S A Ğ L I K B İ L İ M L E R İ D E R G İ S İ
ISSN 1309-470X
Cilt 11 | Sayı 1 | Ocak 2020 | Supplement 1
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam Kongresi
Bildiri Kitabı
ISSN: 1309-470XCilt: 11, Sayı: 1, Ocak 2020, Supplement 1
Yayın TürüHakemli Süreli Yayın(Dergi, yılda 4 sayı olarak Ocak, Nisan, Temmuz, Ekim aylarında yayımlanır)
Yayın Sahibi Acıbadem Üniversitesi AdınaRektör Prof. Dr. Ahmet Şahin
EditörProf. Dr. Enis Özyar
Dergi SekreteryasıEzgi Karaduman
Adres/ Yönetim YeriAcıbadem Üniversitesi Sağlık Bilimleri DergisiAcıbadem Üniversitesi Tıp FakültesiKayışdağı Cad. No:3234752 Ataşehir-İstanbulTel : +90 (216) 500 44 44Faks : +90 (216) 576 50 76e-posta : [email protected] [email protected]
Dergimiz Türkiye Atıf Dizini ve Ulakbim’de dizinlenmektedir.
Yayın HizmetleriBAYT Bilimsel Araştırmalar Basın Yayın ve Tanıtım Ltd. Şti.Ziya Gökalp Cad., 30/31, Kızılay, ANKARATel : 0(312) 431 30 62Faks : 0(312) 431 36 02e-posta : [email protected]
Yayın tarihi: Ocak 2020
S A Ğ L I K B İ L İ M L E R İ D E R G İ S İ
* Tüm Acıbadem Üniversitesi Öğretim Üyeleri Acıbadem Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi’nin Danışma Kurulu üyesidir.* All Faculty Members of Acibadem University are members of the Advisory Board.
KURUCU EDİTÖRLER / HONORARY EDITORS
Prof. Dr. Nurdan Tözün, Prof. Dr. Necmettin Pamir
EDİTÖRLER KURULU/ EDITORIAL BOARD MEMBERS
Prof. Dr. Ahmet AlanayProf. Dr. Cem AlhanProf. Dr. Agop Çıtak
Doç. Dr. Ükke Karabacak Prof. Dr. Özgür Kurt
Prof. Dr. Muhittin SerdarProf. Dr. İlke Sipahi
Prof. Dr. Yeşim Işıl ÜlmanYrd. Doç. Dr. Deniz Yücel
Albert Bart, Hollanda
Anne W.M. Lee, Çin
Bülent Atilla, Türkiye
Cem Önal, Türkiye
Cüneyt Üneri, Türkiye
David I. Rosenthal, A.B.D
Ertan Ural, Türkiye
Ferah Yıldız, Türkiye
Ferran Urquisa Pellise, İspanya
Gülten Dinç, Türkiye
Haluk Berk, Türkiye
Henrik Vedel Nielsen,
Danimarka
James C. Fang, A.B.D
Menno de Bree, Hollanda
Metin Ertem, Türkiye
Munsih Gupta, A.B.D.
Önder Us, Türkiye
Remzi Tözün, Türkiye
Roberto Andorna, İsviçre
Ülgen Zeki Ok, Türkiye
Volkan Kavas, Türkiye
Yusuf Özbel, Türkiye
DANIŞMA KURULU* / ADVISORY BOARD
YAYIN SAHİBİ / OWNER
Acıbadem Üniversitesi Adına Prof. Dr. Ahmet Şahin
EDİTÖR / EDITOR-in-CHIEF
Prof. Dr. Enis Özyar
Kapak resmi: Prof. Dr. Erkmen Böke (1939-2014)
İzmir’de 1939 yılında doğdu. 1962 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdi. 1970 yılında Almanya Heidelberg Üniversitesi’nden Genel Cerrahi uzmanlığını aldı. Türkiye’ye döndükten sonra Hacettepe Üniversitesi’nde 1970 yılında Genel Cerrahi Uzmanı, 1973 yılında da Göğüs ve Kalp-Damar Cerrahisi Uzmanlığını aldı. Aynı üniversitede 1976 yılında Doçentliğe, 1982 yılında da Profesörlüğe atandı. 1982-1988 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri Başhekimliği görevinde bulundu. Almanca ve İngilizce bilen Prof. Dr. Böke, evli ve iki çocuk babasıdır.
Resim çalışmalarına 2003 yılından beri yoğun olarak devam etmiş olan Prof. Dr. Böke, ilk iki yağlıboya kişisel resim sergisini Hacettepe Üniversitesi Ahmet Göğüş Sanat Galerisi’nde 2005 ve 2007 yıllarında, üçüncü kişisel sergisini Arsuz İskender Sayek Evi’nde “Füsun’un Çiçekleri” adıyla ve dördüncü sergisini de 2011 yılında Ankara Elele Sanat Galerisi’nde açmıştır. Prof. Dr. Erkmen Böke, yedi karma sergiye katılmıştır.
18. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ
8. ULUSAL
SAĞLIKLI YAŞAM
KONGRESİ
Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi
www.2019sys.org
KONGRE BİLDİRİ ÖZETLERİ
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
3 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
DESTEKLEYEN KURULUŞLAR2 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ DESTEKLEYEN KURULUŞLAR
Düzenleyen Kuruluş
Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Kongre Desteği
Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi
Sponsor Firmalar
ABDİ İBRAHİM
ANKARA NOBEL TIP KİTABEVLERİ
BEEO PROPOLİS
BESD-BİR Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği Derneği
BIOCODEX
BIODESIS
CALIFORNIA WALNUTS
DİYETİSYEN DÜNYASI
DYT MAG
ENA FARMA
FELLAS
İBRAHİM ETEM – MENARINI
LOOP CORPORATE
NBT İLAÇ
NESTLE
OMEGA PHARMA
ORZAX
SABRİ ÜLKER VAKFI
SANDOZ
SANOFI
SDM Bilimsel Beslenme ve Diyet Çözümleri
TARTI
WELLCARE
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
4 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
İÇİNDEKİLER
BİLİMSEL PROGRAM ........................................................................................................................... 5
BİLDİRİ LİSTESİ ...................................................................................................................................... 9
KONUŞMA ÖZETLERİ ........................................................................................................................ 12
SÖZEL SUNUMLAR ............................................................................................................................ 61
POSTER SUNUMLAR .......................................................................................................................110
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
5 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
BİLİMSEL PROGRAM4 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ BİLİMSEL PROGRAM
11 NİSAN 2019, PERŞEMBE BİREYSELLEŞTİRİLMİŞ BESLENME DİYETİSYENİ
ANA SALONSaat Konu / Moderatör Konuşmacı
09.30-10.00 AÇILIŞ
10.00-11.30 1. OTURUM: MOLEKÜLER BİYOLOJİNİN TEMELLERİ MODERATÖR: Sevinç Yücecan
10.00-10.30 Hastalık – Gen Etkileşimi Uğur Sezerman
10.30-11.00 Performans – Gen Etkileşimi Korkut Ulucan
11.00-11.30 Besin Öğesi – Gen Etkileşimi Aslı Akyol Mutlu
11.30-12.10UYDU SEMPOZYUMU Yaşam Yolunda Cevizin Önemi Prof. Dr. Sevinç Yücecan -Yakın Doğu Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı
12.10-12.40 KONFERANS Dünyayı Yaşatmak İçin Böcek Proteini mi Vegan Olmak mı? Sürdürülebilir Beslenmeyi Başlat Dilara Koçak
12.40-13.30 ÖĞLE YEMEĞİ
13.30-14.10UYDU SEMPOZYUMU Global Sağlıklı Kahvaltı Kılavuzu Projesi Dyt. Ece Nevra Durukan - Nestlé Global Beslenme, Yasal İşler ve Dış İlişkiler Grup Müdürü
14.10-15.40 2. OTURUM: BİREYSELLEŞTİRİLMİŞ BESLENME ve GENETİK MODERATÖR: Duygu Sağlam
14.10-14.40 Kişiselleştirilmiş Beslenme ve Genetik Aslı Akyol Mutlu
14.40-15.10 Bireysel Genetik Analizler ve Sağlığa İnovatif Yaklaşım Ümit Zeybek
15.10-15.40 Bağırsak Mikrobiyota Metagenom Analizlerinde Kişiye Özel Yaklaşımlar Meltem Yalınay
15.40-16.20UYDU SEMPOZYUMU Enterogermina ile Mikrobiyota Devrimi Prof. Dr. Metehan Özen
16.20-16.40 KAHVE ARASI
16.40-17.10 KONFERANS Beslenme Araştırmalarında Sistem Biyolojisi Uygulamaları Melis Durası
17.10-17.40 PANEL: DİYETİSYEN BAKIŞ AÇISIYLA KİŞİSELLEŞTİRİLMİŞ BESLENME Moderatörler: Aslı Akyol Mutlu, Ümit Zeybek
Beste Alimert
Sevinç Akdur
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
6 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
BİLİMSEL PROGRAM 58. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİBİLİMSEL PROGRAM
12 NİSAN 2019, CUMA ANA SALON
Saat Konu / Moderatör Konuşmacı
09.00-10.30 3. OTURUM: BAĞIRSAK MİKROBİYOTASINDA İLK 1000 GÜN MODERATÖR: Ener Çağrı Dinleyici
09.00-09.30 Hamilelik Süresince Bağırsak Mikrobiyotası: Anne Karnındaki Mikro-Bakıcılar Ateş Kara
09.30-10.00 Yenidoğan Sağlığında Anne Sütü Oligosakkaritleri (HMOs) Sertaç Arslanoğlu
10.00-10.30 Yenidoğan Beyin ve Mikrobiyota Gelişiminde Pre-Probiyotiklerin Rolü Güldane Koturoğlu
10.30-10.50 KAHVE ARASI
10.50-11.20 KONFERANS Erken Yaşta Antibiyotik Kullanımının Uzun Dönem Etkileri Ener Çağrı Dinleyici
11.20-12.00
UYDU SEMPOZYUMU: XL-S Uydu Sempozyumu Ağırlık Kontrolünde Enerjisi Kısıtlanmış Gıda ve Yağ Tutucuların Yeri Moderatör: Prof. Dr. Murat Baş Konuşmacı: Dr. Orkan Karaca
12.00-12.30 KONFERANS Kısa Zincirli Yağ Asitleri: Azı Karar, Çoğu Zarar mı? Zehra Büyüktuncer Demirel
12.30-13.10 UYDU SEMPOZYUMU: Alflorex ile özgürlüğü seçin Konuşmacı: Prof. Dr. Ener Çağrı Dinleyici
13.10-14.00 ÖĞLE YEMEĞİ
13.15-14.00 POSTER BİLDİRİ SUNUMLARI Oturum Başkanları: Ecem Örkü, Esen Karaca
14:00-15:40 4. OTURUM: İÇİMİZDEKİ EKOSİSTEME SALDIRANLAR MODERATÖR: Mendane Saka
14.00-14.20 Batı Tarzı Beslenme Perim Türker
14.20-14.40 Gıda Katkı Maddeleri Aylin Ayaz
14.40-15.00 Yapay Tatlandırıcılar Ecem Örkü
15.00-15.20 Postbiyotikler: Sağlığımızın Belirsiz Kahramanları Efsun Karabudak
15.20-15.40 Türkiye Probiyotik Rehberi Meltem Yalınay
15.40-16.20 UYDU SEMPOZYUMU: Tarladan Fincana Kahve Uzman Diyetisyen Ceren Batmaz Sarı
16.20-16.40 KAHVE ARASI
16.40-18.40 5. OTURUM: BAĞIRSAK SINIRLARI DIŞINDA MİKROBİYOTANIN ETKİLERİ MODERATÖR: Efsun Karabudak
16.40-17.00 Ağırlık Kontrolünde Bağırsak Mikrobiyotası ve Probiyotikler Murat Baş
17.00-17.20 Metabolik Sendrom ve Diyabet Hastalığında Bağırsak Mikrobiyotası ve Probiyotikler Mendane Saka
17.20-17.40 Kanserde Bağırsak Mikrobiyotası ve Probiyotikler Hakan Alagözlü
17.40-18.00 Aterosklerozda Bağırsak Mikrobiyotası ve Probiyotikler Neriman İnanç
18.00-18.20 Otoimmün Hastalıklarda Bağırsak Mikrobiyotası ve Probiyotikler Nihan Çakır Biçer
18.20-18.40 Psikobiyotikler: Depresyon ve Anksiyete Tedavisindeki Yeri Nihal Tunçer
12 NİSAN 2019, CUMA B SALONU
17.00-19.00 SÖZEL BİLDİRİ SUNUMLARI Oturum Başkanları: Esen Karaca, Selen Köksal
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
7 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
BİLİMSEL PROGRAM6 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ BİLİMSEL PROGRAM
13 NİSAN 2019, CUMARTESİ ANA SALON
Saat Konu / Moderatör Konuşmacı
09.00-09.50 6. OTURUM: SPORCU SAĞLIĞI ve BAĞIRSAK MİKROBİYOTASI MODERATÖR: Özge Küçükerdönmez
09.00-09.25 Sporcu Sağlığı ve Mikrobiyota: Mikroorganizmalar Egzersiz Arkadaşı Olabilir mi? Aylin Büyükkaragöz
09.25-09-50 Sporcu Performansında Probiyotiklerin Etkisi Var mı? Duygu Sağlam
09.50-10.10 KAHVE ARASI
10.10-10.40 KONFERANS Bağırsak Mikrobiyotası Ağızda Başlar Metehan Özen
10.40-11.20
UYDU SEMPOZYUMU Güncel Kılavuzlar Eşliğinde Sindirim Sistemi ve Probiyotikler Konuşmacılar: Prof. Dr. Tarkan Karakan & Prof. Dr. Hakan Alagözlü
11.20-11.50 KONFERANS Hangi Hastalıkta, Hangi Probiyotik? Rehberlere Bir Göz Atalım
Tarkan Karakan
11.50-12.20 KONFERANS Akdeniz Diyetinin Sağlıklı Yaşama Etkileri: Güncel Bilimsel Sonuçlar
Selahattin Dönmez
12.20-13.30 ÖĞLE YEMEĞİ
13.30-14.00 KONFERANS Bağırsak Sağlığında Fonksiyonel ve Fermente Besinlerin Etkileri Sevinç Yücecan
14.00-15.00 7. OTURUM: BARİYATRİK CERRAHİ, SİRKADYEN RİTİM VE PROBİYOTİKLER MODERATÖR: Duygu Sağlam
14.00-14.30 Bariyatrik Cerrahide Bağırsak Mikrobiyotası ve Probiyotikler Gözde Arıtıcı Çolak
14.30-15.00 Bağırsak Mikrobiyotası ve Sirkadiyen Ritim Saniye Bilici
15.00-15.40
UYDU SEMPOZYUMU Yemekte Denge Eğitim Projesi ve Yemekte Denge Besin Tüketim Sıklığı ve Miktarı-II Araştırması’nın Ön Sonuçları Doç. Dr. F. Esra GÜNEŞ
15.40-16.00 KAHVE ARASI
16.00-18.00 8. OTURUM: BAĞIRSAK HASTALIKLARINA HEKİM ve DİYETİSYEN YAKLAŞIMI - I MODERATÖR: Aylin Büyükkaragöz
16.00-16.30 Inflamatuvar Bağırsak Hastalıkları: Küreselleşen Dünyanın Etkileri ve Tedavi Algoritması Özdal Ersoy
16:30-17:00 Inflamatuvar Bağırsak Hastalıklarında Diyet: Tedavi Edici mi? Tetikleyici mi? Gül Kızıltan
17:00-17:30 İrritabl Bağırsak Sendromu (IBS) – Hekim Yaklaşımı Özdal Ersoy
17:30-18:00 İrritabl Bağırsak Sendromu (IBS) – Diyetisyen Yaklaşımı Gamze Akbulut
18.00-19.30 BAĞIRSAK HASTALIKLARINA HEKİM ve DİYETİSYEN YAKLAŞIMI - II MODERATÖR: Gül Kızıltan
18:00-18:30 Bağırsak Geçirgenliğinde Beslenme Tedavisi: Sızıntıları Onarmak Özge Küçükerdönmez
18:30-19:00 Gastroenterolog Bakışıyla SİBO: Tanı, Belirti ve Tıbbi Tedavi Şafak Kızıltaş
19:00-19:30 Diyetisyen Bakışıyla SİBO: Beslenme Tedavisi Esen Karaca
13 NİSAN 2019, CUMARTESİ B SALONU
17.00-19.00 SÖZEL BİLDİRİ SUNUMLARI Oturum Başkanları: Duygu Sağlam, Gözde Arıtıcı Çolak
ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
8 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiBİLİMSEL PROGRAM 78. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİBİLİMSEL PROGRAM
14 NİSAN 2019, PAZAR ANA SALON
Saat Konu / Moderatör Konuşmacı
09.00-11.55 9. OTURUM: KAFAMDAKİ DELİ SORULAR MODERATÖR: Muhittin Tayfur
09.00-09.25 Yoğurt ve Kefir Probiyotik Bir Ürün müdür? Bilimsel Bakış Esra Güneş
09.25-09.50 Probiyotik Takviyeler Güvenli mi? Üretimden, Tüketiciye Canlılık ve Saklama Koşulları Barkın Berk
09.50-10.15 Faz Açısı Kanser Hastalarının Beslenme Durumunun Değerlendirilmesinde Geçerli Bir Değerlendirme Aracı Olabilir mi? Dilşat Baş
10.15-10.40 Diyette Motivasyon ve Zorlu Danışanlarla Başa Çıkmanın Yolları Berrin Yiğit
10.40-11.05 Çocuklarda Yeme Davranışları, Suç, Ceza ve Ödüller Güneş Aksüs
11.05-11.30 İntegratif Beslenme Nedir? Ne Değildir? Selen Köksal
11.30-11.55 Yeme Farkındalığı (Mindful Eating): Yeni Bir Diyet Tedavisi Yöntemi Olabilir mi? Pırıl Şenol Duru
11.55-12.15 KAHVE ARASI
12.15-13.15 PANEL: AİLE DİYETİSYENLİĞİ: SÜRDÜRÜLEBİLİR SAĞLIK VE BESLENME İÇİN BİR SEÇENEK OLABİLİR Mİ?
Türkiye Diyetisyenler Derneği Muhittin Tayfur
Sürdürülebilir Yaşam Derneği Emine Aksoydan
13.15-13:30 DEĞERLENDİRME ve KAPANIŞ
14 NİSAN 2019, PAZAR DİYETİSYENLER İÇİN YEME BOZUKLUKLARI VE OBEZİTEYE YAKLAŞIM TEMEL EĞİTİM KURSU
KURS SALONU
Saat Konu Eğitmen
13.30-14.20 I. BÖLÜMYeme Bozuklukları ve Obezite Feyza Bayraktar
Anoreksiya Nervoza, Bulimiya Nervoza ve Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu Nedir?
Başka Türlü Adlandırılamayan Yeme Bozuklukları
Yeme Bozukluklarının Fizyolojik, Psikolojik ve Sosyal Sebepleri / Sonuçları
Yeme Bozuklukları Hakkında Doğru Bilinen Yanlışlar
Obezitenin Psikolojik Sebepleri / Sonuçları
Ağırlık Artışına Sebep Olan ve Ağırlık Kaybının Önüne Geçen Psikolojik Faktörler
14.20-14.30 ARA
14.30-15.20 II. BÖLÜMBeslenme Danışmanlığı Sürecinde Yeme Bozukluğu Vakalarına Yaklaşım Feyza Bayraktar
Tanısı Konmamış Yeme Bozukluğu Vakalarının Tespit Edilebilmesi
Tanısı Konmuş / Konmamış Yeme Bozukluğu Vakalarında Beslenme Danışmanlığı Sürecini Etkin Yürütebilmek için Uygulanabilecek Davranışsal Yöntemler
Yeme Bozukluğu Vakalarını Takip Ederken Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar
Beslenme Danışmanlığı Sürecinde Ağırlık Yönetiminde Hedeflenen Noktaya Varılabilmesi için Uygulanabilecek Davranışsal Yöntemler
15.20-15.40 KAHVE ARASI
15.40-16.30 III. BÖLÜM Dünya Otoritelerine Göre Yeme Bozukluklarında Beslenme Tedavisi Gizem Köse
Yeme Bozukluklarında Diyet Etkileşimleri
Yeme Bozukluklarının Fizyolojik Süreçlerine Göre İlk Öneriler
Klinik Pratikte Beslenme Tedavisinin Amaca Yönelik Planlanması
Yeme Bozukluklarında Diyetisyen Yaklaşımı
16.30-16.40 ARA
16.40-17.40 IV. BÖLÜM Diyetisyen Yaklaşımıyla Vaka Çözümleri Gizem Köse
Yeme Bozuklukları Nedir / Ne değildir
Beslenme Danışmanlığı Sürecinde Pratik Bilgiler
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
9 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
BİLDİRİ LİSTESİ8 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ BİLDİRİ LİSTESİ
SÖZLÜ BİLDİRİLER
SS NO BİLDİRİ BAŞLIĞI AD & SOYAD
SS-003 PSİKOLOJİK HASTALIKLAR İLE OBEZİTE ARASINDAKİ İLİŞKİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ BEYZA ÖĞDEM
SS-004ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNDE TAHMİNİ “İLERİ GLİKASYON SON ÜRÜNLERİ (AGE)” ALIM DÜZEYLERİNİN BELİRLENMESİ
BURAK ERİM
SS-005 AROMATİK BİTKİLERDEN MERCANKÖŞK: ANTİMİKROBİYAL ÖZELLİĞE SAHİP Mİ? ECE BEKTAŞ
SS-006KEMOTERAPİ TEDAVİSİ ALAN ONKOLOJİ HASTALARINDA MALNÜTRİSYONUN BELİRLENMESİ VE ENTERAL ÜRÜN KULLANIM DURUMUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ
ESMA NUR KILIÇ
SS-009 OLAĞAN ŞÜPHELİ LAKTOZ İNTOLERANSI GÖKÇEN GARİPOĞLU
SS-010KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’NDE YAŞAYAN İNSANLARIN YAŞ GRUPLARINA GÖRE AKDENİZ DİYETİNE UYUMUNUN İNCELENMESİ
HÜSEYİN SENCAR
SS-011TOPLU BESLENME SİSTEMLERİNDE ÇALIŞAN BİREYLERİN BESLENME DURUMUNUN SAPTANMASI VE FİZİKSEL AKTİVİTELERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
SEVDE KAHRAMAN
SS-012BİR VAKIF HASTANESİNDE ÇALIŞAN VARDİYALI VE VARDİYASIZ SAĞLIK PERSONELLERİNİN YEME DAVRANIŞLARI VE UYKU KALİTELERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
TAMAR DEMİRÇİ
SS-013İLKÖĞRETİM ÇAĞI ÇOCUKLARINDA İÇECEK TÜKETİMİ ANKETİNİN (BEVQ-15) GEÇERLİLİK VE GÜVENİLİRLİĞİNİN SAPTANMASI
AYŞE SENA BİNÖZ
SS-014KİLO KONTROLÜ İLE İLİŞKİLİ TİROİD PEROKSİDAZ(RS121908087) GENİ VE UNCOUPLİNG PROTEİNİ-2(RS659366) GENİNİN YENİ DOĞANLARDA ALLEL DAĞILIMININ BELİRLENMESİ
EZGİ NUR ZENGİN
SS-015SEZGİSEL YEME DAVRANIŞININ VÜCUT KOMPOZİSYONU VE BAZI BİYOKİMYASAL PARAMETRELER ÜZERİNE ETKİSİ
GİZEM YAYAN
SS-016ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNDE ÜÇ FARKLI NOKTADAN YAPILAN BEL ÇEVRESİ ÖLÇÜMÜNÜN VÜCUT YAĞ ORANINI BELİRLEMEDE GÜVENİLİRLİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
GÖZDE ARITICI ÇOLAK
SS-018ÖĞRENCİLERİN BESLENME DAVRANIŞLARI FARKLI SOSYOEKONOMİK DÜZEYDEKİ OKULLARDAN ETKİLENİR Mİ?
İLKNUR YÜRÜSOY
SS-019 KIRMIZI PANCAR SUYUNUN FİZİKSEL VE KOGNİTİF ETKİSİ MELTEM SOYLU
SS-020GAZİANTEP VE İSTANBUL İLLERİNDE YAŞAYAN 19-65 YAŞLARI ARASINDAKİ YETİŞKİN BİREYLERİN KIRMIZI ET TÜKETİMLERİNİN VE BİLGİ DÜZEYLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
MERVE SÖYLEMEZ
SS-021ÖZEL BİR BESLENME KLİNİĞİNE AĞIRLIK YÖNETİMİ İÇİN BAŞVURAN BİREYLERİN DİYET ÜRÜN KULLANMA EĞİLİMİ İLE BİLGİ, TUTUM VE DAVRANIŞLARI
NAZLI UÇAR
SS-022KONYA BÖLGESİNDE YAŞAYAN 20-65 YAŞ ARASINDAKİ KADINLARIN GELENEKSEL YAŞAM TARZLARI VE BESLENME ALIŞKANLIKLARININ SERUM D VİTAMİNİ ÜZERİNE ETKİSİ
PINAR ÇAĞLAR İPEK
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
10 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
BİLDİRİ LİSTESİ 98. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİBİLDİRİ LİSTESİ
SS-02465 YAŞ ÜZERİ DEVLET HUZUREVİ, ÖZEL YAŞLI BAKIMEVİ VE EVDE YAŞAYAN BİREYLERDE BESLENME DURUMUNUN VE KAS GÜCÜNÜN DEĞERLENDİRİLMESİ
FATIMA TAZEGÜN
SS-025DİYETİSYEN KONTROLÜNDE YÜRÜTÜLEN VE SOSYAL MEDYA ARACI OLAN İNSTAGRAMDAKİ BESLENME VE DİYETETİK ALANI İLE İLGİLİ HESAPLARIN ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN BESİN TERCİHİNE ETKİSİ
İPEK BAYRAKÇI
SS-026 DİYETLE ALINAN FARKLI MİKTARLARDAKİ SODYUMUN İLAVE TUZ ALIMINA ETKİSİ ZEYNEP AKYÜZ
SS-027OBEZİTE VE ANEMİ İLİŞKİSİNİN FARKLI ANTROPOMETRİK YÖNTEMLER İLE DEĞERLENDİRİLMESİ
ÇİĞDEM DÖNMEZ
SS-028ÜNİVERSİTE SINAVINA HAZIRLANAN ÖĞRENCİLERDE SINAV KAYGISININ BESLENME VE VÜCUT KOMPOZİYONU ÜZERİNE ETKİSİ
KIYMET MURATHAN
SS-029ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNDE GECE YEME SENDROMUNUN UYKU DURUMU, BESLENME ALIŞKANLIĞI VE SOSYODEMOGRAFİK ÖZELLİKLER İLE İLİŞKİSİ
NAZLI UÇAR
SS-030MEME KANSERİ HASTALARIN SUBJEKTİF GLOBAL DEĞERLENDİRME (SGA) İLE BESLENME DURUMLARININ SAPTANMASI
SİNEM YÖRÜK
SS-031ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN ORGANİK GIDA BİLGİ DÜZEYLERİ, TUTUMLARI, TÜKETİMLERİ VE ALGILANAN SAĞLIK ARASINDAKİ İLİŞKİ
KÜBRA ÇELİK
SS-032 MİKROBİYATA VE KANSER BETÜL KİLİT
SS-033ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNDE BESLENME DURUMU VE FAST FOOD TÜKETİMİ İLE KONSTİPASYON ARASINDAKİ İLİŞKİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
BAHAR ÖYLÜ
SS-034KİLO KONTROLÜ İLE İLİŞKİN LEPTİN(RS7799039) GENİ VE EPO (RS1617640) GENİNİN YENİ DOĞANLARDA ALLEL DAĞILIMININ BELİRLENMESİ
DENİZ GÜNGÖROĞLU
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
11 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
BİLDİRİ LİSTESİ10 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ BİLDİRİ LİSTESİ
POSTER BİLDİRİLERPS NO BİLDİRİ BAŞLIĞI AD & SOYAD
PS-004VARDİYALI ÇALIŞAN SAĞLIK PERSONELLERİNİN BESLENME DURUMUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ
CANER ÖZYILDIRIM
PS-006POLİKİSTİK OVER SENDROMLU KADINLARDA METFORMİN’İN, C-REAKTİF PROTEİN DÜZEYİ VE METABOLİK SENDROM ÜZERİNE ETKİSİ
ŞAHİKA TÜRKEN
PS-007 RESVERATROLÜN SAĞLIK ÜZERİNE ETKİSİ TUĞBA YILMAZ
PS-008 BETA GLUKANIN SAĞLIK ÜZERİNE ETKİSİ TUĞBA YILMAZ
PS-009 SOSYAL MEDYANIN BESLENME DAVRANIŞLARI ÜZERİNE ETKİSİ ÜMMÜGÜLSÜM ÖZARAZ
BİLDİRİ ÖDÜLLERİDERECE BİLDİRİ
NUMARASI BAŞLIK YAZARLAR
Birincilik -1 SS-026DİYETLE ALINAN FARKLI MİKTARLARDAKİ SODYUMUN İLAVE TUZ ALIMINA ETKİSİ
Zeynep Akyüz, Elif Ece Ekşi, Nurşen Gül, Fidan Nur Turanlı, Duygu Sağlam
Birincilik -2 SS-033ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNDE BESLENME DURUMU VE FAST FOOD TÜKETİMİ İLE KONSTİPASYON ARASINDAKİ İLİŞKİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Ayşe İnan, Bahar Öylü, Beyza Acar, Erdem Demirtaş, K. Esen Karaca, Nurhan Doğan
İkincilik - 1 SS-009 OLAĞAN ŞÜPHELİ LAKTOZ İNTOLERANSI Gökçen Garipoğlu, Nesli Ersoy, Taner Özgürtaş
İkincilik - 2 SS-016
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNDE ÜÇ FARKLI NOKTADAN YAPILAN BEL ÇEVRESİ ÖLÇÜMÜNÜN VÜCUT YAĞ ORANINI BELİRLEMEDE GÜVENİLİRLİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Ezgi Hazal Çelik, Şevval Karcı, Sultan İpek Aydoğdu, Beyza Nur Bekar
Üçüncülük - 1 SS-005AROMATİK BİTKİLERDEN MERCANKÖŞK: ANTİMİKROBİYAL ÖZELLİĞE SAHİP Mİ?
Ece Bektaş, Serap Andaç Öztürk, Erdem Tezcan
Üçüncülük - 2 SS-02465 YAŞ ÜZERİ DEVLET HUZUREVİ, ÖZEL YAŞLI BAKIMEVİ VE EVDE YAŞAYAN BİREYLERDE BESLENME DURUMUNUN VE KAS GÜCÜNÜN DEĞERLENDİRİLMESİ
Fatıma Tazegün, Dilek Ergün, Merve Korkmaz, Murat Baş
ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
12 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
118. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ
8. ULUSALSAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ
KONUŞMA ÖZETLERİ
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
13 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ138. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİKONUŞMA ÖZETLERİ
OP-01
HASTALIK-GEN ETKİLEŞİMİ
Prof. Dr. Uğur SEZERMANAcıbadem Üniversitesi Biyoistatistik ve Tıp Bilişimi Ana Bilim Dalı Başkanı
Günümüzde yeni nesil dizileme teknolojilerindeki gelişmelerle genom ve buna paralel olarak transkriptom, proteom ,mikrobiom ve benzerleri verilere makul süreler ve bütçe ile ulaşmak mümkün olmuştur. Bu verilerin her biri sağlıklı kişiden gelen verilerle karşılaştırılarak kişiye özel hastalık oluşum ve gelişim süreçlerini ve tedavi hedeflerini belirlemek için kullanılabilir.
Önemli olan tüm verilerin entegre edilerek hepsi tarafından desteklenen etkilenmiş olan yolakların bulunması ve böylece hastalık oluşum mekanizmaların belirlenmesidir. Bu konuşmada bu verilerin hastalık bazında protein protein etkileşim ağları bazında entegre edilmesi ve etkilenen yolakların belirlenmesi için geliştirdiğimiz yöntemler özetlenecektir. Bu yöntemlerin kanser, nadir hastalıklar ve nörolojik hastalıklardaki uygulamaları gerçek hasta örnekleriyle detaylandırılacaktır. Ayrıca mikrobiom hastalık ilişkilendirmeleri açıklanacak ve IBS ve MS gibi hastalıklarda tanıda kullanılması ile ilgili örnekler verilecektir.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
14 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ14 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ KONUŞMA ÖZETLERİ
OP-02
BESİN ÖGESİ – GEN ETKİLEŞİMİ
Doç. Dr. Aslı Akyol MUTLUHacettepe Üniversitesi, Sağlık bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
İçinde bulunduğumuz yüzyıl, insan yaşamının geleceğini her alanda etkileyecek bilimsel ve teknolojik gelişmelerin yaşandığı çok heyecanlı bir süreçtir. Genetik materyali oluşturan deoksiribonükleik asit (DNA) moleküllerini ve bu moleküllerin fonksiyonel birimleri olan genleri inceleyen genetik bilimi, bu süreçte çok önemli ilerlemelerin yaşandığı bir çalışma alanı haline gelmiştir. Günümüze kadar elde edilen bulgular doğrultusunda, insanların genetik yapısının kapalı bir koza içerisinde işlev göstermediği, genlerimizin insan yaşamındaki birçok çevresel etmen ile etkileşim halinde olduğu ve hatta tükettiğimiz besinlerin genlerimiz üzerinde farklı etkileri olurken, genetik yapımızın da tükettiğimiz besinlerin metabolizmada kullanımını değiştirebildiği ortaya konmuştur.
Besin ögeleri genler ile birçok metabolik süreçte etkileşim halindedir. Bazı besin ögeleri spesifik genlerin ürünlerinin fonksiyonunu etkilerken, bazıları transkripsiyon ve/veya translasyon süreçlerinde elzem işlevlere sahiptir. Ayrıca, besin ögeleri ve genler arasındaki etkileşimi tanımlamak konusunda nutrigenomik, nutrigenetik ve epigenetik gibi farklı terimler ortaya konmuştur. Genel itibariyle bu kavramların hepsinde besin ögeleri ve genler arasındaki ilişki ifade edilirken, bu ilişkinin altında yatan spesifik süreçler, ortaya çıkan etkiler ve metabolik sonuçlar her birinde farklı bir anlam taşımaktadır. Şüphesiz, bu kadar yoğun bilginin yer aldığı bir organizmada, tüm yaşam fonksiyonları için gerekli olan ögeleri karşılayan beslenme eylemi, bu bilgilerin düzgün bir şekilde işlenmesinde büyük öneme sahiptir.
Genlerimiz ve beslenme durumumuz arasındaki etkileşim, ileri teknolojik analizlerin yardımıyla daha yakından incelendikçe, bu etkileşimlerin sağlımızı geliştirmek ve korumak açısından ne kadar önemli bir konu olduğu her geçen gün daha iyi düzeyde anlaşılmaktadır.
Seçilmiş Kaynaklar
1. Rescigno T, Micolucci L, Tecce MF, Capasso A. Bioactive Nutrients and Nutrigenomics in Age-Related Diseases. Molecules. 2017;22(1).
2. Simopoulos AP. Genetic variants in the metabolism of omega-6 and omega-3 fatty acids: their role in the determination of nutritional requirements and chronic disease risk. Exp Biol Med (Maywood). 2010;235:785-95.
3. Afman L, Müller M. Nutrigenomics: from molecular nutrition to prevention of disease. J Am Diet Assoc. 2006;106:569-76.
4. Corella D, Coltell O, Mattingley G, Sorlí JV, Ordovas JM. Utilizing nutritional genomics to tailor diets for the prevention of cardiovascular disease: a guide for upcoming studies and implementations. Expert Rev Mol Diagn. 2017;17:495-513.
5. Ferguson LR, Schlothauer RC. The potential role of nutritional genomics tools in validating high health foods for cancer control: broccoli as example. Mol Nutr Food Res. 2012;56:126-46.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
15 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ158. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİKONUŞMA ÖZETLERİ
6. Kaput J. Decoding the pyramid: a systems-biological approach to nutrigenomics. Ann N Y Acad Sci. 2005 Dec;1055:64-79.
7. Padmanabhan N, Watson ED. Lessons from the one-carbon metabolism: passing it along to the next generation. Reprod Biomed Online 2013;27:637-643.
8. Chávez A, Muñoz de Chávez M. Nutrigenomics in public health nutrition: short-term perspectives. Eur J Clin Nutr. 2003;57 Suppl 1:S97-100.
9. Florentino RF. ILSI’s first international conference on nutrigenomics: opportunities in Asia. Forum Nutr. 2007;60:224-41.
10. Gomes MV, Waterland RA. Individual epigenetic variation: when, why, and so what? Nestle Nutr Workshop Ser Pediatr Program. 2008;62:141-50
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
16 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ16 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ KONUŞMA ÖZETLERİ
OP-03
KİŞİSELLEŞTİRİLMİŞ BESLENME VE GENETİK
Doç. Dr. Aslı Akyol MUTLUHacettepe Üniversitesi, Sağlık bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Toplumda diyet modifikasyonlarına farklı düzeyde yanıt veren bireylerin yer alması son yıllarda ilgi çeken bir konu haline gelmiştir. Bazı kişiler mevcut diyet önerilerine uyum sağlayarak vücut ağırlıklarını veya kan parametrelerini sağlıklı aralıklarda koruyabilirken, diğer kişilerde bu parametreleri korumak zaman zaman daha zor olabilmektedir. Kişiler arasında gözlenen bu farklılıkların altında çevresel ve davranışsal faktörler gibi oldukça kompleks mekanizmalar yer alsa da, genetik faktörlerin bu süreçlerde önemli role sahip olduğu düşünülmektedir. Beslenme genomiği (nütrigenomik); sağlık, diyet ve gen etkileşimlerini bir arada değerlendirebilmek için kullanılan, moleküler beslenme ve genom başlıkları altında birleşen bir kavramdır. Nütrigenetik, nütrigenomiğin bir alt başlığı olarak, insan DNA’sındaki varyasyonların biyoaktif besin bileşenlerine karşı oluşturduğu yanıtın belirlenmesinde kullanılan bir yaklaşımdır. Daha spesifik olarak, nütrigenomik optimal diyetin belirlenmesini amaçlar iken, nütrigenetik optimal diyeti belirli bir kişi için “kişiye özel olarak” saptamayı hedefler. Bu kapsamda, genetik farklılıkların diyete verdiği yanıt ve kalıtımın makro ve mikro besin ögeleri metabolizması üzerindeki etkileri incelenmektedir. Dolayısıyla kişiye özel beslenmenin günümüz koşullarındaki ileri bir adımı olarak nütrigenetik, bireyin sahip olduğu genetik polimorfizmlerin diyet ile aldıkları besin ögesi metabolizmasını nasıl etkileyeceğini ve bunun sonucunda optimal sağlık hedefine ulaşabilmek için bireyin diyet alışkanlıklarını ne şekilde düzenlemesi gerektiğini incelemektedir.
Besin ögelerinin günlük tüketilmesi önerilen alım miktarları (örneğin RDA), küresel düzeyde kabul edilen ve temel olarak toplumların genel gereksinmelerini karşılamaya yönelik olarak geliştirilen ölçütlerdir. Bu önerilerin, toplumda metabolik hastalıklar ile ilişkili olan belirli gen varyasyonlarına sahip kişilere yönelik optimizasyonu henüz söz konusu değildir. Bu nedenle, yukarıda bahsedilen araştırmalar doğrultusunda elde edilen yeni veriler, kişiye özgü beslenmenin (genlere göre gereksinme düzeylerinin belirlenmesi) geliştirilmesinde büyük önem taşımaktadır. Yakın bir gelecekte, nütrigenetik uygulamaların kişiye özel beslenme modellerinin geliştirilmesinde kullanılacağı ve bu modeller ile beslenme biliminin hem hastalıkların önlenmesinde hem de etkin tedavi stratejilerinin geliştirilmesinde önemli bir noktaya taşınacağı öngörülmektedir. Günümüz koşullarında her ne kadar nütrigenetiğin rutin klinik aktiviteler kapsamında uygulaması olmasa da, literatürde konu ile ilgili uygulamaya yönelik olarak elde edilen veriler ve örnekler her geçen gün artmaktadır.
Seçilmiş Kaynaklar
1. Barnett M, Young W, Cooney J, Roy N. Metabolomics and Proteomics, and What to Do with All These ‘Omes’: Insights from Nutrigenomic Investigations in New Zealand. J Nutrigenet Nutrigenomics. 2014;7:274-82.
2. Drong AW, Lindgren CM, McCarthy MI. The genetic and epigenetic basis of type 2 diabetes and obesity. Clin Pharmacol Ther 2012;92:707-715.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
17 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ178. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİKONUŞMA ÖZETLERİ
3. Garcia-Rios A, Perez-Martinez P, Delgado-Lista J, Lopez-Miranda J, Perez-Jimenez F. Nutrigenetics of the lipoprotein metabolism. Mol Nutr Food Res. 2012;56:171-83.
4. Hernell O, West C. Do we need personalized recommendations for infants at risk of developing disease? Nestle Nutr Workshop Ser Pediatr Program. 2008;62:239-49
5. Juma S, Imrhan V, Vijayagopal P, Prasad C. Prescribing personalized nutrition for cardiovascular health: are we ready? J Nutrigenet Nutrigenomics. 2014;7:153-60.
6. Kaput J. Nutrigenomics research for personalized nutrition and medicine. Curr Opin Biotechnol. 2008;19(2):110-20.
7. Karki R, Pandya D, Elston RC, Ferlini C. Defining «mutation” and “polymorphism” in the era of personal genomics. BMC Med Genomics. 2015;8:37.
8. Keating ST, E-Osta A. Epigenetics and metabolism. Circ Res 2015;116:715-736.
9. Lyssenko V, Groop L, Prasad RB. Genetics of type 2 diabetes: it matters from which parent we inherit the risk. Rev Diabet Stud 2015;12:233-242.
10. Pallister T, Spector TD, Menni C. Twin studies advance the understanding of gene-environment interplay in human nutrigenomics. Nutr Res Rev. 2014;27:242-51.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
18 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ18 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ KONUŞMA ÖZETLERİ
OP-04
BİREYSEL GENETİK ANALİZLER VE SAĞLIĞA İNOVATİF YAKLAŞIM
Prof. Dr. Ümit ZEYBEKİstanbul Üniversitesi Aziz Sancar Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü Moleküler Tıp Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi
İnsan metabolizması karmaşık, grift ve kompleks moleküler mekanizmalardan oluşmaktadır. Genetik bir çeşitlilik yani genlerin bireyler arasında farklılık (polimorfizm) göstermesi, metabolik aktiviteyi etkileyebilmektedir. Ancak dikkat edilmesi gereken noktalar göz ardı edilmemelidir. Öncelikle ne genlerimizi kaderimiz olarak göreceğiz ne de onları değerlendirme dışı bırakacağız. Ebeveynlerden gelen genetik alt yapı oldukça etkilidir, ancak çevresel faktörler şeklinde nitelendirilebilecek etkenler her an sürpriz yapabilirler.
Bu durum kişilerin genetik yapılarının da içinde olduğu bir yaklaşım sergilemektedir. Bazı insanlar beslenmelerini takiben elde ettikleri gıda maddelerinden maksimum düzeyde yararlanabilirken bazılarının etkileşimi istenilen düzeyde olamayabilir. Benzer olasılık depolama kapasitesi ile ilişkili olarak da söylenebilir.
Dolayısıyla genetik karakter, beslenme karakteri ve besinlerden yararlanma karakteri matruşka bebekler gibi bir birliktelik göstermektedir.
(Metabolik Ağ)
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
19 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ198. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİKONUŞMA ÖZETLERİ
Bir bakıma genlerimiz için insan organizmasını kodlayan bütün dosyaların klasörleştirilmiş hali diyebiliriz. Bu durumda tüm hücreler aynı klasöre (aynı genlere) sahip olacaktır. Bununla birlikte her hücre bu klasörden farklı bir dosyayı okumakla görevlidir. O zaman beslenme ve biyo-yararlanım noktasında bilimsel özelliği bulunan yaklaşımlar şu şekilde ifade edilebilir;vBeslenme belirli şartlar altında bazı bireylerde belirli hastalıklar açısından ciddi bir risk faktörü
olabilir,vKişilerin beslenmelerinde o kişinin gıda ihtiyacı, beslenme durumu ve genetik yapısı ile ilgili
bilgilere dayanarak yapılacak düzenlemeler, kronik hastalıklara karşı koruyucu, hastalığın şiddetini azaltıcı ve hatta tedavi edici olabilir,
vÇok tüketilen besin maddeleri insan genomunu doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyerek genlerin (DNA dizilimi hiçbir şekilde değişmese de genin ifadesinin değişebilmesi/epigenetik) işlevlerini farklılaştırabilir (nutrigenomik),
vBir besin maddesinin bireyin sağlığını ne kadar etkileyeceği o kişinin genetik yapısına bağlıdır (nutrigenetik)
vYiyecekleri ne ölçüde sindirdiğimiz ve ne kadarını kullanabildiğimiz açısından farklılık taşırız.O zaman genetik yapı ve beslenme ilişkisi için şunu söyleyemez miyiz?: “aynı besin maddesini benzer şekilde tüketen iki ayrı kişinin besinsel içeikten yararlanma özelliği farklı olur.”
Söz konusu ifadenin bilimsel alt yapısı günümüz literatüründe yer bulmaya başlayan bir özellik kazanmıştır. Uluslararası alanda olduğu kadar ülkemizde de gerçekleştirilen ve biyoteknolojik temeli bulunan akademik/inovatif çalışmalar (Üniversite, Teknokent, KOSGEB) sonucu elde edilen veriler sektörel bir boyut kazanmıştır. (Örn; Genovasyon Biyoteknoloji Tic. Ltd. Şti.) Özellikle Türk toplumuna özgü gerçekleştirilen uzun süreçli araştırmalar sonucu ortaya konan genotiplendirmeler, beslenme önerisi yaklaşımlarıyla birlikte değerlendirildiğinde daha efektif bir uygulamaya dönüşebilmektedir. Örneğin Ar-Ge/İnovasyon ürünü olan “Genovasyon GenoFine” ile bireysel farklılıklara göre besinlerden kişilerin nasıl etkilenebileceğini, yani bir bakıma aynı besini alan herkesin farklı genetik alt yapı kaynaklı özelliklerini değerlendirerek, farklılıklarınıza ve farkındalıklarınıza bir yenisini eklemek mümkün hale gelebilecektir.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
20 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ20 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ KONUŞMA ÖZETLERİ
KAYNAKLAR:1. Görmüş U, Ergen A, Zeybek Ü (Editors), Metabolizma Atlası (Bir Bakışta Metabolizma), 2018.2. Duygu A, (Zeybek Ü, Editör), Dr. Aminoasit, 2017.3. L Brondani, T Assmann, BM. de Souza, A P Boucas, LH Canani, D Crispim, Meta-Analysis Reveals
the Association of Common Variants in the Uncoupling Protein (UCP) 1–3 Genes with Body Mass Index Variability PLoS ONE 9(5), May, 2014.
4. Goodwin M L, J E. Harris, A Hernández, L. B Gladden, Blood Lactate Measurements and Analysis during Exercise:A Guide for Clinicians, Journal of Diabetes Science and Technology,Volume 1, Issue 4, July 2007.
5. Esteban Poch, Daniel González, Vicente Giner, Ernesto Bragulat, Antonio Coca et al. Molecular Basis of Salt Sensitivity in Human Hypertension Evaluation of Renin-Angiotensin-Aldosterone System Gene Polymorphisms. Hypertension;38:1204-1209, 2001.
6. Montgomery, H. E. et al. Circulation 96, 741–747, 1997.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
21 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ218. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİKONUŞMA ÖZETLERİ
OP-05
BAĞIRSAK MİKROBİYOTA METAGENOM ANALİZLERİNDE KİŞİYE ÖZEL YAKLAŞIMLAR
Prof. Dr. Meltem YALINAYGazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara
İnsan mikrobiyotası özellikle bağırsak mikrobiyotasının içerik ve filogenetik dağılımı insan sağlığı üzerindeki etkilerinden dolayı gün geçtikçe üzerinde daha çok durulan bir araştırma alanı haline gelmiştir. Bağırsak mikrobiyotası normal fizyolojiyi veya hastalıklara duyarlılığı, metabolik, immünolojik aktivite ve konak ilişkileri üzerinden oluşturmaktadır. Mikroorganizmaların dengeli dağılımı ve metabolik fonksiyonelliği olarak tanımlanan “sağlıklı mikrobiyota”nın insan sağlığı ile doğrudan ilişkisi son yıllarda yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. İnsan genom ve insan mikrobiyom çalışmalarının tamamlanmasıyla gittikçe ilerlemiş olan moleküler yöntemler kültürden bağımsız, yüksek çıktılı, yüksek etkinlikli ve pratik olması açısından en önemli yöntemlerdir.
Vücudumuzda “normal flora” olarak tanımlanan mikroorganizma toplulukları günümüzde “mikrobiyota” adı altında tanımlanmaktadır. Bu mikroorganizma topluluğunun esas çoğunluğunu anaerop bakterilerin oluşturması sebebiyle, yakın zamana kadar kullanılan kısıtlı kültür yöntemleri ile saptanmaya çalışıldığı için bu mikroorganizmalar daha önceleri yeterince tanımlanamamaktaydı. Mikrobiyotanın genomik tanımlaması mikrobiyom olarak yapılır. Kültürden bağımsız metagenomik yöntemlerin geliştikçe ve bu yöntemlerin kullanıldığı en büyük proje olan ”İnsan Mikrobiyom Projesi” nin de tamamlanmasıyla birlikte hem mikrobiyotanın içeriği ve çeşitliliği hem de fonksiyonel özellikleri ile ilgili birçok yeni bilgi edinilmiştir. Bu proje yakın bir zamanda sonuçlanmış ve 300 sağlıklı insanın 15 farklı vücut bölgesinden alınan örnekler değerlendirilerek 35 trilyon okumadan oluşan 2,3 terabyte büyüklüğünde bir metagenomik veri bankası elde edilmiştir [1, 2]. Bu şekilde sağlıklı bir insanın normal florasında daha önceden kültürü yapılamadığı için bulunduğu bilinmeyen yeni türler dahil bütün bakterilerin nitelik ve niceliği ortaya çıkarılmıştır. Diğer yapılacak çalışmalar için ilk verileri sağlamış olan bu proje, son yılların en geniş kapsamlı ve önemli projesidir. Bu bilgiler ışığında bundan sonraki yapılacak çalışmalar hastalık ve sağlıkta mikrobiyotadaki değişiklikleri, çeşitli hastalıkların patogenezinde mikrobiyotanın etkisini ve bunlardan yola çıkarak probiyotik tedavisi gibi tedavilerle mikrobiyotanın manipülasyonunu ortaya koymaya yönelik olacaktır.
