşullarda üredikleri sürece değişmez olduğuna; ama koşullardeğişince onların da değiştiğine” neden inandığını kısacaaçıklamaktadır. Ve şöyle demektedir: “Sözün kısası, yabanılhayvanların gözlenmesi, türlerin sınırlı değişkenliğinigöstermektedir. Evcilleştirilmiş yabanıl hayvanlarla veyabanıllaşmış evcil hayvanlarla yapılmış denemeler, bunudaha da açık olarak göstermektedir. Denemeler, ortaya çıkmışfarkların, cinsel (generic) fark değerini kazanabildiğini dekanıtlamaktadır.” Hist. Nat. Generale adlı yapıtında (tom. ii,s. 430, 1859), buna benzer sonuçları daha ayrıntılı olaraksunmaktadır.

    Kısa bir süre önce yayımlanmış bir yazıdan Dr. Freke’nin1851’de (Dublin Medical Press, s. 322) bütün organikvarlıkların bir ilk-biçimden türemiş olduğu öğretisini ortayakoyduğu anlaşılmaktadır. Onun öğretisinin temelleri vekonuyu ele alışı benimkilerden tümüyle farklıdır; ve Dr.Freke, artık (1861) The Origin of Species by means ofOrganic Affinity başlıklı denemesini yayımladığı için, onungörüşleri üzerine bir bilgi vermeye kalkmam gereksiz olur.

    Bay Herbert Spencer, bir denemesinde (önce Mart 1852’deLeader’da, ve sonra Essays adlı yapıtında yayımlanmıştır),organik varlıkların yaratılması ve gelişmesi ile ilgili teorileridikkate değer bir ustalıkla karşılaştırmıştır. Evcil ürünlerinbenzerliğinden, birçok türün embriyonunun geçirdiğideğişmelerden, türlerle çeşitleri ayırt etmenin güçlüğünden vedoğadaki o genel aşamalanma ilkesinden, türlerin değiştiğisonucunu çıkarıyor; ve değişikliğe uğramayı koşullarındeğişmesine yoruyor. Yazar (1855) ruhbilimi de, zihinsel her

  • yetinin ve sığanın (capacity) aşamalı kazanılmış olmasızorunluğu ilkesine göre ele almıştır.

    Seçkin bir bitkibilimci (botanist) olan M. Naudin, 1852’de,türlerin kökeni konusundaki bir yazısında (Revue Horticole, s.102; daha sonra Nouvelles Archives du Museum, tom. i, s.171’de kısmen yeniden yayımlanmıştır), türlerin, çeşitlerintarımsal koşullarda ortaya çıkmasına benzer bir tarzdaoluştuğuna inandığını kesinlikle söylemiştir ve söz konusuedilen ikinci süreci insanın seçme yetisine yormaktadır. Amaseçmenin doğada nasıl olduğunu göstermemektedir. O da,Herbert gibi, türlerin doğumları sırasında bugünkünden dahabiçimlenebilir (plastic) olduğuna inanmaktadır: ve ereksellik(finality) ilkesi dediği şeye özellikle önem vererek şöyledemektedir: “Kimine göre alınyazısı, kimine göre de tanrıbuyruğu olan gizemli ve belirlenemeyen bir güç, her çağda,yaşayan varlıkları sürekli etkileyerek, her yaratığın biçimini,uzamını ve sürerliğini, onun bağlı olduğu nesnelerdüzenindeki alınyazısına göre belirler. Bu güç, her üyeyi,doğanın genel düzeninde her üye için varlığın ereği olangörev uygunluğunun tümüyle bağdaştırır.”[3]

    Ünlü yerbilimci Count Keyserling, 1853’te, (Bulletin de lasoc. Géolog., 2nd Ser., tom. x, s. 357), tıpkı herhangi birmiasma’nın yol açtığı varsayılan yeni hastalıkların ortayaçıkması ve bütün dünyaya yayılması gibi, varolan türlerintohumlarının da, belirli dönemlerde, yaşadıkları çevrenin özelnitelikteki moleküllerinin kimyasal etkisinde kalabileceğini,ve yeni canlı biçimlerin böylelikle ortaya çıkabileceğini ilerisürdü.

  • Aynı yıl, 1853, Dr. Schaaffhausen, çok değerli bir kitapçıkyayımladı (Verhand, des Naturhist. Vereins der Preuss.Rheinlands, vb.) ve yeryüzündeki organik varlıkların ilerleyengelişimini savundu. Türlerin birçoğunun uzun zaman aynıkalmış olduğu, ve ancak pek azının değişiklik geçirmişolduğu sonucunu çıkarıyordu. Türlerin farklılığını, yavaşyavaş değişmiş biçimlerin, ortada bir özellik gösterenlerininyok olmasıyla açıklıyordu. “Öyleyse, yaşayan bitkiler vehayvanlar tükenmiş olanlardan yeni yaratma eylemleriyleayrılmış değildir, tersine, hepsi de onların kesiksiz üremesininsonucu olan döller sayılmalıdır.”

    Tanınmış bir Fransız bitkibilimci olan M. Lecoq, 1854’teşöyle yazıyordu (Etudes sur Geograph. Bot, tom. i, s. 250):“Görülüyor ki, türlerin değişmezliği ya da değişirliğikonusundaki araştırmalarımız, bizi, doğrudan doğruya, haklıünleri olan iki adamın, Geoffroy Saint-Hilaire ile Goethe’nin,düşüncelerine götürmektedir.” M. Lecoq’un o büyükyapıtında dağınık olarak bulunan bazı düşünceler, onuntürlerin değişiklik geçirmesi konusundaki görüşlerini nereyedek genişlettiğini biraz kuşkulu kılmaktadır.

    Baden Powell, 1855’te, Essays on the Unity of Worlds adlıyapıtında “Yaratma Felsefesi”ni ustaca ele aldı. Yeni türlerinortaya çıkmasının “rastgele değil, tersine, kurallı bir olay”, yada, Sir John Herschel’in dediği gibi, “hiç de mucize olmayandoğal bir süreç” olduğunu ortaya koyuşu gerçekteninandırıcıdır.

    Journal of the Linnean Society’nin üçüncü cildinde, bukitabın Giriş’inde de belirtildiği gibi, Bay Wallace’ınhayranlık uyandıran bir güç ve açıklıkla ortaya koyduğu

  • Doğal Seçme teorisini içeren, ve Bay Wallace ile benim 1Temmuz 1858’de okuduğumuz bildiriler bulunmaktadır.

    Bütün hayvanbilimcilerin kendisine çok derin saygıduyduğu Von Baer, 1859’da, bugün tümüyle farklı olan canlıbiçimlerin bir tek ata-biçimden türemiş olduğu inancını,özellikle coğrafi dağılım yasalarına dayanarak savundu. (Bkz:Prof. Rudolph Wagner, Zoologisch-AnthropologischeUntersuchengen, s. 51,1861.)

    Haziran 1859’da, Prof. Huxley, Royal Institution’da,“Hayvan Yaşamının Sürüp Giden Tipleri” konulu birkonferans verdi. Bu türlü örneklere dayanarak şöyle dedi:“Her hayvan ve bitki türünün, ya da önemli her organlanmatipinin, yaratıcı gücün ayrı bir eylemiyle oluşturulupyeryüzüne bırakılmış olduğunu varsayarsak, bunlara benzerolguların anlamını kavramak güçtür; böyle bir varsayımıgeleneğin ve vahyin desteklemediği ve bunun doğanın genelörneksemesine (analogy) de karşıt olduğu unutulmamalıdır.Öte yandan ‘Sürüp Giden Tipler’ herhangi bir zamandayaşayan türleri daha önceki türlerin yavaş yavaş değişiklikgeçirmelerinin sonucu sayan varsayıma göre –savunucularından kimilerinin başına iş açmış olan buvarsayım, kanıtlanmamış olmakla birlikte, güvenilir birdayanak sağlamaktadır– ele alınırsa, bu tiplerin varlığı, canlınesnelerin yerbilimsel (geological) zaman boyuncageçirdikleri değişiklik tutarının, katlandıkları değişmeserisinin tümüne oranla çok az olduğunu kanıtlar görünüyor.”

    Dr. Hooker, Aralık 1859’da Introduction to the AustralianFlora adlı yapıtını yayımladı. Bu büyük çalışmanın birincibölümünde, türlerin türemesi ve değişikliğe uğraması

  • gerçeğini benimseyip bu öğretiyi özgün gözlemlerledesteklemektedir.

    Elinizdeki kitabın ilk baskısı 1859’da ve ikinci baskısı 7Ocak 1860’ta yapıldı, [Darwin’in sağlığında yapılmış öbürbaskıların tarihleri şöyledir: Üçüncü baskı, Nisan 1861;dördüncü baskı, Haziran 1866; beşinci baskı, Temmuz 1869ve altıncı baskı, Ocak 1872. Kitap, Darwin’in 1872’ye dekyaptığı düzeltme ve eklemelerle sürekli gelişmiştir. -ç.]

