+ All Categories
Home > Documents > İSLAM TARİHİ ADLI ESERİNDEKİ ZİHİN LEKELERİ: HZ. … · Fanatisme ou Mahomet Le...

İSLAM TARİHİ ADLI ESERİNDEKİ ZİHİN LEKELERİ: HZ. … · Fanatisme ou Mahomet Le...

Date post: 27-Mar-2019
Category:
Upload: nguyentuyen
View: 234 times
Download: 0 times
Share this document with a friend
24
119 DOZY’NİN İSLAM TARİHİ ADLI ESERİNDEKİ ZİHİN LEKELERİ: HZ. PEYGAMBER’İ, SAHABEYİ, MUTASAVVIFLARI VE TÜRKLERİ DEĞERSİZLEŞTİRME GAYRETİ i Mental Dirties in Dozy’s Islamic History: Efforts of Discrediting the Prophet, His Companions, Sufis as well as Turks Gamze Yank * Özet 19. yüzyıldan itibaren Batılı araştırmacılar kendilerinin görmek istediği bir İslam tarihi ve İslam inancı vücuda getirmek istemişlerdir. Reinhart Pieter Anne Dozy’nin yazmış olduğu Tarih-i İslamiyet adlı eser, İslam’ı pozitivizmle ve art niyetli psikanalitik bir bakış açısıyla açıklamak üzere meydana getirilmiş yeni bir tarih yazıcılığı örneğidir. Bu eserdeki “aldatıcı üslup” genç dimağları etkisi altına alarak onların ruhî bunalımlarına sebep olmuştur. Eseri okuyan bazı tıbbiyeli öğrenciler intihar etmişlerdir. Bu çalışmada Dozy’nin zihniyeti, bakış açısı, okuyucuyu yönlendirme ve aldatma gayreti ortaya konmaya çalışılacaktır. Eser Müslüman bir okuyucu gözüyle ele alınacaktır. Hz. Peygamber’i sara hastası göstermesi; Kur’an-ı Kerim’i Hz. Peygamber’in yazdığını iddia etmesi, Kur’an-ı Kerim’i tahrif etmek için Müslümanların bilmediği ve reddettiği Garânik vakasını gündeme getirmesi, Hz. Muhammed’in evlilikleri için şehevi bir bağlam oluşturması, İslam adına yapılan gazaları katliam olarak göstermesi gibi hususlar ele alınacaktır. Ardından Dozy’nin sahabeye, mutasavvıflara ve Türklere yönelik suçlama ve hakaretleri söz konusu edilecektir. Anahtar Kelimeler: Reinhardt Dozy, Uydurma Tarih, Oryantalizm, Kaynak Tenkidi Abstract Having also been an interest of Western societies as of 19 th century, historiography produced works in the field of religion in parallel with the perspective of the West regarding Islam. Islamic History written by Anne Dozy in this century is a new work of historiography that intended to describe Islam with the materialism. Several critiques written against this work have been found. However, due to language used at that era these critiques have not yielded the desired results. Thus, Islamic History by Anne Dozy has been reevaluated based on the sources obtained from Islamic literature. Depicting The Prophet as someone suffering from epilepsy, conferring Koran to The Prophet due to his so-called epilepsy, describing holy wars done in the name of Islam as massacres as well as efforts of discrediting The Prophet and Islam through slanders have also been investigated within this study. The atrocity of Dozy towards Islam has been demonstrated by investigating the fanciful denunciations and defamations against companions of The Prophet, Sufis as well as Turks. Key Words: Reinhardt Dozy, False History, Orientalism, Critique of Sources i Bu yazıyı hazırlarken fikirlerinden yararlandığım hocam Prof. Dr. Menderes Coşkun’a teşekkür ederim. * Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü 4. Sınıf Öğrencisi
Transcript

119

DOZY’NİN İSLAM TARİHİ ADLI ESERİNDEKİ ZİHİN LEKELERİ: HZ. PEYGAMBER’İ, SAHABEYİ, MUTASAVVIFLARI VE TÜRKLERİ

DEĞERSİZLEŞTİRME GAYRETİi

Mental Dirties in Dozy’s Islamic History: Efforts of Discrediting the Prophet, His

Companions, Sufis as well as Turks

Gamze Yank*

Özet 19. yüzyıldan itibaren Batılı araştırmacılar kendilerinin görmek istediği bir İslam tarihi ve İslam

inancı vücuda getirmek istemişlerdir. Reinhart Pieter Anne Dozy’nin yazmış olduğu Tarih-i İslamiyet adlı eser, İslam’ı pozitivizmle ve art niyetli psikanalitik bir bakış açısıyla açıklamak üzere meydana getirilmiş yeni bir tarih yazıcılığı örneğidir. Bu eserdeki “aldatıcı üslup” genç dimağları etkisi altına alarak onların ruhî bunalımlarına sebep olmuştur. Eseri okuyan bazı tıbbiyeli öğrenciler intihar etmişlerdir. Bu çalışmada Dozy’nin zihniyeti, bakış açısı, okuyucuyu yönlendirme ve aldatma gayreti ortaya konmaya çalışılacaktır. Eser Müslüman bir okuyucu gözüyle ele alınacaktır. Hz. Peygamber’i sara hastası göstermesi; Kur’an-ı Kerim’i Hz. Peygamber’in yazdığını iddia etmesi, Kur’an-ı Kerim’i tahrif etmek için Müslümanların bilmediği ve reddettiği Garânik vakasını gündeme getirmesi, Hz. Muhammed’in evlilikleri için şehevi bir bağlam oluşturması, İslam adına yapılan gazaları katliam olarak göstermesi gibi hususlar ele alınacaktır. Ardından Dozy’nin sahabeye, mutasavvıflara ve Türklere yönelik suçlama ve hakaretleri söz konusu edilecektir.

Anahtar Kelimeler: Reinhardt Dozy, Uydurma Tarih, Oryantalizm, Kaynak Tenkidi

Abstract Having also been an interest of Western societies as of 19th century, historiography produced

works in the field of religion in parallel with the perspective of the West regarding Islam. Islamic History written by Anne Dozy in this century is a new work of historiography that intended to describe Islam with the materialism. Several critiques written against this work have been found. However, due to language used at that era these critiques have not yielded the desired results. Thus, Islamic History by Anne Dozy has been reevaluated based on the sources obtained from Islamic literature. Depicting The Prophet as someone suffering from epilepsy, conferring Koran to The Prophet due to his so-called epilepsy, describing holy wars done in the name of Islam as massacres as well as efforts of discrediting The Prophet and Islam through slanders have also been investigated within this study. The atrocity of Dozy towards Islam has been demonstrated by investigating the fanciful denunciations and defamations against companions of The Prophet, Sufis as well as Turks.

Key Words: Reinhardt Dozy, False History, Orientalism, Critique of Sources

i Bu yazıyı hazırlarken fikirlerinden yararlandığım hocam Prof. Dr. Menderes Coşkun’a teşekkür ederim. * Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü 4. Sınıf Öğrencisi

Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142 Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,

Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”

120

Giriş

Edward Said’e göre Oryantalizm, Batının Doğuyu istediği gibi şekillendirmek

için yaptığı çalışmaların genel adıdır (Said 1989: 15-16). Oryantalistler 1800’lerden

itibaren Müslüman Doğunun din, dil ve tarihiyle ilgili ayrıntılı müstakil çalışmalar

yapmışlardır. Birbiri ardına Doğunun klasikleri ortaya çıkarılmıştır. Bu çalışmalar

çoğunlukla İslam inancıyla ilgilidir. Oryantalizmin öncülüğünde başlayan din, tarih ve

edebiyat araştırmaları sonucunda yaşayan Müslümanların bilmediği, onaylamadığı

sözde İslami bilgiler ortaya çıkmıştır. Hz. Muhammed’i, sahabeyi, hadisleri ve İslam

büyüklerini hedef alan birçok eser kaleme alınmıştır. Bunlar arasında Voltaire’in Le

Fanatisme ou Mahomet Le Prophete’i (1741), Corci Zeydan’ın İslam Uygarlığı Tarihi

(1902-1906), David Samuel Margoliout’un Mohammed and the Rise of İslam (1905) ve

Mohammedanism (1911) adlı eserleri, Dozy’nin Essai sur l’histoire de l’Islamisme’i

(1863), Alois Sprenger’in Das Leben und Die Lehre des Mohammed’i (1861-1865),

William Muır’in The Life of Mahomet’i (1858-1861) ve Jules Barthelemy Saint-

Hilaire’in Mahomet et le Coran’ı (1865) gibi birçok eser vardır.1 Bu yazarlar İslam

büyüklerinin fizyolojileri ve kişilikleri üzerinde bir romancı veya bir heykeltıraş

rahatlığıyla çalışmışlar, onların kimlik ve kişiliklerini istedikleri gibi şekillendirmişler

bazen kendilerini muhtemelen tarafsız göstermek ve okuyucuyu aldatmak için

birbirlerinin bazı görüşlerine itiraz etmişlerdir. Bu yazarların hemen hepsinin görev ve

misyonlarının aynı olduğu hususunda herhangi bir şüphe yoktur.

Bu çalışmada akademik oryantalizmin temsilcilerinden Reinhardt Dozy’nin

Essai sur I’histoire de I’Islamisme (Tarih-i İslamiyet) adlı eseri ele alınacaktır. Esere

okur merkezli olarak yaklaşılacaktır. Yazarın zihniyeti, bakış açısı, okuyucuyu

yönlendirme ve aldatma gayreti ortaya konmaya çalışılacaktır. Zira bu eserdeki “aldatıcı

bilimsel üslup” bazı tıbbiyeli öğrencileri intihara sürüklemiştir (Özdemir 1994: 514).

1 Bu yazarlara Snouck Hurgronje, Leone Ceatani, Arthur John Arbery, Hamilton A. R. Gibb, Wensick, Goldziher gibi isimleri de ekleyebiliriz.

Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142 Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,

Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”

121

Dozy (1820-1883) Hollandalıdır. Leiden’de doğmuştur. 1854 yılında Leiden

Üniversitesi’nde profesörlük unvanı almıştır.2 İslam tarihi hakkında yazmış olduğu

Histoire des Musulmans d’Espagne (1849), Les Israelites a la Mecque (1864) adlı

kitaplarındaki hakaretlerinden ötürü, İslam dünyasında Müslümanların nefretini

kazanmıştır. Eserlerinin en meşhuru bu çalışmanın da konusunu oluşturan Essai sur

I’Histoire de I’Islamisme’dir. Dozy’nin bu eserini Osmanlı’da alenen Batıcılığı ve

dinsizliği savunan Abdullah Cevdet, Tarih-i İslamiyet adıyla Türkçeye çevirmiş, Vedat

Atilla da Latin harfleriyle sadeleştirerek yeniden yayınlamıştır. Abdullah Cevdet, Jön

Türk hareketini başlatanlardan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurucularındandır.

Kendisi “biyolojik materyalizm” fikirlerinin tesirinde kalmıştır (Dozy 2006: 5). Cevdet,

“İfade-i Mütercim” başlığıyla tercümesine yazdığı girişte Dozy’nin eseri hakkında

“Müslümanlar için Tarih-i İslamiyet’ten daha faydalı bir eser yok” diyerek Dozy’nin

dile getirdiği gerçeklerin hiçbir bağnazlığa düşmeden kabul edilmesi ve hatta böyle bir

eser yazan kimsenin Müslüman sayılması gerektiğini iddia etmiştir” (Özdemir 1994:

514). Vedat Atilla’nın kimliği de Cevdet’inkinden farklı değildir (Yavuz 2006: 67).

Burada vurgulanması gereken nokta oryantalistlerle onların eserlerinin çevirisini yapan

Doğulu aydınlar arasındaki misyon ve zihniyet birliğidir.

Dozy’nin tarihi gerek kendi döneminde gerekse daha sonra birçok aydın ve yazar

tarafından eleştirilmiştir. Esere yapılan ilk ve ciddi tenkit Manastırlı İsmail Hakkı’nın

Hakk ve Hakikat adlı eseridir. Şehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi, Dozy’nin eserine

karşı İslam Tarihi adlı bir reddiye yazmıştır. M. Nuri Dücâni ve M. Refik “Ma’hud

Tarih-i İslamiyet’e Dair” isimli yazılarında “dinin kökünden yıkılmak istendiğini bu

yüzden eserin ortadan kaldırılması gerektiğini” söylemişlerdir. Esere ve yazara karşı

oldukça sert bir üslup kullanan Midhat Cemal “Rezil Bir Eserin Müellifi Mechûl ve

Mel’ûnuna” isimli yazısının başında Dozy’ye ağır hakaretler etmiştir. Sufizâde Mehmet

ise yazısında “Abdullah Cevdet imzalı hezeyanın 300 milyon Müslümanın İslami

duygularına hakaret içerdiğini” savunmuştur. Bunlara karşılık Ebuzziya Tevfik,

“Dozy’nin sözleri hakikat, Abdullah Cevdet ise tercüman-ı hakikattır, hizmeti ise

2 Bilim adamı kimliğiyle İslâm’a ve Hz. Muhammed’e saldırmıştır. Bu durum, misyoner oryantalizmle akademik oryantalizmin maksat ve misyon bakımından birbirlerinden çok farklı olmadıklarına işaret etmektedir.

Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142 Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,

Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”

122

Rahmetullah’ın mücadelesi3 kadar büyüktür” diyerek tarafını ve kimliğini belli etmiştir

(Hatipoğlu 1999: 203-208). Mehmet Akif ise Ebuzziya Tevfik Efendi’ye yazdığı “Açık

Mektub”ta Abdullah Cevdet’in dine hücum ettiğini ve Müslüman sayılamayacağını şu

cümlelerle ifade etmiştir: “Müslümanlığı esasından sarsmak ve rabıta-ı vahdeti koparıp

atmak maksad-ı sarîhiyle yazılmış bir eseri tercüme eden ve böylece “Ey Müslümanlar!

Din diye sarıldığınız mahiyetin ukûl için, efkâr için ne müdhiş bir kayıt olduğunu

anlayınız. Daha ne zamana kadar böyle hurafata esir olup kalacaksınız?” nidâ-i tezyifi

her kelimesinden yükselen bir adamı Müslüman yahut Müslümanlık muhibbi tanımakta

ma’zurum” (Şengüler 1989: 12-13).

1. Dozy’nin Natüralist Bir Romancı Tavrıyla Hz. Peygamber’i

Değersizleştirme Gayreti

1.1. Hz. Muhammed’i Sara Hastası Göstermesi

Dozy, Hz. Muhammed’i (sav) hayatını ve kişiliğini natüralist bir romancı4

tavrıyla kaleme almıştır. Hz. Muhammed’le ilgili suizanlarını veya varsayımlarını

bilimsel bir hakikat olarak gösterme yoluna gitmiştir. Natüralist sanatçılar insanın

fizyolojisini ırsiyet veya soyaçekimle izah ederler (Çetişli 2013: 108). Dozy de Hz.

Muhammed için bir gen ihdas etmiş, sonra kendisinin ihdas ettiği bu gen üzerine ciddî

ve bilimsel hükümler inşa etmiştir. Onun karakterini ve genetik yapısını annesi

üzerinden şöyle inşa etmeye çalışmıştır: “Annesine çektiği sanılan doğasında son

derece sinirli, çoğu zaman dalgın, düşünceli ve tepkisizdi. Az konuşur gerekmedikçe hiç

konuşmazdı. Hastalandığında çocuk gibi hüngür hüngür ağlardı. Bununla beraber

demir gibi sağlam bir hayal gücü vardı.” (Dozy 2006: 25). “Muhammed altı

yaşındayken, sinirli ve ateşli bir kişiliğe sahip olduğu anlaşılan annesi Âmine’yi

kaybetti.” (Dozy 2006: 23). Dozy yukardaki cümlelerdeki her kelime ve kavramı

3 Rahmetullâh el-Hindî (ö. 889) İngiliz misyonerlerin İslam aleyhindeki faaliyetlerini engelleyip ve eleştirilerini cevaplamak üzere İzhârü’l-Hakk (Matbaa-i Amire, İstanbul, 1306/1889) adlı bir eser yazmış ve döneminde büyük bir ihtiyaca cevap vermiştir. Tercümeyi yayınlamakla A. Cevdet’in de böyle teşebbüslere öncülük ettiğini savunmuştur. 4 “Natüralist sanatçıların temel konusu insan ve toplumdur. Sanatçılar gerçeği ele almakla yetinmeyip deneysel gerçekçiliğe uzanırlar. Toplumu, insanı, tabiatı ve olayları ciddi bir gözleme tâbi tutarlar. Bu gözlem sanatçıyı olaylar ve kişiler hakkında varsayıma, hipoteze götürür. Yazar bu varsayımı ispatlamak için gerçekten hareket ederek sıkı bir sebep-sonuç ilişkisinin (determinizm anlayışının) olduğu bir dünya kurar. Eserini kafasındaki hipotezi gerçekleştirmek için meydana getirir” (Çetişli 2013: 106).

Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142 Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,

Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”

123

bilinçli seçmiştir. Mesela “demir gibi sağlam bir hayal gücü vardı” ifadesini

kullanmasının sebebi, daha sonra uzun uzadıya söz konusu edeceği “Kur’an’ı Hz.

Muhammed’in kendisi yazdı” iddia veya hezeyanına bir alt yapı oluşturmaktır.

Şehbenderzâde Ahmed Hilmi, Dozy’nin bu şeytanî tavrını fark etmiş ve onun Hz.

Muhammed’i değersizleştirmek için bilimi istismar ettiğini söylemiştir: “Dozi’nin

hakikat-i tarihiyyeye, ya’ni “Zat-ı Nebî altı yaşında iken validesinin vefatına” bir de

“bu validenin asabi ve hararetli oluşu” gibi keyfî ve indî bir cümle ilave etmesi, ileride

serd edeceği diğer bir yalana, fennî bir şekil vermek ve fenn ü hakikat namına

kari’lerini iğfal etmek içindir. Filvâki’ Dozi, vahyin alel’âde bir Histeriya-yi adalî

olduğunu ve Cenabı Nebînin Nübüvveti bir nevi hastalıkdan ibaret bulunduğunu iddia

edecek. Bu iddiayı bir kat daha ma’kul gösterebilmek için histeriya-yi adalî hastalığına

mübtela olan Cenabı Nebinin validesi dahi asabiyyülmizac ve hararetli bir kadın

olduğunu serd ediyor, ta ki, bu hastalığın mevcudiyeti tevarüs kavaid-i fenniyyesiyle de

sabit olsun!” (Şehbenderzâde Ahmed Hilmi 1971: 91).

Natüralist yazarlar sosyal çevrenin insan üzerinde yaptığı etkileri derinlemesine

araştırmışlardır. Onlar insanın her türlü davranışını, psikolojisini, duygu ve düşünce

dünyasını kısacası kaderini yetiştiği maddi ve sosyal çevrenin etkisiyle izah ederler

(Çetişli 2013: 108). Bu izah eğer tarafsız ve iyi niyetli bir bakış açısıyla yapılırsa insanı

doğruya götürür. Dozy ise Hz. Muhammed’le ilgili temel bilgileri onun aleyhine bir

bakış açısıyla yorumlamış; her temel bilgiye art niyetli bir bağlam oluşturmaya

çalışmıştır. Mesela Hz. Peygamber’in (sav) sık sık gittiği “Hira Dağı’nın tesadüfi değil

hastalığın sonucu olarak seçildiğini” söylemiştir. Hz. Peygamber’in (sav), Cebrail (as)

ile münasebetini bir hastalığa bağlamıştır.