Bağırsak mikrobiyota çalışma yöntemleri kültüre dayalı ve kültürden bağımsız moleküler yöntemler olarak iki bölüm altında incelenebilir. Her ne kadar son yıllarda bağırsak mikrobiyotası çalışmalarında yeni nesil dizileme teknolojilerini içeren metagenomik yaklaşımlar altın standart olarak kabul edilse de, kültüre dayalı yöntemlerin de bazı durumlarda öne çıkan avantajları olabilmektedir. Bağırsak mikrobiyotası için birçok farklı yöntem bulunmakta ve teknolojik gelişmelerle birlikte bu yöntemler de ilerlemektedir. Araştırma sorusuna yönelik olarak bazı yöntemler birlikte kullanılabilir. Bağırsak mikrobiyotası çalışmaların tümü esasen iki temel soruya cevap vermek amacıyla yapılır: “Orada kim var?” (içerik) ve “Ne yapıyor?” (fonksiyonellik) [1, 3, 4]. Araştırma sorusuna yönelik mikrobiyota çalışmalarının bir özeti tabloda [5] verilmiştir.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
22 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ22 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ KONUŞMA ÖZETLERİ
Tablo. Mikrobiyota çalışmalarına yaklaşım ve mikrobiyota çalışma yöntemleri
Araştırma sorusu Yaklaşım Yöntem
İçerik
Kültür1. Kültüre dayalı yöntemler
2. Moleküler (nükleik asit temelli) yöntemler• Hibridizasyon yöntemleri (FISH)
Genomik
• Polimeraz zincir reaksiyonu (Gerçek zamanlı PCR)Kantitatif PCR• DNA Parmak izi analizleri (DGGE, TGGE, SSCP, T-RF-LP)• Dizi analizleri (tüm genom dizileme, amplikon dizi-leme)
Fonksiyonellik
Transkripto-mik
• mRNA dizi analizi (meta-transkriptomiks)
Metabolomik • Kütle spektroskopisiProteomik • Manyetik rezonans spektroskopisi
Yukarıda belirtilen mikrobiyota çalışma yöntemleri arasında, bağırsak mikrobiyotasını da ortaya koymak üzere kullanılan kantitatif PCR ve yeni nesil dizileme teknikleri kişiye özel tanımlamalarda ön plana çıkmaktadır.Kantitatif PCR ile yapılan mikrobiyota analizlerinde önemli bir nokta sonuçların kullanılan izolasyon yöntemlerinden bağımsız olarak standardizasyonunun sağlanması için, elde edilen mikrolitredeki kopya sayısının, kullanılan izolasyon yönteminde örneğin girdi ve çıktılarına bağlı olarak hesaplanan dışkının gramındaki log10 kopya sayısı olarak verilmesidir.
Bağırsak mikrobiyota metagenom analizi güncel olarak yeni nesil dizileme teknikleri ile yapılmaktadır. Yeni nesil dizileme teknolojileri yüksek doğrulukta, hızlı dizileme yapılabilmesini sağlayan teknolojileri kapsamaktadır. Uzun dizilerin haritaları bu yöntemlerle kolaylıkla çıkarılabilmekte ve bir metagenomik veri bankası oluşturulabilmektedir [1, 6]. İnsan Mikrobiyom Projesi ve Avrupa MetaHit projeleri bu yöntemleri kullanarak önemli veriler sağlamış olan, yeni tamamlanmış ve insan genom projesinden sonra en büyük projelerden biridir [1]. Günümüzde mikrobiyom projesi ile sağlanan bu veriler mikrobiyotanın hastalıklarla ilişkisini göstermek için yapılmakta olan çalışmaların temelini oluşturmaktadır.
Mikrobiyota çalışmalarında 16S rRNA gen bölgeleri kullanılarak amplikon gen kütüphanelerinin hazırlanması ve dizilenmesi yaygın olarak kullanılmaktadır. Bakteriyel 16S rRNA bölgesi 1500 baz uzunluğundadır [7]. 16S rRNA gen bölgesinin değişkenlik gösteren bazı bölgeleri (hypervariable regions) türler arasında oldukça korunmuş bölgelerdir. Bu şekilde V1-V9 arasında 9 farklı bölge bulunmaktadır [8]. Nükleotid dizilerindeki bu değişken bölgeler farklı bakteri türleri arasında değişkenlik gösterdiği için bakterilerin tanımlanması ve filogenetik sınıflandırması için güvenilir sonuçlar vermektedir [9-11]. Mikrobiyota çalışmalarında 16S rRNA’daki 9 değişken bölgeden en sıklıkla V3, V4 ve V6 bölgeleri veya V3-V4, V4-V5 kombinasyonları kullanılmaktadır [12-14].
16S rRNA gen bölgesi yeni nesil dizileme çalışmasından elde edilen ham veriler alfa çeşitlilik (filogenetik
çeşitlilik, Shannon indeksi, gözlenen OTU), beta çeşitlilik (weighted ve unweighted UniFrac analizleri),
relatif taksa dağılımları gibi değerlendirmelerle ileri analizler için hazır hale gelmektedir. Araştırma sorusuna
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
23 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ238. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİKONUŞMA ÖZETLERİ
uygun olarak bu aşamada örnek içerisinde (alfa çeşitlilik) veya örnekler arasındaki (beta çeşitlilik) çeşitlilik
belirlenebilir veya belirli taksalar ve relatif baskınlık oranları saptanabilir [15-21].
Bağırsak mikrobiyota metagenom analizlerinin en önemli kısmı verilerin informatik değerlendirilmesidir.
Yapılan biyoinformatik çalışmalarla, tür düzeyine inebilen değerlendirmeler ve fonksiyonel mikrobiyota
analizleri kişiye özel tanımlamaların esasını oluşturmaktadır. Bağırsak mikrobiyotası kişinin parmak izi
gibidir. Metagenom analizleri ile kişinin tüm bağırsak bakteriyel profili ortaya konur.
İnsan mikrobiyotasının özellikle bağırsak mikrobiyotasının tanımlanması sağlık ve hastalık koşullarının ortaya konmasında birçok sistem açısından çok önem taşımaktadır. Mikroorganizma gruplarındaki dengesizliğin yol açtığı disbiyozis, düşük dereceli kronik inflamasyon ve nöroinflamasyon süreçleri bu tanımlama yöntemleri ile anlaşılıp ortaya kondukça önemi daha çok anlaşılmaktadır. Yapılan çalışmalarla günümüzde ve önümüzdeki süreçlerde giderek daha önem kazanacağı izlenmektedir. Vücudumuzda hemen her yerde bulunan ve sayıları bizden on misli fazla olan mikroorganizmaların dünyasını ve bizimle kurdukları ilişkileri ortaya koymak hastalıkların patogenezinin aydınlatılması yeni biyobelirleyicilerle tanı ve tedavi yöntemlerinin geliştirilmesine olanak sağlayacağı görülmektedir. Tıbbın günümüzde geldiği noktada esas hedefi kişiye özel tıptır. Güncel yaklaşım, kişinin profilini ortaya koyup, kişisel tanı ve kişisel tedaviyi uygulayabilmektir.
Referanslar
1. Turnbaugh, P.J., Ley, R.E., Hamady, M., Fraser-Liggett, C.M., Knight, R., and Gordon, J.I. (2007). The Human Microbiome Project. Nature, 449(7164), 804-810.
2. Group, N.H.W., Peterson, J., Garges, S., Giovanni, M., McInnes, P., Wang, L., Schloss, J.A., Bonazzi, V., McEwen, J.E., Wetterstrand, K.A., Deal, C., Baker, C.C., Di Francesco, V., Howcroft, T.K., Karp, R.W., Lunsford, R.D., Wellington, C.R., Belachew, T., Wright, M., Giblin, C., David, H., Mills, M., Salomon, R., Mullins, C., Akolkar, B., Begg, L., Davis, C., Grandison, L., Humble, M., Khalsa, J., Little, A.R., Peavy, H., Pontzer, C., Portnoy, M., Sayre, M.H., Starke-Reed, P., Zakhari, S., Read, J., Watson, B., and Guyer, M. (2009). The NIH Human Microbiome Project. Genome Res, 19(12), 2317-2323.
3. Lloyd-Price, J., Abu-Ali, G., and Huttenhower, C. (2016). The healthy human microbiome. Genome Med, 8(1), 51.
4. Lloyd-Price, J., Mahurkar, A., Rahnavard, G., Crabtree, J., Orvis, J., Hall, A.B., Brady, A., Creasy, H.H., McCracken, C., Giglio, M.G., McDonald, D., Franzosa, E.A., Knight, R., White, O., and Huttenhower, C. (2017). Strains, functions and dynamics in the expanded Human Microbiome Project. Nature, 550(7674), 61-66.
5. Özkul C, Yalınay M. Mikrobiyota tanımlama yöntemleri. Türkiye Klinikleri Gastroenterohepatoloji - Özel Konular. Bağırsak Mikrobiyotası. Ankara: Türkiye Klinikleri; 2018. p.5-11.
6. Qin, J., Li, R., Raes, J., Arumugam, M., Burgdorf, K.S., Manichanh, C., Nielsen, T., Pons, N., Levenez, F., Yamada, T., Mende, D.R., Li, J., Xu, J., Li, S., Li, D., Cao, J., Wang, B., Liang, H., Zheng, H., Xie, Y., Tap, J., Lepage, P., Bertalan, M., Batto, J.M., Hansen, T., Le Paslier, D., Linneberg, A., Nielsen, H.B., Pelletier, E., Renault, P., Sicheritz-Ponten, T., Turner, K., Zhu, H., Yu, C., Li, S., Jian, M., Zhou, Y., Li, Y., Zhang, X., Li, S., Qin, N., Yang, H., Wang, J., Brunak, S., Dore, J., Guarner, F., Kristiansen, K., Pedersen, O., Parkhill, J., Weissenbach, J., Meta, H.I.T.C., Bork, P., Ehrlich, S.D., and Wang, J. (2010). A human gut microbial gene catalogue established by metagenomic sequencing. Nature,
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
24 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ24 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ KONUŞMA ÖZETLERİ
464(7285), 59-65.
7. Turnbaugh, P.J., Hamady, M., Yatsunenko, T., Cantarel, B.L., Duncan, A., Ley, R.E., Sogin, M.L., Jones, W.J., Roe, B.A., Affourtit, J.P., Egholm, M., Henrissat, B., Heath, A.C., Knight, R., and Gordon, J.I. (2009). A core gut microbiome in obese and lean twins. Nature, 457(7228), 480-484.
8. Bouchet, V., Huot, H., and Goldstein, R. (2008). Molecular genetic basis of ribotyping. Clin Microbiol Rev, 21(2), 262-273, table of contents.
9. Chakravorty, S., Helb, D., Burday, M., Connell, N., and Alland, D. (2007). A detailed analysis of 16S ribosomal RNA gene segments for the diagnosis of pathogenic bacteria. J Microbiol Methods, 69(2), 330-339.
10. Matsuki, T., Watanabe, K., Fujimoto, J., Miyamoto, Y., Takada, T., Matsumoto, K., Oyaizu, H., and Tanaka, R. (2002). Development of 16S rRNA-gene-targeted group-specific primers for the detection and identification of predominant bacteria in human feces. Applied and Environmental Microbiology, 68(11), 5445-5451.
11. Tong, M., Jacobs, J.P., McHardy, I.H., and Braun, J. (2014). Sampling of intestinal microbiota and targeted amplification of bacterial 16S rRNA genes for microbial ecologic analysis. Curr Protoc Immunol, 107, 7 41 41-11.
12. Inglis, G.D., Thomas, M.C., Thomas, D.K., Kalmokoff, M.L., Brooks, S.P., and Selinger, L.B. (2012). Molecular methods to measure intestinal bacteria: a review. J AOAC Int, 95(1), 5-23.
13. Clooney, A.G., Fouhy, F., Sleator, R.D., A, O.D., Stanton, C., Cotter, P.D., and Claesson, M.J. (2016). Comparing Apples and Oranges?: Next Generation Sequencing and Its Impact on Microbiome Analysis. PLoS One, 11(2), e0148028.
14. Weinstock, G.M. (2012). Genomic approaches to studying the human microbiota. Nature, 489(7415), 250-256.
15. Fouhy, F., Clooney, A.G., Stanton, C., Claesson, M.J., and Cotter, P.D. (2016). 16S rRNA gene sequencing of mock microbial populations- impact of DNA extraction method, primer choice and sequencing platform. BMC Microbiol, 16(1), 123.
16. Knight, R., Vrbanac, A., Taylor, B.C., Aksenov, A., Callewaert, C., Debelius, J., Gonzalez, A., Kosciolek, T., McCall, L.I., McDonald, D., Melnik, A.V., Morton, J.T., Navas, J., Quinn, R.A., Sanders, J.G., Swafford, A.D., Thompson, L.R., Tripathi, A., Xu, Z.Z., Zaneveld, J.R., Zhu, Q., Caporaso, J.G., and Dorrestein, P.C. (2018). Best practices for analysing microbiomes. Nat Rev Microbiol, 16(7), 410-422.
17. Sinha, R., Chen, J., Amir, A., Vogtmann, E., Shi, J., Inman, K.S., Flores, R., Sampson, J., Knight, R., and Chia, N. (2016). Collecting Fecal Samples for Microbiome Analyses in Epidemiology Studies. Cancer Epidemiol Biomarkers Prev, 25(2), 407-416.
18. Mardis, E.R. (2008). Next-generation DNA sequencing methods. Annu Rev Genomics Hum Genet, 9, 387-402.
19. Caporaso, J.G., Kuczynski, J., Stombaugh, J., Bittinger, K., Bushman, F.D., Costello, E.K., Fierer, N., Pena, A.G., Goodrich, J.K., Gordon, J.I., Huttley, G.A., Kelley, S.T., Knights, D., Koenig, J.E., Ley, R.E., Lozupone, C.A., McDonald, D., Muegge, B.D., Pirrung, M., Reeder, J., Sevinsky, J.R., Turnbaugh, P.J., Walters, W.A., Widmann, J., Yatsunenko, T., Zaneveld, J., and Knight, R. (2010). QIIME allows analysis of high-throughput community sequencing data. Nat Methods, 7(5), 335-336.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
25 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ 258. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİKONUŞMA ÖZETLERİ
20. Schloss, P.D., Westcott, S.L., Ryabin, T., Hall, J.R., Hartmann, M., Hollister, E.B., Lesniewski, R.A., Oakley, B.B., Parks, D.H., Robinson, C.J., Sahl, J.W., Stres, B., Thallinger, G.G., Van Horn, D.J., and Weber, C.F. (2009). Introducing mothur: open-source, platform-independent, community-supported software for describing and comparing microbial communities. Appl Environ Microbiol, 75(23), 7537-7541.
21. Washburne, A.D., Morton, J.T., Sanders, J., McDonald, D., Zhu, Q., Oliverio, A.M., and Knight, R. (2018). Methods for phylogenetic analysis of microbiome data. Nat Microbiol, 3(6), 652-661.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
26 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ26 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ KONUŞMA ÖZETLERİ
OP-06
İÇİMİZDEKİ EKOSİSTEME SALDIRANLAR:BATI TARZI BESLENME
Doç.Dr. Perim F.TÜRKER
Başkent Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
İntestinal mikrobiyata; vücudumuzda fizyolojik,metabolik ve immun sistem üzerinde oldukça görevler üstlenmektedir.İnsan intestinal mikrobiyotası yaklaşık 10¹³-1014 değişen sayıda mikroorganizmadan meydana gelen bir organizma olarak tanımlanmaktadır. İnsan gastrointestinal sisteminde mikroorganizma sayısı toplam insan hücre sayısından 10 kat daha fazla olup, intestinal mikrobiyotayı meydana getiren genom insan organizmasını meydana getiren genomun yaklaşık 150 kat büyüklüğündedir. Bu kadar çok sayıda bileşeni olan mikrobiyota fetal hayattan yaşlılığa kadar birçok etkenin etkisiyle değişime uğramakta olup beslenmenin rolü göz ardı edilmemelidir.Toplam bağırsak mikrobiyotasının %90’dan fazlası Bacteroidetes ve Firmicutes türünden meydana gelmektedir. Floradaki bakteriler belirli bir oranda faydalı ve zararlı bakterileri içerir. Faydalı/zararlı bakteri oranı azaldığında “mikrobiyal disbiyozis” adı verilen patolojik bir süreç başlar. Mikrobiyal disbiyozis süreci; alerji, inflamatuvar bağırsak hastalığı, kanser, lupus, astım, multipl skleroz, Parkinson hastalığı, gluten enteropatisi, obezite, diyabet ve kardiyovasküler hastalıklar gibi birçok hastalık ile ilişkili bulunmuştur. Mikrobiyota gelişimini etkileyen faktörler arasında doğum şekli, annenin mikrobiyotası, anne sütü alımı, bakterilere çevresel maruziyet, antibiyotik/probiyotik kullanımı ve beslenme bulunmaktadır ve beslenme, düzenlenebilir bir etmen olması nedeniyle de ilgi çekmektedir.
Beslenmenin mikrobiyata üzerine etkisi dört başlık altında incelenmektedir:1. Beslenme modellerinin mikrobiyotaya etkileri (Batı tarzı beslenme, Akdeniz diyeti vb.);2. Çeşitli diyet bileşenlerinin mikrobiyotaya etkileri (diyetin karbonhidrat, protein, yağ, posa içerikleri);3. Bazı spesifik besinlerin mikrobiyotaya etkileri (tam tahıllar, sebze-meyveler, kurubaklagiller, balık vb.);4. Besinle ilişkili mikroorganizmaların mikrobiyotaya etkileri (fermente besinler , probiyotik kaynakları).
Farklı coğrafyalarda yaşayan toplulukların mikrobiyatalarının karşılaştırıldığı çalışmalar uzun dönem beslenme alışkanlıklarının mikrobiayataya etkisinin değerlendirilmesi açısından önemli kanıtlar ortaya koymuştur. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri gibi batı tarzı beslenme modelinin kullanıldığı bölgelerde bireylerin mikrobiyatalarında önemli farklılıklar bulunmuştur.Batı tarzı beslenme modellerinde; mikrobiyal istikrar bozulmakta, toplam bakteri sayısı azalmakta ve bu tip diyette bazı mikroorganizmaların sayıları azalırken bazılarının da arttığı gözlenmektedir.Yapılan bir çalışmada; yetişkin bireylerin hayvansal kaynaklı beslenmeyle Alistipes, Bilophila ve Bacteroides gibi safra toleranslı mikroorganizmaların bolluğunun arttığı, Firmicutes bolluğunda bir azalma olduğu görülmüştür . Bununla birlikte, Batı yaşam tarzı diyetinin mikrobiyotaya etkisinin incelenmesi için yapılan bir çalışmada ise, Afrika’da yaşayan, düşük yağ ve hayvansal protein içeren, nişasta, lif ve bitkisel polisakkaritlerden zengin beslenen 14 çocuk ile İtalya’da yaşayan
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
27 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ278. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİKONUŞMA ÖZETLERİ
yüksek hayvansal kaynaklı proteinli, basit karbonhidrattan ve yağdan zengin , düşük posa içerikli Batı diyeti ile beslenen aynı yaşlardaki 15 çocuğun bağırsak mikrobiyotaları karşılaştırılmıştır. Afrika’da yaşayan çocuklarda Bacteroidetes anlamlı olarak baskın iken İtalyan çocuklarda Firmicutes ve Proteobacteria’nın daha fazla olduğu gösterilmiştir.Yüksek yağlı diyet ile beslenen bireylerde mikrobiyal çeşitlilik azalmakta ve Bacteroides, Alistipe ve Bilophila sayıları artmakta, fekal kısa zincirli yağasidi konsantrasyonu ve Bifidobakteri sayısı azalmaktadır.Yüksek yağlı diyet tüketen farelerde bağırsaktaki mikrobiyal değişikliklerin metabolik endotoksemi kaynaklı inflamasyonu etkilediği tespit edilmiştir.Doymuş yağ oranı yüksek diyet tüketen başka bir çalışmada ise Faecalibacterium prausnitzii oranında artış görülmüştür.
Kaynaklar1. İpek K.D., Yılmaz Ö.H.Diyetin Karbonhidrat İçeriğinin Mikrobiyataya Etkisi.Cumhuriyet Üniversitesi
Sağlık Bilimleri Enstitüsü Dergisi 2018;3(2):29-39.2. Kumar M, Babaei P, Ji B, Nielsen J. Human Gut Microbiota and Healthy Aging: Recent Developments
And Future Prospective. Nutr Healthy Aging.2016; 4(1): 3–16.3. De Filippo C, Cavalieri D, DiPaola M,Ramazzotti M, Poullet JB, Massart S, Collini S, Pieraccini G,
Lionetti P. Impact of Diet in Shaping Gut Microbiota Revealed by a Comparative Study in Children From Europe and Rural Africa.Proceedings of The National Academy of Sciences 2010;107(33), 14691-14696.
4. Özdemir A.,Demirel Büyüktuncer Z.Beslenme ve Mikrobiyata İlişkisi.J Biotechnol and Strategic Health Res 2017;1:25-33.
5. Statovci D., Aguilera M., Mac Sharry J.,Melgar S.The Impact of Western Diet and Nutrients on the Microbiota and Immune Response at Mocosal Interfaces. Frontiers in Immunology 2017;8:1-21.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
28 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ28 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ KONUŞMA ÖZETLERİ
OP-07
İÇİMİZDEKİ EKOSİSTEME SALDIRANLAR: GIDA KATKI MADDELERİ
Prof. Dr. Aylin AYAZHacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Günümüzde dünya nüfusunun hızla artması, değişen beslenme alışkanlıkları, besin çeşitliliğinin artması ve gıda sanayinin gelişmesine bağlı olarak gıda katkı maddelerinin (GKM) kullanımı da artış göstermiştir. Çünkü gıdaların dayanıklılığını artırarak bozulmadan saklanabilmesi, özelliklerinin korunması ve duyusal özelliklerinin gelişmesi GKM ile sağlanmaktadır.
İnsan bağırsağı mikrobiyotası hem sağlıkta hem de hastalıkta önemli bir rol oynamaktadır. Yaşam tarzı, beslenme alışkanlıkları, stres, yaş, antibiyotik kullanımı, genetik gibi faktörler, mikrobiyotanın dengesini ve yapısal çeşitliliğini etkileyebilmektedir. Bağırsak mikrobiyotası, mikrobiyotanın kompozisyonuna ve çeşitliliğine katkıda bulunan temel diyet bileşenlerinin emilimi ve metabolizmasında önemli bir role sahiptir. Diyet bileşiminin mikrobiyota çeşitliliği üzerinde etkili olabileceği belirtilmektedir. Bağırsak mikrobiyota kompozisyonunun değişiminin %57’sinin diyet değişimi ile ilişkili olduğu, %12’lik kısmının ise genetik ile ilişkili olduğu bildirilmiştir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda gıda katkı maddelerinden emülsifiyerlerin ve koruyucuların bağırsak mikrobiyotasını değiştirebileceği ve bunun sonucu olarak bağırsak inflamasyonu ve metabolik sendromun gelişebileceği bildirilmiştir.
Gıda Katkı Maddelerinin Mikrobiyata Üzerine Etkisi Bağırsak mikrobiyotası, temelde Firmicutes, Bacteroidetes, Proteobacteria, Fusobacteria, Verrucomicrobia, Cyanobacteria Actinobacteria ile yaklaşık 1000 farklı tür içeren büyük ve karmaşık bir mikroorganizma popülasyonuna sahiptir. Mikrobiyotanın fizyolojik etkileri arasında bağırsak epitelinin güçlendirilmesi ve şekillendirilmesi, enerji hasadı, patojenlere karşı korunma, konakçı bağışıklık sisteminin sürdürülmesi ve sindirimi destekleme bulunmaktadır.
Diyette oluşan değişiklikler bağırsak mikrobiyatasını etkileyen en önemli faktördür. Son yıllarda işlenmiş yiyecek, içecek tüketimi ve buna bağlı olarak gıda katkı maddelerinin kullanımı da artış göstermiştir. İşlenmiş gıdaların çoğunluğu, bu gıdaların istenen dokuları muhafaza etmesini ve ayrı parçalara ayrılmasını önleyecek, raf ömrünü uzatan bir veya daha fazla emülsifiyerleri içermektedir.
Türk Gıda Kodeksi-Gıda Katkı Maddeleri Yönetmeliği’ne göre (Haziran 2013); Emülgatörler: Bir gıda maddesinde, yağ ve su gibi birbiri ile karışmayan iki veya daha fazla fazın homojen bir karışım oluşturmasını veya oluşan homojen karışımın sürekliliğini sağlayan maddeler olarak tanımlanmıştır. Emülgatörler; şekerlemeler, puding, dondurma, çikolata, salata sosu, meyve suyu, margarin ve mayonez gibi birçok gıdanın üretiminde kullanılmaktadır. Gıda sanayinde lesitinler, mono ve digliseritler, polisorbatlar, poligliserol ve sorbitan esterleri ile sükroz esterleri emülgatör olarak kullanılmaktadır.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
29 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ298. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİKONUŞMA ÖZETLERİ
Son yıllarda emülsifiyerler hakkında endişeler giderek artmaktadır. Bu gıda katkı maddelerinin kullanımı sonucu mikrobiyotadaki bakteri çeşitliliğinin azalabileceği, konakçı-mikrobiyota etkileşimlerinin değişebileceği ve dolayısıyla sanayileşmiş toplumlarda metabolik sendrom ve diğer inflamatuvar hastalıkların insidansında artış olabileceği bildirilmiştir. Karboksimetilselüloz veya polisorbat 80 gibi emülsifiyer GKM’lerinin, bağırsak bariyer fonksiyonunu bozduğu, mukus tabakası kalınlığını belirgin bir biçimde azalttığı, ülseratif kolit gibi iltihaplı bağırsak hastalığı, şişmanlık ve diyabet hastalığının gelişiminde rolü olabileceği bildirilmiştir. Yapılan deneysel çalışmalarda; karboksimetilselüloz ve polisorbat 80’in farelerin barsakta bakterilerin aşırı büyümesini teşvik ettiği ve barsak epitelinde patojen bakterilerin translokasyonunu kolaylaştırdığı gösterilmiştir. Farelerde yapılan başka bir çalışmada polisorbat 80’in, M hücreleri boyunca E. Coli’nin translokasyonunu arttırdığı gösterilmiştir. Crohn mukozasıyla ilişkili olarak E.Coli sayısında bir artış belirlenmiştir.
Türk Gıda Kodeksi-Gıda Katkı Maddeleri Yönetmeliği’ne göre (Haziran 2013); Koruyucular: gıdaları, mikroorganizmaların sebep olduğu bozulmalara ve/veya patojen mikroorganizmaların gelişmelerine karşı koruyarak raf ömürlerinin uzatılmasını sağlayan maddelerdir. Bu grupta antimikrobiyaller ve antioksidanlar bulunmaktadır. Sitrik asit, benzoik asit, nitrit, sülfit, sülfür dioksit ve bunların sodyum potasyum tuzları sentetik antimikrobiyal koruyuculardır. Sülfitlerin, insan bağırsağında ve ağızda bulunan yararlı mikroorganizmalar ile metabolitlerinin azalmasına, patojen mikroorganizmaların artmasına neden olabileceği bildirilmiştir. Yapılan deneysel çalışmalarda, sülfür içeren koruyucuların GİS mikrobiyata çeşitliliğini azalttığı bildirilmiştir. Sülfitlere maruziyetin hem yapay sindirim koşullarında hem de in vivo fare çalışmaları ile test edilmesi gerektiği belirtilmiştir.
Sonuç ve ÖnerilerGıda katkı maddeleri, gıda işlemenin önemli bir parçası olup çiftlikten- çatala kadar olan süreçte tüketicilerin talep ettiği besin kalitesi ve özelliklerinin korunmasında önemli bir rol oynamaktadır. Günümüzde değişen beslenme alışkanlıkları ve gıda sanayinin gelişmesine bağlı olarak işlenmiş besinlerde stabilite, raf ömrü, tat ve doku geliştirmeye yardımcı olmak için eklenen gıda katkı maddelerinin tüketimi de artmıştır.
GKM’nin insan sağlığını tehdit etmesine neden olabilecek en önemli etken; bu maddelerin yönetmeliklerde izin verilen dozların üzerinde kullanılmaları ya da gıda saflığında olmamalarıdır.Gıda katkı maddeleri, yasaların öngördüğü ve teknolojinin gerektirdiği miktarlarda kullanılmalı ve denetimlerinin yapılması gereklidir. Bu şekilde katkı maddelerininin neden olacağı sağlık risklerine karşı tüketiciler korunmuş olacaktır.
Katkı maddeleri ve mikrobiyota arasındaki ilişkiyi destekleyen deneysel kanıtların büyük çoğunluğu farelerin farmakolojik/hastalık modellerinde üretilmiştir. Bununla birlikte, deney hayvanları ve insanların mikrobiyota kompozisyonu, bağışıklık fonksiyonu, beslenme ve metabolizma bakımından farklılık göstermektedir. İnsan bağırsağının in vitro modellerinin kullanılması, sağlık sorunları ve etik kaygılar olmadan küçük bileşiklerin (insanlar için tehlikeli olanları bile) etkilerini araştırmayı mümkün kılmaktadır. Bu nedenle, tüketicilere ulaşabilen çeşitli gıda katkı maddeleri göz önüne alındığında, insan mikrobiyotası üzerindeki etkileri hakkında geniş çapta araştırmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrıca, muhtemel sağlık üzerine olumsuz etkileri olabilecek gıda katkı maddelerinin kullanılmasına yönelik daha güçlü bir düzenleme yapılmalı ve onaylanmadan önce mikrobiyota üzerindeki olumsuz
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
30 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ30 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ KONUŞMA ÖZETLERİ
etkileri elimine edilmelidir. Beslenme önerilerinde, öncelikle tek tek besinlere odaklanmak yerine, diyetin genel kalitesinin iyileştirilmesi hedeflenmelidir.
Kaynaklar 1. Bağcı Bosi AT. Gıda Katkı Maddeleri ve Sağlık. Muhittin Tayfur (editör) : A’dan Z’ye Gıda Katkı Maddeleri,
Detay Yayıncılık, Ankara, 2014;205-223.
2. Yurttagül M, Ayaz A. Katkı Maddeleri Yanlışlar ve Doğrular, (Ed: Buzgan T, Kesici C, Çelikcan E, Soylu M.)
T.C. Sağlık Bakanlığı, Beslenme Bilgi Serisi 1, 605-623s, Klasmat Matbaacılık, Sağlık Bakanlığı Yayın
No:732, ISBN: 978-975-590-248-7, Ankara. 2008.
3. Holder MK, Chassaing B. Impact of food additives on the gut-brain axis, Physiology & Behavior 2018
(192): 173–176.
4. Zhang N, Ju Z, Zou T. Time for food: The impact of diet on gut microbiota and human health. Nutrition 51-52 2018 ;80-85.
5. Türk Gıda Kodeksi Gıda Katkı Maddeleri Yönetmeliği, Resmi Gazete Tarihi: 30.06.2013 Resmi Gazete Sayısı: 28693, http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2013/06/20130630
6. Viennois E, Merlin D, Gewirtz AT, Chassaing B. Dietary emulsifier-induced low-grade inflammation promotes colon carcinogenesis. Cancer Res. 2016:(77) 27–40.
7. Roberts CL, Rushworth SL, Richman E, Rhodes JM. Hypothesis: increased consumption of emulsifiers as an explanation for the rising incidence of Crohn’s disease, J Crohns Colitis. 2013(7) :338–341.
8. Roberts CL, Keita AV, Duncan SH, O’Kennedy N, Soderholm JD, Rhodes JM et al. Translocation of Crohn’s disease Escherichia coli across M-cells: contrasting effects of soluble plant fibres and emulsifiers, Gut 2010 (59): 1331–1339.
9. Chassaing B, Koren O, Goodrich,J K, Poole AC, Srinivasan S, Ley RE, Gewirtz AT. Dietary emulsifiers impact the mouse gut microbiota promoting colitis and metabolic syndrome. Nature, 2015: 519(7541), 92.
10. Chassaing B, Van de Wiele T, De Bodt J, Marzorati M, Gewirtz, A T. Dietary emulsifiers directly alter human microbiota composition and gene expression ex vivo potentiating intestinal inflammation. Gut, 2017 66(8):1414-1427.
11. Saavedra1 PR, Vilabrille VM, Miranda JM, Nebot C et al. Food additives, contaminants and other minor components: effects on human gut microbiota—a review, J Physiol Biochem 2018 :74:69–83.
12. Vo TD , Lynch BS, Roberts A. Dietary exposures to common emulsifiers and their ımpact on the gut microbiota: ıs there a cause for concern?, Comprehensive Reviews in Food Science and Food Safety 2019 (18):31-47.
13. Swidsinski A, Ung V, Sydora BC, Loening-Baucke V, Doerffel Y, Verstraelen H, Fedorak RN. Bacterial overgrowth and inflammation of small intestine after carboxymethylcellulose ingestion in genetically susceptible mice. Inflammatory Bowel Diseases, 2018: 15(3); 359-364.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
31 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ318. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİKONUŞMA ÖZETLERİ
OP-08
POSTBİYOTİKLER: NEREDEN? NEREYE?
Prof. Dr. Efsun KARABUDAKGazi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Ankara
Paraprobiyotik ve postbiyotik gibi yeni tanımlanan terimler, sağlık yararları için bakteriyel canlılığın zorunlu bir gereklilik olmadığı anlamına gelmektedir. “Canlı olmayan probiyotikler” veya “aktif olmayan probiyotikler” olarak da bilinen paraprobiyotikler, yeterli miktarda alındığında tüketicilere fayda sağlayan, aktif olmayan (canlı olmayan) mikrobiyal hücrelerdir.
Probiyotiklerin sağlık yararları kanıtlanmış olmasına rağmen, canlı olmayan mikrobiyal hücreler, bozuk veya tehlikeli bağışıklık sistemi olan tüketicilerde bazı probiyotikler için gösterilen mikrobiyal translokasyon, enfeksiyon veya artmış inflamatuvar cevap riskini azaltarak probiyotiklere karşı daha güvenli olmak gibi avantajlara sahip olabilir.
Metabiyotikler, biyojenikler veya basit metabolitler/CFS (hücresiz süpernatanlar) olarak da bilinen postbiyotikler terimi; canlı bakteriler tarafından salgılanan veya bakteriyel parçalanmadan sonra salınan çözünür faktörleri (ürünler veya metabolik yan ürünler) belirtir. Bu yan ürünler, ek biyoaktivite sağlayarak konakçıya fizyolojik yararlar sağlar. Bazı bakteri suşlarından oluşan bu gibi çözünebilir faktörler; kısa zincirli yağ asitleri, enzimler, peptidler, teikoik asitler, peptidoglikan türevli muropeptitler, endo ve ekzo-polisakaritler, hücre yüzey proteinlerini, vitaminler, plazmalojenler ve organik asitlerdir.
Postbiyotiklerin sağlığa faydalı etkilerinde yer alan mekanizmalar tam olarak açıklanamamasına rağmen, bilimsel veriler postbiyotiklerin antimikrobiyal, antioksidan ve immüno-modülatör etkilerinin olduğu ancak bunlarla sınırlı olmamak üzere farklı fonksiyonel özelliklere sahip olduğuna dair kanıtlar sağlamıştır. Bu özellikler, mikrobiyota homeostazını ve/veya konakçı metabolik ve sinyal yollarını olumlu yönde etkileyebilir, böylece spesifik fizyolojik, immünolojik, nöro-hormonal, düzenleyici ve metabolik reaksiyonlar etkilenir.
POSTBİOTİCS: FROM WHERE TO WHERE?New terms such as paraprobiotic and postbiotic have emerged which imply that bacterial viability is not an essential requirement for health benefits. Paraprobiotics, also known as “non-viable probiotics” or “inactivated probiotics”, refer to inactivated (non-Viable) microbial cells, which, when administered in sufficient amounts, benefits to consumers.
Despite of proven health benefits of probiotics, nonviable microbial cells may have safety advantages over probiotics by reducing the risk of microbial translocation, infection or enhanced inflammatory responses, shown for some probiotics in consumers with imbalanced or compromised immune systems.
The term postbiotics, also known as either metabiotics, biogenics, or simply metabolites/CFS (cell-free supernatants); refers to soluble factors (products or metabolic byproducts) secreted by live
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
32 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ32 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ KONUŞMA ÖZETLERİ
bacteria or released after bacterial lysis. These byproducts offer physiological benefits to the host by providing additional bioactivity. Such soluble factors have been collected from several bacteria strains; examples include short chain fatty acids, enzymes, peptides, teichoic acids, peptidoglycan-derived muropeptides, endo- and exo-polysaccharides, cell surface proteins, vitamins, plasmalogens, and organic acids.
Despite the fact that the mechanisms implicated in the health beneficial effects of postbiotics are not fully elucidated, scientific data have provided evidence that postbiotics possess different functional properties including, but not limited to, antimicrobial, antioxidant, and immunomodulatory. These properties can positively affect the microbiota homeostasis and/or the host metabolic and signaling pathways, thus affecting specific physiological, immunological, neuro-hormone biological, regulatory and metabolic reactions.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
33 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ338. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİKONUŞMA ÖZETLERİ
OP-09
TÜRKİYE PROBİYOTİK REHBERİ
Prof. Dr. Meltem YALINAYGazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara
Bağırsak mikrobiyotasının ‘İnsan Mikrobiyom Projesi’ ile daha çok ortaya konulması ve ilerleyen metagenom çalışmaları ile bu konuda öne çıkan destek ürün olarak probiyotiklere ilgi çok artmıştır.
Ülkemizde tüm dünyada olduğu gibi probiyotik ürünler başta sağlıklı yaşam desteği olmak üzere, farklı disiplinler tarafından sağlık ve çeşitli hastalıklarda kullanımı yapılan çalışmalarla kanıta dayalı olarak artmaya başlamıştır.
‘Türkiye Probiyotik Rehberi’ adı altında yapılan çalışmanın esas amacı, ülkemizde bulunan probiyotik destek ürünlerin dökümünü yapmak ve bilimsel bir alt yapı üzerinden kanıt düzeyleri ile destek kullanım alanlarını ortaya koyacak derli toplu bir veri tabanı ve kaynak oluşturmaktır. Bu çalışma hazırlanırken dünyada daha önce oluşturulmuş çeşitli rehberler incelenmiş ve probiyotik tanımlamalarının doğru esası ve kanıt düzeyinde değerlendirilmeleri dikkate alınarak metodoloji oluşturulmuştur. PRISMA rehberleri, PubMed, Cochrane veri tabanı esas alınarak yayınlanmış meta-analizler dikkate alınmıştır. Bildirilen ürünler; ticari marka, probiyotik mikroorganizma suşu, ticari formu, KOB /(koloni oluşturan birim)(CFU)/ birim, günlük önerilen kullanım miktarı, yaş/cinsiyet, kaynağa dayalı destek kullanım alanı, kaynağa göre kanıt düzeyi esas alınarak değerlendirilmeye çalışılmıştır.
Üzerinde çalışılmakta olan probiyotik rehber hazırlığı, ülkemizde bulunan probiyotik destek ürünlerin birarada sunumu için ilk çalışmadır. Türkiye’de kayıtlı olan 130 probiyotik üründen halen geri dönüş yapan 61 tanesi ürünlerine ait bilgiler doğrultusunda değerlendirmeye alınmıştır ve değerlendirmeler devam etmektedir.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
34 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ34 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ KONUŞMA ÖZETLERİ
OP-10
METABOLİK SENDROM VE DİYABET HASTALIĞINDA BAĞIRSAK MİKROBİYOTASI VE PROBİYOTİKLER
Prof. Dr. Mendane SAKABaşkent Üniversitesi SBF Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde epidemik düzeylere ulaşan obezite, birçok metabolik ve mekanik (insülin direncine bağlı Tip 2 diyabet, kardiyovasküler hastalıklar, inme, kanser, astım, obstrüktif uyku apne sendromu, osteoartrit, safra kesesi ve yağlı karaciğer) hastalıklar ile yakından ilişkilidir.
Enerji alımındaki artış enerji harcamasındaki azalma ile ortaya çıkan pozitif enerji dengesi ve sedanter yaşam gibi çevresel faktörler obezite gelişimi için temeldir. Genetik alt yapı bireyler arasındaki enerji harcama ve depolama kapasitesi arasındaki farklılıkları belirlemektedir. Obez bireylerde iştah kontrolü ve metabolik düzenlemeyi sağlayan fonksiyonel parametrelerin birçoğu değişmiştir. Ancak bu değişikliklerin metabolik hastalıkların sonucu mu? yoksa nedeni mi? olup olmadığı açık değildir.
Epidemiyolojik verilere göre obezitedeki artış tamamen genetik yapı ve diyet değişiklikleri ile açıklanmamakta, barsak mikrobiyotasının enerji dengesi üzerinde rol oynadığına ilişkin kanıtlar artmaktadır. Barsak mikrobiyota kompozisyonundaki değişikliğin lipogenezi, barsak geçirgenliğini ve endokanabinoid sistemle birlikte inflamatuar durumu etkilediği belirtilmiştir.
Birçok fizyolojik fonksiyonun kontrol ve programlanması ile ilişkili olan intestinal mikrobiyota bir organ sistemi gibi fonksiyon gören trilyonlarca mikroorganizmanın oluşturduğu bir komplekstir. Kişiye özgü, kişinin yaşamı boyunca değişen endojen ve eksojen faktörlere duyarlıdır. Enerji dengesinin düzenlenmesine katkı sağlayan mikrobiyota çevresel faktörler ile enerji dengesindeki bozulmayı provoke ederek metabolik hastalıklara yol açmaktadır.
İnsan gastrointestinal sisteminde tüm vücutta bulunan hücrelerin yaklaşık 10 katı kadar mikroorganizma bulunmaktadır. Vücudumuzda 2000 bakteri ailesi ve 15.000-35.000 türün üzerinde bakteri bulunmaktadır ve bunların çok büyük bir kısmı bağırsaklarımızda yerleşmiştir. Kolon tek başına insan vücudundaki mikroorganizmaların %70’den fazlasını içeren en kalabalık ekosistemlerden biridir. Sağlıklı bir bireyin mikrobiyotasının %90’ını Bacteroides ve Firmicutes filumları oluşturmaktadır. Gastrointestinal sistem boyunca kolona doğru gittikçe mikrobiyotanın sayısı ve çeşitliliği artmaktadır. Bütün olarak mikrobiyotanın insan genomundan 150 kat daha fazla gen çeşitliliğine sahip olduğu düşünülmektedir. Bağırsak mikrobiyotası geçici ve kısa süreli diyet değişiklikleri ve antibiyotik kullanımından etkilenmesine rağmen kısa sürede eski haline dönmektedir.
The Human Microbiome Project ve diğer çalışmalar sonucunda bağırsak mikrobiyotanın binlerce tür içerdiği ve bu türlerin kişiye bağlı olarak değişiklik gösterdiği bulunmuştur. Mikrobiyota bireye
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
35 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ358. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİKONUŞMA ÖZETLERİ
göre farklılık gösterse de temel tür genleri birçok bireyde benzerdir. Fakat bireylerde sonradan görülen hastalıklara bağlı olarak mikrobiyal gen aktivasyonlarının değişmesine bağlı olarak kişiler arası mikrobiyal çeşitlilik artmaktadır.
Bireyler yaşamı boyunca bağırsak mikrobiyotasını etkileyecek birçok evreden geçmektedir. Örneğin bir bireyin sahip olduğu mikrobiyota bebeklik, yetişkinlik ve yaşlılık döneminde farklılık göstermekte, aynı zamanda bireyin yaşam tarzı ve sahip olduğu hastalıklara bağlı olarak da değişmektedir. Barsak mikrobiyotasının obezite ve obezite ile ilişkili hastalıklar üzerindeki etkisine yönelik öne sürülen hipotezler; Diyetten enerji eldesi, Lipopolisakkarit aracılı kronik inflamasyon, Dokularda yağ asidi birikiminin düzenlenmesi ve barsak kaynaklı peptid salgılanmasıdır.
Sağlıklı mikrobiyotadan disbiyotik mikrobiyotaya doğru değişiklik, bağırsak epitelinde sızıntıya yol açabilir; artmış intestinal geçirgenlik sistemik immün sistemi tetikleyen makromoleküllerin emilimine yol açabilir; bu durumun lipit ve glikoz metabolizmasını etkileyen ve düşük seviyede inflamasyona yol açan sinyalizasyon yolaklarında bozulma ile birlikte insülin direnci ve Tip 2 diyabete yol açabileceği belirtilmektedir.
Obezlerde gram negatif bakterilerin artışı ile subklinik inflamasyon arasında bir ilişki mevcuttur. Değişen mikrobiyota ve tetiklenen düşük seviyeli inflmasyon arasındaki kısır döngü Tip 2 diyabet (T2DM) gelişiminde etken olarak kabul edilmiştir. Gram negatif bakterilerin artışı ile dolaşımdaki lipopolisakkarit (LPS) miktarı artar ve lipopolisakkaritlerin artışı endotoksemi ile sonuçlanır. Enterositlerin yüzeyinde bulunan Toll-like reseptörler (TLR) bakteriyel LPS tanıyarak nükleer faktör kappa B (NFKB) yolağını aktive ederek inflamasyonu başlatırlar.
İntestinal mikrobiyotada intestinal geçirgenliği düzenleyen bir diğer sistem ise endokanabinoid (eCB) sistemdir. eCB sistem tight junction protein dağıtımını değiştirerek intestinal permeabiliteyi etkilemektedir. Obezlerde firmicutes türündeki artış barsaklarda diyet posasından çok fazla miktarda kısa zincirli yağ asitleri (KZYA) üretebilen ve bunların besin olarak kullanılmasını sağlayan bakterilerden oluşmaktadır. Barsak mikrobiyotası konakçının sindirim enzimleri ile sindirilemeyen diyet posasını hidrolize eder ve polisakkaritleri enerji kaynağı olarak kullanır. Sindirilmeyen diyet karbonhidratlarının barsak mikrobiyotası tarafından hidrolizi ve fermentasyonu konakçıda enerji oluşumunu artırır.
KZYA kolonositlerin primer enerji kaynağıdır. KC ve periferik dokular tarafından enerji amacıyla kullanılarak bazal enerji gereksinimine %10 katkı sağlarlar. Şişman bireylerin fekal KZYA ince bireylerden daha yüksektir. KZYA mukus üretimi ile intestinal bariyer fonksiyonunu etkiler ve tight junction proteinleri uyarırlar. Bakteriyel KZYA enerji oluşumu üzerine direk etkilerinden başka intestinal motilite ve intestinal hormon üretimi üzerinde indirek etkileri ile de rol oynar.
KZYA intestinal mukoza, immün hücreler, KC ve adipoz dokuda ekspress edilen serbest yağ asit reseptör GPR43 ve GPR41’in endojen ligandlarıdır. Bu moleküllerin aktivasyonu glukagon like peptid-1(GLP-1) ve PYY gibi barsak hormonlarının üretimi ve salınımı ile sonuçlanır, ki bu hormonlar doygunluğu uyarırlar. KZYA tarafından aktive edilen GPR43 beyaz adipoz dokunun (WAT) enerji alımını düzenler, kas ve karaciğerin enerji harcamasını etkiler. KZYA, GPR41 yolu ile santral sinir
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
36 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ36 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ KONUŞMA ÖZETLERİ
sistemini (SSS) aktive ederek enerji harcamasını düzenler.
Barsak bakterileri besinlerden enerji üretiminin yanı sıra bu enerjinin vücutta kullanılması içinde bazı düzenlemeler yaparlar. Barsakta FİAF adı verilen bir ekspresyon faktörü üretilmektedir. FİAF lipoprotein lipazı (LPL) inhibe ederek, trigliseritlerden yağ asitlerinin ayrılması ve dokular tarafından kullanımını engeller. Barsak mikrobiyotasının intestinal hücrelerde LPL aktivitesini inhibe eden FİAF üretimini azalttığı gösterilmiştir.
Beslenme şekli iki farklı temel mekanizma ile bağırsak mikrobiyotası üzerinde etkili olabilmektedir. İlk olarak farklı mikrobiyal türlerin kullanabildikleri substrat çeşitleri farklıdır. Böylece diyetin içermiş olduğu substratın çeşidine bağlı olarak çoğalan mikrobiyota türleri de değişmektedir. İkinci olarak, diyet bileşenleri intestinal geçiş süresini ve pH’ı etkileyerek mikrobiyal değişime neden olabilmektedir. Dolayısıyla kolonda bulunan dirençli nişasta, nişasta olmayan polisakkaritler ve oligosakkaritlerin miktarı ve çeşidi bağırsak mikrobiyota çeşitliliğini etkileyebilmektedir.
Probiyotikler ağız yoluyla yeterli miktarda alındığında konağın sağlığını olumlu yönde etkileyen canlı mikroorganizmalardır. En yaygın probiyotikler Bifidobacterium ve Lactobacillus cinslerine aittir. Prebiyotikler üst gastrointestinal sistemde sindirime uğramadan kalın barsağa ulaşabilen sindirilmeyen gastrointestinal mikrobiyota aktivitesi ve kompozisyonunda değişikliklere yol açan seçici olarak fermente olabilen ve kolondaki probiyotik bakterilerin çoğalmasını ve etkinliğini olumlu yönde etkileyerek konak sağlığını iyileştiren sindirilmeyen besin öğeleridir. Prebiyotiklerin kullanımı kolonda belirli Bifidobacterium türlerinin çoğalmasına neden olmaktadır.Yapılan çalışmalar özellikle galakto-oligosakkaritlerin (GOS) ve fruktanların diyete eklenmesi ile Bifidobacterium sayılarında anlamlı artışlar gözlemlemiştir.
Prebiyotiklerin sağlığı destekleyecek yönde yararlı bakterilerin kolonda üremesine yardımcı olduğu yapılan çalışmalarca kanıtlanmıştır. Son zamanlarda yapılan çalışmalar diyete prebiyotik takviyesi ile bağırsak mikrobiyotasında yeni türler oluştuğunu göstermektedir. Galakto-oligosakkaritler (GOS) anne sütünün önemli bir bileşenidir ve günümüzdeki bebek formülaları da GOS ile zenginleştirilmiştir. GOS takviyesi Bifidobacteria sayılarını artırmasına karşın yine de anne sütü ile beslenen bebeklerin mikrobiyotasındaki baskın türler formüla ile beslenen bebeklerden farklıdır. Yaşlı bireylerin diyetlerine GOS eklenmesinin yapıldığı bir çalışmada ise bireylerin bağırsak mikrobiyotasında Bifidobacteria türü artış gösterirken Bacteroides türü azalmıştır.
Bağırsak mukozasına probiyotik mikroorganizmaların tutunması, kolonizasyon ve enteropatojenlere karşı antogonistik etki göstermesi için gereklidir. Bağırsak mukozasına tutunma kolonizasyon için önemlidir ve probiyotik mikroorganizmaların seçiminde gerekli olan kriterlerden biridir. Probiyotik bakterilerin tutunması onların bağırsak sisteminde uzun süre kalabilmesi ve taşıdıkları yararlı özellikleri gösterebilmeleri için gereklidir. Probiyotik ve prebiyotiklerle diyet müdahalesi sağlık üzerinde olumlu etkilerle ilişkili olan yararlı bakterilerin çoğalmasını artırarak barsak mikrobiyota kompozisyonunun dengesini değiştirebilir ve hatta obezite ile ilişkili metabolik hastalıkların yönetilebilmesine destek olabilir.