  • GİRİŞ

    Majestelerinin gemisi Beagle’da bir doğa bilgini olarakbulunduğum sırada, Güney Amerika’da yaşayan organikvarlıkların dağılımındaki ve o kıtanın bugünkü ve geçmiştekicanlılarının yerbilimsel ilişkilerindeki belirli olgular gözümepek çarpmıştı. Bu olgular, elinizdeki kitabın ilerdekibölümlerinde de göreceğiniz gibi, büyük filozoflarımızdanbirinin sırların sırrı dediği “türlerin kökeni”ne ışık tutacağabenziyordu. 1837’de, yurda dönerken, bununla herhangi birilişkisi olabilecek bütün olguları sabırla derleyerek vetitizlikle karşılaştırarak söz konusu soruya eksik de olsa biryanıt bulunabileceğini düşündüm. Ancak beş yıllık birçalışmadan sonra bu konuda kurguda bulunmaya(speculation) başladım ve kısa bazı notlar aldım; 1844’tebunları genişleterek bana olası (probable) görünen sonucuntaslağını elde ettim. Aynı konuyla o zamandan beri hiçaralıksız uğraştım. Bu türlü kişisel ayrıntılara girmeminbağışlanacağını umuyorum, çünkü bunları, bir sonuca varmakiçin pek de ivecen davranmadığımı belirtmek için yazıyorum.

    Şimdi (1859) yapıtım aşağı yukarı bitti; ama tamamlanmasıdaha birçok yılımı alacağı için, ve sağlığım bozulduğu için,bu özeti yayımlama zorunluğunu duydum. Şimdi MalayaTakımadalarının doğal tarihini inceleyen Bay Wallace’ınbenim türlerin kökeni konusunda vardığım genel sonucunhemen hemen aynısına varmış olması da, beni böyledavranmaya özellikle isteklendirdi. Bay Wallace, 1858’de,bana daha sonra Sir Charles Lyell’e vermem dileğiyle bukonudaki bir yazısını gönderdi. Sir C. Lyell’in LinneanSociety’ye gönderdiği bu yazı, derneğin dergisinin üçüncü

  • cildinde yayımlandı. Benim çalışmamı bilen Sir. C. Lyell veDr. Hooker –1844’te elimdeki taslağı okumuştu–yazdıklarımdan çıkarılmış kısa bir özeti Bay Wallace’ındeğerli yazısıyla birlikte yayımlamayı uygun görerek banaşeref verdiler.

    Şimdi yayımladığım bu özet zorunlu olarak eksiktir.Burada, başvurduğum kaynakları ve yetkili kişilerianamıyorum; okurun biraz da benim doğruluğumagüveneceğini ummak zorundayım. Her zaman yalnızcagerçek yetkililere güvenmeye özen gösterdiğimi umuyorsamda, hiç kuşkusuz, yanılgılarım olmuştur. Burada ancak pekçok durumda yeterli görüleceğini umduğum birkaç açıklayıcıolguyu ve vardığım genel sonuçları verebiliyorum. Bütünolguları, vardığım sonuçların dayandığı kaynaklarla birlikte,ilerde, ayrıntılı olarak yayımlamanın gerekliliğini hiç kimsebenden daha çok önemseyemez; bunu bir gelecek kitabımdayapmayı umuyorum. Çünkü, bu yapıtta, görünüşte çoğuzaman benimkilere doğrudan doğruya karşıt sonuçlara yolaçan olguların gösterilemeyeceği bir tek nokta yok gibidir.Güvenilir bir sonuca, bir konunun iki yönüyle ilgili olgularıntam olarak ortaya konup karşılaştırılması ile varılabilir; ve bu,burada olamaz.

    Yer darlığı, kimilerini hiç görmediğim birçok doğabilgininden cömertçe gördüğüm yardımlara açıkça teşekküretmeme engel oluyor. Bununla birlikte, hiç olmazsa, enginbilgisi ve yetkin sağduyusu ile son on beş yıl boyunca banaher türlü yardımda bulunmuş olan Dr. Hooker’a duyduğumderin gönül borcunu belirtmeden edemem.

  • Türlerin kökenine gelince, organik varlıkların karşılıklıhısımlıklarını, embriyolojik yakınlıklarını, coğrafidağılımlarını, yerbilimsel ardışımlarını (succession) ve butürlü olguları enine boyuna düşünen bir doğa bilgini, türlerinbaşlıbaşlarına yaratılmış olmadığı, tersine, çeşitler gibionların da başka türlerden türemiş olduğu sonucuna varmakzorundadır. Bununla birlikte, böyle bir sonuç, çok sağlamtemellere dayandırılmış bile olsa, yeryüzünde yaşayan sayısıztürlerin değişiklik geçirmiş ve bizde hayranlık uyandıran oyapı ve o ortak uyarlanma yetkinliğini nasıl edinmiş olduklarıkanıtlanmadıkça, yeterli olmaz. Doğa bilginleri iklim, besin,vb. dış koşulları, çoğu zaman, değişimin (variation) olasıbiricik nedeni saymaktadırlar. Bu, ilerde göreceğimiz gibi,sınırlı bir anlamda doğrudur; ama, örneğin, ağaç kabuklarınınaltındaki böcekleri çekip çıkarmak için öylesine güzeluyarlanmış ayakları, kuyruğu, gagası ve diliyle birağaçkakanın yapısını yalnız dış koşullara yormak, aklaaykırıdır. Besinini belirli ağaçlardan emerek sağlayan, belirlikuşlarla taşınmaları gereken tohumları ayrı eşeyli (sex) veçiçektozunun birinden öbürüne konması için ille belirliböceklerin aracılığını gerektiren çiçekleri olan [yarı -ç.]asalak ökseotunun yapısını, farklı organik varlıklarla olanilişkileriyle birlikte, dış koşulların etkileriyle, ya daalışkanlıkla, ya da bitkinin kendi isteğiyle açıklamak da, aynıölçüde akla aykırıdır.

    Bundan ötürü, değişiklik geçirmenin ve uyarlanmanınyolları konusunda açık bir bilgi edinmek pek önemlidir.Gözlemlerimin başlangıcında, evcil hayvanlar ve tarımbitkileri konusunda yapılacak titiz bir çalışma, bana, buçapraşık problemi çözmek için en iyi şansı sağlayabilir gibi

  • göründü. Hayalkırıklığına da uğramadım; bu durumda vebaşka çetrefil durumların hepsinde, evcillik durumundakideğişim üzerine olan eksik bilgimizin yine de her zamangüvenilir ipucunu verdiğini gördüm. Doğa bilginleri, büyükçoğunlukla, böyle çalışmalara aldırmıyorlarsa da, buçalışmaların pek değerli olduğu kanısındayım ve kanımısöylemeye cesaret edebiliyorum.

    Böyle düşündüğüm için, bu yapıtın ilk bölümünüEvcilleşmenin Etkisinde Değişim’e ayıracağım. Böyleliklekalıtsal değişikliklerin büyük bir ölçüde ortaya çıkabileceğini;ve aynı önemde olan bir şeyi, insanın ardışık hafifdeğişiklikleri seçip biriktirme gücünün ne denli etkiliolduğunu göreceğiz. Sonra doğal bir durumdaki türlerindeğişkenliğine (variability) geçmek istiyorum; ama, yazık kibu konuyu çok kısa işleyeceğim, çünkü bu konu ancakolguların uzun bir listesi verilerek gereği gibi işlenebilir.Bununla birlikte, değişime elverişli durumların nelerolduğunu tartışabileceğiz. Yeryüzündeki bütün organikvarlıklar arasında geçen ve onların büyük bir geometrikoranla çoğalmalarını zorunlu kılan Varolma Savaşı, ondansonraki bölümde incelenecektir. Bu, hayvanlar ve bitkilerâleminin tümüne uygulanmış Malthus Öğretisidir. Her türündoğmuş bireyleri sağ kalabileceklerden kat kat çok olduğuiçin ve bundan dolayı, yaşamak için sık sık yinelenen birsavaş verildiği için, karmaşık ve bazen değişen yaşamakoşullarının etkisindeki herhangi bir canlı, kendisine yararlıbir tarzda ne denli hafif bir değişikliğe uğrarsa uğrasın, dahaiyi bir sağ kalma şansı bulunacak ve böylece doğal olarakseçilmiş olacaktır. Soyaçekim ilkesinin etkinliğinden ötürü,

  • seçilmiş her çeşit, kendi yeni ve değişiklik geçirmişbiçimlerini çoğaltma eğilimi gösterecektir.

    Doğal Seçme, ana konu olarak, dördüncü bölümde birazdaha ayrıntılı işlenecektir; ve o zaman, Doğal Seçmenin azgelişmiş canlı biçimlerin tükenmesine ve benim IranınIraksaması (Divergence of Character) dediğim olaya nasıl yolaçtığını göreceğiz. Ondan sonraki bölümde değişiminkarmaşık ve az bilinen yasalarını tartışacağız. Daha sonrakibeş bölümde, teoriyi benimsemede karşılaşılan güçlüklerin enbelirginlerini ve en önemlilerini, yani, ilkin, geçişlerin(transition) güçlüklerini, ya da basit bir canlının ya da basitbir organın nasıl değişebildiğini ve çok gelişmiş ya daincelikle yapılmış bir organa dönüşebildiğini; ikinci olarak,içgüdü konusunu, ya da hayvanların zihinsel yetilerini;üçüncü olarak, Hibritliği, ya da çaprazlanan türlerin kısırlığınıve çaprazlanan çeşitlerin doğurganlığını; ve dördüncü olarak,Yerbilimsel Belgelerin eksikliğini ele alacağız. Sonrakibölümde organik varlıkların yerbilimsel ardışımını, on ikincive on üçüncü bölümlerde yeryüzündeki coğrafi dağılımlarını;on dördüncü bölümde ise organik varlıkların sınıflanmasınıhem ergin hem de embriyonal durumlarının karşılıklıilgilerini (affinity) inceleyeceğiz. Son bölümde bütünçalışmanın kısa bir özetini verip birkaç sonsöz söyleyeceğim.