Batılılar bir yandan 15. asır İngiliz tiyatro yazarı Shakespeare’in eserlerinin

kimin tarafından yazıldığını, hatta onun gerçek bir şahıs olup olmadığın tartışırlarken,

diğer yandan kendilerinden asırlar önce Bağdat’ta, Mekke’de, Konya’da yaşamış İslam

büyüklerinin ruh hallerini hiçbir şüpheye kapılmadan tasvir veya tayin etmişlerdir.

Özellikle de kalplerinden geçen en kötü duygu ve düşüncelere vakıftırlar. Dozy de Hz.

Muhammed’in üst ve alt şuuruna hâkimdir. O’nu psikanalitik bir bakış açısıyla şöyle

anlatır: “Yalnızlık içinde geçirdiği dönemde kendisini kuşatmış olduğu sanılan

Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142 Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,

Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”

124

halisünasyonlar yeniden şiddetini arttırmış ve zaman zaman çağrıldığı hissine

kapılıyordu.” (Dozy 2006: 25). “O Allah’ın elçisi olduğu inancındaydı ve kendisini

çevresine öyle tanıtıyordu. Bu anlayış ve inanca nasıl varmıştı? Materyalizmin

eleştirilerine uğramak pahasına da olsa, bu durumun açıklamasını Muhammed’in

içinde bulunduğu hastalıkta aramak gerektiğini söylemek zorundayım. Bilginler

Muhammed’in hastalığının sara olduğuna inanıyorlardı. Springer ise bu hastalığın

ismine kasılma histerisi demişti.” (Dozy 2006: 26).5

İsmail Fennî, Dozy’nin Tarih-i İslamiyet’ine reddiye olarak yazdığı Kitab-ı

İzâle-i Şükûk adlı eserinde bir hastanın teşhisinin yüz yüze olması gerektiğini hatta yüz

yüze durumlarda bile çoğu zaman teşhis koymanın zor olduğunu ifade ederek

Springer’in Hz. Muhammed ile ilgili görüşlerinin tamamen vehimden ibaret olduğunu

belirtir. Eserinde Springer’in “Hz. Muhammed saralıdır” tezine karşın Jules Barthelemy

Saint-Hilaire’in (1805-1895) Hz. Muhammed ve Kur’an isimli eserinden alıntı yaparak,

Hz. Muhammed’de saralı halin görülmediğini ispatlamaya çalışmıştır (Öztürk 2011: 31-

33). Müller de şu sözlerle Hz. Muhhammed’i savunmuştur: “Onun (Yani Cenabı

Nebî’nin) harekâtında zahir olan tekemmülât-ı emine ve ma’kule, hayatının intizam-ı

fevkalâdesi, hiçbir kesiklik ve eksiklik göstermiyor ve bugün bile Kur’an yüzünden bizim

nazar-ı hayretimizi celb ediyor…” (Şehbenderzâde Ahmed Hilmi 1971: 154).6

Şehbenderzâde Ahmed Hilmi, Hz. Muhammed’in hayatını ve vahyi histerya ile

açıklamanın mümkün olmadığını belirterek bu hastalığa müptelâ olan insanlarla

dünyanın en büyük sosyal inkılâbını yapmış Hz. Muhammed’i yan yana getirmenin

mümkün olmadığına dikkat çekmiştir: “Dozi; gûyâ huzurunda bir histerya’lı hastayı

muayene ediyormuş gibi, vahy sırasında zuhur eden hâlâtı, kendi ilâveleriyle

yağlandıra ballandıra nakl ediyor. Bu da’vaların bir meziyyet ve kıymet-i fenniyyesi var

5 Bilmedikleri bir insanı değersizleştirmek için ona iftira atan bu bilim adamlarını hakkı ve hakikati örtme tavrı (kâfirlik) bakımından Ebu Cehillerden fazla bir farkları yoktur. Aralarında sadece ırk, dönem ve metot farkı vardır. 6 Menderes Coşkun’un derslerinde belirttiği gibi oryantalist yazarların birbirilerine karşı takındıkları inkârcı ve reddiyeci tavırların en az dört sebebi vardır: Birincisi, söz konusu iftirayı gündemde tutmak, insanların bu konuyu nefis ve şeytanın rehberliğinde tartışmasını sağlamaktır. Bunun için söz konusu iftira cılız ve ikna edici olmayan delillerle reddedilir. İkincisi kendilerini tarafsız göstererek, diğer iftira ve iddialarını inandırıcı hale getirmektir. Üçüncüsü konuyla ilgili daha ikna edici başka bir iftira bulmalarıdır. Dördüncüsü gerçekten tarafsız olmaları ve kimseye haksızlık etmek istememeleridir. Dolayısıyla İslam’ı ve Hz. Muhammed’i metheden oryantalist yazarların bütün çalışmaları incelendikten sonra onların kimlik ve niyetleri hakkında hüküm verilmelidir.

Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142 Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,

Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”

125

mıdır? Asla. Histeriyâ-yi adalî hastalığına mübtelâ adamların hayatiyle dünyanın en

büyük inkılâbını meydana getirmiş olan Cenabı Nebinin hayatı arasında o kadar büyük

farklar vardır ki: Hz. Nebinin hayatını ve bu hayatın en büyük safhası olan vahyi

histerya ile izah etmek “kudret ü kuvveti atalet ve za’f ile tevhiden izah” eylemek kadar

gayr-i tabiî, gayr-i fennî ve âmiyane bir da’va olamaz” (Şehbenderzâde Ahmet Hilmi

1971: 152). Ahmed Hilmi histeriya hastalarındaki durum ile Hz. Peygamber (sav)’in

(vahyin gelişi anındaki) halini izaha kalkışmanın ancak bozuk dimağlı ve hasta

muhakemeli insanlar tarafından yapılacağını söylemiştir (Şehbenderzâde Ahmet Hilmi

1971: 152).

1.2. Kur’an’ı Hz. Muhammed’in Yazdığı İddiası

Oryantalizmin en önemli hedeflerinden birisi Kur’an’dır. Oryantalistler

Kur’an’ın ilâhî bir kitap olmadığı iddia veya şüphesini yaygınlaştırmak için 18. asırdan

beridir çalışmaktadırlar ve bu maksatla çok sayıda kültürel ve sözde bilimsel eser

kaleme almışlardır. Bunun için sözde akademik gelenekler oluşturmuşlardır. Bu hususta

Seyfullah Kara şöyle der: “Onların Hz. Muhammed (sav)’e yaklaşım biçimi genellikle

ona ve tebliğ ettiği dine olan güveni sarsmak üzere kuruludur. Oryantalistlerin İslam’ı

kendinden önceki semavi dinlerin kötü bir taklidi olarak görmeleri de bu nedenledir.

Hz. Peygamber (sav) onlar için, eski dinlerden ve kitaplardan çalıntılar yaparak

bunları kendine mal eden ve usta bir kurnazlıkla kullanan bir kişidir. Nitekim XVII.

yüzyılda İngiltere’nin İlk Orta Doğu uzmanlarından olan Humprey Prideaux’un yazdığı

Muhammed’in Yaşam Öyküsü’nün başlığı “The True Nature of Importure/

Sahtekarlığın Gerçek Dosyası” gibi Hz. Peygamber’e hakaret içeren kelimelerden

müteşekkil bir serlevhadır” (Kara 2005: 153). 1970’li yıllarda Yemen’in başkenti

San’a’da ve 2016’da İngiltere’de ortaya çıkan muhtemelen sahte Kur’an yazmalarını da

bu bağlamda incelemek gerekir. Bilindiği gibi Batıda 18. ve 19. asırda sahte tarihî eser

yazma faaliyetleri çok yaygındı. Oryantalistlerin binlerce yıllık dinler tarihini ayrıntılı

bir şekilde bilmeleri, sadece onların olağanüstü vukufiyet güçlerine işaret etmez; aynı

zamanda onların ihdas yeteneklerini de akla getirir. Doğuluların bilgisizliği onlara her

şeyi bilme ve inşa etme imkânı vermiştir.

Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142 Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,

Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”

126

Kur’an’la ilgili diğer oryantalistlerin tezlerini Dozy de eserinde dillendirir.

Kur’an-ı Kerim’in bazı ayetlerinin Tevrat’tan alıntı olduğunu söyler (Dozy 2006: 46).

Böylece sadece Hz. Muhammed’in her halini değil, o dönem Araplarının Tevrat

kültürünü de bilen birisi gibi davranır. Hâlbuki Kur’an’la Tevrat arasında bazı

benzerliklerin olması normaldir. Zira ilâhî kitapların kaynağı tektir. Ancak İslam

inancına göre, Tevrat ve İncil’le birlikte Yahudilik ve Hıristiyanlık tahrif edilmiştir. Bu

dinler insanları doğru yola yönlendirme özelliklerini kaybetmişlerdir. İslam’ın geldiği

günden beri farklı din ve milletten insanların İslam’ı seçmelerinin sebebi budur. Eğer

Kur’an, Tevrat ve İncil’in basit bir kopyası olsaydı, o zaman o dönemin Arapları,

Hıristiyanları ve Yahudileri Müslüman olmazlardı. İnsanlar bir şeyin aslı varken, onun

kopyasına itibar etmezler.

