+ All Categories
Home > Documents > ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol...

ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol...

Date post: 06-Feb-2020
Category:
Upload: others
View: 3 times
Download: 0 times
Share this document with a friend
40
ilim 31. SAYI TEMMUZ-AĞUSTOS 2018 31 د العد1439 ذى القعدة- شوالISSN:2146-7781 DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ Su, Toprak, Hava ve Düşmanları Türkiye İyi de Çevresi Kötü Şehirliler İçin Çevre Notları Çevresel Tükenişin Küresel Sinyalleri Kısa Soruşturma: Temel Çevre Krizimiz Nedir? Muhammed Yazıcı Hoca ile Çevre Bilinci Üzerine Söyleşi İslam Ahlakında Çevre Bilinci İlim ve Hayır Kapısı Olarak Medreseler ilimdergisi.org ÇEVRE BİLİNCİ
Transcript
Page 1: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

ilim31. SAYI TEMMUZ-AĞUSTOS 2018شوال - ذى القعدة 1439 العدد 31

ISSN:2146-7781

DİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ

Su, Toprak, Hava ve Düşmanları

Türkiye İyi de Çevresi Kötü

Şehirliler İçin Çevre Notları

Çevresel Tükenişin Küresel Sinyalleri

Kısa Soruşturma: Temel Çevre Krizimiz Nedir?

Muhammed Yazıcı Hoca ile

Çevre Bilinci Üzerine Söyleşi

İslam Ahlakında Çevre Bilinci

İlim ve Hayır Kapısı Olarak Medreseler

ilimdergisi.org

ÇEVREBİLİNCİ

Page 2: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

ilimDİNÎ DÜŞÜNCE VE KÜLTÜR E-DERGİSİ

İmtiyaz sahibi: Muhammed Yazıcı

Editör: Mustafa Alp

İlim Dergisi, Dâru’l-İlim İslamî İlimler Merkezi ve İlimevleri hocaları tarafından yayına hazırlanmaktadır.

Derginin tüm sayılarını online okumak için: ilimdergisi.org

Görüş ve makale gönderimi: [email protected]

Dâru’l-İlim web adresi: darulilim.com

İlimevleri web adresi: ilimevleri.com

ÇEVREBİLİNCİ

EVRENSEL UYUMU BOZMAMAK

KISA SORUŞTURMA: TEMEL ÇEVRE KRİZİMİZ NEDİR? 6

Page 3: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

SERBEST YAZILAR

DOĞUDAN BATIDAN KURUCU SİMALAR}

ABDULLAH KÜSKÜ & MAHMUT YURDAKUL

DEVLET ADAMI, LAKHES, GORGİAS} İBRAHİM TÜRKAN

İLİM VE HAYIR KAPISI OLARAK MEDRESELER} TALHA HAKAN ALP

DOSYA YAZILARI

SU, TOPRAK, HAVA VE DÜŞMANLARI} İBRAHİM TÜRKAN

TÜRKİYE İYİ DE ÇEVRESİ KÖTÜ} DERMAN GÜL

ŞEHİRLİLER İÇİN ÇEVRE NOTLARI} MUSTAFA ALP

MUHAMMED YAZICI İLE ÇEVRE SÖYLEŞİSİ}

İSLAM AHLAKINDA ÇEVRE BİLİNCİ} FATİH YAZICI

ÇEVRESEL TÜKENİŞİN KÜRESEL SİNYALLERİ} ADEM ÖZÇELİK

32

3638

1612

18

20

26

29

Gelecek sayı konusu:

İslamî İlimlerde Islahat.

Yazılarınızı değerlendirilmek üzere

[email protected]

adresine mail atabilirsiniz.

Page 4: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

ilim TEMMUZ-AĞUSTOS 2018 Sayı: 314

بسم اهلل الرمحن الرحيم

Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun dostlar. Yeni dosyamız çevre bi-linci üzerine. Maalesef politik ve popüler ilgi alanlarımızın gerisinde, kayıtsız kaldığımız bir husus çevre meselesi. Oysa Hayat Kitabımızın sayısız ayeti, tabiat varlıklarının bizim için birer ibret ve hikmet tablosu olduğunu vurgu-luyor. Bizim gibi onlar da Allah’ın kudret ve celalini gösteren yol kılavuzları. Kuran nasıl dilsel ve semaî bir vahiyse, doğa da öylesine görsel ve tabiî ayet-ler manzumesi. Kendi insanî donanımlarımızı keyfe keder kullanamıyorsak, çevremizi de fütursuzca tüketemeyiz. Bitkilerden nehirlere, hayvanlardan dağlara kadar doğal çevremizi saran nesneler, bizim sınırsız tüketimimize sunulmuş, kendinden değerli olmayan edilgen varlıklar değildir.

Bununla birlikte çevre sorunları basit teknolojik çözümlerle yoluna girecek sathilikte olgular değildir. Bireylerin bütün varoluşsal değerleri, yaşadıkları kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü olan tamamlayıcı varlık olarak görmezseniz, çevre bilinciniz henüz gelişmemiş demektir. Çevremizi saran doğal bütün nesneler, evrensel estetik ve hayatiyet döngüsünün aktif birer temsilcisidirler. Onlardan herhangi birine gelişigüzel müdahale, sadece onlarla kalmaz, evren tasarımının doğal sonucu olarak bizim de yaşantımız-da onulmaz boşluklar açar. Gelin, insanlardan inorganik varlıklara kadar her şeyin tabi olduğu evrensel uyumu ve bütün bunların ilahî irade gereği hayati-yet kazandığı gerçeğini ayetler üzerinden okuyalım.

“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün sürelerinin değişmesinde, insanlara fayda sağlamak üzere denizlerde gemilerin süzülüşünde, Allah’ın gökten indirip kendisiyle ölmüş yeri canlandırdığı yağmurda ve yeryüzünde hayat verip yaydığı canlılarda, rüzgârların yönlerini değiştirip durmasında, gökle yer arasında emre hazır bulutların duruşunda, elbette aklını çalıştıran kimseler için Allah’ın varlığına ve birliğine nice deliller vardır.” (Bakara,164)

Page 5: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

العلم5 شوال - ذى القعدة 1439 العدد 31

“Yerde hareket eden hiçbir canlı, havada kanat çırpan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi birer topluluk olmasın. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra onların hepsi Rablerinin huzurunda topla-nırlar.” (Enam, 38)

“Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O’nu tesbih etmektedir; O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz.” (İsra, 44)

“De ki: Sizi gökten ve yerden rızıklandıran kim? Yahut kulak ve gözlerinizin sahibi kim? Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran, kâinatta her işi çekip çeviren kim? ‘Allah’ diyecekler. O zaman de ki: Peki, niçin sakınmazsınız?” (Yunus, 31)

“Allah O’dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti; onları görmektesiniz. Sonra arşa istiva etti ve güneş ile aya boyun eğdirdi, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedirler. Her işi evirip düzenler. … Yeri yayan ve onda dağlar ve ırmaklar yaratan da O’dur. O, her üründen ikişer eş yaratır; geceyi gündüzün üstüne örter. Tefekkür eden bir topluluk için bunda işaretler vardır. Yeryüzünde birbirine sırt vermiş komşu kıtalar, üzümlerden bahçeler, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır ki, bir tek suyla sulanırlar. Biz bunların, yemişlerde bir kısmını diğer bir kısmına üstün kıldık. Bütün bunlarda aklını çalıştıran bir topluluk için elbette ki ibretler vardır.” (Rad, 2-4)

Dikkat edersek, bütün bir eko-sistemin şaşmaz ilahî bir idareye tabi olduğunu, toplumsal ve sosyal yaşantımızın da ancak bu idarenin iradesine teslim olmakla mümkün olacağını hatırlatıyor ayet-i kerimeler. Hidayet yolunda yürümeye gönüllü olanlar için yer-gök her yerin adres levhalarıyla dolu olduğunu bir kez daha görüyoruz. Rabbimiz kulluğumuzun sosyal sorumlulukların ötesinde ancak çevresel ilgi ve özenle tamamlanabileceğini anlamayı nasip buyursun.

Gelecek sayıda, İslamî İlimlerde Islahat özel dosyasında buluşmak ümidiyle, Allah Teâlâ’ya emanet olunuz.

[email protected] ilimdergisi.org

31. sayıdan

merhaba

Page 6: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

Prof. Dr. Mehmet EVKURAN

Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Bir düşüncenin, inancın ya da dünya görüşünün sahici ve kalıcı oluşu, dünyaya

ve insana gerçek bir temasla ‘dokunması’na bağlıdır. Dikkat edilsin; tasdik ya da inkâr içeren

dokunuşlardan değil, aksine ‘dünyayı görmek’ten söz ediyorum. İnandığımız/bağladığımız söylem, dünyayı mutlaklaştırmamalıdır ya da tersine onu aşağılamama-lıdır. Din anlayışımızın güncel, sahici, yaşanabilir, çekici, parlak olup-olmadığının göstergesi, insanlık sorunlarına dair söylem ve duruşlarımızdır.

Çevre sorunları sadece inanca, ahlâka ve ilkelere da-yalı hayat formlarını değil, bizzat hayatın kendisini tehdit etmektedir. Öyle görünüyor ki, hızla yaşanmaz hale ge-len dünyada kendisine atıfta bulunması mümkün olacak tabiat-toplum ilişkisi de yok olmaktadır. Yeni referans-larımız sanal dünyaya kaymakta ve gerçeklik algısı kay-bolmaktadır. Böyle bir dünyada geliştirilen dindarlıklar da, Kur’an’ın sıkça atıfta bulunduğu Tanrı-tarih-toplum bileşenlerini kaybetmektedir. Birer medine-i fâsite’ye dönüşen şehirlerde din de hızlı biçimde metalaşmakta-dır.

Önümüzde üç seçenek bulunmaktadır.1- Çevre tartışmalarına hiç girmemek, bildik dinî

gündemi izlemek.2- Tüm ilgimizi çevre sorunlarına yoğunlaştırmak ve

diğer tüm dinî sorunları çevre üzerinden okumak.3- Çevre tartışmalarına katılmak ve onu da içine alan

varlık, bilgi ve değer eksenli kapsamlı bir gündem oluş-turmaya çalışmak.

Seçeneklerin sunumundan da anlaşılacağı üzere üçüncüsünün tercih edilmesi gerektiğini savunuyorum.

Müslümanlar güncel kriz ve sorunlarla ilgilenip çözüm üretmeye çalışarak inanç ve düşüncelerini güncelleye-bilirler. Bu açıdan çevreye dair tartışmaları, bizi bugüne davet eden ve gözümüzü dünyaya açan fırsatlar olarak değerlendiriyorum. Dünyaya, hayata, insana ve varoluşa dair iddiaları olan Müslümanların bu tartışmaya müda-hil olmalarını zorunlu görüyorum.

İslamcılığın temel argümanlarından birini hatırlaya-lım: “Modern dünyanın sorunlarını çözmekle mükellef değiliz! Zira onları biz değil, seküler Batı zihni üretti. Asıl mücadele bu zihniyeti ortadan kaldırmak, hiç olmazsa coğrafyamızda etkisiz kılmak olmalıdır.” Bu düşünüş tar-zı, bizi aşırı politize etti ve bugün daha açık gördüğümüz üzere, kültür ve değerler konusunda geri bıraktı. Oysa asıl/büyük cihad, alternatif değerler ve yaşam formları üretme alanında verilmeliydi! Çevre sorunları, biz Müslü-manları ihmal ettiğimiz bu göreve çağırmaktadır. Politik iddialarımızı terk etmeyi önermiyorum. Politik duruşu-muzu da besleyen zengin, derin ve güçlü bir ahlâkî arka plan oluşturmayı savunuyorum.

Günümüzde insanlığın karşı karşıya olduğu en önem-li sorunların başında, çevre problemleri gelmektedir. XX. yüzyılın ortalarından itibaren sanayileşmiş Batı ülkele-rinde ortaya çıkan ve yeni toplumsal hareketler arasında sayılan çevrecilik (ekolojizm), muhalif söylemleriyle dik-kat çekmiştir. Sanayileşme, kitlesel üretim, teknolojinin hızlı biçimde hayatı kuşatması, aşırı kitlesel tüketim, enerji kaynaklarının sömürülmesi, doğal çevrenin tahrip edilmesi, havanın ve suyun kirlenmesi vb. sorunlar şu ya da bu ölçüde her ülkeyi etkilemektedir. Ülkeler ara-sındaki sınırlara aldırmaksızın insan hayatını ve doğal çevreyi doğrudan tehdit eden çevre felaketleri, konunun gezegen boyutunda ele alınması gerektiğini ortaya koy-muştur.

TEMEL ÇEVRE KRİZİMİZ NEDİR?

İlim Dergisi 31. Sayı Kısa Soruşturması // [email protected]

ilim TEMMUZ-AĞUSTOS 2018 Sayı: 316

Page 7: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

Hükümetler, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve uluslararası kuruluşlar çevre sorunlarına dair önemli çalışmalar başlatmışlardır. Çok yönlü olarak yürütülen bu çalışmalar, çevre sorunlarına dair farkındalık yarat-manın çok ötesine geçerek doğal hayatı kurtarmak ve korumak için alınması gereken önlemlerin tespit edil-mesi ve uygulanması konularına ağırlık vermektedir. Ayrıca insan-dünya ilişkisi, dünya-doğa tasavvuru ve varlık anlayışına dair dikkat çekici teorik tartışmalar da yapılmaktadır. Kapitalizm, tüketim toplumu, insan-merkezcilik, sanayileşme, teknoloji bağlamında felsefi bir literatür oluşmuştur.

İslam’ın evrensel bir din olduğuna inanan ve tüm insanlar için hayır, güzellik ve mutluluk vaad ettiğini id-dia eden biz Müslümanların, İslam’ın çevre konusunda doğrudan ya da dolaylı olarak neler söylediğini ortaya koymamız gerekmektedir. Bu önemli küresel sorunun tanımlanmasında ve çözümlenmesinde, Müslümanların da önemli katkılar ortaya koyabileceğini göstermemiz gerekmektedir.

Sadece İslamî nassları aktararak ya da hatırlatarak bir çevre söylemi inşa etmek tek başına yeterli olmaya-caktır. Nakilciliğin ötesine geçerek, çevre sorunları ve bu konuda geliştirilen düşünceler konusunda güçlü bir farkındalık oluşturmak ve pratik çözüm yollarını yaygın-laştırmak gerekmektedir. Dünyanın içinde bulunduğu durumun küresel bir portresini çıkarmak, yapılan çalış-maları, öne sürülen görüşleri ve bunlar arasındaki tartış-maları da konuya dahil etmek, yaklaşımın selameti ve gerçekçiliği açısından kaçınılmazdır.

Fesattan uzak durmak, kendini kötülüklerden sakın-mak tarzında pasif bir ahlâk anlayışının günümüzün bil-gi ve iletişim yoğun dünyasında yetersiz kaldığı, bunun

yerine kötülükle etkin mücadele etme ve erdemi yaygın-laştırma fikrine dayalı aktif ve dinamik bir ahlâk görü-şünün yaygınlaştırılması zorunludur. Bunu çevre ahlâkı bağlamında tekrar edersek; tahrip etmemek, kirletme-mek, zarar vermemek, öldürmemek düzleminde değil, korumak, temizlemek, yeniden hayata döndürmek, ya-şatmak düzleminde tanımlanan bir ahlâk söylemine ağırlık vermeliyiz.

Düşüncelerimi toparlarsam şunları söyleyebilirim:

1- Çevre krizi sanal değil açık bir gerçektir ve tam ortasındayız.

2- Dindar ve muhafazakâr camia (aslında bunlara milliyetçi, Kemalist, liberal ve solu da dahil etmek yanlış olmaz) tarihsel ve toplumsal nedenlerden dolayı toplu-ma düzen vermeye çalışan ve güç arzusu ile yanıp tutu-şan bir paradigma içine sıkıştı.

3- Dindarlığın görünürleşmesi ve güçlenmesi ile bir-likte dinî fırka, mezhep ve gruplar arasındaki rekabet ve düşmanlıklar dindarların ‘gözünü karartmış’tır. Bu savrulma içinde aşırı politize dinî zihniyet, metafizik ve ahlâkî duyarsızlığa maruz kalmıştır.

4- Bu ikisinin sonucu olarak, çevre sorunları ikincil teferruat, yabancı/ithal, lüks, tuzu kuruların ve elitlerin iştiğal alanı gibi görünmektedir. O nedenle çevre sorun-larına çözüm üretmek bir yana krizin farkında olduğu-muz bile söylenemez.

5- Oysa çevre krizi alarm veren bir krizdir. Ulusal, dinsel ve kültürel sınırlara aldırmadan tüm insanlığı ilgi-lendiren küresel bir sorundur. Dünya ve ahiret mutluluğu vaad eden bir dine inanan Müslümanların bu konuyu suskunlukla geçiştirmeleri, imanın temel iddiasına ters-tir.

TEMEL ÇEVRE KRİZİMİZ NEDİR?

العلم7 شوال - ذى القعدة 1439 العدد 31

Page 8: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

6- Varlık, bilgi, değer, güç, hayat vs. gibi kavramla-rın yeniden tartışıldığı; teknoloji, tüketim, sanayii, dijital dünya, yaşama hakkı, toplumsallaşma tarzları, kültür ve insan-merkezciliğin sorgulandığı çevre gündemine Müslümanlar da dahil olmalı, İslam’ın varlık, bilgi, ahlâk, merhamet, adalet, emanet gibi temel değerlerine dayalı yaklaşımlar geliştirmelidirler.

7- Soyut tartışmalardan öte somut ve pratik çözüm önerileri ortaya konulmalıdır. İslam’ın şehir ve medeni-yet dini olduğu meselesi yanlış anlaşılmaktadır. Pek çok insan şu an içinde yaşadığımız ruhsuz, stresli ve güven-siz şehirleri kanıksamış görünüyor. ‘Müslüman şehir’ kimliği spekülasyonlara konu edilmekte ancak ortada somut bir örnek bulunmamaktadır. En kötüsü yağmanın teorize edilmesi ve meşrulaştırılmasıdır. Kötülüğü ge-rekçelendirmek, onu yapmaktan daha yıkıcıdır. Şehrin, mahallenin, birlikte yaşamanın, güvenli ve huzurlu ha-yatların inşa edilebileceğine dair umutları azaltmakta, Uhut’daki okçuları bozan ‘ganimet sendromu’ yaygın-laşmaktadır.

8- Emlak ve arazi rantı, yaşadığımız ülkede en güçlü ve en acımasız tağuttur. Bu canavar sadece dindarlığı-mızı değil, insanlığımızı da fesada uğratmaktadır. Bu sorun fıkıhçılarımızın gündemine bir ‘mesele’ olarak bile girebilmiş değildir. Dahası yağma ve talanın ‘kitabına uydurulduğuna’ dair yaygın kaygılar vardır ve bu umut-suzluğu arttırmaktadır.

9- Kur’an’da “Sen yüzünü … Allah’ın insanları kendisi-ne göre yarattığı fıtrata yönel…” (Rûm suresi, 30. ayet) buyru-lur. Fıtrat ve din arasındaki ilişki kaybolduğunda, sorun tartışmasız biçimde din anlayışından kaynaklanır. Zira ayetin devamında da vurgulandığı gibi “… Allah’ın yarattı-ğı fıtrat değişmez.” oysa din tahrife ve yanlış anlaşılma-ya açıktır. O halde din anlayışındaki sapmaları düzelt-menin en sağlam yolu, Allah’ın yazılı olan (din) ve yazılı olmayan ancak sürekli (fıtrat, varlık, yaratılış) yasalarını birlikte okumaktan geçer. Çevre tartışmaları vahiy-fıtrat ilişkisine dair bir farkındalık oluşturabilir.

10- Çevre için kaygılanan farklı din, kültür ve coğraf-yadan insanlar, ortak bir sorun için bir araya gelmekte ve çözüm yolları aramaktadır. Siyasetin, ideolojilerin ve inançların ayırdığı insanlığı, çevre/fıtrat birleşmeye çağırmaktadır. Dünyanın ve canlıların geleceği için bir araya gelmek hılfu’l-fudûl benzeri, erdemli ve güzel bir davranıştır. Müslümanlar en azından kendi farklarını ve alternatiflerini anlatmak için bu süreçte yerlerini etkin biçimde almalıdırlar. Varlık, insan, değerler, hayatın an-lamı üzerine söyleyecek önemli sözler bulunmaktadır. Krizler yaşamakta olan dünya, İslam’ın mesajına daha çok muhtaçtır.

