+ All Categories
Home > Documents > Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_2/2018_2_BOZH.pdfzaman hikmet ve...

Turkish Studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03262/2018_2/2018_2_BOZH.pdfzaman hikmet ve...

Date post: 29-Aug-2019
Category:
Upload: vannhan
View: 225 times
Download: 0 times
Share this document with a friend
18
Turkish Studies Volume 13/2, Winter 2018, p. 217-234 DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.12996 ISSN: 1308-2140, ANKARA-TURKEY Research Article/ Araştırma Makalesi Article Info/Makale Bilgisi Received/Geliş: Şubat 2018 Accepted/Kabul: Mart 2018 Referees/Hakemler: Yrd. Doç. Dr. Maşallah TURAN Yrd. Doç. Dr. İsmail BAYER This article was checked by iThenticate. KUR’AN VE SÜNNET IŞIĞINDA DANIŞMA SİSTEMİ II Halit BOZ * ÖZET İnsanî değerlerin unutulduğu, ahlakî ve vicdanî duyguların katılaştığı, hayat tarih serüveninde hidayetin, adaletin, eşitliğin yerine cehaletin bastırdığı zamanlarda zulmetin ufkunda doğan bir güneş, her zaman hikmet ve ilimle yaratılmış bütün varlıklara hayat vermiş ve insanlığı tarihin karanlığından aydınlığa çıkarmıştır. Kuşkusuz insanlığa kıyamete kadar rehberlik edecek bu güneş, Allah’ın ezeli kelamı olan Kur’an’dır. Çünkü O, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da bütün insanlara hidayeti, selameti, huzur ve mutluluğu içinde barındıran bir kaynak, yol gösterici ve onlar için bir rahmettir. Bundan dolayı O’nun ele aldığı konuları bir hikmet ve gayeyi ihtiva eder. Bu niteliğinden dolayı toplumun barışını sağlayacak muazzam prensipleri içinde barındırmaktadır. İşte bu çalışmanın amacını da, Kur’an’da yer alan, müfessirler ve diğer âlimlere göre İslam’ın temel prensiplerinden olan ve İslam devletinin üzerine bina edildiği şûranın(istişâre-danışma)temel meselelerinden bazılarını, Kur’an ve Sünnet’ten örneklerle ortaya çıkarmak oluşturmaktadır. Çünkü bu mevzuda çok önemli iki ihtilafın olduğu bilinmektedir. Bu ihtilaflardan birincisi, Kur’an ve hadislerde zikredilen şûranın hükmü hakkında yaşanan tartışmalardır. Bir başka ifade ile müfessirler, şûranın farz, vacip, sünnet ve mendup noktasında net bir karara varamadıkları gibi, değişik görüşler ortaya koymuşlardır. İkincisi ise, İslam devlet başkanının veya halifenin, şûradan çıkan kararlara uyma ya da uymama konusu etrafında odaklanan meseledir. Dolayısıyla bu iki konuyu, Kur’an, sünnet ışığında, müfessirlerin ve diğer âlimlerin görüşlerini ve kendi kanaatimizi de katıp harmanlayarak anlatmak, bu çalışmanın ana temasını oluşturmaktadır. Anahtar Kelimeler: Kur’an, Sünnet, Danışma, Hüküm, Yönetim * Yrd. Doç. Dr. Artvin Çoruh Üni. İlahiyat Fak. Tefsir Anabilim Dalı, El-mek: [email protected]
Transcript

Turkish Studies

Volume 13/2, Winter 2018, p. 217-234

DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.12996

ISSN: 1308-2140, ANKARA-TURKEY

Research Article/ Araştırma Makalesi

Article Info/Makale Bilgisi

Received/Geliş: Şubat 2018 Accepted/Kabul: Mart 2018

Referees/Hakemler: Yrd. Doç. Dr. Maşallah TURAN – Yrd. Doç.

Dr. İsmail BAYER

This article was checked by iThenticate.

KUR’AN VE SÜNNET IŞIĞINDA DANIŞMA SİSTEMİ II

Halit BOZ*

ÖZET

İnsanî değerlerin unutulduğu, ahlakî ve vicdanî duyguların

katılaştığı, hayat tarih serüveninde hidayetin, adaletin, eşitliğin yerine

cehaletin bastırdığı zamanlarda zulmetin ufkunda doğan bir güneş, her

zaman hikmet ve ilimle yaratılmış bütün varlıklara hayat vermiş ve

insanlığı tarihin karanlığından aydınlığa çıkarmıştır.

Kuşkusuz insanlığa kıyamete kadar rehberlik edecek bu güneş,

Allah’ın ezeli kelamı olan Kur’an’dır. Çünkü O, bugüne kadar olduğu gibi

bundan sonra da bütün insanlara hidayeti, selameti, huzur ve mutluluğu

içinde barındıran bir kaynak, yol gösterici ve onlar için bir rahmettir.

Bundan dolayı O’nun ele aldığı konuları bir hikmet ve gayeyi ihtiva eder.

Bu niteliğinden dolayı toplumun barışını sağlayacak muazzam prensipleri içinde barındırmaktadır.

İşte bu çalışmanın amacını da, Kur’an’da yer alan, müfessirler ve

diğer âlimlere göre İslam’ın temel prensiplerinden olan ve İslam devletinin

üzerine bina edildiği şûranın(istişâre-danışma)temel meselelerinden

bazılarını, Kur’an ve Sünnet’ten örneklerle ortaya çıkarmak oluşturmaktadır. Çünkü bu mevzuda çok önemli iki ihtilafın olduğu

bilinmektedir.

Bu ihtilaflardan birincisi, Kur’an ve hadislerde zikredilen şûranın

hükmü hakkında yaşanan tartışmalardır. Bir başka ifade ile müfessirler,

şûranın farz, vacip, sünnet ve mendup noktasında net bir karara

varamadıkları gibi, değişik görüşler ortaya koymuşlardır. İkincisi ise, İslam devlet başkanının veya halifenin, şûradan çıkan kararlara uyma ya

da uymama konusu etrafında odaklanan meseledir. Dolayısıyla bu iki

konuyu, Kur’an, sünnet ışığında, müfessirlerin ve diğer âlimlerin

görüşlerini ve kendi kanaatimizi de katıp harmanlayarak anlatmak, bu

çalışmanın ana temasını oluşturmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Kur’an, Sünnet, Danışma, Hüküm, Yönetim

* Yrd. Doç. Dr. Artvin Çoruh Üni. İlahiyat Fak. Tefsir Anabilim Dalı, El-mek: [email protected]

218 Halit BOZ

Turkish Studies Volume 13/2, Winter 2018

THE COUNCIL OF VERDICTION IN QUR’AN AND SUNNAH II

ABSTRACT

A sun born in the horizon of persecution in times when human

values are forgotten, the moral and conscience empowers, and the time

when ignorance, justice, and ignorance are replaced by ignorance instead

of justice in the adventure of life history has always given life to wisdom

and knowledge and has brought mankind into darkness from the

darkness of history.

This sun, which will guide mankind as much as dojama, is the

Qur'an, the eternal Word of Allah. For He is as much as it is to this day,

after all, as a guide, and as a guide, and a mercy for them, as a source of

guidance, a source of salvation to all men. It therefore contains a wisdom

and a subject in his subjects. Because of this nature, society has tremendous principles to reach salvation.

The purpose of this study is to put forward the judgment of social

and economic affairs (counseling) in the military, economic, social and

political aspects according to commentators the and other scholars with

the examples of the Qur'an and the Sunnah. Because it is known that

there are two very important conflicts in this regard.

The first of these conflicts is the judgment of the sharer council in

the Qur'an and the hadiths? In other words, is it supposed to be

consulted in all the fields mentioned above, that is to say, all the fields

that concern Muslims or is it mendup, the second is that the president

of the Islamic state or the Caliph has to obey or not obey the decisions made here. Therefore, these two points constitute the main activity of this

work by telling the Qur'an, the sunnah, the commentators and other

scholars, and their own convictions and the views of other scholars and

commentators to describe blends clerk also our own opinion, constitute

the main theme of this work.

STRUCTURED ABSTRACT

The purpose of this study is to put forward the judgment of social

and economic affairs (counseling) in the military, economic, social and

political aspects according to commentators the and other scholars with the examples of the Qur'an and the Sunnah. Because it is known that

there are two very important conflicts in this regard.The first of these

conflicts is the judgment of the sharer council in the Qur'an and the

hadiths? In other words, is it supposed to be consulted in all the fields

mentioned above, that is to say, all the fields that concern Muslims or is

it mendup, the second is that the president of the Islamic state or the Caliph has to obey or not obey the decisions made here. Therefore, these

two points constitute the main activity of this work by telling the Qur'an,

the sunnah, the commentators and other scholars, and their own

convictions.

We can summarize the important points that we have achieved with this study bearing the name “The Council of Verdiction ın Qur’an and Sunnah II”

Kur’an ve Sünnet Işığında Danışma Sistemi II 219

Turkish Studies Volume 13/2, Winter 2018

a. In the history of Islam, Rasulullah(s.a.s.) and Hulefa-i Rashid’s consulted with their before making a decision, whether in personal or

social affairs, and obeyed the decisions made here. They have fulfilled the

work of the Qur'an. However, they have never relied on such things in

matters where they are nascent. Before he declared any opinion on this

subject, he asked his Messenger whether there was a revelation before he

declared any ideas about it, and he had freely declared his ideas since he was informed that there was no revelation about him. We see this

example in consultation with the Bedir war. Indeed, Hubab b. Munzir

explained his idea after he had learned that there was revelation and

revelation before declaring his idea in the battlefield.

When it comes to the attainment of today's Muslims, they should not make decisions on their own or in social matters, relying solely on

their soul and mind. He must know that shaman is supposed to be, and

he must pay attention to these two principles.