Eğer Kur’an beşerî bir kitap olsaydı, o zaman, bazı yetenekli Arap şairleri de

Kur’an gibi kitaplar yazarlardı. Çünkü Hz. Muhammed şair değildi, hatta ümmi idi. O

dönemde Hz. Muhammed ve İslam düşmanlığı, şiddet ve insafsızlık bakımından

günümüzden farklı değildi. Bu insanlar İslâm’ı yok etmek için mallarını ve canlarını

vermeye hazır idiler. Sadece Müslüman olmak, Allah’a ve ahirete inanmak ölüm ve

zulüm sebebi idi. Bu kadar kine rağmen o dönemde bilgili ve yetenekli âlim ve şairler

müstakil veya müşterek olarak kutsal bir kitap yazmamışlardır. Zira yeni bir din vücuda

getirmek için etkileyici bir kitap yazmak yeterli değildir. İlahî kitaplar onu sunan

peygamberle anlam kazanmışlar ve bir bütünlük oluşturmuşlardır. Bu bütünlüğün

özünde de güzel ahlak, ibadet, adalet, Allah ve ahret inancı vardır. Yeni bir din

oluşturmak ve onları insanlara kabul ettirmek kolay değildir. 19. asırdan itibaren

dünyada sanat, edebiyat, siyaset ve ekonomiye hâkim olan fevkalâde bilgili ve yetenekli

insanlar, zengin bütçeli projelerle Pozitivizm, Hümanizm, deizm, ateizm, sosyalizm,

komünizm ve Siyonizm gibi beşerî inanç sistemlerini semavî dinler yerine ikame etmek

istemişlerdir. İnsan yapımı bu ideolojiler insanlığa huzur getirmemiştir. Zira ahlaken

sakat doğan bu ideolojilere sahip birey, toplum ve ülkeler, kendi menfaatleri için

herkese zulüm ve haksızlık etmeyi meşru görmüşlerdir. Bu ideolojilerde başkalarının

mağduriyetinden elde edilen bir mutluluk söz konusudur. Beşer mamulü olan bu

ideolojiler; yalan, hile ve zulüm ile ayakta durmaktadırlar. Batı, dinî ahlâk kaybının

Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142 Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,

Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”

127

toplumda oluşturduğu boşluğu, iyi bir hukuk sistemiyle ve polis gücüyle çözmeye

çalışmıştır.

Dozy’nin Kur’an’la ilgili olarak zihinleri bulandırmak için ortaya attığı diğer

iddia onun tertibinin keyfi olduğu bu yüzden de değiştirilmiş olabileceğidir: “Osman

daha sonra Kur’an’a ait bütün parçaları imha ettirdiğinden bu gün bulunan nüsha,

Kur’an’ın ikinci nüshasıdır. Bu ikinci nüshanın yazılımında iyi niyetli davranılmış ve

hiçbir değişikliğe uğratılmaksızın yazılmış ve kaynağı eksiksiz verilmiş midir?” (Dozy

2006: 100-107). Dozy’nin zanlarının aksine Kur’an’ın tertibi keyfî olmamış; bu hususta

son derece titiz davranılmıştır. Davut Aydüz bu hususta şöyle der: “Hz Ebu Bekir

döneminde Kur’an’ı derleme işi Zeyd b. Sâbit’in başkanlığında bir komisyona

verilmiştir. Bu komisyonda Hz Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, İbn Mes’ûd, Ebû Hureyre

gibi önemli isimler de vardır. Zeyd b. Sabit’in başkan seçilmesinin en önemli nedeni Hz.

Peygamber’in (sav) “Kur’an’ı en iyi bilen ve hıfzeden Zeyd’dir; Kur’an ise

mukaddemdir” buyurması sebebiyledir. Bu komisyonda Zeyd, kendisi iyi bir hafız

olduğu halde başka hafızlarla da yetinmeyip her ayet hakkında mukabele görmüş iki

yazılı şahit aramak gibi son derece titiz ve ilmî bir usûl takip etmiştir. Böylece Kur’an-ı

Kerim’in ilk nüshası oluşturulmuştur. Hz. Osman bu Mushaf’ı zamanla bir şahsın

ortaya çıkıp bu ilk nüsha ile kendisinin istinsah ettirdiği Mushaflar arasında herhangi

bir ihtilafın bulunduğunu iddiaya kalkışmaması için yaktırmıştır” (Aydüz 2010: 65-78).

Dozy’nin iddia ettiği gibi bu Mushaflar arasında herhangi bir değişiklik veya tertip farkı

olsaydı buna itiraz edilirdi ve büyük bir tartışma geleneği oluşurdu. Zira o dönemde

birçok hafız sahabe hayatta idi. Sahabiler hak ve hukuk konusunda birbirleriyle

savaşacak kadar hassas idiler.

1.3. Kur’an’ı Tahrif Etmek İçin Garânîk İddiası

Dozy’nin İslam’ı tahrif etmek için eserine aldığı konulardan birisi Müslümanların

bilmediği Garânik vakasıdır. İslâm düşmanlarının eski İslam büyükleri adına birçok dinî

eser yazdıkları bilinmektedir. İslami terminolojinin kullanıldığı bu eserlerde uydurma

hadis ve olaylara yer verildiği gibi yanı sıra yaşanmış gerçek olaylar için şeytanî

bağlamlar oluşturulmuştur. Müslümanların muhtemelen uydurma veya muharref olan

eserlerde yer alan bir bilgi üzerinde tartışmaya dâhil olmalarının tehlikeli tarafları

Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142 Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,

Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”

128

vardır. Zira bir uydurmayı hakikat imiş gibi tartışmaya başlamak onu kısmen

meşrulaştırmak olur. Bu durumlarda “aktarımcı” değil onu “tenkitçi” bir tavır

takınılmalıdır.

Garânîk, kuğu kuşu denilen beyaz bir su kuşunu ifade eder. Bu kuğu kuşu, beyaz

renkli, büyük uzun boylu, güzel, endamlı bir kuştur. Müşrikler, beyaz taşlardan yapılan

putlarını böyle şairane bir teşbih ile yüksekte uçan garânîke benzeterek “Allah’ın

kızları” diye şefaatlerini ummuşlardır (Hizmetli 1989: 49). Dozy, Hz Peygamberi ve

Kur’an’ı değersizleştirmek maksadıyla bir hikâye anlatır. Bu hikâyeye göre “Mekke

eşrafı Hz. Peygamber’e Lat, Uzza ve Menat putlarını tanımasına karşılık O’nun

peygamberliğini kabul edeceklerini söylediler. Dozy’nin deyimiyle “Muhammed bu

öneriyi benimseme zayıflığını gösterdi ve topluluğa en-Necm suresini okudu.” Lat, Uzza

ve diğer üçüncüsü olan Menat’ı gördünüz değil mi? ayetlerine gelince bu ayetlerden

sonra “Bunlar yüce graniktirler. Şefaatleri umulur.” dedi ve bunun üzerine topluluk

alınlarını toprağa değdirerek secdeye vardılar.” (Dozy 2006: 47-48).

Müslüman araştırmacılar Garânîk vakasının asılsız ve uydurma olduğunu ifade

ederler. Sabri Hizmetli şöyle der: “Garânîk kıssası için ileri sürülen tarihin Miladî 615-

619 yılları olduğuna göre, henüz bu tarihlerde doğan İbn Abbas’ın rivayet senedinde

olması mümkün değildir bu da, haberin asılsız olduğunun açık delillerinden biridir”

(Hizmetli 1989: 57). Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsirinde

Garânik efsanesi hakkında uzun açıklamalar yapar ve gerçekte bu olayın söz konusu

surelerle hiçbir ilişkisinin olmadığını, İslam inanç esaslarına aykırı olduğunu söyler

(Yazır 1935: 4591-4600). İsmail Cerrahoğlu da bu olayı reddeder: “Garânik haberine

ait ibarelerin, Kur’an’dan olamayacağının delili, bu konudaki çok çeşitli ibarelerin

bizzat kendileridir. Fesahat ve belagattan yoksun olan bu ibareler, kendilerini

uyduranlar tarafından bile lafızlarında birlik meydana getirilememiştir. Lafızlardaki bu

ihtilaf 20-25 çeşide ulaşmaktadır. Eğer en-Necm suresinin 19-20. ayetlerinden sonra

Garânik ibarelerini koyacak olursak 21-23 ayetler de nazarı itibare alınırsa Kur’an’da

bir tezat ve tenakuz bulunması gerekecektir. Halbuki böyle bir şey Kur’an için bahis

konusu olamaz” (Cerrahoğlu 1981: 71).

Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142 Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,

Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”

129

Sevgi Tütün son dönem İslam âlimlerinin Garânik vakasına yaklaşımını şöyle

özetler: “20. yüzyıl müfessirlerinden Ömer Nasûhi Bilmen (1971), Said Havva (1989) ve

Muhammed Esed (1992) gibi isimler tefsirlerinde Garânik olayına hiç yer vermemiş ve

ismen bile bahsetmemişlerdir. Bunların yanında Elmalılı Hamdi Yazır (1942), Mevdûdî

(1979), Seyyid Kutub (1966) ve Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bir heyet tarafından

yazılan tefsirlerde de bu olay reddedilmiştir” (Tütün 2012: 595-604).

1.4. Hz. Peygamber’in Evlilikleri İçin Şeytanî Bağlamlar Oluşturma Gayreti

Oryantalist yazarların istismar etmeye çalıştığı diğer bir konu İslam

peygamberinin evlilikleridir. Dozy, Hz. Peygamber’in Hz. Hatice’yle olan evliliğinin

gerekçesini her şeyi bilen bir romancı tavrıyla şöyle izah eder: “Hatice’nin gençlik ve

güzellik konusundaki eksikliğini varlıklı oluşuyla örttüğü, peygamberinse geleceği hiç

parlak görünmediği ve geçim sıkıntısı endişesinden kurtulmak için evlilik önerisini

kabul ettiği…” (Dozy 2006: 24). Bu ifadelerle Dozy, Hz. Muhammed’i (sav) okurun

gözünde çıkarcı ve bencil, Hz. Hatice’yi de zenginliği ile Peygamber’in dikkatini çeken

bir kişi olarak göstermeye çalışmaktadır.

Hâlbuki Dozy, konuyu tek yönlü ve art niyetli olarak değerlendirmek yerine ona

çok yönlü bakabilseydi, yani biraz tarafsız olabilseydi, Hz. Peygamber’in (sav) ilk

evliliğini bir fazilet evliliği olarak da yorumlayabilirdi. Hz. Muhammed (sav) bu

evliliğini 25 yaşında iken kendisinden 15 yaş büyük olan Hz. Hatice ile gerçekleştirmiş;

onunla 25 yıl evli kalmış ve onun sağlığında başka hiç bir kadınla evlenmemiştir. Hz.