Prof. Dr. Mehmet ÖNAL

İnönü Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü

18. Yüzyıldan sonra, sanayideki gelişmeler ve kapitalistlerin üretim-

tüketim çılgınlığı ekosistemde bulunan, birlik ve bütün-lüğün göz ardı edilmesi, canlıların kendi arasında ve cansızlarla kurmuş oldukları hassas dengenin bozulma-sı sonucunu doğmuştur. Çevre olayına bu bütünlük ve çoklu ilişki ağı göz ardı edilerek bakan ya da indirgeme-ci tutumlarla çözümler geliştirilerek çareler üretmeye çalışan çevreciler istemeden de olsa mevcut sorunlara başka sorunlar eklemektedirler.

Çevre olayına bazı çevrecilerin yaptığı gibi yüzeysel bakış açısı ile yalınkat bakmak yerine, kendi medeniyet algımızdan beslenen hikmet, tecrübe ve akıl yoluyla derin ve bütüncül bakmak arasında ince ama çok ciddi bir fark vardır. Bu farkın ortaya çıkarılması önemlidir. Bu bağlamda, insanın sosyal ve fiziksel çevresine hik-met nazarıyla bakması, Tanrı, tabiat, toplum, diğer birey ve kişinin kendi kendisiyle ilişkilerini yeniden kurma-sı ile mümkündür. Çünkü parçalı çevre bilincine sahip olanların, yaşanan çevre olaylarını anlaması ve çevre

ilim TEMMUZ-AĞUSTOS 2018 Sayı: 318

Page 9: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

sorunlarını çözmesi kolay değildir. Batıda Derin Eko-loji adıyla ifade edilen bu bütüncüllüğün en önemli yönü çevre problemlerinin görünenden daha derin ve karmaşık olduğuna dikkat çekmesidir. Öyleyse, çevre problemleri yaşamamak ve yaşananları da çözmek için temel ekonomik ve ideolojik yapıları kökten sarsacak ve yeni bir hayat tarz önermek gerekir.

Çağımız bilim adamları ve entelektüellerin büyük bir kısmı bilerek ya da bilmeyerek hala 1960’lardan itibaren ciddi olarak eleştirilen aydınlanmacı ve pozitivist para-digma ile düşünmeye devam ettiği için çevre olayı gibi çok boyutlu problem alanına sadece rasyonel ve bilimsel çözümler aramaktadırlar. Bu hususta Des Jardins Çevre Etiği adlı meşhur eserinde, “Batı kültüründe yetişen ve karar verme konumunda bulunan kimselerin en önem-li yanılgılarının, bilim ve teknolojiyi çevre sorunlarının çözümünde tek umut olarak görmeleridir”, der. Çünkü bilim ve teknolojiye ancak nasıl bir hayat tarzı seçtiği-mize karar verdikten ve neyi niçin yapmak istediğimizi belirledikten sonra ihtiyaç duyarız.

Doğayı korumak ve çevre problemlerine çözüm üret-mek için insanların, inanç, bilim, sanat, teknik ve kültürü bir bütünlük içinde yardıma çağırması önemlidir. Bütün bunların başarılabilmesi için de özellikle, Tanrı, doğa ve insan arasında sağlıklı bir ontolojik denge kuran ve ka-dim hikmet geleneğinden beslenen bir medeniyet algısı-na ihtiyaç vardır. Bu sadece Türk İslam düşüncesi ya da medeniyeti için değil bütün kadim kültürlerin ve dinlerin temsilcileri için de önerilebilecek bir hayat öğretisidir. Bu öğreti bilinmeyen, yeni bir hayat tarzı ile değil zaten bilinen kadim hayat tarzı aracılığı ile başarılabilecek bir şeydir. Türk-İslam Hikmet geleneği kendi kaynakları ya-nında, Doğu ve Batı bilgeliklerinden de istifade ederek gelişmiş, istisna bir bilgi zenginliğine ve tarihsel tecrübe birikimine sahip olması hasebiyle çevrenin korunması ve çevre problemlerinin çözülmesi için aday gösterile-bilir.

Prof. Dr. Gökhan CİVELEKOĞLU

Süleyman Demirel Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü

Bize bahşedilen dünyada günlük hayatımızı sürdürmeye çalışıyoruz.

Hepimizin farklı kimlikleri ve taşıdığı farklı şapkaları var: Akademisyen, mühendis, doktor, işletme-ci, gazeteci, temizlikçi vb. Her ne olursak olalım fiiliyatta yaşamak için iki maddi unsura ihtiyacımız var: Üretmek ve tüketmek. Bu iki unsur arasındaki dengenin bozul-ması, üretilenden daha fazlasının tüketilmesi, maddi ve manevi sorunların oluşması yanında; hava su ve top-rak ortamlarının kirlenmesine ve yararlı kullanımlarının azalmasına neden oluyor. Dolayısıyla karşımızdaki en temel çevre krizinin “sürdürülebilirlikten uzaklaşmak” olduğunu söylemek mümkündür.

Sağlıklı ve sürdürülebilir bir çevrenin inşası, sağlıklı nesillerin devamı için gereklidir. Bunun için yavruları-mıza küçüklükten itibaren çevre ahlakının benimsetil-mesi gerekmektedir. Evin içinde ve etrafında temizliğe önem vermeyen bir toplumun çevreye duyarlı olması beklenemez. Sanayi sektörlerinde temiz üretim kapsa-mında çevre dostu teknik ve süreçlerin desteklenmesi, hammadde üretimi yanında geri dönüşüm, geri kazanım ve tekrar kullanım gibi unsurların teşvik edilmesi, çevre politikalarının cezalandırmaktan çok özendirme yönte-miyle kurgulanması gibi unsurlar almamız gereken ön-lemlerin başında gelmektedir.

Unutmayalım: Kirliliğini önlemek ve temiz bir çevre-nin gelecek nesillere aktarılması, çevreyi temizlemekten çok daha ucuz ve kolaydır.

العلم9 شوال - ذى القعدة 1439 العدد 31

Page 10: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

Dr. Ahmet Bozyiğit

Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Felsefe ve Din Bilimleri

Üzerinde yaşadığımız dünya gezegenin-de ilişki içerisinde olduğumuz canlı-cansız

her şey çevremizi oluşturur. Yapılan bilimsel ve felsefi araştırmalar gösteriyor ki genel anlamda evrenin özelde dünyanın canlılar için yaşanılır hale gelmesi yüz binlerce belki de milyonlarca seneyi bulmuştur. Bu ka-dar uzun bir zaman diliminde canlıların yaşayabilmeleri için hazır hale gelen dünya, çevre sorunlarının yaklaşık olarak yirminci asrın son çeyreğinden itibaren başladığı-nı düşünürsek günümüze kadar geldiğimizde dünyanın ne kadar kısa bir sürede yaşanmaz hale gelebileceğini kestirmek işten bile değildir. Halbuki inancımıza göre daha iyi, huzurlu ve güvenli bir yaşamın olabilmesi için dünyanın şu anki durumundan daha iyi bir konuma geti-rilmesi görevi insanoğluna verilmiştir. Ancak insanoğlu bu temel kutsal görevi yerine getirmek yerine, çevresel sorunlar yaratarak bir bakıma çevresel krizler oluştur-maktadır.

Çevre ile ilgili sorunlara baktığımızda bir tek değil, çeşitli krizlerden söz etmek mümkündür. Canlı- cansız ekosistemde örnek vermek gerekirse su, toprak, hava, gürültü, nükleer, kimyasal, kaçak avlanma, türlerin yok olması gibi krizlerden söz edilebilir. Ancak kanaatime göre bütün bu krizlerin ortaya çıkmasının bir tek temel nedeni var. O da şudur: “İnsanoğlunun kendisinin ve ev-renin yaradılış amacının bilincinde ve farkında olmadan ya da yaradılış amacını bildiği halde onu göz ardı edip arka plana iterek hep bu anı en iyi yaşama düşüncesi içerisinde olarak kendi adına gelecek endişesi taşıma-dan kendi egosunu tatmin etmenin peşinde koşarak canlı-cansız hiçbir şeye acımadan egosunun kurbanı olmasıdır.”

Hangi çevresel soruna bakılırsa bakılsın arka planın-da bu temel nedeni görmek zor değildir. İnsanların çoğu kendilerinin olmadığı güzel bir çevrenin kendilerini fazla ilgilendirmediği düşüncesini taşırlar. Yani çoğu insan gelecek kuşaklara güzel bir mirasın bırakılması endişe-si taşımaz. Aslında böyle bir düşünce, insan hayatının ebediliğine olan inancın zayıflığının bir göstergesidir. Halbuki dinimiz zerre kadar iyiliğin ve kötülüğün karşı-lıksız bırakılmayacağını bildirmektedir.

Bu bakımdan temel çevre krizimiz nedir? Sorusuna verilecek en iyi cevap, insanların hayatın sürekliliğini düşünmeden, gelecek kuşaklara karşı endişe içerisin-de olmadan ilişki içerisinde bulundukları canlı-cansız varlıklara karşı görevlerini yerine getirmemeleri, belki de görevlerini kötüye kullanmalarıdır. Ayrıca kısa vadeli ve günü birlik düşünerek, bugün biraz daha iyi yaşamak için çevredeki canlı-cansız varlıklarda meydana gelebi-lecek hiçbir biyolojik, psikolojik ve ekolojik tahribattan çekinmemektir. İşte temel çevre krizimiz budur.

ilim TEMMUZ-AĞUSTOS 2018 Sayı: 3110

Page 11: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

العلم11 شوال - ذى القعدة 1439 العدد 31

Çevre kirliliği genel olarak hava, su, toprak, gürültü ve görüntü kirliliği olarak adlandırılmaktadır. Çevre kir-

lilikleri doğaya zarar vererek doğrudan ya da dolaylı insan yaşamını ve tüm canlıların zarar görmesine neden olmakta-dır. Aslında bu kirliliğin en büyük sebebi insandır. Nüfusun artmasına paralel olarak kirlilik de giderek artmaktadır. Bu kirlilik dünyanın dengesini bozarak iklim değişikliğine yani küresel ısınmaya neden olmaktadır.

Çevre kirliliğinin nedenleriÇeşitli kaynaklardan çıkan sıvı, katı, gaz halindeki kirleti-

ciler çevre kirliliğine neden olmaktadır. Hızla artan nüfusun ihtiyaçları karşılaması için teknolojinin gelişmesine bağlı olarak sanayileşmenin artması gerekmektedir. Sanayideki bu artış beraberinde doğal kaynakların tükenmesine neden olmaktadır. Doğal kaynaklar hızla tükenirken atıklarla ilgili önlem alınmadan at ıkların doğaya bırakılması çevre kirlili-ğine neden olmaktadır. Çevre kirliliğinin en önemli nedenle-ri arasında hızlı nüfus artışı, plansız kentleşme, sanayileş-me, doğal kaynakların ölçüsüz kullanılması bulunmaktadır. Bunlar dışında çevre kirliliğinin diğer nedenleri şunlardır:

1. Göçler ve düzensiz şehirleşme2. Doğal kaynakların kullanımının artması3. Orman tahribi ve yangınlar4. Araç sayısının artması5. Gübre ve zirai mücadele ilaçları6. Katı atık ve çöpler7. Kanalizasyon atıklarıTürkiye’nin Çevre SorunlarıTürkiye’nin çevre sorunları doğal ortamın bozulmasın-

dan kaynaklanmaktadır. Başlıca çevre sorunları şunlardır:1. Hava Kirliliği: Sanayi tesisleri, araç sayısının artması,

fosil yakıtların kullanılması (petrol, kömür, linyit) hava kir-liliğine neden olmaktadır. Ülkemizde İstanbul ve İzmit gibi sanayi ve nüfusun yoğun olduğu yerlerde kirlilik oldukça yüksektir.

2. Su Kirliliği: Evsel ve sanayi atıklarının arıtılmadan sulara bırakılması, kanalizasyon atıkları, fabrika atıkları su kirliliğine neden olmaktadır.

3. Katı atıklar: Tarımsal ve evsel kullanım sonucu çöp sorunu ortaya çıkmaktadır. Son yıllarda çöp toplanması, uygun yerlerde biriktirilmesi, geri dönüşüm büyük bir sorun haline gelmiştir.

Katı atıklarla ilgili bir yazı okumuştum. Yazının içeri-ğinde çöplerin kullanılması ve onlardan enerji elde edil-mesi konusu geçiyordu. Bunu uygulamaya geçiren ülke ise İsveç’ti. Evet, katı atıkları enerjiye çevirerek ülkenin önemli bir problemi olan çöp sorununu da ortadan kaldırmış olu-yordu. Böylece enerjide dışa bağımlılığı kendi çabaları ile azaltmıştı. Hatta ülke diğer ülkelerden çöp alarak enerji elde ediyordu. Bütün ülkeler bu konuda duyarlı olsa enerji ve çöp sorunu ortadan kalkmış olacaktır.

4. Toprak Kirliliği: Katı, sıvı, radyoaktif atıklar toprağın fiziksel ve kimyasal özelliklerini bozmaktadır. Ülkemizde, özellikle verimli tarım arazilerinde yapay gübrelerin kul-lanılması toprak kirliliğini artırmakta ve toprağın ömrünü kısaltmaktadır.

5. Gürültü Kirliliği: İnsanlar üzerinde olumsuz etki yapan ve hoşa gitmeyen seslere gürültü denir. Özellikle büyük şe-hirlerimizde gürültü kirliliği nüfusun artmasıyla beraber gi-derek büyüyen bir problemdir.

Özetlemek gerekirse, çevre kirliliğinin en büyük sebebi insandır. Nüfusun artması, sanayileşme, gelişen teknoloji beraberinde bu sorunları da getirmektedir. Biz üzerimize düşen görevleri yerine getirmediğimiz takdirde bu sorun-lar çığ gibi büyümeye devam edecek ve gelecek nesillere, çocuklarımıza temiz bir çevre kalmayacak. Devlet çeşitli projeler ile bu kirliliğin önüne geçmeli ve özellikle sürdü-rülebilir bir çevre için çaba göstermeli, biz de bu konuda üzerimize düşen görevi yerine getirmeliyiz.

Çevre Kirliliği Tuğba Gür

Page 12: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

ilim TEMMUZ-AĞUSTOS 2018 Sayı: 3112

Hayatta hepimizin farklı meşguliyetleri vardır. Kimimiz davadan davaya koşan bir avukat, kimimiz elleri nasır

tutan bir işçi, kimimiz ise vize-final haftalarında etekleri tutuşan bir öğrenci… Sahip olduğumuz farklı vasıflar aynı zamanda uğraş alanlarımızı belirler. Bir marangozun işi en kaliteli ahşabı bulup onu kesmek, doğramak, oymak, kakmaktır. Bir manavın işi ise sulak ve verimli topraklarda yetişmiş, bol etli, iyi kızarmış meyve ve sebzeleri bulup, müşterilerine sunmaktır. Ne marangoz sebze ve meyve hakkında manav kadar bilgi sahibi, ne de manav ahşap hususunda marangoz kadar tecrübelidir. Herkes ehil olduğu alan ile uğraş içerisindedir.

Fakat sahip olduğumuz vasıf, uğraş verdiğimiz alan ne olursa olsun hepimizin bilmesi gereken bazı şeyler vardır. Bunlar hayatımızı doğrudan etkileyen önemli faktörlerdir. Mesela orta seviyede okuma-yazma becerisi, minimum düzeyde matematik bilgisi, toplumsal yaşamda uymamız gereken bazı ahlaki kural ve kaideler… Bunlar bizim için olmazsa olmaz mesabesinde mühim bilgi kırıntılarıdır. Bunların içerisine biraz coğrafya, biraz biyoloji biraz da çevre ve ekoloji bilgisi koymak gerekir. Bahsettiğimiz bu bilgilerin yokluğu bireysel ve toplumsal yaşamımızda önemli eksiklikler meydana getirip, insanı mutsuz bir hayata sürükleyebilir.

Peki, az da olsa bilgi sahibi olmamız gereken alanların içerisine neden çevrebilimi koyduk?

1986 yılının Nisan ayında Ukrayna’nın başkenti olan Kiev’e yakın Çernobil çekirdeksel reaktöründe bir patlama meydana geldi. Bu patlamadan açığa çıkan ışınlayıcı maddeler etrafa saçıldı. Ve yağmur yoluyla dünyanın pek çok yerine, bu arada Türkiye’ye yayıldı. O zamanlar ülkemizde hemen hiç kimse bu tehlikeden haberdar olmadı. Ta ki İsveç ve daha sonra başka ülkeler kanalıyla haber gelmeseydi belki de hiçbir zaman haberimiz olmayacaktı. Yine o zamanlarda televizyon ve radyo yayınlarında durumla ilgili açıklama yapan yetkililer ülkemizde yetişen çaylarda ışınlama olmadığını iddia ettiler. Bu açıklamalardan birini yapan da dönemin nükleer enerji komisyonu başkanı gibi bir vasfa sahip bilimciydi. Neticede o yıl ihraç ettiğimiz çaylar geri gönderildi, yetiştirdiğimiz çayların 33 bin tonunu içtikten sonra kalan 45 bin tonunu imha ettik. Ve aradan geçen on-on beş yıllık süreç içinde o ışınlı çaylardan içen pek çok vatandaşımızı kanser sebebiyle kaybettik. Geçtiğimiz Haziran ayında 13. ölüm yıldönümünü yâd ettiğimiz, bize unutulmayacak şarkılar besteleyip, genç yaşta hayata elveda diyen Kazım Koyuncu da bunlardan biridir.

Ülkemiz insanlarının ve hatta bu bilimle uğraşan kimselerin Çernobil gibi bir felaketin doğdurduğu, doğuracağı etkilerden bihaber olması, neticede pek çok vatandaşımızı bu sebeple kaybetmemiz hem içler acısı, unutulmaması gereken bir olay, hem de dersler çıkartılacak iyi bir örnek. Aslında vermiş olduğumuz bu örnek dahi tek başına niçin

Su, Hava, Toprak ve Düşmanlarıİbrahim Türkan

Page 13: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

العلم13 شوال - ذى القعدة 1439 العدد 31

çevrebilimden haberdar olmamız gerektiği sorusunu yanıtlıyor. Fakat bunun yanı sıra insan içinde yaşadığı doğanın/çevrenin bir parçasıdır. Sürekli doğa ile etkileşim içerisindedir. Yeme, içme, barınma, teneffüs edip yaşama gibi en tabii gereksinimlerini doğa vasıtası ile giderir. Dolayısıyla hayatını idame ettirebilmesi için bu kadar gerekli olan doğa hakkında bilgi sahibi olmasının gerekip gerekmediğini konuşmak bile absürt sayılır.

Biz insanlar haset, kıskançlık, kibir gibi zararlı güdülerimizi geliştirdiğimizden beri doğaya yani bizi, besleyen, büyüten, barındıran ve karşılığında hiçbir şey beklemeyen o muazzam mekanizmaya ihanet eder olduk. Onu kendi işlerimize, arzu ve isteklerimize alet ettik ve kirlettik. Kendi beceriksizliklerimizi ona ödettik. Aşağıladık, hor kullandık ve nankörlük ettik. Ondan bihaber yaşamayı seçtik. Sanayiler kurduk bacalarından kömür bulutları kusan. Nükleer ve termik santraller inşa ettik bizi bizden korumak namına. Meyvelerin, sebzelerin genetiğiyle oynadık. Trenler, uçaklar, gemiler, otomobiller yarattık bir parça konfor için. Ve üzdük doğayı, küstürdük.