1. If there is a verse and authentic hadith about the Guidance, we

must follow it, or we shall consult with the people who have the

qualifications of the hadith which we will mention a little later. As a matter of fact, this Prophet said: Ali, the prophet Muhammad inquires

about the Messenger of Allah, if there is no verse in the Qur'an and there

is no similar provision in your Sunnah, what do we do? Rasulullah's

response is shudder: consult him among those who abide by the lawful

and the believers. But do not judge someone with a reyi who is related to him.

2. According to our view, the person who is in charge of any level of

society today must not act according to his own desire and desire, who

must consult with experts who are experts in business, abid, all who are

afraid of Allah and all, before they make a decision about the fate of

personal or social workers. They should also know how to take the hearts of those who are opposed to them and declare them worthy, appreciate

them, and keep them happy, not breaking them. Because, in any case,

the person who is referred to the idea is acknowledged to have been

appraised. Because the spiritual direction of man is created accordingly.

As a matter of fact, the Messenger of Allah has clearly shown this attitude while consulting with his soldier about the fate of the Bedir prisoners. b.

The President, whatever the outcome, says that Halifenin is the obligation

to obey the ruling. The evidence for this must be that the counsel made

before the Uhud was in the form of a battle of peaceful defense by

Rasulullah (s.a.s.), but the darkness outside the desire arose.

b. The President, whatever the outcome, says that is the obligation to obey the ruling. The evidence for this must be that the counsel made

before the Uhud war was in the form of a battle of peaceful defense by

Rasulullah (s.a.s.), but the darkness outside the desire arose.

c. Even though the decision in consultation is negative, it has been

stated that it is a sin to give up. As an example of this, after the defeat of Uhud, the Shura, referring to the counsel, shows the verse. Because

Rasulullah (s.a.s.) did not lose the war in Uhud, but after that he

practiced counseling in all the apostles. In many examples it is possible

to show the Hendek war and its consultations on the Ichkh. We also

perceive that is favoring the soft and more forgiving nature of decisions

to be made. As a matter of fact, in consultation with Bedir prisoners,

220 Halit BOZ

Turkish Studies Volume 13/2, Winter 2018

Ömer and Hz. Abdullah b. Revaha. We can easily see you wearing it against

d. It is not right to confine matters that constitute the subject of

warlords to war or worldly territory. We can easily say that all the issues

about nassin and robust hadith constitute the subject of shirk. Because

we believe that it is not right to put it into limited molds, since it is the

place where important things related to both religious and secular issues can come to the right conclusion.

For this reason, we are only able to give examples from the events

that took place in relation to this issue in the time of the Messenger of

Allah, while conveying the views and evidences circulating around

whether the caliph or the President of the Islamic State should be obligation to obey the law. We did not touch the events of the period of

Hulefa-i Rashid in order not to download more details. Finally, let us

compare this and the characteristics of the scholars and the democracy

to compare it with another. Finally, it is evident that the Messenger of

Allah and the applied to the councils in all matters arising in the time of

Rasulullah (s.a.s) and Hulefa-i Rashid they have.

Prophet Muhammad went on his way to counseling with his friends,

whom we will talk about later on. Ashap also expressed his opinion on

the matter without any hesitation, as he gave them the confidence to

freely express his opinion. Thus, this mechanism has been a barrier to

decision-making and decision-making by a single person. Because the larger the task is to run on its own, the more mistakes it increases. As a

result, it can be said that the Messenger of Allah states and all the

decisions he made were known to Allah. Allah did not order counsel but

informed His Prophet by way of revelation that He could make it from

negative decisions. Almighty Allah, the Prophet. After Muhammad the

Prophet ordered to teach the Prophet and to be educated.

Keywords: Qur’an, Sunnah, Council, Verdict, Management

Giriş

İslam dininin hükümlerinin kıyamete kadar kalıcı olması ve her devrin ihtiyaçlarına cevap

vermesi için Yüce Allah, değişik zamanlarda çıkabilecek olayları, temel prensiplerin ışığında çözüme

ulaştırmak için takip edilecek yolları da göstermiştir.

Bu sebeple İslam’ın siyasî, içtimaî ve iktisadî alanlarında toplumun huzur ve güvenini temin

etmek için özenle seçip koyduğu çok önemli prensipleri vardır. Bu prensiplerin başında “şûra” (İbn

Esîr, 1979, I, 152; ez-Zehebî, 1985, I, 68) (danışma, İslamiyetten önce Mekke toplumunda, Hz.

Muhammed’in de dâhil olduğu “Daru’n-Nedve” denilen mecliste uygulanmıştır. (Bu meclis

hakkında geniş bilgi için bkz. et-Taberî, h.1326, II, 184; ez-Zemahşerî, 1998, II, 419; Elmalılı,1973,

I, 103; Kutup, 1985, I, 150; es-Sabûnî, 1986, I, 103; el-Beydâvî, ty. II, 214) gelmektedir. Çünkü

yukarıda da belirttiğimiz gibi toplumlarda; güven, huzur ve sükûnetin sağlanması, siyasi, içtimai,

iktisadi vb. gibi alanlar ile alakalı doğru kararların alınmasına bağlıdır. İşlevsellik kazanan bu yöntem

biçimi, sorumluluğu herkese yükler. Ayrıca danışmanın yapıldığı kurulda herkesin fikri dinlenir. Bir

başka ifadeyle beyin fırtınası yaşanır. Böylece ortak kararların çıkmasını sağlayan önemli bir araç

olur. Bu kurumun fert, toplum ve uluslara sağladığı katkıları pek çok olmasına rağmen bize göre bu

faydaları içerisinde en önemlisinin, alınacak kararın hata miktarını en aza indirip doğru karara

varmaya vesile olan bir sistem biçimi oluşudur.

Kur’an ve Sünnet Işığında Danışma Sistemi II 221

Turkish Studies Volume 13/2, Winter 2018

Aslında şûrâ kurumu gibi bazı yapılanmaların kökeninin eskilere dayandığını söylemek

mümkündür. Çünkü tarihe bakıldığında milattan önce üç bin yıllarında bu tip siyasi meclis

geleneğinin varlığından bahsedilir. Ayrıca İslam öncesi dönemde özellikle katolik hırıstiyanlarının

bir takım dini meseleleri görüşüp değerlendirdikleri “konsil” adı verdikleri toplantıları da bir tür şûrâ

kabul edenler de vardır. Yine eski Türk devletlerin yapısında mevcut olan kurultayların, şûrâ ile

benzerlik taşımaktadır. (Talip Türcan, DİA, XXXIX, 2010, ss. 230-235)

Kuşkusuz “şûrâ” (şûrâ, istişare, müşavere kelimelerinin etimolojik alanı hakkında geniş

bilgi için bkz. el-Fîrûzâbâdî, 2005, I, 484; Asım Efendî, h.1305, II, 69-70; el-Ferahidî, ty. V, 150;

el-Curcânî, ty. I54; İbn Fârîs, ty. IV, 444; İbn Manzûr, ty. V, 354; ez-Zebîdî, 1386/1966, I, 45;

Doğan, 1996, 483; el-İsfehânî, 1992, 387)’nın önemli faydalarından bir diğeri de, tek kişinin vereceği

kararların olası kötü neticelerinden toplumu ber taraf etmesidir. Nitekim Kur’an, toplumun sağlam

bir yapıda tutulmasını önemsediği için istişareyi Müslümanlara emretmiştir. Dolayısıyla lider ne

kadar zeki, akıllı ve tecrübeli olursa olsun, Cenab-ı Hakkın, Kur’an’da işaret ettiği ve faillerini

övdüğü danışma esasına göre hareket etmedikçe faydalı sonuçlara ulaşması ve toplumun ıslahını

sağlaması mümkün değildir. Nitekim Peygamber(s.a.s.), akıl ve zekâ yönüyle insanların en

mükemmeli iken Allah, ona bile danışmayı emretmiştir. (Müslim, Fedail, 141; Boz, 2014, 249)

Hz. Peygamber, hakkında kesin ifade beyan etmeyen Kur’an ayetlerinin olmadığı konularda,

arkadaşlarıyla daima danışma yoluna gitmiştir. Keza onlara özgürce fikrini beyan etme güvenini

verdiği için de Ashap, hiç çekinmeden mesele hakkında fikirlerini ortaya koymuşlardır. Böylece bu

mekanizma, bir kişinin tek başına karar alma ve karar verme yetkisine engel teşkil etmiştir. Çünkü

bir işi kendi başına yürütme ne kadar genişlerse, hataların sayısı da o nispette artar. (Boz, 2014, 249)

Kur’an-ı Kerim’de şûrâya, iki yerde direk temas edilmiştir. Şüphe yok ki Yüce Allah faydası

olmayan bir şeyi asla emretmez. Önemli ve sonsuz faydasından dolayı Peygamber’ine bu uygulamayı

emrederek şöyle buyurmuştur:

وا من حولك فاعف عنهم لنت لهم ولو كنت فظها غليظ القلب النفض ن للاه هم وشاورهم في األمر فإذا واستغفر ل فبما رحمة م

لين يحب المتوك إن للاه ل على للاه O zaman, Allah'tan bir rahmet sebebiyle onlara yumuşak“عزمت فتوك

davrandın. Ve eğer sen, kaba, katı yürekli olsaydın, mutlaka senin etrafından dağılırlardı. Artık

onları affet ve onlar için mağfiret dile ve işler konusunda onlarla müşavere et (danış). Azmettiğin

zaman, artık Allah'a tevekkül et. Muhakkak ki Allah, tevekkül edenleri (Allah’a güvenenleri) sever.”