Probiyotiklerin, IgA antibodileri ve sitokin sekresyonunu etkileyerek ve musin üretimini artırarak
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
37 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ378. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİKONUŞMA ÖZETLERİ
intestinal epitel bariyer fonksiyonunu artırarak intestinal epitel sinyal yolağını düzenledikleri gösterilmiştir.
Prebiyotiklerin türü ve miktarı mikrobiyal topluluğun çoğalmasını ve kısa zincirli yağ asit (KZYA) üretimini etkileyebilir, böylece barsak fonksiyonunu değiştirebilirler. En çok çalışılan prebiyotikler bifidobacteri ve laktobacillus tarafından seçici olarak kullanılan fruktooligosakkarit (FOS), galaktooligosakkarit (GOS) ve inülindir.
Çeşitli sağlık yararları nedeniyle probiyotik kullanımı artış göstermektedir. Probiyotiklerin en belirgin etkisi temel olarak Lactobacillus ve / veya Bifidobacterium suşları için bildirilmiştir. Probiyotiklerin özellikleri türe özgüdür. Propiyotik ve prebiyotiklerin oral alımının güvenli olduğuna inanılmakta ancak standart bir kılavuz bulunmamaktadır. İmmün sistemi bozulmuş hastalarda probiyotik mikroorganizmalar ile enfeksiyonlar bildirilmiştir. Probiyotik mikroorganizmalardaki antibiyotik dirençliliğinin diğer mikroorganizmalara geçme riski bulunmaktadır. Sistematik olarak risk değerlendirmesi yapılmalıdır.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
38 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ38 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ KONUŞMA ÖZETLERİ
Seçilmiş Kaynaklar1. R. Ferrarese, E.R. Ceresola, A. Pretı, F. Canduccı,Probiotics, prebiotics and synbiotics for
weight loss and metabolic syndrome in the microbiome era, European Review for Medical and Pharmacological Sciences, 2018; 22: 7588-7605.
2. Rashmi H. Mallappa, Namita Rokana, Raj Kumar Duary1, Harsh Panwar, Virender Kumar Batish, Sunita Grover Management of metabolic syndrome through probiotic and prebiotic interventions,Indian Journal of Endocrinology and Metabolism, 28, 2016; IP: 185.96.46.2.
3. Muhammad U. Sohail, Asmaa Althani, Haseeb Anwar, Roberto Rizzi, Hany E. Marei1 4. Role of the Gastrointestinal Tract Microbiome in the Pathophysiology of Diabetes Mellitus5. Hindawi Journal of Diabetes Research 2017, Article ID 9631435, 9 https://doi.
org/10.1155/2017/9631435.6. Moran CP, Snahanan F. Gut microbiota and obesity: role in aetiology and potential therapeutic
target best practice and research. Clinical Gastroenterology 2014;28:585-97.7. Mingqian He, Bingyin Shi, Gut microbiota as a potential target of metabolic syndrome: the role
of probiotics and prebiotics, Cell Biosci ,2017; 7:54.8. Qingqing Zhang , Yucheng Wub, Xiaoqiang Fei, Effect of probiotics on glucose metabolism in
patients with type 2 diabetes mellitus: A meta-analysis of randomized controlled trials, M e d i c i n a 2 0 1 6;52 2 8 – 3 4.
9. Maryam MiraghajaniI, Somayeh Shahraki Dehsoukhteh, Nahid Rafie, Sahar Golpour Hamedani, Sima Sabihi, Reza Ghiasvand, Potential mechanisms linking probiotics to diabetes:a narrative review of the literatüre, Sao Paulo Med J. 2017; 135(2):169-7
10. Usha Vyas, Natarajan Ranganathan, Probiotics, Prebiotics, and Synbiotics: Gut and Beyond Gastroenterology Research and Practice,2012; Article ID 872716, 16 pages, doi:10.1155/2012/872716
11. Lee E. Morrow, Probiotics in the intensive care unit, Current Opinion in CriticaI Care,2009; 15: 144-148.
12. Kevin Whelan, Clio E Myers, Safety of probiotics in patients receiving nutritional support: a systematic review of case reports, randomized controlled trials, and nonrandomized trials,Am J Clin Nutr, 2010;91:687–703.
13. Geurts L, Lazarevic V, Derrien M, Everard A, Van Roye M, Knauf C, et al. Altered gut microbiota and endocannabionid system tone in obese and diabetic leptin-resistant mice: impact on apelin regulation in adipose tissue. Front Microbiol 2011;13(2):149.
14. Lee JY, Hwang DH. The modulation of inflammatory gene expression by lipids: mediation through toll-like receptors. Mol Cells 2006;21:174-85.
15. Indias IM, Cardina F, Tinahones FJ, Queipoortuna Mİ. Impact of the gut microbiota on the development of obesity and type 2 diabetes mellitus. Frontiers in microbiology 2014;5:1-10.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
39 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ398. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİKONUŞMA ÖZETLERİ
OP-11
KANSERDE BAĞIRSAK MİKROBİYOTASI VE PROBİYOTİKLER
Prof. Dr. Hakan ALAGÖZLÜİstinye Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji
Karsinogeneziste mikrobiyotada birçok bakteri sorumlu tutulmuş olup bunların başlıcaları şunlardır:Fusobacterium nucleatum; F.nucleatum gr (–) anaerop patojen bakteridir. En çok kolorektal kanser (KRK) ile ilişkisi gösterilmiş olan bakteridir. F.nucleatum KRK, kolon adenomalarında lüminal kolonizasyonu artmıştır. F.nucleatum, kolorektal kanser vakalarında %80 oranında bulunmuş. FadA adhesion and Wnt/b-catenin aktivasyonu ile DNA hasarı yapmaktadır. Önceden periodontal hastalıklarda tespit edilmiş. Daha çok gingivit ile ilişkili bulunmuştur. F.nucleatum enfeksiyonu tespit edilen tüm hastalarda kolonoskopik inceleme önerilmelidir.
Enterococcus faecalis; E.faecalis falültatif anaerop bir bakteri. Oral kavitede ve gastrointestinal sistemde commensal bir bakteri olup son zamanlarda patojen sınıfında yer alıyor. Pro-oxidative reactive oxygen species (ROS) üretiminden sorumlu. KRK’ de sağlıklı gruba göre gaitada yüksek bulunmuş. E. Faecalis tarafından ROS üretiminin kolonda karsinogenesisi tetiklediği gösterilmiştir.
Bakteriodes fragilis; Daha çok Enterotoksijenik B.fragilis kolorektal kanser ile ilişkili bulunmuştur. Bakteriodes fragilis toksini kolonositlerde DNA hasarı yaptığı gösterilmiştir.
Clostridium septicum; Hermsen ve arkadaşlarının bir çalışmasında 320 KRK’de %40 oranında bulunmuş. Kontamine yiyeceklerle C.septicum sporları alınabiliyor.
H.Pylori; Gastrik Ca ile kuvvetli ilişkili olup “International Agency for Research on Cancer” tarafından GİS karsinojeni olarak kabul edilmiş. 1991-2002 arasında Zumkeller ve arkadaşları, 11 çalışmanın meta-analizinde Hp’ nin bulunması KRK’ de riski 1.4 kat arttırmış. CagA ve VacA’ya sahip Hp olanlar daha çok KRK ile ilişkili bulunmuş. Bazı Hp suşları ile ilgili pro-oksidatif reaktif oksijen ve nitrojen üretimi KRK ile direk ve indirek ilişkili olabilir.
E.coli; Martin ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada, KRK olanlarda %70 oranında bulunmuş. Filogenetik olarak B2 colibactin üreten E.coli KRK ile ilişkili bulunmuş.
Streptococcus bovis; S.bovis KRK ile ilk ilişkisi gösterilen bakteri olmuştur. Klein ve arkadaşları S.bovise bağlı endokarditi olanlarda KRK riskinin 5 kat arttğını tespit etmişler. Neoplastik hücrelere yapışarak karsinogenezisin ilk evrelerinde rol oynayabilirler. S.bovis enfeksiyonu tespit edilen tüm hastalarda kolonoskopik inceleme önerilmelidir.
Kolerektal kanser, “drivers” denilen bakterilerle başlıyabilmekte, ve “passengers” denilen bakterilerle oluşabilmektedir. Fusobacteriler KRK’ de direkt driver etkisi var.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
40 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ40 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ KONUŞMA ÖZETLERİ
Kısa zincirli yağ asitleri, karsinogenezis inhibisyonu ve mikrobiyota: Kolona sindirilmeden gelen oligosakkarit içerikli fiberlerin bakteriyel fermentasyonu sonucu bütirat,asetat ve propiyonik asit gibi kısa zincirli yağ asitleri oluşur. Kısa zincirli yağ asitleri başta bütirat olmak üzere anti- inflamatuar ve anti-proliferatif etkisiyle kolonda anti-tümör aktivitesini sağlayarak koruyucu bir mekanizma oluştururlar. Bütirat ve Propionat, intestinal ve immün hücrelerde, Histon deasetilaz enzimlerini inhibe eder ve spesifik genlerin ekspresyonunu NAD-bağımlı protein deasetilaz aktif kısmında konformasyonel farklılaşmalar oluşturarak değiştirir. Histonların hiperasetilasyonu IL-6, IL-12 gibi proinflamatuvar sitokinlerin azalmasına yol açar. Regulatuar T hücrelerini ve anti-inflamatuar IL-10’u uyararak anti-inflamatuar ve antikarsinojenik etki yapar. Bu etkiyi Gpr109a reseptörü üzerinden yapar.
Safra asitleri, karsinogenezis ve mikrobiyota: Primer safra asitleri kolik asit ve kenodeoksikolik asit karaciğerde kolesterol tarafından yapılır.Bunlar glisin ve taurin atarfından konjuge edilir ve duodenuma ekskrete edilir.Böylece bağırsaklarda yağ emilimi kolaylaşır.Primer safra asitlerinin %5’i kolon bakterileri tarafından “deoksycholic” asit ve “litocholic” asit isminde toksik olan sekonder safra asitlerine çevrilir. Sonra kolondan tekrar portal venle safra asitleri karaciğere gelerek enterohepatik resirkülasyona uğrar. Sekonder safra asitleri ROS (reaktive oxygen species) üretimini arttırarak DNA hasarı yapar. Sekonder safra asitleri KRK’li kişilerin gaytasında 7alfa-dehydroxylation aktivitesi yüksek bulunmuş. Ayrıca beta-catenin aktivitesini arttırarak karsinogenezisin oluşmasına katkıda bulunur.
Probiyotiklerin anti-kanserojen etki mekanizmaları; 1-Anti-genotoksisite 2-Reaktif oksijen radikallerin azaltılması 3-Karsinojenlerin bağlanması ve absorbsiyonu 4-Apoptozis regülasyonu 5-Karsinojen inaktivasyonunda rol oynayan enzimlerin stümülasyonu 6-Konjüge linoleik asit üretimi 7-Konağın immün yanıtını arttırma üzerinden olur.
Kado ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada, kolorektal kanser hastalarının dışkısını farelerin kolonuna vermişler ve 6. hafta sonunda fare kolonunda kanser markırlarının ve hücre çoğalmasının arttığını saptamışlar. Bağırsak bakterilerinin % 80’ den fazlası kültür ortamlarında üretilememektedir. Ancak, son yıllarda özellikle iltihabi barsak hastalıklarına ve kolerektal kansere yol açan bakteriler, DNA genome sekans yöntemiyle tanımlanabilmektedir. Kolonda bakteri yoğunluğu ince barsağa göre daha fazla olduğu için kolonda Ca sıklığı, ince bağırsak Ca sıklığına göre daha fazla olmaktadır. Kolerektal kanser riskini arttıran bu bakteri ve bakteri enzimleri; beta glucuronidase, beta glucosidase, Azoreductase, Nitroreductase oluşmasına sebep olarak kanser gelişimine yol açarlar. Ayrıca kolonda proteolitik fermantasyonu sonucu oluşan H2S, amonyak, indoller de karsinogenezite rol oynamaktadır. Yapılan çalışmalarda Bifidobacterium (B.lactis, B.longum) ve lactobacillus (L. Acidophilus, L.Casei) bakterilerinin, farelerde patolojik kript odaklarını azaltarak karsinogeneziste önleyici rola sahip oldukları ortaya çıkmıştır. Probiyotikler, mukozal immun sistemi etkileyerek mukozal inflamasyonu engellerler ve antikanserojen etki gösterirler. Probiyotiklerin etki mekanizması apoptosis olup, probiyotik bakterilerinin kolonda proliferasyon gösteren hastalıkların önlenmesinde onkolojik denetim yaptıkları gösterilmiştir.
Sonuç olarak, bağırsak mikrobiyotasında görülen disbiyozis durumu patojen mikroorganizmaların daha fazla olmasına yol açar. Disbiyotik mikrobiyota ise karsinogenezisin oluşumuna zemin hazırlar.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
41 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ418. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİKONUŞMA ÖZETLERİ
Probiyotikler ve faydalı bağırsak bakterileri karsinogenezisi önlemede başlıca anahtar rol oynarlar. KAYNAKLAR
1. Gut microbiota imbalance and colorectal cancer. Gagniere J, Raisch J, Veziant J et al. World J Gastroenterol 2016;22(2):501-518.
2. Microbiome and cancer. Ohtani N. Semin Immunopathol. 2015;37:65-72.
3. Colon cancer prevention through Probiotics: An Overview. Kumar et al. J Cancer Sci Ther 2015;7(2):81-92.
4. Microbiota as a mediator of cancer progression and therapy. Pope et al. Translational Research 2017;179:139-154.
5. Diet, Microbiota and Colorectal cancer.Akın H, Tozun N. J Clin Gastroenterol 2014;48:567-569.
6. Fecal microbiota, fecal metabolome and colorectal cancer interrelations. Sinha R, Ahn J, Samson JN, et al. PLOS ONE.doi10.1371;2016.
7. The bacteris-hypothesis of colorectal cancer:pathogenetic and therapeutic implications. Transl Gastrointestinal Cancer 2014;3(1):44-53.
8. Gut microbiota and colorectal cancer. Gao R et al. Eur J Clin Microbiol Infect Dis. 2017;36(5):757-769.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
42 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ42 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ KONUŞMA ÖZETLERİ
OP-12
ATEROSKLEROZDA BAĞIRSAK MİKROBİYOTASI VE PROBİYOTİKLER
Prof. Dr. Neriman İNANÇNuh Naci Yazgan Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı
Kalp krizleri ve inmelerin en önemli sebeplerinden biri olan ateroskleroz, atardamar duvarlarının kalınlaşması ve sertleşmesi ile karakterize kronik inflamatuvar bir süreçtir. Bu süreçte damar endoteli, monositler/makrofajlar, düz kas hücreleri, bazı büyüme faktörleri ve sitokinler etkili olmaktadır. Epidemiyolojik çalışmalar, pek çok genetik ve çevresel faktör arasında artmış serum kolesterol düzeylerinin, diğer bilinen risk faktörlerinin yokluğunda bile ateroskleroz gelişimine tek başına yeterli olduğunu göstermektedir. Sigara, hipertansiyon, diyabet, obezite de ateroskleroz risk faktörleri arasında yer almaktadır.
Bağırsakların mikrobiyal dengesizliğinin kardiyovasküler hastalıkların (CVD) patogenezinde rol oynayabileceğini bildirilmiştir. Aterosklerotik plaktaki bakteriyel ürünlerin insan ağız ve bağırsak bakteri ürünleri ile aynı olduğunun saptanması üzerine, bu bakterilerin aterosklerotik süreçte rol aldıkları yönünde şüpheler oluşmuş ve çalışmalar başlatılmıştır. Bu çalışmalarda aterom plağı olan hastaların dışkılarında Roseburia türünün azaldığı, proenflamatuvar peptidoglikan üreten mikrobiyomların arttığı, antienflamatuvar karoten üretiminin azaldığı gözlenmiştir. Ayrıca, aterosklerotik plağa sahip konağın mikrobiyotasında Proteobacteri’nin baskın olduğu gösterilmiştir.
Diyette bulunan kolin ve fosfotidilkolinin mikrobiyota tarafından metabolize olması sonucu trimetilamin (TMA) oluşmaktadır. Trimetilamin karaciğerde trimetilamin oksidaza (TMAO) dönüşür. Plazma TMAO seviyesindeki artış ile aterokleroz riskinin arttığı bildirilmektedir. TMAO trombositlerle etkileşerek hiperaktiviteye neden olmakta ve trombüs oluşumuna eğilim yaratmaktadır. TMA ve TMAO ters kolesterol taşınmasını azaltarak makrofaj köpük hücre oluşumu, dolayısıyla ateromun köpük hücrelerinde kolesterol birikimine neden olmaktadır. Trimetilamin-N-oksid (TMAO); bir kolin metabolitidir ve ana kaynağı yumurta, karaciğer, sığır ve domuz etidir. Lipid metabolizmasında ve hücre membranının yapısında yer almaktadır. Farelere, kolin ve TMAO diyet desteği verildiğinde ateroskleroz ile ilişkili multipl makrofaj süpürücü reseptörlerin sayısının arttığı görülmüştür. Kemirgen model çalışmaları TMAO üretiminde, artmış makrofaj kolesterol birikiminde ve köpük hücre formasyonunda diyetle alınan kolin ve barsak mikrobiyotasının kritik rolünü doğrulamıştır. Ateroskleroza yatkın farelerde barsak mikrobiyotasının baskılanması; diyetle alınan kolinin arttırdığı aterosklerozu inhibe etmiştir. Bu verilere dayanarak artmış plazma TMAO seviyesinin; artmış KVH riskini erken öngörebilmede potansiyel rolünün olduğu ileri sürülmüştür.
Mikrobiyotanın kan lipid seviyesi üzerine etkili olduğu gösterilmiştir. Bu ilişkinin olası mekanizmalarının; mikrobiyotada disbiyozis ile kısa zincirli yağ asitlerinde (KZYA) artış olduğu, KZYA’lardan bütirat ve asetatın, kolesterol sentezini indüklediği, propiyanatın ise glukoz sentezinde substrat olarak kullanılıp kolesterol sentezini inhibe ettiği şeklinde açıklanmıştır. Ayrıca, kardiyovasküler hastalıkların önlenebilir risk faktörlerinden hipertansiyonun barsak mikrobiyotası ile ilişkili olduğu ve hayvan çalışmalarında hipertansif farelerde mikrobiyotada firmicutes bactoriodetes oranının artmış olduğu gösterilmiştir.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
43 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ438. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİKONUŞMA ÖZETLERİ
Çeşitli çalışmalar, KVH’nin önlenmesi ve / veya tedavisine yönelik bir yaklaşım olarak, bağırsak mikrobiyotasının probiyotiklerle değiştirilmesi üzerine yoğunlaşmıştır. Dünya Sağlık Örgütü, probiyotikleri, yeterli miktarda tüketildiğinde, bireyin sağlığı üzerinde olumlu bir etkiye sahip olan canlı mikroorganizmalar olarak tanımlamaktadır. Probiyotiklerin LDL-kolesterolü düşürmek ve LDL / HDL oranını arttırmak ve düşük kan basıncı, enflamatuar mediatörler gibi etkileri ile kardiyovasküler sağlığa yararları olabilen diyet takviyeleri olduğu kabul edilmektedir. Sık kullanılan probiyotik yoğurtlarda Bifidobakteriyum laktis, Laktobasillus asidofilusun ACE-I aktivitesi olan peptidleri ürettiği bilinmektedir. 9 probiyotik çalışmasının metaanaliz (543 olgu) sonuçlarında en az 8 hafta süre ile, günlük 1011 CFU (colony-forming unit) içeren probiyotiklerin kan basıncında anlamlı azalmaya neden olduğu saptanmıştır. Bazı laktik asit bakterilerinin kandaki kolesterol miktarını HMG-KoA redüktaz üretimi ile azalttığı saptanmıştır. Hiperkolesterolemisi olan bireylerde Lactobacillus reuteri türünün önemli bir şekilde LDL kolesterolü azalttığını belirlenmiştir. Pro ve prebiyotik içeren fermente süt ürünlerini 3 hafta süre ile kullanılmasından sonra kontrol grubuna göre total kolesterol düzeyinde %4,4 ve düşük dansiteli lipoprotein düzeyinde %5,3’lük azalma olduğu saptanmıştır. Çocukluk çağında başlanan pre-probiyotiklerden zengin beslenmenin kardiyovasküler hastalıklara karşı koruyucu olabileceği düşünülmüştür. Yıldırım; yoğurt, probiyotik yoğurt ve kefir tüketiminin hipertansiyon üzerine etkisi üzerine yaptığı çalışmada; bu ürünlerin genel olarak kan basıncını düşürücü etkilerinin olduğu, serum kolesterol değerlerinde azalmalara sebep olduğu, özellikle kefirin normal günlük kullanımında kan basıncını düşürücü etkisinin daha dikkati çekici olduğunu belirtmiştir. Yaşlı hipertansif bireyler üzerinde yapılan bir çalışmada 8 hafta süreyle L. helveticus ve S. boulardii sistolik ve diastolik kan basıncını önemli derecede azaltmış, kan basıncını düşürücü bu etkinin probiyotik bakterilerin karbonhidratları fermentasyonu sonucunda açığa çıkan maddelerden kaynaklanabileceği belirtilmiştir.
Mikrobiyota güncel araştırmalar doğrultusunda artık yeni bir organ olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Kardiyovasküler hastalıklar ve risk faktörleri üzerine olan etkileri de araştırılmaktadır. Özellikle insanlar üzerinde geniş katılımlı çok merkezli çalışmalar yapılarak mikrobiyotanın kardiyovasküler hastalıkların patofizyolojisindeki yeri ve tedavideki etkinliği daha iyi anlaşılacaktır. Ayrıca, kardiyovasküler hastalıkları azaltmak için yararlanılabilecek terapötik yaklaşımlar arasında probiyotik desteği ve fekal mikrobiyota transplantasyonunun (FMT) yararlı olabileceği belirtilmektedir. Ancak, farklı insan populasyonları arasındaki farklılıklar nedeniyle genelleştirilmiş terapötik yaklaşımların yetersiz kalabileceği, bu bağlamda, gelecekte barsak mikrobiyotasını hedef alan kişiselleştirilmiş tedaviler tasarlanmasının yararlı olabileceği düşünülmektedir.
Kaynaklar1. Aysel GÜLBANDILAR, Mehtap OKUR, Muhammet DÖNMEZ. Fonksiyonel Gıda Olarak Kullanılan
Probiyotikler ve Özellikleri. Türk Bilimsel Derlemeler Dergisi, 10 (1): 44-47, 20172. Perihan Varım, Mehmet Bülent Vatan , Ceyhun Varım. Kardiyovasküler Hastalıklar ve Mikrobiyota.
Journal of BSHR 2017;1(Special Issue):141-1473. Zinnet Şevval AKSOYALP, Cahit NACITARHAN. Kardiyovasküler hastalıklarda barsak
mikrobiyotasının rolü, Türk Hijyen ve Deneysel Biyoloji Dergisi, 2018; 75(2): 213 - 2244. Ram Mohan Thushara, Surendiran Gangadaran, Zahra Solati, Mohammed H. Moghadasia.
Cardiovascular Benefits of Probiotics: A Review of Experimental and Clinical Studies. Food & Function DOI: 10.1039/C5FO01190F
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
44 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ44 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ KONUŞMA ÖZETLERİ
OP-13
BAĞIRSAK SAĞLIĞINDA FONKSİYONEL VE FERMENTE BESİNLERİN ETKİLERİ
Prof. Dr. Sevinç YÜCECAN Yakın Doğu Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi
Giriş: İnsan sağlığı ve hastalıklarında bağırsak mikrobiyotası; konakçının metabolik, immünolojik ve nörolojik hatta fizyolojik durumunun belirlenmesinde kilit rol oynamaktadır. Hatta son çalışmalar organizmanın homeostazı ve homeorezinin modüle edilmesinde bağırsak mikrobiyatasının çok önemli rolü olduğunu göstermektedir Amaç: Bağırsak sağlığında fonksiyonel ve fermente besinlerin etkilerini son literatürler ışığında irdelemektir.
Yöntem:Konu ile ilintili belgesel kaynak tarama analizi yapılmıştır.
Bulgular: Bağırsak mikrobiyatası ile ilişkilendirilen fonksiyonel besin bileşenlerinin; örneğin polifenollerin, prebiyotik benzeri etki yaparak bağırsak mikrobiyata kompozisyonunu üzerinde etkili olabileceği belirtilmektedir. Yapılan çalışmalar polifenollerin; antimikrobiyal ve bakteriostatik etki göstererek seçici olarak patojen mikroorganizmaların büyümesini baskıladığını, probiyotikler gibi yararlı bakterilerin çoğalmasını uyararak mikrobiyatanın modülasyonunda etkili olduğunu göstermekte ve mikrobiyotada bulunan iyi huylu mikroorganizmaların da polifenolleri katabolize ederek. doğal fenolik bileşiklerden daha aktif ve daha iyi emilen metabolitleri serbest bıraktığını belirtmektedir. Diyet polifenollerinin sağlığı geliştirici etkinliklerinin geniş bir yelpazesi araştırılmış olmakla birlikte, bağırsak ekolojisinin modülasyonu üzerindeki etkileri ve “polifenoller” “mikrobiyota” iki yönlü ilişkisinin etkileri hala tam olarak anlaşılmamıştır. Bağırsak mikrobiyatasında üretilen ve sağlığı geliştiren polifenolik metabolitlerinin türü ve miktarı, bağırsak mikrobiyotasının kompozisyonuna ve işlevine bağlıdır. Polifenollerin sağlık etkilerinin tam olarak anlaşılması için klinik çalışmalarda bireylerin metabolizma tiplerine bakmak önerilmektedir. Fermente yiyecek ve içeceklerin etkileri de bağırsak mikrobiyota düzeyindeki etkisi ile değerlendirilmektedir. Sağlık, bağırsak mikrobiyotası ve fonksiyonel besinler ile fermente besinler arasındaki etkileşim özellikle mikrobiyota-bağırsak-beyin ekseni alanında irdelenmeye başlanmıştır. Günümüzde bu iletişimin birçok yol aracılığıyla iki yönlü olduğu anlaşılmıştır. Tam olarak mekanizma anlaşılmasa da immün faktörler, hormonlar, metabolitler, bazı transmitterler bu iletişime katkı sağlayabilmektedir.. Sonuç: Fonksiyonel ve fermente besinler ile bağırsak mikrobiyotası arasındaki sağlıkla ilgili potansiyel etki mekanizmaları henüz net değildir. Bu konularda metagenomik, transkriptomik ve proteomik yaklaşımlarla daha ileri çalışmaların yapılması salık verilmektedir. Özellikle gen teknolojisinin yeni kültürlerinin gelişiminde önemli rol oynayabileceği, fonksiyonel besin bileşenleri ile probiyotik bakterilerin bağırsak mikrobiyotası üzerindeki işlevselliği ile etkinlik mekanizmalarının daha iyi belirlenebileceği ve açıklığa kavuşturulabileceği belirtilmektedir.
Anahtar Kelime: Bağırsak sağlığı, fonksiyonel besinler, fermente besinler
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
45 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ458. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİKONUŞMA ÖZETLERİ
OP-14
İNFLAMATUAR BAĞIRSAK HASTALIKLARINDA DİYET: TEDAVİ EDİCİ Mİ? TETİKLEYİCİ Mİ?
Prof. Dr. Gül KIZILTANBaşkent Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Ankara
İnflamatuvar barsak hastalıkları (İBH); kronik, alevlenmeler ile seyreden ve hastanın yaşam kalitesini ve genel vücut sağlığını olumsuz yönde etkileyen bir hastalık grubudur; Crohn hastalığı (CH) ve ülseratif kolit (ÜK) olmak üzere iki major klinik formdan oluşur. Gelişmiş ülkelerde daha sık ortaya çıkması, beslenme ve yaşam tarzının hastalık gelişimi açısından önemli olduğunu düşündürmektedir.
Diyet bileşenlerinin, oksidatif stresi etkileyerek barsak homeostazını değiştirebileceği, intestinal inflamasyonu düzenleyen transkripsiyon faktörlerinin ekspresyonunu etkileyebileceği, kısa zincirli yağ asitleri gibi inflamatuar cevapta yer alan mediyatörlerin üretimini etkileyebileceği veya barsak mikrobiyotasını kısmen değiştirerek dolaylı yoldan inflamasyonu etkileyebileceği düşünülmektedir.
Yüksek düzeyde hayvansal kaynaklı protein tüketimi ile İBH riski arasında çelişkili sonuçlar bulunmakla beraber, potansiyel mekanizmalar açıklanmıştır. Deneysel olarak kolit oluşturulmuş ratlarda hem eklenmiş diyetin, kolonik HSP-25 ve hem oksijenaz-1 mRNA ekspresyonunun artmış olmasına rağmen, fekal sudaki sitotoksisiteyi arttırdığı; kolit oluşumundan sonra iyileşmeyi azalttığı bildirilmiştir. Sıcaklık, süre, ortamdaki oksijen miktarı, işleme yöntemine göre miktarı ve türü değişiklik göstermekle beraber, et ve işlenmiş et ürünlerinin polisiklik aromatik hidrokarbonları (PAH) içerdiği bilinmektedir. In vivo ortamda bir PAH türü olan benzo (a) piren eklenmiş yüksek yağlı diyetin barsak boyunca TNF-a ekspresyonunu arttırdığı rapor edilmiştir.
Diyet kaynaklı yağların da intestinal inflamasyonu etkileyebileceği ve mukozal immüniteyi düzenleyebileceği öne sürülmektedir. Prospektif kohort yapılan bir çalışmada, uzun dönem toplam yağ, doymuş yağ, tekli doymamış yağ, n-3 ve n-6 çoklu doymamış yağ asidi (ÇDYA) alımı ile CH riski arasında ilişki bulunmazken; diyet n-3/n-6 ÇDYA oranının artmasıyla ÜK riskinin belirgin şekilde azaldığı, trans doymamış yağ asidi alımının artmasıyla da ÜK riskinin artma eğiliminde olduğu bulunmuştur. Takip süresi daha kısa olan başka bir prospektif kohort çalışmada ise, 45 yaş üzeri popülasyonda dokosaheksaenoik asit (DHA) ve eikosapentaenoik asit (EPA) alımının ÜK riskini belirgin şekilde azalttığı gösterilmiştir. EPIC çalışmasında da ÜK riski n-6 ÇDYA alımı pozitif ilişkili bulunurken; DHA alımı ile de belirgin şekilde negatif ilişkili bulunmuştur.
Yağ asidi kompozisyonu ile İBH riski arasındaki ilişkiye dair potansiyel ilişki üç temel mekanizma ile açıklanmaktadır:-Hücre membranında araşidonik asit yerine geçerek n-6 ÇDYA kaynaklı eikosanoidlerin oluşumunu engellemekte, membran akışkanlığını düzenleyerek protein fonksiyonunu etkilemektedir-Bu yolla bağışıklık sisteminde rol oynayan TLR-4 reseptörü ve NF-kB aktivasyonunu inhibe ettiği; böylece nitrik oksit sentetaz (iNOS), siklooksijenaz-2 (COX-2), adezyon molekülleri (ICAM-1) ve sitokinler (TNF-a) ile ilişkili pro-inflamatuar genlerin down-regülasyonunu sağlayabileceği belirtilmektedir.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
46 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ46 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ KONUŞMA ÖZETLERİ
-Sinyal molekülü gibi davranabilmektedir. Böylece n-3 ÇDYA’nin bir çok nükleer reseptör (PPARg gibi) ile etkileşime girerek gen ekspresyonunu düzenleyebileceği öne sürülmüştür
Prospektif kohort bir çalışmada, uzun dönem yüksek diyet lifi alımının (ortalama 24.3 g/gün) da CH riskinde yaklaşık %40 oranında azalma sağladığını, ancak ÜK için böyle bir ilişki olmadığı rapor edilmiştir.
İBH tedavisinin temel amacı; hızlı yanıt sağlamak, tam mukozal iyileşme sağlayarak devam ettirmek, komplikasyonları önlemek ve hastalığa bağlı mortaliteyi önlemek böylece hastanın yaşam kalitesini düzeltmektir. İBH’nda nütrisyon, özellikle malnütrisyonu önlemede çok önemlidir. Bu hastalarda, ağırlık kaybı ve artmış nutrisyonel gereksinimler, besin malabsorbsiyonu, azalmış alım, artmış Gİ kayıp, anemi, osteoporoz, elektrolit kayıpları, Mg ve Zn eksikliği sıklıkla görülebilmekte, malnütrisyon sıklığı %20-85 arasında değişebilmektedir.
İBH’nda tıbbi beslenme tedavi ilkelerine bakıldığında; hastaların günlük enerji gereksinimleri protein enerji malnütisyonu, hipermetabolizma, artmış gereksinimler ve sitokinlerdeki artışa bağlı 25-35 kkal/kg/gün’dür. Protein gereksinmesi de 1.2-1.5 g/kg/gün olarak önerilmektedir. Hastalarda negatif azot dengesinin gelişmesi, mukozal inflamasyon, ateş ve inflamatuar medyatörlerdeki artış nedeniyle hastalığın şiddeti ve düzeyine göre protein gereksinimi normal gereksinmeden %50 artış gösterebilmektedir. Remisyondaki hastalara ise normal gereksinim düzeyinde protein önerilmektedir.
İBH’da özel nütrisyon desteği de gerekebilmektedir. ESPEN 2017 kılavuzuna göre, hastalar oral, nazogastrik tüp ya da PEG ile beslenebilmektedirler. Beslenme desteği; ağırlık kaybı > 6 ay içinde % 10-15 olduğunda veya BKİ < 18.5kg/m2 olduğunda ya da serum albumin < 30 g/L (hepatik ya da renal disfonksiyon kanıt olmadığında) ise tercih edilmelidir. Enteral Beslenmenin (EN), nütrisyon yetersizliği olan CH’li olgularda yaşam kalitesini artıracağı, akut aktif CH olan çocuklarda ve adolesanlarda ilk basamak tedavi olarak düşünülmesi gerektiği belirtilirken; intoleransı olan, hastanın tedaviyi kabul etmemesi durumunda ve steroid tedavisi uygulanamadığında erişkinlerde tek seçenek haline gelmektedir. Böylece, inflamasyon süreci üzerinde olumlu sonuçlar gösterir, remisyonu sağlar, nütrisyon yetersizliğini tedavi eder, immünomodüler veya immünosupresan ajanların da yan etkilerini engeller. EN’da standart enteral ürünler (polimerik, orta düzeyde yağ içeren) kullanılabilmektedir.
İBH’nde parenteral beslenmenin endikasyonları ise şu şekilde sıralanabilir: oral veya tüple beslenme yeterli değilse (Ör: Gİ disfonksiyonel ya da Kısa barsak sendromu varsa), barsakta tıkanma varsa, anastamoz kaçağı ya da fistül çıkışı varsa, enteral nutrisyon intoleransı veya kontrendikasyonu olan hastalarda uygulanır.
İBH olan hastalarda, CH daha belirgin olmak üzere, ÜK’de mukozal VDR azalmasına bağlı, kronik inflamasyon ve sitokinlere bağlı D vitamini yetersizliği gelişir. İBH’da yetersiz alım, duodenum ve üst jejenum tutulumu, intestinal kan kaybı, inflamasyon, ince barsak rezeksiyonuna bağlı Fe yetersizliği (anemi) özellikle ÜK’de yaygındır. Ayrıca hastalarda intestinal emilim yetersizliği ve kullanılan ilaçlara bağlı folik asit yetersizliği de gelişmektedir. İBH’de antioksidan vitamin ve minerallere
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
47 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ478. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİKONUŞMA ÖZETLERİ
de ihtiyaç duyulmaktadır. Probiyotik kullanımına ilişkin ÜK’de remisyonun indüklenmesinde etkili olduğu gösterilirken CH’da kullanımının yararına ilişkin yeterli veri bulunmamaktadır. Omega-3 kullanımının da hem ÜK hem de CH’da Remisyon idamesinde anlamlı etkileri gösterilememiştir. TGF-beta, intestinal epitel hücreler ve T hücrelerden sekrete edilir ve inflamasyonu düzenlemektedir. TGF-beta’dan zengin enteral ürünler CH da kullanılmış, ancak İBH’deki etkinliğine dair yeterli ve kuvvetli kanıtlar mevcut değildir. Sonuç olarak, beslenme İBH’ın gelişmesinde ve tedavisinde önemli yer tutmaktadır.
Seçilmiş Kaynaklar
1. Ikechi R., Fischer B. D., DeSipio J., et al. Irritable Bowel Syndrome: Clinical Manifestations, Dietary Influences, and Management. Healthcare 5:(21)1-14, 2017.
2. World Gastroenterology Organization, 2015. World Gastroenterology Organisation Global Guidelines Irritable Bowel Syndrome: a Global Perspective Update September 2015.
3. Cashmana K.D. & Shanahanb F. Is nutrition an aetiological factor for inflammatory bowel disease? Eur J Gastroenterol Hepatol 15:607–613, 2003.
4. Forbes A., Escher J., Hebuterne X., et al. ESPEN guideline: Clinical nutrition in inflammatory bowel disease. Clinical Nutrition 36:321-347, 2017.
5. Andersena V., Olsenc A., Carbonneld F., et al. Diet and risk of inflammatory bowel disease. Digestive and Liver Disease 44:185–194, 2012.
6. Hou JK., Abraham B. & El-Serag H. Dietary Intake and Risk of Developing Inflammatory Bowel Disease: A Systematic Review of the Literature Am J Gastroenterol 106:563–573, 2011.
7. Portincasa P., Bonfrate L. Bari O., et al. Irritable bowel syndrome and diet. Gastroenterology Report, 5(1):11–19, 2017.
8. Wędrychowicz A., Zając A., Tomasik P. Advances in nutritional therapy in inflammatory bowel diseases: Review World J Gastroenterol January 21:22(3);1045-1066, 2016.
9. Dutta A.K. & Chacko A. Influence of environmental factors on the onset and course of inflammatory bowel disease. World J Gastroenterol January 21:22(3):1088-1100, 2016.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
48 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ48 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ KONUŞMA ÖZETLERİ
OP-15
İRRİTABL BAĞIRSAK SENDROMU (İBS) – DİYETİSYEN YAKLAŞIMI
Prof. Dr. Gamze AKBULUTGazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü
İrritabl bağırsak sendromu (İBS), klinik olarak organik bir patoloji olmaksızın, bağırsak alışkanlıklarında değişiklik (konstipasyon/ diyare), karın ağrısı, dispeptik yakınmalar (gaz, şişkinlik, geğirme) gibi alt ve üst gastrointestinal semptomlar ile karakterize etiyolojisi tam olarak bilinmeyen kronik bir işlevsel bağırsak hastalığıdır.
Hastalığa özgü ilk olarak 1978 yılında tanı kriterleri geliştirilmiştir. Manning ve arkadaşları, dört semptomun (abdominal distansiyon, bağırsak hareketi ile ağrı, ağrı başlangıcı ile daha sık ve yumuşak defekasyon) İBS’de organik hastalıklara göre daha fazla olduğunu bildirmiştir. Manning kriterlerinin, İBS’yi organik gastrointestinal hastalıklardan ayırt etmedeki sensitivitesinin %58, spesifitesinin %74 olduğu gösterilmiştir. Manning kriterleri baz alınarak 1990 yılında Roma I kriterleri oluşturulmuştur. Roma I kriterlerini araştıran çok sayıda makale olmamakla birlikte, bir çalışmada sensitivitesi %65, spesifitesi %100 olarak bildirilmiştir. Roma I kriterlerini daha yararlı bir hale getirebilmek amacıyla, 1999 yılında yapılan konsensus toplantısında Roma II kriterleri geliştirilmiştir. Amerikan astroenteroloji Derneği’nin öncülüğü ile 23 Mayıs 2006 tarihinde yapılan toplantıda, Roma III kriterleri geliştirilmiştir. Son olarak 2016 yılında yayınlanan son tanı kriterlerine göre (Roma IV) İBS tanısı konulmaktadır. Roma IV kriterlerine göre, tanıdan en az 6 ay önce başlamış olmak şartıyla son 3 ay içinde, haftada en az 1 gün tekrarlayan abdominal ağrı ile beraber aşağıdakilerden en az 2 veya daha fazlasının varlığı ile İBS tanısı konulabilmektedir:1. Defekasyonla ilişkili olması (hafiflemesi),2. Defekasyon sıklığının değişmesiyle beraber olması,3. Feçesin görünümünde değişiklikle birlikte olması İrritabl Bağırsak Sendromunun Patofizyolojisiİrritabl bağırsak sendromunun patofizyolojisi tam olarak bilinmemekle birlikte birçok etmenin etkisi olabileceği bildirilmektedir. Motilite bozukluğu, visseral aşırı duyarlılık, intestinal inflamasyon ve enfeksiyonlar, bakteriyel aşırı çoğalma, santral sinir sistemi modülasyonu ve besin intoleransı, psikososyal etmenler ve genetik, patogenetik etmenlerin başında gelmektedir. Diyetin de İBS patofizyolojisinde rolü olabileceği bildirilmektedir. Beslenme alışkanlıkları ile birlikte stres ve menstrual siklus, İBS’yi alevlendiren/tetikleyen en yaygın etmenlerdir. Diyet bileşenlerinin İBS’deki rolü konusunda çok fazla çalışma olmasa da İBS’li hastaların belirli besinlere karşı alerji/aşırı duyarlılığı olduğu ve bu durumun bağışıklık aktivasyonu yoluyla belirtilerin şiddetini arttırabileceği ifade edilmektedir. Ayrıca, fruktoz, laktoz, sorbitol ve diğer şeker alkolleri gibi karbonhidrat türleri intoleransa neden olabilmektedir.
İrritabl Bağırsak Sendromunun EpidemiyolojisiDünya genelinde %5-20 oranında İBS görüldüğü bildirilmektedir. Batı toplumlarında prevalans %8-23 oranında olup bunun %60-70’ini kadınlar oluşturur. En düşük prevalans oranına sahip
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
49 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ498. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİKONUŞMA ÖZETLERİ
ülkenin Singapur (%2.3), en yüksek prevalans oranına sahip ülkenin ise %30 ile Nijerya olduğu bildirilmektedir. Asya ülkelerinde, popülasyonun %1-10’unda İBS ile uyumlu semptomlar mevcuttur. Türkiye verileri tam olarak bilinmemekle birlikte, Roma II kriterleri kullanılarak yapılan bir çalışmada, İBS prevalansının %19 olduğu ve kadınlarda daha sık görüldüğü bildirilmiştir. Roma II kriterleri dikkate alınarak yapılan çalışmaların sonucuna göre ülkemizdeki İBS prevalansı %6.3-27 arasında değişmektedir.
İrritabl Bağırsak Sendromu ve Tıbbi Beslenme Tedavisi İrritabl bağırsak sendromu mortalite riski düşük bir hastalık olsa da hastaların yaşam kalitesini ciddi derecede düşürmekte, depresyon ve anksiyete düzeylerini arttırmaktadır. Bu nedenle İBS tedavisi güvenli ve multidisipliner bir yaklaşım içerisinde yapılmalıdır. Ayrıca İBS çok yaygın görülen bir hastalık olduğundan hastalığın tanı ve tedavisine ayrılan süre ve maliyet de artmaktadır.
Cozma-Petrut ve arkadaşları, güncel rehberler ve araştırmaları göz önünde bulundurarak İBS’ye özgü bir besin piramidi geliştirmiştir. Piramidin temelini düzenli fiziksel aktivite ve sağlıklı hidrasyon oluşturmaktadır. Piramidin diğer basamaklarında ise günlük tüketilmesi önerilen besin gruplarının porsiyon ölçüleri (tahıl ve ürünleri 6 porsiyon/gün, sebzeler 3-5 porsiyon/gün, meyveler 2-3 porsiyon/gün, et, balık, yumurta, kurubaklagiller ve sert kabuklu meyveler 2-3 porsiyon/gün, süt ve süt ürünleri 2-3 porsiyon/gün) kanıt düzeylerine göre ifade edilmiştir.
İrritable bağırsak sendromu semptomlarını azaltmak üzere çeşitli diyet düzenlemeleri bulunmaktadır. Yüksek lifli diyetlerin bağırsak fonksiyonlarını geliştirmede en mantıklı yaklaşım olduğu düşünülse de, klinik çalışmalar verilen diyet lifinin miktar ve türüne bağlı çelişkili sonuçlar ortaya koymaktadır. Yaygın olarak İBS tedavisinde eliminasyon diyetleri kullanılmaktadır. Bu diyetlerde kişiye özel duyarlılık gösterdiği belirtilen besinler diyetten çıkarılır. Eliminasyon diyetlerine özgü birkaç temel noktada sorun olabileceği bildirilmektedir. Bunlardan en önemlisi; bireylerde aşırı duyarlılık gösteren besinlerin belirlenmesinde IgG veya IgE testleriyle ilgili tutarsızlıklar olduğudur. Ligaarden ve ark., sağlıklı ve İBS tanısı alan hastalarda IgG testi pozitif olan besinlerin oranının benzer olduğu ve IgG testinin İBS tedavisinde kullanımının kısıtlı olduğu sonucuna varmışlardır. Başka bir çalışmada ise, IgG pozitif olan besinlerin kısıtlanmasıyla kontrol grubuna göre %10 daha iyi fayda sağlandığı görülmüştür. İrritable bağırsak sendromunda besin alerjisi varlığı ve İBS semptomlarında besin intoleransının da rol oynayacağına dair kesin bir kanıt mevcut değildir. Bunlara ek olarak, son dönemde düşük FODMAP içerikli diyetin İBS semptomlarının iyileşmesinde olumlu etkilerinin olduğunu gösteren çalışmalar mevcuttur.
Düşük FODMAP İçerikli DiyetDüşük FODMAP içerikli diyet, fermente oligosakkaritler, disakkaritler, monosakkaritler ve polyollerin diyette azaltılması prensibine dayanmaktadır. Bu kısaltma bütün kısa zincirli karbonhidratları içermektedir. Bu öğelerin zayıf düzeyde absorbe edilip bağırsakta hızlı fermente olduğu bilindiğinden semptomları artırdığı düşünülmektedir. Bu diyetin temelini yavaş absorbe edilen karbonhidratların aşırı bakteri üremesine neden olduğunu gösteren özel karbonhidrat diyeti oluşturmaktadır. FODMAP içerikli diyetler öncelikle, İBS ve fonksiyonel Gİ hastalıklar üzerine etkisini araştırmak amacıyla çalışılmıştır.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
50 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ50 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ KONUŞMA ÖZETLERİ
FODMAP diyetinin temelinde yer alan karbonhidratların; fruktoz, laktoz, frukto ve galakto oligosakkaritler (fruktanlar ve galaktanlar) ve polyollerin (sorbitol, mannitol, ksilitol ve maltitol), yaygın fonksiyonel özellikleri aşağıdaki şekildedir;-İnce bağırsakta emilimleri yavaştır,-Küçük ve osmotik olarak aktif moleküllerdir. Özellikle sentetik formları; örneğin laksatif etkisi bulunan laktuloz gibi, bağırsak motilitesini etkilemektedir, -Bakteriler tarafından hızlı fermente edilirler. Oligosakkaritler ve monosakkaritler suda çözünen diyet lifi gibi polisakkaritlere göre daha hızlı fermente edilirler.1980 ve 1990’lı yıllarda bazı karbonhidrat türevlerinin (fruktoz, fruktooligosakkaritler, sorbitol) aşırı miktarda tüketilmesinin İBS semptomlarını tetikleyebileceği gösterilmiştir. Bu kısa zincirli karbonhidratların diyette kısıtlanması İBS tedavisinde başarılı sonuçlar ortaya koymuştur; ancak besinlerin bileşimindeki bu karbonhidratlarla ilgili bilgi sınırlıdır. Tükettiğimiz diyet genel olarak az absorbe edilen, kısa zincirli karbonhidratları içerir ki; bunlar buğday, çavdar, soğan ve sarımsakta bulunan fruktooligosakkaritler (fruktan veya FOS), baklagiller ve bazı sert kabuklu yemişlerde bulunan galaktooligosakkaritler, süt ve ürünlerinde bulunan laktoz, elma, armut, karpuz, mango ve kuşkonmazda bulunan monosakkarit olan fruktoz, yapay tatlandırıcılarda bulunan şeker alkolleri, sert çekirdekli meyvelerde doğal olarak bulunan sorbitol, mantar ve karnabaharda bulunan mannitolün diyette sınırlandırılmasını temel almaktadır. Sorbitolün başlıca kaynağı fruktoz olup özellikle şeker ve sakızlarda tatlandırıcı olarak kullanılmaktadır. Ancak laksatif etkisinin olduğu da unutulmamalıdır. Fermente edilen karbonhidratlar lümendeki su içeriğini artırır. Ayrıca, nefes testiyle kolondaki hidrojen üretiminin bazı karbonhidratların tüketimiyle arttığı gösterilmiştir. İntestinal lümen sıvı, katı ve gaza bağlı olarak şişebilir. Katı içerik, kalın bağırsağın proksimalinde diyet posası aracılığıyla bakteriyel dokunun genişlemesi veya daralmasına bağlı olarak değişikliğe uğrayabilir. İnce bağırsağın distalindeki sıvı içerik ise lümendeki ve kalın bağırsaktaki proksimal osmotik yükten, epitelyumun absorpsiyon yeteneğinden etkilenmektedir. Gaz ise özellikle bakteriler tarafından üretilen nitrojeni içermektedir. Diyet bileşenlerinin luminal distansiyona neden olacağı düşünülmektedir. Bu bileşenlerin proksimal ince bağırsakta yetersiz absorbsiyonu, özellikle osmotik olarak aktif küçük moleküllerin varlığı, bakteriler tarafından hızlı fermente edilen moleküller ve metan üretiminden daha çok hidrojen üretimi bu distansiyonla ilişkilidir. Bu özellikleri destekleyen en iyi yapıların ise “FODMAP” olduğu düşünülmektedir.