Doğa artık kendi kendini yenileyemeyecek kadar yorgun. Biz yaptık bunu. Biz yorduk onu. Ozon tabakasını deldik, küresel ısınmayı yarattık ve son 40 yılda buzullarda %40 oranında oldukça tehlikeli bir miktarda erime meydana geldi. Benzin ve motorin ile çalışan yüz binlerce teknolojik alet ürettik. Petrol rezervlerinin 50 yıldan az bir ömrü kaldı. Hunharca binalar, apartmanlar, gökdelenler inşa ettik. Ve 100 yıl içerisinde 180 memelinin yaşam alanının %80’ini yok ettik. Bunlar doğaya verdiğimiz zararın çok az bir kısmı. Yazımızın asıl amacı da bu zaten: Doğaya ne kadar zarar verdiğimizi görmek, bu konuda bilgi sahibi olmak ve az da olsa bir farkındalık yaratmaya çalışmak. Şimdi meselemizi biraz daha detaylandıralım.

Yaşamın Başladığı Yer; Su

Altay Miti’nden Thales’e, Kuran-ı Kerim’den bugünün moleküler biyolojisine kadar pek çok bilgi kaynağı yaşamın suda veya suyla başladığını söyler. Bir erkek

vücudunun %60’ı, bir kadın vücudunun ise %50’si sudur. Ve hepimizin bildiği gibi dünyamızın 3/4’ünü tatlı ve tuzlu su kaynakları oluşturur. Tatlı su kaynakları içme ve tarım sulama alanında vazgeçilmez bir öneme bir sahiptir. Tuzlu su kaynakları ise dünyanın nem oranını dengeleyip, iklim koşullarını belirleyen ve canlı yaşamının devamında etkin bir role sahip önemli faktörlerdir.

Müdahale edilmediğinde doğa kendi kendini revize edebilme özelliğine sahiptir. Mesela dünyadaki mevcut su kaynakları bir canlı eliyle meydana getirilmiş ekolojik bir problemle karşılaşmadığı müddetçe, sonsuza kadar artma ve eksilme yaşamadan varlığını sürdürebilir. Güneş mevcut su kaynaklarını buharlaştırır, buhar gökyüzüne uçar, soğuk hava tabakası ile karşılaşır, ardından yoğunlaşır ve tekrar yerküreye damla damla düşer. Bu damlalar ya toprak üzerinde kayarak tatlı ve tuzlu su kaynaklarına kavuşur ya da toprak tarafından emilerek yer altı kaynak sularını oluşturur.

Su doğal yaşam alanlarının ilkidir. Bugün okyanus ve denizlerde mikroorganizmik canlılardan devasa büyüklükteki balıklara kadar milyarlarca canlı türünün yaşadığı bilinmekte. Ve ilginçtir su altı yaşama dair sahip olduğumuz bilgi, mevcut bilginin sadece %20’sini oluşturmakta. Yani su altı yaşam hala insanoğlu için gizemini korumakta.

Peki, canlı yaşamı için bu kadar önemli bir doğal kaynağı kirletmek ve dengesiyle oynayıp, insicamını bozmak adına hangi yanlışları yapıyoruz?

Deniz ve okyanus kıyılarına sanayi ve termik santraller inşa ediyoruz. Oralardaki üretiminden ortaya çıkan sıvı ve katı atıkları kontrolsüz bir biçimde sulara atıyoruz. Tarımda kimyasal gübre, suni gübre, zararlı kimyasallar içeren ilaçlama ürünleri ve böcek öldürücü DDT ilaçları kullanıyor ve bunların önce yer altı su kaynaklarına, oradan akarsulara, göllere, denizlere ve okyanuslara karışmasını sağlıyoruz.

Page 14: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

ilim TEMMUZ-AĞUSTOS 2018 Sayı: 3114

Evlerimizde deterjan, sıvı sabun, yumuşatıcı ve bazı temizlik ürünleri kullanıyor, bunların da kanalizasyonlar vasıtası ile su kaynaklarına ulaşmasına vesile oluyoruz. Sadece bununla kalmıyor, bu ürünlerin içerdiği zararlı kimyasalların suda çözünmesine, çözünen kimyasalların suda yaşayan canlılara zarar vermesine, oradan besin zinciri yoluyla o canlıları tüketen diğer canlıların zarar görmesine sebep oluyoruz. Defalarca kullandığımız kızartma yağlarını lavabolarımıza döküyoruz. Bu yağların içerdiği kanserojen maddelerin yine sularda yaşayan canlılara zarar verip vermeyeceğini düşünmüyoruz.

Bereketin Diğer Adı; Toprak

Verimli ve bereketli bir toprağın oluşumu yüz binlerce yıl sürebilir. Böyle bir toprağın içerisinde ise çeşitli mineraller, mikroorganizmalar, su ve hava bulunur. Süreç içerisinde bu elementleri eksiksiz bir şekilde toplayan toprak, yeterli güneş ışığı ve sulama imkânı bulduğunda oldukça sağlıklı, olgun bitkiler yetiştirebilir. Toprak pek çok canlı türünün doğal yaşam alanı ve gıda kaynağıdır.

Besin zincirinin ilk halkası bitkilerdir. Ve bitkilerin büyüyüp, gelişmesi toprağa bağlıdır. Toprağın kirlenmesi bitkinin kirlenmesi, bitkinin kirlenmesi ise otoburların zarar görmesi anlamına gelir. Otoburların zarar görmesi ise etoburların zarar görmesi demektir. Bu işlem besin zinciri vasıtası ile dünyadaki hemen her canlının yaşamını bir şekilde etkiler. Ve ekosistemin çöküşüne kadar devam eder.

Şimdi toprağa zarar verip, ekosistemi nasıl etkiliyoruz buna bir bakalım.

Sanayi kuruluşları, termik ve nükleer santraller suya zarar verdiği kadar toprağa da zarar verir. Bu kuruluşların üretiminden arta kalıp toprağa atılan cıva ve kurşun gibi katı maddeler toprak içerisinde birikir. Önce bitkilerin gelişimine, ardından bitki tüketen canlıların yaşamına zarar verir. Nükleer santral atıkları ciddi radyasyon riskine sahiptir. Bu yüzden bu santrallerin atıkları toprak içerisine gömülür. Ardından toprağın üzeri kurşun bloklarla kaplanır.

Bu şekilde meydana gelmesi muhtemel radyoaktif ışımanın önüne geçilmiş olsa da toprak kirliliğine sebep olmuş olur.

Termik santrallerde enerji kaynağı olarak daha çok taş kömürü ve linyit kullanılır. Bu kömürlerin yakılması sonucu santral bacalarından partiküler boyutta küller hava uçar. Ardından toprak yüzeyine düşer. Ve orada ince bir kül tabakası oluşturur. Bu kül tabakası da toprağın verimliliğini büyük oranda düşürür. Petrokimya tesislerinin atıkları da doğada kolayca yok olmayan madde türleridir. Pil, batarya, lastik, plastik, pet şişe gibi ürünler toprağın kirlenmesine, zararlı kimyasalların birikmesine ve toprağın veriminin düşmesine sebep olur.

Nüfus artışı peşi sıra tüketimi ve tüketim de atık miktarının artışını getirir. Doğal yollardan doğaya kazandırılamayan ya da geri dönüşümü sağlanamayan evsel atıklar da toprak kirliliğinin bir başka sebebidir. Kent ve köy alanlarının bir kısmında oluşturulan çöplüklerden toprağa sızan bazı kimyasallar topraktaki besin ve suyu gereksiz yere tüketen zararlı mantarların üremesine sebep olur. Evlerde kullanılan temizlik ürünlerinin çöpe atılan atıkları suya olduğu gibi toprağa da zarar verir.

Bilinçsiz tarım da toprak kirliliğine yol açan başka bir sebeptir. Aşırı gübreleme, kalitesiz, suni gübre kullanımı, böcek öldürücüler toprağa zarar verir. Fazla sulama da toprakta asitlenme ve tuzlanma meydana getireceği için zararlı bir yöntem sayılır. Bunun haricinde ziraat alanında “anız yakmak” denilen bir kavram vardır. Anız, toprakta istemsizce çıkan ve toprağın verimliliğini düşüren bir tür ottur. Çiftçi anızı biçmekle uğraşmaz ve yakar. Tarlasını önce ateşe verir, ardından ateş etrafa sıçramadan onu söndürür. Sonra toprağını temizler. Fakat yaptığı bu eylem toprağın en verimli olduğu ilk 10-15 santimlik kısma büyük zararlar verir. Sonraki hasadın verimini düşürür. Bu da bir tür toprak kirliliği sebebidir ve ülkemizde yasaktır. Fakat ne yazık ki çiftçi iş gücünü düşürmek ve zaman kazanmak için bu yasağı çiğnemekten geri durmamaktadır.

Page 15: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

العلم15 شوال - ذى القعدة 1439 العدد 31

Bulut Diyarı; Hava

Troposfer atmosferin en alt katmanıdır. Ve canlıların yaşamı için gerekli oksijenin kaynağıdır. Troposferde %78 oranında azot, %21 oranında oksijen bulunur. Ve canlı yaşamın devamı için en ideal denge budur. %1 oranında da karbondioksit bulunmaktadır bu hava tabakasında. Ve karbondioksit artışı canlı yaşamını olumsuz etkileyecek bir faktördür. Ne yazık ki artan hava kirliliği peşi sırada troposferdeki karbondioksit artışını getirmektedir.

Öncelikle iki türlü hava kirliliği modeli bulunmaktır: Bunlar Londra Tipi Hava Kirliliği ve Los Angeles Tipi Hava Kirliliği’dir. Sanayi Devrimi’nden sonra ve günümüzde hala sanayi kuruluşlarının gelişmeye devam ettiği ülke ve şehirlerdeki hava kirliliği türüne Londra Tipi Hava Kirliliği adı verilir. Sanayilerde, apartmanlarda ve müstakil evlerde, fosil yakıtların kullanıldığı şehirlerde bu tip hava kirliliği görülür. Kömür ve linyit gibi fosil yakıtlar yakıldığında ortaya çıkan kükürdioksit ve karbondioksit gazları özellikle kış aylarında soğuyup, alçalan havayla birlikte şehirlerin üstünü bir sis tabakası gibi örter.

1952 yılının kışında Londra’da bu sebeple hava kirliliği çok fazla artmış ve havadaki yoğun kükürt gazı nedeniyle yaklaşık 4000 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu hava tipi kirliliğinin olduğu yerlerde solunum yolu hastalıkları, cilt ve göz tahrişleri gibi ciddi sağlık problemleri görülür. Ülkemizde de 1980 ve 90’lı yıllarda binaların ısıtılmasında kömür ve linyitin kullanılması, Ankara ve Ankara gibi iç bölgelerde bulunan şehirlerde bu tip hava kirliliğine sebep olmuştur.

Los Angeles Tipi Hava Kirliliğine daha çok yaz aylarında artan egzoz gazı neden olur. Başka bir ifade ile bu hava tipi kirliliği egzoz gazı kaynaklı bir kirliliktir. Büyük kent ve şehirlerde araç sayısı diğer şehirlere nazaran çok daha fazladır. Egzozdan çıkan karbonmonoksit, azotoksit ve sülfüroksitler güneş ışınlarının etkisiyle karbondioksite dönüşür. Bir de bu kent Los Angeles gibi deniz veya okyanusa kıyı bir bölgede ise bölgenin nem oranının

fazlalığı sebebiyle ağırlaşan hava şehrin üstünü perdeler. Bu tip hava kirliliği de solunum hastalıkları ile kalp ve damar rahatsızlılarına sebep olur. Günümüzde araç sayısının yoğun olduğu ve denize kıyı bölgelerde bu tip hava kirliliği söz konusudur.

Aslında volkanik patlamalar ve orman yangınları da hava kirliliğine sebep olan faktörlerdir. Fakat atmosfer kendi doğal döngüsü içerisinde onu temizler. Sanayi faaliyetlerinin aşırı artışı termik ve nükleer santrallerin aktiflik kazanması sonucu meydana gelecek hava kirliliğinin önüne geçmek neredeyse imkânsızdır.

Sonuç: Yaşamın Üç Bağını Yıpratma

Son olarak su, toprak ve hava… Bu üç yaşam alanı birbirlerine kopmaz bağlarla bağlıdır adeta. Birinin yokluğunda diğerinin varlığı düşünülemeyecek kadar sağlamdır ve sıkıdır bu bağlar. Aynı zamanda dışarıdan bir etki görmedikçe harika bir insicam içerisinde doğal bir döngü ile sonsuza kadar varlıklarını sürdürebilecek potansiyele sahiptirler. Ne yazık ki ihtiraslarımızı gemlemedikçe doğaya haşin davranmaktan geri durmayacak ve kendi kendimizi yok edinceye kadar devam edeceğiz

Yukarıda saydığımız su, toprak ve hava kirliliklerine ek olarak Radyoaktif Kirlilik, Nükleer Kirlilik ve Gürültü Kirliliklerini de ekleyebiliriz. Fakat biz yazımızda doğaya dolaysız bir şekilde zarar veren hususları incelemek istedik. Nasıl ki hayatımızı paylaştığımız eşimizi, arkadaşımızı kırmak ve üzmek istemeyiz, onun için bazı isteklerimizden feragat eder, onun huy ve düşüncelerini dikkate alırız. Aynen doğaya karşı da tavrımız bu şekilde olmalı. Onu incitecek, kıracak ve üzecek şeylerden kaçınmalı, varlığımızı borçlu olduğumuz o muhteşem mekanizmaya şükranı borç bilmeliyiz.

Page 16: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

ilim TEMMUZ-AĞUSTOS 2018 Sayı: 3116

Üç tarafı denizlerle, dört bir yanı türlü türlü doğa güzellikleriyle çevrili güzel bir ülkede yaşıyoruz.

Her ne kadar iklim değişiminden nasibini alsa da dört mevsimi yaşayan, onlarca endemik (yeryüzünün yalnızca belirli bölgelerinde yaşayabilen canlı tür ya da cinsleri) bitki ve hayvanı bünyesinde barındıran ve sahip olduğu tüm değerler açısından korunması gerekli coğrafyalardan biri ülkemiz. Bu sahiplik durumu göğsümüzü kabartıyor fakat bu nimetlere yeteri kadar özen göstermediğimiz EPI (Envıronmental Performance Index) yani Dünya Çevre Performansı İndeksi sonuçlarıyla yüzümüze vuruluyor. Her ne kadar Orman ve Su İşleri Bakanlığı raporun bazı kategorilerinde yapılan değerlendirmelere itiraz etse de Yale Üniversitesi hayli sağlam kanıtlar sunmakta. İlgilenenler için https://epi.envirocenter.yale.edu/ adresinde tüm kategoriler detaylıca izah ediliyor.

Peki, Bu EPI Nedir?

ABD’nin saygın üniversitelerinden biri olan Yale Üniversitesinin iki yılda bir yayınladığı bir rapordur EPI. Rapor 9 ana kategori ve 21 alt kategoriye göre değerlendirilen dünya ülkelerinin sıralanmasıyla oluşturulur. Bu çok kapsamlı raporun hazırlanmasında Dünya Ekonomik Forumu ve Columbia Üniversitesi de işbirliği içindedir. Tüm bilgilerin nasıl edinildiği kısmına gelirsek; uydular, izleme istasyonları, ülkelerin devlet dairelerinden gelen kamuya açık, bilimsel ve güvenilir

bilgiler ana kaynaklardır. Raporu önemli kılan bir başka ayrıntı gelişmişlik düzeyiyle gösterdiği paralelliktir.

Türkiye’nin EPI Karnesi

Öncelikle belirtmek isterim ki karnemizde kırıklar var. Bazı alanlarda kayda değer ilerlemeler göstersek de tablonun bütününde çok aşağılardayız hala. Aşağıda 2018 yılı için hazırlanan raporda Türkiye sonuçlarını görüyoruz. Değerlendirme 180 ülke arasında yapılıyor. Türkiye 2014 yılı rapor sonuçlarına göre genel sıralamada 66., 2016 yılı rapor sonuçlarına göre 33 basamak gerileyerek 99. ve son hazırlanan 2018 yılı raporunda düşüşüne devam ederek 108. sırada yerini aldı. Aşağıdaki çevre kategorilerinde 180 ülke arasından Türkiye’nin kaçıncı sırada yer aldığını görelim.

Hava Kalitesi 61.

İçme Suyu 62.

Ağır Metal 69.

Biyoçeşitlilik ve Habitat 172.

Ormanlar 55.

Balıkçılık 124.

İklim ve enerji 136.

Hava kirliliği 109.

Su kaynakları 41.

Türkiye İyi deÇevresi KötüDerman Gül

Page 17: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

العلم17 شوال - ذى القعدة 1439 العدد 31

Tabloda sıralamamızı yükselten kategorilerde su kaynakları, ormanlar ve hava kalitesi var fakat bu değerler, özellikle biyoçeşitlilik ve habitat ile iklim ve enerji alanlarındaki vahim düşüşün yarattığı yıkımı onaramıyor. Gelin bu önemli birkaç konuda neler oluyor ülkemizde bir bakalım.

Orman Varlığı

Ormancılık ülkemizde başarılı gelişim gösteren alanlardan biri. Orman Genel Müdürlüğü tarafından yapılan araştırma neticesinde ülkemizin %26,8’sını ağaçlı ormanlık alan kaplıyor. Ormanlık alanlarımızın bu yüzdeye ulaşmasının tarihsel sürecine bakarsak yapılan 5 yıllık kalkınma planının etkisi açıkça görülecektir. 1963 yılından itibaren yapılan çalışmalar sayesinde 20,2 milyon hektar alanlık orman varlığı 22,3 milyon hektar alana ulaştırılmıştır. Sahip olduğumuz ormanlarda hâkim olan ağaç türlerini sıralarsak ilk beşte meşe, kızılçam, karaçam, kayın ve sarıçam olduğu görülür. Ülkemizde en çok ormanlık alana sahip ilimiz 1.5 milyon hektar alanla Amasya olmuştur. Bahsi geçen artış kayda değer ama bahsi geçmeyen bir nokta olduğunu söylemeden geçmek olmaz. Malumdur ki ülkemiz doğal varlıkları koruma konusunda pek başarılı sayılmaz. Her yıl yaşadığımız orman yangınları bile ağaçsızlaşan alan miktarını ciddi oranda artırıyor. Bu kayba bir de ticari kaygılarla kesilen, tahrip edilen ağaçlar eklenince tabloda bir soru işareti oluşuyor. Orman Genel Müdürlüğü yaptığı çalışmalarda bu hususu da raporlara dahil ederse daha ayakları yere basan analizler yapmamız mümkün olur. Orman varlığının önemini düşününce usulsüz ve gereksiz ağaç kesiminden kaçınmak ve doğru alanları doğru türlerle ağaçlandırmak gerektiği gerçeği karşımıza dikilir.

Biyoçeşitlilik ve Habitat

Türkiye bitki ve hayvan çeşitliliği ile adeta küçük bir kıta özelliği gösterir. Bu genetik çeşitlilik Akdeniz ve Yakın Doğu Gen merkezlerinin kesişmesi sayesinde ortaya çıkmıştır. Ticari ve tıbbi açıdan hayati öneme sahip birçok

bitkinin kaynağı olan 5 mikro-gen merkezine sahiptir. Bu merkezler Trakya-Ege Bölgesi, Güney ve Doğu Anadolu Bölgesi, Samsun-Amasya-Tokat Bölgesi, Ağrı Dağı ve Civarı son olarak da Kayseri ve Civarı olarak belirtilmiştir. Bu merkezler bölgelerinde üretilen ürünlerin gelecekte de güvenle üretilmelerini sağlayacak genetik bir kaynaktır. Bununla birlikte şuan dünyada var olan hayvan türlerinin birçoğunun Anadolu kökenli olduğu, buradan dünyaya yayıldığı bilinen bir gerçektir. Bunca nimetle donatılan ülkemiz maalesef kaçak avlanmayla, aşırı tüketimle ve soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan türleri koruma altına almakta gecikerek büyük bir kaybın altına imzasını atıyor. Bir türlü önlenemeyen kaçak ve usulsüz avcılık bilançosu 2017 yılında 5.5 milyon liraya ulaştı. Yapılan yeni düzenlemelerle cezalar caydırıcı hale getirilmeye çalışılıyor fakat gelin görün ki vurulan Türkiye’deki son alageyik ise yaşanan kaybın korkunçluğu karşısında kesilecek cezanın miktarı hiçbir önem arz etmeyecek.