(Al-i İmrân, 3/159)

Aynı mevzuda taalluk eden diğer ayette ise;

ا رزقناهم ينفقون لة وأمرهم شورى بينهم ومم Ve onlar, Rab’lerine icabet“والذين استجابوا لربهم وأقاموا الص

ederler ve namazı kılarlar. Ve onlar, işlerini aralarında toplanıp istişare ederler. Ve onları

rızıklandırdığımız şeylerden infâk ederler” (şûrâ, 42/38) buyurmaktadır. Bu ayette dikkatimizi çeken

husus, Yüce Allah’ın, Mü’min kullarının en önemli vasıflarını sıralarken şûrayı, namaz ile infâk

arasında zikretmesi, şûranın; tıpkı namaz ve zekât gibi İslam’ın temel şartlarından olduğunu, bundan

dolayı da hakkında vahyin bulunmadığı hususlarda hem dinî hem dünyevî meseleleri kapsadığını

göstermektedir. Nitekim bu husus, şuranın konusu başlığı altında ve kısmen de diğer alt başlıklarda

ele alınacaktır.

Ayrıca Yüce Allah, Kur’an’da Hz. Süleyman ile Belkıs arasında vuku bulan ve Belkıs’ın

tahtının getirilmesi olayında gerçekleşen istişareyi, (Türcan, 2010, 230) ibret almamız için bir örnek

olarak bizlere sunmuştur. Mevzuyu açıklığa kavuşturan ayetlere temas etmek konumuza fayda

sağlayacaktır. Kur’an’da, Neml suresinin 24. ve 40. ayetler arasında bu olayı anlatır. İlginç olan bir

şey var ki o da bu ayetlerde putperest olan bir toplumun idaresini üzerine alan Belkıs’ın, kavminin

ileri gelenleri ile istişare yapmasıdır. Ayette geçen “mele”, halkın seçkin ve ileri gelenlerine işaret

etmektedir. Kur’an bu terimi, yaklaşık otuz yerde ve hepsi de aynı manayı ifade eden anlamda

222 Halit BOZ

Turkish Studies Volume 13/2, Winter 2018

kullanmıştır. Bahsimiz ile alakalı ayet şöyledir: “Ey Mele, bana fikir ve kanaatinizi söyleyin.” Bu

ayet, şûrâda kimlerin bulunması gerektiğinin ipuçlarını bizlere vermektedir.

Diğer yandan hacim bakımından en büyük dirayet tefsir eserlerinden er-Râzî’nin tefsirinde

Al-i İmrân, 159 ve Şura, 38. ayetlerini tefsir ederken şûrâ ile ilgili kısa meseleleri açıklar. Mesela Al-

i İmrân suresinin 159. ayetini açıklarken er-Râzî, kısa cümleler halinde, şuranın hükmünden ve

faydalarından bahseder. (er-Râzî, 1995, VII,162) Ayrıca Şûrâ suresi 38. ayetinin müşavere ile ilgili

kısa özlü şu ifadeleri kullanır ve bitirir: “Ayet-i kerimedeki "ki bunlar işlerini aralarındaki müşavere

ile yaparlar" cümlesine gelince, bu, "onların arasında bir hâdise meydana geldiğinde, bir araya

gelir ve karşılıklı meşverette bulunurlar" demektir ki, Allah, böyle davrananları övmüştür. Yani,

"onlar kendi başlanna hareket etmez. Hatta anlaşamadıkları sürece, o işi yapmazlar" demektir.

Hasan el-Basri´nin, "müşavere eden her topluluk, yapacakları işin en doğrusuna ulaşırlar" dediği

rivayet edilmiştir. eş-şûra, tıpkı "el-fütya" kelimesi gibi, "karşılıklı müşavere etmek" anlamında bir

masdardır. Cenâb-ı Hakk´ın, ifadesinin manası, "işleri, müşavereli, meşveretidir" şeklindedir.”

(Geniş bilgi için bkz. er-Râzî, 1995, XIX, 457)

Görüldüğü gibi er-Râzî, İstişare ile ilgili bizleri aydınlatıcı bilgiler vermesine rağmen, şûrâ

ile alakalı bütün detaylara temas etmez. Keza meşhur diğer tefsir eserlerinde şûrâyı ilgilendiren

birçok meseleyi bir arada toplu halde bulmak oldukça zordur. Ancak değişik alanları ihtiva eden

bahisler içerisinde serpiştirilmiş halde anlatılır. Üstelik üzerinde pek fazla durulmaz. Bu durum

bizlere, sahabe döneminden sonra özellikle de son asırlarda şûrâya pek önem verilmediği izlenimini

vermektedir.

Bu sebeple biz, şûrâ ile alakalı önem atfettiğimiz konuları bir araya toplayıp iki makale

halinde sunmayı hedefledik. Keza aynı isimli bir önceki makalemizde şûranın etimolojik anlamı,

Kur’an ve Hadislerde şûra, faydaları ve kapsam alanını işlemiştik. (Boz, 2014, ss.241-255) Bu

çalışmada ise müfessirlerin ve diğer âlimlerin görüşlerini ve kendi kanaatimizi de dikkate alarak,

Kur’an ve Sünnet’te şûra’nın hükmünü anlatmaya çalışacağız.

1. Hz. Muhammed Danışmada Bulunmaya Muhtaç mıdır?

Bu soru, Hz. Peygamber hakkında kabul edilen umumi telakkiler muvacehesinde hatıra

gelebilecek önemli bir sorudur. Kur’an, Peygamberi beşer zaviyesinde telakki ederken

ثلكم يوحى إلي أنما إلهكم إله واحد فمن كان يرجو لقاء ربه ف ب قل إنما أنا بشر م ا وال يشر الح مل عمل بادة ربه لي ا أحد

De ki: “Ben sizin gibi sadece bir beşerim. Bana sizin ilâhınızın tek bir ilâh olduğu

vahyolunuyor. O takdirde kim Rabbine mülâki olmayı (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı) dilerse, o

zaman salih amel (nefs tezkiyesi) yapsın ve Rabbinin ibadetine başka birini (bir şeyi) ortak

koşmasın.”, (Kehf, 18/110. Diğer ayetler için bkz. Enbiya, 21/3; Fussilet, 41/6) aynı zamanda

Resulullah(s.a.s.)’ı, vahyin dışındaki sözlerinden bile vahy-i gayrı metluv denen bir nevi vahye tabi

olduğu, O’nun kendi hevasından bir şey söylemediği gerek Kur’an’da gerekse hadislerde gelen

nasslarla ifade edilmiştir. (Sünnetin tamamının veya bir kısmının vahiy ürünü olduğu noktasında

farklı görüşler mevcuttur. Sünnetin hepsinin vahiy ürünü olduğunu söyleyenlerin başında İbn Hıbban

ve İbn Hazm gibi âlimler gelmektedir. Bu husus hakkında bkz. İbn Hıbban, 1988, I, 189; İbn Hazm,

1983, I, 96. Ancak âlimlerin çoğunun görüşü, sünnetin bir kısmı vahiy ürünü, bir kısmının ise

olmadığı şeklindedir. (Bkz. Muhsin Demirci, 2010, 71)

Peygamberin bütün sözlerinin kaynağının aslında vahiy ürünüdür diyenlerin en büyük

delilleri, Yüce Allah Kur’an’da buyurduğu şu ayettir.:

Ve o, hevasından (kendiliğinden) konuşmaz. (O’nun“وما ينطق عن الهوى إن هو إال وحي يوحى

söyledikleri), sadece O’na vahyolunan vahiydir.” (Necm, 53/3, 4) Şayet bu kesimin görüşünü

Kur’an ve Sünnet Işığında Danışma Sistemi II 223

Turkish Studies Volume 13/2, Winter 2018

dikkate alır ve ona göre hareket edersek, şöyle bir soru ile karşı karşıya kalmaktayız. Madem Hz.

Muhammed(s.a.s)’in bütün sözleri Vahiy ürünü ise o halde Resulullah(s.a.s.) niçin Ashabına

danışma ihtiyacı duysun? Bu sorunun cevabını birkaç maddede özetlemek mümkündür.

a. Hz. Peygamber, genel manada insanlara özelde ise Müslümanlara, söz, tavır ve

davranışıyla, her hususta en güzelini, en faydalısını ve en doğrusunu sergileme vazifesiyle

yükümlüdür. (Agitoğlu, Volume, 12/27, Fall-2017, 54) Hal böyle iken istişare hususunda da

Ashabına örnek olma zorunluluğu vardır. Kendisinden sonra Müslümanların arasında zuhur eden

meselelerin hallinde, aralarında istişarenin nasıl yapılması gerektiğini ve istişarenin önem ve

lüzumunu öğretmek yükümlülüğü vardır. (Türcan, 2010, 231) Dolayısıyla kendisi muhtaç olmasa

bile, Müslümanlara örnek teşkil etmesi için bizzat bunun uygulanmasını göstermek zorunluluğu

vardır.

Nitekim Sufyan b. Uyeyne istişareyi, Hz. Peygamberin eğitim ve öğretim metodlarından biri

olarak kabul eder ve istişarenin lüzumu hakkında şöyle der: “Allah Resulü herhangi bir iş yapacağı

zaman, o iş hakkında ashabıyla istişare yapmış, bu danışmanın sonucuna da uymuştur. Nitekim Uhud

harbinde, kendi görüşü şehirde kalma iken istişare ile çıkan karara uyarak Uhud mevkisine kadar

gidip düşmanı orda karşılamıştır. Netice, Müslümanların mağlubiyeti ile sonuçlanmasına rağmen

Hz. Muhammet, onlarla istişareyi terk etmemiştir. Malum Şûra süresinin 38.ayeti de bu olay üzerine

inerek bunu söylemek istemiştir. İstişare konusunda üzüntünün ve tereddüdün caiz olmadığı,

sonunda hata olsa bile bundan mesuliyet olamayacağı böylelikle anlaşılmış olur.” (Küçük, 1992,

32)

Böylece İstişare sayesinde ortaya çıkan mes’uliyet, tek kişi veya kişilerin üzerinde kalmayıp,

paylaşılmış olur. (Hallâf, 1977, 25)

b. İbn Abbas’tan gelen bir rivayete göre ise, Al-i İmrân süresinin 159. ayeti nazil olunca Hz.