Çalışmalarda kullanılan düşük FODMAP içerikli diyetler, yeterli düzeyde dirençli nişasta ve diyet lifi sağlayarak, semptomatik faydalar da sağlamaktadır. FODMAP’den zengin besin kaynakları ve güvenilir alternatifler Tablo 1 ve Tablo 2’de yer almaktadır. Düşük FODMAP diyetinin, sadece İBS hastalarında değil atak döneminde olmayan CH ve fonksiyonel semptom gösteren ÜK hastalarının %70’inde de etkili bir diyet tedavisi olduğu gösterilmiştir.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
51 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ518. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİKONUŞMA ÖZETLERİ
Tablo 1. FODMAP İçeren Besin Kaynakları ve Alternatif Besin Seçenekleri Besin grubu FODMAP’den zengin kaynaklar Uygun alternatiflerMeyve Elma Muz
Kayısı Yaban mersiniKiraz KavunBöğürtlen GreyfurtMango ÜzümNektarin LimonŞeftali IhlamurArmut MandalinaHurma PortakalErik AhududuKarpuz Çilek
Sebzeler Enginar Havuç Kuşkonmaz PatatesKarnabahar BiberSarımsak Frenk soğanıMantar SalatalıkKuru Soğan Patlıcan Arpacık soğanı ZencefilBezelye Taze FasülyeTaze soğan Marul
ZeytinIspanakDomatesKabak
Protein kaynakları Baklagiller Dana, tavuk, kuzu eti Kaju Fıstık, ceviz ve çam fıstığı
Yumurta Tempeh, tofu
Ekmek ve tahıllar Buğday Sert (esmer) buğdayÇavdar MısırArpa Yulaf
Mısır irmiğiKinoaPirinç
Süt ve ürünleri Yoğun / koyulaştırılmış süt TereyağıSüzme peynir/ev yapımı peynir Laktozsuz yoğurtKrema Laktozsuz sütSüt Diğer peynirlerDondurma Pirinç sütüYoğurt
Diğerleri Bal Akçaağaç şurubuSorbitol ve mannitol SükrozYüksek fruktozlu mısır şurubu GlukozFruktoz
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
52 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ52 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ KONUŞMA ÖZETLERİ
Tablo 2. FODMAP besin içeren kaynaklar (standart porsiyonlarına göre) ve uygun alternatiflerFODMAP Aşırı fruktoz Laktoz Oligosakkaritler (fruk-
tanlar, galaktanlar)Polyollar
Yüksek prob-lemli FODMAP besin kaynağı
Meyveler: elma, ar-
mut, şeftali, man-
go, karpuz, doğal
suyunda konserve
meyve
Süt: inek,
keçi ve ko-
yun (tam ve
yarım yağlı),
dondurma
Sebzeler: Enginar, kuş-
konmaz, pancar, Brüksel
lahanası, brokoli, lahana,
rezene, sarımsak, pırasa,
bamya, soğan, bezelye,
taze soğan
Meyveler: elma,
kayısı, kiraz,
nektarin, armut,
şeftali, erik, kuru
erik, karpuz
Bal Yoğurt (tam
ve yarım
yağlı)
Tahıllar: buğday, çavdar
yüksek miktarda tüketildi-
ğinde (ör: ekmek, makarna,
kuskus, kraker, bisküvi)
Sebzeler: avo-
kado, mantar,
karnabahar, be-
zelyeTatlandırıcılar:
fruktoz, yüksek
fruktozlu mısır
şurubu
Peynirler:
yumuşak ve
taze
Baklagiller: nohut, merci-
mek, barbunya, kuru fasül-
ye
Tatlandırıcılar:
sorbitol, manni-
tol, ksilitol, mal-
titol, izomalt ve
diğer sonu “-ol”
ile bitenlerYüksek doz fruk-
toz içerenler:
konsantre meyve
kaynakları; büyük
porsiyon meyve,
kuru meyve, mey-
ve suyu
Meyveler: karpuz, trabzon
hurması
Uygun düşük FODMAP içe-ren alternatif kaynaklar
Meyve: muz, ya-
ban mersini, altın
çilek, greyfurt,
üzüm, kivi, limon,
mandalina, por-
takal, ahududu,
kavun, çilek
Süt: Laktoz-
suz süt, pi-
rinç sütü
Peynir: krem
peynir içeren
sert peynirler
Yoğurt: Lak-
tozsuz
Sebzeler: Havuç, kereviz,
kırmızı biber, pazı, mısır,
patlıcan, taze fasülye, ma-
rul, frenk soğanı, bal kaba-
ğı, domates
Meyveler: Muz,
yaban mersini,
altın çilek, grey-
furt, üzüm, kivi,
limon, manda-
lina, portakal,
ahududu, kavun,
Bal ikameleri: ak-
çaağaç pekmezi,
şeker pekmezi
Tereyağ Tahıllar: Glutensiz ekmek
ve tahıl ürünleri
Tatlandırıcılar:
Şeker, glukoz,
sonu “–ol” ile
bitmeyen diğer
tatlandırıcılarTatlandırıcılar:
polyoller dışında
hepsi
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
53 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ538. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİKONUŞMA ÖZETLERİ
İrritable bağırsak sendromlu bireylerde olduğu kadar, sağlıklı insanlarda FODMAP karbonhidratlarının emilimi azdır. Fermentasyon düzeyi benzerdir; ancak sağlıklı bireylerde İBS hastalarında görülen rahatsızlıklar rapor edilmemiştir. Fruktoz malabsorpsiyonu da, İBS’de olduğu gibi sağlıklı bireylerde de yaygın olarak görülmektedir. Bu semptomların oluşumunda bireysel malabsorpsiyon olup olmadığı bilinirse; FODMAP içerikli diyet tedavi için bir fırsat sağlayabilmektedir. Hem İBS’li, hem de sağlıklı bireylerde standart miktardaki FODMAP karbonhidratlar benzer seviyede hidrojen gazı üretmektedir. Bu durum, ilk defa 1970 yılında fark edilmiştir. İrritable bağırsak sendromlu hastaların luminal distansiyona karşı hipersensitivitesi olduğu görülmüştür. Ayrıca FODMAP karbonhidratlar mikrobiyotayı değiştirir ve fermente gaz türlerinde farklılıklara neden olabilir. İrritable bağırsak sendromu olan hastalardaki farklılıklar semptomların türüne bağlı olarak değişmektedir. Hastaların bağırsağında FODMAP malabsorpsiyonu osmotik etkiye neden olmaktadır. Ancak FODMAP kısıtlamasının İBS’yi tedavi etmediği; semptomların düzenlenmesinde teröpatik etki sağladığı düşünülmektedir.
SONUÇ ve ÖNERİLERDüşük FODMAP içerikli diyetlerin uygulandığı bireylere beslenme eğitiminin verilmesi önemlidir. Bu bireylerde tüketilen ürünlerinin içeriklerinin bilinmesi, etiket okuma alışkanlığının kazandırılması önemlidir. Uzun süre uygulanacak diyetler besin öğesi yetersizliklerine neden olabilir. Yapılacak çalışmaların besin öğesi açısından da değerlendirilmesinin hastaların sağlığı açısından olumlu olacağı düşünülmektedir. Diyetisyen ve/veya beslenme uzmanları tarafından planlanan beslenme programlarının takibi, semptomların düzelmesi ve/veya besin öğesi yetersizliğiyle karşılaşılmasının en aza indirgenmesi açısından önemlidir. Diyet türleri ve GİS hastalıklarla ilgili yapılan çalışma sonuçlarının çelişkili olduğu görülmektedir. Bu hastalıklarda, özellikle de düşük FODMAP diyetinin değerlendirildiği çalışmalarda, sayı ve süre ile ilgili sınırlılıklar göze çarpmaktadır. Uzun dönemde yapılacak takipli çalışmaların toplumda yaygın görülen GİS hastalıklarından olan İBS’nin tıbbi beslenme tedavisine ışık tutacağı düşünülmektedir. Bu konuda ulusal ve uluslararası tedavi rehberlerinin hazırlanmasının gelecek dönemde faydalı olacağı düşünülmektedir.
KAYNAKLAR1. Yılmaz B, Akbulut G. İrritable Bağırsak Sendromuna Genel Bakış Bes Diy Derg 2018;46(3):276-284.2. Manning AP, Thompson WG, Heaton KW, Morris AF. Towards positive diagnosis of the irritable bowel. BMJ 1978;2(6138):653-4.3. Tan MN, Yıldırım E, Guldal D. Aile hekimliği pratiğinde sık görülen bir hastalık: irritabl bağırsak sendromu. TJFMPC 2014;8(3):75-85.4. Talley NJ, Phillips SF, Melton LJ, Mulvihill C, Wiltgen C, Zinsmeister AR. Diagnostic value of the Manning criteria in irritable bowel syndrome. Gut 1990;31(1):77-81.5. Gülşen M. İrritabl bağırsak sendromu. Güncel Gastroenteroloji 2007;11(2):98-121.6. Thompson WG, Longstreth G, Drossman DA. Rome II: The functional gastrointestinal disorders. In: Drossman DA, Corazziari E, Talley NJ, editors. Functional bowel disorders. 2nd ed. McLean, VA: Degnon Associates, 2000. p. 355. 7. Drossman DA. The functional gastrointestinal disorders and the Rome III process. Gastroenterology 2006;130(5):1377-90.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
54 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ54 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ KONUŞMA ÖZETLERİ
8. Kaya M, Kaçmaz H. Roma IV kriterlerine göre fonksiyonel barsak hastalıklarının yeniden değerlendirilmesi. Güncel Gastroenteroloji 2016;20(4):393-407.9. Ford AC, Talley NJ, Spiegel BM, Foxx-Orenstein AE, Schiller L, Quigley EM, et al. Effect of fibre, antispasmodics, and peppermint oil in the treatment of irritable bowel syndrome: systematic review and meta-analysis. BMJ 2008;337-a2313.10. Rees G, Davies J, Thompson R, Parker M, Liepins P. Randomised-controlled trial of a fibre supplement on the symptoms of irritable bowel syndrome. J R Soc Promot Health 2005;125(1):30-4.
11. Ligaarden SC, Lydersen S, Farup PG. IgG and IgG4 antibodies in subjects with irritable bowel syndrome: a case control study in the general population. BMC Gastroenterol 2012;12(1):166.
12. Atkinson W, Sheldon T, Shaath N, Whorwell P. Food elimination based on IgG antibodies in irritable bowel syndrome: a randomised controlled trial. Gut 2004;53(10):1459-64.
13. El-Salhy M, Østgaard H, Gundersen D, Hatlebakk J, Hausken T. The role of diet in the pathogenesis and management of irritable bowel syndrome (Review). Int J Mol Med 2012;29(5):723.
14. Shepherd SJ, Gibson PR. Fructose malabsorption and symptoms of irritable bowel syndrome: guidelines for effective dietary management. J Am Diet Assoc 2006;106(10):1631-9.
15. Staudacher H, Whelan K, Irving P, Lomer M. Comparison of symptom response following advice for a diet low in fermentable carbohydrates (FODMAPs) versus standard dietary advice in patients with irritable bowel syndrome. J Hum Nutr Diet 2011;24(5):487-95.
16. Halmos EP, Power VA, Shepherd SJ, Gibson PR, Muir JG. A diet low in FODMAPs reduces symptoms of irritable bowel syndrome. Gastroenterology 2014;146(1):67-75.e5.
17. Gibson PR, Shepherd SJ. Personal view: food for thought–western lifestyle and susceptibility to Crohn’s disease. The FODMAP hypothesis. Aliment Pharmacol Ther 2005;21(12):1399-409.
18. Gibson PR, Shepherd SJ. Evidence-based dietary management of functional gastrointestinal symptoms: The FODMAP approach. J Gastroenterol Hepatol 2010;25(2):252-8.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
55 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ558. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİKONUŞMA ÖZETLERİ
OP-16
SİBO (SMALL INTESTİNAL BACTERİAL OVERGROWTH) / İNCE BARSAK BAKTERİ AŞIRI ÇOĞALMASI
Prof. Dr. Şafak KIZILTAŞAcıbadem Üniversitesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı-Gastroenteroloji
SİBO; ince barsağın aerobik ve anaerobik bakterilerle aşırı şekilde kolonize olma durumudur. Bu bakteriler normalde kolonda bulunmaktadır. En çok çoğalım gösteren bakteriler: Streptokoklar, Bakteroidler, Escherichia ve laktobasillerdir. Prevalansı bilinmemektedir.
Sıklığı yaşla orantılı olarak artmaktadır. Bazı hastalıklar mukozal savunma mekanizmalarını bozarak SİBO gelişimini uyarmaktadır. Olguların %90’ında neden ince barsak motilite bozuklukları ve kronik pankreatittir. Motilite bozuklukları, anatomik bozukluklar, immun bozukluklar, mide asit azlığı ve metabolik/sistemik hastalıklar SİBO için altyapı oluşturur.
Patogenezde; aşırı çoğalan bakterilerin yarattığı inflamasyon, anaerobların direk temasla veya toksin üretimiyle oluşturduğu intestinal hasar ve aerobik bakterilerin enzim ve metabolik ürünlerle oluşturduğu epitel hücre hasarı sorumlu tutulmaktadır.
Hastaların çoğunda gaz, şişkinlik ve diyare bulunmaktadır. Ağır olgularda malabsorbsiyon ve kilo kaybı gelişir. Karbonhidrat, protein ve yağ emilimi bozulur. B 12 vitamini eksikliği gelişirken, folat ve K vitamininde artış görülür. SİBO tanısında karbonhidrat nefes testi kullanılır. Jejunal aspirat kültüründe 10³ u/ml koloni oluşumu üzerindeki değerler pozitif test olarak yorumlanır.
Ayırıcı tanıda Çölyak hastalığı, Crohn hastalığı ve İrritabl kolon sendromu göz önünde tutulmalıdır. Bu nedenle endoskopik görüntüleme yöntemlerinin kullanılması gerekmektedir.
Tedavide rifaximin, metronidazol gibi antibiyotikler kullanılır. Bunun dışında altta yatan primer nedenin tedavisi, vitamin eksikliklerinin suplementasyonu, SİBO’ya bağlı ileitler ve kolitlerin tedavisidir ( inflamatuar barsak hastalığı gibi tedavi edilir).
FODMAP diyeti, probiyotik ve statin kullanımının yararlılığı konusundaki bilgiler henüz genel kabul görmemektedir.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
56 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ56 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ KONUŞMA ÖZETLERİ
OP-17
DİYETİN MOTİVASYON İLE OLAN İLİŞKİSİ VE ZORLU DANIŞANLARLA BAŞ EDEBİLMENİN YOLLARI
Dyt. Berrin YİĞİT
Kilo problemi ve diyet süreci son yılların en önemli sağlık sorunlarından birisidir. Sürecin başarısını etkileyen en önemli faktör ise kişilerin motivasyon, inanç ve iç sistemlerinde bu sürece hazır olmamaları olabilmektedir. Bu sunumda amacım danışan psikolojisini, kişilik özelliklerini anlamak mizaçlara uygun program desteği ve öneriler sunabilmeyi tartışmaktır . Beslenme psikolojisini bireysel açıdan değerlendirmek, davranış değişikliği oluşturabilmek için etkili yöntemler belirleyebilmektir.
Global obezite sorunu sadece yazılan diyet listeleri ya da doktor reçeteleri ile çözülebilir mi? Cevabın hayır olduğu tüm dünyada artan kilo grafiği ile belli ediyor kendini. O zaman masanın öbür ucuna geçmenin ve danışanları psikolojik ve motivasyonel olarak anlamanın zamanı geldi. Pek çok kez başlanan diyet yolcuğunun yarım kalması, başarısızlıkla sonlanmasında en temel neden bireysel motivasyon eksikliği! Özellikle ‘bireysel’ olduğuna dikkat çekmek istiyorum çünkü kişilik olarak farklı olduğumuz gibi motivasyon kaynaklarımız da birbirinden farklıdır. Beslenme uzmanları olarak insanları iyi gözlemleyerek yaşam şekillerini ve kişisel farklılıklarını doğru çözümlersek, diyetten alacağımız performans da daha yüksek olacaktır. Bu nedenle danışanların farklı kişilik yapılarını kategorize ettiğim profillerden örnekler ile bu konuyu detaylandıracağım.
1. Özenli ve İdealist Danışanlar; Zayıflamaya odaklanmış ve bu konuda oldukça kararlı kişiliklerdir. Karar alarak istekli bir şekilde masaya oturduklarından süreci yönetmek ilk adımda kolay olabilir ama sonrasında bu danışanları başlangıçtaki konsantrasyonda tutmak önemlidir. Çoğu zaman başarılı zayıflayan danışan tavsiyesi ile geldikleri için kendilerini kıyasladıkları önemli bir engel vardır aslında. Bu tehlikeyi de göz ardı etmemek gerekir. Çoğu sonuç odaklı olup tartıdaki değişimi çok önemserler. “Ben her şeyi tam yapacağım ve tam sonuç alacağım” düşüncesi hâkim olduğundan, hep güzel sonuçlar alacağını düşünerek, buzulun altında kalan diğer sebepleri göz ardı ederek ilerler. Kilo kaybı durduğunda, siz daha önceden anlatmış dahi olsanız bir andan motivasyonunu kaybedebilir, seanslarını aksatmaya başlayabilir.
Dolayısıyla bu danışan tiplerinde dikkat etmeniz gereken en önemli şey, ulaşılabilir ve kısa vadeli hedefler seçmektir. Ancak bu hedefler tartıdaki rakam yerine, değiştirmek istediğimiz davranış odaklı olmalıdır. Bu nedenle kişinin ilk hafta analizinde ve süregelen hatalarına bağlı olarak alışkanlıklar tespit edilip, haftalık hedefler ile bunları düzeltmek konuşulmalıdır. Bunu yaparken olumlamalar ile bunu başarabileceğine inandırmak gerekir. Senelerdir süregelen bir alışkanlığı bir haftada da değiştiremeyeceğimizi, bunun bir süreç istediğini belirtmek gerekir.
2.Dışa Dönük Danışanlar;Dışa dönük insanlar kendi iç motivasyonu ile sizi teşvik eder, konuşup tartışarak öğrenirler, yaşam
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
57 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ578. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİKONUŞMA ÖZETLERİ
enerjisi yüksek insanlardır. Genelde iletişim konusunda başarılıdırlar, bu hareketli yenilik arayışında olan iç dünyalarını beslenme alışkanlıklarında da görürüz. Yeni lezzetler denemeyi severler, durağanlıktan sıkılırlar, detaycıdırlar, öğünleri ve özel içerikleri sorgulamaktan hoşlanırlar. Her seansta, danışmanlık verdiğimiz her kişi ile bir şeyleri değiştirmek isteriz, bu süreci bir eğitim olarak görürüz. Bunu en iyi hisseden ve uygulayan gruptur. Gündemi de çok iyi takip ettiklerinden doğru bilgi altyapınız ile onları tatmin etmeniz gerekir. Çoğunlukla sosyal olarak da aktif olduklarından kısıtlayıcı listelerden ziyade doğru tercihlere yönlendiren alternatifli listeler yazmak diyete uyum sağlamalarını kolaylaştırmaktadır. Dışa dönük danışanlarımın motive tutabilmenin yolu aradaki ciddiyet sınırını aşmadan onu takip etmek gerekir. Çünkü sürekli konuşma istekleri de sizi zorlayabilir; bu noktada da firene basan taraf olmak biz olmalıyız!
3. İçe dönük Danışanlar;Oldukça net olan ve diyeti de bir matematik gibi düşünen danışanlardır; tecrübelere güvenirler, somut olan şeyleri severler. Dolayısıyla bu danışanlarımla mutlaka öncesi-sonrası fotoğrafları karşılaştırmak kıymetlidir. Kendilerindeki değişimi görmek motivasyonel olarak onlara çok iyi gelmektedir. Hassas bir noktaları vardır ve ikna edebilmek, inandırmak oldukça zordur. Ya hep ya hiç mantığı vardır. Dolayısıyla psikolojilerini iyi anlayıp inanmalarını, güvenmelerini sağlamak çok önemlidir. Sürekli mesajlar yollamak onların kolayca sıkılmalarına neden olabileceği gibi, onların da sıkılmasını önleyerek iletişimde kalmak denenmelidir.
4. Algılayıcı-Kavrayıcı Danışanlar;En kolay gibi görünen danışan tiplerindendir. Muhtemelen sizin eski danışanınızdır. Bir kere başladığı işi kolay kolay bırakmazlar. Onları ikna etmek ve motive etmek daha rahattır. Kendilerindeki değişimi daha rahat algılarlar. Maalesef ki, ana odaklıdırlar ve öğrenmeye eğilimleri yoktur. Kilo verip alma bir kısır döngüye dönüşür. Bu toplulukta risk ise eğer uzun süreli bir danışanınız ise hep önceki kilo verme başarısını beklerler. Bu da motivasyonel olarak etkileyebilir. Dolayısıyla bu değişikliğin sebebini güzel bir dille anlatmak gerekir.
5. Aceleci Olan Danışanlar;En riskli gruptur. Diyet geçmişi çok kabarıktır; duyduğu her diyeti, hapı, diyet kamplarını denemiş olarak karşınıza gelebilirler. Diyetin diyetisyen ile yapılması gerektiğini bilir ama aceleci olduklarından sürece sabredemezler. Randevularını beklemek istemezler, hemen listeyi alıp gitmek isterler. Kısa hap bilgiler ile diyetini yazmalısınız; komplike listeleri uygulamaktan hoşlanmazlar.
Bu danışanlarda sonuca varmalarını kamçılayan veya verilen kiloların korunmasını engelleyen gerçek nedeni bulmak, öncelikli hedef olmalıdır. Öncelikle ilk seansta onlara zayıflamayı düşündüren tüm nedenleri listelemelerini isteyebilirsiniz. Birlikte bu listeyi konuşup, evlerinde sürekli görebilecekleri bir yere yapıştırmalarını sağlayarak görsel ip uçlarını motivasyon kaynağı olarak kullanabilirsiniz.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
58 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
KONUŞMA ÖZETLERİ58 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ KONUŞMA ÖZETLERİ
OP-18
ÇOCUKLARDA YEME DAVRANIŞLARI, SUÇ, CEZA VE ÖDÜLLER
Dyt. Güneş AKSÜSDiyetaktif
Bebeklerin artık anne karnından itibaren yenilen gıdalardan etkilendiğini biliyoruz. Doğduğu andan itibaren bebeklerini en iyi şekilde beslemeye çalışan anneler bazen doğru bilinen yanlışlar ile , çocuklarının hayatları boyunca ‘sağlıklı beslenme ve kilo kontrolü’ üzerine hatalı davranışları öğrenmelerine sebep olabiliyorlar. Aslında annelerin kendilerine ve bebeklerine karşı en hassas oldukları dönem gebelik ve sonrasında 0-6 yaş dönemi. Bu dönemin ne kadar önemli olduğunu her geçen gün daha fazla duyuyor ve biliyorlar. 0-6 yaş döneminde oluşan, oturan davranışlar ve bu davranışlara ailelerin verdiği tepkiler yetişkinlik dönemindeki beslenme davranışlarını etkileyebiliyor.
Peki bu davranışlar neler? Acaba çocuklara beslenme şeklini kontrol etmeyi öğretirken farkında olmadan tam tersini mi yapmasını sağlıyoruz. Bebeklerde ve çocuklarda sağlıklı beslenme alışkanlıklarını oturtmak için ailede nasıl bir eğitim planlanması gerekiyor? Aile içinde uygulanan suç, ceza, ödül , tebrik gibi durumlarda yemek ile nasıl ilişki kuruluyor? Anne , babanın beslenme şekli çocuğu nasıl etkiliyor?
Çocuklar sandığımızdan daha fazlasını biliyor, görüyor ve hissediyorlar. Buna gore davranan ailelerde sağlıklı yeme davranışı geçici değil, kalıcı şekilde hayatlarına yerleşiyor.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiKONUŞMA ÖZETLERİACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
59 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
598. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİKONUŞMA ÖZETLERİ
OP-19
YEME FARKINDALIĞI - MİNDFUL EATİNG: YENİ BİR DİYET TEDAVİSİ YÖNTEMİ OLABİLİR Mİ?
Meltem Pırıl DURUPIRILLA Kurucu Diyetisyen
Yeme farkındalığı; ne yenildiğinden çok nasıl ve neden yeme davranışının oluştuğunu fark ederek, fiziksel açlık- tokluk kavramını içselleştirip duygu ve düşüncelerin etkisinin farkında olarak, çevresel etmenlerden etkilenmeden ve besin seçimlerini yargılamadan o anda tüketilecek olan besine odaklanan yeme şeklidir (1). Yeme farkındalığında odak konu, kişinin yiyeceğin tadını ve dokusunu da içeren yeme konusundaki tam farkındalığıdır (2,3). Bu farkındalık genellikle yeme hızını yavaşlatabilmekte, besin aşermelerini azaltabilmekte, ağırlık kontrolünü sağlamaya yardımcı olmakta ve böylece vücut ağırlığı kontrolünün sağlanmasında etkin rol oynayabilmektedir (4).
Yeme farkındalığının daha sağlıklı yemek yeme üzerinde nedensel bir etkisi olduğu, daha az enerji alımı ile yeterli ve dengeli beslenmeyi teşvik ettiği ve sağlıklı vücut ağırlığı kaybına yardımcı olduğu bildirilmektedir (5).Yeme farkındalığına dayalı müdahaleler ve diğer geleneksel vücut ağırlığı azaltma stratejileri, sağlıklı yaşam için uzun vadeli ve bütüncül bir yaklaşım sunma potansiyeline sahiptirler (6).
Yeme farkındalığı ile BKİ arasındaki ilişkiyi değerlendiren çalışmalar oldukça sınırlıdır (3,6). Bu konuda yapılmış iki çalışmadan birincisi; 18-24 yaş arasında olan 18-24 yaş arası kadın ve erkekten oluşan toplam 125 kişi ile yapılmıştır. Araştırmanın sonucunda yeme farkındalığı ölçeği ile değerlendirilen yeme farkındalığı ve BKİ arasında cinsiyete göre anlamlı bir ilişki saptanmamıştır (3). Diğer çalışma Kearney ve ark. tarafından 48 yetişkin erkek bireyde stres yönetiminde yeme farkındalığı temelli bir müdahale çalışmasıdır. Bu müdahale çalışması 4 ay süresince uygulanmıştır. İlk 8 hafta boyunca haftada bir kez 2,5 saatlik seanslar ve 6. ve 7. haftaların cumartesi günleri 7 saat süresince katılımcılarla bir araya gelinerek seanslara devam edilmiştir. Seanslar sırasında, katılımcılara farkındalık meditasyonu pratiği konusunda eğitim verilmiş ve katılımcılar soru sorma fırsatı bulmuşlardır. Bu müdahalede öğretilen teknikler vücut taraması, oturma meditasyonu, yoga, yürüyüş meditasyonu ve sevgi dolu şefkat meditasyonlarını içermektedir. Müdahale öncesi, sonrası ve dört ay sonrasında elde edilen veriler yeme farkındalığı ölçeği ile değerlendirildiğinde yeme farkındalığının anlamlı düzeyde arttığı ancak katılımcıların başlangıçtaki BKİ değerleri 28,0-30,8 kg/m2 aralığında iken çalışma sonucunda ve takibinde bu değerlerin arttığı (28,4-31,2 kg/m2) belirlenmiştir (6).
Bu bilgiler ışığında yeme farkındalığının, beden ağırlığının kontrolünde kullanılabilecek bir yöntem olması durumu tartışılmaktadır.
Kaynaklar:1. ÖZKAN, N., & BİLİCİ, S. YEME DAVRANIŞINDA YENİ YAKLAŞIMLAR: SEZGİSEL YEME VE YEME
FARKINDALIĞI. Gazi Sağlık Bilimleri Dergisi, 3(2), 16-24.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiKONUŞMA ÖZETLERİACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
60 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
60 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ KONUŞMA ÖZETLERİ
2. Köse G, Tayfur M, Birincioğlu İ, Dönmez A. Adaptation Study of the Mindful Eating Questiıonnare (MEQ) into Turkish. Journal of Cognitive-Behavioral Psychotherapy and Research. 2016; 5(3):125-134.
3. Anderson LM, Reilly EE, Schaumberg K, Dmochowski S, Anderson DA. Contributions of mindful eating, intuitive eating, and restraint to BMI, disordered eating, and meal consumption in college students. Eat Weight Disord. 2016; 21(1):83-90.
4. Alberts HJ, Thewissen R, Raes L. Dealing with problematic eating behaviour. The effects of a mindfulness-based intervention on eating behaviour, food cravings, dichotomous thinking and body image concern. Appetite. 2012; 58(3):847-51.
5. Brown KW, Ryan RM, Creswell JD. Mindfulness: Theoretical Foundations and Evidence for its Salutary Effects. Psychological Inquiry. 2007; 18(4):211-237.
6. Kearney DJ, Milton ML, Malte CA, McDermott KA, Martinez M, Simpson TL. Participation in mindfulness-based stress reduction is not associated with reductions in emotional eating or uncontrolled eating. Nutr Res. 2012; 32(6):413- 20.
ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
61 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
618. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİSÖZEL SUNUMLAR
8. ULUSALSAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ
SÖZEL SUNUMLAR
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
62 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
638. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİSÖZEL SUNUMLAR
SS-003
PSİKOLOJİK HASTALIKLAR İLE OBEZİTE ARASINDAKİ İLİŞKİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Beyza Öğdem, Rabia Boz
İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi
Giriş - Amaç: Tüm dünyada artan prevelansı ile morbidite ve mortalitesi yüksek bir sağlık problemi olan
obezite, birçok psikolojik rahatsızlığın aynı anda hem nedenini hem de sonucunu oluşturmaktadır. Özellikle
psikolojik nedenler ile fizyolojik açlık duyulmadan yemek yemek kişilerde ani kan şekeri yükselmesi, dopamin
ve serotonın salınımı gibi sebeplere bağlı olarak suni dönem mutluluk hissi uyandırmakta ve beslenme
ile mutluluk arasındaki bu kısır döngüden dolayı kişiler yemek yemeye bağımlı hale gelmektedirler. Bu
çalışmada obezite ile psikolojik rahatsızlıklar arasındaki neden-sonuç ilişkinin fizyolojik ve psikolojik açıdan
değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem – Gereçler: Literatür taraması yapıldı ve konuyla ilgili makaleler incelenerek sonuçlar derlendi.
Bulgular: Yapılan çalışmalarda Alzheimer, major depresif bozukluk, sosyal fobi, anksiyete bozukluğu, obsesif
kompulsif bozukluk, parkinson, şizofreni, bipolar bozukluk ve azalmış beyin volümünün neden olduğu düşük
IQ (Intelligence Quotient) gibi bilişsel fonksiyon bozuklukları ile obezite arasında anlamlı bir etkileşimin
bulunabileceği saptanmıştır.Bu etkileşim fizyolojik anlamda leptin, insülin, kortizol, serotonin ve dopamin
seviyelerindeki bozukluklar ile!!!! psikolojik anlamda ise altyapısında yatan neden henüz bilinememekle
birlikte emosyonel yeme davranışının obez bireylerde özellikle basit karbonhidrat tüketildiğinde duygu
durum bozukluklarında yatışma olduğu ile ilişkilendirilmektedir. Çalışmalar göstermiştir ki her iki sebepte
de bireyler bilinçli veya bilinçsiz olarak kendilerini iyi hissetmek adına ödül-ceza mekanizmaları ile yemek
yemeye bağımlı hale gelmektedirler.
Sonuç: Kilo vermek için diyet programına başlayan obez veya aşırı kilolu bireylerin yalnızca %5’ i başarılı
olmakla birlikte, diyetin sona ermesinin ardından %3’ü ise kaybedilen kiloyu geri almaktadır. Başarısız
diyetlerin ve yeniden kilo alımının sebebi değişime uğramış olan metabolik aktivitelerin yanı sıra, bilişsel
davranışsal bozukluklar ile de ilişkilendirilmektedir. Obezite tedavisinde diyet, fiziksel aktivitenin arttırılması
gibi yaşam biçiminde yapılan değişimlerin bilişsel-davranışçı müdahalelerle birleştirilmesi ve kişilerdeki
duygusal açlığın asıl sebeplerine inilmesinin tedavi etkinliğini arttırdığı ve ulaşılan kilonun kalıcılığını
sağladığı çalışmalarca gözlenmiştir. Sonuç olarak birçok psikolojik rahatsızlık obez hastalarda yüksek oranda
görülmektedir. Ancak obezite ile ruhsal bozukluklar arasındaki bağıntı ile ilgili detaylı veriler öne sürebilmek
için multidisipliner ve geniş katılımlı çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Anahtar Kelime: obezite, psikolojik bozukluk, beslenme
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
63 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
64 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ SÖZEL SUNUMLAR
SS-004
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNDE TAHMİNİ «İLERİ GLİKASYON SON ÜRÜNLERİ (AGE)» ALIM
DÜZEYLERİNİN BELİRLENMESİ
Burak Erim1, Gökçen Garipoğlu2
1İstanbul Esenyurt Üniversitesi 2 Bahçeşehir Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Giriş - Amaç: Bu çalışmada üniversite öğrencilerinin diyetsel günlük tahmini ileri glikasyon son ürünleri
(AGE) alım düzeylerini tespit etmek amaçlanmıştır.
Yöntem - Gereçler: Araştırma İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde 21/05/2018-30/07/2018
tarihleri arasında yapılmıştır. Araştırmanın örneklemi İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesinde okuyan 18-
28 yaş arasında, gönüllü 200 bireyden oluşmaktadır. Çalışmaya katılmayı kabul eden bireylere demografik
özelliklerini, antropometrik ve beslenme alışkanlıklarını sorgulayan anket formu uygulanmıştır. Bireylerin
birbirini takip eden, bir günü hafta sonu, iki günü hafta içi olmak üzere toplam üç günlük “bireysel besin
tüketim kaydı” alınmıştır. Öğrencilerin doldurdukları üç günlük “bireysel besin tüketim kaydı” verilerine göre
öğrencilerin günlük aldıkları AGE miktarları, AGE içerikleri bilinen 549 besin ile karşılaştırılarak hesaplanmıştır.
Bulgular: Çalışmaya katılan bireylerin AGE alım ortalaması 8900,75±302,33 kU olarak bulunmuştur. Erkek
bireylerin günlük AGE alım düzeyleri 10570,92±794,57 kU ve kadın bireylerin 8534,12±318,97 kU olarak
bulunmuştur (p<0,05). Bireylerin kırmızı et, patates, badem ve antepfıstığı tüketimleri ile AGE alımları
arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur (p<0,05). Bireylerin süt, yoğurt, peynir türleri ve sütlü tatlı tüketimleri
ve AGE alım miktarları arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p>0,05).
Sonuç: Kızarmış yiyecekler, yüksek ısıda pişmiş et, yüksek yağlı ve işlenmiş besinlerin AGE içerikleri
bitkisel kaynaklı ve daha az işlem görmüş besinlere göre daha yüksektir. Bu sebeple batı tarzı beslenme
alışkanlıklarına sahip bireylerin diyetsel AGE alım düzeyleri daha yüksektir. Besin tüketim sıklıkları ile AGE
alımları arasındaki ilişkiyi gösteren çalışmalar henüz çok sayıda olmadığından bu konu üzerinde daha çok
çalışma yapılmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak AGE’lerin besinlerle alımı ve sağlık açısından olası riskleri
düşünüldüğünde bireyler ileri glikasyon son ürünleri konusunda bilgilendirilmeli ve daha sağlıklı beslenme
ve pişirme alışkanlıkları kazandırılmalıdır.
Anahtar Kelime: İleri Glikasyon Son Ürünleri, Enflamasyon, Maillard reaksiyonu
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
64 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
658. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİSÖZEL SUNUMLAR
SS-005
AROMATİK BİTKİLERDEN MERCANKÖŞK: ANTİMİKROBİYAL ÖZELLİĞE SAHİP Mİ?
Ece Bektaş1, Serap Andaç Öztürk1, Erdem Tezcan2
1İstanbul Aydın Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü2İstanbul Gedik Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Giriş - Amaç: Son yıllarda sağlığın korunması ve hastalıkların önlenmesi için aromatik bitkilerin kullanımında
ciddi bir artış görülmektedir. Aromatik bitkiler içerdikleri aktif bileşenler ile karakterizedir. Mercanköşk
Akdeniz bölgesine özgü aromatik bileşenlerden biridir. Geleneksel olarak astım, hazımsızlık, baş ağrısı,
menstrüel siklusu düzenleme, gastrointestinal hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır. Mercanköşkün
farmakolojik aktivitesi ve fitokimyasal özellikleri incelendiğinde içerdiği esansiyel yağlar ve fenolik
bileşenler sayesinde antioksidan, antibakteriyel, antifungal, hepatoprotektif, kardiyoprotektif, antiülser,
antikanser etkiler göstermektedir. Bu çalışmanın amacı, mercanköşkün aseton, su ve etanol ekstratlarının
antimikrobiyal etkisinin analiz edilmesidir.
Yöntem - Gereçler: Mercanköşkün kuru yapraklarından soğuk aseton, etanol ve su ekstresi, reflux yöntemiyle
sıcak su ekstresi ve soxhlet yöntemiyle sıcak etanol ve aseton ekstreleri hazırlanmıştır. Hazırlanan çözeltiler,
petri kaplarında üretilen Escherichia coli, Staphylococcus aureus ve Salmonella typhi pasajlarına pipet ile 2
ml olacak şekilde damlatılmıştır. Disk inhibisyon yöntemiyle antibakteriyel özellikleri ölçebilmek için etüvlere
yerleştirilmişlerdir.
Bulgular: Yapılan çalışmada elde edilen 6 ekstrenin antibakteriyel etkisinin göstergesi olan zon çapları ve
oluşumları istatiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0.05). Elde edilen ekstreler doğal antimikrobiyal olarak
bilinen tannik asit ve kafein ile güçlendirilerek tekrardan ekim yapılmış ancak yine de zon çapı gözlenmemiştir.
Sonuç: Literatürdeki çalışmalar incelendiğinde mercanköşkün antibakteriyel etkileri olduğunu doğrulayan
çalışmalar mevcuttur ve bu etkinin mercanköşkün içerdiği karvakrol ve timol gibi güçlü aktif bileşenlerden
kaynaklandığı belirtilmektedir. Ayrıca bir çok araştırmada paketli gıdalarda mercanköşk ekstresi doğal
koruyucu olarak kullanılmıştır. Ancak mevcut çalışmada mercanköşkün antimikrobiyal etkisi saptanmamıştır.
Literatürdeki çelişkili sonuçlarda göz önüne alınarak mercanköşkün antimikrobiyal etkisine dair daha fazla
çalışmaya ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelime: mercanköşk, origanum majorana, antimikrobiyal etki
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
65 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
66 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ SÖZEL SUNUMLAR
SS-006
KEMOTERAPİ TEDAVİSİ ALAN ONKOLOJİ HASTALARINDA MALNÜTRİSYONUN BELİRLENMESİ VE
ENTERAL ÜRÜN KULLANIM DURUMUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ
Esma Nur Kılıç, Uzm. Dyt. Sanem Avcı Yıldız
Medipol Üniversitesi
Giriş - Amaç: Kanser, dünyadaki ikinci önde gelen ölüm nedenidir ve 2018’de tahmini 9.6 milyon ölümden
sorumludur. Küresel olarak, 6 ölümden yaklaşık 1 tanesi kanserden kaynaklanmaktadır. Hastalık süresince
gerek kemoterapi toksisiteyle ilişkili faktörler gerek artmış katabolizma bireylerde anoreksi, kaşeksi,
malnütrisyon gibi durumlara neden olur. İnvaziv hastaların % 10-20’ sinin ölümlerinin maligmananın
kendisinden ziyade malnütrisyona bağlı olabileceği tahmin edilmektedir. Oral besin takviyeleri protein, vitamin,
mineral ve diğer besin ögelerini karşılamak için özel olarak tasarlanmış yiyeceklerdir. Yapılan çalışmalarda
kanser hastalarında normal beslenmeye ek beslenme desteği olarak enteral ürün kullanımının hastanın kalori
alımını arttırarak, günlük alması gereken enerjiyi önemli ölçüde sağladığı, var olan malnütrisyonu tedavi
ettiği ya da oluşacak malnütrisyonu önlediği, kansere bağlı gözlenen komplikasyonları azaltarak hastanın
yaşam kalitesini arttırdığı gösterilmektedir. Bu çalışma kemoterapi tedavisi gören onkoloji hastalarında
malnütrisyonu saptamak ve normal beslenmeye ek olarak enteral besin takviyelerinin kullanım durumunu
değerlendirmek amacı ile yapılmıştır.
Yöntem - Gereçler: Bu çalışma Aralık 2018 - Şubat 2019 tarihleri arasında, Medipol Mega Üniversite
Hastanesi Kemoterapi Ünitesi’ne başvuran kanser tanısı almış, kemoterapi tedavisi gören, 23-82 yaş arası 47
kadın 28 erkek olmak üzere toplam 75 hasta üzerinde yürütülmüştür. Her bir hasta ile kemoterapi esnasında
yüzyüze görüşülerek çoktan seçmeli ve açık uçlu sorulardan oluşan bir anket formu uygulanmıştır. Ankete
ek olarak hastalara Nutrisiyonel Risk Skoru (NRS-2002) Değerlendirme Formu uygulanmış ve hastalardan
bir gün önceki günün besin tüketim kaydı alınmıştır. Kemoterapi sırasında anket dahilinde hastaların üst orta
kol çevresi (ÜOKÇ) (cm), triseps deri kıvrım kalınlığı (TDKK) (mm) alınmıştır.
Bulgular: Çalışmaya katılan kemoterapi tedavisi alan bireylerden ilk kürünü alan 10 kişi, 2. kürünü alan
12 kişi, 3-4. kürünü alan 17 kişi, 5-10. kürünü alan 19 kişi, 10 dan fazla kür alan 17 kişi bulunmaktadır. İlk
kürünü alan bireylerin hiçbirinde beslenme durumu ile ilgili problem gözlenmemiştir. Beslenme problemleri
hastalarda kemoterapi tedavisi aldıkça oluşmaktadır. Kemoterapi alan bireylerin %76’sında beslenme problemi
görülmüştür. Hastalarda en sık karşılaşılan beslenme problemi “yemeğin tadında değişiklik” olmuştur.
Hastaların %52 sinde kemoterapi tedavisine başladıktan sonra iştah kaybı görülmüştür. Hastalardan alınan
günlük besin tüketim kaydı değerlendirildiğinde hastaların %74.2 si günlük alması gereken enerji ve proteini
sağlayamadıkları gösterilmiştir. Yapılan NRS-2002 Nutrisyonel Risk Skoru Testi’nde hastaların %44 ünün
malnütre olduğu sonucuna varılmıştır. Bu süreçte hastalardan yalnızca 2 si diyetisyen desteği almaktadır.
Hastaların yalnızca %28 ine doktor/diyetisyen tarafından enteral ürün önerilmiştir. Enretal ürün önerilen
hastaların %62 si önerilen enteral ürünü düzenli kullanmaktadır. Düzenli enteral ürün kullanan hastaların
%77 sinde malnütrisyon saptanmamıştır.
Sonuç: Yapılan araştırmaya göre kemoterapi tedavisi alan onkoloji hastaları gerek kemoterapi toksisitesinin
verdiği beslenme bozuklukları nedeni ile gerek artmış katabolizmadan dolayı yoğun malnütrisyon riski
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
66 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
678. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİSÖZEL SUNUMLAR
altındadır. Bu dönemde hastaların büyük çoğunluğu günlük almaları gereken enerji ve proteini tam olarak
karşılayamamaktadır. Günlük beslenmeye ek olarak enteral ürün kullanımı hastaların günlük protein ve
enerji ihtiyacını karşılamaya yardımcı olarak hastaların yaşam kalitesini arttırmaya ve hastalarda görülmesi
muhtemel malnütrisyonun önüne geçmeye yardımcı olabilir. Bu konu ile ilgili daha fazla çalışmaya ihtiyaç
duyulmaktadır.
Anahtar Kelime: Kemoterapi, malnütrisyon, enteral ürün
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
67 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
68 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ SÖZEL SUNUMLAR
SS-009
OLAĞAN ŞÜPHELİ LAKTOZ İNTOLERANSI
Gökçen Garipoğlu1, Nesli Ersoy2, Taner Özgürtaş3
1Bahçeşehir Üniversitesi 2Hacettepe Üniversitesi, SBF, Beslenme ve Diyetetik Bölümü3SBÜ Gülhane Eğitim Araştırma Hastanesi, Tıbbi Biyokimya AD
Giriş - Amaç Giriş: Laktoz intoleransıprimer olarak laktaz enzimi yokluğu veya azlığı nedeniyle
görülebileceği gibi sekonder olarak yaşlanma, ince barsağın inflamasyonu, inflamatuar hastalıklar, insan
bağışıklık yetmezlik virüsü (HIV) veya malnütrisyona bağlı olarak da gelişmektedir (1,2). Dünya nüfusunun
çoğunda yaşla birlikte laktaz enzimi salınımında azalma olduğuna dair veriler bulunmaktadır (3-5).Türkiye’de
laktoz intoleransıprevelansı % 70-80 olarak bildirilmiştir (4-6).
İnce bağırsakta sindirilemeyen laktoz kolonda ozmotik yükün artmasına neden olur. Artan ozmotik yük,
bağırsağa su geçişinin artmasına ve buna bağlı diyare ile sonuçlanır. Kolonik flora, sindirilmeden kolona gelen
laktozu fermente eder, bunun sonucunda hidrojen (H2) ile karbondioksit (CO2) ve metan (CH4) gibi gazlar
oluşur. Oluşan bu gazlar nedeniyle karında şişkinlik, ağrı, diyare ve konstipasyon gözlenir(4). Semptomlar
besinin laktoz içeriği, yüksek laktoz içeren besinin başka besinlerle alınması, bağırsak geçiş süresi ve
florasındaki farklılıklar nedeniyle bireylerde farklı şiddetlerde hissedilebilmektedir (7).
Laktoz içeren süt ve süt ürünleri, diyetle alınan kalsiyum (Ca), fosfor (P), çinko ve riboflavin açısından ana
kaynağı oluşturmaktadır. Bu ürünlerin tüketimi sonrası yaşanan şikayetler diyette süt ve süt ürünlerinin
azaltılması ya da tamamen çıkarılması ile sonuçlanmaktadır. Başta Ca ve P olmak üzere, yetersiz besin ögesi
alımı ilerleyen yaşlarda kemik mineral yoğunluğunda azalma, kardiyovasküler hastalıklar (KVH), T2DM gibi
hastalıkların oluşmasında riski artırmaktadır (4,8).
Bu çalışma, bilinen herhangi bir hastalığı olmayan, sindirimle ilişkili şikayeti bulunmayan, sağlıklı bireylerde
laktoz intoleransı sıklığını ve malabsorbsiyon semptomlarına yönelik davranışlarını değerlendirilmek
amacıyla yapılmıştır.
Yöntem - Gereçler: Bu çalışma, SBÜ Gülhane Eğitim Araştırma Hastanesi’nde, Tıbbı Biyokimya Ana Bilim Dalı
laboratuvarında, herhangi bir şikayeti veya bilinen bir hastalığı olamayan, ‘Laktoz Tolerans Testi’ yaptırmak
üzere gönüllü olarak kan veren, 19-51 yaş arası yetişkin bireylerde yapılmıştır. Katılımcılara demografik
özelliklerini ve laktoz intoleransı semptomlarını sorgulayan bir anket ve sık görülen semptomlar için Görsel
Analog Skalası (VAS) yüz yüze görüşme ile uygulanmıştır. Katılımcılardan VAS ile diyare, karın ağrısı, mide
bulantısı, bağırsak sesleri, şişkinlik ve gaz şikayetlerinin şiddeti için, «yok=0 puan» ve «aşırı çok var=10
puan» olmak üzere 0›dan 10›a kadar puan vermeleri istenmiştir (9,10).
Laktoz tolerans testi için açlık kan glukozu ölçümünü takiben yapılan 50 g/400 ml laktoz yüklemesinden
sonra, kan glukozu ölçümü tekrarlanmıştır. Kan glukozunda açlık düzeyine göre 20 mg/dL ve altındaki artışlar
laktoz intoleransı açısından pozitif olarak değerlendirilmiştir (11).
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
68 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
698. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİSÖZEL SUNUMLAR
Bilinen metabolik hastalığı olan, son 2 hafta içinde antibiyotik, probiyobiyotik veya laktaz enzimi kullanmış
olan bireyler çalışmaya dahil edilmemiş, dahil edilen bireylerden bilgilendirilmiş onam alınmıştır. Çalışma için
SBÜ Girişimsel Olmayan Araştırmalar Etik Kurulu›ndan etik kurul onayı alınmıştır.
İstatiksel Değerlendirme: Verilerin analizinde SPSS.20 programı kullanılmıştır. Verilerin tanımlayıcı
istatistiklerinde sıklık, ortalama, standart sapma değerleri hesaplanmıştır.
Bulgular: Çalışmaya 20-47 yaş arası 12 erkek, 19-51 yaş arası 28 kadın olmak üzere 40 gönüllü katılmıştır.
Katılımcıların %77,1›inde yapılan testin sonucuna göre laktoz intoleransı «pozitif» bulunmuştur. Bu oran
kadınlarda %82,14, erkeklerde %75 ‘tir. Katılımcıların hiçbiri malabsorbsiyonla ilişkili semptomlara nedeniyle
herhangi bir uzmana başvurmamıştır.
Çalışmaya katılan erkeklerin BKİ ortalaması 25,61 ± 2,61 kg/m2, kadınların BKİ ortalaması 23,61±3,65 kg/
m2 olduğu belirlenmiştir. Bel çevreleri ise sırasıyla erkek ve kadın olmak üzere; ortalama 90,91±7,6 cm,
ortalama 75,08±11,4 cm olarak ölçülmüştür. Antropometrik ölçümler Tablo 1’de gösterilmiştir.
Tablo 1: Cinsiyete göre antropometrik özellikler
Erkek (n=12) Kadın (n=28)
Antropometrik ölçümler Alt değer Üst değer X±SS Alt değer Üst değer X±SS
Boy uzunluğu (cm) 165 186 176,75±5,34 152 170 162,78±5
Vücut ağırlığı(kg) 67 100 80,08±9,52 47 94 62,64±10,27
BKİ (kg/m2) 21 30,78 25,61±2,61 18,13 35,82 23,61±3,65
Bel çevresi (cm) 82 105 90,91±7,6 58 103 75,08±11,4
*X: ortalama, SS: standart sapma, BKİ: Beden Kütle İndeksi
Katılımcıların %77,1’inde laktoz intoleransı olduğu tespit edilmiş olsa da, katılımcılara süt içtikten sonra
yaşadıkları şikayetler sorulduğunda %40’ı “şikayetim yok”, %37,5’i “bağırsakta gaz” ve %37,5’i de “midede
şişkinlik” yaşadığını belirtmiştir (Tablo 2).
Diğer süt ürünleri tükettikten sonra şikayet yaşama durumları sorulduğunda; %65›inin ayran, yoğurt, kefir,
tereyağı gibi süt ürünlerinin tüketiminden sonra da benzer şikayetleri yaşadıkları öğrenilmiştir.
Tablo 2: Süt tüketiminden sonra yaşanılan semptomların dağılımı (n=40)
Semptomlar n %
Herhangi bir şikayetim yok 16 40,0
Karın ağrısı yaşıyorum 5 12,5
İshal oluyorum 4 10,0
Bağırsaklarımda gaz şikayetim oluyor 15 37,5
Mide bulantısıhissediyorum 4 10,0
Midemde şişkinlik yaşıyorum 12 30,0
Midemde kramp oluyor 1 2,5
Süt ve süt ürünü tüketiminden sonra yaşanılan malabsorbsiyon semptomlarından duyulan rahatsızlığın
şiddetini değerlendirmek amacıyla, VAS kullanılarak yapılan puanlamada, en çok «gaz» şikayetinden
muzdarip oldukları görülmüştür (Tablo 3).