Eteğimizden dökülen taşların bir kısmı yukarda bahsi geçen konular. Yıllar içinde birçok alanda ilerleme kaydetsek de hala gereken ivmeyi kazanmış değiliz. Böyle durumlarda insan ben tek başıma ne yapabilirim, gücüm yetmez diye düşünür ama hayır, doğru değil bu düşünce. Her zaman en büyük güç tek kişidir! Sizsiniz o güç, oğlunuz, kardeşiniz belki de arkadaşınız. Yaşadığımız ülkenin ve dünyanın sorumluluğu hepimizin sırtında. Bunun için elimizden gelenin en iyisini yapmak zorundayız. Küçük ama sürekli adımlar en büyük değişimleri doğururlar. Alışveriş alışkanlıklarımızı gözden geçirmek, tüketim çılgınlığına kapılmamak, doğa dostu ürünleri tercih etmek, tüm kaynakları israf etmeden kullanmak minik ipuçları olabilir bizler için. Ayrıca bu duyarlılığa sahip sivil toplum örgütlerinin faaliyetlerini takip ederek ya da bu kuruluşlarda aktif görev alarak da attığımız adımı büyütebiliriz. 4,5 milyar yaşındaki evimiz için hepimizin yapabileceği bir şeyler muhakkak var.

Yazıda Orman Genel Müdürlüğü ve Dünya Çevre Performans İndeksi raporlarından faydalanılmıştır.

Page 18: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

ilim TEMMUZ-AĞUSTOS 2018 Sayı: 3118

Hiçbir şeye sinirlenmeyen, mutlu Amazon yerlileri

Geçenlerde genç bir seyyahın anlattıklarından etkilendim. Amazon yerlilerinin yanında bir süre kaldığını ve onları hiç sinirli görmediğini söylüyordu. Modern şehirlilere göre ilkel olmalarına karşın çok mutlularmış. Ne birbirlerine ne çocuklarına bir şeyden sebep kızdıklarına, seslerini yükselttiklerine hiç rastlamamış gezgin. Çok enteresan! Bütün uygarlık, ilerleme ve teknoloji edebiyatını altüst edecek bir gerçek.

Her şey topraktan ayrılmayla başladı

Galiba ilk kopuşumuz toprakla oldu. Sonra diğer canlılarla, peşine bizden başka insanlarla, son olarak bizzat kendimizle aramıza çitler çekildi. Bizi evrende biricikleştiren o aldanış nasıl oldu? Oysa akan sudan vızıldayan sineğe, hışırdayan köknardan bulut öbeklerine kadar varlık âleminin tüm konuklarıyla bir bütünüz. Çevreni saran bütün o tabiat varlıklarını, fayda-zararları bir şekilde sana döneceği için değil, bizzat senin bir parçan oldukları için sevip koruyacaksın. Senin birazın şu çamın iğne yaprağında, yamaçlara düşen yağışta. Her birimizin kalbi, bütün bir

kâinatın ritmiyle atıyor. Biz sadece Müslümanlarla ya da başka herhangi bir insan topluluğuyla değil, tabiatın tüm varlıklarıyla bir aileyiz.

İnsan eşref-i mahlûkat olduğu kadar esfel-i mahlûkattır

İnsanın eşref-i mahlûkat olduğu inancı birçok vahyi ve aklî gerekçeyle desteklenirken işin arka yüzü anlatılmaz. Tam da böyle olduğu için insan esfel-i mahlûkattır da. Fazilet bakımından diğer canlıların üstüne çıkabilen insanoğlu rezalet bakımından onların çok altına inebilir. Doğadaki varlıkların insanın hizmetine sunulması ve diğerleri yanında onun mükerrem kılınması gibi pek çok dinî sabite, sahip olduğumuz sorumluluğa atıftır. Kelam ilmindeki inayet delili ve eşref-i mahlûkat gibi olgular üzücü ki istismar ediliyor. Tabiattaki her şey salt insanın tüketimine ve alabildiğine yararlanmasına sunulmuş edilgen varlık gibi algılanıyor. Bilakis işin arka yüzünde doğadaki en büyük tehlike yine insandır. Hiçbir canlı onun gibi ihtiyacı olmayan şeye, ihtiyacının çok çok ötesinde ilişemez. Onun gibi doğal seyrinin dışına çıkamaz. Yüzbinlerce yıldır süregelen ekolojik döngü, insanın kazanç hırsıyla altüst olmaya başlamıştır.

Şehirliler İçinÇevre NotlarıMustafa Alp

Page 19: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

العلم19 شوال - ذى القعدة 1439 العدد 31

Neyi bilmen gerekiyorsa işte öğretmen: Tabiat

Doğal çevreye ideal uyum, yine doğanın verdiklerini fazla zorlamadan yaşamaktır. İhtiyacımız olan zaten çevremizde. En basitinden ihtiyaç fazlası gıdayı uzun süre saklama doğru bir şey olsaydı, doğa bize bunu sunardı. Doğada buzdolabı, derin dondurucu, klima görmeyişimizin nedeni, bunlarla yaşamın ne kadar tabiîlik ve doğruluktan uzak olduğunu hatırlatmaktır. Bunun gibi endüstriyel materyaller ve seri üretim de insana gerekli olsaydı, yine doğa buna yer verirdi. Kadim bilge öğretmenimiz olan tabiat, bize diğer canlılara sunduğu imkânlarla yaşamamızı, insanî zekâ farklılığımızı doğal sınırların ötesine taşmadan, kâinat korosuyla uyum içinde işletmemizi tembihler. Doğal olan, doğayı taklittir, bu kadar basit.

Kapitalist sistemde doğadan koptuğun kadar kazanırsın

Günümüz iş ve yaşam dünyasında, doğa sevgisi bir ayak bağıdır. Yaygın anlamıyla ilerleme ve kalkınma doğadan ve dolayısıyla doğal olandan ne kadar koptuğumuzla ilgilidir. Tüketim çarkının dişlileri arasında çalışan için çiçek yetiştirmek, ormanda yürüyüş yapmak ve yıldızları izlemek doğrudan parasal getirisi olmayan birer zaman kaybıdır. Bu nedenle basit çıkar hesaplarıyla hareket ettiğimiz sürece çevreye duyarlı olmamız mümkün değildir. Tabiat güzelliklerini korumaya ve çevresel etiğe yönelik devlet eliyle getirilen bütün yaptırımlar, salt devletin denetleyebildiği oranda yüzeysel bir çözüm olabilir. Denetlenemez alanlarda bireyler yasadan değil, temel varoluş değerlerinden beslenirler. Derin ekoloji bu noktada daha iyi bir çevrenin hukukî ya da sosyal düzenlemelerle değil, ontolojik hatta metafiziksel bir değerler sisteminin gerek olduğunu söyler. Holistik yaşam felsefesi burada kilit rol oynar.

Modern insanın doğaya tahakküm krizi

Sanayi, bilim ve tarım devrimleri gibi hamleler tabiat kaynaklarını insanın sınırsız müdahalesine teslim etmiştir. Böylelikle doğa modern dünyada alt edilmesi gereken bir düşmandır. İnsana düşen koşulların elverdiği şekilde onunla uyumlu yaşamak değil, her koşulda ona hükmetmektir. Bunun izdüşümleri gündelik reaksiyonlarımıza kadar sirayet eder. Yüksek sıcaklar, olumsuz hava koşulları, deprem ve seller planlarımızı kötü etkilediği için öfkeyle karşılanacak durumlardır. Türlü bilimsel ve teknolojik önlemle tabiatın münasebetsiz (!) sürprizlerinden etkilenmeden olağan yapay yaşantımıza devam etmek gerekmektedir. Dışarıda gece olsa da biz türlü aydınlatmaya ortamı ışıl ışıl yapmasını biliriz. Lüks otomobiller içinde, asfaltı eriten öğle sıcaklığıyla adeta dalga geçiyor gibiyizdir. Dönemsel ya da iklimsel rahatsızlıklar önleyici antibiyotikler sayesinde bize vız gelir. Böylelikle doğa, insanla baş edemeyeceğini anlayacak ve haddini bilecektir.

Doğa fobisine ve çevre alerjisine merhaba!

Tabii hayat ve çevreye karşı ilgisizliğimizin bugün vardığı nokta, vücudumuzda bile alerjik tepkiler uyandırıyor olmalarıdır. Maalesef zihinsel ve sinirsel algılarımız artık normal olana anormal tepki vermeye başladı. Örneğin ağaçlık alana giren özellikle çocuk ve gençler için polen alerjisinden sinek-böcek ısırmasına, baş ağrısından enfeksiyon hastalıklarına birçok tehlike söz konusu. Yapay gıda ve ortama alışan metabolizma için örneğin katıksız yoğurt veya tereyağı mide bulandırıcı bir etkiye sahip onlar için. Basit bir doğa yürüyüşü dahi tansiyon ve baş dönmesini tetikliyor. Bu durum artan düzeyde gelecek kuşakları doğadan ve doğal olandan daha fazla kaçınma kısırdöngüsüne sokacak.

Page 20: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

ilim TEMMUZ-AĞUSTOS 2018 Sayı: 3120

1. İnsan-toplum ve insan-doğa ilişkisi açısından çevrenin ne demek olduğuyla başlayalım. Kimileri canlıların doğayla ilişkisi, kimileri bireyin kendi dı-şında tüm varlıklarla ilişkisi şeklinde tanımlıyor çev-reyi. Doğal, kentsel ya da toplumsal çevre gibi kulla-nımlar yanında sizce çevre denince bir Müslümanın zihninde ne canlanmalı?

Evet, tanım çok önemlidir. Kavram düşüncenin kolon-kirişleri mesabesindedir. Kelimeler kavramla-rı, kavramlar düşünceyi oluşturur. Özellikle nispeten yeni bir disiplin olması hasebi ile çevreden tam ola-rak ne kastedildiği daha da önem kazanıyor. Çevrenin ne olduğu, kapsamı içine nelerin gireceği konusunda bir kavram kargaşası olduğu bu alanın ilgililerince malumdur. Burada tam olarak ne anladığımızı ortaya koymak gerekir. Çevreyi insanın kendi dışındaki bütün mahlûkatı içine alacak şekilde, kapsamı geniş bir ta-nımlama en doğru olanıdır. Kısaca insanı çevreleyen her şey diyebiliriz. Böylelikle saydığınız doğal, kentsel, toplumsal bütün unsurları içine almış olur.

Çevre denilince sadece doğal çevrenin kast edil-mesi şeklinde yaygın bir yanılgı var. Hâlbuki insanın çevresi kendisiyle başlar. İnsanın en yakın çevresi kendisidir. Ruh bilincin çevresi, beden de ruhun çev-residir. İnsanın bedeninde yaptığı değişiklikler (estetik ameliyatları) insandaki çevre probleminin en belirgin, fakat en fazla göz ardı edilen tarafıdır. Hâlbuki çev-re probleminin ilk kendini gösterdiği yer kişinin kendi bedenidir. Bedeni üzerinde sınırsız özgürlüğe sahip olduğunu düşünen insanların (dış) çevrelerine karşı sorumlu davranmaları beklenemez. Çevre sorumlulu-ğu bedenden başlar.

Bazı kimseler iç çevre - dış çevre şeklinde ayrıma gider. İç çevreyi; bilgi, anlam, düşünce, duygu ve sanat

çevresi olarak; dış çevreyi ise doğal, ekonomik, politik ve toplumsal çevre şeklinde alt alanlara ayırır. Ne var ki bu ayrım insanla çevresi arasında bir hiyerarşinin var olduğu ve kendi içinde insana yakın olduğu nis-pette bir önem derecesi bulunduğu şeklinde bir yanlış anlaşılmaya sebebiyet verebilir. İnsanın çevresiyle iliş-kisinde sorumluluk derecesi eşit mesabededir. Aksi halde çevre kelimesinin Türkçedeki kullanımını dik-kate alarak insanı merkeze koyan (antraposantrik) bir yanlış anlayışa kapılırız ki bu da insan-çevre ilişkisini en baştan tarumar eden, çevreyi nesne olarak görme yanılgısına mahal verecektir.

Hâlbuki özellikle düşünce planında çevre proble-minin kaynağı çevreyle özne-nesne ilişkisi kurmaktır. İnsan-çevre arasında ontolojik hiyerarşi kurulduğu müddetçe çevre probleminin çözümlenmesi neredey-se imkânsızdır. İnsan ve çevre ilişkisini özne-nesne ilişkisi değil de bir bütünün parçaları olarak görmeyi, mahlûkatı kendine eş/eşit, hatta kardeş olarak kabul etmeyi, insanın çevreye karşı sorumluluğunun hem te-orik hem de pratik çözümü olarak görüyorum. Bu az önce belirttiğimiz gibi kavramları ve onlara yüklediği-miz anlamları yeniden tespit etmeye bağlıdır. Ezcümle çevre, insanın kendi dışındaki bütün varlığı ifade eden bir kavramdır.

2. Temel bir anlayış ikame etme adına tabiatın va-hiy naslarında nasıl yorumlandığına geçelim. Bizim teolojimizde doğa nasıl bir mana ve ehemmiyete sa-hiptir?

Her şeyden önce şunu tespit etmemiz gerekiyor: Kuran ayetleri (özellikle hüküm ifade eden ayetler) ol-gusaldır. Belli bir durum ve bağlam neticesinde na-zil olmuştur. Ortada toplumsal düzeyde bir problem olmadan konuyla ilgili bir ayetin nazil olduğuna pek

ÇEVRE BİLİNCİÜZERİNE SÖYLEŞİ

Sorular ve Düzenleme: Adem Özçelik

Muhammed Yazıcı Hoca ile

Page 21: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

العلم21 شوال - ذى القعدة 1439 العدد 31

rastlamıyoruz. Bu olgusallık Kuran’ın nazil olduğu dönemlerde olmayan, sonradan ortaya çıkmış bir dizi problemi de gündeme getirmiştir. O günkü dünya bu-günle tanınmayacak derecede farklı. Aslında üç yüz yıl önceki dünya ile bin üç yüzyıl önceki dünya arasında çok büyük farklılıklar gözlemlenmez. Fakat Aydınlan-ma denilen tarihin kırılma döneminden bugüne çok köklü değişiklikler meydana geldi. Özellikle çevre ko-nusu çok kısa bir zaman öncesine kadar hiçbir açıdan tartışılma ve çözüm üretilme ihtiyacı hissedilmeyen bir alandı. Tam da bu nedenle geleneksel dünyada izine rastlamadığımız yeni bir mecra olması itibarıy-la yenidünyayı eskisinden ayıran epistemik işaret taşı görevi görür. Hatta ilk çevre teorileri ve ilgili bilimsel çalışmaların tarihi en fazla 50 yıl geriye götürülebilir.

Böyle bir durumda Kuran ve sünnette bugünkü an-lamda çevre meselesine çözüm üreten naslar bulmak mümkün değil. Bugün bile bir disiplin olarak çevre ko-nusunun temel kavramları ve kavramların kapsamla-rıyla alakalı muğlaklık giderilmiş değil. Yine de Kuran ayetlerinden ve Hz. Peygamberin söz ve uygulamala-rından işaret yoluyla İslam’ın çevreyle ilgili genel tutu-munu ortaya çıkarabiliriz. Çünkü bugünkü gibi bir bilim alanı olmasa da özellikle doğal çevre hem teolojinin hem de felsefenin konusu olmuştur. Neredeyse bütün dinler gaybî inanç esaslarını kozmolojiye dayandırmış ve tabiattan deliller sunarak ispat etme yoluna gitmiş-lerdir. Kuran çok yerde Allah’ın kozmik kudretine atıfta

bulunarak bütün tabiatın Allah’ın ayeti (kevnî ayetler) olduğunu söyler. Ayrıca bugün de ekolojistler çevre meselelerini din bağlamında ele alıyorlar. Allah, insan ve kâinat ilişkisi insanın çevresiyle münasebetini belir-lemede önemli rol oynar.

Çevre meselesini teolojiden bağımsız ele almak imkânsız olmakla beraber, sorduğunuz anlamda, dinin bizzat bu meseleye, bugünkü problematik haliyle çö-zümler sunması dinden beklenemez. Çevre meselesi-ne dair naslara dayanarak yapılan yorum ve çözümler, istinbat yoluyla nasları bugünkü meselelere çözüm arayan bir gözle tetebbu edip oradan ilkeler devşirme üzerinden olacaktır. Çevre meselesinin epistemik di-ğer kaynağı olan felsefede de aynı metot izlenmiştir. Mesela Aristo’nun hayvanların varlık amaçları insana hizmet etmektir şeklindeki görüşü bugünkü ekoloji teorisine kaynak teşkil edecek bağlamda ve bu mak-sada uygun olarak söylenmemiş olmamasına rağmen bugünden geriye dönük bir okumayla çevre ile ilgili yapılmış istinbatı ifade eder. Aslında zaman içerisin-de inanç alanında somuttan soyuta doğru, ahlakta sı-nırların genişlemesi şeklinde bir ilerlemenin olduğunu gözlemlemek mümkün. En eski ahlakî ilkeler insanın insana karşı sorumluluklarını telkin ederken daha sonra bunların insanın topluma karşı sorumlulukları-nı içine alacak şekilde geliştiğini görüyoruz. Sonraları bu sınırlar başka toplumları da içine alacak keyfiyette büyüyor.

Page 22: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

ilim TEMMUZ-AĞUSTOS 2018 Sayı: 3122

Modern öncesi dünyada uluslararası düzeyde mil-letlerin birbirlerini ilzam edecekleri bir küresel düzen yokken artık toplumların kendi dışındaki toplumlara karşı belli sorumluluklar yüklendiğini yeni bir düzene geçildi. Mesela Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’in yerine bir koç kurban etmesi, eski dünyanın geleneksel in-san kurban etme ritüeline karşı bir başkaldırıyı temsil eder. İşte çevresel ahlak sınırlarının bir çember daha genişleyerek insan dışındaki bütün varlıkları içine ala-cak şekilde geliştiğinin bir göstergesi. Elbette burada ilerlemeci bir tarih anlayışını benimsediğimiz gibi bir yanlış anlaşılmaya mahal vermeyelim. Lakin özellik-le ötekinin hakkını gözetme konusunda insanlığın tekâmül yaşadığı bir gerçektir. Her şeye rağmen bu, insanın sürekli daha ahlaklı olmaya doğru bir gelişme yaşadığı anlamına gelmez. Burada ahlakın dışında bir-çok faktörün etkili olduğunu söylemek gerek.

Naslarda tabiatın nasıl ele alındığı meselesine ge-lecek olursak, az önce bahsedilen Kuran ayetlerinin doğru anlaşılmasında dikkat etmemiz gereken usulleri göz önünde bulundurarak şunu ifade etmeliyiz: Yeni-çağa kadar geleneksel felsefî düşünce usulü sürekli tümeller ve kategoriler yani soyut şeyler üzerine akıl yürütürken, Kuran sürekli tikeller ve somut nesneler üzerinde düşünmeyi emretmiştir. Mütemadiyen insa-nın bakışını tabiattaki harikulade olaylara, astronomik gelişmelere, hatta karıncaya, eşeğe, deveye, dağa ve çayıra yönelmeye teşvik etmiş, onun ilgisini hep tabi-ata çevirmiştir. Kuran’ın bu emri (ki bunun inşaî değil irşadî olduğu kabul edilmiş) yeniçağda felsefî düşünce-nin değişmesi ve yeni bir metotla artık somut maddî varlıklar deney ve gözleme dayalı bilgi üretme biçimini oluşturur. Buna rağmen bu yeni metodu Müslümanlar değil, Batılı ilim adamları keşfetmiş ve ilk defa onlar bunu yeni bir düşünme usulü olarak yerleştirmişlerdir.