Peygamber: “Allah ve Resulu istişareye muhtaç değildir. Fakat Allah, ümmetime bir rahmet olarak

bunu emretmiştir” es-Suyûtî, ty. I, 257) buyurarak taşıdığı peygamberlik sıfatının bir yönü icabı,

Allah’ın ümmete indirdiği rahmetin tecellisi olan eğitme, öğretme, değer verme, gönül alma ve güven

sağlama vb. gibi vasıfları istişare vasıtasıyla, ashabına aşılamıştır.

Sonuç olarak denilebilir ki Resulullah(s.a.s.)’ın durumu ve verdiği bütün kararlar Allah’a

malumdu. Allah, İstişareyi emretmeyip vahiy yolu ile Peygamberine haber vererek olumsuz

kararlardan onu men edebilirdi. Ancak Yüce Allah, Hz. Muhammed(s.a.s.)’den sonra İslam

ümmetinin sevk ve idaresinin huzuru için önemli prensiplerle birlikte şûrâyı da bizzat

Peygamberlerinden öğrenmeleri ve terbiye edilmeleri için şûrâyı elçisine emretmiştir.

2. Danışmanın Hükmü

Şahsî meselesi hakkında görüş veya nasihat almak isteyen, normal bir kişi olabileceği gibi,

yargıç veya başka bir mevkide yönetici de olabilir. Her türlü durumda danışma kurulunun onların

isteklerini değerlendirmesi gerektiği hususunda ihtilaf bulunmamaktadır.

Bundan sonra, devlet başkanı veya halifenin istişarede bulunmasının hükmü noktasında

değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bu ileri sürülen görüşlerden biri, şayet halife için istişarede

bulunmak farz ise, o zaman halife, şûrâda çıkan karara uyması icab eder. Aksi halde halife için

istişarede bulunmak farz değil de mendup ise, o zaman halifenin şûranın kararına uymamasında bir

sakınca yoktur. Bu sebeple asıl tartışmaya zemin hazırlayan şeyin, danışma emrinin vücub mu? yoksa

mendup mu? olduğu hakkında âlimlerin ileri sürdükleri görüşlerden kaynaklanmasıdır. Müfessirlerin

çoğuna göre istişare farzdır(er-Râzî, 1995, VII, 162) demişlerdir. Önemli olan, Hz. Peygamber’e

hitap olarak gelen “onlarla müşavere et” emrinin sebebi ve asıl hikmeti, Ümmetini eğitme ve terbiye

etmesini sağlamasıdır. Şu halde Hz. Muhammed(s.a.s.) için müşavere mendup olsa da ümmet için

224 Halit BOZ

Turkish Studies Volume 13/2, Winter 2018

vaciptir. Nitekim Yüce Allah, bu minvalde başka bir ayette de şöyle buyurmuştur: “İşleri aralarında

danışma iledir.” (Şuara,26/38); (Elmalılı, 1973. II, 454)

2. 1. Şûrânın Konusu

Müfessirler, şûrânın konusunu teşkil eden hususlarda ihtilafa düşmüşlerdir. Bununla birlikte

Allah katında vahiy inmiş hususlarda istişare yapılmayacağı konusunda âlimlerin ittifakı vardır.

(Elmalılı, II, 1973, 455) Çünkü Kur’an nassları karşısında rey ve kıyas batıldır. (er-Râzî, VII, 162)

Ancak hakkında kesinlik ifade etmeyen ayetler olmayan hususların hepsinde mi yoksa dünyevî ya

da dînî meselelerde mi danışmanın gerekliliği hakkında tam bir fikir birliğine varamamışlardır. (el-

Bedevî, 1987, 84)

Ayette geçen “..وشاورهم في األمر…” “…İşler konusunda onlarla danış…” ifadesindeki “işler”

kelimesinin kapsama alanı hakkında değişik fikirler ileri sürmüşlerdir. Bazıları bu emrin sadece

dünyevî işleri kapsadığını söylemişlerdir. Bu şekilde yorumlayanların başında İbn Cerir et-Taberî

(et-Taberî, Tefsir, 2000, V, 242) ve Muhyiddin el-Arabî gelmektedir. (İbn Arabî, 1957, I, 297)

Âlimlerin çoğunluğunun görüşüne göre ise ayette geçen (في األمر) ifadesi genelleme ifade

ettiğinden, istişarenin hem dünya hem de dini işlerinde gerekli olduğunu belirtmişlerdir. (el-Âlusî,

ty. IV, 106) Bu hususta onların delilleri, Hz. Muhammed’in(s.a.s.), Bedir esirleri hakkında Ashabıyla

danışmasıdır. Şüphesiz bu da dini işleri kapsamaktadır. (el-Ensârî, 1977, 8)

Kanaatimize göre şûranın, hem dünya hem de dini işlerin bütününü kapsadığını ve aynı

şekilde istişarenin herkes için farz olduğunu şöyle açıklayabiliriz.

a. Yüce Allah’ın:

لتي ونسكي ومحياي ومماتي المين قل إن رب ال لله “Muhakkak ki; benim namazım, kurbanım,

ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir.” de(En’am, 6/162) emri gereği,

gerek dünya gerekse ahiret işlerimizin hepsi Allah için olduğu açık şekilde anlaşıldığına göre,

istişarenin de hem dünya hem de ahirete taalluk eden işleri kapsaması gerektiğini rahatlıkla

söyleyebiliriz.

b. Başka bir ayette ise Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

خير وأ نيا وما عند للا ن شيء فمتاع الحياة الد لون فما أوتيتم م بقى للذين آمنوا وعلى ربهم يتوك “İşte böylece size

verilen herşey dünya hayatının metaıdır. Ve iman edenler için, Allah’ın indinde olanlar daha

hayırlıdır ve bâkidir (kalıcıdır). Ve onlar, Rab’lerine tevekkül ederler. Ve onlar, günahların

büyüğünden ve fuhuştan içtinap ederler (sakınırlar). Ve öfkelendikleri zaman affederler. Ve onlar,

Rab’lerine icabet ederler ve namazı kılarlar. Ve onlar, işlerini aralarında toplanıp istişare ederler.

Ve onları rızıklandırdığımız şeylerden infâk ederler.” (Şûrâ, 42/36-38)

Yüce Allah, bu ayetlerde Müslümanları diğer milletlerden ayıran ve onların sahip olması

gereken en temel özelliklerini saymıştır. Keza aralarında istişare yapanları da övmüştür. Böylece

Allah’ın övdüğü bir hususun, dünyevî ve dînî işleri kuşatmasından daha tabii bir şey olamaz. Ayrıca

şûranın iki farz olan namaz ve zekâtın arasında zikredilmesi, bizce farz olduğuna dair en büyük

delillerden bir tanesidir.

c. Ayrıca istişare, karşılıklı konuşma, dînî ve dünyevî meseleler üzerinde tartışma ile kuvvet

bulacağı için Müslümanların belli başlı konularda tecrübe sahibi olmasına vesile olur. Bu yüzden

Resulullah(s.a.s.)’ın ifadesiyle Yüce Allah, müşavereyi İslam ümmetine bir rahmet kılmıştır.

(Elmalılı, 1973, II, 454)

Yukarıda özetle üzerinde durduğumuz görüşe aykırı bir düşünce ortaya atılmıştır. Onlara

göre Resulullah(s.a.s.), gerek dînî gerekse dünyevî meselelerin bütününde Ashabıyla istişarede

bulunmamıştır. Bu görüşlerini teyid edici örneklerde ileri sürmektedirler. Örneğin İslam tarihinde de

Kur’an ve Sünnet Işığında Danışma Sistemi II 225

Turkish Studies Volume 13/2, Winter 2018

önemli bir yeri olan Hudeybiye andlaşmasında, Beni Kureyza ve Tebuk gazvesinde Hz. Muhammed,

Ashabıyla istişarede bulunmadıklarını iddia etmekle şûrânın sadece dünyevî meselelerde özellikle

harp konularında yapılması gerektiğini savunurlar.

Ancak meseleyi derin bir analizle ele almakla onların bu iddialarına verilecek cevabın çok

kolay olacağı görülecektir. Şöyle ki; yukarıda da bahsedildiği gibi bütün âlimlerin ittifak ettikleri bir

şey var ki, o da hakkında Kur’an ayetlerinin olduğu hususta istişare caiz değildir. Nitekim Hudeybiye

meselesinde nassın olduğu bilinmektedir. (“Sana bîat edenler ancak Allah'a bîat etmiş olurlar.

Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah'a

verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir.” Fetih, 48/10; Nitekim Fetih

süresinin 10. ayetinden 20. ayetine kadar Hudeybiye’deki olayları konu edinen

ayetlerdir.)Dolayısıyla Resulullah(s.a.s), Hudeybiye hakkında ayetler olduğu için Ashabıyla istişare

etmemiştir.

Dolayısıyla Peygamber, bu konuda istişareye gitmemiştir. Beni Kureyza ve Tebuk gazvesine

gelince, her iki olay hakkında şu ayeti delil olarak gösterebiliriz:

م وال باليوم اآلخر وال يحر ورسوله وال يدينون دين الحق من الذين أوتوا الكتاب قاتلوا الذين ال يؤمنون بالله م للاه ون ما حر

اغرون طوا الجزية عن يد وهم Kitap verilenlerden, Allah’a ve ahiret gününne inanmayan“حتى ي

kimselerle ve Allah’ın ve O’nun Resul’ünün haram ettiğini haram etmeyenlerle ve hak dîni, dîn

edinmeyenlerle, onlar küçük düşüp, cizyeyi elleriyle verinceye kadar savaşın.” (Tevbe, 9/29)

Aynı mevzuda halife Hz. Ebu Bekir, Hz. Muhammed’in vefatından sonra ridde savaşlarında,

zekât vermeyenlere karşı savaş ilan etmede ve Usame’nin ordusunun gönderilmesinde istişareye

başvurmayarak kendisi karar almıştır. Bize göre bu üç konu da istişarenin kapsamı alanı dışındadır.