    Çevremizde yaşayan varlıkların karşılıklı ilişkilerikonusundaki korkunç bilgisizliğimiz göz önündebulundurulursa, türlerin ve çeşitlerin kökeni konusundabirçok şeyin açıklanmadan kalmasına hiç kimseninşaşmaması gerekir. Bir türün neden çok yayıldığını veçoğaldığını ve onun hısımı olan başka bir türün neden dar biralana yayıldığını ve az bulunduğunu kim açıklayabilir? Oysa

  • bu ilişkiler çok önemlidir, çünkü yeryüzündeki her canlınınbugünkü esenliğini ve bence, gelecekteki başarısını vegeçireceği değişikliği belirlemektedir. Dünya tarihinin eskiyerbilimsel dönemlerinde yaşamış sayısız varlıkların karşılıklıilişkileri üzerine bildiklerimiz daha da azdır. Pek çok şeykaranlık kalmakta ve uzun zaman karanlık kalacak ise de,başarabildiğim en titiz çalışmadan ve en nesnel (objective)yargılamadan sonra, doğa bilginlerinin yakın zamana dekbenimsedikleri ve eskiden benim de benimsediğim görüşün, –yani, her türün başlıbaşına yaratılmış olduğu görüşünün–yanlışlığı konusunda hiç kuşkum yoktur. Türlerin değişmezolmadığına, tersine, aynı cinsten (genus) denenlerin tıpkıherhangi bir türün onaylanmış çeşitlerinin o türün dölleriolması gibi, başka ve genellikle tükenmiş bir türün doğrudandoğruya dölleri olduğuna kesinlikle inanıyorum. Bundanbaşka, Doğal Seçmenin, değişiklik geçirmenin biricik yoludeğilse bile, en önemli yolu olduğu kanısındayım.

  • BİRİNCİ BÖLÜM

    EVCİLLEŞMENİN ETKİSİNDE DEĞİŞİM

    Değişkenliğin nedenleri • Alışkanlığın ve parçalarınkullanılıp kullanılmamasının etkileri • Karşılıklıdeğişim • Soyaçekim • Evcil çeşitlerin ırası •Çeşitlerle türleri ayırt etmenin güçlükleri • Bir ya dabirden çok türden olan evcil çeşitlerin kökeni • Evcilgüvercinler, evcil güvercinlerin farkları ve kökeni •Eskiden izlenmiş seçme ilkeleri ve bunların etkileri •Yöntemli (bilinçli) ve bilinçsiz seçme • Evciltürlerimizin bilinmeyen kökeni • İnsanın seçmeyetisine elverişli durumlar

    DEĞİŞKENLİĞİN NEDENLERİ

    Eski tarım bitkilerimizin ve evcil hayvanlarımızın aynıçeşidinden ya da alt-çeşidinden (sub-variety) olan bireyleribirbirleriyle karşılaştırınca gözümüze ilk çarpan noktalardanbiri, onların birbirlerinden doğal bir durumdaki herhangi birtürün ya da çeşidin bireylerinde görüldüğünden daha farklıolmasıdır. Tarıma alınmış ve çağlar boyunca en farklıiklimlerin ve işlemlerin etkisinde değişmiş bitkilerin vehayvanların büyük farklılığını incelersek, bu büyükdeğişkenliğin, evcil ürünlerimizin ata-türlerinin doğadakarşılaşılageldiğinden biraz başka ve daha az kararlı yaşamkoşullarında yetiştirilmişliklerine bağlı olduğu sonucunavarırız. Andrew Knight’ın öne sürdüğü bu değişkenliğinkısmen besin fazlalığı ile bağlantılı olabileceği görüşünde de

  • epey olasılık vardır. Organik varlıkların pek çok kuşakboyunca büyük ölçüde bir değişmeye yol açan yeni koşullarlakarşılaşmak zorunda kaldıkları; ve oluşumları bir kezdeğişmeye başlayınca, bunun genellikle birçok kuşakta sürüpgittiği besbellidir. Değişken bir organizmanın değişmesinintarım koşullarında durduğunu gösteren bir olgu yoktur. Eneski tarım bitkilerimiz, örneğin buğday, hâlâ yeni çeşitlertüretmektedir ve en eski evcil hayvanlarımız hızlaiyileştirilmeye ya da değişiklik geçirmeye hâlâ yeteneklidir.

    Bu konuyla uzun süre uğraştıktan sonra varabildiğimsonuca göre, yaşam koşullarının iki türlü etkide bulunduğuanlaşılmaktadır: oluşumun tümünü ya da yalnız belirliparçaları doğrudan doğruya ve üreme sistemini dolaylı olaraketkilemek. Doğrudan etkileme bakımından, Prof.Weismann’ın kısa bir süre önce üzerinde durduğu ve benimVariation under Domestication adlı yapıtımda rastlantıylagösterdiğim gibi, her durumda iki etken olduğunu göz önündetutmamız gerekir: organizmanın doğası ve koşulların doğası.Birincisi çok daha önemli görünmektedir, çünkü aşağı yukarıaynı değişimler, varabildiğimiz sonuca göre, bazen aynıkoşullarda ortaya çıkmaktadır; ve öte yandan, farklıdeğişimler hemen hemen birbirinin aynı olarak belirenkoşullarda ortaya çıkmaktadır. Döllerdeki etkiler ya belirli yada belirsizdir. Bireylerin döllerinin hepsi, ya da yaklaşıkolarak hepsi, belirli koşullarda, ayrı ayrı ve pek çok kuşakboyunca aynı tarzda değişince etkiler belirli sayılabilir.Kesinlikle böyle ortaya çıkan değişmelerin derecesikonusunda bir karara varmak aşırı güçtür. Bununla birlikte,küçük birçok değişim konusunda ancak önemsiz kuşkularolabilir –örneğin besinin niceliğine bağlı büyüklük, yemin

  • doğasından gelen renk, iklime bağlı deri kalınlığı ve kılsıklığı, vb.. Kanatlılarımızın tüylerinde gördüğümüz sayısızdeğişimlerin her birinin herhangi bir nedeni olmalıdır; vebelirli neden, birçok kuşaklar dizisi boyunca, birçok bireyeaynı tarzda etki yapsaydı, bireylerin hepsi, belki aynı tarzdadeğişikliğe uğrardı. Bitkilerde urlara yol açan bir böceğinsokmasıyla bitkiye verilen bir damlacık ağının hemenardından ortaya çıkan karmaşık ve olağanüstü belirtiler (urlar)gibi olgular, özsuyunun doğasındaki bir değişmeye bağlıolarak bitkilerde ne gibi garip değişikliklerin ortayaçıkabileceğini bize göstermektedir.

    Değişmiş koşulların çok daha sık görülen sonucu, belirlideğişkenlikten çok belirsiz değişkenliktir ve evcil ırklarınoluşmasında bunun daha önemli bir yeri vardır. Aynı türünbireylerini birbirinden ayıran ve ana-babaya ya da uzak birataya soyaçekimle bağlanamayan sayısız küçük özellikte(sapmada), belirsiz değişkenliği görmekteyiz. Arada bir,birlikte doğmuş karındaş yavrularda ve aynı kapsülüntohumlarından oluşan fidelerde bile göze çok çarpan farklarortaya çıkmaktadır. Çok uzun sürede, belirli bir ülkedemilyonları aşkın birey yetiştirildi ve aşağı yukarı aynıyemlerle beslendi ve yerinde olarak yaradılış aykırılığı(monstrosity) denen yapı sapmaları türedi; ama yaradılışaykırılıkları küçük değişimlerden kesin herhangi bir çizgiyleayrılamaz, ister aşırı önemsiz olsun, ister göze çok çarpsın,birlikte yaşayan bireyler arasında ortaya çıkan böyle yapıdeğişmelerinin hepsi, her bireysel organizmaya yaşamkoşullarının belirsiz etkileri sayılabilir; örneğin üşütmeninayrı ayrı kimseleri belirsiz bir tarzda etkilemesi, bedendurumlarına ya da doğal özelliklerine göre öksürüğe, nezleye,

  • romatizmaya ya da türlü organlarda yangılara yol açmasıaşağı yukarı budur.

    Değişmiş koşulların dolaylı etkisi dediğim şey konusunda,yani üreme sisteminin etkilenmesiyle değişmeye, kısmen busistemin koşullardaki her değişmeye aşırı duyarlığıolgusunun, kısmen de, Kölreuter’in ve başkalarınınbelirttikleri gibi, belirli türlerin çaprazlanmasını izleyen yeniya da doğal olmayan koşullarda yetiştirilen bitkilerde vehayvanlarda gözlenebilen değişkenliğin yol açtığını kabuledebiliriz. Bazı olgular, üreme sisteminin çevre koşullarındakiçok önemsiz değişmelere karşı ne denli duyar olduğunuaçıkça göstermektedir. Hiçbir şey, bir hayvanıevcilleştirmekten daha kolay değildir ve pek az şey, o hayvanıkapalı yerde engellenmeksizin üretmekten, erkekle dişiçiftleşse bile, daha zordur. Kendi anayurdunda özgür denecekdurumda tutulmakta olsa da üremek istemeyen kim bilir kaçhayvan vardır! Bu, genellikle, ama yanlış olarak, yozlaşmışiçgüdülere bağlanır. Birçok tarım bitkisi çok iyi büyür, amaseyrek olarak tohum bağlar ya da hiç bağlamaz! Bazıdurumlarda, gelişimin özel bazı dönemlerinde, suyun birazfazla ya da eksik olması gibi küçük bir değişmenin, bitkinintohum vermesine ya da vermemesine yol açtığı bulunmuştur.Bu ilgi çekici konuda topladığım ve başka yerde yayımlanmışayrıntıları burada veremiyorum; ama, tutukluluğunetkisindeki hayvanların üremesini belirleyen yasaların nedenli başka olduğunu göstermek için etçil (carnivorous)hayvanların, tabanlarına basanlar (plantigrades) ya da ayıfamilyası ayrı tutulursa, tropik bölgelerden bile olsalar, oülkede ve tutukluluk koşullarında özgürce ürediğini; oysaetçil kuşların, pek azı bir yana, hemen hemen hiç döllenmiş