Üzücü ki bütün yönleriyle köklü bir dinî ortama sahip olmayan bir dünyada bu metot, tabiata hayatın anlamını keşfetmek, varlığın hikmetini kavramak için değil de temellük duygusuyla, daha rahat yaşamak ve iktidar alanını genişletmek için varlıkla düşmanca ilişki kurmayla sonuçlandı. Keşfetme ve ibretle temaşa et-menin yerini ele geçirme ve onu dünyevî amaçlara alet etme aldı. Adeta tabiata savaş açıldı yeni düzende. Buna rağmen bütün sorunun modern dönemdeki bu değişimden kaynaklandığını, hatta bugünkü bilimsel ve teknolojik gelişimin doğaya karşı verilen savaşın kazanılmasıyla elde edildiğini söylemek doğru değil. Çünkü geleneksel ahlak kuramlarının da bu anlamda holistik bakış açısıyla bir ekosistem oluşturdukları söylenemez. Az önce ifade ettiğimiz gibi geleneksel anlayış tabiatı Allah’ın varlığının bir delili olarak gör-meye teşvik etmiş, ona ibretle bakmamız istenmiştir. Kuran’ın nüzül döneminin hemen her aşamasında bu tarz ayetlere rastlamaktayız.

Genelde Kuran’da yeryüzünün ve olanaklarının in-sana musahhar kılındığını ifade eden ayetler nazara verilerek bunun üzerinden insan-doğa ilişkisini insan merkezli kılmak ve insanın doğaya egemenliğini teyit etmek amaçlanıyor. Hâlbuki bu ayet-i kerimeleri statik varlığı yani Allah’ın emrinden çıkma istidadı olmayan mahlûku, kendisine irade verilmiş olan insana örnek olarak verildiği şeklinde düşünmek mümkündür. San-ki insana tabiat kardeşi örnek gösterilmiştir. Ayrıca Kuran’ın aksi istikamette, doğanın insanın üzerinde egemen olduğunu onlarca doğal felaketlerle helak ol-muş kavim kıssalarını anlatan ayetlerle birlikte tefek-kür etmek gerekir. Bu iki grup ayeti birlikte düşündüğü-müzde aslında Kuran’ın vermek isteği mesajın insanın doğayla güç ve iktidar yani etken ve edilgen ilişkisi değil, yatay kardeş ilişkisi kurması gereği olduğu an-laşılıyor. Eğer bu şekilde davranırsa doğanının onun

Page 23: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

العلم23 شوال - ذى القعدة 1439 العدد 31

hizmetinde olacağı, aksi durumda doğanın felaketine maruz kalacağını ifade ediyor ilgili naslar.

Doğanın insanın hizmetinde olmasından kastedilen şey de asla bir üstünlük ve tahakküm değil, karşılıklı birbirini tamamlama ve tamam olma durumudur. Ay-rıca hadislerde Hz. Peygamberin hayvana eziyet ede-ne Allah’ın lanet edeceğini bildiren sözler mevcuttur. Hâlbuki hayvana eziyet etmenin bir cezaî müeyyidesi daha iki yıl öncesine kadar yasalaşmış bile değildi. İs-lam bu konuda yeryüzündeki bütün ahlakî mülahazala-rın üstünde en evrensel değerleri vaz etmiştir.

3. Kuşkusuz ekoloji ve çevre sorunları hızlı sana-yileşme, kentleşme, bilim ve tarım devrimi olgularıy-la beraber dünyanın gündemine girdi. Siz bu küresel dönüşümlerin doğurduğu çevresel krizi nasıl değer-lendiriyorsunuz?

Söylediğiniz gibi hızlı sanayileşme, kentleşme ve bilim devrimi gibi yenidünyayı oluşturan olgularla gün-demimize girdi çevre sorunu. Bu saydığımız gelişmeler bizzat problemin kaynağını oluşturuyor. Zaman olarak aynı döneme denk gelmesi tesadüfi değil, bizzat dün-yayı güzelleştirdiği zannedilen bu gelişmelerin ortaya çıkardığı yaşamsal problemler. İlk çevre problemleri İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra baş göstermeye baş-ladı. Bundan hemen sonra çevre etiğiyle ilgili hem ilmî çalışmalar hem de pratik çözüm üreten ve bu konuda farkındalık oluşturmaya çalışan sivil toplum hareket-leri başladı. Bütün bu çabalara rağmen dünya çevre ahlakı konusunda sürekli geriye gidiyor. Çünkü ideal çevre bilincinin ihmal edilmesinin insana kısa vadede bir zararı dokunmuyor.

Bundan dolayı fertler üzerinde yeterince uyarıcı etki bırakmıyor. Hatta özellikle uzak çevreye olan so-rumluluklarımızın dolaylı olduğu insanın ahlaki duru-mun şimdi ve burada ile sınırlı olduğu yani kendisinden

sonra oluşacak ve kendisinin dolaylı olarak katkısının bulunacağı bir sonuçtan direk olarak sorumlu olmaya-cağını telkin eden etik öğretiler bile mevcut maalesef. Mesela kimyevi maddelerden yapılmış makyaj malze-melerinin ozon tabakasını deldiğine dair çok net bilim-sel veriler varken, bir insanın böyle bir sorumluluğa muhatap olmayacağını iddia etmek kabul edilemez. Evet, komple o problemden doğacak günah tek bir ki-şiye yüklenemez, fakat hissesine düştüğü kadarından sorumlu olur.

Aslında İslam’ın toplumsal yasalarının tamamı böyledir. Tek bir kişi o yasayı ihlal ettiğinde onun te-siri hemen kendini göstermez, lakin totalde bütün bir toplumu etkileyeceği için yasak kılınmıştır. İçki yasağı, örtü emri böyledir mesela. Tek bir kadının uygunsuz kıyafetle dolaşması toplumu doğrudan bozmasa da ahlakî erozyona bir kişi miktarınca katkısı olur. De-nizi kirletmek gibidir. Bir kişinin bir denizi kirletmesi imkânsızdır, fakat denizi korumanın yolu fertlerin buna riayet etmesine bağlıdır. İslam’ın sosyal yasaları çev-re ahlakı bağlamında ele alınabilir. Bu yasalar çevre bilincini güçlendirmek ve çevreyi koruma maksadına matuftur.

Gerçekten de dünyada her gün yüzlerce hayvan ve bitki türü yok oluyor. Son yüz yılda yüz yirmi bin hek-tarlık orman yok oldu. Bu yeryüzündeki ormanların ne-redeyse yarısını oluşturuyor. Dünyanın en verimli arazi-leri erozyona uğruyor. Nehirler kuruyor. Yüz bine yakın çeşit deniz canlısının nesli tükeniyor. Nükleer tesisler ve kimyevî çalışmalar ozon tabakasını deliyor. Mevsim değişikliği artık ihtiyar kürenin her yerinde rastlanan bir durum. Yenidünyanın hayatı kolaylaştırdığı zan-nedilen teknolojik imkânları tam bir illüzyon. Burada korkunç bir aldatma var. En basitinden Modernizm ön-cesi dönemde fakir-zengin herkes gökyüzünü görme, bir denizin kenarında dinlenme, bir dağın yamacına

Page 24: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

ilim TEMMUZ-AĞUSTOS 2018 Sayı: 3124

küçük de olsa bir ev yapma imkânına sahipti. Dikka-tinizi çektiyse, bu şeylere sahip olanlar bugün zengin olarak isimlendiriliyor. Kuran’ın ifadesiyle kendi elleri-mizle kendi dünya evimizi perişan ettik.

Yeri gelmişken bizzat şahit olduğum bir meseleyi kısaca burada zikretmek isterim. Bulunduğum ortam-da birinin malî durumu konuşulurken şahıs hakkında müstakil villası olduğu söyleniyor, denildi. Mecliste o şahsı tanıması pek beklenmeyen biri araya girerek villa denilen şeyin babadan kalma tek katlı bir ev olduğunu söyleyince enteresan bir durum ortaya çıktı. Yaklaşık otuz yıl önce herkesin sahip olduğu tek katlı, bahçeli müstakil ev bugün villa olarak kabul ediliyor. Hâlbuki içinde bulunduğumuz bu durumu yadırgayarak evle-rimizi müteahhitte verip o cennet mekân evlerimizin yerine duruşuyla bile ahlakımızı bozan koca, kibirli bi-nalar yaptırdık ve o beton kümeslerden iki daire aldık. Otuz yıl sonra geldiğimiz yer otuz yıl önceki halimizi zenginlik olarak ifade ettiğimiz bir yer oldu. Eski dün-yada fakir de olsa herkesin yeryüzünde yaşayacağı bir ev ve istisnasız herkesin faydalandığı güneşi, rüzgârı ve yağmuru vardı. Oysa bugün doğan çocukların %70’i bir karış yere sahip olmadığı bir dünyaya gözlerini açı-yor. Bugün fakirlerimiz güneş almayan, rutubetli bod-rumlarda yaşıyor. Eski dünyanın fakirinin sahip olduğu doğal nimetlerden bile mahrum.

4. Bahsettiğiniz krizi aşmak için yeşil ekonomi, doğaya uyumlu kalkınma gibi iktisadî hamleler yeter-li mi yoksa daha derinde ontolojik, bütüncül bir hayat anlayışına mı ihtiyacımız var?

Sorduğunuz konuda iki çeşit mülahaza gözlemle-niyor: Bir kısım uzmanlar sanayinin gelişmesiyle birlik-te üretimin seri hale gelmesinin çevresel felaketlerin sebebi olduğu söylerken diğer bir kısım bütün çev-resel problemlerin daha derinde teolojik ve ontolojik

problemler olduğunu ileri sürer. Bu ikinci kısım ekolo-jistler doğayla özne-nesne ilişkisi kuran her türlü teo-lojik ve ekolojik düşüncenin yerini, tüm canlı varlıkların birer yaşam öznesi olarak eşitleneceği yeni bir teolo-jiye dayalı evren anlayışına ihtiyaç olduğunu iddia edi-yor. Aslında ikisinin de doğru olduğu taraflar var. Mo-dernite ve olanaklarının hayatın bütün alanlarına çok hızlı bir şekilde girmiş olması büyük bir kargaşaya se-bebiyet verdi. Bunun etkileri en çok da kentsel çevrede kendini göstermiştir. Oysa biz doğanın bir parçasıyız. İnsan mükemmel ağaçtır, gelişmiş yapraktır, bilinçli topraktır, hareket eden çiçektir, akıl yürüten böcektir, elmanın tekâmüle uğramış halidir. Elbette dikey bir zaman çizgisi üzerinde gerçekleşmiş bir gelişimden bahsetmiyorum. Yatay bir evrim söz konusu.

Buradan anlıyoruz ki doğayla ilişkimizi yeniden kurmamızı sağlayacak bütüncül doğa felsefesine ihti-yaç var. Genelde bu alanda kalem oynatan, doğayı ko-rumak için bir şeyler yapmanın derdinde olan insanlar, pratikte doğru yerde olsalar da sağlam bir düşünsel altyapıya sahip olmadıklarını kurdukları cümlelerden anlamak mümkün. Mesela “doğayla verdiğimiz savaşı kazanırsak kaybetmiş olacağız” sözü aslında doğayı korumayı amaçlayan, hatta iyi niyetle sarf edilmiş ve dilden dile dolaşan bir cümle, ama daha yakından bak-tığınızda, aslında doğayı korumayı yine insanı merkeze alan bir bakış açısıyla yani bencilce bir zihin yapısıyla gerçekleştiriyor. İşte bu mantık doğayı koruyor gibi gö-rünse de doğayla ilişkisini bu düşünsel zeminde ele al-dığından dolayı uzun vadede doğayı daha fazla tahrip ediyor. Hâlbuki gerçek erdem insanın hiçbir menfaati-nin bulunmadığı kişi ve olaylardaki tavrında ortaya çı-kar. Bizim doğayla iyi olmamız bir sebep-sonuç zinciri-nin dışında gerçekleşmelidir. Sadece pratik yetmediği gibi sırf işi teoride bırakmak da doğru değildir.

Page 25: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

العلم25 شوال - ذى القعدة 1439 العدد 31

Sonuç olarak, insan önce kendisine, sonra çevresi-ne yabancılaşmıştır. İnsan bilmediği, yabancısı olduğu şeyin düşmanıdır. Bütün çevresiyle (kendisi de dâhil) düşmanca iletişim kurmasının sebebi budur. Özellikle kentsel çevredeki bozulma, insan ırkının sonunu geti-recek bir felaket. Kentsel çevrenin insanın ruhsal ha-yatında etkisi inkâr edilemez. Dikkat edin, şehri insan yapar, toplumu ise şehir yapar. Bugün kentsel çevre dediğimiz sokaklar ve caddeler Müslümanca yaşama-ya manidir. Bütün apartmanların altını mescit yapsa-nız, yine de orada din yaşanamaz. Doğadan kopuk ya-şanan bir hayatın dinî bir hayat olması düşünülemez. Çünkü din fıtrattır. Fıtrat ise ilahi format. Sonuç olarak önce doğayla ilişkimiz doğal olmalı.

5. Fertlere düşen görevler sorusuyla söyleşiyi noktalayalım. Bugün Müslümanca bir çevre için at-mamız gereken pratik adımlar nelerdir hocam?

Müsaadenizle kentsel çevre ve dinî duyarlılık ko-nusuna dair bir noktaya daha temas ederek bu soru-nuza cevap vereyim. Aliya’nın çok güzel bir sözü var: Dindarlık şehrin büyümesinde azalır. Çünkü şehir ne kadar büyürse üzerindeki gök o kadar ufalır, der. Şe-hirde yaşamayı biz seçmedik, ona maruz kaldık. Bir kader mahkûmuyuz bu bakımdan. En azından şehir hayatından sıyrılarak doğayla iç içe vakit geçirebi-leceğimiz zaman ve ortam oluşturma gayretimiz ol-malı. Gerçekten şehirde gördüğümüz şeylerin tama-mı insan ürünü. Eser müessiri gösterir. Çiçek, ağaç ve toprakla temas ne kadar az olura, insan özünden o kadar uzak olur. Yine Aliya’nın tabiriyle, duman, beton, teknik ve teknoloji ne kadar çok olursa, biz o kadar az şahsiyet, fakat o kadar da kitle oluruz. Unutmamamız gereken şudur: Tabiattan uzaklaştık-ça kendi tabiatımıza da yabancılaşıyoruz. Genelde insan yabancının düşmanıdır. En uzak doğaya kadar çevresine düşmanlığı kendine düşmanlığıyla başlar.

Özellikle kentsel çevre, donuk ve sabit gibi görünür, fakat insanın ruhunu kent biçimlendirir.

Evet, bütün mahlûkatın insana uygun yaratılmış ol-duğu çok açık. Yeryüzündeki binlerce nimet ve lezze-tin ayrı ayrı damağımızda tadının olması düşünmeye değer bir husus. Allah ağzımıza öyle bir barkot sistemi yerleştirmiş ki birbiriyle alakası olmayan iki meyveyi ağzımıza koyduğumuzda, onları birbirinden tefrik ede-biliyoruz. Bu ağız dediğimiz organın elmadan çok da bağımsız olmadığını gösterir. Yine tabii insanın eşref-i mahlûk, yani kendi dışındaki canlılardan üstün olması onlara tahakkümünü gerektirmez. Bizim üstünlük mev-zusundaki anlayışımız böylelikle ortaya çıkıyor. Bir şe-yin bir şeyden üstün olması, onun üzerinde tahakküm hakkını iktiza ediyor gibi yanlış bir anlayış var. Aynı şekilde büyük olmak güzel olmaya özdeşmiş, daha güzel olması daha büyük olmasına bağlıymış gibi an-laşılıyor. İnsanın bir üstünlüğü olduğu doğrudur. Fakat bu kaçınılmaz şekilde hiyerarşik bir üstünlük anlamına gelmiyor. Aksine insanın kâinattaki baş sorumluluğu-na dikkat çekiyor.

Demek oluyor ki yediğimiz gıdalardan kullandığı-mız eşyalara ne kadar tabiî yaşarsak, o kadar çevreye uyumlu davranmış oluruz. Bunun diğer ifadesi, kulluk özümüze işlenmiş fıtrat sistemi uyarınca söylem ve eylem geliştirmektir. İnsan tabiattan uzaklaştığı kadar fıtrî kulluk özünden de uzaklaşıyorsa eğer, milyonlar-ca canlısıyla konuğu olduğumuz şu ibretamiz kâinat misafirhanesinde çevreye duyarlı şekilde konaklamak, en az günlük ibadetlerimiz kadar büyük bir mükellefi-yettir. Rabbimiz cümlemizi, Kuran ayetlerinden nasip-lenmeye engel kalp mühürlenmesinden koruduğu gibi kâinat ayetlerine karşı bahtsız körlükten muhafaza buyursun. Amin.

Page 26: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

ilim TEMMUZ-AĞUSTOS 2018 Sayı: 3126

Tüm canlıların sağlıklı bir yaşam sürdürebilmeleri için temiz bir çevreye ihtiyaçları vardır. Temiz bir çevre ise,

doğanın tüm güzelliklerini korumak ile mümkündür. İnsan düşünme yetisi ile dünyadaki tüm canlı ve cansız varlıkların en üstünüdür. Böyle bir özelliğin gereği olarak elbette bazı mesuliyetler hâsıl olmakta. Bunlardan biri doğayı olabildiğince muhafaza etmektir. İnsan doğayı korursa doğa da insanı korur. Düşünen bir mahlûk olarak bizlerin yapıcı, onarıcı ve ıslah edici özellikleri bulundurması zorunludur. Aksi insanın yapısına ters düşer. İnsani özelliklerinden soyutlanan kişinin, otlak bir arazide otlayan sürüden farklı olduğu söylenemez. Varlığı ispatlanmakla beraber insani özellikleri münazaraya açıktır.

Her konuda bizlerin yolunu aydınlatan yüce dinimiz, bu konuda da bizlerin rehberi olmaktadır. Bu yazımızda Allah’ın bu kâinattaki düzeninden, doğanın mükemmelliğinden ve insanların birbirleri ile olan ilişkilerinden bahsetmeye çalışacağız. Hadi konumuza geçelim.

Nizamı Âlem

“Allah, gökleri gördüğünüz herhangi bir direk olmadan yükselten, sonra Arş’a kurulan, güneşi ve ayı buyruğu

altına alandır. Bunların hepsi belli bir zamana kadar akıp gitmektedir. O, her işi (hakkıyla) düzenler, yürütür, ayetleri ayrı ayrı açıklar ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız. O, yeri yayıp döşeyen, orada dağlar, nehirler meydana getiren, orada her türlü meyveden (erkekli-dişili) iki eş yaratandır. O, geceyi gündüze bürüyor. Şüphesiz bunlarda, düşünen bir topluluk için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.” (Rad, 13/2, 3)

Güneşin geceyi, gecenin güneşi örtmesi, aynı yağmurdan farklı nebatat çıkması, onca gezegenin birbirleri ile çarpışmaması insanı hayretler içinde bırakmakta. Her şeyden önce şu koca kâinat müşahede edilmeli. Elbet böyle bir sistem, kendi kendini meydana getiremez. Vicdanın sesini dinleyen her kişi, Allah’ın varlığının ispatını bununla yeterli kılar. Akılların idrak edemediğini akıl meydana getiremeyeceğine göre veya varlıklar kendi kendinin yaratıcısı olamayacağı için mutlak bir yaratıcının varlığı zorunlu hale gelmekte.

“Arzı da yaydık, oraya sağlam dağlar yerleştirdik, orada her türden ölçülü ürünler bitirdik.” (Hicr, 15/19) Allah yeryüzünü yaymakla aslında canlıların yeryüzünde ziraat yapmasını,

İslam AhlakındaÇevre BilinciFatih Yazıcı

Page 27: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

العلم27 شوال - ذى القعدة 1439 العدد 31

dolaşmasını, barınmasını kolaylaştırmıştır. İbn Abbas’a göre, Allah Teâlâ yerküreyi su üzerine yaydığı zaman, o gemi gibi oldu ve onu ağır dağlarla demirledi ki içindekileri denize dökmesin. (İbn Kesir) Son olarak rızkımızı temin edebilmemiz için ürünler bitirdi. Aynı yağmur ile yıkanan ürünler farklı meyve ve sebzeler vermekte. Ve en önemli olanı hepsi belli bir ölçü ile büyümekte. Ne yaşam alanlarını kısıtlayacak kadar çok ne de görülmeyecek kadar küçük. Hepsi bir intizam içinde.