Hatice’nin öldüğü yıl “hüzün yılı” tabiriyle anılmıştır (Suruç 2014: 130-301). Bu

evlilik, birçok bakımdan Hz. Peygamber’in faziletine, İslam’ın da beşerin fıtratına

uygun bir din olduğuna şahadet etmektedir. Bunlardan birincisi bu evlilik, İslam’ın

cismaniyeti inkâr etmediğine işaret etmektedir. İkincisi Hz. Muhammed bu evlilik

vesilesiyle insanlara iffetli ve saygın bir evlilik örneği sunmuştur. Üçüncüsü bu evlilikte

fırsatçılıktan ve menfaatperestlikten ziyade fedakârlık, vefa, saygı, dayanışma ve sevgi

örnekleri vardır. Hz. Hatice’nin Hz. Muhammed’e saygısı ölünceye kadar devam

etmiştir. Eğer ikisinden birisinin fazilet ve samimiyet sorunu olsaydı, bu evlilik

böylesine bir saygı ve sevgi zemininde yürümezdi. Üstelik bu evliliği yıkabilecek

nefsani sebepler de vardır. Yani günümüz şartlarına göre riskli bir evlilik

Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142 Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,

Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”

130

gerçekleştirilmiştir. Zira Hz. Hatice hem zengin, hem soylu hem de yaşça Hz.

Muhammed’den büyüktür. Bunların her birisi sorun sebebidir. Günümüzde zengin ve

imkânı geniş olan bayanlar daha kolay bir şekilde eşlerinin kusurlarını fark etmekte ve

onlardan ayrılmaktadırlar. Dördüncüsü bu evlilik Hz. Hatice’ye maddi veya dünyevi bir

saadet getirmemiştir. Fakirlik, açlık, çile getirmiştir. Bütün bunlara rağmen Hz. Hatice,

Hz. Muhammed’in peygamberliğine ilk inanan ve hayatının sonuna kadar da

destekleyen bir kişidir. Hz. Hatice konumunda olan birisinin muhtemel şeytanî ve

nefsanî vesveselere rağmen Hz. Muhammed’e inanması, güvenmesi, onu desteklemesi

hem kendisinin hem de Hz. Muhammed’in faziletine ve güvenirliğine işaret etmektedir.

Dozy, Hz. Peygamber’in Hz. Hatice’nin vefatından sonra yaptığı evlilikleri de

art niyetli olarak yorumlamaya çalışmıştır. Hz. Zeyneb’in aşkının Hz. Peygamber’in

gönlüne düştüğü anı bulmaya ve dramatize etmeye çalışmışlardır. Hz. Peygamber’in bir

anda Hz. Zeyneb’in evine daldığını onu uygunsuz bir kıyafet içinde gördüğünü ve ona

âşık olduğunu iddia etmişlerdir (Dozy 2006: 71). John Davenport ve M. Watt gibi

Oryantalistler, Hz. Peygamber ve Hz. Zeyneb’in kahraman yapıldığı bu şeytanî hikâyeyi

reddetmişler, onun hayal mahsulü olduğunu söylemişlerdir (Çınar 2007: 41-42). Sadık

Vicdanî, peygamberin bir eve izinsiz girmeyeceği hususunda hassas davrandığını

belirterek, bu hikâyenin tutarsızlığına dikkat çekmiştir: “Hz. Muhammed (sav)

ashabından birinin evine gittiği zaman, kapının açılmayan bir köşesine çekilir ve üç kez

selam verdikten sonra, gir izni alırsa öyle girerdi. Özellikle bu konuda hassas

davranırdı. Eğer o gidişinde Zeyd evde yok idiyse ve Ümmü Eymen ile Zeynep kapıyı

açmışlarsa, muhtemelen üzerlerini düzeltip, kendilerine çekidüzen verdikten sonra

kapıyı açmışlardır. Hz. Muhammed de Zeyd’in evde bulunmadığını öğrenince eve

girmeyerek gitmiştir. Zeynep’i açık saçık görmek, izin istemeden kapıyı açıp içeriye

girmek anlamına gelir ki, bu ayak takımından kimselerin hareketidir. Hz. Muhammed’in

onaylayacağı veya yapacağı bir iş değildir.” (Öztürk 2011: 254).

Oryantalistlerin art niyetli yorumlarına karşılık olarak, Hz. Peygamber’in

evlilikleri ile ilgili şu bilgi ve değerlendirmeleri göz önünde bulundurmak gerekir.

Mekke müşrikleri Hz. Peygamber’e getirdiği dinden vazgeçmesi karşılığında her türlü

teklifte bulunmuşlardır. Hz. Peygamber dul ve yaşlı bir kadınla evlenmiş ve birisi hariç

Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142 Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,

Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”

131

bütün çocukları ondan olmuştur. Hz. Peygamber sonraki evliliklerini 53 yaşından sonra

yapmıştır. Hz. Âişe dışındaki kadınlar duldurlar. Meselâ Sevde binti Zem’a beş çocuklu

bir kadındır. Bu evliliklerin Hz. Peygamber ve İslam dini ile alâkalı birçok hikmetleri

olabilir. Birinci olarak Hz. Âişe genç ve zeki bir kadındı. İslâm’ın kadınlarla ve evlilikle

ilgili birçok yönü, onun rivayet ettiği hadislerle teşekkül etmiştir. Hz. Peygamber’in

evlilikleri İslam’ın kadınlarla ilgili getirdiği hükümlerin oluşmasına ve anlaşılmasına

katkı sağlamış olabilir. Hz. Peygamber dini sahabe üzerinden anlatmıştır. Binlerce erkek

sahabe Hz. Peygamber’in her bir sözünü ve hâlini diğer insanlara aktarmışlardır. Eğer

bu evlilikler, özellikle Hz. Âişe ile olan evlilik olmasaydı İslam’ın kadınlarla ilgili

hükümlerinin oluşması ve anlaşılması zor olurdu. Ebu Hureyre ve Hz. Âişe gibi genç

sahabeler, hadislerin insanlara aktarılması konusunda çok önemli bir görev ifa

etmişlerdir. İkinci olarak bu evlilikler herkes için bir imtihan unsuru olabilir. Kalbinde

maraz olanların dalalete gitmesine, kalbi temiz olanların da iman ve bilgilerinin

artmasına yardımcı olabilir. Bu husus, günümüzde yaşanmaktadır. Şeytan bazılarının

gönlüne bu vesilelerle yol bulabilmektedir. Üçüncü olarak Hz. Peygamber’in bu

evlilikleri muhtemelen farklı kabilelerin Hz. Peygamber’i daha içten tanımasına ve

İslam’a girmesine yardımcı olmuştur. Dördüncü olarak bu evliliklerin her birisi Hz.

Peygamber’in eminliğine, ahlâkına, hayatının şeffaflığına işaret ve şahadet etmektedir.

Farklı kabile, yaş ve mizaçlara sahip kadınlar Hz. Peygamber’in ahlak ve amel

güzelliğine şahitlik etmişlerdir. Hz. Peygamber gizli kapaklı bir hayat yaşamamıştır.

Gecesi ve gündüzü farklı kişiler tarafından bilinmiş ve örnek alınmıştır. Beşinci olarak

bu evlilikler, İslam’ın beşer için gönderilmiş bir din olduğuna, iffetli şehveti

reddetmediğine işaret etmektedir.

Sadık Vicdanî gibi araştırmacılar “Peygamber’in dönemindeki sosyo-kültürel

şartları bilmeden, Hz. Muhammed (sav)’in evliliklerinin geri planındaki sebepleri

anlamadan değerlendirmenin yanlış olacağını ifade etmiştir” (Öztürk 2011: 249).

1.5. Hz. Peygamber’in Yaptığı Gazaları Katliam Olarak Göstermesi

Dozy, romancı tavrını Hz. Peygamber’in savaşlarını anlatırken de gösterir. Hz.

Muhammed (sav)’i Medine’ye vardığından beri Mekkelilerden intikam almak isteyen,

saldırgan ve şiddete meyilli birisi olarak gösterir. Ona göre Hz. Muhammed (sav), savaş

Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142 Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,

Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”

132

esnasında çıkan bir rüzgârı Cebrail’in (as) yardımı olarak gösteren bir yalancıdır (Dozy

2006: 63). Kur’an-ı Kerim’de ise Bedir Savaşı ile ilgili ayetlerde peygamberin,

karşısındaki müşrik ordusunun kendilerinden üç kat fazla sayıda ve güçte olduğunu

görünce Allah’a dua etmesi ve bu duaya karşılık olarak Yüce Allah’ın bin melekle

Müslümanlara yardım edeceği belirtilmiştir (Kur’an-ı Kerim, Enfal: 9).

Dozy, Hendek Savaşı’nı da Yahudi katliamı olarak gösterir. Hendek Savaşı

sonrası İslam peygamberinin Yahudi Kureyza kabilesine yönelik katliam yaptığını,

Mekke’nin fethinde ise Mekkelilerin hepsini bağışladığını söyler. Hz. Peygamber’in

Mekke’deki bu insanî tavrı ve merhameti için de şeytanî bir bağlam bulur, bunun

sebebini “Arapların kendi kabilesini değil katliama uğratmak, cezalandırmak bile

istemeyeceği” ile açıklar (Dozy 2006: 77- 90).

Kureyza Yahudileri hakkında yazılan eserlere göre bu topluluğun öldürülme

sebebi şu şekilde anlatılır: “Hendek Savaşı’nda Mekkelilerin başkanlığında 10 bin

kişilik askeri gücün Medine’yi kuşatması sonucu Medine’nin etrafına hendek kazılmıştı.

Medine’nin geri kalan bir bölümünde Müslüman toplumun müttefiki olan Benu Kureyza

Yahudileri ile Mekke ordusunu Medine’ye geçirmeyeceği yönünde antlaşma yapıldı.

Ancak kuşatmanın en yoğun günlerinde antlaşmayı bozarak Mekkelilerle birlikte

hareket eden Kureyzalılar, Hz. Peygamber (sav) ve ashabından kurtulmak için

Müslümanlara saldırarak çocuk ve kadınların bulunduğu bölgeye bir takım

tecavüzlerde bulundular. Kureyzalılar, Nadirlilerin kuşatılması sırasında da Hz.