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
69 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
70 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ SÖZEL SUNUMLAR
Tablo 3: Semptomlardan duyulan rahatsızlık için verilen VAS puanları
VAS Alt değer Üst değer X±SS
İshalden ne kadar rahatsızsınız? 1 5 1,94±1,19
Karın ağrısından ne kadar rahatsızsınız? 1 4 2,23±1,2
Mide bulantısından ne kadar rahatsızsınız? 1 10 2,58±2,31
Bağırsak hareketleri sesinden ne kadar rahatsızsınız? 1 5 2,79±1,56
Midede şişkinlik ve gazdan ne kadar rahatsızsınız? 1 10 4,05±2,53
*X: ortalama, SS: standart sapma
Sindirim şikayetleri yaşadıkları besinlerin tüketiminde değişiklik yapma durumları açısından değerlendirilen
katılımcıların %15›i her hangi bir değişiklik yapmamakta, %10›u diyetinden bu ürünleri çıkarmakta, %55›i
daha seyrek tüketmekte, %20›i ise tükettiği porsiyonu küçültmektedir. Ayrıca %70›i yaşadıkları şikayetlerin
kendiliğinden geçtiğini söylerken, %10›u ilaç kullandığını, %10›u süt tüketimine ara verdiğini, %5›i de
laktozsuz süt tercih ettiğini, %5’i de süt tüketmediğini bildirmiştir.
Sonuç Tartışma: Laktoz intoleransı başka hastalıklara bağlı olarak gelişebildiği ve bireylerin kendi beyanları
doğrultusunda değerlendirildiğinden prevelans hakkında farklı verilere rastlanmaktadır (5). Türkiye’de
görülen laktoz intoleransı prevelansı %70-80 olarak bildirilmiştir(4). Yaptığımız çalışmada %77,1 olan laktoz
intolerans sıklığı bu veriler ile benzerlik göstermektedir.
Çalışmamızda süt tüketimi sonrası en çok hissedilen semptomların gaz, şişkinlik ve karın ağrısı olduğu
görülmüştür. Benzer şekilde pek çok çalışmada bu semptomlar en sık olarak bildirilmiş, bizim çalışmamızdan
farklı olarak bazı çalışmalarda mide bulantısı da sık görülen semptomlar arasındadır (12-14).
Laktoz intoleransının tedavisi diyetle laktoz alımının, dolayısıyla süt ve süt ürünlerinin tüketiminin
kısıtlanması esasına dayanır (15). Ancak süt ürünleri tüketiminin sahip olduğu Ca, P, riboflavin gibi besin
ögeleri aracılığıyla bazı kronik hastalıklardan korunmada etkili olduğu bilinmektedir(16,17). Yapılan bir
çalışmada, hem erkeklerde hem kadınlarda süt ürünlerinin düzenli tüketiminin BKİ ve bel çevresi ile ters ilişkili
olduğu gösterilmiştir. Bununla ilişkili mekanizma kalsiyum alımının lipogenezi azalttığı ve lipolizi artırdığı
şeklinder (16). İspanyada 5081 yetişkin ile yapılan bir çalışmada süt ürünü tüketimi sıklığıyla obezite ve
hipertansiyon sıklığının ile ters ilişkili olduğu, T2DM sıklığında ise anlamlı bir ilişki olmadığı bildirilmiştir (17).
Çalışmamıza katılan bireylerin laktoz intoleransı olduklarını bilmemelerine rağmen, yaşadıkları rahatsızlıklar
nedeniyle süt ürünü tüketimini azaltma eğilimde olmaları, zamanla obezite ve hipertansiyon gibi hastalıkların
gelişimde rol oynayabilir.
Beş yıl takipli bir çalışmada kadınlara göre erkeklerde metabolik sedrom parametreleri ile süt ve süt ürünü
tüketimi arasında anlamlı bir ilişki olduğu gösterilmiştir. Yeterli süt ürünü tüketen erkeklerde kan basıncı,
HDL, BKİ ve bel çevresinde iyileşme bildirilmiştir (16). Çalışmamızdaki bireylerin çoğu malabsorbsiyon
semptomlarıyla karşılaştıkları besinleri diyetten çıkarma, tüketim sıklığını azaltma ya da tüketilen porsiyonu
küçültme eğilimi göstermektedir. Bu durum ilerleyen yaşlarda bu bireylerde metabolik sendrom açısından
riski artırabilir.
Postmenapozal dönemdeki 453 kadının katıldığı bir kohort çalışmasında laktoz intoleransına sahip olan
kadınların kemik mineral yoğunluğu açısından normal olduğu gösterilmiştir. Aynı çalışmada intoleransı
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
70 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
718. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİSÖZEL SUNUMLAR
olan kadınların Ca takviyesini daha uzun süredir ve daha düzenli kullanıyor oldukları da bildirilmiştir (18).
Bu çalışmadan farklı olarak, çalışmamızda yüksek oranda intoleransa sahip olan kadınlar herhangi bir gıda
takviyesi kullanmamaktadır. Diyet kısıtlaması eğilimleri nedeniyle günlük Ca alımlarının yeterli olmaması
durumda kemik mineral yoğunlu zamanla azalabilir.
Laktoz intoleransı olan bireylerde probiyotik takviyesinin dispeptik şikayetler üzerine olan etkisinin araştırıldığı
pilot çalışma, intolerans derecesinde anlamlı bir değişime neden olmasa da bireylerin şikayetlerinin azaldığını
bildirmiştir (19). Çalışmamıza probiyotik kullanımı olanlar, verilerin güvenirliğinin etkilememesi için dahil
edilmemiştir.
Sonuç: Çalışmamıza katılan bireylerin malabsorbsiyon semptomları yaşamalarına rağmen, bu durumu sorun
olarak değerlendirmedikleri ve hekime başvurmadıkları görülmüştür. Ancak şikayete neden olan besinlerden
kısmen kaçınma davranışları olduğu da belirlenmiştir. Laktoz intoleransı prevelansı yüksek olan toplumlarda
süt ve süt ürünü tüketiminin azaltılmasına bağlı olarak kronik hastalık riski de artış gösterebilir. Bu nedenle,
bireylerin tolerans semptomları ve diyet kısıtlamasının neden olabileceği sağlık sorunları açısından
bilgilendirilmelidir. Semptomlara yönelik olarak tıbbi tedavi seçenekleri değerlendirilmeli ve laktozu
azaltılmış ürünlerle diyet tedavisi planlanmalıdır. Bireylerin şikayetlerine göre laktoz yükleme testi yanında
nefes ölçümleri [(hidrojen (H2), karbondioksit (CO2) ve metan (CH4) gazları)] ile kısa ve pratik şekilde sonuç
alınan testlerin yaygınlaşmasının laktoz intolerasının saptanmasında önemli olacağı ve bireylerin yaşam
kalitelerinde artışa neden olacağı öngörülmektedir.
Çalışmanın Özgünlüğü ve Sınırlılıkları
Türkiye’de sağlıklı ve gönüllü bireyler ile yapılan çalışma sayısı azdır. Bu açıdan çalışmamız öncül niteliktedir.
Laktoz tolerans testinin Sağlık Uygulama Tebliği›nde ödemesinin olmaması, invaziv sayılabilecek kan alımı ile
yapılması ve çalışmanın tek merkezde yürütülebilmesi katılımcı sayısının sınırlı olmasının nedenidir. Merkez
sayısının arttırılması, laktoz tolerans testinin kan örneği dışında hidrojen solunum testi ile de yapılması ve
karşılaştırılması ile katılımcı sayısı artırılabilir, böylece daha detaylı ve kıymetli çalışmalar gerçekleştirilebilir.
Kaynaklar
1. Rosado JL. 2016. Lactose intolerance. GacMedMex. Sep;152 Suppl, 1:67-73.
2. Mahan LK, Raymond JL. 2017. Krause’sfood, Food&Thenutrition Care Prosess. 14th edition.
3. Lomer MC, Parkes GC, Sanderson JD. 2008. Review article: lactose intolerance in clinical practice—myths
and realities. Aliment Pharmacol Ther. Jan 15;27(2):93-103. Epub 2007 Oct 23.
4. Yılmaz Köse B, Ölmez Y. 2019. Güncel Gastroloji, 20:3.
5. Flatz G, Henze HJ, Palabiyikoglu E, Dagalp K, Türkkan T. 1986. Distribution of the adult lactase phenotypes
in Turkey. Trop GeogrMed. 38(3):255-8.
6. Tuncbilek E, Türün R, Say B. 1973. Lactose intolerance in Turkey. Lancet. 21;2(7821):151.
7. Zhao J, Fox M, Cong Y, Chu H, Shang Y, Fried M, Dai N. 2010.Lactose intolerance in patients with chronic
functional diarrhoea: the role of small intestinal bacterial overgrowth. Aliment Pharmacol Ther. Apr;31(8):892-
900. doi: 10.1111/j.1365-2036.2010.04252.x. Epub 2010 Feb 2.
8. Saltzman JR, Russell RM, Golner B, Barakat S, Dallal GE, Goldin BR. 1999. A randomized trial of Lactobacillus
acidophilus BG2FO4 to treat lactose intolerance. Am J ClinNutr. 69(1):140-6.
9. Casellas F, Varela E, Aparici A, Casaus M, Rodríguez P. 2009. Development, validation and applicability of
a symptoms questionnaire for lactose malabsorption screening. DigDisSci; 54: 1059–1065.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
71 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
72 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ SÖZEL SUNUMLAR
10. Aydın A, Araz A, Asan A. 2011. Görsel Analog Ölçeği ve Duygu Kafesi: Kültürümüze Uyarlama Çalışması.
Türk Psikoloji Yazıları, Haziran, 14 (27), 1-13.
11. Briet F, Pochart P, Marteau P, Flourie B, Arrigoni E, Rambaud JC. 1997. Improved clinical tolerance to
chronic lactose ingestion in subjects with lactose intolerance: a placebo effect? Gut. Nov;41(5):632-5.
12. Stephenson LS, Latham MC. 1974. Lactose intolerance and milk consumption: The relation of tolerance
to symptoms. Am. J. Clin. Nutr. 27:296–303. doi: 10.1093/ajcn/27.3.296.
13. Rorick MH, Scrimshaw NS. 1979. Comparative tolerance of elderly from differing ethnic backgrounds to
lactose-containing and lactose-free dairy drinks: A double-blindstudy. J. Gerontol. 34:191–196. doi: 10.1093/
geronj/34.2.191.
14. Rosado JL, Allen LH, Solomons NW. 1987. Milk consumption, symptom response, and lactose digestion
in milk intolerance. Am. J. Clin. Nutr. 45:1457–1460. doi: 10.1093/ajcn/45.6.1457.
15. Deng Y, Misselwitz B, Dai N, Fox M. 2015.Lactose Intolerance in Adults: Biological Mechanism and
Dietary Management.Nutrients.Sep 18;7(9):8020-35. doi: 10.3390/nu7095380.
16. Samara A, Herbeth B, Ndiaye NC, Fumeron F, Billod S, Siest G, Visvikis-Siest S. 2013.
Dairy product consumption, calcium intakes, and metabolic syndrome-related factors over 5 years in the
STANISLAS study. Nutrition. Mar;29(3):519-24. doi: 10.1016/j.nut.2012.08.013. Epub 2012 Dec 28.
17. Lago-Sampedro A et al. 2019. Dairy Product Consumption and Metabolic Diseases in the Di@bet.
esStudy. Nutrients. Jan 24;11(2). pii: E262. doi: 10.3390/nu11020262.
18. Enattah N, Pekkarinen T, Välimäki MJ, Löyttyniemi E, Järvelä I.2005. Genetically defined
adult-type hypolactasia and self-reported lactose intolerance as risk factors of osteoporosis in
Finnish postmenopausal women.Eur J Clin Nutr. Oct;59(10):1105-11.
19. Gingold-Belfer R, Levy S, Layfer O, Pakanaev L, Niv Y, Dickman R , Perets TT. 2019. Use
of a NovelProbioticFormulationtoAlleviate LactoseIntolerance Symptoms-a Pilot Study.
ProbioticsAntimicrobProteins. Jan 7. doi: 10.1007/s12602-018-9507-7.
Anahtar Kelime: Laktoz intoleransı, dispepsi, farkındalık, beslenme, süt ürünleri
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
72 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
738. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİSÖZEL SUNUMLAR
SS-010
KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’NDE YAŞAYAN İNSANLARIN YAŞ GRUPLARINA GÖRE AKDENİZ
DİYETİNE UYUMUNUN İNCELENMESİ
Hüseyin Sencar
Diet Line Beslenme Ve Sağlıklı Yaşam Merkezi
Giriş - Amaç: Bu araştırma ; Çocuk ve Gençlerin , Yetişkin ve Yaşlı bireylere göre Akdeniz Diyetine nasıl
uyum gösterdiklerini ve yaşın Akdeniz Diyetine uyumu üzerinde nasıl bir rol oynadığını saptamak amacıyla
yapılmıştır.
Akdeniz Diyeti: Geleneksel Akdeniz Diyeti 1960larda Ancel Keys tarafından tanımlanan bir besin
kalıbıdır. Akdeniz diyeti, Yunanistan , Girit , Fransa , İtalya , Kıbrıs gibi bazı Akdeniz kültürlerinin geleneksel
diyetleridir. Bu diyetin damak zevkine uygun ve kolay uygulanabilir olmasından dolayı yaygınlaşmış ve
tanınmıştır. Kalp-damar hastalıklarının önlenmesi ve tedavisinde önerilen diyet ile Akdeniz diyetinin temel
ilkeleri örtüşmektedir. Akdeniz diyetinin özü ; doğal , taze besinlerin tüketimi ve çok fazla işlem görmüş
besinlerin tüketiminden kaçınmaktır. Kalp hastalıklarından korunmada ‘altın standart ’ olarak kulanımı, pratik,
etkin ve hoşa giden diyet olmasından dolayı önerilmesi yaygınlaştırılmaktadır. Bu sağlıklı beslenme kalıbı
kardiyovasküler hastalıklar ve kanser mortalitesinde belirgin bir azalma ile ilişkilidir. Akdeniz Diyeti, güzel
lezzetleri içinde barındıran pozitif etkilerle birleştiren bir beslenme kalıbıdır. Bu beslenme şeklinin genel
özellikleri bitkisel esaslı gıdaların yüksek tüketiminden oluşur. Yüksek et ve balık tüketimi, düşük enerjili
sebzeler ve meyvelerin fazla tüketimi, yüksek enerjili zeytinyağı , fıstık , fındık gibi besinlerin tüketimi
Akdeniz Diyetini karakterize eder. Bu sağlıklı beslenme düzenine bağlılığın kilo alımına karşı koruyucu
olabileceği belirsizdir.Akdeniz diyetinde omega-3 kaynaklarından zengin bir diyettir. Bitkisel kaynaklı
omega-3 olarak alfa-linolenik asit (ALA) , hayvansal kaynaklı olarak özellikle balıktan eikosapentaenoik
asit (EPA) ve dokosaheksaenoik asit (DHA)’ten zengindir ve bu omega-3 sayesinde de kardiyovasküler
hastalıklardan oluşan mortaliteyi azaltmaktadır. Akdeniz Diye-tinde ılımlı derecede kırmızı şarap da
bulunmaktadır. Kırmızı şarabın içinde bulunan polifenoller , kolesterol , trigliserit düzeylerini düşürmekte ve
kalp damar hastalıklarının riskinin azaltılmasında rol oynamaktadır. Kırmızı şarabın içinde bulunan polifenollar
LDL oksidasyonunu azaltmaktadır. Beyaz şarabın içerisinde bulunan bir polifenol çeşiti olan quercetin kan
basıncını düşürücü , böbrek ve kardiyak hipertrofisini azaltıcı etki göstermektedir. Aynı zamanda quercetin
diyabetik nefropatinin ilerlemesini yavaşlatmaktadır. Kırmızı şarap bileşenlerinden resvatrolün de düzenli
ve orta düzeyde alımı kan lipid düzeyinin , trigliseritin , total kolesterolün azalmasına yardımcı olmuştur.
Karaciğer yağlanmasının da resvatrol tüketimi yani kırmızı şarap tüketimi ile azalacağı belirlenmiştir.
Polifenoller antioksidan olduklarından dolayı nefropati , nöropati, retinopati gibi uzun süreli hastalıkların
yavaşlatılmasında , diyabetin komplikasyonlarının önlenmesine yardımcı olmaktadır. Aynı zamanda poli-
fenoller oksidatif stres ürünlerinin de birimini önlemektedir. Akdeniz diyetinde serbest olan besinler ;
sebzeler , meyveler , kepekli ekmek , tahıllar , yağı alınmış et , derisi alınmış kümes hayvanları düşük yağlı
süt , yoğurt , peynir , somon , alabalık , ton balığı , uskumru gibi balık türleri haftada en az 2-3 kez tüketilmeli
, zeytinyağı , keten tohumu yağı , soya fasülyesi , mercimek , nohut , kabuklu yemişler serbesttir. Akşam
yemeklerinde 1 kadeh 150 ml şarap tüketilmelidir. Tüketimi sınırlandırılan besinler ise ; tereyağı , kremalı
sosla hazırlanan yemekler , şekerleme , beyaz ekmek , bisküviler , rafine karbonhidratlar , nişasta içeren
yiyecekler , yağda kızartılmış ve işlenmiş ürünler , mısırözü yağı , ayçiçeği yağı , soya yağı , fıstık yağı ,
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
73 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
74 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ SÖZEL SUNUMLAR
tuzlu veya balla kızartılmış kuruyemişlerin tüketimi en aza indirilmelidir. Fast-food türü besinlerin tüketimi
durdurulmalıdır. Akdeniz diyetinde yüksek C vitamini , E vitamini , flavonoidler , doymamış yağ asitleri ve
balık tüketimi , yüksek B12 ve folat seviye-leri , orta derecede etanol ve düşük seviyedeki toplam yağlar
bilişsel kaybı yavaşlatmaktadır.
Yöntem - Gereçler: Bu çalışma , Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Gazimağusa bölgesinde ikamet eden bireyler
üzerinde yapılmıştır. Bu çalışma , Şubat 2017 – Nisan 2017 tarihlerinde rastgele seçilmiş 25 çocuk , 25
adolesan , 25 yetişkin ve 25 yaşlı arasında yapılmıştır. Araştırma kapsamında elde edilen tüm bilgiler ,
hazırlanan anket formundaki sorular yardımıyla bireylere sorularak alınmıştır. Anket , yaş , okuma düzeyi ,
sağlık durumu, bireylerin vücut analizi ve KIDMED Akdeniz Diyeti uyum formu olmak üzere beş bölümden
oluşmaktadır. Bireyler , 5-12 yaş arası çocuk , 13-18 yaş arası adolesan , 19-64 yaş arası yetişkin , 65 yaş ve
üzeri de yaşlı olarak alınmıştır. Vücut ağırlığı: Bireylerin vücut ağırlığı 0.1 kg hassasiyete sahip olan tanita
MC 780 ile çorapsız olmalarına dikkat edilerek alınmıştır. Bu ölçüm ile bireylerin kilo(kg) , vücut yağ oranı(%) ,
BKİ’leri bulunmuştur. Boy uzunluğu: Ayaklar yan yana , baş frankfort düzleminde iken ayakta düz bir duvara
baş , kalça ve ayak topuklarının arkası değecek şekilde esnemeyen mezura ile ölçüm yapılmıştır.
Bulgulular: Yaş Gruplarına Göre Akdeniz Diyeti Skorları
SINIF N MİNİMUM MAKSİMUM ORTALAMA Std. SAPMA
ÇOCUK 25 3 11 6,7 2,2
ADOLESAN 25 1 9 5 2,1
YETİŞKİN 25 3 8 5,7 1,4
YAŞLI 25 0 10 4,9 2,5
Akdeniz Diyetine uyum skoru 0-3 arasında ise ‘DÜŞÜK’ derece uyum , 4-7 arasında ise ‘ORTA’ derece uyum
ve 8-12 arasında ise ‘İYİ’ derece uyum olarak kabul edilmektedir. Çocuk bireyler genel olarak Akdeniz
Diyetine 6.7 ortalama puan ile orta derece uyum göstermektedir. Adolesan bireylerin ortalama Akdeniz
Diyeti puanı 5’tir bu da orta derece uyum olarak kabul edilmektedir. Adolesan bireylerin çocuk bireylere
göre Akdeniz Diyeti skorunun düşmesi beklenilen bir sonuçtur, bunun sebebi ise adolesan bireylerde ev dışı
besin tüketiminin artmış olduğu gösterilebilir. Yetişkin bireylerin ortalama Akdeniz Diyeti puanı 5,7’dir, bu da
Gazimağusa’da yaşayan yetişkin bireylerin Akdeniz Diyetine orta derece uyum gösterdiğini göstermektedir.
Yaşlı bireylerin ise Akdeniz Diyetine uyum puanları 4.9’dur, bu skor yaşlıların Akdeniz Diyetine orta derece
uyum gösterdiğini göstermektedir.
Bel Çevresi / Boy Uzunluğu Oranı
SINIF N MİNİMUM MAKSİMUM ORTALAMA Std. SAPMA
ÇOCUK 25 0,42 0,63 0,49 0,05
ADOLESAN 25 0,35 0,62 0,44 0,06
YETİŞKİN 25 0,40 0,68 0,48 0,07
YAŞLI 25 0,44 0,83 0,61 0,11
Kalp ve damar hastalıklarının risk faktörlerini saptamada bel çevresi , bel/boy oranı ve bel/kalça oranı önemli
göstergelerdir. Bel çevresi ve boy uzunluğu arasındaki oran, karın bölgesi yağlarını ve kardiyolojik risk
faktörlerini belirlemede daha kolay ve hassas bir yöntemdir. Bel çevresi ve boy uzunluğu arasındaki oranın
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
74 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
758. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİSÖZEL SUNUMLAR
hesaplaması ve değerlendirmesi oldukça pratiktir; bel çevresinin boy uzunluğuna bölündüğünde bulunan
değer ≥ 0.5 çıkıyorsa, tip 2 diyabet ve Kalp ve damar hastalıklarına yakalanma riski vardır(38). Çocuk
bireylerin bel/boy oranlarına bakıldığında ortalama olarak 0.49 bulunmuştur, bu değer uygun ve istenilen
orandır ve kalp-damar hastalıkları , diyabet gibi hastalıklar için risk taşımadığını göstermektedir. Adolesan
bireylerin bel/boy oranlarının ortalaması 0.44 olarak bulunmuştur. Bu oranın çocuklara göre daha düşük
olmasının sebebi büyümenin hızlanmış olması , boyun uzaması olabilir. Sonucun istenilen aralıklarda çıkması
kalp-damar hastalıkları , diyabet gibi hastalıklar için risk olmadığını göstermektedir. Yetişkin bireylerin
bel/boy oranları ortalaması 0.48 olarak bulunmuştur. Bu oran çalışmaya alınan yetişkin bireylerin bel/boy
oranlarının kalp-damar hastalıkları , diyabet gibi hastalıklar için risk taşımadığını göstermektedir. Yaşlı
bireylerin bel/boy oranları ortalaması 0.61 olarak bulunmuştur. Bu oran istenilenin üzerinde olduğundan
kalp-damar hastalıkları , diyabet gibi hastalıkların riskini de arttırmaktadır. Bel/boy oranının yaşlı bireylerde
yüksek çıkmasının sebebi yaşlılarda abdominal yağlanmanın artması , yağsız vücut kütlesinin azalması ve
fiziksel aktivitenin azalması olabilmektedir.
Akdeniz Diyeti Uyum Sınıflaması ile Eğitim Durumu
Eğitim durumu N %
İLKÖĞRETİM düşük 8 20,0
iyi 8 20,0
orta 24 60,0
Total 40 100,0
ORTAÖĞRETİM düşük 8 21,1
iyi 5 13,2
orta 25 65,8
Total 38 100,0
YÜKSEKÖĞRETİM düşük 1 4,5
iyi 5 22,7
orta 16 72,7
Total 22 100,0
Çalışmaya alınan bireylerin %40’ı ilköğretim , %38’i ortaöğretim ve %22’si ise yükseköğretim durumundadır.
Eğitim durumu ilköğretim olan bireylerin AD’ne uyumu %20 düşük , %60 orta , %20 iyi derecedir. Eğitim
durumu ortaöğretim olan bireylerin %21.1’i düşük , %65.8’i orta ve %13.2’si ise AD’ne iyi derece uyum
göstermiştir. Eğitim durumu yükseköğretim olan bireylerin %4.5’i düşük , %72.7’si orta ve %22.7’si ise iyi
derece uyum göstermektedir. Eğitim durumu arttıkça Akdeniz Diyetine uyum da artmaktadır.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
75 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
76 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ SÖZEL SUNUMLAR
Akdeniz Diyetine Uyumun Sınıflaması ve Diyabet Varlığı
Akdeniz Diyeti Sınıflama N %
DÜŞÜK Var 3 17,6
Yok 14 82,4
Total 17 100,0
İYİ Var 1 5,6
Yok 17 94,4
Total 18 100,0
ORTA Var 6 9,2
Yok 59 90,8
Total 65 100,0
Çalışmaya alınan Akdeniz Diyetine düşük uyum gösteren bireylerin Diyabet varlığına bakıldığında
%17,6’sında Diyabet var , %82,4’ünde ise yoktur. Akdeniz Diyetine orta derece uyum gösteren bireylerdeki
Diyabet varlığına bakıldığında %9,2’sinde var , %90,8’inde Diyabet yoktur. Akdeniz Diyetine iyi derece uyum
gösteren bireylerin Diyabet varlığına bakıldığında %5,6’sında var , %94,4’ünde ise Diyabet yoktur. Yani
Akdeniz Diyetine uyum arttıkça Diyabet hastalığının prevelansında azalma görülmektedir. Düşük derece
uyum gösteren bireylerdeki Diyabet varlığı %17,6 , orta derece uyum gösteren bireylerdeki Diyabet varlığı
%9,2, iyi derce uyum gösteren bireylerdeki Diyabet varlığı ise %5,6 olarak bulunmuştur .
Akdeniz Diyetine Uyumun Sınıflaması ve Hipertansiyon Hastalığı Varlığı
Akdeniz Diyeti Sınıflama N %
DÜŞÜK Var 7 41,2
Yok 10 58,8
Total 17 100,0
İYİ Var 1 5,6
Yok 17 94,4
Total 18 100,0
ORTA Var 7 10,8
Yok 58 89,2
Total 65 100,0
Çalışmaya alınan Akdeniz Diyetine düşük uyum gösteren bireylerin Hipertansiyon varlığına bakıldığında
%41,2’sinde var , %58,8’inde ise yoktur. Akdeniz Diyetine orta derece uyum gösteren bireylerdeki
Hipertansiyon varlığına bakıldığında %10,8’inde var , %89,2’sinde yoktur. Akdeniz Diyetine iyi derece
uyum gösteren bireylerin Hipertansiyon varlığına bakıldığında %5,6’sında var , %94,4’ünde ise yoktur. Yani
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
76 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
778. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİSÖZEL SUNUMLAR
Akdeniz Diyetine uyum arttıkça Hipertansiyon hastalığının prevelansında azalma görülmektedir. Düşük
derece uyum gösteren bireylerdeki Hipertansiyon varlığı %41,2 , orta derece uyum gösteren bireylerdeki
Hipertansiyon varlığı %10,8 , iyi derce uyum gösteren bireylerdeki Hipertansiyon varlığı ise %5,6 olarak
bulunmuştur . Akdeniz Diyetine düşük derece uyum gösteren bireylerle orta derece uyum gösteren bireylerin
Hipertansiyon hastalığının olması arasında anlamlı derecede fark olduğu bulunmuş ve prevalansı %73,8
oranında azalmaktadır. Akdeniz Diyetine orta derece uyum gösteren bireylerle iyi derece uyum gösteren
bireylerin Hipertansiyon hastası olması arasında anlamlı derecede fark bulunmuş ve prevelansı %48,1
oranında azalmaktadır.
Akdeniz Diyetine Uyumun Sınıflaması ve Kalp-Damar Hastalıkları Varlığı
Akdeniz Diyeti Sınıflama N %
DÜŞÜK Var 3 17,6
Yok 14 82,4
Total 17 100,0
İYİ Var 1 5,6
Yok 17 94,4
Total 18 100,0
ORTA Var 5 7,7
Yok 60 92,3
Total 65 100,0
Çalışmaya alınan Akdeniz Diyetine düşük uyum gösteren bireylerin Kalp-Damar hastalıkları varlığına
bakıldığında %17,6’sında var , %82,4’ünde ise yoktur. Akdeniz Diyetine orta derece uyum gösteren
bireylerdeki Kalp-Damar hastalıkları varlığına bakıldığında %7,7’sinde var , %92,3’ünde yoktur. Akdeniz
Diyetine iyi derece uyum gösteren bireylerin Kalp-Damar hastalıkları varlığına bakıldığında %5,6’sında var ,
%94,4’ünde ise yoktur. Yani Akdeniz Diyetine uyum arttıkça Kalp-Damar hastalıkları prevelansında azalma
görülmektedir. Düşük derece uyum gösteren bireylerdeki Kalp-Damar hastalıkları varlığı %17,6 , orta derece
uyum gösteren bireylerdeki Kalp-Damar hastalıkları varlığı %7,7 , iyi derce uyum gösteren bireylerdeki Kalp-
Damar hastalıkları varlığı ise %5,6 olarak bulunmuştur . Akdeniz Diyetine düşük derece uyum gösteren
bireylerle orta derece uyum gösteren bireylerde Kalp-Damar hastalıkları olması arasında anlamlı derecede
fark olduğu bulunmuş ve prevalansı %56,3 oranında azalmaktadır. Akdeniz Diyetine orta derece uyum
gösteren bireylerle iyi derece uyum gösteren bireylerin Kalp-Damar Hastalıkları olması arasında anlamlı bir
fark bulunmamıştır.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
77 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
78 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ SÖZEL SUNUMLAR
Akdeniz Diyetine Uyumun Sınıflaması ve Kolesterol Varlığı
Akdeniz Diyeti Sınıflama N %
DÜŞÜK Var 6 35,3
Yok 11 64,7
Total 17 100,0
İYİ Var 1 5,6
Yok 17 94,4
Total 18 100,0
ORTA Var 9 13,8
Yok 56 86,2
Total 65 100,0
Çalışmaya alınan Akdeniz Diyetine düşük uyum gösteren bireylerin Kolesterol hastalığı varlığına bakıldığında
%35,3’ünde var , %64,7’sinde ise yoktur. Akdeniz Diyetine orta derece uyum gösteren bireylerdeki
Kolesterol hastalığı varlığına bakıldığında %13,8’inde var , %86,2’sinde yoktur. Akdeniz Diyetine iyi derece
uyum gösteren bireylerin Kolesterol hastalığı varlığına bakıldığında %5,6’sında var , %94,4’ünde ise yoktur.
Düşük derece uyum gösteren bireylerdeki Kolesterol hastalığı varlığı %35,3 , orta derece uyum gösteren
bireylerdeki Kolesterol hastalığı varlığı %13,8 , iyi derce uyum gösteren bireylerdeki Kolesterol hastalığı
varlığı ise %5,6 olarak bulunmuştur . Akdeniz Diyetine düşük derece uyum gösteren bireylerle orta derece
uyum gösteren bireylerdeki Kolesterol hastası olması arasında anlamlı derecede fark olduğu bulunmuş ve
prevalansı %60,9 oranında azalmaktadır. Akdeniz Diyetine orta derece uyum gösteren bireylerle iyi derece
uyum gösteren bireylerin Kolesterol hastası olması arasında da anlamlı bir fark bulunmuş ve prevalansı
%59,4 oranında azalma göstermektedir.
Akdeniz Diyetine Uyum Durumu ve Nörodejeneratif Hastalıkların Varlığı
Akdeniz Diyeti Sınıflama N %
DÜŞÜK Yok 17 100,0
İYİ Yok 18 100,0
ORTA Var 1 1,5
Yok 64 98,5
Total 65 100,0
Çalışmaya alınan Akdeniz Diyetine düşük derece uyum gösteren bireylerde Nörodejeneratif hastalıklara
rastlanmamıştır. Akdeniz diyetine orta derece uyum gösteren bireylerin Nörodejeneratif hastalıklarına
bakıldığında %1,5’inde olduğu , %98,5’inde olmadığı bulunmuştur. Akdeniz Diyetine iyi derecede uyum
gösteren bireylerde de Nörodejeneratif hastalıklara rastlanmamıştır.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
78 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
798. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİSÖZEL SUNUMLAR
Akdeniz Diyetine Uyumun Sınıflaması ve Kanser Varlığı
Akdeniz Diyeti Sınıflama N %
DÜŞÜK Var 1 5,9
Yok 16 94,1
Total 17 100,0
İYİ Yok 18 100,0
ORTA Yok 65 100,0
Çalışmaya alınan Akdeniz Diyetine düşük derece uyum gösteren bireylerin Kanser hastası olma durumuna
bakıldığında %5,9’unda var , %94,1’inde ise yoktur. Akdeniz Diyetine orta ve iyi derece uyum gösteren
bireylerde Kanser hastalığına rastlanmamıştır.
Akdeniz Diyetine Uyum Sınıflaması ve BKİ Sınıflaması
Akdeniz diyeti sınıflama N %
DÜŞÜK Valid Normal 6 35,3
hafif şişman 6 35,3
Obez 5 29,4
Total 17 100,0
İYİ Valid Zayıf 1 5,6
Normal 8 44,4
hafif şişman 2 11,1
Obez 7 38,9
Total 18 100,0
ORTA Valid Zayıf 4 6,2
Normal 31 47,7
hafif şişman 14 21,5
Obez 16 24,6
Total 65 100,0
Çalışmaya alınan Akdeniz Diyetine düşük derece uyum gösteren bireylerin %35,3’ü normal kilolu , %35,3’ü
hafif şişman , %29,4’ü obez bulunmuştur. Akdeniz Diyetine orta derece uyum gösteren bireylerin %6,2’si
zayıf , %47,7’si normal kilolu , %21,5’i hafif şişman ve %24,6’sı da obez olarak bulunmuştur. Akdeniz Diyetine
iyi derece uyum gösteren bireylerin %5,6’sı zayıf , %44,4’ü normal kilolu , %11,1’i hafif şişman ve %38,9’u
da obez olarak bulunmuştur. Akdeniz Diyetine düşük derece uyum gösteren ve orta derece uyum gösteren
bireyler arasındaki BKİ ölçümlerine bakıldığında Akdeniz Diyetine uyum arttıkça hafif şişman ve obez olma
durumunun azaldığı bulunmuştur fakat Akdeniz Diyetine orta derece uyum gösteren gösteren bireylerle
iyi derece uyum gösteren bireylerin BKİ’leri arasındaki farka bakıldığında Akdeniz Diyetine iyi derece uyum
gösteren bireylerin hafif şişman ve obez olma prevelanlarının daha yüksek olduğu bulunmuştur.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
79 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
80 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ SÖZEL SUNUMLAR
Sonuç: Çalışmaya her gruptan ( çocuk , adolesan , yetişkin , yaşlı ) 25 denek seçilmiştir. Toplam 100 deneğin
65’i kadın , 35’i erkektir. Çocuk bireyler Akdeniz Diyetine ortalama 6.7 ± 2.2 puan ile orta derece uyum
göstermektedir. Adolesan bireylerin ortalama Akdeniz Diyeti puanı 5.0 ± 2.1 puan ile orta derece uyum
göstermektedirler. Yetişkin bireylerin ortalama Akdeniz Diyeti puanı 5,7 ± 1.4 puan ile orta derece uyum
gösterdiğini göstermektedir. Yaşlı bireylerin ise Akdeniz Diyetine uyum puanları 4.9 ± 2.5 puan ile Akdeniz
Diyetine orta derece uyum gösterdiğini göstermektedir.
Çocuk bireylerin bel/boy oranlarına bakıldığında ortalama olarak 0.49 ± 0.05 bulunmuştur, bu değer uygun
ve istenilen orandır. Adolesan bireylerin bel/boy oranlarının ortalaması 0.44 ±0.06 olarak bulunmuştur.
Yetişkin bireylerin bel/boy oranları ortalaması 0.48 ± 0.07 ile bulunmuştur. Yaşlı bireylerin bel/boy oranları
ortalaması 0.61± 0.11 ile bulunmuştur. Bu oran istenilenin üzerinde olduğundan kalp-damar hastalıkları ,
diyabet gibi hastalıkların riskini de arttırmaktadır.
Akdeniz Diyetine düşük uyum gösteren bireylerin Diyabet varlığına bakıldığında %17.6’sında Diyabet
var , %82.4’ünde ise yoktur. Akdeniz Diyetine orta derece uyum gösteren bireylerdeki Diyabet varlığına
bakıldığında %9.2’sinde var , %90.8’inde Diyabet yoktur. Akdeniz Diyetine iyi derece uyum gösteren
bireylerin Diyabet varlığına bakıldığında %5.6’sında var , %94.4’ünde ise Diyabet yoktur.
Akdeniz Diyetine düşük uyum gösteren bireylerin Hipertansiyon varlığına bakıldığında %41,2’sinde var ,
%58,8’inde ise yoktur. Akdeniz Diyetine orta derece uyum gösteren bireylerdeki Hipertansiyon varlığına
bakıldığında %10,8’inde var , %89,2’sinde yoktur. Akdeniz Diyetine iyi derece uyum gösteren bireylerin
Hipertansiyon varlığına bakıldığında %5,6’sında var , %94,4’ünde ise yoktur.
Akdeniz Diyetine düşük uyum gösteren bireylerin Kalp-Damar hastalıkları varlığına bakıldığında %17,6’sında
var , %82,4’ünde ise yoktur. Akdeniz Diyetine orta derece uyum gösteren bireylerdeki Kalp-Damar
hastalıkları varlığına bakıldığında %7,7’sinde var , %92,3’ünde yoktur. Akdeniz Diyetine iyi derece uyum
gösteren bireylerin Kalp-Damar hastalıkları varlığına bakıldığında %5,6’sında var , %94,4’ünde ise yoktur.
Akdeniz Diyetine düşük uyum gösteren bireylerin Kolesterol hastalığı varlığına bakıldığında %35,3’ünde
var , %64,7’sinde ise yoktur. Akdeniz Diyetine orta derece uyum gösteren bireylerdeki Kolesterol hastalığı
varlığına bakıldığında %13,8’inde var , %86,2’sinde yoktur. Akdeniz Diyetine iyi derece uyum gösteren
bireylerin Kolesterol hastalığı varlığına bakıldığında %5,6’sında var , %94,4’ünde ise yoktur.
Akdeniz Diyetine düşük derece uyum gösteren bireylerde Nörodejeneratif hastalıklara rastlanmamıştır.
Akdeniz diyetine orta derece uyum gösteren bireylerin Nörodejeneratif hastalıklarına bakıldığında %1,5’inde
olduğu , %98,5’inde olmadığı bulunmuştur. Akdeniz Diyetine iyi derecede uyum gösteren bireylerde de
Nörodejeneratif hastalıklara rastlanmamıştır.
Akdeniz Diyetine düşük derece uyum gösteren bireylerin %35,3’ü normal kilolu , %35,3’ü hafif şişman ,
%29,4’ü obez bulunmuştur. Akdeniz Diyetine orta derece uyum gösteren bireylerin %6,2’si zayıf , %47,7’si
normal kilolu , %21,5’i hafif şişman ve %24,6’sı da obez olarak bulunmuştur. Akdeniz Diyetine iyi derece
uyum gösteren bireylerin %5,6’sı zayıf , %44,4’ü normal kilolu , %11,1’i hafif şişman ve %38,9’u da obez
olarak bulunmuştur.
Anahtar Kelime: akdeniz diyeti , hastalık
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
80 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
818. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİSÖZEL SUNUMLAR
SS-011
TOPLU BESLENME SİSTEMLERİNDE ÇALIŞAN BİREYLERİN BESLENME DURUMUNUN SAPTANMASI VE
FİZİKSEL AKTİVİTELERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Sevde Kahraman1, Soylu M1, Karğın M2, Çelik F1
1. Biruni Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, İstanbul, Türkiye2. Serbest diyetisyen
Giriş - Amaç : Ülkemizde kadınların iş hayatında aktif rol alması, iş saatlerinin yoğunluğu, sosyalleşme ihtiyacı
ile şehirleşme ve endüstrileşmedeki artışa paralel olarak ev dışında yemek yeme ihtiyacı ve isteğinde de
artış görülmektedir. Bugüne kadar toplu beslenme sistemlerinde çoğunlukla odak noktası tüketiciler olmuş,
bu hizmeti sunan personel daha çok temizlik ve hijyen yönünden değerlendirilmiştir. Oysa sürekli yeme
içme ortamında bulunan ve beslenme uyarılarına daha fazla maruz kalan bu kişilerinde nütrisyonel yönden
değerlendirilmeleri önemlidir. Bu çalışma, toplu beslenme sistemlerinde çalışmakta olan personelin (aşçı,
bulaşıkçı, meydancı, garson vb) beslenme durumları ile fiziksel aktivite düzeylerinin değerlendirilmesi
amacıyla yürütülmüştür.
Yöntem - Gereçler: Araştırma; İstanbul ilinde, 02.2018-03.2018 ayları arasında, 12 hastanenin toplu
beslenme sistemlerinde çalışan 76 kadın, 44 erkek olmak üzere toplam 120 personel üzerinde yapılmıştır.
Çalışmada, demografik özelliklerin ve genel sağlık durumunun sorgulandığı 25 maddeden oluşan anket
formu, 24 saatlik geriye dönük ‘’Besin Tüketim Kaydı’’ ve 7 sorudan oluşan ‘’Uluslararası Fiziksel Aktivite
Anketi (Kısa) (IPAQ-Short Form)’’ kullanılmıştır. Veriler SPSS 15.0 paket programı ile değerlendirilmiştir.
Bulgular: Araştırmaya dahil edilen, toplu beslenme sistemlerinde çalışan yaş ortalaması 38,52±10,2 olan
personellerin %63,3’ü kadın, %36,7’si erkektir. Katılımcıların beden kütle indeksleri değerlendirildiğinde
cinsiyete göre istatistiksel anlamlı bir farklılık olmaksızın %23,3’ü normal ağırlığa sahip iken, %45’i hafif
şişman, %31,7’s,i obezdir. Personelin geriye dönük 24 saatlik besin tüketim kaydı değerlendirildiğinde
günlük ortalama 144,6±37,4 g karbonhidrat, 62,1±21 g protein, 68,2± 19,3 g yağ tükettikleri saptanmıştır.
Bireylerin günlük ortalama enerji tüketimi 1451,3±308,1 kkal olup en düşük 882,9 kkal, en yüksek 2208
kkal’dir. Çalışanların %18,3’ü ağırlık kaldırma, futbol ve hızlı bisiklet çevirme gibi şiddetli aktivite türlerini
düzenli olarak yaparken, hafif yük taşıma, dans, bowling gibi orta şiddetli aktivite yapanların oranı %68,3’ dir.
Bireylerin IPAQ-Short Form skoru incelendiğinde ise, fiziksel aktivite ile harcadıkları en az enerji miktarı 234
kkal/gün, en fazla 927 kkal/gün olarak saptanmıştır. Çalışanların fiziksel aktivite ile harcadıkları ortalama
enerji 466±159,1 kkal/gün olarak saptanmıştır.
Sonuç : Araştırmaya dahil edilen, toplu beslenme sistemlerinde çalışan bireylerde obezite görülme sıklığı,
Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması (TBSA, 2010) sonuçları ile karşılaştırıldığında hafif şişmanlık ve
obezite oranının yaklaşık 1,2 kat daha fazla olduğu saptanmıştır. Sağlıklı bireylere göre günlük aldıkları
enerjinin yağdan gelen oranı daha yüksek, karbonhidrat oranı ise daha düşük bulunmuştur. Katılımcıların
besin tüketimi ile aldığı enerjinin yaklaşık %32’sini günlük fiziksel aktivite ile harcadığı gözlenmiştir. Toplu
beslenme sistemlerinde çalışan personelin obezite, beslenme örüntüsü ve fiziksel aktivite yönünden
değerlendirilmeleri, bunun için de sağlıklı beslenme ve yaşam konusunda profesyonel destek almaları
önemlidir.
Anahtar Kelime: toplu beslenme sistemleri çalışanları, beslenme durumu, fiziksel aktivite
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
81 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
82 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ SÖZEL SUNUMLAR
SS-012
BİR VAKIF HASTANESİNDE ÇALIŞAN VARDİYALI VE VARDİYASIZ SAĞLIK PERSONELLERİNİN YEME
DAVRANIŞLARI VE UYKU KALİTELERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
Dyt. Tamar Demirçi, Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi
Prof. Dr. Fatma Çelik, Biruni Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Dyt. Emre Manisalı, Biruni Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Giriş - Amaç: Hizmetin mecburi olarak tüm gün sürdürülmesi durumu vardiyalı çalışma sisteminin temelini
oluşturmaktadır. Vardiyalı çalışma sistemi insan fizyolojisi ve psikolojisi üzerinde çeşitli olumsuz etkilere
neden olmaktadır. Yapılan bu çalışmada vardiyalı çalışmanın sağlık personellerinin uyku kalitesi ve yeme
davranışları üzerindeki etkileri araştırılmıştır.
Yöntem - Gereçler: Çalışma, İstanbul’daki bir vakıf hastanesinde çalışan 110 gönüllü sağlık personeli
üzerinde yapılmıştır. Katılımcıların 60’ı vardiyalı çalışırken, 50’si ise vardiyasız çalışmaktadır. Yeme
davranışlarının belirlenmesinde Hollanda Yeme Davranışı (DEBQ), uyku kalitesinin değerlendirilmesinde
Pittsburgh Uyku Kalite İndeksi (PUKİ) kullanılmıştır. Veriler değerlendirilirken parametrik ve parametrik olmayan
istatistiksel metotlar kullanılmıştır.
Bulgular: Vardiyalı çalışanların %76,7’si, vardiyasız çalışanların ise %42,0’sinin PUKİ değerlendirmesi
sonucunda kötü uyku kalitesine sahip olduğu belirlenmiştir. Vardiyasız çalışan kadın sağlık personellerinin BKİ
düzeyleri [23.47 (±2.71) kg/m2], vardiyalı çalışanların BKİ düzeyine [21.52 (±2.07) kg/m2] göre daha yüksek
bulunmuştur. Yeme davranışları karşılaştırıldığında vardiyalı çalışanların duygusal yeme davranışı puanı [2.49
(± 1.28)], vardiyalı çalışmayanların duygusal yeme davranışı puanı puanlarından [1.97 (± 0.96)] daha yüksek
bulunmuştur (p<0.05). Sağlık çalışanlarının kısıtlayıcı yeme davranışı puanı ve dışsal yeme davranışı puanı
grup ortalamaları arasındaki fark istatistiksel açıdan önemli değildir (p>0.05). Vardiyalı çalışanlarda; sağlık
çalışanlarının kısıtlayıcı yeme davranışı puanı, duygusal yeme davranışı puanı, dışsal yeme davranışı puanı
ve yeme davranışı puanı ortalamalarının uyku kalitesi durumu değişkenine göre grup ortalamaları arasındaki
fark da istatistiksel açıdan önemli bulunmamıştır (p>0.05). Vardiyasız çalışanlarda uyku kalitesi kötü olan
sağlık çalışanlarının kısıtlayıcı yeme davranışı puanı [2.89 (± 0.76)], uyku kalitesi iyi olan sağlık çalışanlarının
kısıtlayıcı yeme davranışı puanı puanlarından [2.23 (± 0.80)] yüksek bulunmuştur (p<0.05). Sağlık çalışanlarının
duygusal yeme davranışı puanı, dışsal yeme davranışı puanı, grup ortalamaları arasındaki fark istatistiksel
açıdan önemli bulunmamıştır (p>0.05). çalışan kadın sağlık personellerinin BKİ düzeyleri [23.47 (±2.71) kg/
m2], vardiyalı çalışanların BKİ düzeyine [21.52 (±2.07) kg/m2] göre daha yüksek bulunmuştur. Yeme
davranışları karşılaştırıldığında vardiyalı çalışanların duygusal yeme davranışı puanı [2.49 (± 1.28)],
vardiyalı çalışmayanların duygusal yeme davranışı puanı puanlarından [1.97 (± 0.96)] daha yüksek
bulunmuştur (p<0.05). Sağlık çalışanlarının kısıtlayıcı yeme davranışı puanı ve dışsal yeme davranışı
puanı grup ortalamaları arasındaki fark istatistiksel açıdan önemli değildir (p>0.05). Vardiyalı çalışanlarda;
sağlık çalışanlarının kısıtlayıcı yeme davranışı puanı, duygusal yeme davranışı puanı, dışsal yeme davranışı
puanı ve yeme davranışı puanı ortalamalarının uyku kalitesi durumu değişkenine göre grup ortalamaları
arasındaki fark da istatistiksel açıdan önemli bulunmamıştır (p>0.05). Vardiyasız çalışanlarda uyku kalitesi
kötü olan sağlık çalışanlarının kısıtlayıcı yeme davranışı puanı [2.89 (± 0.76)], uyku kalitesi iyi olan sağlık
çalışanlarının kısıtlayıcı yeme davranışı puanı puanlarından [2.23 (± 0.80)] yüksek bulunmuştur (p<0.05).
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
82 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
838. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİSÖZEL SUNUMLAR
Sağlık çalışanlarının duygusal yeme davranışı puanı, dışsal yeme davranışı puanı, grup ortalamaları arasındaki
fark istatistiksel açıdan önemli bulunmamıştır (p>0.05).
Sonuç: Bu çalışma sonuçlarının da gösterdiği gibi beklenenin aksine, vardiyalı çalışanlar kadar vardiyasız
çalışanlarında kötü uyku ve kısıtlayıcı yeme davranışının olumsuz etkileri konusunda farkındalıklarını
artıracak şekilde, uyku kalitelerinin daha iyi seviyeye ulaşması ve oluşturulacak kişisel sağlıklı beslenme
plana uyulmasına yönelik bireysel danışmanlıklar ve yaşam tarzı değişiklikleri ile normal BKİ değerlerine sahip
olmaları sağlanmalıdırlarını artıracak şekilde, uyku kalitelerinin daha iyi seviyeye ulaşması ve oluşturulacak
kişisel sağlıklı beslenme plana uyulmasına yönelik bireysel danışmanlıklar ve yaşam tarzı değişiklikleri ile
normal BKİ değerlerine sahip olmaları sağlanmalıdır.