“O (Allah) göğü yükseltti ve dengeyi koydu. Sakın dengeyi bozmayın” (Rahman, 55/7, 8) Bu öyle bir yaratıcı ki her şeyi bir denge ve adalet döngüsü ekseninde cereyan ettiriyor. Kâinatta ki her şey sırasınca, disiplin içerisinde görevini bihakkın yerine getirmekte. Peki, insan? Dünyanın birçok farklı beldesinden doğal afet felaket haberleri almaktayız. Acaba bu felaketlerin insanın fiiliyatından olduğunu hiç düşündünüz mü? Yukarıda geçtiği üzere Rahman suresinde Allah dengeyi bozmamamız hususunda bizleri uyarmıştı.

Bunun peşi sıra Rum suresinin 41. ayetinde bakın ne buyurmakta; “İnsanların kendi işledikleri kötülükler sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Yanlıştan dönmeleri için Allah yaptıklarının bazı kötü sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır”. Yeryüzünün yegâne hâkimi Allah’tır. Allah’ın bu hükümranlığına başkaldırmak ise isyandan başka bir şey değildir. Allah ise onları bu felaketler ile uyarmaktadır. Bu ölçüyü bozmak hiçbir canlının haddi değildir. Emanet olarak bulunduğumuz şu yerküre içinde üzerimize düşen görevleri hatırlamalıyız.

Yaratılış Gayemiz; Sorumluluk ve Duyarlılık

Öncelikle her insan unutmamalıdır ki biz bu âlemde geçiciyiz. Hem bu âlemde emanetiz hem de emanetçiyiz. Emanetiz, çünkü bizim asıl varış noktamız ahiret. Ayrıca emanetçiyiz, zira şuan elimizin altında olan her şey Allah’ın. Lokman suresinin 20. ayetinde buyurulduğu gibi kâinattaki her şey bizim emrimize sunuldu. Faydalanmamız için bizim emrimize verilen bu nimetlerin başında hava, su ve toprak gelmektedir. Usulüne uygun kullanılmadığı vakit

emanete ihanet edilmiş olunur. Aynı zamanda kirletilen hava, su veya toprak hem canlıları hem de bitkileri menfi yönde etkilediği için kul hakkına girilmiş olunur.

Okulda, yurtta veyahut devlet işlerini idare ederken kimse kurallara uymaz ise nasıl bir sonuç çıkacağını az çok tahayyül etmişsinizdir. Aynı durum çevremiz için de geçerlidir. Çevremize karşı vazifemizi yerine getirmezsek, ölüm sayılarını totale vurduğumuzda katbekat arttığını göreceğiz. Hastalıkların önü kesilemez hale gelecek. Çin’de olduğu gibi kirli havayı teneffüs etmemek için maskeler ile dolaşacağız.

Peygamber Efendimizin uygulamalarına ve hadislerine baktığımızda çevreye gösterdiği hassasiyeti açık ve nettir. Çevreye zarar veren kimseler için bir hadisinde şöyle buyurmaktadır; “Her kim sidre ağacını keserse, Allah onu başı üzeri cehenneme atsın.” (Ebu Davut) Sidre ağacı canlıların çölün sıcağından kaçıp gölgesine sığındığı bir ağaçtır. Kim boş yere, bir hiç uğruna bu ağacı keserse Peygamberimiz ona cehennemi yakıştırmakta. Peygamber Efendimiz şayet ağaç kesmek durumunda kalınırsa yerine başka ağaç dikilmesini de öğütlemiştir. (Fütûhu’l-Büldân)

Allah Nur suresinde tüm canlıları sudan yarattığını buyuruyor. Rabbimiz yeryüzündeki en değerli mahlûkunu sudan yaratarak, suya ne kadar değer verdiğini gözler önüne sermekte. Susuz bir gün bile geçiremezken suya olan sorumluluklarımızı hiç düşündünüz mü? En önemli sorumluluğumuz ona şükretmektir. Zira gökten gelen bu su acı da olabilirdi veya hiç olmadığını düşünün. Bize bu kadar tatlı suları veren, bizi bu kadar kıymetli nimetlere nail buyuran Allah’a daima kullukta, şükrümüzü sunmalı değil miyiz?

Peygamber Efendimiz ihtiyaç dışında ağaç kesenleri lanetlerken suyun israfını da haram kılmıştır. Sad bin Ubade bir gün Peygamber Efendimizin yanına geldi ve hangi sadaka daha hayırlıdır diye sordu. Peygamberimiz ise “Sudur” cevabını verdi. Buna benzer birçok hadis mevcuttur. Peygamber Efendimiz bizlere suyun büyük

Tüm canlıların sağlıklı bir yaşam sürdürebilmeleri için temiz bir çevreye ihtiyaçları vardır. Temiz bir çevre ise,

doğanın tüm güzelliklerini korumak ile mümkündür. İnsan düşünme yetisi ile dünyadaki tüm canlı ve cansız varlıkların en üstünüdür. Böyle bir özelliğin gereği olarak elbette bazı mesuliyetler hâsıl olmakta. Bunlardan biri doğayı olabildiğince muhafaza etmektir. İnsan doğayı korursa doğa da insanı korur. Düşünen bir mahlûk olarak bizlerin yapıcı, onarıcı ve ıslah edici özellikleri bulundurması zorunludur. Aksi insanın yapısına ters düşer. İnsani özelliklerinden soyutlanan kişinin, otlak bir arazide otlayan sürüden farklı olduğu söylenemez. Varlığı ispatlanmakla beraber insani özellikleri münazaraya açıktır.

Her konuda bizlerin yolunu aydınlatan yüce dinimiz, bu konuda da bizlerin rehberi olmaktadır. Bu yazımızda Allah’ın bu kâinattaki düzeninden, doğanın mükemmelliğinden ve insanların birbirleri ile olan ilişkilerinden bahsetmeye çalışacağız. Hadi konumuza geçelim.

Nizamı Âlem

“Allah, gökleri gördüğünüz herhangi bir direk olmadan yükselten, sonra Arş’a kurulan, güneşi ve ayı buyruğu

altına alandır. Bunların hepsi belli bir zamana kadar akıp gitmektedir. O, her işi (hakkıyla) düzenler, yürütür, ayetleri ayrı ayrı açıklar ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız. O, yeri yayıp döşeyen, orada dağlar, nehirler meydana getiren, orada her türlü meyveden (erkekli-dişili) iki eş yaratandır. O, geceyi gündüze bürüyor. Şüphesiz bunlarda, düşünen bir topluluk için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.” (Rad, 13/2, 3)

Güneşin geceyi, gecenin güneşi örtmesi, aynı yağmurdan farklı nebatat çıkması, onca gezegenin birbirleri ile çarpışmaması insanı hayretler içinde bırakmakta. Her şeyden önce şu koca kâinat müşahede edilmeli. Elbet böyle bir sistem, kendi kendini meydana getiremez. Vicdanın sesini dinleyen her kişi, Allah’ın varlığının ispatını bununla yeterli kılar. Akılların idrak edemediğini akıl meydana getiremeyeceğine göre veya varlıklar kendi kendinin yaratıcısı olamayacağı için mutlak bir yaratıcının varlığı zorunlu hale gelmekte.

“Arzı da yaydık, oraya sağlam dağlar yerleştirdik, orada her türden ölçülü ürünler bitirdik.” (Hicr, 15/19) Allah yeryüzünü yaymakla aslında canlıların yeryüzünde ziraat yapmasını,

İslam AhlakındaÇevre BilinciFatih Yazıcı

Page 28: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

ilim TEMMUZ-AĞUSTOS 2018 Sayı: 3128

bir sadaka vesilesi olduğunu göstermekte. Zira bu dünyadaki tüm canlıların ortak içeceğidir ve olmazsa olmazlar arasındadır. Günümüzde de rastladığımız üzere Müslümanlar, özellikle Osmanlı hanedanı gittiği her yere çeşmeler yaptırmaktaydı.

Topluma Karşı Sorumluklarımız

Hepimiz toplum içinde yaşıyoruz. Birlikte yaşamanın gerektirdiği bazı kurallar vardır. Toplumsal kurallar

sosyal yaşamda düzen ve huzuru sağlamak için vardır. Toplumsal kurallarımızın ilkini saygı oluşturmaktadır. Her ne olursa olsun toplumda huzurun sürekliliği için taraflar birbirleriyle saygı çerçevesi dâhilinde ilişkiler kurmalıdır. Saygının ardından ikinci kural ise yardım etmek, muhtaç olana el uzatmaktır. Hep iç içe yaşadığımız için birbirimizden yardımı esirgememek gerekir. Bu yardımlaşma aynı zamanda aramızdaki muhabbetin artmasına vesile olacaktır.

Bir diğer kural ise duyarlı davranmaktır. Çıkmaz sokağa girildiğinde asabiyet çözüm değildir. Geriye dönmeyi bilmeli insan. Sorunlar karşısında üretken davranarak sorunu çözmeye odaklanılmalı. Bazı hataların üstünü örtmeli. Bu anlattıklarımız insanın iç muhasebesi ile ilgili yapması gerekenlerdi. Bir de sorumluluklarımızın dışsal yüzeyi vardır. Bu ikinci kısım daha kolay ama zorlaştıran yine bizleriz.

Sanayilerin yerleşim yerlerinin içinde yer alması, şehirlerin elverişsiz bir şekilde kurulması, yeraltı ve yerüstü doğal zenginliklerin şuursuzca tüketilmesi çevre sorunlarını arttırmaktadır. Sanayilerin şehir merkezlerinden çıkarılıp özel bir muhitte faaliyette olması daha sağlıklı olacaktır. Ve bu sanayilerin atıkları geri dönüşümde değerlendirildiğinde çok daha güzel tablolar çıkabilir.

Topluluklar halinde yaşadığımız için dikkat etmemiz gereken en önemli konu komşuluktur. Komşuluk haklarımız nelerdir?

Komşularımıza Karşı Öne Çıkan Vazifelerimiz

- Çöplerimizi yığın halinde evde biriktirip apartmanın pis kokmasına sebebiyet vermemeliyiz.

- Çöplerimizi rastgele değil çöp kutusuna atmalıyız.

- Geceleri yüksek sesle konuşmamalıyız.

- Televizyonun sesini çevremizdekileri rahatsız etmeyecek şekilde ayarlamalıyız.

- Bulaşık yıkamayı geç saate bırakmamalıyız.

- Selamlaşmayı ihmal etmemeliyiz.

- Güler yüzlü olmalıyız

- Komşumuzu hastalıkta ve sağlığında ziyaret etmeliyiz ve bir tas sıcak çorbayı esirgememeliyiz.

- Başkasının park alanını işgal etmemeliyiz.

- Komşumuzun cenazesi ile ilgilenmeliyiz.

- Arkasından dedikodu yapmamalıyız.

Peki, insan komşusuna tam tersi davrandığında ne olur? Bu soruyu Peygamber Efendimizin hadisleri ile açıklığa kavuşturup yazımızı sonlandıralım;

“Kötü komşudan diriler incindiği gibi ölüler de incinir.” (Keşfül-Hafâ)

“Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse komşusunu incitmesin.” (Buhari)

Peygamber Efendimize; “Falanca kadın geceyi ibadetle geçirir, gündüzleri oruç tutar, çalışır ve sadaka verir. Bir de dili ile komşularına eziyet verir.” dendi. Peygamberimiz ise; ”O kadında hayır yoktur. O cehennemliktir.” buyurdu. Ashap; “Falanca kadın ise farz namazlarını kılar, yağı alınmış peynirleri sadaka olarak verir ve hiç kimseye eziyet etmez.” dediler. Peygamberimiz ise; “Bu kadın cennet ehlindendir.” buyurdu. (Müsned)

Page 29: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

العلم29 شوال - ذى القعدة 1439 العدد 31

Geçtiğimiz yüzyılın son yarısı kuşkusuz “büyüme çağı” olarak tarihe geçecek. Nüfusa bakalım örneğin.

1950’lilerde 2,5 milyar insan yaşıyordu dünyada. 2000 sonrasındaysa bu rakam 6 milyara ulaştı. Bu, 1950’den itibaren insan nüfusu önceki kaç milyon yıldan daha fazla arttı demek. Ekonomideki gelişme daha da göze çarpar durumda. Geçtiğimiz yüzyılın son yarısında dünya ekonomisi yedi kat büyüdü. Bu vurucu özellik yalnızca 2000 yılında, yani tek bir senede dünya ekonomisindeki büyümenin bütün 19. yüzyıl büyümesini aşmış olması. İlerleyen ekonominin talepleri dünyanın karşılayabileceğinden daha fazla olmaya başladı; artık gezegen doğal kapasitesini aşıyor.

Dünya ekonomisi sadece elli yılda yedi kat artarken doğal yaşam destek sistemleri esasen aynı kaldı. Su kullanımı üç kat büyüdü ama buharlaşma yoluyla taze su üretim sisteminin kapasitesi sadece biraz değişti. Deniz ürünlerine talep beş kat arttı ama denizlerden elde edilen sürdürülebilir deniz ürünleri üretimi değişmedi. Fosil yakıt kullanımından yayılan karbondioksit dört kat arttı ama doğanın karbondioksit emme kapasitesi çok az değişti. Sonuçta atmosferde karbondioksit yığılması oldu ve dünya ısısını yükseltti. İnsanlığın talepleri dünyanın doğal kapasitesini aştıkça gıda üretimi artışı daha da zorlaştı. Çevre kullanım eğilimleri değişmezse ilerde global düzeyde sıkıntıların yaşanacağını belirtiyor çevreciler. Aslında 2004 başlarında Çin’in dünya pazarından 8 milyon ton buğday talebi yeryüzündeki tahıl fazlası çağından tahıl kıtlığı çağına geçişin başlangıcı sayılabilir.

Tek kişi düzeyinde beslenme yeterliliğinin, global düzeyde de gıda güvenliğinin temel göstergesidir dünya tahıl üretimi. 1950’den 1996’ya kadar yaklaşık üç kat büyüyen tahıl hasadı 2003’e kadar artış kaydetmeden aynı düzeyde devam etti. 2002’de ve sonra 2003 yılında yine görülen 100 milyon tonluk açık kayıtlara geçen en büyük açık rakamı oldu. Tarım alanı verimliliğinde toprak erozyonunun kümülatif etkileri, tarım arazilerinin çölleşmeyle yitirilmesi ve bu alanlarının tarım dışı kullanıma giderek daha fazla dönüştürülmesi… Bütün bunlar küresel düzeydeki tarımsal işleyiş kaybına katkıda bulunan çevresel eğilimler. Yeni çevresel eğilim halini alan su yüzeylerindeki düşüş ve yükselen ısı ise gıda üretimindeki büyümeyi yavaşlatıyor.

Bunun dışında son yarım yüzyılın büyük kısmının özelliği olan sulamadaki hızlı büyüme de yavaşladı. Ülkelerde sulanan alanlar daralıyor. Artan tahıl talebini karşılamak artık çiftçiler için daha da zorlaştı. Nüfus yılda yetmiş milyon artmaya, tarım alanı verimliliği de yavaşlamaya devam ederse besin kıtlığı, yüksek besin fiyatları ve ortaya çıkan kıtlık politikalarıyla çalkalanabilir ülkeler. Gıda sorunu kısa süre içinde ulusal devletlerin temel sorunu olan terörizmi bile gölgede bırakabilir.

Bugünkü ekonomik yapının dünyadan çok fazla talebi söz konusu. Kuruyan nehirlerde, buzulların erimesinde, erozyona uğrayan alanlarda, azalan deniz ürünlerinde, daralan ormanlarda, otlakların yok edilmesinde, yükselen

Çevresel TükenişinKüresel SinyalleriAdem Özçelik

Page 30: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

ilim TEMMUZ-AĞUSTOS 2018 Sayı: 3130

karbondioksit ve ısı seviyelerinde görülebilir bunun kanıtları. Hepsi dünya gıda beklentisini ters yönde etkileyen yıkıcı çevresel etkiler. Örneğin ısıdaki sıradan bir yükseliş bile kalıcı olarak dağlık alanlardaki yağmuru artırabilir ve kar yağışını azaltabilir. Bunun sonucunda yağmur mevsiminde daha fazla sel meydana gelebileceği gibi, çiftçilerin sulama suyuna ihtiyaçları olduğu kuru mevsimde de nehirleri besleyecek daha az kar olacaktır.

Her yıl saflarımıza eklenen yetmiş milyon insan ve kötü çevre kullanımına paralel olarak artan besin talebi sulama suyunu da katladı. Bu da dünyamızın büyük bir su açığı ile karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Bu açık yeraltı sularının aşırı kullanımı ve düşen su yüzeyleri biçimini aldığından şimdilik algılanmaz halde. Çünkü düşen su yüzeyleri kuyular kuruyuncaya kadar genellikle fark edilmiyor. Şu anlık su çizelgeleri en büyük tahıl üreticisi olan Çin, Hindistan ve ABD gibi dünya nüfusunun yarısından fazlasının yaşadığı ülkeler de dâhil sürekli düşüş halinde. Bir ton tahıl üretmek için bin ton su gerektiğinden gıda güvenliği ile su güvenliği arasında yakın bir ilişki var. (Dünya suyunun %70’i sulamada, %20’si sanayide, kalan %10’u da yerleşimlerde kullanılıyor.) Su düzeyindeki düşüş ısının yükselmesine yol açıyor doğal olarak.

Ürün ekologları büyüme mevsimindeki bir derecelik ısı artışının buğday, pirinç ve mısır verimini %10 azalttığı sonucuna oy birliğiyle vardılar. Son yıllarda dünyanın ortalama ısısı 0,7 derece artmış durumda. 2003’deki örneğinde yoğun sıcak darbesini yiyen bölge Avrupa’ydı. Sekiz ülkede 35 bin can alan ağustos sıcağı batıdaki Fransa’dan doğudaki Ukrayna’ya kadar neredeyse her ülkede tahıl hasadını kuruttu.

Yeri gelmişken konunun endüstrileşmeyle olan boyutunu ifade etmekte yarar var. Yoğun nüfusa sahip ülkeler hızla sanayileşmeye başladıklarında onları ağır biçimde tahıl ithalatına bağımlı kılan üç unsur çabucak gerçekleşiyor: Bir ülke sanayileştikçe ve modernleştikçe tarım alanları sanayi ve konut alanları için kullanılmaya başlanıyor. Otomobil kullanımı yayıldıkça yol, otoyol ve park yeri inşaatları değerli tarım alanlarının yerlerini alıyor. Çiftçiler de kendilerini ekimin ekonomik olmadığı küçük toprak parçalarında bulduklarında çoğunlukla arazilerini terk ederek başka iş imkânları aramaya koyuluyorlar.

Hızlı sanayileşme kırsaldan işgücünü çıkardıkça bu durum daha az çifte hasada, yani olgunlaşan ürünü biçip tarlayı ikinci ürüne derhal hazırlamanın pek yapılmamasına neden oluyor. Genç insanlar şehirlere göç ettikçe yitirilen işgücü dolayısıyla bunu yapma kapasitesi düşüyor. Son olarak, gelirler arttıkça beslenme biçimi değişiyor ve daha fazla meyve ve sebze talebi oluyor. Bu da neticede çiftçilerin arazilerini tahıldan daha karlı, daha yüksek değerli olan bu ürünlere açmalarına neden oluyor.

Bunlar gibi pek çok gerçeği temel alarak gelecek yarım yüzyılda dünyanın karşı karşıya kalacağı tehditleri küçümsemek zor. Dünya sadece fazladan 3 milyar insanı beslemekle kalmayacak, beslenme biçimlerini değiştirerek besin zincirinde bir üst basamağa çıkan ve daha fazla tahıl, yoğun hayvansal ürün yemek isteyen tahmini 5 milyar insan daha olacak. Burada global ölçekteki açlık artışını da hesaba katmak gerek. Daha yakın sayılabilecek bir tarih diliminde, 1995-97’den 1999-2001’e dünyada aç insanların sayısı 18 milyon daha artarak 798 milyona yükseldi. Söz konusu arada tahıl hasadında büyüme olmadığı göz önüne alındığında aç insan sayısındaki artış pek şaşırtıcı değil.

Gıda ekonomisinin ucuz petrol bolluğu tarafından şekillendiği bir dünyada, daralan petrol stokları da açlığı yok etme çalışmalarını güçleştirecek. Modern mekanize tarım, traktörler, sulama pompaları, tahılın hasadı ve işlenmesi için daha fazla miktarda yakıt gerektiriyor. Yükselen petrol fiyatları kısa süre sonra yükselen gıda fiyatları demek olacak. Tüm bunların sonucunda gelecekteki gıda güvenliğini garantilemek çok zor bir meydan okuma olur.