Şöyle ki;

1. Usame’nin ordusunun gönderilmesi (Geniş bilgi için bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye ty. VI, 304)

Hz Muhammed(s.a.s.) hayatta iken ordunun başına Usame’yi tayin edip gitmesi için hazırlıkların

yapılması emrini vermişti. Hz Ebu Bekir’in yaptığı ise sadece Peygamber’in emrini yerine

getirmekten başka bir şey değildir. Diğer bir ifadeyle, Resulullah(s.a.s.)’ın vefatlarından önce vermiş

bulundukları bu kararı, onun halifesi sıfatıyla uygulamasıydı. (Bkz. Turan, 2016, 123)

2. Ridde savaşları ve zekât vermeyenlere karşı savaş ilanı hususuna gelince, bu iki hususta

bizce istişarenin mevzusu dışında kalmaktadır. Çünkü Hz. Ebu Bekir, İslam ümmetinin halifesi

olduğu için, şer’i kanunun hükmünü uygulamakla görevlidir. Her iki olayda da şer’i kanunun açık

ihlali söz konusudur. (“Namazla zekâtı birbirinden ayıran ve ben namaz kılarım ama zekât vermem

diyen kimseler, meşru yönetime haksız yere isyan etmiş olurlar.” (Turan, 2016, 123)

Bu hususta sözün özü şudur ki, hakkında Kur’an’da kesinlik ifade eden ayetlerin olduğu

hususlarda asla istişare caiz değildir. Hakkında açık nassın olmadığı dînî ve dünyevî hususlarda ise,

istişare yapılması gereklidir. Ayrıca bu husustan başka yine şurayı ilgilendiren İslam âlimlerinin

kendi aralarında tartıştığı bir mesele daha karşımıza çıkmaktadır. O da danışma kurulunda çıkan

karara halifenin uyması zorunlu mudur? Yoksa sadece konu hakkında bilgi alması ve daha sonra

kendi görüşüne göre hareket etmesi mümkün müdür? Hususudur.

3. Halife’nin Şûrada Çıkan Karara Uyma Hususu

Halifenin şûradan çıkan karara uyma zorunluluğu var mıdır, yok mudur? sorusunun cevabını

vermek oldukça zordur. Bu hususta çok fazla rivayetlerin olması ve bu rivayetlerin değişik şekillerde

yorumlanması, konuyu daha da karmaşık bir hale getirmektedir. Aslında mevzuyu içinden çıkılmaz

bir hale getirilmesinin sebebi, konunun bir bütün halinde değil de, değişik konuların içerisinde ele

alınmasındandır. Bu yüzden âlimler, bu hususa değişik konuların içerisinde vurgu yaparken

birbirleriyle ihtilafa düşecek şekilde görüşler ileri sürmüşlerdir.

226 Halit BOZ

Turkish Studies Volume 13/2, Winter 2018

a. Bir kısım âlimlere göre halifenin, şûradan çıkan karara uyma zorunluluğu vardır. Halifenin

şûradan çıkan kararlara uyma zorunluluğu olduğunu söyleyenlerin delillerini şöyle özetleyebiliriz:

1. Kur’an’dan Delilleri

ل على للاه .ve işler konusunda onlarla muşavere et (danış)…“وشاورهم في األمر فإذا عزمت فتوك

Azmettiğin zaman, artık Allah'a tevekkül et…” (Al-i İmrân, 3/159) ifadesinde Yüce Allah, Resulü’ne

açık bir şekilde şûrayı emretmektedir. Bu ayet, Uhud savaşından sonra nazil olmuş, (İbn Kesîr,

Tefsir, ty, I, 420) bilindiği üzere Peygamber’in Medine’de kalıp düşmanı karşılama fikri varken

şûradan çıkan karara uyup ordusuyla beraber Uhud’a giderek düşmanı orada karşılamıştır. (İbn

Hişâm, 1971, II, 62) Müslümanların yenilgiye uğramalarına rağmen Yüce Allah bu ayeti indirerek

sanki Resulü(s.a.s.) ’ne, yenilginin sebebini şûradan çıkan karara bağlama. Bu neticeden dolayı

bundan sonraki işlerinde seni şûradan alıkoymasın emrini vermiştir. (el-Bedevî, 1987, 146) Bu

yüzden Halifenin’de tıpkı Resulullah(s.a.s.) gibi kendi isteğinin aleyhine olsa bile şûrâdan çıkan

karara uyma zorunluluğu vardır.

Aslında ihtilafın çıkışına zemin hazırlayan şeyin, ayette geçen

Azmettiğin zaman..” (Al-i İmrân, 3/159) ifadesinde geçen “azmetme”nin tam..فإذا عزمت…“

olarak ne anlama geldiği noktasındadır. (“Kur’an muhatapları tarafından net bir şekilde anlaşılır

yargısı, genel kabul olmakla birlikte ayrıntıları ve alt başlıkları hakkında günümüze kadar uzanan

bazı tartışmalardan uzak değildir.” (Geniş bilgi için bkz. Bayer, Volume 11/5 Winter, 2016, 85-98)

İbn Kesîr, Yüce Allah’ın ayetteki bu kelimeyi “çoğunluğun görüşünü alma” şeklinde tefsir ederek,

bu görüşünü teyid eden Resulullah(s.a.s.)’ın şu hadisini delil getirmiştir: “Resulullah’a “azm”in ne

anlama geldiği hakkında soru soruldu. O’da; “şûra’da muşavere edilip çıkan karara uymaktır” diye

cevap vermiştir. (İbn Kesîr, Tefsir, ty. I, 420; Aynı mevzuyu İmam Suyutî’de ele almıştır. Bkz. es-

Suyutî, ty. II, 90) Dolayısıyla “azm” kelimesi, ayet ve hadislerde, çoğunluğun görüşünü kabul edip

uyma anlamını ihtiva eder. Aynı şekilde Reşit Rıza’da bu görüşü benimseyerek şöyle demiştir:

“Şûranın tercih kararını, Allah’a tevekkül ederek yürürlüğe koy” (Rıza, 1960, IV, 205)

Kuşkusuz Âl-i İmrân 159. ayeti, Müslümanların işlerinin şûra ile yürüdüğünü ve şûradan

çıkan kararın bütün görüşlerin üzerinde kabul edildiğini açıklamaktadır. Durum böyle olmasaydı o

zaman şûranın bir anlamı kalmazdı.

Bir kısım düşünürler, bu görüşe karşı şöyle demişlerdir: “Azm” kelimesinin lugat anlamı

“çoğunluğun görüşünü alma” değildir. Buna cevap olarak denilebilir ki, “azm” kelimesinin sözlük

anlamı bu olmasa bile şer’i manada bu anlamı ifade etmesine engel değildir. (el-Ensârî, 1977,192)

Çünkü Resulullah,(s.a.s) yukarıda da geçtiği gibi “azm”’in manasını; “şûrada istişare edilip çıkan

karara uyma” şeklinde açıklamıştır. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Turan, 2016, 122-124)

2. Sünnetten Delilleri

Halife’nin şûradan çıkan karara uyma zorunluluğunun olduğunu söyleyenlerin hadislerdeki

delillerini şöyle sıralayabiliriz.

2. 1. Resulullah(s.a.s.), Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer için, “şayet ikiniz bir karar üzerinde

birleşirseniz, size muhalefet etmem.” (İbn Kesîr, Tefsir, ty, I, 420) Bu hadis, anlam itibariyle

Resulullah(s.a.s.)’ın “azm” konusundaki hadisiyle bütünlük arzetmektedir.

2. 2. Resulullah(s.a.s.)’ın Bedir savaşı ile alakalı hususlarda şûranın kararlarına uymuştur.

Çünkü Hz. Peygamber, Ebu Sufyan başkanlığındaki kervanın önünün kesilmesi, (İbn Hîşâm, 1971,II,

186) Bedir savaşı ile alakalı savaşa karar verilmesi, savaş alanının belirlenmesi (İbn Kesîr, el-Bidâye,

II, 262) gibi hususlarda ashabıyla istişarede bulunmuştur. Meseleyi özetleyecek olursak, Kureyş’in

büyük bir ordu ile yola çıktığı haberini alınca Hz. Peygamber, ashabı toplayıp onlarla istişare etti.