Anahtar Kelime: vardiyalı çalışma, uyku kalitesi, yeme davranışları
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
83 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
84 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ SÖZEL SUNUMLAR
SS-013
İLKÖĞRETİM ÇAĞI ÇOCUKLARINDA İÇECEK TÜKETİMİ ANKETİNİN (BEVQ-15) GEÇERLİLİK VE
GÜVENİLİRLİĞİNİN SAPTANMASI
Ayşe Sena Binöz1, Aybike Melike Ulusoy1, Melike Ciddi1, Ş. Ecem Örkü1
1Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi
Giriş - Amaç: Çocukluk çağı obezitesine neden olan faktörlerin bilinmesi, bu faktörlerin ortadan kaldırılmasında
ve mücadele edilmesinde önem taşımaktadır. İlave şeker alımının - özellikle de şekerle tatlandırılmış içecek
formunda - çocukluk çağı ağırlık kazanımına ve obezitenin gelişimine katkı sağlayabildiği bilinmektedir.
Bu nedenle çocuklarda içecek tüketiminin belirlenmesinde pratik bir aracın varlığının bu alanda yapılacak
araştırmalara kolaylık sağlayacağı düşünülmektedir.
Bu çalışma ile okul çağı çocuklarının içecek tüketiminin belirlenmesi için 2012 yılında Comber ve ark.
tarafından geliştirilen BEVQ-15 anketinin Türkiye’de geçerlilik-güvenilirliğinin saptanması amaçlanmıştır.
Yöntem - Gereçler: Araştırma Kasım 2017- Şubat 2018 tarihleri arasında Deniz İş İlköğretim okulunda 2.,
3., ve 4. sınıflarda okuyan, ebeveynleri tarafından çalışmaya katılmasına onay verilen, 175 gönüllü çocuk ile
yürütülmüş; %98,8 tamamlanma oranı ile 173 gönüllü çocuk ile tamamlanmıştır. Her bireyle dört görüşmenin
gerçekleştirildiği bu çalışmanın ilk basamağında, tüm bireylere demografik özellikleri, sağlık öyküleri,
antropometrik ölçümlerinin sorgulandığı bir anket ve BEVQ-15 anketi uygulanarak 24 saatlik besin tüketim
kaydı alınmıştır. İkinci basamakta 24 saatlik besin tüketim kaydı, üçüncü basamakta 24 saatlik besin tüketim
kaydı ve BEVQ-15 anketi, son basamakta da 24 saatlik besin tüketim kaydı alınarak çalışma tamamlanmıştır.
Elde edilen verilerin analizinde Bebis 7.2 programı ve SPSS Statistics v19 programı kullanılmıştır.
Bulgular: Katılımcıların yaş ortalaması 8.9±0.9 yıl olup; %49.7’si kız (n=86); %50.3’ü (n=87) erkektir. BKİ
sınıflandırmasına göre katılımcıların önemli bir kısmı (% 67.6) normal BKİ kategorisindedir (5-84 persentil).
Testin rölatif geçerliliği değerlendirildiğinde, 24 saatlik geriye dönük besin tüketimi kayıtları ile BEVQ-15
anketinde bulunan tüm içecek kategorilerinin anlamlı olarak birbirleri ile korelasyon gösterdiği bulunmuş
(p≤0.01); ancak istisna olarak gazlı light içecekler ve maden suyu/soda kategorileri korelasyon göstermemiştir
(p>0.05). BEVQ-15 anketinin güvenilirliğinin saptanabilmesi için anket 2 kez uygulanmıştır. Birinci ve ikinci
yanıtlar arasında % 100 sebze suyu ve sebze suyu karışımları ve maden suyu/soda (p>0.05) kategorileri
haricindeki tüm kategorilerde anlamlı olarak korelasyon bulunmuştur (p<0.01).
Sonuç: Elde edilen sonuçlar değerlendirildiğinde içecek kategorilerinin çoğu 24 saatlik besin tüketim kayıtları
ile benzer sonuçlar verdiğinden, BEVQ-15 anketinin çocuklarda alışılmış içecek alımının değerlendirilmesinde
güvenilir bir araç olduğu belirlenmiştir. Ancak; bazı kategorilerde tüketim miktarlarının düşük bulunması veya
korelasyonun bulunmaması nedeniyle bu kategorilerin çıkarılarak anketin revize edilmesinin daha güvenilir
sonuçlar vereceği düşünülmektedir.
Anahtar Kelime: çocuk beslenmesi, çocukluk çağı obezitesi, içecek tüketimi, şekerle tatlandırılmış içecekler,
BEVQ-15
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
84 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
858. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİSÖZEL SUNUMLAR
SS-014
KİLO KONTROLÜ İLE İLİŞKİLİ TİROİD PEROKSİDAZ(RS121908087) GENİ VE UNCOUPLİNG PROTEİNİ-
2(RS659366) GENİNİN YENİ DOĞANLARDA ALLEL DAĞILIMININ BELİRLENMESİ
Ezgi Nur Zengin
Acıbadem Üniversitesi
Günümüz beslenme bilimi diyet yoluyla bireylerin sağlık durumunu düzeltmeyi ve böylece toplum nezlinde
sağlık düzeyini geliştirmeyi ve hastalıkların önlenmesini amaçlamaktadır. Besinlerin insan sağlığı üzerindeki
etkilerinin araştırılması iki temel gözleme dayanmaktadır. İlk olarak nütrisyonel çevre ve gen ekspresyonunu
etkilemektedir. İkincisi ise bireyin genotipine bağlı olarak besin öğelerinin metabolizması değişmekte ve
sağlık durumu etkilenmektedir. Beslenme ile insan genomu arasında karşılıklı ve dinamik bir etkileşim vardır.
İnsan genom aydınlatılması ile besinlerle genler arasındaki etkileşimi ve besin öğelerinin gen ekspresyonu
üzerindeki etkilerini anlamaya yönelik yoğun çalışmalar başlamıştır.
Giriş - Amaç: Leptin, Zhang ve ekibi tarafından moleküler mekanizması gün yüzüme kavuşturulan ve
üzerinde yapılan çalışmalar ışığında obezite ile bağdaştırılan 167 aminoasitli proteinin ürünüdür. İnsanda
7q31’de lokalize olan leptin ayrıca hipotalamik reseptörler yolu ile açlık hissini düşürmekte ve termogenezi
arttırarak vücut ağırlığını azaltmaktadır. Leptin ve diğer obezite formları arasındaki ilişki, plazma leptin
seviyesinin ölçülmesiyle çıkarılabilir. Plazma seviyelerinin artması, şişmanlığın leptin direncinin bir sonucu
olduğunu göstermektedir. Obezite bağlamında düşük plazma leptin konsantrasyonu, leptinin sentezi ve
salgılanmasında olası bir kusur olduğunu gösterilir. İnsan deneklerde vücut yağ içeriği ile plazma leptin
konsantrasyonu arasında çok önemli bir ilişki olduğu da gözlenmiştir. Genellikle, obez insanlar yüksek leptin
seviyesine sahiptir. Söz konusu çalışmada Leptin ve Eritropoetin hormonları kodlayan genlerdeki değişimlerin
Türk toplumundan seçilen yeni doğan sedantal bireylerden oluşturulmuş popülasyon üzerindeki dağılımı
araştırılması planlanmıştır. Yeni doğanda ek gıdaya geçmenin doğuracağı sorunlara farklı bir perspektiften
bakıp genetik yatkınlığın bu yeni oluşacak beslenme düzeni üzerinde etkisi araştırılmıştır.
Yöntem - Gereçler: Kan örnekleri EDTA içeren tüplerde toplandı ve DNA izolasyonu için -80 ° C’de saklandı.
DNA ekstraksiyonu için genomik DNA izolasyon kiti kullanılmıştır. İzolasyondan sonra, tüm DNA örneklerinin
saflığı UV spektrofotometre ile A260 / A280 oranında kontrol edildi. EPO (rs 1617640), LEP (rs 7799039)
gen polimorfizmleri, polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ve kısıtlama parçası uzunluk polimorfizm analizi
(RFLP) tekniği kullanılarak belirlendi. (Zhang et al. 2004). EPO geninin forward ve reverse primer sekansları:
F: 5’- CGGGGTACCAACTCCTGGGCTCAAAGGAT -3’ ve R: 5’- CCGCTCGAGTCCGCGCCTGGCCGGGGTCCCTCAG-3’.
LEP geninin forward ve reverse primer sekansları: F:5’ -TTTCCTGTAATTTTCCCGTGAG-3’ and R: 5’-
AAAGCAAAGACAGGCATAAAAA-3’. Her PCR karışımın için de 5 μL Buffer, 1 μL Forward Primer, 1 μl Reverse
Primer, 0.5 μL Taq DNA polymerase and 15.5 μL ddH20 vardır. Toplam hacim 25 μL dir. EPO geni için PCR
protokolü: DNA 95°C’de 5 dakika boyunca denatüre edildi.45 saniye boyunca 95 ° C’de 40 döngüden oluşan
amplifikasyon, 50°C’de 1 dakika ve 72°C’de 45 saniye, 72 ° C’de 5 dakikalık ile son bir uzatma. LEP geni için
PCR protokolü: DNA 95°C’de 5 dakika boyunca denatüre edildi 45 saniye boyunca 95 ° C’de 40 döngüden
oluşan amplifikasyon, 51,6°C’de 1 dakika ve 72°C’de 45 saniye, 72 ° C’de 5 dakikalık ile son bir uzatma.
Bulgular: Literatürdeki bilgilere dayanarak leptin hormonun sentezi veya salımındaki değişikliklerin yeni
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
85 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
86 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ SÖZEL SUNUMLAR
doğanda anne sütünün kesildikten sonra evrede ek gıdaya geçişini etkileyebileceği öngörülmüştür.
Sonuç: Düşük leptin seviyesi ile ilişkilendirilen bebeklerin öğünlerinin arası sürenin arttırılması ve bebek
stresten uzak tutulup uyku saatleri belirli bir periyot içinde olmalıdır. Yapılan popülasyon taramasının
istatistiksel analiz sonuçları tam metinde bildirilecektir. Sonuçlar tartışmaya sunulacaktır.
Ayrıca Eritropoetin (EPO) hakkında yapılan tüm araştırmalar incelendiğinde EPO hormonunun beslenme
üzerine etkileri hakkında yeterli seviyede bilimsel çalışma yapılmadığı anlaşılmakta ve bu konuya da ışık
tutulmasının önemli olduğu görülmektedir.
Anahtar Kelime: yenidoğan, beslenme, genetik, UCP2, TPO
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
86 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
878. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİSÖZEL SUNUMLAR
SS-015
SEZGİSEL YEME DAVRANIŞININ VÜCUT KOMPOZİSYONU VE BAZI BİYOKİMYASAL PARAMETRELER
ÜZERİNE ETKİSİ
Gizem Yayan, K. Esen Karaca
Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi
Giriş - Amaç: Son yıllarda kilo vermeye odaklanmak yerine, sağlıklı davranış değişikliği yapılmasının obezite
tedavisinde daha verimli sonuçlara neden olabileceği tartışılmaktadır. Alternatif bir obezite tedavi modeli,
açlık, tokluk ve iştahın içsel ipuçlarına karşılık olarak sezgisel yeme davranışı ön plana çıkmıştır. Bu çalışmanın
amacı; sezgisel yeme davranışının vücut kompozisyonu ve bazı biyokimyasal parametreler üzerine etkisinin
değerlendirilmesidir.
Yöntem - Gereçler: Çalışmaya Haziran 2018-Eylül 2018 tarihleri arasında Prof. Dr. Türkan Saylan Tıp Merkezi
Beslenme ve Diyet Polikliğine başvurmuş olan 172 birey dahil edilmiştir. Tüm katılımcılara demografik
bilgiler, beslenme alışkanlıkları, fiziksel aktivite durumları, biyokimyasal parametreleri, 24 saatlik besin
tüketim formu, Sezgisel Yeme Ölçeği, Beck Depresyon Ölçeği içeren anket formu uygulanmıştır. Anket ile
beraber bireylerin vücut ağırlıkları, boy uzunlukları, beden kütle indeksleri, bel ve kalça ölçümleri alınmıştır.
Bulgular: Çalışmaya 119’u kadın, 53’ü erkek 172 birey katılmıştır. Katılımcıların yaş ortalaması 38.56 dır.
Katılımcıların %66.9’u evli iken %33.1 bekârdır. Katılımcıların beden kütle indeks ortalamaları 28.74±4.22’tür.
Beden kütle indeksleri ile sezgisel yeme ölçeğinden aldıkları puanlar arasında istatiksel olarak anlamlı ilişki
gözlemlenmemiştir (p>0.05). Sezgisel yeme toplam puanları ile depresyon ölçek puanları arasındaki ilişkiye
bakıldığında ise istatiksel olarak anlamlı negatif bir ilişki bulunmuştur (p=-0.15, p<0.05). Sezgisel yeme
toplam puanları, duygusal değil fiziksel sebeplerle yeme alt ölçeği, açlık ve doygunluk ipuçlarına güvenme
alt ölçeği puanları ile total kolesterol değerleri arasında istatiksel olarak anlamlı negatif ilişkiler bulunmuştur
(p=-0.17; p=-0.16 ve p=-0.15; p<0.05). Katılımcıların duygusal değil fiziksel sebeplerle yeme alt ölçeği puanı
ile Beck depresyon ve yemeye şartsız izin verme alt ölçeği puanı arasında istatiksel olarak anlamlı negatif
ilişkiler bulunmuştur (p=-0.22 ve p=-0.23, p<0.01). Duygusal değil fiziksel sebeplerle yeme alt ölçeği puanı
ile açlık kan şekeri arasında istatiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu gözlemlenmiştir (p=0.15, p<0.05). Buna
göre katılımcıların açlık kan şekeri değerleri arttıkça duygusal değil fiziksel sebeplerle yeme puanları da
artmaktadır.
Sonuç: Sezgisel bir yeme tarzının BKİ ve kolesterol değerleri gibi sağlıklı fizyolojik göstergeleri destekleme
eğilimindedir. Daha uzun takip dönemleri ile daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. Sezgisel yeme müdahalesi,
obeziteyi önlemeye çalışan geleneksel kilo kaybı tedavilerinden daha umut verici ve gerçekçi bir alternatif
olabilir.
Anahtar Kelime: Sezgisel yeme, Depresyon, Biyokimyasal parametre, BKİ, BKO, Beslenme
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
87 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
88 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ SÖZEL SUNUMLAR
SS-016
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNDE ÜÇ FARKLI NOKTADAN YAPILAN BEL ÇEVRESİ ÖLÇÜMÜNÜN VÜCUT
YAĞ ORANINI BELİRLEMEDE GÜVENİLİRLİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Gözde Arıtıcı Çolak, Ezgi Hazal Çelik, Şevval Karcı, Sultan İpek Aydoğdu, Beyza Nur Bekar
Acıbadem Üniversitesi
Giriş - Amaç: Dünya Sağlık Örgütü, obeziteyi, yüksek enerji alımına bağlı vücutta aşırı yağ birikimi olarak
tanımlamıştır. Vücut yağını belirlemede çeşitli antropometrik ölçümler kullanılmaktadır. Visseral yağlanmayı
belirlemede en sık kullanılan ve en pratik ölçüm bel çevresi ölçümüdür. Çalışmalarda bel çevresi ölçümleri üç
farklı noktadan yapılmaktadır. Bu çalışmanın amacı, üniversite öğrencilerine üç farklı noktadan yapılan bel
çevresi ölçümlerinin vücut yağını belirlemedeki güvenirliliğini belirlemektir.
Yöntem - Gereçler: Araştırmaya Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi’nde okuyan 18-25 yaş arasında
184 kadın, 32 erkek olmak üzere toplam 216 öğrenci katılmıştır. Katılımcılara 4’ü demografik özellikler, 9’u
genel beslenme alışkanlıklarını sorgulamak üzere toplamda 13 soruluk bir anket uygulanmış ve geriye dönük
24 saatlik besin tüketim kaydı alınmıştır. Katılımcıların antropometrik ölçümleri araştırmacılar tarafından
ölçülerek, kaydedilmiştir.
Bulgular: Araştırma verileri SPSS for Windows 22.0 kullanılarak değerlendirilmiştir. Çalışmaya katılan
öğrencilerin yaş ortalaması 20.6±1.4 yıl olarak bulunmuştur. Öğrencilerin BKİ değerleri ortalaması 21.2±3.0
kg/m2‘dir. Dünya Sağlık Örgütünün yapmış olduğu BKI sınıflamasına göre çalışmaya katılan öğrencilerin
%16.7’si zayıf, %72.1’i normal, %9.3’ü fazla kilolu, %1.9’u obez olarak bulunmuştur. Çalışmaya katılan
kişilerin farklı bölgelerden yapılan bel çevresi ölçümlerine göre; en dar yerden ölçüm ortalama 70.5±8.1
cm, orta noktadan ölçüm ortalama 72.1±8.7 cm, göbek deliği çevresinden yapılan ölçüm ile ortalama
75.2±9.1cm olarak bulunmuştur. BİA ölçümleri sonunda çalışmaya katılan öğrencilerin toplam vücut yağı
ortalaması; 12.6±6.0 kg, vücut yağ yüzdesi %20.6±7.2 olarak bulunmuştur. Öğrencilerin üç farklı bölgeden
ölçülen bel çevresi değerleri ile vücut yağları ve BKI değerleri arasında istatiksel olarak anlamlı güçlü bir ilişki
bulunmuştur (p<0.05) Öğrencilerin günlük diyetleri ile almış oldukları enerjinin karbonhidrattan gelen miktarı
%40.7±11.0, yağdan gelen miktarı %43.1±9.7, proteinden gelen miktarı %16.2±5.5 olarak bulunmuştur.
Kişilerin günlük diyetlerinin yağdan gelen yüzdesi arttıkça bel çevresinin de arttığı ancak ilişkinin istatiksel
olarak anlamlı olmadığı görülmüştür (p>0.05).
Sonuç: Üç farklı noktadan alınan bel çevresi ölçümü ile vücut yağı ve BKİ değerleri arasındaki ilişki çok güçlü
bulunmuştur. Farklı noktalardan yapılan bel çevresi ölçümünün vücut yağını belirlemede fark yaratmaması
sebebiyle adölesan dönemdeki kişilerin bel çevresi ölçümleri yapılırken üç farklı noktadan da ölçüm
alınabileceği sonucuna varılmıştır.
Anahtar Kelime: bel çevresi, visseral yağlanma, vücut yağ oranı
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
88 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
898. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİSÖZEL SUNUMLAR
SS-018
ÖĞRENCİLERİN BESLENME DAVRANIŞLARI FARKLI SOSYOEKONOMİK DÜZEYDEKİ OKULLARDAN
ETKİLENİR Mİ?
İlknur Yürüsoy, Büşra İnan, Eda Başmısırlı, Aslı Gizem Çapar, Neriman İnanç
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi
Giriş - Amaç: Adölesanlarına ve ebeveynlere, obeziteden korunma ve sağlıklı beslenme konusundaki
bilgi ve farkındalık düzeylerinin artırılması için çeşitli etkileşimli bilimsel uygulamaların yapılması
gerekir. Bu uygulamaların yapılabilmesi ile, beslenme bozukluğuna neden olan ve sağlığı olumsuz
yönde etkileyen yanlış uygulamaların saptanması gerekmektedir. Bu çalışmada; farklı sosyoekonomik
düzeydeki ortaokullarda öğrenim gören öğrencilerin, antropometrik ölçümleri, besine ulaşımları, beslenme
alışkanlıklarının karşılaştırılması, okul ortamının besin tercihine olan etkisinin belirlenmesi, sosyoekonomik
durumun beslenme üzerindeki etkisinin saptanması amaçlanmıştır.
Yöntem - Gereçler: Çalışmanın örneklemi uzman görüşü alınarak, Kayseri’de Milli Eğitim Bakanlığı›na (MEB)
bağlı orta-düşük sosyoekonomik düzeyde bulunan bir Devlet Okulu (n=150) ile yüksek sosyoekonomik düzeye
sahip özel bir okulda (n=150) öğrenim gören 10-14 yaş grubundaki 300 ortaokul öğrencisi oluşturmuştur.
Araştırmada katılımcıların sosyodemografik özellikleri ve beslenme ilgili soruları içeren anket formu, yüz yüze
görüşme yöntemi ile kaydedilmiştir. Öğrencilerin boy (m), bel (cm), kalça (cm) ve ağırlık (kg) ölçümleri yapılmış,
Beden Kitle İndeksleri (BKİ kg/m2) ve Dünya Sağlık Örgütü’ne göre sınıflandırılmıştır. Katılımcıların besin
tüketim kaydı alınarak, BEBİS bilgisayar programında günlük enerji ve besin öğeleri alımları hesaplanmıştır.
İstatistiksel analiz için SPSS 22.0 programı ile ki-kare testi kullanılarak değerlendirilmiştir.
Bulgular: Öğrencilerin %50.3’ü kız, %49.7’si erkektir. Özel Okul’daki öğrencilerin BKİ ve bel çevresi ortalama
değerleri, Devlet Okulu’ndaki öğrencilere göre anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (p<0.05). Devlet Okulu ile
Özel Okul’da eğitim gören öğrencilerin anne eğitim durumu, baba eğitim durumu, sigara içme durumu, fiziksel
aktivite durumu arasında istatistiksel olarak önemli bir fark vardır (p<0.05). Öğrencilerin okul türlerine göre
öğün atlama durumu ve düzenli kahvaltı yapma durumu değerlendirildiğinde, Devlet Okulu’ndaki öğrencilerin
3 ve daha fazla öğün yapma oranının (%73.8) Özel Okul’dakilerden, öğün atlamayanların oranlarının (%47,
p<0.05), atlanan öğünün kahvaltı olmasının (%64.6), düzenli kahvaltı yapma oranlarının (%40.7) anlamlı olrak
düşük olduğu saptanmıştır (p<0.05) (Özel okulda sırasıyla %75.8, %60.4, %68.3 %64.7). Devlet okulundaki
öğrencilerin %94.7’si, özel okuldakilerin ise %57’si kantinde satılan ürünlerin fiyatlarını pahalı bulduklarını
belirtmişlerdir (p<0.05). Öğrencilerin günlük besin öğeleri alımları incelendiğinde; Özel Okul’da eğitim gören
öğrencilerin diyet posası, A vitamini, Fe ve Zn alımlarının, Devlet Okulu’nda eğitim gören öğrencilere göre
anlamlı olarak yüksek olduğu saptanmıştır (p<0.05).
Sonuç: Çalışma sonucunda, farklı sosyoekonomik düzeyde öğrenim gören öğrencilerin antropometrik
ölçümlerinde, fiziksel aktivite düzeyinde, öğün atlama ve kahvaltı yapma durumları ve diyet posası, A vitamini,
Fe ve Zn alımlarında farklılık olduğu saptanmıştır. Bu nedenle düşük sosyoekonomik düzeyde öğrenim
gören öğrenciler, veliler ve öğretmenlere, sağlıklı beslenme alışkanlıklarının kazanılması ile ilgili eğitimlerin
verilmesi gerekliliği ortaya konmuştur. Bu çalışma, Tübitak 2209-A Programı kapsamında yapılmıştır.
Anahtar Kelime: beslenme, özel okul, devlet okulu, sosyoekonomik düzey, öğrenci
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
89 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
90 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ SÖZEL SUNUMLAR
SS-019
KIRMIZI PANCAR SUYUNUN FİZİKSEL VE KOGNİTİF ETKİSİ
Eslem Kuşaslan, Emre Manisalı1, Meltem Soylu1, Fatma Çelik1
1 Biruni Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, İstanbul
Giriş - Amaç: Bu araştırma zengin fenolik bileşik ve nitrat içeriğine sahip olan kırmızı pancar (Beta Vulgaris L.
Varconditiva Alef) suyunun fiziksel ve kognitif fonksiyonlar üzerindeki etkisini saptamak üzere yürütülmüştür.
Yöntem - Gereçler: Deneysel nitelikte olan bu araştırma Nisan-Mayıs 2018 tarihleri arasında Biruni
Üniversitesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümünde eğitim gören yaş ortalaması 21.1±0.7 olan gönüllü 30
sağlıklı öğrenci üzerinde yürütülmüştür. Öğrencilerin beslenme alışkanlıkları, fiziksel aktivite düzeyleri, BKI,
kan basıncı ile kalp atım hızları yönünden benzer özellik taşımalarına dikkat edilmiştir. Katılımcılar sigara
ve alkol kullanmayan, kronik hastalığı bulunmayan, ilaç kullanmayan öğrencilerden seçilmiştir. Ayrıca tüm
katılımcılardan uygulamanın 24 saat öncesinde ağır egzersiz yapmamaları, alkol ve kafein tüketmemeleri ve
en az 8 saat uyumaları istenmiştir.
Piyasadan temin edilen kırmızı pancarlardan (Beta Vulgaris L. Varconditiva Alef) elde edilen pancar suyu,
araştırmacılar tarafından Beslenme İlkeleri Laboratuvarında katı meyve suyu sıkacağı kullanılarak su, şeker
vb herhangi bir eklenmeksizin hazırlanıp, katılımcılar tarafından 15 dakika içinde tüketilmesi sağlanmıştır.
Yapılan çalışmalarda etkili ve en düşük pancar suyu miktarının 140 mL olması nedeni ile araştırmada da bu
miktar kullanılmıştır.
Kognitif etkiyi ölçmek için “Simple Reaction Time Testi” ile “Stroop Testi Tbag Formu”; fiziksel etkiyi ölçmek
için ise “ HandGrip El dinomometrisi” kullanılmıştır. Ayrıca sistolik, diyastolik kan basınçları ve kalp atım hızları
ölçülmüştür. Her test 8 saat süreli açlıktan sonra 8:30-10:30 saatleri arasında, pancar suyu tüketiminden
önce ve sonra olmak üzere ikişer kez olmak üzere uygulanmıştır. Pancar suyunun vücuda alınmasından 60
dakika sonra plazmada nitrat, 60-120 dakika sonra ise nitrit pik değere ulaştığı için ikinci testler pancar suyu
tüketiminden 2-2.5 saat sonra yapılmıştır. Bu sürede katılımcılar herhangi bir besin tüketmemişlerdir.
Sonuçların değerlendirilmesinde SPSS 15. versiyonu kullanılmıştır. Verilerin karşılaştırılmasında tanımlayıcı
testler ile Paired-samples t testi kullanılmıştır.
Bulgular: Katılımcıların Simple Reaction Time testi pancar suyu tüketiminden önce ortalama 368.5 ± 69.1
sn iken pancar tüketiminden sonra 377±99.7’ ye yükselmiştir. Stroop Testi Tbag Formu uygulamasında
beş bölümü tamamlama süreleri pancar suyu tüketiminden önce sırasıyla 7.6±1.2, 8,2±1.4, 10,5±1.8,
12.5±2.3, 17.4±3.9 ve toplamda 56.3±8.5 iken pancar suyu tüketiminden sonra 7±1, 7.7±1.3, 9.3±1.4,
11.1±1.9, 15.1±3.3 ve toplamda 50.4±7.6 olarak bulunmuştur (p<0.01). Pancar suyu tüketimi hand grip el
dinomometresi ile üst ekstremite kas gücünde önemli bir değişikliğe neden olmamıştır (sırasıyla sağ el için
26.7±4.5, 26.9±5.1; sol el için 25.6±5.6, 25.3±5.4, p>0.05).
Sonuç: Bu çalışmada pancar suyu tüketimi, dikkat üzerindeki bilişsel etkilerde olumlu bir değişiklik
göstermesine rağmen egzersiz kapasitesini ve kan basıncını etkilememiştir. Bundan sonraki çalışmalarda
daha uzun süreli takviyelerin yapılarak plasebo etkisinin değerlendirilmesinin yararlı olacağı düşünülmektedir.
Anahtar Kelime: pancar suyu, bilişsel fonksiyon, egzersiz kapasitesi
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
90 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
918. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİSÖZEL SUNUMLAR
SS-020
GAZİANTEP VE İSTANBUL İLLERİNDE YAŞAYAN 19-65 YAŞLARI ARASINDAKİ YETİŞKİN BİREYLERİN
KIRMIZI ET TÜKETİMLERİNİN VE BİLGİ DÜZEYLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
Merve Söylemez1, Nisa Önal1, Selen Köksal2
1Acıbadem Üniversitesi 2Acıbadem Üniversitesi,Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Giriş - Amaç: Gaziantep ve İstanbul illerinde yaşayan 19-65 yaşları arasındaki yetişkin bireylerin kırmızı et
tüketimlerini ve bilgi düzeylerini karşılaştırmaktır.
Yöntem - Gereçler: Bu çalışma, Aralık 2018-Mart 2019 tarihleri arasında Gaziantep ve İstanbul illerinde
yaşayan 19-65 yaşları arasındaki 500 yetişkin birey ile yapılmıştır. Öncelikli olarak İstanbul’da ve
Gaziantep’te yaşayan bireylere, araştırmacılar tarafından kırmızı et tüketimleri ve bilgi düzeylerini saptamak
amacıyla hazırlanmış olan anket formu verilmiş ve doldurmaları istenmiştir. İstatistiksel analizler için NCSS
(Number Cruncher Statistical System) 2007 (Kaysville, Utah, USA) programı kullanılmıştır. Çalışma verileri
değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metodların (ortalama, standart sapma, medyan, frekans, oran,
minimum, maksimum), Mann Whitney U testi, Pearson Chi-Square test, Fisher’s Exact test ve Fisher Freeman
Halton testi kullanılmıştır.
Bulgular: Çalışmaya %65’i (n=325) kadın, %35’i (n=175) erkek toplam 500 olguyla yapılmıştır. Çalışmaya
katılan olguların yaşları 19 ile 65 arasında değişmekte olup, ortalama 33,18±11,61 yaş olarak saptanmıştır.
Yaşadığı şehir Gaziantep olan olgularda tanısı konmuş hastalık görülme oranı, yaşadığı şehir İstanbul olan
olgulara göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük saptanmıştır (p=0,005; p<0,01). Yaşanılan şehre göre
olguların en çok tükettikleri et türlerinin dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmıştır
(p=0,001; p<0,01). Yaşadığı şehir Gaziantep olan olgularda en çok tüketilen et türünün sığır-koyun olduğu
gözlenirken (p=0,001; p<0,01); yaşadığı şehir İstanbul olan olgularda en çok tüketilen et türünün tavuk-
hindi olduğu gözlenmiştir (p=0,001; p<0,01).Yaşanılan şehre göre olguların kırmızı et tüketme sıklıkları
arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmıştır (p=0,044; p<0,05). Yaşadığı şehir Gaziantep olan
olguların kırmızı et tüketme sıklığının haftada 1’den fazla olma oranı anlamlı düzeyde yüksek saptanırken
(p=0,009; p<0,01); yaşadığı şehir İstanbul olan olguların kırmızı et tüketme sıklığının 15 günde 1 defa olması
oranı anlamlı düzeyde yüksek saptanmıştır (p=0,024; p<0,05). Yaşadığı şehir Gaziantep olan olguların bir
seferde tükettikleri et miktarının 1 kg’dan fazla olması oranı, yaşadığı şehir İstanbul olan olgulara göre
anlamlı düzeyde yüksek saptanmıştır (p=0,006; p<0,01). Yaşadığı şehir Gaziantep olan olguların kırmızı et
tüketme sebebinin sağlıklı olduğu düşüncesi, aileden gelme alışkanlık ve lezzetli olması cevaplarını verme
oranı, yaşadığı şehir İstanbul olan olgulara göre anlamlı düzeyde yüksek saptanmıştır (p=0,013; p=0,001;
p=0,001; p<0,05). Yaşadığı şehir Gaziantep olan olguların kırmızı eti haşlama yöntemiyle pişirme oranının
yüksek olduğu gözlenirken (p=0,004; p<0,01); yaşadığı şehir İstanbul olan olguların kırmızı eti fırında pişirme
oranının yüksek olduğu gözlenmiştir (p=0,016; p<0,05). Yaşadığı şehir Gaziantep olan olguların kırmızı eti
et halinden ve kendi kontrolünde kestirerek alması oranı anlamlı düzeyde yüksek saptanırken (p=0,001;
p=0,028; p<0,05). Yaşadığı şehir İstanbul olan olguların kırmızı eti mahalle kasabından alması oranı anlamlı
düzeyde yüksek saptanmıştır (p=0,019; p<0,05). Yaşadığı şehir İstanbul olan olguların kırmızı et aldığı
yerden memnun olmama nedeninin pahalılık olması oranı anlamlı düzeyde yüksek saptanmıştır (p=0,022;
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
91 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
92 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ SÖZEL SUNUMLAR
p<0,05).Yaşanılan şehre göre olguların kırmızı eti alma şekillerinin dağılımları arasında istatistiksel olarak
anlamlı farklılık saptanmıştır (p=0,001; p<0,01). Yaşadığı şehir Gaziantep olan olguların kırmızı eti parça
et şeklinde alması oranı anlamlı düzeyde yüksek saptanırken (p=0,001; p<0,01); yaşadığı şehir İstanbul
olan olguların kırmızı eti kıyma ve bonfile/pirzola/biftek şeklinde alması oranı anlamlı düzeyde yüksek
saptanmıştır (p=0,001; p=0,001; p<0,01). Yaşadığı şehir İstanbul olan olguların Kırmızı Et Tüketimi ile İlgili
Bilgi puanı toplamı, yaşadığı şehir Gaziantep olan olgulara göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek
saptanmıştır (p=0,001; p<0,01).
Sonuç: Yaşadığı şehir İstanbul olan olguların kırmızı et ve tüketimi ile ilgili bilgi puanı toplamı, yaşadığı
şehir Gaziantep olan olgulara göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek saptanmıştır. Buna göre de
Gaziantep’te yaşayan olguların kırmızı et tüketim sıklığı ve haftalık tüketim miktarı İstanbul’da yaşayan
olgulardan yüksek olduğu gözlemlenmiştir.
Anahtar Kelime: kırmızı et, tüketim sıklığı,Gaziantep
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
92 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
938. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİSÖZEL SUNUMLAR
SS-021
ÖZEL BİR BESLENME KLİNİĞİNE AĞIRLIK YÖNETİMİ İÇİN BAŞVURAN BİREYLERİN DİYET ÜRÜN
KULLANMA EĞİLİMİ İLE BİLGİ, TUTUM VE DAVRANIŞLARI
Nazlı Uçar1, K. Esen Karaca Çelik1, Dilek Toprak2
1.Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü2.Namık Kemal Üniversitesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı
Amaç: Günümüzde ağırlık yönetimi için piyasaya sürülen güvenilirliği olan ya da olmayan pek çok ürün
bulunmaktadır. Bu ürünler hakkında tüketicilerde kafa karışıklığına neden olan pek çok bilgi aktarımı söz
konusudur. Çalışmamız ağırlık yönetimi için başvuran bireylerin diyet ürünlerini kullanma eğilimlerin, bu
konudaki bilgi, tutum ve davranışlarını değerlendirmek amacıyla yapılmıştır.
Yöntem: Bu araştırma 01 Şubat-13 Mart 2019 tarihleri arasında İstanbul’da özel bir Beslenme ve Danışmanlık
merkezinde gerçekleştirmiş olup 18 yaş üzeri gönüllüler dahil edilmiştir. Katılımcılara
1. Genel Bilgiler
2. Sağlık Bilgileri
3. Diyet Ürünler
4. Tatlandırıcılar
başlıkları altında sorular içeren anket uygulandı. Veriler SPSS 16.00’da analiz edilip p= 0.05 istatistiksel
olarak anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Toplam 150 kişinin dahil edildiği çalışma grubumuzun 111’I (%74) kadın 39’u (%26,0)erkekti.
Çoğu yüksek eğitim düzeyine sahipti (n=134; %87.3). 66 kişi (%44.0) normal 54 kişi (%36) ise hafif
şişmandı. Büyük çoğunluğu diyetisyen (%34.7) ve yazılı basından (%32.0) bilgi almakta iken kadınlar daha
çok diyetisyenlerden erkekler ise yazılı basından bilgi edinmekteydi (p=0.002). Sizce diyet ürünü nedir
sorusuna “Kalorisi azaltılmış her ürün diyet üründür” cevabı en fazla (%43.3,n=65) verilen cevaptı. Diyet
ürünleri en fazla (%36.7; n=55) “formu korumak için” tercih ediliyordu ve grubumuzun %45.3’ü bu ürünleri
tüketmekteydi. Tüketenlerin çoğu “kilo kontrolü” için tüketirken tüketmeyenler çoğunlukla (%25.3)“sağlıksız”
bulduklarını ifade ettiler. Diyet ürünlerini tüketmeme nedeni kadınlar için “sağlıksız bulma” iken erkekler için
“tadını lezzetli bulmama” idi (p=0.016)
Grubumuzun %58.7’si bu ürünlerin kilo alımını önlemediğini belirtirken %54’ü daha sağlıklı olduğuna
inanmadığını belirtti.
Grubun %10’u tatlandırıcı tüketmekteydi ve katılımcıların çoğunun (%58) hangi tatlandırıcının daha iyi
olduğu hakkında fikri yoktu. Kadınlar erkeklerden daha fazla etikete önem vermekteydi (p=0.016)
Sonuç: Diyet ürünleri kilo kontrolü için sıklıkla kullanılan ürünler olmasına rağmen toplumumuzda bilinçli
tüketim söz konusu değildir. Bu nedenle sağlık çalışanlarının ve medyanın toplumu konu hakkında doğru
bilgilendirmesi, bu amaçla yazılı ve görsel medyanın kullanılması ile farkındalık yaratılması uygun olacaktır.
Anahtar Kelime: diyet ürünler, tatlandırıcılar
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
93 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
94 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ SÖZEL SUNUMLAR
SS-022
KONYA BÖLGESİNDE YAŞAYAN 20-65 YAŞ ARASINDAKİ KADINLARIN GELENEKSEL YAŞAM TARZLARI
VE BESLENME ALIŞKANLIKLARININ SERUM D VİTAMİNİ ÜZERİNE ETKİSİ
Dyt.Pınar Çağlar İpek1, Prof.Dr .Gül Kızıltan2
1Başkent Üniversitesi Konya Araştırma ve Uygulama Hastanesi Besleneme ve Diyet Ünitesi2Başkent Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümüm Ana Bilim Dalı Başkanı
Giriş - Amaç: Toplumlardaki sosyoekonomik düzeyin artması,iletişim araçlarının çoğalması ve daha çok
insanın sağlık kontrollerine daha kolay ulaşabilmesi nedeni ile önceden bilinmeyen veya önemsemeyen
bazı parametrelerin bilinirliği artmıştır. Plazma vitamin D ile ilgili parametreler de bunlardan biridir.Plazma
vitamin D düşüklüğü giderek artan bir sıklıkta ve yaşamın tüm evrelerinde karşımıza çıkmaktadır.Ayrıca son
yıllarda vitamin D durumunun çeşitli kronik hastalıklar için yeni bir risk faktörü olarak düşünülmesi konuya
olan ilgiyi arttırmıştır.Bu çalışmada, Konya bölgesinde yaşamakta olan 20 -65 yaş arası kadınların beslenme
alışkanlıkları, yaşam tarzları, antropometrik ölçümleri ve bazı biyokimyasal bulguları ile serum D vitamini
düzeyleri arasında ilişkinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem - Gereçler: Çalışmaya, Konya Başkent Araştırma ve Uygulama Hastanesi Endokrin ve Dâhiliye
polikliniklerine Eylül 2014 ve Kasım 2014 tarihleri arasında başvuran 20-65 yaş arası gebe olmayan 75
kadın birey dâhil edilmiştir. Kronik böbrek hastalığı, kronik karaciğer hastalığı, kanser, tiroit fonksiyon
bozukluğu olan, safra kesesi taşı bulunan veya safra kesesi alınmış, D vitamini ek tedavisi alan veya herhengi
bir multivitamin desteği alanlar çalışmaya dâhil edilmemiştir. Bireylerin sosyodemografik özellikleri, fiziksel
aktivite durumları ve beslenme alışkanlıkları anket formu ile sorgulanmıştır. Bireylerin beslenme durumları
besin tüketim sıklığı formu ile belirlenmiştir. Bireylerin antropometrik ölçümleri alınmış, bazı biyokimysal
parametreleri analiz edilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya katılan bireylerin yaş ortalaması 38yıl±10.26 yıl olarak tespit edilmiştir. Beden kütle
indeksi (BKİ) gruplamasına göre bireylerin % 10.7’sinin normal (BKİ 18.5-24.9 kg/m2) %50.7’sinin hafif
şişman (BKİ 24.9-29,9kg/m2) ve %38.6’sının şişman (BKİ≥30kg/m2) olduğu belirlenmiştir. Kadınların D
vitamini ortalaması 14.02±7.61 ng/ml’dir. Katılımcıların çoğunluğunun (%62’si) eksik serum D vitamini
(≤20ng/ml),%36.7’sinin yetersiz D vitamini (20-30ng/ml) ve %1.3’ünün yeterli D vitamini (≥30ng/ml)
düzeylerine sahip oldukları bulunmuştur. Serum D vitamini eksik olan katılımcıların BKİ ölçümlerinin yüksek
olduğu görülmüştür (p<0.05). Kapalı giyinen kadınlarda D vitamini eksikliği görülme yüzdesinin (%46.8’inin)
normal giyinen kadınlarda D vitamini eksikliği görülme yüzdesinden (%33.8’i) fazla olduğu bulunmuştur
(p<0.05).Katılımcıların biyokimyasal paremetreleri ve serum D vitamini düzeylerine bakıldığında, paratiroit
hormon değerleri ile serum D vitamini arasında anlamlı bir ilişki saptanmıştır (p<0.05).
Sonuç: Sonuç olarak çalışmamızda, katılımcıların medeni durumu, eğitim durumları, bazı sosyodemografik
faktörleri, güneşten yararlanma süreleri ve beslenme alışkanlıkları ile serum D vitamini düzeyi arasında
anlamlı bir ilişki saptanmazken, katılımcıların yaşları, giyim tarzları ve serum D vitamini düzeyleri arasında
anlamlı bir ilişki saptanmıştır.
Anahtar Kelime: D vitamini, beslenme alışkanlıları, yaşam tarzı, kadın, giyim tarzı, güneşlenme.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
94 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
958. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİSÖZEL SUNUMLAR
SS-024
65 YAŞ ÜZERİ DEVLET HUZUREVİ, ÖZEL YAŞLI BAKIMEVİ VE EVDE YAŞAYAN BİREYLERDE BESLENME
DURUMUNUN VE KAS GÜCÜNÜN DEĞERLENDİRİLMESİ
Fatıma TAZEGÜN, Dilek ERGÜN, Merve KORKMAZ, Murat BAŞ
Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme Ve Diyetetik Bölümü
Giriş - Amaç: Yaşlanma, her canlıda görülen, tüm işlevlerde azalmaya neden olan, süreğen ve evrensel bir
süreç olup moleküler, hücresel, fizyolojik ve psikolojik değişimleri kapsayan çok yönlü bir olaydır. Gelişmiş
ve gelişmekte olan ülkelerde 65 yaş ve üzeri birey sayısı genel nüfus hızından daha hızlı bir oranla artış
göstermektedir. Bu nedenle yaşlılık dönemi ve bu dönemde yaşanan fizyolojik değişikliklere dair yapılan
araştırmaların sayısı artmaktadır. Yaşlı bireyin sağlığı, beslenme durumu ile yakından ilişkilidir. Yaşlanma
ile birlikte yetersiz ve dengesiz beslenme, sedanter yaşam, yaşlanmaya eşlik eden kronik hastalıklar kas
gücü ve kas kitlesinde azalmaya neden olmaktadır. Bu çalışmanın amacı Dünya Sağlık Örgütünün, Yaşlı
olarak tanımladığı 65 yaş ve üzeri devlet huzurevi, özel yaşlı bakım merkezi ve ev olmak üzere 3 ayrı yaşam
alanında yaşayan bireylerin beslenme durumları ve fiziksel aktivite düzeylerinin kas gücü ile ilişkisinin
değerlendirilmesidir.
Yöntem - Gereçler: Çalışmanın örneklemini İstanbul ilinde yaşayan 65-94 yaş, Devlet huzurevi, Özel Yaşlı
bakım merkezi ve evde yaşayan 50’şer yaşlı olmak üzere, toplam 150 gönüllü yaşlı birey oluşturmuştur.
Çalışmaya, 68 kadın ve 82 erkek katılmıştır. Verilerin toplanmasında demografik bilgileri içeren anket, Mini
Nutrisyon Tarama Testi (MNA), Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketi (IPAQ), 24 saatlik geriye dönük besin
tüketim kaydı, Hand-grip ve antropometrik ölçümler için tartı ve mezura kullanılmıştır. Verilerin istatistiksel
değerlendirmesi SPSS.13.0 ile yapılmıştır.
Bulgular: Çalışmaya katılan bireylerin ortalama yaşları 76.2±8.8 yıl ve beden kütle indeksleri 28.8±5.9
kg/m2’dir. Devlet huzurevinde kalan bireylerin günlük enerji alımları 1867,99±413,1 kkal, özel yaşlı bakım
merkezinde kalanların 1801,3±490,2 kkal ve evde yaşayanların 1800,9±352,1 kkal’dir ve enerji alımları
arasında istatsitiksel olarak fark bulunmamıştır (p>0.05). Evde yaşayan bireylerin enerjinin proteinden
karşılanan yüzdeleri, devlet huzurevi ve özel bakım merkezinde kalanlardan daha yüksektir (p<0.05). Evde
yaşayan yaşlıların el kavrama gücü ortalamaları 26,7±8,6 kg’ dır ve hem özel bakımevinde, hem de devlet
huzurevinde kalan yaşlılardan daha yüksektir (p<0.05). İlave olarak; evde kalan yaşlıların hem IPAQ, hem
de MNA skorları da diğer gruplardan daha yüksektir (p<0.05). Katılımcıların IPAQ ve MNA skorları arasında,
el kavrama gücü ve lizin, lösin, alanin ve arjini amino asit alımları arasında pozitif önemli korelasyon
belirlenmiştir (p<0.01).
Sonuç: Sonuç olarak; evde yaşayan yaşlı bireylerin beslenme durumları, fiziksel aktivite düzeyleri ve kas
güçleri özel ve devlet huzurevlerinde yaşayan yaşlılara göre daha iyi düzeydedir. Hem özel, hem de özel
bakımevlerinde yaşayan yaşlıların beslenme durumlarının düzeltilmesi ve fiziksel aktiviteye teşvik edilmeleri
yaşlı bireylerin yaşam kalitelerinin arttırılmasında etkili olacağı düşünülmektedir.
Anahtar Kelime: yaşlı, beslenme, el kavrama gücü, fiziksel aktivite
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
95 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
96 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ SÖZEL SUNUMLAR
SS-025
DİYETİSYEN KONTROLÜNDE YÜRÜTÜLEN VE SOSYAL MEDYA ARACI OLAN İNSTAGRAMDAKİ BESLENME
VE DİYETETİK ALANI İLE İLGİLİ HESAPLARIN ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN BESİN TERCİHİNE ETKİSİ
İpek Bayrakcı. Gözde Bulut, Selen Köksal,
Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi- Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi Kerem Aydınlar
Kampüsü, Ataşehir/istanbul
Giriş - Amaç: Diyetisyen kontrolünde yürütülen ve sosyal medya aracı olan instagramdaki beslenme ve
diyetetik alanı ile ilgili hesapların üniversite öğrencilerinin besin tercihine etkisini değerlendirmektir.
Yöntem - Gereçler: Araştırma Şubat 2019 – Mart 2019 tarihleri arasında, Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar
Üniversitesi’nde okuyan 100 öğrenci üzerinde yürütülmüştür. Araştırmanın birinci kısmında örnekleme
alınan bireylerin araştırmacı tarafından verilen anket formunu doldurmaları istenmiştir. Ankette; demografik
özellikler, aldığı ilaç tedavileri, su tüketimi, dışarıda yemek tüketip tüketmediği, tükettiği yemeklerde nelere
dikkat ettiği, instagramı aktif kullanıp kullanmadığı, instagramda ne kadar süre geçirdiği ve instagramda takip
ettiği hesap türleri, beslenmeyle ilgili hesapların takip edilip edilmediği eğer beslenmeyle ilgili hesaplar takip
ediliyorsa bu hesaplarda nelerin önemsendiğini değerlendirmeye yönelik sorular sorulmuştur. Çalışmaya
alınan bireylerden araştırmacılar tarafından oluşturulan Beslenme ve Diyetetik alanı ile ilgili paylaşım
yapılan instagram hesabını bir ay boyunca takip etmeleri istenmiştir. Araştırmanın ikinci kısmında ise bir
aylık takip süresinin sonunda, katılımcılara yapılan anket tekrarlanmıştır. Elde edilen bulgular karşılaştırılarak
değerlendirilmiştir. İstatiksel analizler için SPSS 23.0 (Statistical Package for the Social Sciences) programı
kullanılmıştır. Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metotların (ortalama, standart
sapma, medyan, frekans, oran, varyans) yanı sıra nitel verilerin karşılaştırılmasında Pearson Chi-Square
testi, Fisher’s exact testi kullanılmıştır.
Bulgular: Çalışma %64’ü kadın, %36’sı erkek olan toplam 100 kişiyle yapılmıştır. Çalışmaya katılan kişilerin
yaş aralığı 18 ile 28 arasında değişmekte olup ortalama ± 21,3 olarak saptanmıştır. Çalışmaya katılan
kişilerin ortalama BKI’si 23,3 kg/m² olarak bulunmuştur. Kişilerin %49’unun alkol tükettiği, %51’inin ise alkol
tüketmediği saptanmıştır. Kullananlardan 7 kişi haftada 3-5 kez, 42 kişi ise özel günlerde alkol tüketmektedir.
Kişilerin %30’u düzenli ilaç kullanırken %70’i düzenli ilaç kullanmamaktadır. Düzenli ilaç kullananların 3’ünün
psikotik ilaç, 15’inin vitamin destek ilaçları, 4’ünün kan sulandırıcı ilaç, 7’sinin ise ağrı kesici kullandığı
saptanmıştır. Günde 3 veya daha az öğün tüketenlerin sayısı ilk anketteki verilere göre %30 iken ikinci
ankette %10’a düşüş olduğu saptanmıştır. Günde 3-6 öğün arasında tüketenlerin sayısı ilk ankette %61 iken
ikinci ankette %81’e çıktığı görülmüştür. Günde 6 veya daha fazla öğün tüketenlerin sayısı %9 iken ikinci
ankette bu oranın değişmediği saptanmıştır. Kişilerin %77’sinin ilk ankette öğün atladığı, ikinci ankette ise
öğün atlayanların oranının %42’ye düştüğü görülmüştür. Öğün atlayan 36 kişi ilk ankette sabah öğününü
atlarken, ikinci ankette ise 24 kişi sabah öğününü atlamaktadır. İlk ankette öğle öğününü atlayan 16 kişi var
iken, ikinci ankette bu sayı 11’e düşmüştür. İlk ankette akşam öğününü atlayan 1 kişi varken ikinci ankette
akşam öğününü atlayan kimse bulunmamaktadır. İlk ankette ara öğünü atlayan 27 kişi varken ikinci ankette
bu sayısı 9 kişiye düşmüştür. Olguların %87’si ilk ankette dışarıda yemek yerken, ikinci ankette bu oranın
%75’e düştüğü saptanmıştır. İlk ankette 4 su bardağı ve altı sıvı tüketen olgular %9 iken, ikinci ankette bu oran
%0 olarak saptanmıştır. İlk ankette 4-8 su bardağı arası sıvı tüketen olguların oranı %64 iken ikinci ankette
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
96 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
978. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİSÖZEL SUNUMLAR
bu oran %58 olarak saptanmıştır. 8 su bardağından fazla sıvı tüketenlerin oranı ise ilk ankette %27 iken,
ikinci ankette %42 olarak belirlenmiştir. Olguların %79’unun her gün instagrama bağlandığı saptanmıştır.