  • yumurta vermediğini anayım. Yerli olmayan birçok bitkininçiçektozları (pollen), tıpkı en kısır hibritlerinkiler gibi,tümüyle değersizdir. Bir yandan, cılız ve hastalıklı bileolsalar, evcil hayvanların ve bitkilerin tutukluluk koşullarındaözgürce üremelerine; ve öte yandan, doğal bir durumdangençken alınmış, tümüyle evcilleşmiş, sağlıklı ve uzunömürlü (buna sayısız örnek gösterebilirim) ama üremesistemleri bilinmeyen nedenlerce iş göremeyecek denliönemli ölçüde etkilenmiş bireylere bakarak, üreme sisteminindüzensiz çalışmasına ve ana-babalarına biraz benzemeyendöller vermesine şaşmamalıyız. Bazı organizmaların, üremeorganlarının kolayca etkilenmediğini ortaya koyarak, en doğalolmayan koşullarda (örneğin kafeslerdeki tavşanlar ve dağgelincikleri) özgürce ürediğini ekleyelim; bazı hayvanlar vebitkiler evcilleştirilmeye ve tarıma alınmaya böylesinedayanabilir ve pek az –belki doğal bir durumda olduğundandaha çok olmamak üzere– değişir.

    Kimi doğa bilginleri bütün değişimlerin eşeysel üremeeylemiyle ilişkili olduğuna inanmaktadırlar; ama bu kesin biryanılmadır; başka bir çalışmamda, bahçıvanların “şakacıbitkiler” (sporting plants) dedikleri bitkilerin uzun bir listesiniverdim; –bunlar, durup dururken, aynı bitki üzerinde öbürgözlerden bazen büyük ölçüde farklı, yeni, bambaşka bir gözvermektedirler. Bu göz değişimi, bu böyle adlandırılabilir,aşıyla, çelikle, vb. ve bazen tohumla sürdürülebilir. Böyleşakacı bitkiler doğanın etkisinde seyrek ortaya çıkar, amatarıma alınmanın etkisinde ortaya çıkmaları hiç de seyrekdeğildir. Aynı ağaçta, bir-biçim (uniform) koşullarda, binlercegözden biri birdenbire yeni bir ıra kazandığına göre; ve farklıkoşullarda yetişen başka başka ağaçlardaki gözler bazen aşağı

  • yukarı aynı çeşidi (variety) –örneğin şeftali ağaçlarındatüysüz şeftali veren gözler ve alışılmış güllerde yosun-gülleri(moss-rose) veren gözler– türettiğine göre, değişimin özel birbiçimini belirlemede koşulların doğasının organizmanındoğasından daha az önemli olduğunu görüyoruz demektir; –koşulların doğası, belki de, alevin doğasını belirlemede,yanıcı bir madde yığınını tutuşturan bir kıvılcımınkinden dahaönemli değildir.

    ALIŞKANLIĞIN VEPARÇALARIN KULLANILMASININ YA DA

    KULLANILMAMASININ ETKİLERİ;KARŞILIKLI DEĞİŞİM; SOYAÇEKİM

    Alışkanlıkların değişmesi, çiçeklenme döneminde bitkilerinbir iklimden başka bir iklime götürülmesi gibi, kalıtsal bir etkiyaratır. Hayvanlarda parçaların artmış kullanılmasının ya dakullanılmamasının daha güçlü bir etkisi vardır; öyle ki, evcilördeğin, bütün iskelete oranla, kanat kemiklerinin yabanördeğininkilerden daha hafif ve bacak kemiklerinin daha ağırolduğunu buldum ve bu değişme, evcil ördeğin yabanılatalarından daha az uçmasına ve daha çok yürümesinegüvenle yorulabilir. İneklerde ve keçilerde, bu hayvanlarınsürekli sağıldığı ülkelerde, öbür ülkelerdekilerlekarşılaştırılınca memelerde görülen büyük ve kalıtsal gelişimbelki de kullanılmanın etkilerine başka bir örnektir. Evcilhayvanlarımızdan hiçbirinin bazı ülkelerde sarkık kulaklıolmayanı yoktur; kulak sarkmasının, hayvanlar pek azürkütüldükleri için, kulak kaslarının kullanılmamasınayorulabileceği görüşü olası görünmektedir.

  • Değişimi birçok yasa düzenler; bunların birkaçı şöyle böylebilinmektedir ve ilerde kısaca tartışılacaktır. Burada yalnızkarşılıklı değişim diye adlandırılabileni anacağım.Embriyondaki ya da kurtçuktaki (larva) önemli değişmelerbelki ergin hayvanda da değişmeleri gerektirecektir. Aykırıyaratıklarda tümüyle ayrı parçalar arasındaki karşılıklı-ilişki(correlation) ilgi çekicidir. Isidore Geoffroy St. Hilaire’ın bukonudaki değerli yapıtında buna birçok örnek gösterilmiştir.Yetiştiriciler, uzun bacakların aşağı yukarı her zaman uzamışbir başla birlikte bulunduğuna inanırlar. Karşılıklı ilişkininbazı örnekleri gerçekten gariptir: mavi gözlü ak kedilergenellikle sağırdır, ama Bay Tait, kısa bir süre önce, bununerkeklere özgü olduğunu saptadı. Renk ve yapısal özelliklerbirbiriyle ilişkilidir, hayvanlarda ve bitkilerde bunun dikkatedeğer birçok örneği bulunabilir. Heusinger’in derlediğiolgular, belirli bitkilerin ak koyunlara ve domuzlaradokunduğunu, oysa koyu renkli bireylere dokunmadığınıortaya koyuyor: Prof. Wyman, yakınlarda, bu olgunun güzelbir açıklamasını bana bildirdi: Virginia’daki kimi çiftçilerebütün domuzlarının neden kara olduğunu sormuş; çiftçiler,domuzların boyalı kökleri [Lachnanthes -ç.] yediğini, bununhayvanların kemiklerini pembeleştirdiğini ve bunun, karahayvan çeşitleri dışında, bütün toynaklı hayvanlarda böyleolduğunu söylemişler; “Cracer”lerden [Virginia’ya yerleşmişgöçmen -ç.] biri şunu eklemiş: “Yalnız kara yavruları seçipyetiştiriyoruz, çünkü yalnız onların yaşama şansı var.” Tüysüzköpeklerin dişleri eksiktir; uzun ve kaba kıllı hayvanlar, uzunve çok boynuzlu olmaya eğilimlidir; paçalı güvercinlerin dışparmakları arasında deri vardır; kısa gagalı güvercinlerinayakları küçük, uzun gagalılarınkiler büyüktür. Bundan ötürü,seçme belirli bir özelliği artırarak sürdürülürse, yapının öbür

  • parçaları da istenmeden ve hemen hemen kesinlikle ve ayrıparçalar arasındaki karşılıklı-ilişkinin bilinmedik yasalarınınsonucu olarak değişikliğe uğrar.

    Değişimin farklı, bilinmeyen, ya da şöyle böyle anlaşılanyasalarının sonuçları, son derece karmaşık ve çeşitlidir.Sümbül, patates, hatta yıldız çiçeği vb. gibi eski bazı tarımbitkilerimiz üzerine yazılmış kitapçıklar dikkatle incelenmeyedeğer ve çeşitlerin ve alt-çeşitlerin birbirinden hafifçeayrıldıkları sayısız özel yapı ve kuruluş biçimlerini görmek,gerçekten şaşırtıcıdır. Bütün oluşum plastikleşmiş gibigörünür ve atasal tipten küçük ölçüde ayrılır.

    Kalıtsal olmayan herhangi bir değişim bizim içinönemsizdir. Ama kalıtsal sapmaların sayısı ve çeşitliliği,sapmaların fizyolojik önemleri ister az ister çok olsun,sonsuzdur. Dr. Prosper Lucas’ın iki büyük cilt tutanaraştırması, bu konuda en iyi ve dolu araştırmadır.Soyaçekime olan eğilimden hiçbir yetiştiricinin kuşkusuyoktur; benzerin benzerden türediği onun başlıca inancıdır; builkeden yalnız teorici (theoretical) yazarlar kuşkulanmaktadır.Herhangi bir sapma sık sık ortaya çıkarsa ve bunu babada veoğulda görürsek, bunun ikisini de etkilemiş belirli bir nedeneyorulabileceğini söyleyemeyiz, ama görünüşte aynıkoşullardan etkilenmiş bireyler arasında koşulların olağanüstübir bileşimine bağlı olan, çok seyrek görülen bir sapma,babada ortaya çıkarsa –milyonlarca bireyden birinde– vesapma oğulda da ortaya çıkarsa, şans öğretisi bizi bu yenidenortaya çıkmayı soyaçekime yormaya zorlar. Akşınlık(albinism), pürtüklü deri, kıllı vücut vb. gibi herkesin bilmesigereken durumlar aynı ailenin birkaç bireyinde ortaya çıkar.Seyrek ve garip sapmalar kalıtsalsa, daha yaygın ve daha az

  • garip sapmalar haydi haydi kalıtsal olmak gerekir. Bu konuyutümüyle incelemenin doğru yolu, belki de, her özelliğinkalıtsallığını bir kural ve kalıtsal olmamaklığını bir sapkınlık(anomaly) olarak düşünmektir.