Resulullah(s.a.s.), özellikle ensarın görüşünü merak ediyordu. Çünkü onlar, Medine’de

Kur’an ve Sünnet Işığında Danışma Sistemi II 227

Turkish Studies Volume 13/2, Winter 2018

Resulullah(s.a.s.)’a yardım edeceklerine söz vermişlerdi. Şimdi ise durum Medine dışına çıkmayı

gerektiriyordu. (el-Bedevî, 1987, 87)

Ensar adına söz alan Sa’d b. Muaz şöyle dedi: “Ya Resulallah! Bizim sana yalnız kendi

topraklarımızda yardım edip, başka yerlerde seni yalnız bırakacağımızı mı sanıyorsunuz? Ben bütün

Medine halkı adına konuşuyorum ve onlar adına sana kesin söz veriyorum. Nereye gidersek ve

nerede olursak olalım biz senden ayrılmayız… Allah’a yemin ederim ki, dünyanın en uzak köşesine

gitsen bile biz de seninle gideriz…( İbn Kesîr, Tefsir, ty. I, 420; ez-Zebîdî, 1972, X, 141-142) Onun

ardından Hz. Mikdat söz alarak şunları söyledi: “Ya Resulallah, Musa kavminin O’na dediğini sana

diyecek değiliz. Onlar git, sen ve Rabbin düşmanla çarpışın. Biz burada oturacağız demişlerdi. Lakin

biz senin sağında, solunda, önünde, arkanda yer alıp seninle beraber olacağız.” (İbn Hişâm, 1971,

II, 187)

Hz. Peygamber, bu sözleri duyunca yüzünde bir neşe dalgalandı. Ashabtan duyduğu bu

sözlere çok sevindi ve şûranın kararına uyarak şöyle buyurdu: “Allah’ın izniyle yürüyün ve zafer

müjdesini alın. Sanki ben şu an bir kavmin hezimetini seyretmekteyim.”( İbn Hîşâm, 1971, II, 188;

en-Nedvî, 1981, 143; el-Bûtî, 1965, 147)

2.3. Savaş Alanının Belirlenmesi: Hz. Muhammed ve ashabı, savaşmak için Bedir’e en

yakın kuyunun başına indikleri vakit ashaptan Hubab b. Munzir, Hz. Muhammed’e; “oraya inmeleri,

Allah’ın emri ile mi, yoksa savaş gereği mi?” olduğunu sordu. Hz Peygamber, savaş gereği olduğunu

söyleyince, Hubab b. Munzir, oradan kalkılarak Kureyş’in inmiş olduğu sulara en yakın kuyunun

başına inilmesi ve o kuyunun yanına havuz yapılıp su doldurduktan sonra yakındaki diğer kuyuların

kapatılmasının daha uygun olacağını söyledi. Buna uyularak oraya kadar gidildi, sahabenin istediği

gibi tavır alındı. (İbn Hîşâm, 1971, II, 188)

2. 4. Bedir Tutsaklarının Durumu: Müslümanların Medine’ye gelişlerinden bir gün sonra

Medine’ye getirilen esirler, ikişer, üçer ashap arasında taksim olundu. Bundan sonra Peygamber,

esirlerin hoş tutulmalarını ve onlara iyi muamele yapılmasını emretti. Ashap da bu emre uyarak

esirleri hoş tuttular. Onları en güzel şekilde yedirip içirdiler. Temiz elbiseler giydirdiler. Allah’ın

elçisi, ashabını toplayarak, esirler hakkında onlarla istişare etti. Hz. Ömer ve Sa’d b. Muaz, onlar ehl-

i küfr oldukları için öldürülmeleri gerektiğini söylediler. Hz. Ebu Bekir ise esirlerin fidye karşılığında

serbest bırakılmasını söyledi. Neticede şûrada Hz. Ebu Bekir ve onun gibi düşünenlerin fikirleri

kabul gördü. Çünkü Hz. Muhammed’de aynı fikirde idi. (et-Taberî, h. 1326, I, 1354-1355)

Bunun üzerine esirlerin her birine hal ve durumlarına göre bin ile dört bin dirhem fidye

vermeleri takdir edildi. Gücü yetmeyenlerden ise, okuma yazma bilenleri, Müslümanlardan onar

çocuğa okuma yazma öğretmeleri şartı ile serbest bırakıldı. Ancak daha sonra gelen Enfâl süresinin

67. ve 68. ayetlerine göre istişare sonucu alınan bu karar yanlıştı ve Hz. Ömer’in düşüncesini

güçlendirdiği için Efendimiz ve Hz. Ebu Bekir çok üzüldüler. (et-Taberî, h. 1326, I, 1355) Keza ayet

şöyledir: “Bir Nebî (peygamber) için yeryüzünde kesin zafer kazanıncaya kadar onun esirlerinin

olması, olmaz (uygun değildir). Siz, dünya malını istiyorsunuz ve Allah, ahireti istiyor. Ve Allah;

Azîz’dir, Hakîm’dir. Daha önce (geçmişte), Allah tarafından eğer yazılmış olmasaydı (Levh-i

Mahfuz’da) sizin almış olduğunuz şeyler (fidye) konusunda mutlaka size büyük bir azap dokunurdu.”

(Enfâl, 8/67, 68)Peygamber zamanında cereyan eden bu olayların önemli noktalarında, istişarenin

mutlaka yapıldığı görülmektedir.

2. 5. Uhud Savaşıyla İgili Danışmadan Çıkan Kararlara Uyulması: Bedir savaşından sağ

kalan Kureyş’in uluları, Bedir’de alınan hezimetin intikamını almak için var güçleriyle savaşa

hazırlandılar. Resulullah(s.a.s.), bu haberi alınca hemen ashabını topladı. O sabah kurulan şûrada

ensarın ve muhacirlerin en önde gelenleri mevcuttu. Düşmanı nerede karşılamanın doğru olacağı

hususunda Peygamber, ashabına danıştı. Ancak kendisi, Medine’de kalıp içerden savunma yapmanın

daha doğru olacağı düşüncesini taşımaktaydı. (Türcan, 2010, 231) Bu niyetini şu sözleriyle beyan

228 Halit BOZ

Turkish Studies Volume 13/2, Winter 2018

etti: “Eğer Medine’de kalıp düşmanın istediği mevkiye inmesine taraftarsanız bırakın öyle olsun.

Çünkü düşman ordusu nereye kastederse orası kendileri için en şerli yer olacaktır. Yok eğer

üstümüze gelecek olurlarsa onlarla savaşırız.” (İbn Hîşâm, 1971, II, 62)

Ancak Bedir’e katılmayan sahabiler, düşmanla Medine dışında çarpışmaya taraftar idiler.

Keza gençlerin çoğu da onlarla aynı görüşü paylaşıyordu. Bunun sebebi de daha sonra korkaklıkla

suçlanmamaktı. Özellikle Peygamberin amcası Hz. Hamza, bu fikri taşıyanların başında geliyordu.

Hz. Muhammed’e dönerek şöyle dedi: “Sana kitabı indiren Allah’a yemin ederim ki, Medine dışında

kılıcımla düşmana karşı göğüs göğse çarpışmadıkça ağzıma bir lokma ekmek almayacağım.”Bundan

sonra Hz Muhammed, “…İçimizden gençler, Medine’den çıkıp harbetmemizi istediler, arzuları

yapılacaktır.” (Şakir, 1994, 281) Böyle diyerek evine gitti ve üst üste iki zırh giydi. Sonra İslam

ordusunun karşısına çıkarak düşmanla karşılaşmak üzere komutunu verdi. (İbn Hîşâm’ın siretinde,

Peygamberi Medine dışına çıkmada zorlayanların daha sonra pişman oldukları, Resulullah’a gidip

nasıl uygun görürlerse ona boyun eğeceklerini söylemeleri üzerine Hz. Peygamber: “Bir

Peygamber’e zırhını giydikten sonra düşmanlarıyla savaşmadan onu çıkarıp yerine koyması

yaraşmaz.”diye söylemişlerdir. Geniş bilgi için bkz. İbn Hîşâm, 1971, II, 62) Böylece kerih görse de

şûrada alınan karara uydu. (Şakir, 1994, 281)

2. 6. Hendek Kazılması Üzerine Anlaşmaya Varılması: Ebu Süfyan’ın ordusuyla

Medine’ye yakalaşmakta olduğu haberi alınınca Resulullah ashabıyla istişarede bulundu. Uzun

görüşmelerden sonra Selman-ı Farisi’nin fikrine uygun görüş şûradan çıkarak Medine etrafına

hendekler kazılmış(el-Bûtî, 1965, 303) bundan sonra bilinen olaylar gelişmiştir.

2. 7. Ayrıca Resulullah(s.a.s.)’ın şahsi meselesi olan ifk hadisesinde, (İbn Hîşâm, 1971, III,

313) ezanın oluşumunda, (İbn Hîşâm, 1971, II, 154; İbn Sa’d, 1952, I, 246; İbnu’l-Esir, 1979, III,

176) hurmaların aşılanması (Muslim, Fezail, 141; İbn Mâce, II, 825) hususunda Hz. Muhammed

şûrâya başvurmuş ve çıkan karara da uyulmuştur.

Yukarıda kısaca vurguladığımız hususlarda şûradan çıkan karara uyulduğu için âlimlerin

çoğu, İslam devletinin başkanı veya halifenin de bütün işlerde istişarede bulunması ve çıkan karara

uyması gerektiğini söylemişlerdir.

b. Bir kısım âlime göre ise halife veya İslam devlet başkanı, bilgi alış verişinde bulunmak

için şûrayı toplamasına rağmen şûradan çıkan karara uyma ya da uymama noktasında tamamen

muhayyerdir. Bir başka ifadeyle, şûranın kararını uygulama ya da uygulamamada tamamen özgürdür

demektedirler.