Kişi başına düşen tarım alanındaki daralmayı durduracak, meraları çölleştiren aşırı otlatmayı engelleyecek ve toprak erozyonunu, doğanın yeni toprak oluşturma hızının altında tutabilecek miyiz? Yine tarım alanlarını çevreleyen çöllerin yayılmasını durdurmamız, hasatları azaltma tehlikesi oluşturan ısı yükselmesini kontrol altına almamız, su düzeylerinin düşmesini engellememiz ve tarım alanlarını özensiz-tarım dışı kullanımdan korumamız mümkün olacak mı?

İstifade edilen kaynak: Dünyayı Nasıl Tükettik? Lester R. Brown Türkiye İş Bankası Yayınları

Page 31: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

العلم31 شوال - ذى القعدة 1439 العدد 31

Page 32: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

Hayatı

Ebu Hamid el-Gazzalî, 1058’de Horasan’da doğdu. Tus, Cürcan ve Nisabur’da okudu. Öğrenimini İmâmü’l-Harameyn Cüveynî’nin (1028-1085) dersleriyle tamamladı. Bağdat’a gitti, Nizamiye Medresesi’nin ba-şına getirildi. İnanç dünyasında geçirdiği şüphe krizinden sonra müder-risliği bırakıp on bir yıl sürecek inzivaya çekildi. Sonra tekrar tedrisata döndü. Çok geçmeden yine inziva hayatına başladı. Burada 1111 yılında ruhunu teslim etti.

Etkisi

İmam Gazzalî “Kuşku gerçeğe iletir” ilkesini formüle ederek René Descartes’e (1596-1650), “Deney olaylar arasında bağlantı olduğunu gös-terir; ama aralarında zorunlu bir bağ olduğunu göstermez” fikriyle Da-vid Hume’a (1711-1776), “Akıl, tüm bilgileri kavramada bağımsız değil; zaman ve mekânın da harici gerçekliği yok” diyerek Immanuel Kant’a (1724-1804); son olarak dönüp sezgiye güvenerek Henri Bergson’a (1859-1941) öncülük etmiştir.

Hayatı

İmmanuel Kant 22 Nisan 1724 yılında Doğu Prusya’nın Königsberg şehrinde dindar ve yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. He-nüz sekiz yaşındayken zamanının en iyi okullardan biri sayılan Collegi-um Fredericianum’a verilir. Burada doğa bilimleri ile felsefe okumaları yapar. Okul yıllarında zekâsı fark edilen Kant, ilk okumalarını Newton fiziği üzerine gerçekleştirmiştir. 16 yaşında girdiği üniversiteyi “Gedan-ken Von Der Wahren Schaetzung Der Lebendigen Kraefte” (Canlı Kuv-vetlerin Doğru Takdiri Üzerine Düşünceler) adlı başarılı bir fizik teziyle bitirir.

Dönemin gençlerinde olduğu gibi okul sonrasında birkaç sene soylu ailelerin hizmetinde özel öğretmenlik yapan Kant’ın hayatından bah-sedenler, bu duruma babasının ölümü üzerine maddi sıkıntılarının sebep olduğunu söylerler. Üniversite hocalığı yıllarında fiziki coğraf-ya, fizik, felsefe, mantık, metafizik, ilahiyat, din vs. ilimlerle de sa’yü mesaisi olmuştur. Hayatının farklı zaman dilimlerinde zikredilen bu konuların her birinde eserler telif etmiştir. Yaşadığı hayatın sadeliği, hayatı boyunca bir seyahat dahi gerçekleştirmemesi, düzenli ve son de-

kant

GAZZ

ALÎ

Mahmut YurdakulAbdullah Küskü

Doğ

udan

Bat

ıdan

Kur

ucu

Sim

alar

ilim TEMMUZ-AĞUSTOS 2018 Sayı: 3132

Page 33: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

Diğer yandan felsefeyi ehlisünnet kelamcıları için izlenebilecek bir konuma getirdi. Kelamcılar arasında felsefeye ilgi onun sayesinde giderek arttı. Kelamın büyük ölçüde değişmesine yol açtı. Kelam kitapları felsefe konularını yoğun şekilde içerir hale geldi. Tüm kelamcıların etkisinden tesirlidir imam Gazzalî’nin ümmete etkisi. Tasavvuf ve Kelam’da yeni bir çığır açtı. Batı düşüncesi, Hıristiyan ve Ya-hudi düşüncesi üzerine de etkide bulundu. Modern Avrupa felsefesi üzerindeki tesiri büyüleyici derece-deydi. Eserleri Batı Afrika’dan Okyanusya’ya kadar okundu.

Düşüncesi

İmam Gazzalî’nin yaşadığı devir siyasi ve ilmi ba-kımdan İslam düşüncesinin zirveye ulaştığı bir dö-nem olarak karşımıza çıkmakta. Zira bu asra kadar-ki gelişmeler sonucunda bu çağda kelam, tasavvuf,

felsefe kurulup sistemleşti. Ayrıca Nizamulmülk’ün (1018-1092) kurduğu Nizamiye Medresesi gibi önemli eğitim kurumları sapık cereyanlara kar-şı Ehlisünnet akidesini koruyup yaymakta önemli role sahiptiler.

Gazzalî, ruhunu doyuma ulaştırmak için döne-min bütün önemli dini ve fikri akımlarını kendi şahsında topladı. Kat edilen çeşitli batıni mesafeleri kendi nefsinde yeniden tecrübe etti. O aynı zaman-da hem fakih hem filozof hem septik ve sufi hem de kelamcı ve ahlakçı idi. Şüphesiz en önemli yanı kelamcı olması. Üretken şahsiyeti sayesinde kelamı ihya etti ve onun değerlerini yeniledi, geliştirdi. Fel-sefeye bakışı kayda değer bir orijinallik taşır; şekil vermekten öteye daha çok tenkitçidir. En ince ay-rıntılara inebilen analitik bir yaklaşımla felsefecile-ri tenkit eder. Samimiyeti ve açık fikirliliği

rece disiplinli yaşantısı, biyografisi hakkında eserle-rin ittifakla söylediği şeyler arasında yer alır. 80 yıl yaşamış ve 12 Şubat 1804’de ise doğduğu şehir olan Königsberg’de ölmüştür.

Etkisi

Kant aklı deneysel ya da apriori olarak iki farklı vecihten incelemiş, felsefede eleştirel usulü uygu-lamıştır. Kendisinden sonraki felsefede bu usul et-kin olmuştur. Kant’ın etkileri realizm ve idealizmin her ikisinde de görülmüştür. Kant felsefede ortaçağ felsefesinden başka olarak modern felsefeyi geliştir-miştir. Bu sayede Kant sonrası felsefede Kantçı fel-sefeciler görülmüştür. Aslında genel itibariyle Kant sonrası felsefede Kant’ın felsefesini benimseyenler ve Kant’ı aşmaya çalışanlar olarak iki grup zuhur et-miştir. Alman idealizmi içerisinde Kantçı Alman fel-sefecileri birinci grubu oluştururlarken, Kant felse-fesini aşmaya çalışanlar ise diğer grupta yer aldılar.

Alman idealizmi felsefecileri arasından Schel-ling, Fichte, Hegel ve diğerlerinin çıkış noktası Kant felsefesi olmuştur. Bunlar arasından özellikle Schopenhauer kendisini Kantçı olarak takdim eder. Sonraları -yine Kant’ın etkileri arasında sayılabile-cek- Auguste Comte’nin içerisinde yer aldığı Kant-çı eleştirel felsefeye yöneliş görüldü. Leibman’ın ve Baden Okulu filozoflarının istikametinde seyrettiği, İtalya, İngiltere, Danimarka ve Fransa’da etkin bir güruh tarafından üzerinde çalışılan Yeni-Kantçılık akımı da Kant’ın felsefede yaptığı derin etkilerin iz-leri olarak görülmelidir.

Düşüncesi

İngiliz felsefecisi Hume’den etkilenen Kant, Hume’n eserlerini okumasıyla dogmatik uykuların-dan uyanmıştır. Kant’ın Hume’da sorun olarak gör-düğü ilk şey Hume’n emprisizm/şüpheciliğidir.

العلم33 شوال - ذى القعدة 1439 العدد 31

Page 34: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

sayesinde haklı oldukları noktalarda da görüşlerini kabul eder. Olağanüstü bir fikri cesaretle Aristoteles (382-322) ve Platon (427-347) felsefeleri ve bunların Farabi (870-950) ve İbni Sina (980-1037) gibi Müslüman temsilcileri için çok güçlü bir ehlisünnet müdafisi olmuştur.

Ayrıca insanların din veya mezhep seçerken kesin bilgiye dayan-madıklarını gördü. Taklit, çevre etkisi, büyüklerin ardından gözü ka-palı gitmek; fırkalardaki bağnazlık, din ve mezheplere şiddetle bağ-lılığı körüklüyordu. Hâlbuki bir taklidi diğer taklitten üstün tutmak ahmaklıktı.

Bunu fark ettikten sonra yakini bilginin yollarını aramaya başla-dı. İlk olarak kafasındaki bilgi cümbüşünü elekten geçirdi. İki bilgiye güveniyordu; duyu (hissiyat) ve akıl (zaruriyat) ile elde ettiği bilgi-ler. İlk yolla bildiği şeylerden şüphe etmeye başladı. Çünkü hisler insanı çoğu kez yanıltıyordu; ufukta ufacık görünen yıldız aslında çok büyüktü. Geriye sadece aklın dayattığı bilgiler kaldı. Üç, ondan küçüktür gibi zaruri/ apriorik bilgiler güvenilir gibiydi. Fakat akıl

Bu emprisizmde akla gerekli olanından fazlaca yer verildiğini dü-şünür. İstediği şey ise felsefe, ahlak ve doğa bilimlerinde aklı yerli yerince oturtmaktır. Zaten kendisi sentetik apriori üzerinden yeni bir inşa yapacaktır. Etik ve estetik yapan Kant bütün insanların aynı zihni formlara sahip olduğunu ve elde edilen tüm bilgilerin bu form-lar aracılığıyla gerçekleştiğini söyler. İnsan aklı sınırlıdır ve bu sınır sayesinde bilgi doğar, der. Kant tüm bilginin başlangıç itibariyle de-ney yoluyla elde edildiğini kabul eder.

Kavramların oluşum sürecinde etkin olan, insan zihninin düşün-me formları olarak tanınan kategoriler konusunda Kant, Aristo’ya ait gelenekten gelen ve evrensel kabul edilen 10 kategoriden başka olarak kendine has yeni zihni formlar düzeneği geliştirir. Kemmiyet/nicelik, keyfiyet/nitelik, izafiyet/bağıntı, vakıiyet/kiplik başlıkları al-tında her birine üç durum vermekle toplamda 12 kategori ihdas eder. Apriori bilgiler dolayısıyla epistemolojisiyle ilintilidir onun etiği. Ah-lak yasasının aprioriliği nedeniyle evrenselliğini söyler.

Alman aydınlamasının dinamizmini kendisinden aldığı Kant’ın si-yaset felsefesi aydınlanma politiğini oluşturmuştur. Cumhuriyetçilik

kant

GAZZ

ALÎ

ilim TEMMUZ-AĞUSTOS 2018 Sayı: 3134

Page 35: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

duyulardan bağımsız değildi; duyular gibi akıl da yanıltabilirdi. Akıl, duyular algılarken ya-nıldığını kanıtlıyordu; aklın ötesinde başka bir “hâkim” de aklın hükümlerindeki yanlışları ka-nıtlayabilirdi.

Böylece duyumsal ve zaruri/apriorik bil-gilerin temelini sarstı. Her bilgiden şüphe et-meye başladı. Bu halden nasıl kurtulduğunu kendi şöyle anlatmakta: “Bu durum yaklaşık iki ay sürdü. Sonunda Allah beni bu hastalıktan kurtardı. Zaruri bilgilerin kesin bilgi olduğuna inandım. Bu bir istidlal sürecinde ortaya çık-madı; sadece ve sadece Allah’ın kalbime bırak-tığı bir nur sebebiyleydi.”

Eserleri

En çok eser veren İslam mütefekkirlerinden-dir. En meşhur olanı şüphesiz İhyâu ulûmi’d-dîn’i. Kelamda Fedâihu’l-Bâtınıyye, el-İktisâd fi’l-itikâd, Faysalü’t-tefrika beyne’l-İslâm ve’z-zendaka, el-Kanûnü’l-küllî fi’t-te’vîl; Felsefe-de Makâsıdü’l-felâsife, Tehâfütü’l-felâsife, el-Madnûn bih alâ gayri ehlih, el-Madnûn bih alâ ehlih, el-Münkız mine’d-dalâl, Mişkâtül-envâr, er-Risâletül-ledünniyye; Fıkıhta el-Basît fil-fürû, el-Vasît, el-Vecîz; Usulde el-Mustasfâ fî ilmi’l-usûl; Mantıkta Mi‘yâru’l-ilm Mihakku’n-nazar fî ilmi’l-mantık; Tasavuf ve Ahlakta İhya’u ulûmi’d-dîn, Mizânül-amel ve Bidâyetü’l-Hidâye’si eserlerinden birkaçıdır.

esası üzerinden toplumun, birincisi insanlık olma yönünden hürriyet, ikincisi teba olma yö-nünden bağımlılık, üçüncüsü devletin üyeleri olması hasebiyle de eşitlik ilkelerine sahip ol-duğu yazar. İyiyi ve mutluluğu hedefleyen hu-kuk devletini ise despotizm karşısında tama-men cumhuriyetçi bir yerde konumlandırır.

Eserleri

Felsefe, metafizik, ilahiyat, din, ahlak, etik ve fizik vs. dallarında birçok eser vermiştir Kant. Telifatı arasında belki de en önemli yeri işgal edeni Saf Aklın Kritiği’dir. Zira gelişimi yönünden incelendiğinde Kant’ın felsefesi iki döneme ayrılır: 1. Saf Aklın Kritiği öncesi dö-nem, 2. Saf Aklın Kritiği sonrası dönem. 1781 yılında yayımlanan Saf Aklın Kritiği ile Kritik Felsefe dönemi başlamıştır. Zira bunun aka-binde Pratik Aklın Eleştirisi (1788), ardından

ise Yargı Gücünün Eleştirisi (1790) adlı devasa kritiklerini yazmıştır. Bu eserleriyle Kant Kritik Felsefeyi geliştirmiştir.

İmmanuel Kant meşhur üş kritiği haricinde metafizikle ilgili olarak ilk eseri Metafizik Bilgi-nin İlk İlkelerinin Yeniden Gözden Geçirilişi’ni, Tanrının var oluşunun kanıtlanmasını mantık açısından eleştiren vb. görüşlerinin toplandığı Doğal Teoloji ve Ahlak İlkelerinin Açık Seçikli-ği Üzerine Bir Soruşturma adlı eserini, önceleri dolaylı olarak ele aldığı din konusuna hasretti-ği Yalnız Aklın Sınırları İçerisinde Din adlı ya-pıtını, ilk kritiğinin anlaşılması için yazdığı bir eseri ve ikinci kritiğinin tamamlayıcısı mahiye-tinde yazdığı bir başka eseri kaleme almıştır.

العلم35 شوال - ذى القعدة 1439 العدد 31

Page 36: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

ilim TEMMUZ-AĞUSTOS 2018 Sayı: 3136

İbrahim Türkan // Platon Kitaplığı -5-

devlet adamılakhes, gorgias

Devlet Adamı

Devlet Adamı diyalogu Platon’un en önemli eserlerinden birisidir. Yaşlılık dönemine aittir. Bu sebeple gençlik ve ol-

gunluk dönemine ait eserlerinden farklılık gösterir. Ne gençlik dönemi diyaloglarının Sokratik tartışma metodu ne de olgunluk dönemi eserlerinde gördüğümüz hipotez yöntemi vardır bu di-yalogda. Burada söz konusu olan diyalektik toplama ve bölme yöntemine benzer. Yani diyalog devlet adamının sanatını tanım-lama çabası içerisinde, genel olarak sanata, özel olarak yönetici-nin sanatına yönelik bir toplama-bölme uygulamasıyla açılır.

Devlet Adamı diyalogunu iki farklı konumda konuşlandırabili-riz. Şöyle ki siyaset ve hukuk felsefesi olması hasebiyle üç temel diyalogdan birisidir. Devlet ve Yasalar diyaloglarıyla bir üçleme oluşturur. Diğer taraftan yine konusunun siyaset adamı olması hasebiyle Theaitetos ve Sofist diyaloglarıyla bir üçleme oluştu-rur. Theaitetos diyalogu bilgiyi işler. Platon bu bilgi diyalogunun yanına Sofist ve Devlet Adamı’nı koymuştur. Bununla sanki iki farklı konumdaki insanın bilgi karşısındaki mevkiini tespit et-mek istemiştir. Bu üçlünün yanına bir dördüncüsü olan Filozof’u da koymak istemiş fakat bunu gerçekleştirememiştir.1

Diyalogu kesin hatlarıyla olmasa da beş bölüme ayırabiliriz. Ön-celikle eser yaşlılık dönemine ait olduğu için tartışmanın ana karakteri Sokrates değildir. Yabancı denilen bir kimse diyalo-gun ana karakteriyken bir de adı Sokrates olan bir genç vardır. Sokrates’in deyimiyle bu genç ile tek ortak noktası adlarıdır. 2

Eserin ilk bölümünde bilginin ne olduğu ve kaç kısma ayrıldığı tartışılır. Yabancı bilgiyi öncelikle teorik ve pratik olarak ikiye ayırır. Aritmetik gibi yönetim bilimini de teorik kısma koyar. Te-orik bilgiyi de “yönetim” ve “hüküm” olarak ikiye ayırır. Bundan sonra yöneticinin yöneteceği nesneleri bulabilmek için detaylı bir tasnif yapar.

İkinci bölümde Yabancı’nın yapmış olduğu tasnif kendisini tat-min etmediği için tartışmaya devam ederek meseleyi daha net bir hale getirmek ister. Bu aşamada Homeros’un İlyada’sında bulunan uzun bir masalın bir kısmını anlatır. Ve bu masaldaki tanrının yöneticilik sanatı üzerinden insan olan bir yöneticinin ne olduğunu tanımlamaya çalışır.

Üçüncü bölümde dokumacılık sanatı örneği ile yöneticilik sa-natının çerçevesini çizmeye çalışırken dördünce bölümde devlet adamına bir takım ölçüler getirmeye çalışır.

Page 37: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

العلم37 شوال - ذى القعدة 1439 العدد 31

Eserin beşinci ve son bölümünde ise devlet yönetme sa-natının temel ilkeleri ve çeşitli devlet yönetim biçimleri incelenir.

Eser Platon’un tatminsizliği sebebiyle gereksiz bir bi-çimde uzar. İlk bölümde yapmış olduğu uzun tasnif so-nunda küçük bir rahatsızlık duyar ve meseleyi etraflıca kavrayamadığını sezer. Ardından Homeros’a dayanmak ister. Açıkçası pek çok eserinde tanrıları küçümsediği ve bir sanat icra etmediğini iddia ettiği Homeros’tan me-det umması bir okuyucu olarak bizi şaşırttı. İlyada’daki masalın da tatmin etmemesi üzerine meseleyi örnekler üzerinden ele almak istedi ki bana göre eserin en ge-reksiz bölümüydü. Bir netice ile diyalogu tamamlamak namına diyalektiği boş yere uzatıyor ve okuyucuyu sı-kıyordu. Üçüncü bölümde kullandığı dokuma örneğini sonraki bölümlerde bir metafor olarak ele aldı ki bu da meseleyi karıştırmaktan ve kafa yormaktan başka bir işe yaramıyordu. Diyalogun en verimli ve ateşli kısmı son bölümüydü. Artık burada araştırılan mesele ken-disini tam olarak ele vermese de tatmin edecek kadar açılıyor ve netice ortaya çıkıyordu.