    Soyaçekimi yöneten yasalar çok büyük ölçüde bilinmiyor.Hiç kimse, bir türün ya da farklı türlerin bireylerinde belirlibir özelliğin neden bazen kalıtsal olduğunu ve neden bazenböyle olmadığını söyleyemez; çocuk, belirli bazı ıralarbakımından niçin dedesine ya da ninesine ya da daha uzak biratasına çekmektedir; bir özellik neden çoğu zaman bireşeyden ikisine birden, ya da yalnız birine, her zaman değilsede büyük bir çoğunlukla aynı eşeye (sex’e) iletilmektedir?Evcil hayvanlarımızın erkeklerinde ortaya çıkan özelliklerin,daha çok, ister sınırlı ister büyük bir ölçüde olsun, yalnızerkeklere iletilmesi, bizim için epey önemli bir olgudur.Güvenilir, çok daha önemli bir kural da, bir özelliğin,yaşamın hangi döneminde ortaya çıkarsa çıksın, döllerde deaynı yaşta ve arada bir daha önce görünmesidir, sanırım. Bu,birçok durumda, başka türlü de olamazdı; sığırlarda,boynuzlardaki kalıtsal özelliklerin döllerde ancak ergenliğeyakın görünebilmesi böyledir; ipek böceğinin uygun tırtıllıkya da koza döneminde ortaya çıkan özellikleri vardır. Amakalıtsal hastalıklar ve başka bazı olgular, beni bu kuralın dahageniş bir yaygınlığı olduğuna ve bir özelliğin belirli bir yaştaortaya çıkması için görülür bir neden olmasa bile, o özelliğindöllerde gene de atada ilk ortaya çıktığı aynı yaşta görünmeyeeğilimli olduğuna inandırıyor. Bu kuralın embriyolojininyasalarını açıklamada çok büyük önemi olduğunainanıyorum. Bu söylenenler, elbette, bir özelliğin ilk ortayaçıkması ile sınırlıdır ve yumurta gözelerini ya da erkek öğeyi

  • etkilemiş olan ilk nedeni kapsamaz; aşağı yukarı tıpkı kısaboynuzlu bir inekle uzun boynuzlu bir boğanın dölündeboynuz uzunluğunun açıkça erkek öğeye bağlı olmasındakigibi.

    Ataya dönmeyi (reversion) anmışken, burada, doğabilginlerinin sık sık belirttikleri bir şeyi de anayım: Evcilçeşitlerimiz, yabanıllaşınca, yavaş yavaş ama sürekli olarak,yeniden asıl kökenlerindeki ıralara dönerler. Bu yüzden evcilırklardan doğal bir durumdaki türler için hiçbir sonuççıkarılamayacağı savunulmaktadır. Sık sık ve cesaretle önesürülen yukardaki görüşün hangi kesin olgulara dayandığınıbulmaya boşuna uğraştım. Bunun doğruluğunu kanıtlamakçok güçtür: çünkü en belirgin evcil çeşitlerimizin yabanıllıkdurumunda belki de yaşamayacakları sonucunu güvenleçıkarabiliriz. Birçok durumda, asıl kökenin ne olduğunubilmiyoruz, bundan dolayı aşağı yukarı tam bir ataya dönüşünizlenip izlenmediğini söyleyemeyiz. Çaprazlanmanınetkilerini önlemek için yalnız bir tek çeşidin, yeni yurdunda,başıboş bırakılmaklığı gerekirdi. Bununla birlikte, evcilçeşitlerimiz, arada bir ve kesinlikle, bazı ıraları bakımındanatasal biçimlerine döndükleri için, doğallaştırmada başarısağlayabilseydik, ya da örneğin lahanayı birçok kuşakboyunca çok yoksul toprakta yetiştirseydik (bu durumda, bazısonuçlar gene de yoksul toprağın belirli etkisine yorulurdu),bitkiler büyük ölçüde, hatta tümüyle, asıl yabanıl kökenedönerdi; bu bana olası görünüyor. Böyle bir denemeninbaşarıya ulaşıp ulaşmamasının bizim tartışma alanımızbakımından büyük önemi yoktur; çünkü yaşam koşullarınıdenemenin kendisi değiştirir. Evcil çeşitlerimizin geriyedönmeye büyük bir eğilim gösterdiği yani çok sayıda ve aynı

  • koşullarda birlikte yaşarken ve böyle bir durumda yapılarındagörülebilecek önemsiz bazı sapmalar engelsiz çaprazlanmaylaönlenebilirken, evcil çeşitlerimizin kazandıkları ıralarıyitirdiği kanıtlanabilseydi, evcil çeşitlerden türlerle ilgilihiçbir sonuç çıkaramayacağımızı kabul ederdim. Oysa bugörüşü destekleyen bir kanıt belirtisi yoktur: koşum ve yarışatlarımızı, uzun ve kısa boynuzlu sığırlarımızı ve çeşitlikanatlı hayvanlarımızı, sınırsız bir süre yetiştiremeyeceğimiziöne sürmek, yaşantımızın tümüne aykırıdır.

    EVCİL ÇEŞİTLERİMİZİN IRASI; ÇEŞİTLERLETÜRLERİ AYIRT ETMENİN GÜÇLÜKLERİ; BİR

    YA DA BİRDEN ÇOK TÜRDEN OLAN EVCİLÇEŞİTLERİN KÖKENİ

    Evcil hayvanlarımızın ve tarım bitkilerimizin kalıtsalçeşitlerine ya da ırklarına bakınca ve onları yakın hısımlarıolan türlerle karşılaştırınca, her ırkta, daha önce söylendiğigibi, ırada gerçek türlerde olduğundan daha az bir-biçimlilik(uniformity) görmekteyiz. Evcil ırkların çoğu zaman garip birırası vardır; başka bir deyişle, önemsiz bazı noktalardabirbirlerinden ve aynı cinsin öbür türlerinden ayrılırlarsa da,birbirleriyle karşılaştırılınca ve özellikle doğada en yakınhısım olan türlerle karşılaştırılınca, herhangi bir parçabakımından çoğu zaman büyük ölçüde farklılık gösterirler.Bunları (ve çaprazlanınca tam bir döl verimi gösteren çeşitleri–ilerde tartışılması gereken bir konu) ayrı tutarsak, aynı türünevcil ırkları birbirlerinden tıpkı doğal bir durumdaki aynıcinsin yakın hısım olan türleri gibi ayrılır, ama farklar pek çokdurumda daha küçük ölçüdedir. Bunun doğru olduğu kabul

  • edilmek gerekir, çünkü birçok hayvan ve bitkinin evcil ırkları,kimi yetkili çiftçilerce, köken bakımından ayrı türlerin vekimilerince, yalnız çeşitlerin soyundan sayılmaktadır. Evcilbir ırk ile bir tür arasında belirgin bir fark olsaydı, bu kuşku,böyle sürekli olarak söz konusu edilemezdi. Cinsel (generic)ıraları bakımından evcil ırkların birbirinden farklı olmadığısık sık belirtilmektedir. Bunun doğru olmadığı söylenebilir;ama doğa bilginleri hangi ıraların cinsel (generic) olduğunubelirlemekte epey anlaşmazlık içindedirler; böylesideğerlendirmelerin hepsi şimdilik ampiriktir. Doğanınetkisinde cinslerin (genus) nasıl türediği açıklanınca, evcilırklarımızda gerçek (katışıksız) cinsel (generic) ıralar bulmayıummaya hakkımız olmadığı görülecektir.

    Hısım evcil ırklar arasındaki yapısal farkın büyüklüğünükestirmeye çalışırken, onların bir ya da birden çok ata-türünsoyundan olup olmadığını bilmediğimiz için kuşkuyadüşüveriyoruz. Bu noktanın aydınlatılması ilginç olur;örneğin, hepsinin de kendi çeşidini tümüyle sürdürdüğünübildiğimiz tazının, bloodhound’un, zağarın, mastının,buldoğun herhangi bir tek türün dölleri olduğugösterilebilseydi, o zaman böyle olgular, yeryüzünün farklıbölgelerinde yaşayan ve yakın hısım olan doğal türlerin –örneğin birçok tilki türünün– değişmezliği konusunda bizibüyük ölçüde kuşkuya düşürürdü. Biraz sonra göreceğimizgibi, türlü köpek ırklarımız arasındaki bütün farklarınevcilleşmenin etkisinden doğduğuna inanmıyorum; farklarınküçük bir bölüğünün, onların ayrı türlerin dölleri olmasındanileri geldiğine inanıyorum. Başka bazı evcil türlerin çokbelirgin ırklarına gelince, onların hepsinin bir tek yabanılkökenden türediğine olası, hatta kuvvetli kanıtlar vardır.

  • İnsanoğlunun, değişmeye ve çeşitli iklimlere dayanmayayaradılıştan olağanüstü eğilimli hayvan ve bitkileri seçtiği sıksık söylenmektedir. Bu yeteneklerin evcil ürünlerimizindeğerini büyük ölçüde artırdığını tartışmam; ama yabanılinsan, bir hayvanı ilk evcilleştirirken, onun gelecekkuşaklarda değişip değişmeyeceğini, başka iklimlere dayanıpdayanmayacağını nasıl bilebilirdi? Ren geyiğinin sıcağa ya dadevenin soğuğa dayanma gücünün az olması, o hayvanlarınevcilleştirilmesini engelledi mi? Evcil ürünlerimize sayıca eşitve eşit ölçüde farklı sınıflardan ve ülkelerden olan başkahayvanlar ve bitkiler doğal bir durumdan alınıp aynı sayıdakuşaklar boyunca evcillik koşullarında yetiştirilebilseydi,onlar da bugünkü evcil ürünlerimizin ata-türlerininkineyaklaşık bir değişme gösterirlerdi; bundan kuşkulanamam.