2. Kur’an’dan Delilleri: Bu görüşe mensup olanların en büyük delilleri Âl-i İmrân süresini

159. Ayetidir.“…فإذا عزمت …”Azmettiğin zaman …” Bu ayetteki azmetme ifadesini Allah, Resulüne

isnat etmiş, yani sen Ey Resulüm kararını verdikten sonra onu gerçekleştir manasına

hamletmektedirler. Bundan dolayı da Allah’ın Resulü, şûranın kararına ikna olmadıktan sonra oradan

çıkan karara uyma zorunluluğu yoktur. Nitekim et-Taberî, tefsirinde, bu görüşü teyid eden ifadeler

mevcuttur. (et-Taberî, Tefsir, 2000, V,346)

Ancak İslam devlet başkanının şûra kararlarına uyması gerektiğini söyleyenler, onların bu

görüşüne itiraz ederek şöyle demişlerdir. Ayette geçen “azm”ifadesi, şûranın aldığı en son görüşü

ifade eder. O zaman ayetin anlamı, Ey Resulüm, şûradan çıkan en son kararı Allah’a tevekkül ederek

uygulamaya koy şeklindedir. (el-Ensârî, 1977, 118)

3. Sünnetten Delilleri: İslam devlet başkanının şûranın kararına uyma zorunluluğu yoktur

diyenlerin sünnetteki delilleri şunlardır;

3. 1. Resulullah’ın(s.a.s.), Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer için zikrettiği hadistir. Nitekim bu

hadisi daha önce de zikretmiştik. Bu hadiste Peygamber şöyle buyurmuştur: “İkinizin üzerinde ittifak

Kur’an ve Sünnet Işığında Danışma Sistemi II 229

Turkish Studies Volume 13/2, Winter 2018

ettiğiniz bir şeyde ben size muhalefet etmem” (Bu hadis hakkında birçok âlim zayıf hadistir

demişlerdir. Çünkü bu hadisin isnadında zayıf kabul edilen, Abdurrahman b. Ganem ve Abdulhamid

b. Behram gibi raviler mevcuttur. Geniş bilgi için bkz. el-Albânî, 1979, II, 51; İbn Hazm, 1975, 772)

Onlara göre bu hadiste anlaşılan, şûrada çoğunluğun görüşü ayrı olsa bile Hz. Ebu Bekir ve Hz.

Ömer, şayet bir husus üzerinde anlaşmış olsalar, çoğunluğun değil ikisinin üzerinde ittifak ettikleri

görüş kabul edilir. Böylece İslam devletinin başkanı da şûradan çıkan karara değil de tercih ettiği

görüşün kararını uygulamakta serbesttir.

Kanaatimize göre, bu görüşe şöyle itiraz edilebilir. Hadisin sıhhatı noktasında cereyan eden

tartışmayı bir kenara bırakarak deriz ki, bu hadiste, Resulullah(s.a.s.), şûradan çıkan çoğunluğun

kararını bırakarak ikisinin üzerinde ittifak ettiği görüşü uygular anlamı çıkmamaktadır. İkisinin

görüşü, diğer sahabenin görüşleriyle aynı olamaz mı? Bu ihtimali görmek gerekir. Denilir ki, delilde

değişik ihtimaller söz konusu ise hüccetiyetini kaybeder. Bu görüş de böyledir.

İhtimaldir ki Peygamberin bu şekilde buyurmasında çoğunluğun görüşünü kastetmiş olma

olasılığı fazladır. Çünkü herkes bilir ki Hz Ebu Bekir, her zaman yumuşak tavır takınan bir yapıya

sahiptir. Hz Ömer ise, adaleti sergilemede sertlikle anılan bir yapıdadır. Yumuşak ve sert

karakterlerin bir konuda ittifak etmeleri, büyük olasılıkla çoğunluğun görüşünü temsil eder. Nitekim

bu hadisin anlamı da bu şekilde yorumlanabilir.

3. 2. Şûrânın kararınauyma zorunluluğu yoktur diyenlerin sünnette ikinci delilleri,

Hudeybiye antlaşmasında (Hudeybiye Anlaşması hakkında geniş bilgi için bkz. İbn Hîşâm, 1971,

III, 208; el-Buhârî, ty. III, 45) Resulullah(s.a.s.), çoğunluğun görüşünü benimsemeyerek,

Kureyş’lilerle anlaşma yapmıştır. Bu olaydan anlaşıldığı gibi Hz. Muhammed, bazı hususlarda

şuraya başvurmadan karar almaktaydı.

Aslında bu problemin çözümü, Hz. Peygamber ile Hz. Ömer arasında o esnada geçen

konuşmada gizlidir. Onun için ikisi arasındaki konuşmayı aktarmak gerekir;“Hz Ömer, anlaşmanın

maddelerini benimsemedi ve Hz. Muhammed’e gelerek, “sen Allah’ın elçisi değil misin? Biz hak

üzere değil miyiz? Bizim şehitlerimiz cennetlik, onlarınki cehennemlik değil mi?” (el-Buhârî, ty. III,

45)gibi sorularla bu anlaşmanın maddelerini kabul etmek istemiyordu. Hz. Muhammed, onun

sorularına cevap verdi ise de Hz. Ömer’i yatıştıramadı. Hz. Ömer, aynı soruları gidip Hz. Ebu Bekir’e

yöneltti. Hz. Ebu Bekir ona: “O, Allah’ın Resuludur. Allah’a karşı asla gelmez. Allah da onu asla

desteksiz bırakmaz.”dedi. (ez-Zebîdî, 1966, X, 212) İşte o sırada fetih suresi indi. Resulullah, sureyi

Hz Ömer’e okutturdu. Hz. Ömer, Peygambere dönerek, “bu bir fetih midir?” diye sordu. O da,

“evet” (el-Bûtî, 1965, 330) deyince Hz. Ömer’in gönlü yatıştı.”

Hudeybiye anlaşmasının olduğu yer ve zamanda Fetih suresinin inmesi, bu anlaşmanın vahiy

ile desteklendiğinin en büyük işaretidir. Dolayısıyla bir hususta nassın olduğu yerde şûranın caiz

olmadığını zaten bütün âlimler kabul etmektedir. Bu yüzden Resulullah(s.a.s.), çoğunluğun görüşüne

göre değil de nassa göre karar vermiştir. Bu da Halife’nin şûranın kararına aykırı bir karar alabileceği

anlamına gelmez.

3. 3. Bu görüşü benimseyenlerin ileri sürdükleri bir başka husus ise, Bedir savaşında ele

geçirilen esirlerle alakalı verilen karardır. Çünkü Resulullah(s.a.s.), şûrada çoğunluğun ya da

azınlığın görüşünü değil de kendi görüşüyle paralellik arz eden Hz. Ebu Bekir’in görüşünü kabul

etmiş ve yürürlüğe koymuştur. (Mutevellî, 1972, II, 15-16) Nitekim bu hususu aynı çalışmanın

içinde daha önce açıklamıştık.

Kuşkusuz, bu görüşe cevap vermeden önce o şûrada cereyan eden çok önemli bir bölümü

aktarmak gerekir. Özetleyecek olursak: İbn Mes’ud’dan gelen rivayete göre, Resulullah (s.a.s.),

Bedir günü şöyle buyurdu: “O esirler hakkında ne diyorsunuz?”(Taberî, Tarih, 1326, II. 474; İbn

Kesîr, el-Bidâye, ty. III, 297) Daha sonra Hz. Ebu Bekir söz alarak, onların kendi kavimleri olduğunu,

umulur ki Allah’ın yardımıyla hidayete erebileceklerini ve bu yüzden öldürülmemelerini söylemiştir.

230 Halit BOZ

Turkish Studies Volume 13/2, Winter 2018

Hz Ömer’de, boyunlarının vurulması gerektiğini, çünkü onların İslam düşmanı olduklarını

söylemiştir. Abdullah b. Revâhâ ise, bir vadide bol odun yakarak onları ateşe atmayı söylemiştir.

Ashabın bir kısmı Hz. Ebu Bekir’in, bir kısmı Hz. Ömer’in, bir kısmı ise Hz. Abdullah b.

Revahe’nin fikrini benimsemiştir. En sonunda Resulullah(s.a.s.), şöyle buyurdu: “… Ey Eba Bekr,

senin örneğin, Hz İbrahim gibidir. Çünkü o, şöyle demişti: “ ني فإنه مني ومن عصاني فإنك غفور فمن تب

حيم Artık kim bana tâbî olursa, bu sebeple o mutlaka bendendir. Ve kim bana asi olursa, o zamanر

muhakkak ki; Sen Gafur'sun, Rahîm'sin.” (İbrahîm,14/36) Yine senin örneğin Ya Eba Bekr, İsa

gibidir. Çünkü O şöyle demişti: “ زيز الحكيم وإن تغفر لهم فإنك أنت ال بهم فإنهم عباد ذ Eğer onlara azapإن ت

edersen, artık muhakkak ki onlar, Senin kullarındır. Ve eğer onları bağışlarsan, o takdirde muhakkak

ki Sen, Sen Azîz'sin (üstünsün) Hakîm'sin (hüküm ve hikmet sahibisin).” (Mâide, 5/118) Ya Ömer,

senin örneğin Nuh gibidir. Çünkü o şöyle demişti: “ا ب ال تذر على األرض من الكافرين ديار .e Hzوقال نوح ر

Nuh: “Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden dolaşan bir kimse bırakma.” dedi.” (Nuh, 71/26) Yine senin

örneğin Ey Ömer, Musa gibidir. Çünkü o şöyle demişti: “ ربنا اطمس على أموالهم واشدد على قلوبهم فل يؤمنوا

ذاب األليم حتى يروا ال Rabbimiz, onların mallarını mahvet, onların kalplerini sıkıştır. Artık elîm azabı

görünceye kadar onlar, mü’min olmazlar...” (Yunus, 10/88) Siz hepiniz çok değerlisiniz. Karar, ister

fidye isterse boyun vurma çıksın, bu değerinizi asla düşürmez.”(İbn Kesir, el-Bidâye, ty. III, 297)

Bu sebeple, bunların ileri sürdükleri delillerine karşı şunu söylemek mümkündür.

Resulullah(s.a.s.), Bedir esirleri hakkında karar verirken sadece Hz. Ebu Bekir’in kararını değil

çoğunluğun görüşünü dikkate almıştır. (Mutevellî, 1972, II,16) Bu hususta Reşit Rıza şöyle der: “Bu

olayda, esirlerin fidye karşılığı bırakılmasını isteyenler, çoğunlukta idiler. Bu hususta Hz Ebu

Bekir’in isminin birçok rivayette geçmesinin nedeni, Resulullah’ın, ilk önce onunla istişareye

başlamasındandır. Çünkü O, makam itibariyle en büyükleri idi.” (Rıza, X, 1960, 99)

Bu olayla alakalı “itab”a gelince, bunun sebebi, Resulullah(s.a.s.)’ın şûrada çoğunluğun

görüşünü tercih ettiği için değil, aksine bunun, Allah’tan Peygamberine, dünyalık hiçbir şeyin

ahiretin üstüne çıkmaması hususunda bir işarettir. (el-Bedevî, 1987, 154) Bize göre de Yüce Allah’ın

Peygamberine bu itabı, bir uyarı niteliğini taşımaktadır.