Olguların %49’unun 1-3 saat arasında instagramda vakit geçirdiği belirlenmiştir. İlk ankette olguların %20’si
beslenme ve diyetetik alanı ile ilgili hesapları takip ederken, ikinci ankette bu oran %31 olarak belirlenmiştir.
İnstagramda beslenme ve diyetetik alanı ile ilgili hesapları takip edenlerin oranı ilk ankette % 58 iken,
ikinci ankette bu oran %100 olarak saptanmıştır. 40 olgu ilk ankette beslenme ve diyetetik alanı ile ilgili
hesapları yararlı buluyorken, ikinci ankette 89 olgunun bu hesapları yararlı bulduğu belirlenmiştir. İlk ankette
15 kişi pratik atıştırmalık önerileri için beslenme ve diyetetik alanı ile ilgili hesapları takip ediyorken ikinci
ankette bu sayının 39 olduğu saptanmıştır. İlk ankette 13 kişi besinler hakkında bilgi edinmek için beslenme
ve diyetetik alanı ile ilgili hesapları takip ediyorken ikinci ankette bu sayının 35 olduğu belirlenmiştir. İlk
ankette olguların 28’i beslenme ve diyetetik alanı ile ilgili hesapların yöneticilerinin diyetisyen olmasını
önemsiyorken, ikinci ankette diyetisyen olmasını önemseyen olguların sayısının 85’e çıktığı saptanmıştır.
İnstagramda beslenme ve diyetetik alanı ile ilgili hesapları takip edenlerin %74,1’i kadın iken, %25,9’u erkek
olarak saptanmıştır. İnstagramda beslenme ve diyetetik alanı ile ilgili hesapları takip etmeyenlerin %50’si
kadın iken, %50’si erkek olarak saptanmıştır. İnstagramda beslenme ve diyetetik alanı ile ilgili hesapları
takip edenlerin ortalama BKI’si 23,56 kg/m² iken, takip etmeyenlerin ortalama BKI’si 22,71 kg/m² olarak
bulunmuştur. İnstagramda beslenme ve diyetetik alanı ile ilgili hesapları takip edenlerin %72,4’ü 18,5-24,9
kg/m² (normal) aralığında iken, takip etmeyenlerin ise %59,5’inin 18,5-24,9 kg/m² (normal) aralığında olduğu
saptanmıştır. İlk ankette kadınların %69,8’i beslenme ve diyetetik alanı ile ilgili hesapları yararlı bulurken,
%30,2’si ise bu hesapları yararlı bulmamıştır. ikinci ankette kadınların %89,1’i beslenme ve diyetetik alanı
ile ilgili hesapları yararlı bulurken, %10,9’u ise bu hesapları yararlı bulmamıştır. İlk ankette erkeklerin
%66,7’si beslenme ve diyetetik alanı ile ilgili hesapları yararlı bulurken, %33,3’ü ise yararlı bulmamıştır. İkinci
ankette erkeklerin %88,9’u beslenme ve diyetetik alanı ile ilgili hesapları yararlı bulurken, %11,1’i ise yararlı
bulmamıştır. İlk ankette beslenme ve diyetetik alanı ile ilgili hesapları takip edenlerin %69’unun bu hesapları
yararlı bulduğu, %31’inin bu hesapları yararlı bulmadığı saptanmıştır. İkinci ankette beslenme ve diyetetik
alanı ile ilgili hesapları takip edenlerin %89’unun bu hesapları yararlı bulduğu, %11’inin bu hesapları yararlı
bulmadığı saptanmıştır. İlk ankette instagramda beslenme ve diyetetik alanı ile ilgili hesapları takip edenlerin
%32,8’inin sabah öğününü, %15,5’inin öğle öğününü, %0’ının akşam öğününü, %34,5’inin ara öğününü,
%17,2’sinin ise öğün atlamadığı saptanmıştır. İkinci ankette instagramda beslenme ve diyetetik alanı ile
ilgili hesapları takip edenlerin %24’ünün sabah öğününü, %11’inin öğle öğününü, %0’ının akşam öğününü,
%9’unun ara öğününü, %56’sının ise öğün atlamadığı saptanmıştır. İlk ankette instagramda beslenme ve
diyetetik alanı ile ilgili hesapları takip etmeyenlerin %40,5’inin sabah öğününü, %16,7’sinin öğle öğününü,
%2,4’ünün akşam öğününü, %16,7’sinin ara öğününü, %23,8’inin ise öğün atlamadığı saptanmıştır. İkinci
ankette beslenme ve diyetetik alanı ile ilgili hesapları takip etmeyenlerin %24’ünün sabah öğününü, %11’inin
öğle öğününü, %0’ının akşam öğününü, %9’unun ara öğününü, %56’sının ise öğün atlamadığı saptanmıştır.
İkinci ankette ise olguların hepsi instagramda beslenme ve diyetetik alanı ile ilgili hesapları takip etmiştir.
İlk Ankette instagramda beslenme ve diyetetik alanı ile ilgili hesapları görsel amaçlı takip edenlerin
%53,8’i hesabı yöneten kişinin diyetisyen olmasını önemsiyorken, ikinci ankette ise bu oranın %70’e çıktığı
saptanmıştır. İlk ankette instagramda beslenme ve diyetetik alanı ile ilgili hesapları yemek tarifi amaçlı takip
edenlerin %57,1’i hesabı yöneten kişinin diyetisyen olmasını önemsiyorken, ikinci ankette ise bu oranın
%85,7’ye çıktığı saptanmıştır. İlk ankette instagramda beslenme ve diyetetik alanı ile ilgili hesapları pratik
atıştırmalık önerilerini öğrenme amaçlı takip edenlerin %53,3’ü hesabı yöneten kişinin diyetisyen olmasını
önemsiyorken, İkinci ankette ise bu oranın %79,5’e çıktığı saptanmıştır. İlk ankette instagramda beslenme
ve diyetetik alanı ile ilgili hesapları bilimsel araştırmaları öğrenme amaçlı takip edenlerin %50’si hesabı
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
97 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
98 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ SÖZEL SUNUMLAR
yöneten kişinin diyetisyen olmasını önemsiyorken, ikinci ankette ise bu oranın %88,9’a çıktığı saptanmıştır.
İlk ankette instagramda beslenme ve diyetetik alanı ile ilgili hesapları besinler hakkında bilgi edinme amaçlı
takip edenlerin %30,8’i hesabı yöneten kişinin diyetisyen olmasını önemsiyorken, ikinci ankette ise bu
oranın %94,3’e çıktığı saptanmıştır.
Sonuç: İnstagramda beslenme ve diyetetik alanı ile ilgili hesapları takip eden üniversite öğrencilerinin,
bu hesaplardan olumlu bir şekilde etkilendiği saptanmıştır. Bir aylık süre boyunca bu çalışma için açılan
instagram hesabında yapılan paylaşımlar doğrultusunda üniversite öğrencilerinde; öğün atlama oranlarının
azaldığı, sıvı tüketim oranlarının arttığı, beslenme ve diyetetik alanı ile ilgili hesapları takip etme ve yararlı
bulma oranlarının arttığı görülmüştür. Öğrencilerin çoğunun pratik atıştırma önerileri ve besinler hakkında
bilgi edinme amaçlı bu hesapları takip ettiği, beslenme ve diyetetik alanı ile ilgili hesapların yöneticisinin
diyetisyen olmasını önemseyenlerin oranının arttığı belirlenmiştir. Sonuç olarak instagramdaki beslenme ve
diyetetik alanı ile ilgili hesapların; üniversite öğrencilerinin besin tercihini ve beslenme alışkanlığını pozitif
olarak etkilediği saptanmıştır.
Anahtar Kelime: Diyet, instagram, diyetisyen hesabı, sosyal medya
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
98 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
998. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİSÖZEL SUNUMLAR
SS-026
DİYETLE ALINAN FARKLI MİKTARLARDAKİ SODYUMUN İLAVE TUZ ALIMINA ETKİSİ
Zeynep Akyüz*, Elif Ece Ekşi*, Nurşen Gül*, Fidan Nur Turanlı*, Duygu Sağlam*
Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi, Beslenme Ve Diyetetik Bölümü
Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) günlük sodyum (Na) alımı ile ilgili önerisi; 2000 mg’dır. Tuz (sodyum)
tüketiminin fazla olması; kardiyovasküler hastalıklar, böbrek hastalıkları, hipertansiyon, inme, osteoporoz ve
bazı kanser türlerinin oluşmasına neden olabilmektedir. Ülkemizde Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları
Derneği’nin 2008’de gerçekleştirdiği SALTurk-1 Çalışması’nda günlük tuz tüketim miktarının 18 g/gün olduğu
saptanmıştır. 2012’de yine Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları Derneğince tekrarlanan “Türkiye’de
Tuz Tüketimi Çalışmasında (SALTurk 2)” kişi başı günlük tuz tüketimi 15 g/gün bulunmuştur. Bu çalışmanın
amacı diyetle alınan farklı miktarlardaki sodyumun ilave tuz alımına etkisini saptamaktır. Bu amaçla yapılan
araştırmaya 19-65 yaş arası 36 birey dahil edilmiştir. Bireylere, farklı haftalarda üçer gün olacak şekilde
sodyum içeriği 2000 mg/gün (I. Uygulama) ve sodyum içeriği 4000 mg/gün (II. Uygulama) olarak şekilde
iki farklı sodyum içerikli diyet uygulandı. Diyetin sodyum içeriğindeki farklılık, besinlerin hazırlanma ve
pişirme aşamasında ilave edilen tuz miktarının farklı olması ile sağlanmıştır. Sofrada bireyin ilave attığı
tuz miktarı 1 gramlık standart tuz paketlerinin kullanım miktarı hesaplanarak saptanmıştır. Sodyum içeriği
ayarlanan günlerde bireylerden o gün içerisinde diyetlerini uygulayıp uygulamadıklarının takibi, sodyum
içeren besinlerin tüketim miktarını saptamak ve pişirme sırasında veya piştikten sonra ekledikleri ilave
tuzu saptamak amacıyla her akşam besin tüketim kaydı alındı. Bireylerin sodyum alımlarının standardize
edilebilmek için sodyum içerikli tüm besinlerin markaları ve miktarları belirlenmiş ve bireylerin tüketeceği
tüm besinler diyetisyen tarafından hazırlanmıştır. Araştırmanın sonucuna göre I. Uygulamada diyetle üç
günlük sodyum alım miktarı 1992,89 mg ± 198,36 mg; II. Uygulamada 3770,77 mg ± 479,47 mg olarak
saptanmıştır (p<0,01). I uygulamada sofrada ilave edilen tuz miktarı 1,63 ± 1,08 iken; II. Uygulamada 0,59
± 0,63 g olarak saptanmıştır (p<0,01). Toplamda iki uygulamada alınan sodyum miktarı sırasıyla 2647,33 ±
484,50 mg; 4008,44 ± 496,97 mg’dır (p < 0,01). Bu araştırmanın sonucuna göre besinlerin hazırlanması ve
pişirilmesi sürecinde ilave edilen tuz miktarının azaltılması, ilave tuz kullanım miktarını arttırsa da; günlük
alınan sodyum miktarının azaltılmasında önemli bir yöntem olabilir.
Anahtar Kelimeler : diyet, sodyum, tuz
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
99 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
100 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ SÖZEL SUNUMLAR
SS-027
OBEZİTE VE ANEMİ İLİŞKİSİNİN FARKLI ANTROPOMETRİK YÖNTEMLER İLE DEĞERLENDİRİLMESİ
Çiğdem Dönmez1, K. Esen Karaca1
Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi
Amaç: Obeziteyi yağ dokusunun insan sağlığında morbidite ve mortaliteye yol açacak kadar artması olarak
ifade edebiliriz. Anemi; kandaki kırmızı kan hücrelerinin azalması olarak tanımlanmaktadır. Demir eksikliği
anemisi dünyada yaygın olarak karşılaşılan bir beslenme problemidir. Hem çocuk hem de yetişkinlerde obezite
ve vücuttaki demir düzeyi arasındaki ilişkiyi gösteren birçok araştırma literatürde mevcuttur. Bu çalışmanın
amacı; obezlerde aneminin saptanması ve uygulanan diyet müdahalelerinin anemi ve metabolik sendrom
kriterleri üzerine olası etkinliğinin farklı antropometrik ölçüm yöntemleri ile birlikte değerlendirilmesidir.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Küçükçekmece Toplum Sağlığı Merkezi, Sağlıklı Yaşam ve Obezite Danışma
Birimine başvuran normal, hafif kilolu ve obez tanısı alan 18-65 yaşları arasındaki yetişkin kadınlar alındı.
Katılımcılar Beden Kütle İndeksi (BKİ) değerleri 18,5-24.9 kg/m2, 25-29.9 kg/m2 ve 30 kg/m2’nin üzerinde
olacak şekilde üç farklı gruba ayrıldı. Araştırma iki aşamada yürütüldü. İlk aşamaya normal kilolu, hafif
şişman ve şişman 186 kadın dahil edildi. Bu aşamada araştırma alınma kriterlerini sağlayan her bireye sağlık
durumu, beslenme alışkanlıkları ve fiziksel aktivite durumu bilgilerini içeren yüz yüze görüşme yöntemi ile
anket uygulaması yapıldı. Katılan hafif kilolu ya da obez bireyler, araştırmanın ikinci aşamasına da dahil
edildi. İkinci aşama ağırlık kaybının amaçlandığı aşamaydı ve bu aşamaya 12 hafta süresince katılmayı kabul
eden hafif kilolu ve obez 50 kadına ağırlık kaybına yönelik diyet tedavisi uygulandı. Araştırma sonucunda
elde edilen verilerin değerlendirilmesi SPSS (Statistical Package for Social Sciences) 22.0 İstatistiksel paket
programı kullanılarak yapılmıştır.
Bulgular: Araştırmaya 186 kadın birey dahil edildi. Katılımcıların büyük çoğunluğunun ortaokul ve lise
mezunu olduğu belirlendi (sırasıyla %25,3 (n=47) ve %24,2 (n=43)). Bireylerin %71,5’inin (n=133) evli
olduğu saptandı. Eğitim ve medeni durum ile BKİ arasında istatiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmadı
(p>0,05). Besin tüketim sıklıkları değerlendirildiğinde yoğurt, peynir, balık, çay, kahve ve dondurulmuş gıda
tüketimleri ile BKİ arasında anlamlı bir ilişki belirlendi (sırasıyla P=0,001; P=0,001; P=0,006, P=0,023;
P=0,032; P=0,047). Hem anemik olan grupta hem de anemik olmayan grupta üç ay tedavi sonrasında ağırlık,
bel çevresi, BKİ, BRI ve VAI ölçümlerinde anlamlı düzeyde azalma sağlandı (p<0,05). Katılımcıların anemi
parametrelerinden hemoglobin, serum ferritin ve vitamin B12 düzeyleri ile BKİ, BRI, ABSI ve VAI arasında
anlamlı bir ilişki saptanmadı (p>0,05). Metabolik sendrom parametrelerinde diyet tedavisi ile birlikte anlamlı
düzeyde bir azalma saptandı (p=0,001).
Sonuç: BKİ, BRI, ABSI ve VAI kıyaslaması yapılarak elde edilen edilen sonuçlara göre; obeziteyi saptamak
için kullanılan en güvenilir yöntem olarak BKİ saptandı. Obezite ve aneminin ilişkilendirilmesinde en büyük
açıklayıcılığa sahip indeks yine BKİ olarak belirlendi.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
100 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
1018. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİSÖZEL SUNUMLAR
SS-028
ÜNİVERSİTE SINAVINA HAZIRLANAN ÖĞRENCİLERDE SINAV KAYGISININ BESLENME VE VÜCUT
KOMPOZİYONU ÜZERİNE ETKİSİ
Kıymet Murathan Koç, Esen Karaca Çelik, Aylin Hasbay Büyükkaragöz
Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi
AMAÇ: Bu çalışmada üniversite sınavına hazırlanan lise son sınıf öğrencilerinde, sınav kaygısı ve stresinin
beslenme ve vücut kompozisyonu üzerine etkisini değerlendirmek amaçlanmıştır.
YÖNTEM: Bu çalışma İstanbul ilindeki Hüseyin Avni Sözen Anadolu Lisesinde okuyan (n:67) kız, (n:63)
erkek olmak üzere toplam 130 lise son sınıf öğrencisi üzerinde Eylül 2017-Haziran 2018 tarihleri arasında
yürütülmüştür. Araştırmaya katılan öğrencilerin genel özellikleri anket yöntemi ile saptanmıştır. Araştırma
3 aşamada yürütülmüştür. Öğrencilerin dönem başı, dönem ortası ve dönem sonunda sınav kaygı düzeyleri
Westside Sınav Kaygı Ölçeği ve Revize Edilmiş Sınav Kaygısı Ölçeği yardımıyla değerlendirilmiş, 1 günlük
besin tüketim kayıtları alınmış, vücut kompozisyonları biyoelektriksel impedans yöntemi ile belirlenmiştir.
BULGULAR: Öğrencilerin dönem ortası ve dönem sonunda ölçeklerden aldıkları ortalama kaygı puanları
anlamlı olarak dönem başındaki ortalama kaygı puanından daha yüksek bulunmuştur (p<0,05). Öğrencilerin
vücut kompozisyon değerleri dönemlere göre değerlendirildiğinde; kız öğrencilerin dönem sonundaki
ortalama BKİ, ağırlık(kg), yağ yüzdesi, yağ kütlesi (kg), bel çevresi (cm), ortalama değeri anlamlı olarak dönem
başı ve dönem ortasındaki ortalama BKİ, ağırlık(kg), yağ yüzdesi, yağ kütlesi, bel çevresi değerinden yüksek,
dönem sonundaki bel/kalça oranı dönem ortasındaki bel kalça oranından anlamlı olarak daha yüksektir. Erkek
öğrencilerin ise BKİ, ağırlık (kg), iskelet kas ağırlığı (kg), yağ yüzdesi, yağ kütlesi, bel çevresi ortalama değeri
anlamlı olarak dönem başı ve dönem ortasındaki ortalama BKİ, ağırlık(kg), iskelet kas ağırlığı, yağ yüzdesi,
yağ kütlesi, bel çevresi değerinden yüksek, dönem sonundaki ortalama bel/kalça oranı anlamlı olarak dönem
başındaki ortalama bel/kalça oranından daha yüksektir. Kız öğrencilerin ölçeklerden aldığı kaygı puanları
ile vücut yağ yüzdeleri arasında pozitif yönlü anlamlı ilişki bulunmuş, erkek öğrencilerin ise BKİ, ağırlık,
vücut yağ yüzdesi, yağ kütlesi, bel ve kalça çevreleri arasında pozitif yönlü anlamlı bir ilişki bulunmuştur.
Öğrencilerin karbonhidrat (g) alımları ile Westside Kaygı Ölçeği puanları arasında pozitif yönlü, anlamlı bir
ilişki olduğu bulunmuştur (p<0,05). Diğer enerji ve besin öğeleri değerleri ile kaygı puanları arasında anlamlı
bir ilişki bulunamamıştır (p>0,05). Öğrencilerin TÜBER önerilerine göre yetersiz alımı en fazla görülen vitamin
ve mineraller kızlarda folik asit, kalsiyum ve potasyum, erkeklerde ise C vitamini ve potasyum olmuştur. Tüm
öğrencilerin sodyum ve fosforu önerilenden fazla düzeyde aldığı bulunmuştur.
SONUÇ: Bu çalışmanın sonucunda sınava hazırlanan öğrencilerin beslenme alışkanlıklarının değiştiği, vücut
kompozisyonlarında değişiklikler meydana gelerek BKİ, ağırlık, vücut yağ yüzdesi ve yağ kütlelerinde artış
olduğu saptanmıştır.
Anahtar Kelimeler: beslenme, ergen, lise öğrencileri, sınav kaygısı, vücut kompozisyonu
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
101 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
102 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ SÖZEL SUNUMLAR
SS-029
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNDE GECE YEME SENDROMUNUN UYKU DURUMU, BESLENME ALIŞKANLIĞI
VE SOSYODEMOGRAFİK ÖZELLİKLER İLE İLİŞKİSİ
Zeynep YILMAZ, Yıldız Cansu TEMİZÖZ, Esen KARACA, Nazlı UÇAR
Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü
AMAÇ: Bu çalışma, üniversite öğrencilerinde gece yeme sendromunun uyku durumu, beslenme alışkanlığı ve
sosyo-demografik özellikler ile ilişkisini incelemek amacıyla yapılmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışma Kasım 2016-Mayıs 2017 tarihleri arasında üniversitede eğitim gören, 18-65
yaş arası toplam 286 sağlıklı birey üzerinde yürütüldü. Bireyler bölümlerine göre sınıflandırılarak %50’si
(n=143) beslenme diyetetik öğrencisi %50’si diğer bölümler olarak kategorize edildi. Bireylerin medeni
durumu, kaldıkları yer, öğün atlama sıklıkları, besin tüketim sıklıkları, spor yapıp yapmamaları detaylı
olarak incelendi. Bireylerin kişisel ve demografik özellikleri ile sağlık bilgileri 16 soruluk bir anket formu ile
sorgulandı. Bireylerin beslenme durumları besin tüketim sıklığı ve beslenme alışkanlıkları formu ile belirlendi.
Bireylerin antropometrik ölçümleri alındı, fiziksel aktivite durumları belirlendi. Gece Yeme Sendromu, Gece
Yeme Anketi ile; uyku durumları ise Epworth Skalası ile değerlendirildi. Verilerin analizinde SPSS Windows
20.0 kullanıldı.
BULGULAR: Çalışmaya katılan 286 sağlıklı bireyin 24’ü (% 8,3)erkek, 262’si(% 91,7) kadından oluşmaktaydı.
Ankete katılan kadın bireylerin 201’i (%77) öğün atladığını, 60’ı (%23) öğün atlamadığını belirtmiştir. Bu
bireylerde en sık atlanan öğünün kahvaltı idi. 24 erkeğin 21’i (%87,5) öğün atlarken 3’ü (%12,5) öğün
atlamadığını belirtti. Erkeklerde de en sık atlanan öğünün kahvaltı olduğu belirlendi. Ankete katılan bireylerin
öğün atlaması ile cinsiyetleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmadı (p=0,236). Öğün atlama
ile üniversite bölümleri arasındaki ilişki incelendiğinde, beslenme ve diyetetik okuyan öğrencilerin daha az
öğün atladığı görüldü (p=0,001). Ankete katılan bireylerin cinsiyetleri ve kaldıkları yerler ile Epworth Skalası
sonuçları arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı (sırasıyla p=0,540, p=0,960). Ancak bireylerin okudukları
bölüm (Beslenme ve Diyetetik ve diğerleri) ile Epworth Skala sonuçları arasında anlamlı bir ilişki olduğu
belirlendi (p=0,040).Çalışmaya katılan 262 kadın bireyden 6’sında (%2,3) anlamlı gece yeme sendromu;
3 ‘ünde (%1,1) güçlü gece yeme sendromu olduğu görüldü. 24 erkekten hiçbirinde anlamlı gece yeme
sendromu tespit edilmezken; 4’ünde (%16,7) güçlü gece yeme sendromu belirlendi. Gece yeme sendromu
ile cinsiyet arasında anlamlı olarak bir ilişki olduğu saptandı (p=0,003).
Gece yeme sendromunun beslenme ve diyetetik öğrencilerinde anlamlı derecede daha az olduğu görülürken
(p=0,020); bu bozukluk ile kalınan yer (p>0,05), düzenli öğün tüketme (p>0,05) ve düzenli spor yapma
(p>0,05) arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı. Epworth skalası ile Gece Yeme Sendromu arasında anlamlı bir
ilişki olmadığı görüldü ve gece yeme bozukluğu olan bireylerde uyku bozukluğu olup olmadığına dair net bir
sonuç elde edilmedi (p>0,05).
SONUÇ: Açlık ve uyku arasındaki ilişki ise homeostatik ve sirkadiyen ritimlerin kontrolü ile düzenlenir. Bu
çalışmada Epworth Uykuluk Ölçeği ile Gece Yeme Sendromu arasında anlamlı bir ilişki olmadığı görülürken,
cinsiyet ile Gece Yeme Sendromu arasında anlamlı olarak bir ilişki olduğu saptandı.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
102 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
1038. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİSÖZEL SUNUMLAR
SS-030
MEME KANSERİ HASTALARIN SUBJEKTİF GLOBAL DEĞERLENDİRME (SGA) İLE BESLENME
DURUMLARININ SAPTANMASI
Sinem Yörük1, Ezgi Nur Zengin1, Şevval Meryem Ayaz1, Dilşat Baş2, Esen Karaca1
1Acıbadem Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü2Acıbadem Altunizade Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü
Amaç: Bu çalışmada meme kanseri hastalarının Subjektif Global Değerlendirme (SGA) ile beslenme
durumlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmaya Acıbadem Hastanelerinde tedavi gören meme kanseri hastaları ile yürütüldü.
Araştırmanın örneklemini 18-65 yaş arasındaki 100 kadın birey oluşturdu. Hastaların demografik özellikleri,
SGA testi, sağlık bilgileri, fiziksel aktiviteleri ve 24 saatlik besin tüketim kayıtlarının da içerisinde bulunduğu
anket yüz yüze görüşme yöntemi ile uygulandı.
Bulgular: Araştırmaya katılan 100 kadından 31’i (% 31) lise mezunu ,30’u (%30) lisans mezunuydu.
Katılımcıların % 87’si (n=87) sigara kullanmazken, % 6’sı (n=6) kullandığını ve %7’si (n=7) sigarayı bıraktığını
belirtti. Hastaların %92’si (n=92) alkol kullanmazken, %8’i (n=8) alkol tüketimi olduğunu söyledi. Hastaların
%71’inin (n=71) beslenme eğitimi almadığı ve %29’unun (n=29) beslenme eğitimi aldığı tespit edildi. Bireylerin
SGA puanlarına göre %81’inin (n= 81 ) orta derece malnutrisyonlu, %13’ünün (n=13 ) ağır malnutrisyonlu
ve %6’sının (n=6) iyi beslenmiş olduğu belirlendi. Ayrıca hastaların %63’ü (n=63) kendilerinde tat değişimi
olduğunu ve %37’si (n= 37) tat değişimi olmadığını belirtti. Fiziksel aktivite durumları değerlendirildiğinde
ise %19’unun (n=19) belirlendi.
Sonuç: Çalışmaya katılan meme kanseri hastalarının büyük çoğunluğunun tanı aldıktan sonra beslenme
eğitimi almadıkları, yine hastaların büyük bir çoğunluğunun orta derece malnütrisyonlu olduğu ve büyük bir
kısmında ağızında tat değişimi olduğu belirlendi. Ancak SGA puanları demografik özellikler, fiziksel aktivite,
tat değişimleri ve besin tüketim durumları ile anlamlı bir ilişki bulunmadı.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
103 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
104 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ SÖZEL SUNUMLAR
SS-031
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN ORGANİK GIDA BİLGİ DÜZEYLERİ, TUTUMLARI, TÜKETİMLERİ VE
ALGILANAN SAĞLIK ARASINDAKİ İLİŞKİ
Kübra Çelik1, Elif Dervişoğlu1, Sümeyra Yavuz1, K. Esen Karaca1, Nurhan Doğan2
1Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi 2Afyonkarahisar Sağlık Bilimleri Üniversitesi
Amaç: Bu çalışmanın amacı; üniversite öğrencilerinin organik gıda tüketme konusundaki tutumlarının,
düşüncelerinin, davranışlarının ve bilgi düzeylerinin belirlenmesi; öğrencilerin organik gıda tüketimleriyle
sağlık algılarının arasındaki ilişkinin değerlendirilmesidir.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi
öğrencileri arasından rastgele seçilen 600 öğrenci alındı. Araştırmada, daha önce yapılmış çalışmalardan
derlenmiş anket soruları ve Algılanan Esenlik Ölçeği kullanıldı. Anket 6 bölümden oluşuyordu. Birinci
bölümünde yer alan sorular öğrencilerin demografik bilgilerini öğrenmek üzere hazırlandı; ikinci bölümde yer
alan sorularla ise öğrencilerin organik gıdalar hakkındaki bilgi düzeylerinin tespit edilmesi amaçlandı. Üçüncü
bölümde öğrencilerin organik gıdalara yönelik tutumlarını tespit etmeye yönelik sorular yer almaktaydı.
Dördüncü bölümde ise öğrencilerin organik gıdalara yönelik satın alma sebeplerinin saptanmasına
yönelik sorular bulunmaktaydı. Beşinci bölümde öğrencilerin esenlik algısı hakkında bilgi edinmek adına
36 sorudan oluşan Algılanan Esenlik Ölçeği yer aldı. Anketin son bölümünde ise organik gıda tüketen
öğrencilerin tüketim sıklıklarını ölçmek üzere hazırlanmış organik gıda tüketim sıklığı anketi yer aldı.
Bulgular: Çalışmaya 17-24 yaş arası 478 (%83,6) kadın, 94 (16,4) toplam 572 öğrenci katıldı. Katılımcıların
168’ini (%29,4) Beslenme ve Diyetetik Bölümü, 185’ini (%32,3 ) Hemşirelik Bölümü, 83’ünü (%14,5) Fizik
Tedavi Bölümü ve 136’sını (%23,8) diğer bölüm öğrencileri oluşturdu. Cinsiyet ile Algılanan Esenlik Ölçeğinden
alınan puanlar arasında anlamlı bir ilişki bulundu (p=0.038). Kadınların Esenlik Puanları erkeklerden daha
yüksekti. Ayrıca öğrencilerin okudukları bölümler ile Algılanan Esenlik arasında da anlamlı bir fark bulundu.
Algılanan Esenlik Puanları Beslenme ve Diyetetik öğrencilerinde en yüksek olarak belirlendi. Organik Gıda
tüketen ve tüketmeyen bireylerin ise Algılanan Esenlik Ölçeğinden aldıkları puanlar arasında istatiksel olarak
anlamlı ilişki bulundu (p˂0.05).
Sonuç: Kadınların Esenlik Puanları erkeklerden daha yüksekti. Öğrencilerin okudukları bölümler ile algılanan
esenlik ölçeği arasında anlamlı bir ilişki belirlendi. Organik Gıda tüketen bireylerin Algılanan Esenlik
Ölçeğinden aldıkları puanlar daha yüksekti.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
104 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
1058. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİSÖZEL SUNUMLAR
SS-032
MİKROBİYATA VE KANSER
Betül Sabiha Kilit
İstanbul Medipol Üniversitesi
Kanser, hücrelerimizde kontrolsüz şekilde çoğalma, büyüme, çevre ve uzak dokulara yayılma göstererek
ölümcül hal alan hücre çekirdeğinin fizyolojik bir bozukluğudur. Son yıllarda tüm dünyada olduğu gibi
Türkiye’de de çok önemli bir toplum sağlık problemidir. DSÖ’nün Globocan 2018 verilerine göre 2018 yılında
dünyada 18.1 milyon yeni kanser vakası gelişmiş ve 9.6 milyon kansere bağlı ölüm gerçekleşmiştir (1).
Bu bakımdan kanser oluşumu ve tedavisi aşamalarında anahtar role sahip major bir faktörün daha ortaya
çıkarılması, kansere bağlı kişisel, toplumsal ve ekonomik kayıpları azaltacaktır (2). Çevresel toksik maddeler,
iyonize radyasyon, beslenme bozuklukları, immün sistem anomalileri gibi birçok faktör karsinogenezi
başlatabilmektedir. Son zamanlarda yapılan çalışmalarda mikrobiyotanın da multifaktöriyel karsinogenez
aşamalarında aktif rol aldığı gösterilmiştir (3).
Bu derlemede de anahtar role sahip faktörlerden ve araştırma konularından birisi olan mikrobiyatanın
karsinogenezdeki rolünü, kanser tedavilerine yanıt ve toksisite üzerine etkilerini değerlendirmeyi amaçladık.
Bütün kanser türlerinin yaklaşık %15 ‘ine patojenik mikroorganizmaların etken olduğu bildirilmiştir (4).
Karaciğer, serviks, mide, nazofarenks ve kaposi sarkomunun ağırlıklı olarak infeksiyon ajanları nedeniyle
oluştuğu ve bu tümörlerin oluşmasında Hepatit B ve C, HPV, Helikobakteri pilori ve Ebstein Barr virüsü
gibi patojenlerin uzun süreli varlığından kaynaklandığı bildirilmiştir (5). Mikrobiyotanın, özellikle de barsak
Mikrobiyotasının kanserin insidiasyonu, progresyonu ve vücuttaki yaygınlığı ile yakın bir ilişki içinde
bulunduğu, yani karsinogenezin her aşamasında anahtar bir rol oynayabileceği, ek olarak da anti kanser
tedavilere yanıt ve toksik yan etki eğilimlerini de değiştirebileceği ile ilgili yeni kanıtlar ortaya çıkmaktadır.
Karsinogenez aşamalarındaki rolünün daha iyi anlaşılması, tanı ve tarama testlerinde kullanılabileceği
hipotezini gündeme getirmiştir (6). Son zamanlarda yapılan çalışmalarda, mikrobiyotanın kemoterapi ve
immünoterapiye verilen yanıtı, tümör mikroçevresindeki myeloid kökenli hücreler aracılığıyla etkilediğini
göstermiştir ve kemoterapilere yanıt çeşitliliği ve toksisite eğilimindeki bireysel farklılıkların bireysel barsak
mikrobiyota bileşimi ve aktivitesindeki farklılıklardan kaynaklanabileceğini belirten çalışmalar mevcuttur
(7,8). Farelerde mikrobiyatanın olmaması pek çok anatomik bölgede direnç gösterilemeyen enfeksiyonların
gelişimi, otoimmün hastalıklar, kemoterapi direnci, immün tedavilere azalmış yanıt oranları dahil birçok
patolojik süreç ve ölümle sonuçlanmaktadır (9 - 10).
Bu noktadaki beslenme desteği ile mikrobiyatanın iyileştirilmesi sonucunda kanserin sebep olduğu
semptomlar kontrol altına alınabilir, postoperatif komplikasyonlar ve infeksiyon oranları azaltılabilir,
hastanede kalış süresi kısalabilir, tedaviye cevabın ve immün yanıtın artması sağlanabilir. Alınabilecek tüm
bu sonuçlarla hastanın yaşam kalitesinde ve yaşam süresinde artış saptanabilir.
Anahtar Kelimeler: Mikrobiyata, Kanser
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
105 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
106 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ SÖZEL SUNUMLAR
Kaynaklar:
1- Globocan 2018. ‘Estimated cancer incidence, mortality and prevalence worldwide’
2- Genç AC, Hacibekiroğlu İ. Mikrobiyota ve Kanser. Journal of biotechnology and strategic health
research.1:123-31.
3- Bhatt AP, Redinbo MR, Bultman SJ. The role of the microbiome in cancer development and therapy. CA: a
cancer journal for clinicians. 2017;67(4):326-44.
4- de Martel C, Ferlay J, Franceschi S, Vignat J, Bray F, Forman D, et al. Global burden of cancers attributable
to infec-tions in 2008: a review and synthetic analysis. The Lancet Oncology. 2012;13(6):607-15.
5- http://dergipark.gov.tr/download/article-file/378357
6- Roy S, Trinchieri G. Microbiota: a key orchestrator of cancer therapy. Nature reviews Cancer. 2017;17(5):271-
85.
7- Iida N, Dzutsev A, Stewart CA, Smith L, Bouladoux N, Weingarten RA, et al. Commensal bacteria control
cancer re-sponse to therapy by modulating the tumor microenvironment. Science.2013;342(6161):967-70
8- Yip LY, Chan ECY. Investigation of host-gut microbiota modulation of therapeutic outcome. Drug Metabolism
and Dis-position. 2015:dmd. 115.063750.
9- Belkaid Y, Naik S. Compartmentalized and systemic control of tissue immunity by commensals. Nature
immunology. 2013;14(7):646- 53
10- Chervonsky AV. Microbiota and autoimmunity. Cold Spring Harbor perspectives in biology.
2013;5(3):a007294.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
106 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
1078. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİSÖZEL SUNUMLAR
SS-033
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNDE BESLENME DURUMU VE FAST FOOD TÜKETİMİ İLE KONSTİPASYON
ARASINDAKİ İLİŞKİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Ayşe İnan1, Bahar Öylü1, Beyza Acar1, Erdem Demirtaş1, K. Esen Karaca1, Nurhan Doğan2 1Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar Üniversitesi2Afyonkarahisar Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Tıp Fakültesi Biyoistatistik ve Tıbbi Bilişim AD. Afyonkarahisar
Amaç: Konstipasyon bir hastalık değil, kişiden kişiye değişen ve farklı şekillerde yorumlanan subjektif bir
semptomdur. Günde üç ile üç günde bir arasında değişen defekasyon sayısı normal kabul edilmektedir. Genel
olarak haftada iki veya daha az sayıda dışkılama alışkanlığı konstipasyon olarak tarif edilmekle birlikte, yalnız
başına sayı yeterli bir kriter değildir. Konstipasyonu etkileyen; sedanter yaşam, posasız beslenme gibi birçok
faktör bulunmaktadır. Son zamanlarda artan fast food tüketiminin de konstipasyon üzerine etkili olabileceği
düşünülmektedir. Bu çalışmanın amacı üniversite öğrencilerinde beslenme durumu, fast food tüketimi ve
fiziksel aktivite durumunun konstipasyon üzerine etkisinin araştırılmasıdır.
Gereç-Yöntem: Çalışmanın örneklemini lisans, önlisans ve yüksek lisans öğrencileri oluşturdu. Örneklem
18-34 yaş arası 466 kadın, 134 erkek gönüllü katılımcıdan oluşmaktaydı. Bu çalışmada Bristol Dışkı Skalası,
Konstipasyon Ciddiyet Ölçeği (KCÖ), Uluslararası Fiziksel Aktivite Ölçeği (IPAQ), Besin tüketim kaydı ve
Fast Food Tüketim Sıklığı Anketi kullanılmıştır. Ayrıca öğrencilerin günlük su tüketimleri ve besin tüketim
kayıtlarına göre aldıkları çözünür-çözünmez posa miktarları değerlendirilmiştir. Bristol Dışkı Skalası 7
farklı gaita şekli üzerinden barsak transit zamanını tahmin etmeyi amaçlar. Konstipasyon Ciddiyet Ölçeği
bireylerin dışkılama sıklığını, yoğunluğunu ve dışkılama sırasında zorluğu/ güçlüğü belirlemeye yönelik bir
ölçektir. IPAQ (International Physical Activity Questionnaire) 15-69 yaş arası bireylerin, günlük hayatlarının
bir parçası olarak yaptıkları fiziksel aktivite tiplerine göre değerlendirme yapmak için geliştirilmiştir. Besin
tüketim kaydı kişinin 24 saat boyunca tükettiği bütün besinleri miktarlarıyla birlikte saptamayı amaçlar.
Fast food tüketim sıklığı anketi ile fast food tüketiminin gün, hafta veya ayda sıklık olarak miktarı saptanır.
Çalışmada bu anket ve ölçekler kullanılarak besin tüketiminin, fast food tüketim sıklığının ve fiziksel aktivite
düzeyinin konstipasyon üzerine etkisi değerlendirildi. Verilerin değerlendirilmesine Spearman korelasyon
analizi, Mann-whitney-U test ve Kruskal wallis-H testi kullanıldı. İstatistiksel anlamlılık için p<0.05 kabul
edildi.
Bulgular: Çalışmaya 466 (%77.7) kadın 134 (%22.3) erkek olmak üzere 600 öğrenci katıldı. Bristol dışkı
skalası 1 ve 2 olan bireyler sırasıyla 86 (%18.5) kadın, 17 (%12.7) erkek olarak bulundu. Cinsiyet ile KCÖ
arasında anlamlı bir ilişki bulundu Kadınların KCÖ değerleri erkeklerden anlamlı bir şekilde daha yüksekti
(p<0.05). Bireylerin 541(%90.2)’inin fast food tükettiği 59(%9.8)’unun fast food tüketmediği tespit edildi.
Konstipasyon ciddiyet ölçeği ile Bristol Dışkı skalası arasında anlamlı olarak ilişki bulundu (r= -0.19, p<0.05).
Bristol dışkı skalası 1 ve 2 çıkan bireylerde günlük su tüketimi ortalama 6.63±3.65, 3 ve 4 çıkan bireylerde
6.75±3.43 ve 5 ve üzerinde çıkan bireylerde 7.71±4.46 su bardağı olarak bulundu. Bristol dışkı skalası 1
ve 2 çıkan bireylerde günlük ortalama çözünür posa, çözünmez posa, lif alımının sırasıyla (3.92±1.88 gr,
8.27±3.92 gr, 13.32±6.15 gr), 3 ve 4 çıkan bireylerde (4.38±2.78 gr, 8.77±4.61 gr, 13.96±7.25.gr) ve 5
ve üzerinde çıkan bireylerde 3.99±1.90 gr, 8.41±3.85 gr, 32.96±155.55.gr) olduğu görüldü. Öğrencilerin
fiziksel aktivite düzeyleri ile Bristol Dışkı Skalası (r=0.06, p>0.05) arasında anlamlı bir ilişki yokken, fiziksel
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
107 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
108 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ SÖZEL SUNUMLAR
aktivite düzeyleri ile Konstipasyon Ciddiyet Ölçeği (r=-0.19, p<0.05) arasında ters yönde anlamlı bir ilişki
saptandı. Günlük olarak tüketilen hamburger, pizza ve patates kızartması miktarları ile Konstipasyon
Ciddiyet Ölçeği arasındaki anlamlı bir görülmedi. Benzer şekilde günlük tüketilen hamburger, pizza ve
patates kızartması miktarları ile ve Bristol Dışkı Skalası arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı. Bristol dışkı
skalası 1 ve 2 çıkan bireylerde ortalama günlük fiziksel aktivite düzeyi (1192.75±1751.32 met/dk ), 3 ve 4
çıkan bireylerde (1555.34±1984.15 met/dk) ve 5 ve üzerinde çıkan bireylerde (1486.87±1644.99 met/
dk) olduğu belirlendi.
Sonuç: Son zamanlarda üniversite öğrencilerinde sağlıksız beslenme davranışları ve fast food tüketimi
arttığı gözlenmektedir. Bu çalışmada yine benzer şekilde fast food tüketimi yüksek bulundu. Fiziksel aktivite
düzeyi arttıkça konstipasyonun azaldığı görüldü. Bununla birlikte konstipasyonu olan bireylerin günlük su
tüketimlerinin daha az olduğu belirlendi.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
108 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
1098. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİSÖZEL SUNUMLAR
SS-034
KİLO KONTROLÜ İLE İLİŞKİN LEPTİN(rs7799039) GENİ VE EPO (rs1617640) GENİNİN YENİ
DOĞANLARDA ALLEL DAĞILIMININ BELİRLENMESİ
Kubilay Göçücü1,,Furkan Düzyol1, Deniz Güngöroğlu2, Ege Balta3, Nilay Yönet4, Kaan Yılancıoğlu5
1,3 Üsküdar Üniversitesi, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Biyomühendislik Bölümü1 Üsküdar Üniversitesi, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü2Acıbadem Üniversitesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü4,5 Üsküdar Üniversitesi, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Kimya-Biyoloji Mühendisliği Bölümü
Günümüz beslenme bilimi diyet yoluyla bireylerin sağlık durumunu düzeltmeyi ve böylece toplum nezlinde
sağlık düzeyini geliştirmeyi ve hastalıkların önlenmesini amaçlamaktadır. Besinlerin insan sağlığı üzerindeki
etkilerinin araştırılması iki temel gözleme dayanmaktadır. İlk olarak nütrisyonel çevre ve gen ekspresyonunu
etkilemektedir. İkincisi ise bireyin genotipine bağlı olarak besin öğelerinin metabolizması değişmekte ve
sağlık durumu etkilenmektedir. Beslenme ile insan genomu arasında karşılıklı ve dinamik bir etkileşim vardır.
İnsan genom aydınlatılması ile besinlerle genler arasındaki etkileşimi ve besin öğelerinin gen ekspresyonu
üzerindeki etkilerini anlamaya yönelik yoğun çalışmalar başlamıştır. Leptin, Zhang ve ekibi tarafından
moleküler mekanizması gün yüzüme kavuşturulan ve üzerinde yapılan çalışmalar ışığında obezite ile
bağdaştırılan 167 aminoasitli proteinin ürünüdür. İnsanda 7q31’de lokalize olan leptin ayrıca hipotalamik
reseptörler yolu ile açlık hissini düşürmekte ve termogenezi arttırarak vücut ağırlığını azaltmaktadır.
Leptin ve diğer obezite formları arasındaki ilişki, plazma leptin seviyesinin ölçülmesiyle çıkarılabilir. Plazma
seviyelerinin artması, şişmanlığın leptin direncinin bir sonucu olduğunu göstermektedir. Obezite bağlamında
düşük plazma leptin konsantrasyonu, leptinin sentezi ve salgılanmasında olası bir kusur olduğunu gösterilir.
İnsan deneklerde vücut yağ içeriği ile plazma leptin konsantrasyonu arasında çok önemli bir ilişki olduğu da
gözlenmiştir. Genellikle, obez insanlar yüksek leptin seviyesine sahiptir. Söz konusu çalışmada Leptin ve
Eritropoetin hormonları kodlayan genlerdeki değişimlerin Türk toplumundan seçilen yeni doğan sedantal
bireylerden oluşturulmuş popülasyon üzerindeki dağılımı araştırılması planlanmıştır. Yeni doğanda ek gıdaya
geçmenin doğuracağı sorunlara farklı bir perspektiften bakıp genetik yatkınlığın bu yeni oluşacak beslenme
düzeni üzerinde etkisi araştırılmıştır.
Metot özeti
Kan örnekleri EDTA içeren tüplerde toplandı ve DNA izolasyonu için -80 ° C’de saklandı. DNA ekstraksiyonu
için genomik DNA izolasyon kiti (#kitin adı #) kullanılmıştır. İzolasyondan sonra, tüm DNA örneklerinin saflığı
UV spektrofotometre ile A260 / A280 oranında kontrol edildi. EPO (rs 1617640), LEP (rs 7799039) gen
polimorfizmleri, polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ve kısıtlama parçası uzunluk polimorfizm analizi (RFLP)
tekniği kullanılarak belirlendi. (Zhang et al. 2004). EPO geninin forward ve reverse primer sekansları: F:
5’- CGGGGTACCAACTCCTGGGCTCAAAGGAT -3’ ve R: 5’- CCGCTCGAGTCCGCGCCTGGCCGGGGTCCCTCAG-3’.
LEP geninin forward ve reverse primer sekansları: F:5’ -TTTCCTGTAATTTTCCCGTGAG-3’ and R: 5’-
AAAGCAAAGACAGGCATAAAAA-3’. Her PCR karışımın için de 5 μL Buffer (Markası), 1 μL Forward Primer, 1 μl
Reverse Primer, 0.5 μL Taq DNA polymerase and 15.5 μL ddH20 vardır. Toplam hacim 25 μL dir. EPO geni için
PCR protokolü: DNA 95°C’de 5 dakika boyunca denatüre edildi.45 saniye boyunca 95 ° C’de 40 döngüden
oluşan amplifikasyon, 50°C’de 1 dakika ve 72°C’de 45 saniye, 72 ° C’de 5 dakikalık ile son bir uzatma. LEP
geni için PCR protokolü: DNA 95°C’de 5 dakika boyunca denatüre edildi 45 saniye boyunca 95 ° C’de 40
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiSÖZEL SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
109 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
110 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ SÖZEL SUNUMLAR
döngüden oluşan amplifikasyon, 51,6°C’de 1 dakika ve 72°C’de 45 saniye, 72 ° C’de 5 dakikalık ile son bir
uzatma.
Metot: Kan örnekleri EDTA içeren tüplerde toplandı ve DNA izolasyonu için -80 ° C’de saklandı. DNA ekstraksiyonu
için genomik DNA izolasyon kiti (#kitin adı #) kullanılmıştır. İzolasyondan sonra, tüm DNA örneklerinin saflığı
UV spektrofotometre ile A260 / A280 oranında kontrol edildi. EPO (rs 1617640), LEP (rs 7799039) gen
polimorfizmleri, polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ve kısıtlama parçası uzunluk polimorfizm analizi (RFLP)
tekniği kullanılarak belirlendi. (Zhang et al. 2004). EPO geninin forward ve reverse primer sekansları: F:
5’- CGGGGTACCAACTCCTGGGCTCAAAGGAT -3’ ve R: 5’- CCGCTCGAGTCCGCGCCTGGCCGGGGTCCCTCAG-3’.
LEP geninin forward ve reverse primer sekansları: F:5’ -TTTCCTGTAATTTTCCCGTGAG-3’ and R: 5’-
AAAGCAAAGACAGGCATAAAAA-3’. Her PCR karışımın için de 5 μL Buffer (Markası), 1 μL Forward Primer, 1 μl
Reverse Primer, 0.5 μL Taq DNA polymerase and 15.5 μL ddH20 vardır. Toplam hacim 25 μL dir. EPO geni için
PCR protokolü: DNA 95°C’de 5 dakika boyunca denatüre edildi.45 saniye boyunca 95 ° C’de 40 döngüden
oluşan amplifikasyon, 50°C’de 1 dakika ve 72°C’de 45 saniye, 72 ° C’de 5 dakikalık ile son bir uzatma. LEP
geni için PCR protokolü: DNA 95°C’de 5 dakika boyunca denatüre edildi 45 saniye boyunca 95 ° C’de 40
döngüden oluşan amplifikasyon, 51,6°C’de 1 dakika ve 72°C’de 45 saniye, 72 ° C’de 5 dakikalık ile son bir
uzatma.
Tartışma: Literatürdeki bilgilere dayanarak leptin hormonun sentezi veya salımındaki değişikliklerin yeni
doğanda anne sütünün kesildikten sonra evrede ek gıdaya geçişini etkileyebileceği öngörülmüştür. Düşük
leptin seviyesi ile ilişkilendirilen bebeklerin öğünlerinin arası sürenin arttırılması ve bebek stresten uzak
tutulup uyku saatleri belirli bir periyot içinde olmalıdır. Yapılan popülasyon taramasının istatistiksel analiz
sonuçları tam metinde bildirilecektir. Sonuçlar tartışmaya sunulacaktır.