    Eskiden evcilleştirilmiş hayvanlarımızın ve bitkilerimizinbir ya da birden çok yabanıl türün soyundan olup olmadıklarıkonusunda kesin bir karara varmak olanaklı değildir. Evcilhayvanlarımızın çok kökenli olduğuna inananların kanıtları,daha çok, en eski çağlarda, Mısır anıtlarındaki ve İsviçre’ningöl-konutlarındaki soylarda epey farklılık bulmamıza ve oeski soylardan bazılarının bugünkülere epey benzemesine,hatta onlarla özdeş olmasına dayanmaktadır. Oysa bu yalnızuygarlık tarihi bakımından önemlidir ve hayvanlarınsanılageldiğinden çok daha eski bir dönemde evcilleştirilmişolduğunu gösterir. İsviçre’nin göl-konutlarında barınanlar,birçok buğday ve arpa çeşidini, bezelyeyi, yağ elde etmek içinhaşhaşı ve keteni yetiştirdiler; türlü evcil hayvanları vardı.Başka uluslarla ticaret yaptılar. Bütün bunlar, Heer’inbelirttiği gibi, onların o çok eski çağda epey uygarlaşmışolduklarını açıkça gösterir ve gene bu, farklı bölgelerdeki

  • budunlarca yetiştirilen evcil hayvanların, az gelişmiş biruygarlığın uzun sürmüş eski bir döneminde, değişmiş vefarklı ırklar meydana getirmiş olduğunu anlatır. Yeryüzününbirçok kesiminde yüzlek oluşumlarda (formation) taştanaletler bulunduğundan beri, bütün yerbilimciler barbar insanınçok eski bir çağda yaşadığına inanmaktadırlar ve köpeği olsunevcilleştirmemiş barbar bir boyun bugünkü gündevarolmadığını biliyoruz.

    Evcil hayvanlarımızın pek çoğunun kökeni belki hepkaranlık kalacaktır. Ama bütün dünyadaki evcil köpekleri gözönünde tutarak, bu konuda bilinen bütün olguların yorucu birdermesini yaptıktan sonra, başka başka köpekgil (canidae)türünün evcilleştirildiği, ve evcil soylarımızın damarlarındaonların birbirine epeyce karışmış kanlarının dolaştığısonucuna vardığımı burada söyleyeyim. Koyunlar ve keçilerleilgili kesin bir kanıya varamadım. Hörgüçlü Hint sığırlarınınhuyları, böğürmeleri, doğal özellikleri ve yapıları üzerine BayBlyth’ın bana bildirdiği olgulardan, bu sığırların Avrupasığırlarınınkinden farklı bir kökenin soyu olduğu aşağı yukarıbellidir; kimi yetkili çiftçiler, Avrupa sığırlarının üç yabanılatası –tür sayılabilsin veya sayılmasın– olduğunainanmaktadırlar. Bu varsayımın hörgüçlü sığırlarla yaygınsığırlar arasındaki kesin fark varsayımı gibi, gerçekte Prof.Rütimeyer’in pek değerli araştırmalarıyla belirlendiğisöylenebilir. Atlara gelince, burada tartışamayacağımnedenlerden ötürü, birkaç yazarın tersine, bütün ırkların aynıtürden geldiğine kuşkuyla inanmak eğilimindeyim. Aşağıyukarı bütün İngiliz tavuk ırklarını canlı olarak sağladıktan,yetiştirdikten, çaprazladıktan ve iskeletlerini incelediktensonra, bana öyle geliyor ki, hepsi de, hemen hemen kesinlikle,

  • yabanıl Hint tavuğunun (Gallus bankvia) soyudur ve bu, BayBlyth’ın ve bu kuşu Hindistan’da incelemiş olan başkalarınında vardığı sonuçtur. Bazı ırkları birbirinden epey farklı olanördeklere ve tavşanlara gelince, hepsinin yaygın yabanördeğinden ve yaban tavşanından türediğinin kanıtı kesindir.

    Kimi yazarlar, ayrı yabanıl atalardan türemiş ayrı evcilırklarımızın kökeni öğretisini saçma bir aşırılığavardırmaktadırlar. Onlar, ayrıca ıraları ne kadar önemsizolursa olsun, kendi soyunu sürdüren her ırkın kendi yabanılilkörneği (prototype) bulunduğuna inanmaktadırlar. Böyledüşünülünce, yalnız Avrupa’da bir sürü sığır, epeyce koyunve keçi türü olmak, Büyük Britanya’da da epeycesi bulunmakgerekirdi. Bir yazar, eskiden Büyük Britanya’ya özgü on biryabanıl koyun türü olduğuna inanmaktadır! Britanya’nınşimdi kendine özgü bir tek memeli hayvanı olmadığını,Fransa’da, Almanya’da olmayan birkaç memeli hayvanbulunduğunu, Macaristan ve İspanya için de durumun böyleolduğunu vb. ama bütün krallıklara özgü birkaç sığır, koyun,vb. soyu bulunduğunu göz önüne alınca, evcil epeyce soyunAvrupa’da türediğini kabul etmek zorunda kalırız; başkanerden gelmiş olabilirlerdi? Hindistan’da da böyledir. Ayrıayrı yabanıl türlerden geldiklerini kabul ettiğim bütündünyadaki evcil köpek soyları olgusunda da kalıtsal değişiminbüyük payı olduğundan kuşkulanılamaz; çünkü İtalyantazısına, bloodhound’a, buldog’a, kütburunlu finoya ya daBlenheim mastısına, vb. –ki bunlar yabanıl köpekgillere hiçbenzemez– epey benzeyen hayvanların doğal bir durumda,herhangi bir çağda varolduğuna kim inanabilir? Bütün köpekırklarımızın yerli birkaç türün çaprazlanmasıyla türedikleri,sık sık boşuna söylenmektedir; oysa çaprazlanmayla ancak

  • ana-babalarının arasında bir dereceye dek orta (intermediate)biçimler elde edebiliriz ve türlü evcil ırklarımızın türeyişinibu işlemle açıklamaya kalkarsak, İtalyan tazısı, bloodhound,buldog vb. gibi en aşırı biçimlerin (form), bir zamanlar doğalbir durumda yaşadığını kabul etmemiz gerekir. Üstelik,çaprazlanmayla ayrı ırklar elde etme olanağı büyük ölçüdeabartılmaktadır. Belgelendirilmiş birçok örnek, istenen ırayıtaşıyan bireylerin dikkatle seçilmesine dayanan umulmadıkçaprazlamalarla bir ırkın değişikliğe uğratılabileceğinigöstermektedir; ama tümüyle farklı iki ırk arasında orta bir ırkelde etmek çok güç olurdu. Sir J. Sebright bunu özellikledenedi ve başarısızlığa uğradı. Arıkan iki ırk arasındakiçaprazlamanın birinci dölleri epey ve bazen (güvercinlerdebulduğum gibi) tümüyle bir-biçim ıradadır ve her şey yolundagörünmektedir; ama bu karışık soylu hayvanlar birkaç kuşakbirbirleriyle çaprazlanınca, iki birey bile birbirinebenzememekte ve işin güçlüğü ortaya çıkmaktadır.

    EVCİL GÜVERCİNLERİNIRKLARI, BUNLARIN FARKLARI VE KÖKENİ

    Belirli bir grubu incelemenin her zaman en iyi yol olduğunainanarak, düşünüp taşındıktan sonra, evcil güvercinleri elealmayı uygun gördüm. Satın alabildiğim ya da bulabildiğimve dünyanın birçok köşesinden, özellikle İran’dan Sayın C.Murray’ın ve Hindistan’dan Sayın W. Elliot’un yardımlarıylasağladığım özenle doldurulup saklanmış bütün ırkları eliminaltında bulundurmaktayım. Güvercinler üzerine türlü dillerdepek çok inceleme yayımlanmıştır ve bunlardan bazıları epeyeski olduğu için çok önemlidir. Ünlü birkaç güvercinmeraklısıyla ilişki kurdum ve Londra güvercin kulüplerinden