“Yabancı: O halde krallık bilimi her ikisi de insani olan enerjik ve ölçülü karakterleri bir araya getirerek her iki hayatı anlaşma dostlukla bir araya getirdiği, böylelikle kumaşların en güzelini, en harikasını oluşturduğu, her kentte köle ve efendi olsun, tüm halkın bu kumaşın içinde olduğu, herkesin mekiği dokuduğu, kente durup dinlenmeksizin hak ettiği mutluluğu verdiği ve böyle-ce onu emir ve yönetim altında tuttuğu zaman, devlet sanatının dokuduğu kumaşı, hiç aksamadan eridiğini söyleyebiliriz.

Genç Sokrates: Bize muhteşem bir tasvir çizdin Yaban-cı. Kral ve devlet adamının tasviri, işte budur.”3

Lakhes

Lakhes diyaloğu Platon’un gençlik dönemi eserlerin-dendir. Eserin ana konusu “cesaret” diyebiliriz. Fakat diyalog cesaretin tartışılması ile başlamaz.

Atina’nın bazı yaşlı vatandaşları eğitim üzerine konuş-maktadırlar. Çocukları için en iyi eğitimin hangisi oldu-ğu mevzubahistir. O dönemde Atina’da üç çeşit eğitim

modeli vardır. Bedenin gelişimine bağlı askeri eğitim modeli ve ruhun gelişimine bağlı felsefe, retorik eğitimi bunların en önemlileridir.

Yaşlı grup askeri eğitim modelini daha doğru bulur. Bu eğitimin iyi alınmasının ülkenin refahı ve geleceği için önemli olduğunu düşünür.

Sokrates de bu meclis içerisindedir. Ona da fikri danı-şılır. Önce eğitimin ana unsuru olan erdemi hangi tür eğitimin daha iyi vereceği konuşulur. Tabii bundan önce erdemin ne olduğunu belirlemek gerektir. Sokrat bunun için erdemden önce erdemin bir parçasını ta-nımlamayı önerir. Bu parça askeri eğitim modeli konu-şulduğu için cesaret erdemi olur. Sokrates Lakhes’ten bu erdemi tanımlamasını ister. Cevap; savaşta yerinde durup kaçmadan cenk etmek olur. Ve ana kahramanın Sokrat olduğu apokretik diyalog başlar.

Lakhes’in ilk tanımı, diyalog içerisinde yaptığı ikinci ta-nım ve Nikias’ın tanımı Sokrates tarafından çürütülür. Böylelikle bir Platon diyalogu daha çözüme ulaşılma-dan, üzerinde düşünülen kavrama efradını cami ve ağ-yarını mani bir tanım yapılmadan sonlanmış olur.

Gorgias

Platon’un en heyecanlı, okuması en zevkli diyalogların-dan birisi… Eser “retorik” ana teması etrafında şekil-leniyor. Ve yine iyilik, kötülük, ölçülülük, adalet, farklı perspektiflerden irdeleniyor. Eseri çekici kılan unsur ise; diyalogda Sokrat dışında konuşan karakterlerin şa-kirt değil Sokrat’ı açıkça eleştiren, zor durumda bırakan Atina vatandaşları olması. Münekkitlerin ölçüsüz hare-ketleri ve kuvvetli retorikleri çok defa Sokrat’ın sabrını sınıyor. Hal böyle olunca tek nefeste okunabilecek bir yapıt meydana geliyor. Ayrıca Platon’un esere adını ver-miş olduğu Gorgias, Nihilizm öğretisinin ilk sözcülerin-den olması hasebiyle de tarihte yeri olan bir düşünür.

* Son notlar 1. S.212. S.363. S. 115

Page 38: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

ilim TEMMUZ-AĞUSTOS 2018 Sayı: 3138

Talha Hakan Alp

İLİM VE HAYIRKAPISI OLARAKMEDRESELER

Kuşkusuz insanı sair yaratılmışlardan ayıran akıl ni-meti, bilme ve düşünme ameliyeleriyle tebarüz eder.

Her mevcudun var edicisi Rabbimiz Sübhân olduğuna göre, insana tüm aklettiklerini bildiren yine O’dur. Rahmân suresi-nin girizgâhında Yüce Yaratıcımızın insana Kur’an’ı ve beyanı öğretmesinden bahsedilir. Keza üç ayet-i celîlede Nebi Efendi-mizin ümmetine dönük öğretici kimliğine vurgu yapılır. Her defasında onun insanlara kitabı ve hikmeti öğrettiğinin altı çizilir.1

Muallim-i Evvel olarak Peygamberimiz bütün bir risâlet davası boyunca eğitim ve öğretim faaliyetini sürdürmüş ve ilmi en yüce mertebe olarak sürekli gündemde tutmuştur. “Ey Allah’ın Rasülü! İlim öğrenmek için buradayım” diyerek yanına gelen Safvan bin Assâl’in bu sözünden çok memnun olmuş ve kendisine “ilim talebesine merhaba! Melekler ilim talebesine duy-dukları sevgiden kanatlarını ona doğru yere serer ve izdiham ha-linde semaya yükselirler” buyurmuştur.2 Sadece sözlü övgüleriyle değil, hutbe verirken dahi birisi soru sormak için gelse, konuş-masını kesip onun şahsi sorularıyla bizzat ilgilenmiş, ihtiyacı olan bilgileri kendisine öğretmiştir.3 Sefere çıktığında mutlaka insanlara dini konularda yardımcı olacak âlim sahabeleri yeri-ne vekil bırakmıştır.4

Söz konusu eğitim ve öğretim seferberliği irtihal-i nebi-den sonra sahabenin bayraktarlığında devam eder. Onlar için ilim, insanın bütün amellerinde pratiğini bulan, hayatın bütün karelerine sirayet eden, hemen her mekân ve fırsatta tahsil ve tedris edilen bir iman şuurudur. İlim önderi sahabelerden İbni Abbas kendisine cihattan soran Ali el-Ezdî’ye şu yanıtı verir: “Senin için cihattan daha değerli bir şey söyleyeyim mi? Bir mescit inşa edersin ve orada Kur’an, sünnet ve fıkıh öğrenmekle meşgul olursun.” 5

Sonraki süreçlerde İslam topraklarının genişlemesi, ilim-lerin ve sanatların çeşitlenmesi, ihtisas ve meslek sahalarının oluşmasıyla birlikte tedrisat faaliyeti, medreselerle müstakil bir kimliğe kavuşmuştur. Yüzyıllar boyu on binlerce âlimin meşak-katli ilim yolculuklarına konu olan bu nebevî emanet, rahle-i tedris çatısı altında ilim taliplerine irfan ve hikmet aktarmaya devam etmiştir. Saadet asrının mütevazı Suffa meclisinde talim ve terbiye gören kutlu simalar, medreselerin yaygınlaşmasıyla sayıları yüzbinleri bulan âlimlere yerlerini bırakmışlardır.

Evet, medreselerin ümmete ve insanlığa katkısı, bu zaviye-den hamur-maya ilişkisidir. Kemmiyete keyfiyet katan, beşerî toplumları ümmeti muhammed kılan medreselerdir; buralar-da solunan vahyin diriltici havasıdır. Dün olduğu gibi bugün de tarih sahnesindeki şanlı rolümüze geri dönmek için yapılacak şey vahyin keşfi, varılacak adres âlimler nesli, yani medreselerin inşa ve ihyasıdır. Din nasıl hayatın cüzi veçhesine hapsolmadan

Page 39: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

العلم39 شوال - ذى القعدة 1439 العدد 31

insanî ve hayatî olan her şeye taşıyorsa, medreselerden yetişen ilim adamları da ekonomiden siyasete, sanat-tan dile yaşadıkları çağın her tür olgusuyla yüzleşerek en adil ve sahici teklifleri getirecek öncülerdir.

Bir Sadaka-i Cariye Olarak Medrese

Kalıcı iyiliklerimizin sadece yaşarken değil, ahi-rette dahi bize mükâfat sağlayacağına dair geleneksel inancımız şu nebevî beyana dayansa gerek: “İnsan öl-düğünde üçü dışında bütün amelleri sonlanır: Kendisin-den sonra yaşayacak iyilik (sadaka-i cariye), insanların faydalandığı ilim ve ölen babasına dua edecek sâlih bir evlat.” 6

Hadiste iki husus dikkati çekiyor: Medreselerin çift yönden söz konusu övgüye mazhar olması ve namaz, oruç gibi vecibelerin yanında sadaka-i cariye olması bakımından tartışmasız kazanç getiren yönü. Gerçekten de medreseler hadiste zikredilen üç yolun ikisini; hem sadaka-i cariye olmayı hem geriye insan-ların fayda gördüğü bir ilim ortamı bırakmayı içeriyor. Diğer ilginç nokta, namaz ve oruç gibi ibadetlerin in-sana öldükten sonra fayda sağlayacağı konusu hayli tartışmalı iken, sadakanın ölüye ecir getireceği gerçe-ğinin âlimler arasında tartışmasız kabul görmesidir.7

Konuyla alakalı benzer hadisleri toplayan âlimlerimiz, toplamda on bir iyilik yolunun zikredil-diğini ve su kuyusu açmak, düşman sınırında müstah-kem yerler yapmak, hurma ağaçları dikmek yanında Kur’an öğretimi için binalar inşa etmenin de bizzat Peygamberimiz tarafından dile getirildiğini kayde-derler. Meşhur hadis, diğerlerinin özü olduğu için söz konusu üç maddeyi öne çıkarmıştır.8 Yine Ebu Hurey-re kanalıyla bize gelen rivayet bunu teyid etmektedir: “Mümine ölümden sonra yarar sağlayan amel ve iyilikler yalnızca şunlardır: Başkalarına öğretip yaydığı ilim, geri-de bıraktığı sâlih evlat, bina ettiği mescit, yolda kalmışlar için inşa ettiği yapı, kazdığı su kanalı, öldükten sonra ecir alsın diye sağlığında malından ayırdığı sadaka.” 9 İlim merkezlerinin kurumsallaşma evresinden önceki asr-ı saadet döneminde mescidlerin aynı zamanda bir ilim yuvası işlevi gördüğünü düşünürsek, medreselerin de hadiste zikredilmiş sayılacağını anlarız.

Evet, carî sadaka, yani kalıcı hayırlar olarak med-reseler Müslüman cemiyetin nesiller boyu zihin ve ruh dinamizmini sağlayacak ilim mektepleri ve irfan meclisleridir. Kervansaraylar, sebiller ve akar gibi ge-leneksel vakıfların yanında medreseleri ihmal etmek,

ümmetin ruhunu çoraklığa terketmekle eş değerdir. Ancak ictimaî ve hikemî yapıyı böylesi dengeli şekilde besleyerek müvahhid toplumun inşasına kalkışabi-liriz. Aksi takdirde sadece maddî terakki ve hayrâtla mükerrem insanlar mertebesine çıkmamız mümkün değildir. Hasen-i Basrî’nin ve Yahya bin Muaz’ın sözle-ri bu sadette çok manidar: “Âlimler olmasaydı, insanlar behimî varlıklar olarak kalırdı. Ancak âlimler sayesinde hayvanîlikten insaniyet mertebesine yükselirler.” “Âlimler ümmet-i muhammede öz ana babalarından daha şefkat-lidirler. Çünkü onlar insanları dünyanın ateşinden korur, âlimler ise ahiretin ateşinden.” 10 Kuşku yok ki böylesi öneme sahip âlimlerin toplumun istikbalinde filizle-necekleri yegâne zemin, medreselerin mümbit topra-ğıdır.

Medrese İnşa Etmek

Medresenin sadaka-i cariye olarak nasıl kalıcı bir hayır kapısı olduğunu gördükten sonra artık anlıyoruz ki bir medrese inşa eden kişi, bir yandan vakıf yoluyla topluma sosyal hizmette bulunmuş, diğer yandan ilim yoluyla kültürel katkı sağlamıştır. Bu irfan yurdunun bânisinin bizzat içindeki talebelere ecir ve fazilet ba-kımından ortak olacağından şüphemiz yoktur. Saha-be öncümüz Ebu’d-Derda şunu söyler: “İlim öğretenle öğrenen eşit fazilet ve ecre sahiptir. İlim öğrenenle ilim meclisinde hazır bulunup dinleyen aynı şekilde eşittir. Son olarak bir iyiliğe yol gösterenle bizzat onu yapan da eşittir.” 11

Kaldı ki sadece ilimle ilgili değil, herhangi bir fazi-letin işlenmesine ön ayak olanın onu işleyen kadar ecir alacağını bize Biricik Önderimiz bildirmiştir: “Kim bir hayra vesile olursa, bilfiil onu yapan kadar ecir alır.” 12 “Kendisinden sonra insanların yürüyeceği bir iyilik hare-keti başlatan kişiye, bu hareketin ve katılım sağlayanla-rın mükâfatı -onlardan eksiltilmeksizin- verilecektir.” 13

İnsanlık tarihi boyunca peygamberler nasıl bir misyon üstlenmiş ve dalâletten hidayete doğru tarihin kırılma noktalarını nasıl değiştirmişlerse, âlimler aynı iradenin bugünkü varisleri, medreseler ise temsilcilik-leridir. Fahr-i Enbiyamız şöyle buyurur: “Âlimler pey-gamberlerin varisleridir. Şunu bilin ki peygamberler ken-dilerinden geriye dinar ve dirhem değil, sadece ilmi miras bırakırlar.” 14 Buradan anlıyoruz ki risâlet mesajının kıyamete dek bekası, âlimler üzerinden medreselerin deruhte edeceği bir emanettir. Bu yönüyle medrese inşa etmek, tevhid davasına açık bir vefa örneğidir.

Page 40: ÇEVRE BİLİNCİ - Daru’l İlim...kentsel ve doğal alanları dönüştürmede etkin rol oynarlar. Örneğin sarı bir kır çiçeğini, bütün bir eko-sistem içinde hassas rolü

ilim TEMMUZ-AĞUSTOS 2018 Sayı: 3140

Batı tipi eğitim tarzının ve laik-seküler bilim merkezlerinin bir asırdan fazladır İslam coğrafyası-na verdiği hasar hepimizin malumu. Buralarda özgür düşüncenin doğrudan vahiy-hakikat eleştirisine, hü-manist yaklaşımın bir adım sonra ilahî ve kutsal olanı dışlamaya evrilmesi an meselesidir. Birçok aydınımız maalesef bu dış patentli düşünce sistemiyle öz hikmet hazinesine karşı redd-i mirasçı bir tutuma kaymıştır. Üstelik entelektüel düzlemde başlayan bu yozlaşma, kısa surede giyimden yeme içmeye bütün yaşam hüc-relerimizi saran bir virüse dönüşmüştür. O halde İs-lam ümmetinin kendi vahyî ve tarihî bağlarıyla ilişki-sini yeniden tesis edecek sahih eğitim modeline acilen ihtiyacı bulunmaktadır. Medrese inşası, hal ile mazi arasındaki işte bu kopuk ilim ve irfan bağını kurmak adına hayati bir hamledir.

Medreselerin İhtiyaçlarını Karşılamak

Hz. Aişe’nin bildirdiğine göre Allah Rasülü (a.s) şöyle buyurur: “Allah Azze ve Celle’nin en sevdiği amel, az da olsa devamlılık sağlanandır.” 15 Bir iyiliğin yapıl-ması kadar onun istikrarlı şekilde, sahibinin karakte-rine dönüşene kadar gerçekleşmesi önemlidir. Vahiy Rehberimizde namaz kılanlardan bahsedilirken “onlar namazlarında devamlılık gösterirler” buyurulur.16 Riva-yete göre böylesi namaz, Danyal aleyhisselamın üm-meti muhammedin vasıflarını anlattığı sırada şunu söylemesine vesile olmuştur: “Onların kıldığı namazı eğer Nuh’un kavmi kılsa boğulmazlardı. Ad kavmi kılsa şiddetli kasırgaya yakalanmaz, Semud kavmi korkunç çığlığa maruz kalmazdı.” 17

Dolayısıyla medreselerin imar ve inşası hayrın ya-rısıdır ki diğer kısmını onun sürekliliğini sağlayacak şekilde ihtiyaçlarını karşılamak oluşturur. İnsanlardan kimi açılış töreni ve kurdele kesimiyle bir yapının ra-yına oturduğunu zanneder; oysa buranın gider kalem-leri ve yıllık-aylık masrafları, verilen hizmetin devamı için acil çözüm bekleyen sorunlardır. Burada insanın maddi desteğini küçümsemeden sunması ve istikrarlı bir şekilde sürdürmesi önemlidir.

Hâlihazırda dünyanın farklı ırk ve coğrafyala-rında eğitim veren medreselerin ihtiyaçları karşılan-mazsa, ideal ilim adamları yetiştirme hedefimiz so-nuçsuz kalır. Yolun başındaki heyecanın süreç içinde yerini ilgisizliğe bırakmaması, çıkarsız iyiliğin, başka ifadeyle Allah rızasının en temel göstergelerinden biridir. Çünkü başlangıçta insanların ilgi ve takdirini

toplamak daha büyük ihtimalken zaman geçtikçe bü-tün çıkar hesapları etkisini yitirmeye başlar. Artık sa-bırla ve belki de tek başına sadaka yolunda yürümenin vaktidir. Ebu Salebe el-Huşenî bize Nebi Aleyhisse-lamın şöyle buyurduğunu nakleder: “Önünüzde sabır günleri bulunuyor. Bu günlerde sabırla sebat eden elinde kor tutar gibidir. O zaman iyi amel işleyene sizden elli ki-şinin ecri verilir.” 18

Medreselerin ihtiyaçlarını karşılamak, aynı za-manda çok yönlü bir hayrın kapısını aralamaktır. Bu-rada yetişen talebeler yoluyla onların yakın çevreleri, istikbalde ders verecekleri başka talebeler, onların feyz-i bereketinden istifade eden fert ve gruplar olmak üzere birçok kesim, söz konusu desteğin olumlu so-nuçlarındandır. Rabbimiz Azze ve Celle sadakanın bu çok katmanlı dayanışma gücünü şöyle beyan buyurur: “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak veren ve her başakta yüz dane bulunan tohuma benzer. Allah dilediğine kat kat verir.” 19

Umulur ki maddi destek sunduğumuz kimi ilim erleri, bu dünyadaki bereketimize ve ahiretteki kur-tuluşumuza vesile olurlar. Tıpkı Nebi Efendimiz dö-neminde yaşayan iki kardeş gibi. Onlardan biri ilim için Peygamber meclisine devam eder, diğeri maişet için çarşı pazarda kalırdı. Günün birinde çalışan kar-deş, diğerinden şikâyetçi olunca Nebi Efendimiz şöyle buyurdular: “Belki de Allah onun vesilesiyle sana rızık veriyor.” 20

* Son Notlar

1. Bakara 129; Âl-i İmrân 164; Cuma 2.2. Müsnedü Ahmed, 18093; Mucemü’l-Kebîr, 7347.3. Ebu Rufâa örneği için bkz. Sahîhu Müslim, 2025.4. Huneyn seferinde Mekke’ye bıraktığı Muaz için bkz. Müstedrekü’l-Hâkim, 3/270.5. Câmiu beyâni’l-ilmi ve fadlih, s. 1/62, İbni Abdilber1r.6. Sahîhu Müslim, 1631; Sünenü Ebî Davud, 2880. 7. el-Minhâc Şerhu Sahîhi Müslim, s. 1/90, Nevevî.8. Avnü’l-Ma’bûd Şerhu Süneni Ebî Davud, s. 8/62, Azim Âbadî.9. Şuabü’l-İman, s. 5/121, Beyhakî.10. İhyâu Ulûmiddîn, s. 1/11, Ğazzali.11. Câmiu beyâni’l-ilmi ve fadlih, s. 69, İbni Abdilberr.12. Sahîhu Müslim, 1893; Sünenü Ebî Davud, 5129.13. Müsnedü Ahmed, 31/536; Sünenü Darimî, 512.14. Sünenü Ebî Davud, 3/317; Sünenü Tirmizî, 4/346.15. Müsnedü Ahmed, 42/194; Müsnedü İbni Mübarek, 81.16. Meâric suresi, 23.17. Tefsîru’t-Taberî, Meâric suresi 23. ayetin izahı.18. Sünenü Ebî Davud, 4341.19. Bakara suresi, 261.20. Sünenü Tirmizî, 2345.


Recommended