Ayrıca Eritropoetin (EPO) hakkında yapılan tüm araştırmalar incelendiğinde EPO hormonunun beslenme
üzerine etkileri hakkında yeterli seviyede bilimsel çalışma yapılmadığı anlaşılmakta ve bu konuya da ışık
tutulmasının önemli olduğu görülmektedir.
1118. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİPOSTER SUNUMLAR
8. ULUSALSAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ
POSTER SUNUMLAR
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiPOSTER SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
111 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
1138. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİPOSTER SUNUMLAR
PS-04
VARDİYALI ÇALIŞAN SAĞLIK PERSONELLERİNİN BESLENME DURUMUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ
Caner ÖZYILDIRIM, Arş.Gör.Aybike Gizem KAYACAN, Arş.Gör.Zeynep UZDİL, Arş.Gör.Seda KAYA, Arş.Gör.Gül
Eda KILINÇ, Doç. Dr. Pınar SÖKÜLMEZ KAYA
Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Giriş - Amaç: Gece çalışan veya düzensiz çalışma saatleri olan kişiler, yaşam tarzlarını ve dolayısıyla
beslenmelerini de buna göre şekillendirmektedirler. Nöbetin vardiyalı çalışanların öğün düzenini ve besin
seçimini etkilediğine dair kanıtlar mevcuttur. Bu etkileşimler vardiyalı çalışanlarda olumsuz sağlık çıktılarına
sebep olabilmekle beraber bu durumun sebepleri tam olarak bilinmemektedir. Bu çalışmada nöbet tutan
sağlık personelinin gıda seçimlerini ve bu seçimleri etkileyen faktörleri belirlemek amaçlanmıştır.
Yöntem - Gereçler: Kesitsel olarak planlanan bu araştırma Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sağlık Uygulama ve
Araştırma Merkezinde 21.08.2017-23.10.2017 tarihleri arasında tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Araştırmanın
evrenini Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezinde nöbet usulü çalışan sağlık
personeli (doktor, hemşire, ebe, sağlık teknikeri ve diğer nöbet tutan sağlık personeli) oluşturmaktadır.
Araştırma evreni olarak Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezinde nöbet tutan
günlük ortalama 150 sağlık personeli seçilmiştir. Çalışmanın örneklem hacmi %95 güvenilirlik ve %90 güç
ile 110 nöbet tutan sağlık çalışanı olarak belirlenmiştir.
Araştırmanın verileri literatür doğrultusunda araştırmacılar tarafından hazırlanan anket aracılığıyla
toplanmıştır. Anket formu toplamda genel tanımlayıcı bilgiler, mesleki tanımlayıcı bilgiler ve beslenme
durumunun saptanması ile ilgili sorular olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde; nöbet tutan
sağlık personelinin cinsiyeti, yaşı, ikinci bölümde; mesleği, meslek süresi, hizmet verdiği birim, nöbet
tutulan gün süresi ve nöbet süresi, son bölümde ise beslenme durumunun değerlendirilmesine dair sorular
bulunmaktadır.
Araştırma için gerekli etik kurul izni Ondokuz Mayıs Üniversitesi Klinik Araştırmalar Etik Kurulundan 2017/295
numarasıyla alınmıştır. Veriler SPSS programı ile değerlendirilmiştir.
Bulgular: Sağlık çalışanlarının nöbette sağlık sıklıkla tükettikleri besinlerin dağılımı Tablo 1’ de verilmiştir.
Sağlık çalışanlarının nöbette en fazla tükettikleri yiyecekler bisküvi, gofret, kek, kurabiye gibi (%64,0) ve
poğaça, simit, tost (%59,5)’ dur. Süt grubu, sebze ve meyve grubu besinlerin tüketim oranı düşüktür.
Tablo 1: Nöbette sağlık çalışanlarının sıklıkla tükettikleri besinlerin dağılımı
Besin grupları n %
Süt grubu
Süt 19 17.1
Yoğurt 44 39.6
Ayran,kefir 29 26.1
Peynir 34 30.6
Et grubu
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiPOSTER SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
112 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
114 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ POSTER SUNUMLAR
Tavuk/balık 24 21.6
Kırmızı et 18 16.2
Kurubaklagil 17 15.3
Sebze ve meyve grubu
Sebze (çiğ,pişmiş) 19 17.1
Kızartmalar (sebze, patates gibi) 13 11.7
Taze meyve 52 46.8
Kuru meyve 24 21.6
Tahıl grubu
Galeta, tuzlu bisküvi, peksimet gibi 53 47.7
Pilav, makarna, börek 54 48.6
Ekmek çeşitleri 22 19.8
Hazır, ambalajlı besinler
Bisküvi, gofret, kek, kurabiye gibi 71 64.0
Hamburger, pizza 18 16.2
Çikolata 54 48.6
Yaş pasta 16 14.4
Cips, fıstık türleri 26 23.4
Fındık, ceviz, badem gibi yağlı tohumlar 35 31.5
Poğaça, simit, tost 66 59.5
Şekerlemeler 13 11.7
Ay çekirdeği, kabak çekirdeği 22 19.8
Kola gibi gazlı içecek 25 22.5
Hazır meyve suyu,soda gibi 42 37.8
Sağlık çalışanlarının nöbet tutmaya yönelik tutumları ve nöbette yedikleri yerleri tercih nedenleri Tablo
2’de verilmiştir. Buna göre sağlık çalışanlarının %89.2’si nöbet sırasında beslenme düzeninin bozulduğunu
düşünmekte, %73.9’u nöbette yemeği soğuduğu için yiyemediğini, %66.7’si nöbette yemek için yeterli
zaman bulamadığını belirtmiştir.
Tablo 2: Sağlık çalışanlarının nöbet tutmaya yönelik tutumları ve nöbette yedikleri yerleri tercih nedenleri
Evet Hayır
Nöbet tutmaya yönelik tutumlar n % n %
Nöbet tuttuğum gün kendimi mutsuz hissederim. 74 66.7 37 33.3
Nöbet tutmak benim için zorunluluk değildir. 24 21.6 87 78.4
Nöbet sırasında beslenme düzenimin değiştiğini düşünürüm. 99 89.2 12 10.8
Nöbette yemek yiyemememin nedeni yorgun, uykusuz, halsiz olmamdır. 64 57.7 47 42.3
Nöbette yemek yemek için yeterli zamanım yok. 74 66.7 37 33.3
Yemeğin kokusundan dolayı yemek istemem. 64 57.7 47 42.3
Yemeğin tadından dolayı yemek istemem. 81 73.0 30 27.0
Yemeği serviste yediğim zaman soğuk olur, yemek istemem. 82 73.9 29 26.1
Nöbet tutarken yalnız yemeyi tercih etmediğim için yemek yemem. 31 27.9 80 72.1
Sonuç: Bu araştırma sonucunda nöbet tutan sağlık personelinin nöbetin, beslenme alışkanlıklarını kötü
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiPOSTER SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
113 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
1158. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİPOSTER SUNUMLAR
etkilediği ve kişilerin hazır, ambalajlı besinleri daha çok tükettiği saptanmıştır. Nöbet tutan sağlık personelinin
beslenme düzeninin değiştiği, genellikle yemek için yeterli vakit bulamadıkları ve nöbet ortamının oluşturduğu
yorgunluk ve uykusuzluk gibi semptomların yeme düzenini ve alışkanlığını olumsuz etkilediği görülmektedir.
Tüm bu olumsuz beslenme davranışları sağlık personelinin kilo kazanımına ve beraberinde çeşitli metabolik
hastalıkların gelişimine yol açabilir. Bu sebeplerden dolayı, sağlık personellerinin nöbet esnasında sağlıklı
beslenme davranışlarını sürdürmesi, sağlıklarını korumaları açısından önem arz etmektedir.
Anahtar Kelime: beslenme, vardiyalı çalışma, nöbet
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiPOSTER SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
114 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
116 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ POSTER SUNUMLAR
PS-06
POLİKİSTİK OVER SENDROMLU KADINLARDA METFORMİN’İN, C-REAKTİF PROTEİN DÜZEYİ VE
METABOLİK SENDROM ÜZERİNE ETKİSİ
Şahika Türken
DYTMAG
Giriş - Amaç: İnsülin duyarlılaştırıcı olarak kullanılan Metformin’in polikistik over sendromu üzerine olumlu
etki gösterdiği düşünülmektedir. Bu çalışma polikistik over sendromlu (PKOS) kadınlarda Metformin’in,
bir kronik inflamatuar belirteci olan C-reaktif protein (CRP) düzeyi üzerine etkisini araştırmak amacıyla
gerçekleştirilmiştir.
Yöntem - Gereçler: Bu çalışma; 2003-2017 yılları arasında polikistik over sendromu ve metformin ilişkisi
üzerine yayımlanmış 5 makale; 2013-2017 yılları arasında PKOS ve CRP ilişkisini inceleyn 3 makale; 2012
yılında; 2002-2012 yılları arasında polikistik over sendromu ve metabolik sendrom üzerine yayınlanmış 3
makale ve 2017 yılında metformin üzerine yayımlanan 2 makale olmak üzere toplamda 13 makale taranarak
yapılmıştır.
Bulgular: Bir kronik inflamasyon belirteci olan yüksek CRP düzeyinin obezite, PKOS, insülin direnci gibi
sendromlara yol açtığı ve artmış kardiyovasküler hastalık riski ile ilişkili olduğu belirlenmiştir. Yapılan
çalışmalarda metformin tedavisi sırasında, serum CRP düzeylerinin özellikle obez bireylerde önemli ölçüde
azaldığı görülmüştür. Bunun yanı sıra metformin tedavisi ile ağırlık, vücut kitle indeksi, açlık kan şekeri,
serum trigliseritleri ve total kolesterol düzeylerinin de anlamlı derecede azaldığı belirlenmiştir.
Sonuç: PKOS’lu kadınlarda metformin tedavisi ile birlikte CRP düzeylerinin azalması, bu ilacın bilinen olumlu
metabolik etkilerini destekleyici nitelikte olup, PKOS’da bozulmuş metabolik parametrelerin kontrolü ve
düzeltilmesinde kullanılabileceğini düşündürmektedir.
Anahtar Kelime: Polikistik over sendromu, metformin, C-reaktif protein, inflamasyon
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiPOSTER SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
115 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
1178. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİPOSTER SUNUMLAR
PS-07
RESVERATROLÜN SAĞLIK ÜZERİNE ETKİSİ
Tuğba Yılmaz
İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi
Giriş - Amaç: Resveratrol son yıllarda sağlık üzerine olan birçok olumlu etkileri sonucunda ilgi uyandıran
bir polifenolik bileşiktir. Anti-karsinojenik, anti-inflamatuvar, nöroprotektif, anti-aterojenik, anti-trombojenik
özelliklerinin yanı sıra, insülin duyarlılığını arttırdığı ve yaşam süresini uzatabileceği bildirilmiştir. Son
dönemlerde ise, resveratrolün enerji metabolizmasını düzenlemeye yardımcı olabileceği, egzersizin etkilerini
taklit edebileceği, mitokondri sayısı ve fonksiyonlarını arttırabileceği, adipoziteyi azaltabileceği, egzersiz
tolerasyonunu iyileştirebileceğini gösteren ilgili gelişmeleri gözden geçirmek amaçlanmıştır.
Yöntem - Gereçler: Resveratrol, anti-karsinojenik, anti-inflamatuvar, nöroprotektif, anti-aterojenik, anti-
trombojenik anahtar kelimeleri kullanılarak Pubmed kütüphanesinde 2014-2019 yılları arasında yayınlanmış
derlemeler tarandı. Derlemelerin anahtarları özetlendi.
Bulgular: Sağlık üzerine olan birçok olumlu etkileri sonucunda ilgi uyandıran bir polifenolik bileşiktir. Anti-
karsinojenik, anti-inflamatuvar, nöroprotektif, anti-aterojenik, anti-trombojenik özelliklerinin yanı sıra,
insülin duyarlılığını arttırdığı ve yaşam süresini uzatabileceği bildirilmiştir. Son dönemlerde ise, resveratrolün
enerji metabolizmasını düzenlemeye yardımcı olabileceği, egzersizin etkilerini taklit edebileceği, mitokondri
sayısı ve fonksiyonlarını arttırabileceği, adipoziteyi azaltabileceği, egzersiz tolerasyonunu iyileştirebileceği
bildirilmektedir. veratrum grandiflorum O.Loes bitkisinin kökünden elde edilmiş olup, yetmişten fazla
bitki çeşidinde mekanik yaralanma, mikrobiyal enfeksiyon, ultraviole (UV) iritasyonu gibi çevresel ya da
biyolojik strese yanıt olarak üretilen fitoaleksin özelliği gösteren stilben grubuna ait bir bileşiktir. Asma,
dut, yaban mersini, yer fıstığı, antep fıstığı, resveratrol üreten bitkilerden bazılarıdır. Resveratrol özellikle
renkli üzüm çeşitlerinin kabuklarında yüksek miktarda sentezlenmektedir. Karadut, üzüm ve kırmızı şarabın
içinde de bulunmakta olan resveratrolün “Fransız paradoksunda” da payı olduğu öne sürülmektedir (Fransız
paradoksu; Fransızların kırmızı şarap tüketimine bağlı olarak kardiovasküler hastalıklara karşı epidemiyolojik
olarak daha düşük insidanslarının olmasıdır. Resveratrol doğada iki formda bulunmaktadır; trans-resveratrol
ve cis-resveratrol Tüm izomerlerin biyolojik olarak aktif olmasına rağmen, çoğunlukla resveratrolün biyolojik
fonksiyonları daha stabil formu olan trans-resveratrole dayandırılmaktadır . Resveratrol ısıya dayanıklı olması
nedeni ile birçok yiyecek çeşidinde aktif formunu (trans-resveratrol) koruyabilmekte, ağız yoluyla alındıktan
sonra hemen sindirilmekte ve hızla kana karışmaktadır.
Resveratrolün kandaki maksimum konsantrasyonunda doza bağımlı yanıt görülmektedir. Farmakokinetik
olarak düşük doz uygulaması sonrasında kandaki pik resveratrol düzeyine 30 dakika, yüksek doz uygulamaları
sonrasında ise pik konsantrasyona 1.5-2 saat içinde ulaşıldığı gösterilmiş ise de, son dönemde resveratrolün
hızlı absorbe edildiği ve doz ne olursa olsun pik kan konsantrasyonuna 1 saat sonrasında ulaşıldığı
raporlanmıştır. Resveratrolün sağlık üzerine olan etkileri çoklu mekanizmalar üzerinden yürümektedir.
Resveratrol çok sayıda reseptör, kinaz ve diğer enzimlerle de etkileşim içindedir, bu da resveratrolün biyolojik
etkilerindeki temel mekanizmayı oluşturur. İn vivo çalışmalarda, resveratrol ile müdahalenin sirtuin 1 (SIRT1)
ve adenosin monofosfat aktive protein kinaz (AMPK) aktivasyonunu stimüle ettiği gösterilmiştir.
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiPOSTER SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
116 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
118 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ POSTER SUNUMLAR
Dünyada obezite prevalansındaki artışa bağlı olarak alkolik olmayan yağlı karaciğer hastalığında da (NAFLD)
artış görülmektedir. İnsülin direnci, oksidatif stres ve inflamatuvar süreçler, NAFLD progresyonunda ve
patogenezinde bütüncül rol oynamaktadırlar, bu nedenle çoklu vuruş (multihit) ya da eski adıyla çift vuruş
(double hit) hipotezi NAFLD patogenezini tanımlamak için kullanılır. İlk vuruşun sonucu olarak insülin direnci
ortaya çıkmakta ve kanda artan yağ asidi düzeyi karaciğere giriş yaparak hepatosteatoza neden olmaktadır.
İkinci vuruş, hepaotosteatoza bağlı gelişen inflamasyonun sonucu olarak gelişir. Tedavi seçenekleri olarak
ağırlık kaybı, E vitamini ve Glitazon tedavileri ön planda olmakla birlikte kısıtlılıkları ve uzun vadedeki yan
etkileri nedeniyle, hastalığın tedavisinde alternatif tedavi modelleri aranmaktadır . AMPK ve SIRT1, hepatik
lipit metabolizmasını düzenleyen 2 kritik moleküldür. AMPK; lipit metabolizmasında yağ asit oksidasyon
yolağında, lipit sentezini inhibe ederek ve oksidasyonu arttırarak kritik yol oynar. Resveratrol, AMPK
fosforilizasyonunu arttırarak, lipojenik genlerin [Sterol regülatör elementbağlayıcı protein 1C (SERBP-1C) ve
yağ asidi sentataz (FAS)] baskılanmasına neden olmaktadır. SIRT1 aktivasyonu, NAFLD patogenezinde önemli
olan mekanizmalarda inhibisyona neden olmaktadır. Resveratrol güçlü bir SIRT1 agonisti olarak tanımlanmış
olup, SIRT1 proteininin ekspresyonunu ve aktivasyonunu güçlü bir şekilde stimüle etmektedir . Resveratrolün
NAFLD’ deki bozulmuş lipit metabolizmasına olan etkisinin sirtuin yolağı ve hepatik düşük dansiteli
lipoprotein reseptörlerinin up-regülasyonu üzerinden olduğu düşünülmektedir. Resveratrol müdahalesinin
SIRT1-AMPK sinyalizasyonu arttırarak lipit akümülasyonunu azalttığı belirtilmiştir. Resveratrolün, NAFLD
ve inflamatuvar biyogöstergelerin ekpresyonuna etkisini incelemek için yapılan çalışmada; resveratrolün
vücut yağını, total kolesterol, trigliserit, transaminaz ve plazma insülin düzeylerini azalttığı, bununla birlikte
karaciğerde inflamatuar göstergeler olan, tümör nekroz faktör alfa 6 (TNF-a), interlökin- 6 (IL-6) ve nükleer
faktör kappa B (NF-kB) mRNA ekspresyonlarında da anlamlı azalma sağladığı belirtilmiştir.
Kanser, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde başlıca ölüm nedenlerinden birisidir . Çalışmalarında değişik
fitokimyasalların antiproliferatif, pro-apoptotik, anti-metastatik ve anti-anjiojenik etkileri gösterilmiş olmasına
rağmen, klinik etkinlikleri hakkında kısıtlı sayıda çalışma vardır .Resveratrolün karsinogenez ile ilgili birçok
hücresel olayda düzenleyici etkisi olduğu gösterilmiştir. Resveratrolün direkt olarak deoksiribonükleik asit
(DNA) ve ribonükleik asite (RNA) bağlanarak, anti-oksidan enzimleri aktive ederek, inflamasyonu önlediğini
ve malign hücrelere özgü olarak genetik bütünlüğü sağlayan DNA hasarını kontrol eden kinazları 7 stimüle
ettiği öne sürülmektedir. Resveratrolün hücre farklılaşması ve apoptozis gibi birçok kompleks hücresel etkisi
vardır .Bunun ile birlikte temel olarak bu etkideki başlıca mekanizmanın apoptozis üzerinden çalışıldığı
bildirilmektedir. Resveratrolün anti-kanser etkisinin bazı temel mekanizma ile ilişkili olduğu düşünülmektedir.
Bunlar; Karsinojenik aktivitenin inhibisyonu ve karsinojen detoksifikasyonunun indüklenmesi, büyümenin
durdurulması ve apoptozis, kanserle ilişkili proinflamatuvar sinyalizasyon yolaklarının baskılanmasıdır.
Resveratrolün prostat, meme , kolorektal kanser , fibrosarkom , karaciğer, deri ve akciğer kanserinde kanser
önleyici ve kemotöropatik etkisi bildirilmiştir. Yapılan bir çalışmanın sonucuna göre diyetin lignan, kuarsetin
ve resveratrolden zengin olmasının özofajial kanser gelişimine karşı koruyucu etken olabileceği gösterilmiştir.
Resveratrolün sadece anti-kanser özelliği ile ilişkili olarak değil, kemotöropatik ilaçların sitotoksik etkilerinin
arttırılması ve sistemik yan etkilerinin azalttığıda belirtilmiştir.
Obezitenin gelişmesinde temel neden enerji yoğunluğu yüksek besinler olarak gösterilmektedir. Obezitenin
önlenmesinde ise, enerji alımının kısıtlanması temel yaklaşım olarak belirtilmektedir. Enerji alımının
kısıtlanmasının tip 2 diyabet, kanser, kardiyovasküler ve nörodejeneratif hastalıklar gibi birçok hastalığa
karşı koruyucu etki gösterdiği kanıtlanmıştır. Son dönemlerde ise, enerji alımının azaltılması ile sağlanan
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiPOSTER SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
117 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
1198. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİPOSTER SUNUMLAR
bu faydalı etkileri taklit edebilecek ve obezite tedavisinde kullanılabilecek doğal ya da sentetik bileşiklerin
tanımlanmasına odaklanılmıştır. Resveratrolün anti-obezite mekanizması tam olarak anlaşılamamış olmakla
birlikte, adipogenez, apoptozis, lipogenez, lipolizis, termogenez ve yağ asit oksidasyonu gibi çeşitli metabolik
yolaklara olan etkisi üzerinde durulmaktadır . Çalışma sonuçlarında resveratrolün viseral adipogenezi
engellediği belirtilmiştir . Resveratrolün preadipozit farklılaşmasını engelleyerek , adipozit proliferasyonunu
azaltarak , adipozit apoptosizini indükleyerek , lipogenezi azaltarak, lipolizi ve yağ asitlerinin b-oksidasyonunu
teşvik ederek obeziteyi engelleyici bir potansiyelinin olduğu gösterilmiştir. Resveratrolün tüm bu etkilerinin
adipogenez, lipogenez ve yağ asitlerinin b-oksidasyonunun temel regülatörü olan AMPK, sirtuin 1
(SIRT1) ve peroksizom proliferatör-aktive reseptör gama koaktivatör 1-alfa (PGC-1a) ile ilişkili olabileceği
vurgulanmıştır. Resveratrolün, enerji metabolizmasını ve mitokondriyal homeostazı düzenleyen önemli bir
molekül olan sirtuin 1 (SIRT1) aktivatörü olduğu keşfedilmiştir. Aktive edilmiş SIRT1, transkripsiyonel ve
post-translasyonel mekanizmalar aracılığı ile PGC-1a’ yı aktive etmektedir. Resveratrol PPAR-γ (Peroksizom
proliferatöraktive reseptör gama), C/EBPa (CCAAT-arttırıcı-bağlayıcı protein), ve yağ asidi bağlayıcı protein 4
(FABP4), ve diğer biyolojik gösterge proteinlerin [FOXO1 (Forkhead box O) gibi] ekspresyonunu baskılayarak;
preadiposit farklılaşmasını doza bağımlı olarak engellemektedir . Yapılan bir çalışmada, resveratrolün ağırlık
kazanımı üzerine olan etkisini, enerji alımını azaltarak, dinlenme metabolik hızını ve yağ mobilizasyonunu
arttırarak yaptığı vurgulanmıştır. Resveratrolün anti-obezite etkisi yağ oksidasyonu, metabolizması ya
da adipojenik gen ekspresyonlarının [PPAR, C/EBPa, SREBP-1c, FAS, LPL, yağ asit bağlayıcı protein (aP2)
ve leptin gibi] baskılanması ile ilişkili bulunmuştur. Yapılan bir çalışmada resveratrolün, endojen glukoz
üretiminde herhangi bir değişiklik oluşturmamıştır. Dahası dinlenme enerji harcaması ve kan basıncı da
resveratrolden etkilenmemiştir. Mitokondriler çok dinamik organellerdir ve biyogenezleri endotelyal hücre
metabolizması, redoks düzenlemeleri, sinyal iletimi ile ilişkili görülmektedir. Mitokondriyal biyogenezdeki
bozulma sıklıkla diyabet ve metabolik sendromda görülmekte ve bu hücresel enerji dengesizliği, oksidatif
stres, endotelyal disfonksiyon gibi patolojik durumlara katkıda bulunmaktadır. Mitokondriler sürekli olarak
yapılıp yıkılmakta ve enerji gereksinmesindeki değişikliklere göre yoğunlukları değişmektedir. Egzersiz
ya da diğer uyaranlar karşısında mitokondriyal içerikte değişiklik olması mitokondriyal biyogenez olarak
tanımlanmaktadır. Mitokondriyal biyogenez ve döngünün etkili kontrolü; enerji üretimi, endojen oksidatif
stresin engellenmesi ve sağlıklı yaşlanma için elzemdir. Birçok endojen ve ekzojen faktör, PGC-1a aracılığı
ile mitokondriyal biyogenezi regüle eder. Resveratrol, PGC-1a’ in aktivasyonunu arttırır ve PGC-1a’ ın
ekspresyon düzeyi mitokondriyal biyogenez ile direkt ilişkilidir. Bu yolağın, yaşlanma sürecini yavaşlattığı,
birçok kronik hastalığı önlediği, kaslarda dayanıklılığı arttırdığı gösterilmiştir.
Beslenmenin antrenman ve müsabaka başarısı üzerine olan etkisi bilinmektedir. Ergojenik yardımlar;
egzersiz performans kapasitesini ve antrenman adaptasyonunu geliştirmek için kullanılan egzersiz tekniği,
mekanik alet, beslenme uygulaması, farmokolojik metod ya da psikolojik teknikleri kapsamaktadır. Ergojenik
yardım olarak diyet takviyelerinin kullanımı tüm spor dalları arasında çok yaygındır. Bir fiziksel aktivite
sırasında, o fiziksel aktivitenin gerektirdiği fizyolojik, biyomekanik ve psikolojik verime “performans” adı
verilir . Performans için enerji üretimi önemli olduğundan, iskelet kas kütlesinin ve hücrenin enerji santrali
olarak bilinen mitokondrilerin sayısının önemi büyüktür. Mitokondrilerin sayıları egzersiz yada diğer uyaranlar
karşısında değişebilmektedir ve bu mitokondriyal biyogenez olarak tanımlanmaktadır. Bu uyaranlardan
egzersizin mitokondriyal biyogenezi %40 arttırdığı gösterilmiştir. Son dönemlerde resveratrolün performans
ve dayanıklılık üzerine olumlu etkileri olduğu rapor edilmektedir. Buna göre resveratrolün; egzersizin yaptığı
gibi, iskelet kas mitokondriyal biyogenezini, yağ asidi oksidasyonunu ve egzersiz performansını arttırdığı,
yine resveratrol takviyesinin egzersizin yarattığı etkiyi güçlendirdiği ve sonuç olarak bu etkilerinden
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiPOSTER SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
118 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
120 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ POSTER SUNUMLAR
dolayı ergojenik yardımcı olarak kullanılabileceği öne sürülmektedir. Resveratrol ile beslenmenin egzersiz
performansında artış ve egzersizin indüklediği yorgunluk ile ilişkili parametrelerde (laktat, amonyak ve kreatin
kinaz gibi), doza bağımlı olarak azalma, oksijen tüketiminde artış, iskelet kasında mitokondriyal fonksiyonlarla
ilişkili enzimlerin mRNA seviyelerinde artış saptanmış ve bu sonuçlara dayanarak resveratrolün egzersiz
performansını arttırabilecek bir ajan olarak kullanılabileceği düşünülmektedir. Egzersiz modeli olmaksızın
yaşlı farelerde resveratrol kullanımının performans üzerine olumlu etkilerinin saptanması resveratrolün
egzersiz ile benzer yolakları stimüle ettiğini düşünülektedir. Resveratrol takviyesi ile kas liflerinde glikolitik
Tip II liften daha oksidatif; Tip I liflere geçişin indüklediği ve bunun artmış kas dayanıklılığına katkı
sağlayabileceği bildirilmiştir.
Sonuç: Resveratrol, başta mitokondri biyogenezi ve mitokondriyal fonksiyonlardaki olumlu etkilerine bağlı
olarak, kanser, yaşlanma, obezite, karaciğer yağlanması gibi birçok hastalığın önlenmesinde umut vaad
etmesine rağmen, klinik çalışmaların sonuçları halen çelişkilidir ve etki mekanizmalarının anlaşılması, etkin
doz aralığının belirlenebilmesi için daha çok çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır.
Anahtar Kelime: Resveratrol, anti-karsinojenik, anti-inflamatuvar, nöroprotektif, anti-aterojenik, anti-
trombojenik
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiPOSTER SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
119 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
1218. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİPOSTER SUNUMLAR
PS-08
BETA GLUKANIN SAĞLIK ÜZERİNE ETKİSİ
Tuğba Yılmaz
İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi
Giriş - Amaç: Bazı besinlerin doğal yollardan hastalıkların önlenmesi ve tedavisindeki etkinliğinin bilimsel
olarak ispatlanması, sağlığımızın korunmasında beslenme desteğinin önemini arttırmıştır. Bu sebeple,
fonksiyonel besinler, nutrasötikler ve doğal sağlık ürünleri daha fazla tüketilir hale gelmiştir. Bu ürünlerden
birisi de b-glukandır. b-glukan, sağlık üzerindeki olumlu etkileri nedeniyle ABD’de FDA (Food Drug
Administration) ve Avrupa’da EFSA (European Food Safety Administration) gibi gıda denetim kuruluşları
tarafından onay almış, ilaçlarla birlikte kullanıldığında etkileşime girmeyen ve yan etkisi olmayan antioksidan
ve immün modülatör destekleyici olarak yaygın şekilde kullanılmaktadır. Bu bildiride b- glukan bağışıklık
sistemi üzerinde uyarıcı etkisinin yanı sıra anti-inflamatuar, anti-mikrobiyal, anti-enfektif, anti-viral, anti-
tümoral, yara iyileştirici, kolesterol düşürücü, radyoaktif koruyucu, sindirimi düzenleyici özellik gösteren ilgili
gelişmeleri gözden geçirmek amaçlanmıştır.
Yöntem - Gereçler: b-glukan, bağışıklık sistemi, antimikrobiyal, anti-tümoral , anti-enfektif, anti-viral,
anahtar kelimeleri kullanılarak Pubmed kütüphanesinde 2014-2019 yılları arasında yayınlanmış derlemeler
tarandı. Derlemelerin anahtarları özetlendi.
Bulgular: Beta glukan, ekmek mayasında, tahılda ve mantarlarda bulunan, hücre duvarının yapısında yer
alan bir polisakkarittir. Doğal mayada ve mantarlarda genel olarak b-1-3 glukan veya b-1,6 glikozidik bağlı
glukan olarak bulunur. Beta glukanın (BG) hücresel aktivite üzerindeki etkinliğinin ortaya çıkması için ilk
adım olarak hücre zarında bulunan reseptörler tarafından tanınması gerekmektedir. Organizmada çeşitli
hücreler üzerinde (immün ve immün olmayan) monosit, makrofaj, nötrofil, langerhans hücresi (özel bir tür
beyaz kan hücresi ), eozinofil, alveolar epitel hücre ve fibroblast olmak üzere b-glukan reseptör aktivitesi
tanımlanmıştır. b-glukan etkinliğini belirleyen faktörün molekül dizilişindeki farklılıklardan kaynaklandığı
düşünülmektedir. b-glukanlar ana kaynaklarından elde ediliş biçimlerine göre yapıları farklılık göstermektedir.
Biyolojik reaksiyonlardaki etkinlikleri de çözünebilirlik özelliği, molekül ağırlığı, kimyasal bağlarındaki
dallanma şekilleri gibi faktörler etkili olmaktadır. Molekül ağırlıkları küçüldükçe, çözünebilirlikleri arttığı tespit
edilmiştir. Özellikle 1,3 ve 1,6 glikozidik kimyasal bağlı yapıda bulunan formu immünomodülatör olarak etki
gösterdiği bilinmektedir. Ayrıca retiküloendotelyal sistem fonksiyonlarında ve hücre sayısında artışa neden
olduğu gözlenmiştir.
b-glukanların asıl etkileri makrofaj aktivasyonuyla olmaktadır. İn vivo ve in vitro çalışmalar, b-glukanların
fagositoz, lizozomal enzim aktivitesi ve makrofaj aktivasyonunu indüklediğini göstermiştir. Kanser
tedavisinde antitümör ilaçların yanında b –glukan verildiğinde, tümör gelişiminin baskılandığını saptamışlar,
bu durumun bileşiğin nötrofillerdeki CR3 reseptörüne bağlanması ve fagositozu aktive etmesiyle ilgili
olduğu sonucuna varmışlardır. Son yıllarda b-glukanların faydalı etkileri, immun fonksiyon modülasyonu,
antioksidan ve diğer non spesifik etkilerine bağlanmaktadır. Ratlarla yapılan bir çalışmada böbrek
iskemi-reperfüzyon hasarına karşı oral yolla b-glukan kullanmışlar ve bileşiğin verildiği grupta, oksidan
maddelerin azaldığını, antioksidan enzimlerin arttığını açıklamışlardır. b-glukanla ,diyabetin tedavisi ve
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiPOSTER SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
120 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
122 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ POSTER SUNUMLAR
kardiyovasküler komplikasyonlarının önlenmesinde faydalı olduğunu, bağırsaklarda vizkoziteyi arttırarak
glikoz konsantrasyonunu düşürdüğünü, böylece hiperglisemi, hipertansiyon ve hiperlipidemiyi önlediğini
bildirmişlerdir. b-glukanların temel immunofarmakolojik aktivitelerinin, konakçının viral, bakteriyel, fungal
ve parazitik enfeksiyonlarına karşı direncinin arttırılması, antitümör etki, karsinojenezden korunma, immun
sistemi güçlendirme, retiküloendotelyal sistemin fagositik ve proliferatif aktivitesinin arttırılması şeklinde
olduğunu göstermektedir. b-glukan dışarıdan vücuda daha çok oral yolla alınan bir madde olup mide asidine
dirençlidir. Bu nedenle mideden formasyona uğramadan geçer. Oral uygulanım sonrası b-glukan 30 dk
içerisinde ileumdan absorbe olmaktadır. Ayrıca barsak duvarında bulunan makrofajlar b-glukan partiküllerini
özgün reseptörleriyle tutarlar ve hemen aktive olurlar.
b-glukanların en yaygın etkileri, fagositozun artması ve fagositlerin (granülosit, monosit, makrofaj ve
dentritik hücreler) çoğalma aktiviteleridir. b-glukanlar nötrofiller, makrofajlar, dentritik hücreler, dogal
öldürücü hücreler ve T hücreler üzerindeki PRR (pattern-recognation reseptor)’lerini tanır ve baglanır.
Bu PRR’ler dektin-1, sınıf A süpürücü reseptörler , komplement reseptör 3 (CR3) , Toll benzeri reseptör-2
(TLR-2) ve laktosilseramid dir. Epiteliyal hücreler, vasküler endoteliyal hücreler, fibroblastlar ve ön hipofiz
hücreleri gibi immün sistem dısındaki hücreler üzerinde de b-glukanlar için reseptörler belirlenmistir. Bu
yüzden b-glukan reseptörleri vücutta genis bir yayılım gösterir.
b-glukanların hücresel aktivite üzerindeki etkisinin başlaması için gerekli olan ilk basamak hücre membranı
üzerine lokalize olmuş reseptörler tarafından b-glukan polimerlerinin tanınmasıdır. Yapılan çalışmalarda
bazı (1,3) b-glukan polimerlerinin nötrofil, NK makrofajlar üzerindeki kompleman reseptör 3 (CR3)’e
bağlanmakta olduğu ortaya konulmuştur. CR3 sitotoksisite ve fagositoz için bir reseptör olmasının yanında
lökosit diyapedizinden sorumlu bir adezyon molekülü olarak da görev yapmaktadır. CR3 komplemanla ya
da opsonin antikor ile opsonize olmuş mikroorganizmalara; ayrıca hücre dışı matriks yapılarına (fibronektin,
fibrin, laminin); endotel hücre yüzeyinde bulunan ICAM-1 adezyon molekülüne ve bazı mikroorganizmaların
hücre yüzey yapılarına opsonizasyon olmaksızın bağlanmaktadır. Aynı zamanda bu reseptör, b- glukan
polimerlerinin kandan temizlenmesi için de görev yapmaktadır. Küçük molekül ağırlıklı b-glukan bağlandığı
CR3 ile birlikte kandan glomerular filtrasyon ile hızlı bir şekilde temizlenir. Daha büyük moleküler ağırlıklı
b-glukan polimerlerinin ise karaciğerde metabolize olduğu bilinmektedir ve bunun b-glukanın etkinliğinde
önemli olduğu düşünülmektedir. Farlılaşmamış, CR3 taşımayan promonositler üzerinden de spesifik
b-glukan reseptörleri gösterilmiştir. b-glukan bağlayan promonosit reseptörleri (dectin-1, süpürücü reseptör,
laktosilseramid) immunregulasyon için hücre içi ileti yolağını aktifler ve proinflamatuar transkripsiyonel
aktivatör proteinlerin artışına neden olurlar. Lökosit üzerinde bulunan glikosifingolipid yapıdaki laktosilseramid
reseptörlerinin b-glukan ile hücresel düzeyde bağlandığı gösterilmiştir. Reseptörün çalışma mekanizmasına
tam olarak bir açıklık getirilemese de bilinen aktivitesinin b- glukan ile birleşimi sonrası NF-kB sinyal yolağını
aktive etmesi olduğu gösterilmiştir . Bu uyarımın sonunda nötrofil oksidatif mekanizmaların aktivasyonu ve
antimikrobiyal fonksiyonlarda artış gerçekleşir . Bu reseptörlerin yanında b-glukan polimerlerinin hücresel
düzeyde tanınmasında Dectin-1, süpürücü reseptörler ve toll-like reseptörlerden 2 ve 6’nın da görevli olduğu
düşünülmektedir. Bu reseptörlerin özellikle (1-3) zincir üzerine (1-6) dallanma yapan b-glukan polimerlerinin
tanınmasında oldukça önemli olduğu düşünülmektedir. Dectin-1 reseptörünün özellikle monosit, makrofaj
ve nötrofiller üzerinde bulunduğu gösterilmiştir . Dectin-1 reseptörü b-glukan ile bağlanma sonucunda
aktive olarak fagositoz, endositoz ve hücre içi oksidatif mekanizmaları da içeren hücresel faaliyetleri
artırmaktadır. Organizmada birçok hücre üzerinde gösterilmeye çalışılan b-glukan reseptörleri özellikle
doğal immun cevapta rol oynayan hücreler üzerinde bulunmaktadır. Bu hücrelerde fagositik, sitotoksik ve
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiPOSTER SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
121 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
1238. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİPOSTER SUNUMLAR
antimikrobiyal aktiviteleri arttırmaktadır . Ayrıca b-glukanların makrofaj fonksiyonlarını artırarak immun
defansı kuvvetlendirdiği saptanmıştır. b-glukanlar hücre yüzey reseptörlerinde up-regulasyona neden olarak
antijene spesifik T hücre cevabının uyarılması için gereken ikincil sinyalin oluşumunu kolaylaştırmaktadırlar.
Ayrıca b-glukanlar hücrelerin antijen sunum kabiliyetini artırarak malign hücrelere karşı gelişen T-hücre
aracılı immun yanıtın da gelişmesine neden olurlar . b-glukanın en önemli aktivitesi, immun sistemi
düzenlemesidir. Çünkü diğer etkileri de bu aktivitesine bağlıdır. İmmunoregülatör aktivitesi, makrofaj
fagositozunu sağlayan sitokinlerin makrofajlardan salınımını uyarma ya da engelleme yeteneğiyle ilişkilidir.
Yapılan çalışmalar, b-glukanın monositleri çekerek, sitokinlerin salınımı için makrofajlara bağlandığını
ve makrofajları aktive ettiğini göstermiştir. b-glukanın sitokin üretimi üzerine olan etkilerinin, b-glukan
reseptörlerinin çapraz bağlanmasıyla ilişkili olduğu bildirilmiştir. Fagositlerde, b-1,3 glukanı tanıyan ve
bağlanabilen yüzey reseptörlerinin bulunduğu saptanmıştır. Bu reseptörlerin b-glukanın spesifik yapılarına
bağlanarak immunostimülant olarak görev yaptığı ilgili çalışmalarda ortaya konulmuştur . Merkezi sinir
sisteminde b-glukanlar, mikroglia hücrelerini aktive ederler. Bu hücreler, beyin hücre süpürücüleri olarak
hareket eden ve Alzheimer, AIDS ve çoklu sklerozis de pozitif rol oynarlar.
Kanserle ilişkili aktiviteleri b-glukan, immunmodülatör etkinliğine bağlı olarak, kanser hücrelerinin büyümesi
ve tümör gelişimi üzerine de etkilidir. Farelerle yapılan bir çalışma b-glukanın lökositler üzerinde bulunan
CR3 reseptörüne etki ederek, fagositleri uyarması sonucu tümörün % 57-90 oranında geri çevrilmesini
sağladığını ortaya koymuştur. Kanser sağaltımı üzerine etkisinin değerlendirildiği çalışmalarda, fagositozu
ve doğal öldürücü hücreleri aktive ettiği ve interferon salınımıyla anti-tümör etki gösterdiği bildirilmiştir .
b-glukanın, travma ya da radyasyona bağlı immunsupresyonu takiben oluşabilecek bakteriyal infeksiyonu
önlemeye yardımcı olduğu bildirilmiştir . b-glukanın potansiyel antiviral etkinliğini değerlendirdikleri
çalışmalarında, b-glukanla tedavi edilen grupta akciğer lezyonlarının azaldığını ve grip virusunun yayılım
oranının düştüğünü, bu sonuçlara dayanarak bileşiğin profilaktik ve tedavi amacıyla influenza virusuna bağlı
enfeksiyonlarda kullanılabileceğini bildirmişlerdir. İnvaziv mantar enfeksiyonlarının özellikle de Aspergillus
fumigatus’un bağışıklığı bastırması doğrultusunda yaptıkları araştırmalarında, b-glukanın Aspergillus
fumigatus’la enfekte farelerde Dectin-1 reseptörüne bağlanarak akciğer savunma hücrelerini aktive ettiğini,
Dectin-1 reseptöründen yoksun farelerde ise % 80 oranında ölüm görüldüğünü bildirmişlerdir. b-glukanın
in vitro olarak konakçı hücrede hücresel stimülasyonu ve/veya bakterilerin makrofajlar tarafından içine
alınmasını artırarak mycobacterium tuberculosis’in çoğalmasını engellediği tespit edilmiştir . Ratlarda
sepsis oluşturarak yaptıkları bir çalışmada b-glukanın TNF-alfa seviyelerini düşürdüğü ve oksidatif organ
hasarına karşı koruyucu etki gösterdiği belirlenmiştir. Antibiyotiğe resistan bakterilerle enfekte ratlarda
yapılan bir çalışmada, profilaktik olarak b-glukan verildiğinde antibiyotiğin etkisinin arttığı ve bakterinin
kandan temizlendiği gösterilmiş. b-glukan, Saccharomyces cerevisiae enfeksiyonuna karşı interferon gama
ve nitrik oksit seviyelerini yükselterek antiviral etki göstermiştir . b-glukan nötrofillerin ve makrofajların
bakterisidal aktivitelerini artırarak ratlarda invivo “E. coli” ve “Staphylococcus aureus” a karşı antibiyotik
tedavisinin faydasını artırır. Ayrıca kronik hepatit B enfeksiyonlarında hem hücresel hem de hümoral
immun cevabı modüle ettiği de tespit edilmiştir. Günümüzde b-glukanın, destekleyici sağaltım niteliğinde
etkinliği olduğu yapılan çalışmalarda ortaya koyulmuştur. Bu çalışmalardan birisi, maya türevli b-glukan
olarak verilmesinin kan kolesterolünü düşürücü etki gösterdiğini ortaya koymuştur. Ayrıca ilgili çalışmalarda,
diyabet hastalarında kan glikozunu, karbonhidratların mide ve bağırsakta emilim oranını azaltarak düşürdüğü
açıklanmıştır. Steroid kullanımının bozduğu yara iyileşmesinde b-glukan kullanımının etkisinin araştırıldığı bir
çalışmada, glukanın epitelizasyonu arttırdığı, yara kontraksiyonunu arttırdığı ve hidroksiprolein seviyelerini
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiPOSTER SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
122 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
124 8. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİ POSTER SUNUMLAR
yükselttiği görülmüş. Ayrıca bu etkinin sistemik kullanımda daha da fazla olduğu görülmüştür. Diyabetik
ratlarda yara iyileşmesi ile ilgili bir çalışmada b-glukan verilen grupta hidroksiprolein seviyesinin arttığı,
makrofaj akumülasyonunun arttığı ve buna bağlı olarak da neoangiogenezisin ve fibroblast aktivitesinin
artmış olduğu görülmüştür. b-glukanın total makrofaj seviyesini arttırdığı gösterilmiştir. Makrofajlarda
glukan için reseptör bulunması yara iyileşmesindeki etkisinin nedenini göstermektedir. Fibroblastlarda
glukan için reseptör olduğu ve bu yolla fibroblastları direk modüle ediyor olması nedeniyle glukan yara
iyileşmesi sırasında fibroblastları aktive ederek tip1 ve tip-3 kollojen üretimini de arttırmaktadır, yara gerim
kuvvetindeki artış da buna bağlanmaktadır . b-glukanın fibroblastlarda NF-1 aktivitesini arttırarak etki
ettiği ve bu yolla kollojen sentezini arttırdığını göstermişler. Ayrıca b-glukan prokollojen mRNA seviyesini
ve tip1 ve tip-3 kollojen seviyelerini de arttırdığı da görülmüştür. b-1,3-glukanın radyasyonun neden
olduğu zararlı etkilerden koruyucu etkisi olduğu saptanmıştır. Yapılan bir çalışmada b-glukanın hematokrit
değerlerinde, periferik beyaz kan hücrelerinde ve trombosit sayılarında artış olduğunu saptamışlardır. Daha
da önemlisi endojen hemopoetik kök hücre sayılarını arttırdığını bildirmişlerdir. b-glukanın koroner by-pass
sonrası kardiyoprotektif etkisinin olduğu, başka bir çalışmada ise lipopolisakkaritin indüklediği şok ve organ
hasarında b-glukanın indirek olarak kan basıncını artırarak myokard ve düz kaslarda perfüzyonu artırdığı
gösterilmiş.
b-glukanla yapılan deneysel çalışmalar, etkin bir serbest radikal süpürücüsü olduğunu ortaya koymuştur.
Serbest radikallerin yaşlanmayı hızlandırması, kanser gibi çeşitli hastalıklara neden olması ve dejeneratif
etkileri ile ilgili olarak, hücresel bütünlüğü sağlaması bakımından b-glukanın antioksidan etkinliği büyük
önem taşımaktadır.
Sonuç: b-glukanın, antimikrobiyal, anti-tümoral, anti-enfektif, anti-viral, yara iyileştirici, radyoaktif
koruyucu, sindirimi düzenleyici, bağışıklık sistemini iyileştirici, kolesterol düşürücü etkileri kanıtlanmış ve
FDA, EFSA gibi otoriteler tarafından onaylanmış olan b-glukan, fonksiyonel gıda geliştirme amaçlı olarak
gıdalara katılabileceği gibi, jelleşme özelliği nedeniyle gıdalarda kıvam arttırıcı olarak kullanım potansiyeli
olan bir maddedir. Özellikle b-glukanın sağlık üzerindeki olumlu etkileri ile ilgili beyanlar sağlık otoritelerince
onaylandıktan sonra, dünyada b-glukanla ilgili çalışmalar artmıştır.
Anahtar Kelime: b-glukan, antimikrobiyal, anti-tümoral , anti-enfektif, anti-viral, radyoaktif koruyucu,
bağışıklık sistemi, kolesterol düşürücü
8. Ulusal Sağlıklı Yaşam KongresiPOSTER SUNUMLARACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
123 ACU Sağlık Bil Derg 2020; 11(Suppl.1)
1258. ULUSAL SAĞLIKLI YAŞAM KONGRESİPOSTER SUNUMLAR
PS-09
SOSYAL MEDYANIN BESLENME DAVRANIŞLARI ÜZERİNE ETKİSİ
Ümmügülsüm Özaraz
İstanbul Medipol Üniversitesi
Giriş - Amaç: Sağlığın tanımını Dünya Sağlık Örgütü “Sağlık sadece hastalık ve sakatlığın olmayışı değil,
bedence, ruhça ve sosyal yönden tam iyilik halidir.” şeklinde tanımlamaktadır. Beslenme sağlık açısından en
önemli unsurlardan biridir. Genç nüfusu fazla olan Türkiye’nin gıda seçiminde medya önemli bir faktördür.
Üniversite öğrencileri özellikle bu dönemde medyadan etkilenerek oluşturulmuş bir gıda seçimi ve
beslenme davranışını benimsemektedirler. Teknolojinin gelişmesiyle beraber bireylerin hayatlarına “sosyal
medya” kavramı dahil olmuştur. Sosyal medya; kullanıcıların bilgilerini, görgülerini, ilgi alanlarını internet
ya da mobil sistem aracılığı ile paylaştıkları sosyal platformlardır. Genç yetişkinler arasında sosyal medya
platformlarının yüksek popülaritesi göz önüne alındığında ve günde birkaç kez bu platformları ziyaret
eden bu genç popülasyonun sağlıksız kilo kaybı içeren reklamlara maruz kalmasında sosyal medya etkisini
ortaya koymaktadır. Bu çalışma üniversite öğrencilerinde kilo kontrolü için seçtikleri yöntem ve/veya
yöntemlerde sosyal medya etkisini araştırmak amacıyla yapılmıştır.
Yöntem - Gereçler: Bu çalışma 2010-2018 yılları arasında yayımlanmış olan 15 makale taranarak
hazırlanmıştır.
Bulgular: Sosyal medyanın pazarlamadaki rolü yadsınamaz olduğundan, bireylerin sosyal medya üzerindeki
beslenme alışkanlıkları ile ilgili haberlere ilgisi, bu haberlere karşı duyduğu güven/güvensizlik, bu
haberler neticesinde beslenme alışkanlıklarında değişiklik yapma isteği bu sorunlardan bazılarıdır. Yapılan
araştırmalarda sosyal medya kullanımının vücut ve kilo memnuniyetsizliği, vücut ideallerinin içselleştirilmesi,
depresif belirtiler ve düzensiz yeme ile ilişkili olduğunu belirlemiştir. Facebook kullanımı ile yapılan bir
çalışmada bireylerde yeme bozukluğuna yol açabileceği sonucuna varıldı. Yapılan bazı araştırmalarda
ise sosyal medya beden imajını şekillendirmede, başkalarıyla sosyal kıyaslama ve kilo ile ilgili kaygıların
oluşmasında rol oynayabileceği gözlemlendi.
Sonuç: Sosyal medyanın toplum üzerinde sağlık açısından bir takım etkileri olduğu sonucuna varılmıştır. Genç
nüfusun sosyal medyayı kullanma oranlarının fazla olması, etkilenme oranını da artırmaktadır. Bireylerin
beslenme alışkanlıkları ve sağlık ile ilgili bilgilere ulaşma yollarını etkilediği görülmektedir. Türkiye’de yapılan
çalışmalar daha çok kitle iletişim araçlarının beslenme üzerine olan etkilerini araştırmakta olup, bu konuda
daha çok araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır.
Anahtar Kelime: beslenme, beslenme davranışı, sosyal medya