  • ikisine üye oldum. Irkların farklılığı pek şaşırtıcı bir şey.İngiliz posta güverciniyle dar-alınlı taklacı güvercinikarşılaştırınız ve gagalarındaki olağanüstü farkı,kafataslarında karşılıklı düşen farklılıkları görünüz. Postagüvercini, özellikle erkeği, başının çevresindeki ibikleşmişderinin şaşırtıcı gelişimi bakımından da dikkate değer; bunaçok uzamış gözkapaklarını, çok geniş dış burun deliklerini vegeniş bir ağız yarığını ekleyiniz. Dar-alınlı taklacı güverciningagası, ana çizgileri bakımından aşağı yukarı ispinozunkiniandırır ve yaygın taklacı güvercinin biricik kalıtsal huyu,toplu sürüler halinde çok yükseklerde uçması ve havadatepetaklak dönmesidir. Runt güvercini uzun ve ağır gagalı,büyük ayaklı, iri bir kuştur; bazı alt-ırklarının boynu çokuzundur, bazılarının kanatları ve kuyrukları çok uzundur,bazılarının kuyrukları ise olağanüstü kısadır. Mağripgüvercini posta güverciniyle hısımdır, ama, uzun bir gagayerine, çok kısa ve enli bir gagası vardır. Şişingen güvercinde(pouter) gövde, kanatlar ve bacaklar iyice uzamıştır; kasılakasıla şişirdiği aşırı gelişmiş kursağı, kimilerinde şaşkınlıkyaratabilir ve kimilerini kahkahayla güldürebilir. Turbitgüvercininin kısa ve konik bir gagası ile, göğsünde tersine,yukarı doğru çıkmış bir sıra tüy vardır; huyu, yemekborusunun (oesophagus) yukarı kesimini sık sık, hafifçeşişirmesidir. Başlıklı güvercinin (Jacobin) ensesindeki tüyleröylesine ters çıkar ki, bir başlık oluşturur; kendi büyüklüğü ileorantılı olarak uzamış kanat ve kuyruk telekleri vardır.Demkeş (trumpeter) ile kıkırdak (laugher), adlarından daanlaşılacağı üzere, öbür ırklardan çok farklı öterler. Güvercinfamilyasının bütün üyelerinde normal olarak on iki ya da ondört kuyruk teleği varken, tavus güvercininde otuz, hatta kırkkuyruk teleği vardır: bu telekleri açar ve gerer, öyle ki soylu

  • kuşlarda başla kuyruk birbirine değer: yağbezleri tümüylekörelmiştir. Göze daha az çarpan başka birkaç ırk daanılabilir.

    Ayrı ırkların iskeletlerinde, yüz kemiklerininuzunluklarında, genişliklerinde ve eğriliklerindeki gelişimönemli ölçüde farklıdır. Alt çene çıkıntısının genişliği veuzunluğu kadar, biçimi de göze çok çarpacak tarzda değişir.Kuyruk ve kuyruk sokumu omurlarının sayısı değişir;kaburgaların sayısı, ilişkin (relative) genişlikleri ve kemikçıkıntılarının varlığı ile birlikte değişir. Göğüs kemiğindekiboşlukların sayısı ve biçimi epey değişkendir; lâdeskemiğinin iki çatalının ilişkin büyüklüğü ve aralarındaki açıda böyledir. Ağız yarığının, göz kapaklarının, burun dışdeliklerinin, dilin oransal (proportional) uzunluğu (dilinki,gaganınkiyle her zaman tam karşılıklı-ilişki göstermez),kursağın ve yemek borusunun yukarı kesiminin büyüklüğü,yağ-bezlerinin gelişimi ya da körelmişliği; birincil kanattakive kuyruktaki teleklerin sayısı; kanatların ve kuyruğunbirbirine ve gövdeye ilişkin (relative) uzunluğu; ayakların vebacakların ilişkin uzunluğu; parmaklardaki boynuzsu pullarınsayısı, parmaklar arasında deri gelişimi, hepsi de değişkenyapısal noktalardır. Tam tüylenme çağı, yumurtadan çıkanyavruların tüylülük durumu gibi değişir. Yumurtaların biçimive büyüklüğü değişir. Uçma tarzı ve bazı ırklarda ses ve ötüşçok değişiktir. Son olarak, belirli ırklarda, erkek ile dişi debirbirinden az da olsa farklıdır.

    Öyle ki, bir kuşbilimciye (ornithologist) gösterilip yabanıloldukları söylenirse, kuşbilimcinin çok belirgin türler arasınakoyacağı birçok güvercin seçilebilir. Bu durumda, herhangibir kuşbilimcinin, İngiliz posta güvercinini, dar-alınlı

  • taklacıyı, Runt’ı, Mağrip güvercinini, şişingen güvercini vetavusu aynı cinse sokacağına inanmıyorum; ayrıca, bu ırklarınher birindeki gerçekten kalıtsal alt-ırklar (o, bunlara türlerderdi) kendisine gösterilebilir.

    Ancak, güvercin ırkları arasındaki farklar ne denli büyükolursa olsun, doğa bilginlerinin yaygın kanısının, yanihepsinin kaya güvercininden (Columba livia) türemişliğinin,birbirlerinden en önemsiz bakımlardan ayrılan farklı coğrafiırkları ve alt-ırkları da içermek ön koşulu ile, doğru olduğunatümüyle inanıyorum. Beni buna inandıran gerekçeler başkadurumlarda da geçerli olduğu için, burada kısaca sunulacaktır.Ayrı ayrı ırklar çeşit değilseler ve kaya güvercinindentürememişlerse, en azından yedi ya da sekiz kökenleri olmakgerekir; çünkü daha az sayıda kökenin çaprazlanmasıylabugünkü evcil güvercin ırklarını elde etmek olanaksızdır:örneğin, bir şişingen güvercin, birinde olsun çok büyük vegöze çarpan bir kursak bulunmayan iki atasoyunçaprazlanmasıyla nasıl elde edilebilir? Varsayılan atasoylarınhepsi kaya güvercinleridir, ne var ki, bu soylar varlıklarınısürdürmedi ya da ağaçlara isteyerek tünemedi. Ama C. liviaile onun coğrafi alt-türleri dışında, kaya güvercinlerinin yalnıziki ya da üç başka türü bilinmektedir ve onların hiçbirindeevcil ırkların ıraları yoktur. Bu yüzden, varsayılan ata-soylarya hâlâ başlangıçta evcilleştirildikleri ülkelerde yaşamakta vekuşbilimcilerce henüz bilinmemektedir ve bu, iriliklerinden,huylarından ve göze çarpan ıralarından ötürü olanaksızgörünmektedir; ya da yabanıl durumdayken soyları tükenmişolmak gerekmektedir. Oysa yalçın kayalarda kuluçkaya yatanve iyi uçan kuşların soyu kolay kolay yok edilemez ve huylarıevcil ırklarınkilerle aynı olan yaygın kaya güvercini,

  • Britanya’nın bazı küçük adacıklarında ve Akdeniz kıyılarındabile yok edilememiştir. Bundan ötürü, huyları kayagüvercininkine benzeyen birçok türün yok olduğunuvarsaymak ileri gitmek olur. Üstelik, yukarda adları geçenevcil ırkların bazıları dünyanın her yerine götürülmüştür vebundan dolayı, birkaçının yeniden kendi öz yurduna gerigötürülmüş olması gerekir; ama, kaya güvercininin çok azdeğişmiş bir biçimi olan tarla güvercini (dovecot-pigeon,Feldtaube) bazı yerlerde yabanıllaşmışsa da, bu ırklardan biribile yabanıllaşmamıştır. Bugünkü bütün deneyimimiz, yabanılhayvanları evcillik koşullarında özgürce üretmenin güçolduğunu göstermektedir; oysa, güvercinlerimizin çok kökenliolduğu varsayımına göre, eski çağlarda, yarı-uygar insanlarcaen azından yedi ya da sekiz türün tümüyle evcilleştirildiğini,üstelik tutukluluk koşullarında bile tam doğurganlıkgösterdiğini kabul etmek gerekmektedir.

    Yukarda anılan ırkların doğal özellik, huy, ses, renk veyapılarının pek çok parçası bakımından yabanıl kayagüvercini ile genel olarak uyuşmakla birlikte, bazıbakımlardan normalden epey ayrılması, çok önemli ve başkadurumlarda da geçerli bir kanıttır: İngiliz posta güvercininin,ya da dar-alınlı taklacının, ya da Mağrip güvercininingagasının; başlıklı güvercinin yukarı dönük tüylerinin;şişingen güvercinin kursağının; tavustaki kuyruk telelerininbenzerlerini o kalabalık güvercingiller (Columbidae)familyasında aramamız boşunadır. Bu yüzden, yarı-uygarinsanların yalnız birçok türü tümüyle evcilleştirmede başarıyaulaştığını değil, bilerek ya da rastlantıyla, özellikle normaldensapan türleri seçtiğini ve daha sonra bu türlerin çoktan yokolduğunu ya da yittiğini varsaymak gerekmektedir. Böyle bir

  • sürü garip rastlantının birbirini izlemesi büyük ölçüdeolanaksızdır.

    Güvercinlerin renkleriyle ilgili bazı olgular dikkatedeğerdir. Kaya güvercini kurşuni-mavidir, böğürleri aktır;oysa Hint alt-türünde, C. intermedia Strickland, böğürlermavimsidir. Kuyruk ucunda dıştaki teleklerin ak bir kenarçektiği kara bir şerit vardır. Kanatlarda kara iki şerit bulunur.Bazı yarı-evcil ve bazı tam-yabanıl ırkların kanatlarında, ikikara şeritten başka, kara benekler vardır. Bu farklı işaretler,bütün familyanın başka hiçbir türünde yoktur. Öte yandan,evcil ırkların her birinde, soylu kuşlarda bile, yukarda anılanişaretlerin hepsi, dış kuyruk teleklerinin ak kenarları bile,bazen tümüyle gelişmiş olarak birlikte ortaya çıkar. Üstelikhiçbiri mavi olmayan ya da yukarda belirtilen işaretlerdenherhangi birini taşımayan farklı iki ya da daha çok ırktankuşlar çaprazlanınca, melez döller bu ıraları birdenbirekazanmaya çok eğilimlidir. Yaptığım birçok gözlemden biriniörnek vereyim: değişmeden üreyen bazı ak tavusları bazı karaMağrip güvercinleriyle çaprazladım; Mağrip güvercinlerininmavi çeşitleri öylesine seyrek görülür ki, İngiltere’de birörneği olduğunu hiç işitmedim ve elde ettiğim melez döllerkara, kahverengi ve benekliydi. Bir Mağrip güvercinini debenekli bir güvercinle çaprazladım; bu Mağrip güvercini kızılkuyruklu, alnı kızıl benekli, ak ve değişmeden üreyen birkuştu; melezler koyu esmer ve benekli oldu. Ondan sonraMağrip-tavus melezlerinden birini Mağrip-beneklimelezlerinden biriyle çaprazladım ve tıpkı yabanıl kayagüvercini gibi ak böğürlü, çift kara kanat-şeritli vekuyruğunda ak kenarlı kara bir şeridi olan çok güzel mavi birkuş ortaya çıktı! Bu olguları atasal ıralara dönmenin iyi