Peygamber (sav) ile birbirlerine karşı ihanette bulunmayacaklarına karşı imzaladıkları

sözleşmeyi bozmuşlardı. Dolayısıyla ikinci defa antlaşmaya ihanet ediyorlardı. Bunun

üzerine onların isteği ile Sad b. Muaz’ın hakemliği sonucunda Sad’ın muhtemelen

Tevrat’tan aldığı hüküm uygulandı ve Kureyza kabilesinin erkekleri idam edildi,

kadınların ise bir kısmı satıldı bir kısmı sahabe arasında dağıtıldı” (Azimli 2008: 23-

25).

Bu olay hakkında oryantalistlerin görüşlerine baktığımızda bir kısmı Kureyzâ

Yahudilerinin suçlarından bahsedip Hz. Peygamber’i (sav) haklı bulmuştur. Meşhur

müsteşriklerden Watt, bazı batılı yazarların bu cezayı gaddarca bularak saldırdıklarını,

Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142 Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,

Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”

133

hâlbuki o günkü örfe göre Arapların birbirlerine de böyle davranabildiklerini, bunda

ayıplanacak bir durum olmadığını, esasen Hz. Peygamber’in (sav) Yahudilere yönelik

özel bir tavrının olmadığını, bu olaydan sonra da birçok Yahudi’nin İslam

toplumlarında rahatça yaşayabildiğini belirtmiştir (Azimli 2008: 26).

A.J. Wensick bu olay hakkında Hz. Peygamber’i (sav) haklı bulduğunu şu

cümlelerle belirtmiştir: “Hangisi olursa olsun en medeni milletler bile Benû Kureyzâ’ya

tesliminden sonra verilen cezanın aynısını verebilir. Hz. Muhammed daha önce Benû

Nadir Yahudilerine af ve hoşgörü ile davranmış, fakat onlar buna müthiş hendek

kuşatmasını organize etmekle karşılık vermişlerdir. Aynı af ve hoşgörüyü Benû

Kureyzâ’ya göstermek doğrusu büyük tehlikelere katlanmak demek olacaktı” (Atçeken

2004: 123).

Kendisi de bir Yahudi olan İsrâel Welfenson’un Benû Kureyzâ’nın suçlarıyla

ilgili yorumu da şöyledir: “Medine’den sürgün edilen Yahudilerin kendi topraklarına

dönmek için uğraşmaları kınanacak bir durum değildir. Ancak Yahudilerin

ayıplandıkları husus, bir grup Yahudi ile Kureyş müşrikleri arasında vukû bulan

konuşma ve anlaşmalardır. Yahudilerin böylesine çirkin bir hata işlememeleri

gerekirdi. Kureyzâ kabileleri puta tapanlarla birlikte savaşmışlar ve Tevrat’ın

putperestlere nefretle bakmayı tavsiye eden, onlara düşmanca davranmayı emreden

hükümlerine zıt hareket etmişlerdir” demiştir (Atçeken 2004: 123).

2. Dozy’nin Sahabeyi Değersizleştirme Gayreti

Sahabe hakkında gerçekten ziyade kendisinin görmek istediği hikayeler anlatan

Dozy, İslam’a ilk girenlerden Hz. Osman’ı şöyle anlatmıştır: “Tam bir serseri olan,

Müslüman olmadan önce hiç şarap içtiği görülmemiş olmakla birlikte hayaları açıkta

bir çilekeş olarak dünyayı gezmeyi düşlediği söylenen Osman b. Maz’un, Muhammed’in

güzel kızı Rukiye ile evlenmeyi umarak katılan yakışıklı, kibar tavırlarıyla tanınan ve

daha sonra üçüncü halife olan Osman b. Affan ilk katılanlardandır.” (Dozy 2006: 30).

Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142 Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,

Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”

134

Hz. Ömer’in de “sol elini de sağ kadar beceriyle kullanabildiği için ona “iki el”

denildiğinden, öngörülü bir kişi olduğundan fakat uyumlu davranışları altında

kurnazlığını gizlediğinden” bahsetmiştir (Dozy 2006: 35).

Yazar Hz. Hasan’ı rahatına düşkün birisi olarak tasvir eder ve halifelik hakkını

Muaviye’ye olağanüstü yüksek bir meblağ karşılığında sattığını bu yüzden sevinç içinde

Medine’deki sarayına çekilip orada mutlu bir yaşam sürdüğünü sonra da rahat yatağında

hayata gözlerini yumduğunu söylemiştir. İranlıların Hz. Hasan’ın Muaviye tarafından

zehirlenmiş olduğu görüşünü de Emevileri kötülemeye yönelik gerçek dışı bir suçlama

olarak yorumlar (Dozy 2006: 373).

3. Tasavvufu ve Mutasavvıfları Değersizleştirme Çabası

3.1. Tasavvufu İslâm Dışı Kaynaklarla Temellendirme

Tasavvuf Arapça yün giymek anlamında bir kelimedir. Kul ile Allah (cc)

arasında ihsan olayının gerçekleşmesi veya kulun ihsan vasfını kazanmasının yollarını

gösteren bir ilimdir. Tasavvufu menşei ile ilgili olarak Durmuş Tatlılıoğlu şöyle der:

“İslam âlimlerince önce bizzat Kur’an-ı Kerim’in esasları ve Hz. Muhammed’in (sav)

yaşayışı tasavvufa kaynaklık yapmaktadır. İslam tasavvufu Hz. Peygamber (sav) ve

sahabenin manevi hayatından kaynaklanmış ve zühd hareketinin gelişmesiyle de

sistemli bir hal almıştır. Hz. Muhammed’den (sav) sonra İslami düşüncenin birçok

kültür ve medeniyetle karşılaşması sonucunda bir takım kültürel etkileşimler meydana

gelmiştir. Bazı araştırmacılar bu etkileşim sonucu tasavvufun İslam’a girdiğini

savunsalar da tasavvuf, nefsin terbiyesi ve ruhun tezkiyesi, kalbin temizlenerek ilahi

âlemin hakikatlerini aksettiren bir ayna durumuna getirilmesidir. Dolayısıyla çeşitli

dinlerde müşterek tarafları olabilir. Hz. Muhammed’in (sav) hayatındaki manevi

yönünü kabul ediyorsak onun uzantısı olan tasavvufu da İslam’ın dışında görmemiz

mümkün değildir. Kısaca tasavvuf Hz. Muhammed’in (sav) hayatını ve manevi yönünü

örnek alma isteklerinden doğmuştur” (Tatlılıoğlu 2009: 103-105).

Bu güne kadar tasavvuf hakkında birçok eser yazılmıştır ancak tasavvufun

menşei ile ilk yorumları yapanlar müsteşrikler olmuştur. Dozy tasavvufun kaynağını dış

faktörlere dayandırmış ve tasavvufun İslam’a İran’dan geçtiğini savunmuştur: “Sufiler

Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142 Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,

Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”

135

mezheplerini sadece Ali ve Hz. Muhammed’e değil Hz. İbrahim’in de sofiliğini ileri

sürerek ilk peygambere dek götürmektedirler. Tasavvuf İran’da, Hint etkileriyle İslam

fetihlerinden önce vardı. İslamiyet öncesinde her şeyin Allah’tan kaynaklandığı ve

tekrar ona döneceği düşüncesi İran’da yaygındı.” (Dozy 2006: 261).

Erol Güngör, müsteşriklerin tasavvufun menşei ile ilgili görüşlerini şöyle

özetler: “Araplar mistik düşünceye kabiliyetli bulunmadıklarından, tasavvuf onlara

ancak dışarıdan gelmiş olabilir. Nitekim İslam mistisizminin asıl doğuş ve gelişme yeri

İran olmuştur” (Güngör 1982: 49). “Bu konuda araştırma yapan müsteşriklerden

Nicholson, Hint tesiri ve Yeni-Eflatunculuk üzerinde durur; Blochet ve Von Kremer,

Dozy gibi tasavvufun menşeini Hint-İran tesirine bağlarlar; Brown Samî bir dine karşı

Arî reaksiyon olarak izah eder; A. Palacios Hristiyanlığa ağırlık verir. Bunlar arasında

İslami menşe’lere en çok yer veren L. Massignon’dur.” (Güngör 1982: 49-50).

Massignon, oryantalistlerin tasavvufun menşei hakkındaki iddiaları arasında en

zayıfının İran tesiri olduğunu, Maniheizm ve İran inançlarının bu hususta kayda değer

bir tesirinin bulunmadığını belirtmiştir (Güngör 1882: 51).

3.2. Tasavvufla Panteizmi Birleştirmesi

Dozy eserinde tasavvufa İslam şeriatinden daha yüksek bir mertebe vermiştir.

Kur’an’ın sert hükümlerinden dolayı tasavvufa uygun olmadığını şu cümlelerle ifade

eder: “Kur’an, tasavvufla kaynaştırılabilecek uygunlukta değildir ve ruhun tekâmülü

düşüncesine ve insanı Allah’la kendi kalbinde “tevhide” yönelteceğine; uygulamakla,

Allah’ın lütfuna layık olunacak bir dizi dini ve ahlaki emirlerle sınırlıdır. Kur’an’ın

kesin hükümleri tasavvufa engeldir; Allah’ın dünyada ya da insan ruhunda olduğunu

söylemez.” (Dozy 2006: 259). Dozy, sofiliğin iki topluluğa ayrıldığını söyler ve bu

toplulukların liderleri olarak Bestamî’nin ve Cüneyd’in isimlerini verir. Tasavvufun

meşhur isimlerinden İranlı Bestamî’den bahsederken onun panteizm öğretisini

savunduğunu ifade ettikten sonra “Kur’an’ın genel eğilimi “Allah’ı insanlaştırmak”

olsa da hiçbir mutasavvıf “insanın Tanrısallığını” bu kadar açık savunmamıştır” der

(Dozy 2006: 266). Yazar, bu ifadelerle Kur’an’ı içinde panteist ögeler barındıran bir

kitap olarak göstermeye çalışmıştır.

Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142 Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,

Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”

136

Dozy, İslam’ın sert ve cansız bir inanç sistemi olmasından dolayı tasavvufa

uygun olmadığını belirtmiş ve tasavvufun zamanla panteizme dönüştüğünü söylemiştir

(Dozy 2006: 265). Yazar, tasavvufun panteizme dönüştükten sonra İslam dinini

kuşattığını ve artık İslam dinini tasavvuftan (daha doğrusu panteizmden) kurtarmanın

imkânsız olduğunu şu cümlelerle belirtmiş, bu durumun sebebini de Müslümanların

saflığı ile açıklamıştır: “Sünni memleketlerde tasavvuf yayılma olanağı buldu ve

sonsuzluk düşünün düşünceleri, Allah’ı insan şeklinde düşünen bir dinin izleyicileri

arasında büyük bir heyecanla benimsendi. Müslümanların saflığı öylesine ileri gitmişti

ki tasavvufun, İslamiyet’in en tehlikeli düşmanı olduğu konusunda hiç kuşku duymadan

kendilerini görünüşün aldatıcılığına bıraktılar. Birileri durumun farkına vardığında iş

işten geçmişti. Muhammed’in inancı ve uygulamaları kuşatılmıştı ve onu kurtarmak da

artık olanaksızdı” (Dozy 2006: 279).

Müsteşriklerin çalışmaları ve 19. asırdan itibaren kaynak olarak ortaya

çıkardıkları eserler panteizmi Müslümanların gündemine taşımıştır. Hüsamettin Erdem

panteizmi şöyle anlatır: “Âlemde her ne var ise, o yaratanın kendisidir yani her şey

odur. Yine bu düşünceye göre varlığın “halık”, “mahluk” gibi ikiliği ortadan

kaldırılmakta ve varlığın birliği yaratıcı ile tabiatın aynı şey olduğunu iddia etmektedir.

Yaratıcı-yaratan ikiliğini kaldırmak için yaratıcıyı âlemle aynileştiren, yani “yaratan

her şeydir, her şey yaratandır” diyen felsefi düşünce ekolleri işte bu “Heme-ost”çuluk

(panteism) ismi altında toplanır” (Erdem 1990: 12-30).

H. Hüseyin Tunçbilek de panteizmle vahdet-i vücut arasındaki farklılıkları şöyle

sıralamıştır:

1. “Vahdet-i vücûd tamamen dinî kaynaklıdır. Panteizm ise sadece akla dayanan

felsefî bir meslektir.

2. Vahdet-i vücûdda Allah zâtı itibarıyla aşkın, isim ve sıfatları itibarıyla içkindir.

Bu anlayışta hulûl ve ittihad yoktur, Panteizmde ise Allah aşkın değil içkindir.

Hulûl ve ittihad vardır. Yani Allah ile âlem iç içe ve özdeştir.

3. Vahdet-i vücudda din, şeriat, ibadet, ahiret gibi hususlara kalpten inanma ve

tasdik etme söz konusu iken, panteizmde böyle bir inancın yeri yoktur.

Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142 Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,

Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”

137

4. Vahdet-i vücudculara göre Allah hür iradeye sahiptir. Yaratma varlıkta her an

devam etmektedir. Panteistler ise, âlemdeki var oluşu zorunlu sayarlar ve diğer

sıfatlarla birlikte Allah’ın irade sıfatını da inkar ederler” ( Tunçbilek 2008: 21).

3.3. Hallac-ı Mansur’u Panteist Gösterme Çabası

Dozy, tasavvuf tarihinin en meşhur simalarından biri olan Hallac-ı Mansur’dan

bahsederken ehlisünnetin Hallac’ı “Tanrısal ve insani gücün birleşimini kendisinde

bulunduran bir sihirbaz” olarak gördüğünü belirtmiştir (Dozy 2006: 267). Onun

öldürülme sebebini toplumun en üst katmanları, hükümdar ve yakın çevresi özellikle de

ehlisünnetin ruhban sınıfı ile olan mücadelesinde aranması gerektiğini iddia eder (Dozy

2006: 268). Dozy iki farklı gelenekte iki farklı Hallac tipi olduğunu söyler. Ehlisünnet

rivayetlerine göre Hallac’ın ölüleri dirilttiği ve her istediğini kendisine getirecek cinleri

hizmetinde kullandığı söylentisi yayılmıştı. Bunun üzerine tutuklanan Hallac ve

yandaşları sorguya çekildi. Hallac’ın yargılanmasını isteyen vezir Hamid, somut bir

delil aradı ve bu delili Hallac’ın kitaplarından birinde buldu. Kitaptaki ifadeye göre

Hallac eserinde şöyle diyordu: “Hac görevini yerine getirmek isteyip de, engeller

nedeniyle bunu gerçekleştiremeyen kişi bu görevi başka bir yöntemle yerine getirebilir.

Özenle temizlenmiş ve başkalarının girmesine izin verilmeyen bir odada bildik tavaf ve

hacın diğer ibadetlerini yapması, 30 yetim çocuğa iyi yemek vermesi ve bunlara şahsen

hizmet etmesi, her birine bir elbise ve 10 dirhem vermesi yeterlidir.” Hallac’a bu

düşünceyi nereden aldığı sorulduğunda o, Hasan el-Basri’nin bir kitabından aldığını

söyler. Bunun üzerine kadı, “Ey kanı boya gibi akacak kafir, yalan söylüyorsun, sözünü

ettiğin kitap Mekke’de bir âlim tarafından bize yorumlandı. Senin yazdığın düşünce

orada yoktur.” diye bağırdı. Halife El-Muktedir’in veziri Hamid, kadı’nın ağzından

çıkan “kâfir” kelimesine sarılarak idam fermanı çıkarması için kadıyı zorladı. Fetva

çıkarıldı ve Hallac işkence edilerek öldürüldü.

Dozy’ye göre sofi geleneğinde farklı bir rivayet vardı: “Hallac birçok kerametleri

olan birisiydi ve sayısız topluluk ona mürid olmuştu. O “Ene’l-Hak”, diyordu;

kendisinden “Huve’l-Hak” demesi isteniyordu. Bunun üzerine hapse atıldı, gösterdiği

kerametlerle hapisten kaçması mümkünken o “Allah bana kızgındır” yanıtını verdi. Bu

Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142 Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,

Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”

138

sözlerin anlamı sofilere göre Hallac’ın işkence görmesine Allah izin vermiştir, çünkü

“Ene’l-Hak” demekle büyük sırrı açığa vurmuştur. Sonunda Hallac’a işkenceler edildi.

Bir elini kestiler, gülümseyerek “zincire bağlı kimsenin elini kesip koparmak zor bir şey

değil; hüner, en yüksek göğe yükselen yanımı oradan kesip koparmaktır” dedi. İki eli

kesildiğinde kanlar içindeki bileklerini yanaklarına ve kollarına sürerek kanıyla sıvadı.

Bunun sebebini ise kan kaybettiği için renginin solacağını ve korkudan rengi sarardı

demelerinden korkacağı ile açıkladı. Kollarını kana bulayınca hakiki aşkın abdestini

aldığını söyledi” (Dozy 2006: 270-276).

Dozy, Hallac’ın cezaya çarptırılması veya şehid edilmesini vezir Hamid’in ona

duyduğu nefret ve düşmanlığın neticesi olarak göstermiştir. Araştırmacılar ise Hallac’ın

ölüm sebebiyle ilgili çeşitli rivayetler olduğunu belirtmişlerdir. Bu konu üzerinde

araştırma yapanlardan Hayrani Altıntaş, Hallac’ın ölüm sebebini ve ona karşı duyulan

nefreti halifenin, fukahanın, Şii ve İmamîlerin ve mutasavvıfların tepkisi olmak üzere

dörde ayırmıştır. “Halife, Hallac’ın Sünnî inancı sarsacak fikirleriyle halka tesir

ettiğini, siyasi ve içtimai düzeni bozduğunu öne sürerek hakkında dava açmıştır.

Fukahâ, Hallac’ın kendini peygambere eş tuttuğunu, bir takım mucizeler gösterdiğini

söyleyerek onu suçlamıştır. Şiiler ve İmamîler ilk başta Hallac’a yakınlık göstermiş

daha sonra Hallac’ın gaib imamın öldüğünü ve Hz. İsa’dan başka Mehdi gelmeyeceğini

söylemesi üzerine ona karşı cephe almıştır. Mutasavvıflar ise havasa ait olan sırları ifşa

ettiğini iddia ederek onu suçlamıştır” (Altıntaş, 1986: 76). Bazı yazarlar Hallac’ın

yaşantısını ve fikirlerini vahdet-i vücut etrafında değerlendirirken bazıları ondaki bu

halin vahdet-i şühûd olabileceği üzerinde durmuştur. Tasavvuftaki vahdet-i vücut

anlayışı Dozy gibi bir takım müsteşrikler tarafından “panteizm” ile ilişkilendirilmiştir.

Cüneyd-i Bağdâdî de Hallac’ın bu sözünü Halik-mahluk birleşmesi olarak

değerlendirmiştir. Kuşeyrî Risalesi‘nde Hallac-ı Mansur’un Cüneyd-i Bağdâdî’nin

sohbetlerine katıldığı ancak “Ene’l-Hak” demesinden sonra Cüneyd’in sükûtu ve halveti

emretmesi üzerine bu sözü doğru bulmayarak şu açıklamayı yaptığı kayıtlıdır: “Misli ve

benzeri bulunmayan ne zaman misli ve benzeri bulunan şeyle birleşmiştir? Heyhat! Bu

acayip bir zandır! Ancak latif olan Allah’ın lütfu ile birleşme mümkün olur. Fakat bu

şekilde birleşme; yakînin işareti ve imanın hakikati müstesna başka yoldan ne idrak

Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142 Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,

Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”

139

edilir ne tahayyül edilir ne de ihâta edilir” (Kuşeyrî 1999: 88). Burada vurgulanması

gereken en önemli husus Dozy’nin ve diğer müsteşriklerin tasavvufla ve İslam tarihiyle

ilgili tuhaf fikirlerine kaynaklık eden sahih veya sahte tarihî eserlerin 19. asırda

müsteşriklerin öncülüğünde ortaya çıkması ve bu eserlerde tasvir edilen İslâm’ın

yaşayan İslam’la çelişmesidir.

4. Türkleri İçki ve Kadın Düşkünü Göstermesi

Dozy, bir yandan İslam inanç ve tarihini değersizleştirirken diğer yandan bu dini

kabul etmiş milletleri zan altında bırakmıştır. Onların İslamiyet’i kabul sebepleri için

daima şeytani sebepler üretmeye çalışmıştır. Türklerin İslâm’ı benimsemesinin sebebini

İslamiyet’in ahirette şehevi hazlar vaat eden bir din olmasına bağlamıştır: “Batılı

Türklerin İslamiyet’i benimsemesi zor olmadı. Coşkulu “çağrı”sı ve ahirette vaad ettiği

şehevi hazlarıyla İslamiyet, bu ihtiraslı millete, dingin ve düşünceye dayalı bir din olan

Budizm’den çok daha çekici geliyordu” (Dozy 2006: 310).

Eserin on üçüncü (Vahhabiler) bölümünde Dozy, büyük Türk imparatorluğunda

abdest, namaz, oruç vs. dışında İslam’ın kurallarının yürürlükte olmadığını söylemiştir.

Bunu da Türklerdeki gösteriş düşkünlüğü ile açıklamıştır. Osmanlıda içki ve kadın

düşkünlüğünün bir yaşam biçimi haline geldiğini, birçok fahişenin beklediği kutsal

topraklarda hacıların tavırlarının gerçek inananlar için utanç nedeni olduğunu

söylemiştir (Dozy 2006: 334). Dozy’nin eserinde çizmek istediği Türk imajı 19.

yüzyılda Rus oryantalizminin yeni bir Türk tipi oluşturma gayreti ile paralellik

göstermektedir. Nitekim Rus oryantalizminin meydana getirmek istediği Türk tipinin en

bariz özellikleri, cahillik, eğlenceye düşkünlük, ayyaşlık ve iffetsizliktir (Coşkun 2014:

72).

Dozy, Vahhabiliği dolaylı olarak överken, Türkleri ve geleneksel İslâm’ı tahkir

etmiştir. Cahil Müslümanların bazı batıl görüşlerini genelleyerek İslam’a saldırmak

yaygın bir metottur. Dozy’ye göre Müslümanlar saçlarını tepelerinde bir tutam kalmak

üzere tıraş etmektedirler ve bu âdeti yerine getirince kıyamet günü peygamberin o bir

tutam saçtan tutup kendilerini cennete götüreceğine inanmaktadırlar. Yazar bu

geleneğin Kürtlerde ve bazı Türklerde de olduğunu söylemiştir (Dozy 2006: 338).

Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142 Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,

Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”

140

Filibeli Ahmet Hilmi eserinde Dozy’nin bu iddiasına karşılık şu cevabı

vermiştir: “Müslümanlardan bazısının tepe perçemlerini bırakışları, taraf-ı

Peygamberîden tutulup cennete sokulmaları fikrine dair olduğu gibi gülünç bir mütalaa

dermiyan eden Dozi, izhar-ı cehalet etmekten başka bir şey yapmıyor. En cahil

Müslümanda bile böyle bir fikir yoktur.” (Filibeli Ahmet Hilmi: 1971: 507).

Sonuç

Dozy’nin Tarih-i İslamiyet adlı eseri İslam’ı ve Hz. Peygamber’i hedef alan bir

esedir. Yazar, İslâm tarihiyle ilgili gerçek kişiler ve gerçek olaylar için art niyetli

bağlamlar oluşturmuştur. Meselâ Hz. Peygamber’in Sara hastası olduğunu keşif ve iddia

etmiş; onun Hıra dağına gitmesini bu hastalığa bağlamıştır. Böylece gerçeği tahrif

etmek ve zihinleri bulandırmak istemiştir. Sahabe hakkında bu güne kadar duyulmayan

ve ilmî geçerliliği olmayan iddiaları sıralamıştır. Gazaları katliam olarak yorumlamıştır.

Türkleri cahil, eğlence düşkünü ve barbar göstermiştir. Tasavvufun kökenini Hint-İran

tesirleriyle birleştirerek vahdet-i vücut düşüncesini Batının ulûhiyet anlayışına göre

panteizmle açıklamaya çalışmış, tasavvufa dinî değil felsefi bir sistem gözüyle

bakmıştır. Dozy’nin İslam inanç ve tarihini karalayan bazı bilgi ve yorumlarını

destekleyen “tarihî” kaynaklar vardır, ancak müsteşriklerin eserlerine kaynaklık eden bu

eserler de 19. ve 20. asırda yerli ve yabancı oryantalistlerin gayretleriyle meşhur ve

muteber olmuşlardır.

Kaynakça

Altıntaş, Hayrani (1986), Tasavvuf Tarihi, Ankara, AÜİF Yayınları.

Atçeken, İsmail Hakkı (2004), “Bazı Oryantalistlere Göre Asr-ı Saadet’te Yahudiler”, S:4, 107-130,

(www.istem.org).

Aydüz, Davut (2010), “Kur’an-ı Kerim’in İki Kapak Arasında Bir Mushaf Halinde Cem Edilmesi”,

Diyanet İlmi Dergi, C:46, S:1, 57-90.

Azimli, Mehmet (2008), “Benu Kureyza Kuşatması ve Sonucu Hakkında Bazı Düşünceler”, DÜİFD, C:

X, S: 2, 23-32.

Cerrahoğlu, İsmail (1981), “Garanik Meselesinin İstismarcıları”, AÜİFAD, C:24,70-91.

Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142 Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,

Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”

141

Coşkun, Menderes (2014), “Babürnamede Oryantalistçe Tasvir ve Mesajlar -II”, Yağmur Dergisi, S: 72.

Çetişli, İsmail (2013), Batı Edebiyatında Edebî Akımlar, Ankara, Akçağ Yayınları.

Çınar, Mahmut (2007), “Hz. Peygamber’in Zeynep Bint Cahş İle Evliliği Etrafındaki Şüpheler”, Diyanet

İlmi Dergi, C:43, S:1,31-50.

Dozy, Reinhart Pieter Anne (2006), İslam Tarihi, (Trc: Abdullah Cevdet, Vedat Atila), İstanbul, Gri

Yayınevi.

Erdem, Hüsamettin (1990), Panteizm ve Vahdet-i Vücut Mukayesesi, Ankara, Kültür Bakanlığı

Yayınları.

Güngör, Erol (1982), İslam Tasavvufunun Meseleleri, İstanbul, Ötüken Yayınları.

Hatipoğlu, İbrahim (1999), “Osmanlı Aydınlarınca Dozy’nin Tarih-i İslamiyyet’ine Yöneltilen

Tenkitler”, İslam Araştırmaları Dergisi, S:3, 197-213.

Hizmetli, Sabri (1989), “Garanik Meselesi Üzerine”, İslami Araştırmalar Dergisi, C:3 S:2,Ankara, 40-

58.

Kara, Seyfullah (2005), “Hz. Peygamber’e Karşı Oryantalist Bakış Ve Bu Bakışın Kırılmasında

Metodolojik Yaklaşımın Önemi”, AÜİFD, S:23, Erzurum, 145-169.

Kuşeyrî, Abdulkerim (1999), Tasavvuf İlmine Dair Kuşeyrî Risalesi, (Çev: Süleyman Uludağ),

İstanbul, Dergah Yayınları.

Özdemir, Mehmet (1994), “Dozy, Reinhart Pieter Anne”, TDV, İslam Ansiklopedisi, 513-514.

Öztürk, Hakan (2011), Cumhuriyet Dönemi İslam Tarihi Çalışmalarında Hz. Muhammed

Tasavvuru, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmış Doktora Tezi, Ankara.

Said, Edward (1989), Oryantalizm (Trc: Selahattin Ayaz), İstanbul, Pınar Yayınları.

Suruç, Salih (2014), Kâinatın Efendisi Peygamberimizin Hayatı, C:1, İstanbul, Nesil Yayınları.

Şehbenderzâde, Ahmet Hilmi (1971), İslam Tarihi, C:1, Ankara, Doğan Güneş Yayınları.

Şengüler, İsmail Hakkı (1989), Mehmet Akif Külliyatı, İstanbul, Hikmet Yayınları.

Tatlılıoğlu, Durmuş (2009), “Tasavvuf ve Tarikatlara Sosyolojik Bir Bakış”, Dinbilimleri Akademik

Araştırma Dergisi, IX, S:1, 99-128.

Eleştirel Bakış Dergisi, 1 (2016): 119-142 Gamze Yank “Dozy’nin İslam Tarihi Adlı Eserindeki Zihin Lekeleri: Hz. Peygamber’i, Sahabeyi,

Mutasavvıfları ve Türkleri Değersizleştirme Gayreti”

142

Tunçbilek, H. Hüseyin (2008), “Muhyiddin İbn Arabî’de Vahdet-i Vücûd Telakkisi”, Harran

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XIII, S: 19, Şanlıurfa, 5-23.

Tütün, Sevgi (2012), “Yirminci Yüzyıl Müfessirlerinin Garânik Olayına Bakışı, CÜ İlahiyat Fakültesi

Dergisi, C:16, Sivas, 587-613.

Yavuz, Hilmi (2006), “Dozy, İslam Tarihi ve Abdullah Cevdet (I-II)”, Zaman Gazetesi, 1 ve 8 Kasım

2006.

Yazır, Muhammed Hamdi (1935), Hak Dini Kur’an Dili, C:4, İstanbul, Diyanet İşleri Reisliği.

Yazır, Muhammed Hamdi (2012), Kuran-ı Kerim Türkçe Meâli, Balıkesir, Altınpost Yayınları.


Recommended