  • bilinen ilkeleriyle, ancak bütün evcil ırklar kayagüvercininden türemişse anlayabiliriz. Ama bunureddedersek, şu çok olanaksız iki halden birini varsaymakzorunda kalırız: birincisi, bugünkü türlerden hiçbirininrenkleri ve işaretleri kaya güvercininki gibi olmamaklabirlikte, düşünülen farklı bütün ata-türlerin renkleri veişaretleri böyleydi ve bundan dolayı ırkların her birinde aynırenklere ve işaretlere dönmeye bir eğilim olabilir, ikincisi, herırk, en katışıksız ırk bile, son on iki ya da en çok yirmi kuşakiçinde kaya güverciniyle bir kez çaprazlanmıştır: On iki ya dayirmi kuşak diyorum, çünkü daha çok sayıda kuşaktan sonramelez döllerin yabancı kandan gelen atalarına döndüklerinigösteren bir örnek bilinmemektedir. Yalnız bir kezçaprazlanan bir ırkta, bu çaprazlanmadan gelen herhangi birıraya dönme eğilimi, daha sonraki kuşakların her birinde dahaaz yabancı kan bulunacağı için, elbette giderek azalacaktır;ama hiçbir çaprazlanma olmazsa ve ırkta geçmiş bazıkuşaklar boyunca yitmiş bir ıraya dönme eğilimi varsa, bueğilim, (her şeye karşın bunun tersini öne sürebiliriz), belirsizsayıda kuşaklar boyunca iletilmiş olabilir. Ataya dönüşün buiki farklı hali, soyaçekim konusunda yazanlarca sık sıkbirbirine karıştırılmaktadır.

    Son olarak, en farklı ırklarda bilerek yaptığım kendigözlemlerime dayanarak söyleyebileceğim gibi, güvercinırklarının bütün hibritlerinde ya da melezlerinde tam birdölverimi görülür. Oysa, tümüyle farklı iki hayvan türününhibritlerinde tam doğurganlık görüldüğü konusunda kesinlikleaydınlatılmış herhangi bir örnek yoktur. Kimi yazarlar, uzunsürmüş evcilliğin, türlerdeki bu kuvvetli kısırlık eğiliminigiderdiğine inanmaktadırlar. Köpeğin ve başka bazı evcil

  • hayvanların tarihine dayanılarak, birbiriyle yakın hısım olantürler göz önünde bulundurulursa, bu sonuç belki tümüyledoğrudur. Ama, bu sonuç, köken bakımından postagüvercinlerinin, taklacıların, şişingenlerin ve tavusların şimdioldukları denli farklı olan türlerin kendi aralarında tamdölverimi gösteren döller vereceğini varsayacak kadar ilerigötürülürse, aşırı ataklık olur.

    Bu türlü nedenlerden, yani –insanoğlunun eskiden, varsayılıyedi ya da sekiz güvercin türünü evcilliğin etkisinde özgürceüretmişliğinin olanaksızlığından– bu varsayılı türlerin yabanılhalde kesinlikle bulunmamasından ve hiçbir yerdeyabanıllaşmamış olmasından –birçok bakımdan kayagüvercinine benzemekle birlikte, bütün öbür güvercingillerlekarşılaştırıldığında, bu türlerin normalden çok sapan belirliıralar göstermesinden- ister katışıksız yetiştirilsinler, isterçaprazlansınlar, bu ırkların hepsinde mavi rengin ve türlü karaişaretlerin yeniden ortaya çıkmasından; bütün bu çeşitlinedenlerden ötürü ve bütün bu nedenleri hep birlikte dikkatealarak, bütün evcil güvercin ırklarımızın kaya güvercini ya daColumba livia ile onun coğrafi alt-türlerinden türediğinegüvenle karar verebiliriz.

    Bu görüşü desteklemek için şunları ekleyebilirim:Avrupa’da ve Hindistan’da evcilleşmeye yetenekli yabanılkaya güvercini bulunmaktadır ve huy ve yapı bakamındanbirçok noktada evcil ırkların hepsiyle uyuşmaktadır, bu bir.Bir İngiliz posta güvercini ya da dar-alınlı taklacı, belirliıralarda kaya güvercininden büyük ölçüde farklı olmaklabirlikte, bu iki ırkın alt-ırklarını, özellikle uzak ülkelerdengetirilmiş olanlarını karşılaştırarak, onlarla kaya güverciniarasında aşağı yukarı tam bir seri yapabiliriz; bunu, bütün

  • ırklarda değilse bile, başka bazı ırklarda da yapabiliriz, bu iki.Her ırka özgü ıralar, örneğin posta güvercinin alt ibiği vegagasının uzunluğu, taklacının gagasının kısalığı, tavusunkuyruk teleklerinin sayısı, pek değişkendir, bu üç; bu olgununaçıklaması seçme konusu tartışılırken verilecektir.Dördüncüsü de pek çok kimsenin güvercinleri sevmesi veonlara büyük özenle bakmasıdır. Güvercinler, dünyanınbirçok yerinde, binlerce yıldır evcil olarak yetiştirilmektedir;Prof. Lepsius’un bana bildirdiğine göre, güvercinler üzerinebilinen en eski belge, yaklaşık olarak İÖ 3000 yılında, Mısırfiravunlarının beşinci sülalesinden kalmadır; ama Bay Birch,ondan önceki sülalenin yemek listelerinden birinde güvercineyer verildiğini söylemektedir. Plinius’a göre, Romalılarzamanında güvercinler çok yüksek fiyata satılmıştır; “hatta,işi o denli ileri götürdüler ki, güvercinlerin soyağaçları veırkları ile uğraştılar”. Hindistan’da Ekber Han, 1600yıllarında, güvercinlere çok değer verdi; öyle ki, sarayındakigüvercinlerin sayısı 20.000’den az değildi. “İran’ın veTuran’ın hükümdarları ona pek nadir kuşlar gönderdiler”,diyor saray tarihçisi ve şunları ekliyor: “Hakanımızgüvercinleri melezleyerek, daha önce hiç uygulanmamış biryöntemle, şaşılacak ölçüde iyileştirdi.” Aşağı yukarı aynıçağda, Hollandalılar da eski Romalılar gibi güvercinleredüşkündü. Seçme konusunu tartışırken bu bilgileringüvercinlerin geçirdiği görülmemiş değişimi açıklamadakiolağanüstü önemi ortaya çıkacaktır. Ayrı güvercin ırklarınınnasıl olup da böyle sık sık epey garip ıralar gösterdiğini degöreceğiz. Erkek ve dişi güvercinlerin eşlerine ömür boyubağlı kalabilmesi ve bundan ötürü, ayrı ayrı ırkların aynıgüvercinlikte birlikte tutulabilmesi de, farklı ırklar türetilmesiiçin çok elverişli bir koşuldur.

  • Güvercinlerin olası kökenini yeterince değilse de epeyayrıntılı tartıştım; çünkü güvercin yetiştirmeye ve değişmedenüreyen çeşitleri gözlemeye başladığım zaman, tıpkı doğadakibirçok ispinoz türü ya da başka bir kuş topluluğu konusundaherhangi bir doğa bilgininin varabileceği kararın bir benzerinevardım ve evcil güvercinlerin hepsinin ortak bir atadantürediğine inanmakta güçlük çektim. Şu durum beni şaşkınaçevirdi: görüştüğüm ya da yazdıklarını okuduğum türlü evcilhayvan ve bitki yetiştiricilerinin aşağı yukarı hepsi,yetiştirdikleri ayrı ırkların kökence farklı türlerden türediğinekesinlikle inanmaktaydı. Yetkili bir Hereford sığırı [ak alınlı,kısa ve ak boynuzlu, kızıl, ak alacalı, etçi bir sığır ırkı -ç.]yetiştiricisine, sığırlarının uzun boynuzlu bir soydan, ya daikisinin de ortak bir kökenden gelip gelmediğini, siz de benimgibi sorunuz; size küçümseyerek gülecektir. Her başlıca ırkınayrı bir türden türediğine kesinlikle inanmayan bir tekgüvercin, tavuk, ördek ya da tavşan meraklısına aslarastlamadım, Von Mons, armut ve elma konusundakikitapçığında ayrı çeşitlerin, örneğin Ribston-pippin’in [birelma çeşidi -ç.] ya da Codlin elmasının aynı ağacınçekirdeklerinden türediğine ne denli kesinlikle inanmadığınıgöstermektedir. Böyle bir yığın örnek verilebilir. Bunuaçıklamak basittir sanırım: uzun incelemelerden sonra ırklararasındaki farklar onları çok etkilemektedir ve ırkın birazdeğiştiğini bilmekle birlikte (çünkü yetiştiriciler arasındakiyarışmalarda kazandıkları ödülleri önemsiz farklar üzerindedurarak yaptıkları seçmelere borçludurlar), bütün genelkanıtları küçümsemekte ve birçok


Recommended