Bu sebeple, halifenin veya İslam devlet başkanının şûradan çıkan karara uyma hususunda

zorunluluğunun olup olmaması etrafında dolaşan görüş ve delilleri aktarırken Resulullah(s.a.s.)’ın

döneminde bu mevzu ile ilgili cereyan eden bazı olaylardan örnekler vermekle yetindik. Konuyu

fazla teferruata indirmemek için Hulefa-i Raşid’in döneminde ki olaylara temas etmedik. Bunu ve

şûra ehlinin özelliklerini ve şûrâ ile demokrasi karşılaştırmasını başka bir çalışmaya bırakarak son

olarak deriz ki, Resulullah(s.a.s.) ve Hulefa-i Raşid’in zamanında ortaya çıkan bütün meselerede,

Resulullah(s.a.s.) ve Halifeler, istişareye başvurmuş ve oradan çıkan kararlara riayet etmişlerdir.

Sonuç ve Öneriler

“Kur’an ve Sünnet Işığında Danışma Sistemi II” adını taşıyan bu çalışma ile elde ettiğimiz

önemli hususları şöyle özetleyebiliriz.

a. İslam tarihinde Resulullah(s.a.s.) ve Hulefa-i Raşidin, gerek şahsi gerekse toplumsal

meselelerde, karar almadan önce mutlaka ashabıyla istişarede bulunmuş ve şûradan çıkan kararlara

uymuşlardır. Onlar bu işi, Kur’an’ın emri gereği yerine getirmişlerdir. (Âl-i İmrân, 3/159; Şûrâ,

42/38) Ancak, hakkında Kur’an’da açık delillerin olduğu hususlarda böyle bir şeye asla tevessül

etmemişlerdir. Ashap da bunu bildiği için herhangi bir hususta fikir beyan etmeden önce hakkında

vahiy olup olmadığını Resulullah’a sormuş, hakkında vahiy olmadığı bilgisini aldıktan sora

fikirlerini özgürce beyan etmişlerdir. Bunun örneğini Bedir savaşındaki istişarede görmekteyiz.

Nitekim Hubab b. Munzîr, savaş alanının belirlenmesinde fikrini beyan etmeden önce, bu konuda

vahiy olup olmadığını sormuş, vahiy olmadığını öğrendikten sonra fikrini açıklamıştır.

Kur’an ve Sünnet Işığında Danışma Sistemi II 231

Turkish Studies Volume 13/2, Winter 2018

Müslümanlar, gerek şahsi gerekse toplumsal hususlarda, nefsine ve aklına güvenerek tek

başına kararlar almamalıdır. Şûrânın farz olduğunu bilmeli, mutlaka şu iki prensibe dikkat etmelidir.

1. Konu hakkındaayet ve sahih hadis varsa ona uymalı, yoksa zikredeceğimiz hadiste

belirtilen niteliklere sahip insanlarla istişare etmelidir. Nitekim bu hadiste Peygamberimiz(s.a.s.)

şöyle buyurmuştur: “Hz. Ali, Peygambere sorar-Ey Allahın Resulü, hakkında Kur’an’da ayet

gelmemiş sizin sünnetinizde de benzeri bir hüküm bulunmamış bir hadise ortaya çıkarsa ne

yapmamızı buyurursunuz? Resulullah’ın cevabı şudur: Onu fukaha ve mü’minlerden abid olanlar

arasında istişare edin. Ancak onunla alakadar bir kimsenin reyi ile hükme bağlamayın.” (el-

Heysemî, 1967, I, 180)

2. Toplumun herhangi bir kademesini idare eden kişi, şahsi veya toplumsal hadiselerin

akıbetiyle ilgili karar vermeden önce mutlaka işin uzmanı kişilere danışmalı, onların onların

görüşlerine ihtimam göstermelidir. Ayrıca karşı görüşte olanların gönlünü almayı bilmeli onlara

değer, kıymet verdiğini beyan etmeli, gönüllerini hoş tutarak, onları kırmamalıdır. Çünkü herhangi

bir meselede fikrine başvurulan kimse kendisine kıymet verildiğini kabul eder. Keza insanın manevi

yönü, buna uygun olarak yaratılmıştır. Nitekim Resulullah, Bedir esirlerinin akıbeti hakkında

ashabıyla istişare yaparken bu tavrı açık bir şekilde sergilemiştir. Zira Resulullah’ın(s.a.s.), Hz. Ömer

ve Hz. Abdullah b. Revâhe için ayetlerle kullandığı ifadeler, bizler için bu gibi durumlarda örnek

teşkil etmelidir. Bu hususta Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “ أسوة حسنة لمن كان لقد كان لكم في رسول للا

ا كثير واليوم اآلخر وذكر للا Andolsun, Allah’ın Resulünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe“يرجو للا

kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb, 33/21)

b. Cumhur, netice ne olursa olsun halifenin, şûra uygulamasından çıkan karara uyma

zorunluluğunun olduğunu söylemektedirler. Bunun böyle olması gerektiğine de delil, Uhud

savaşından önce yapılan danışmada Resulullah(s.a.s.)’ın gönlü savunma savaşı yapma düşüncesi

taşırken, arzusu dışında çıkan karara uymuş olmasıdır.

c. Danışmada çıkan kararın neticesi olumsuz olsa bile, şûra uygulamasından vazgeçmenin

doğru olmadığı anlaşılmaktadır. Buna örnek olarak da Uhud yenilgisinden sonra danışma ile ilgili

inen şûra, 38. ayeti göstermektedirler. Çünkü Resulullah,(s.a.s.) Uhud’da savaşı kaybetmesine

rağmen ondan sonra da bütün hadiselerde istişareyi uygulamıştır. Buna, pek çok örnek içerisinde

Hendek savaşı ve ifk hadisesindeki istişarelerini göstermek mümkündür. Ayrıca Resulluh’ın, şûrada

alınacak kararların yumuşak ve daha affedici mahiyette olması taraftarı olduğunu sezmekteyiz.

Nitekim Bedir esirleri hakkında yapılan istişarede, bu tutumunu Hz. Ömer ve Hz. Abdullah b.

Revâha’ya karşı takındığını rahatlıkla görmekteyiz.

d. Şûrânın konusunu teşkil eden meseleleri, sadece harp ile ya da dünyevî mevzularla

sınırlandırmak doğru değildir. Hakkında Kur’an ayetlerinin ve sahih hadislerin olmadığı bütün

hususların şûrânın konusunu teşkil ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü hem dînî hem de dünyevî

meselelerle alakalı önemli hususların doğru sonuca varabileceği yerin şûrâ olduğuna göre onu, sınırlı

kalıplar içine sokmanın doğru olmadığı kanaatindeyiz.

Hz. Peygamber’in ve halifelerin, istişare meclisinde bulunanlar için ilmî kaynaklar “ehlu’ş-

şûrâ” tabiri kullanmışlardır. Ayrıca Kur’an’da geçen “ulu’l-emr”(Nîsâ, 4/59) tabiri’de bunu

kastetmektedir. Ancak şûrâ ehlinin nasıl seçilecekleri değişmez kurallara bağlanmamış, zaman,

durum ve tecrübeye göre Müslümanların tercihine bırakılmıştır.(Sönmez, 2015, 111) Nitekim Hz.

Muhammed’in dönemi, İslam devletinin kuruluş devridir. Dolayısıyla Medine’de ilk şûrâ üyeleri,

Muhacir ve Ensâr olmuştur. Daha sonraları ise Bedir savaşına katılanlara her zaman öncelik

tanınmıştır. Keza Hz. Ali, kendisine beyat etmek için gelenlere; “bu hak, Bedir ve şûrâ ehline aittir.

Onlar kimi kabul ederse halife odur. Toplanıp bu işi halledelim.” (İbn Hişâm, 1971, III, 67)

demesinden anlaşılıyor ki şûrâ ehlinin seçimi, halife veya devlet başkanının takdirine

bırakılmamıştır. Ayrıca şûrâyı ilgilendiren hususlardan; şûrâ ehlinin seçimi ve seçme metodu, şûrâ

232 Halit BOZ

Turkish Studies Volume 13/2, Winter 2018

ehlinin özellikleri ve de özellikle şûrâ ile demokrasinin mukayesesi vb. gibi konuların bir arada

incelenip açıklığa kavuşturulmasına ihtiyaç duyulmaktadır.

Kuşkusuz şûra, insanı pişmanlıktan beri eden, sağlam toplumun temellerini oluşturan ve en

önemlisi de insanı, hevâ ve hevesine göre hareket etmeyi engelleyen Allah’ın bir emanetidir. Bu

emanetin sorumluluğunu Allah, halifeye, İslam devlet başkanına ve bütün Müslümanlara

yüklemiştir. Bu hususta son sözümüz Hz. Peygamberin şu hadisi olsun: “Ümeranız hayırlılarınızdan,

zenginleriniz cömertlerinizden olur ve işleriniz de aranızda istişare ile yürürse, yerin üstü sizin için

yerin altından daha hayırlıdır.”

KAYNAKÇA

Agitoğlu, Nurullah, Temel Hadis Kaynaklarındaki Siyer Bölümleri Üzerine Bir Değerlendirme-

Tirmizî'nin el-Câmiu’s Sahîh’i Örneğinde-,Turkish Studies-International Periodical for the

Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume, 12/27, Fall-2017, 54.

ISSN: 1308-2140, www.turkishstudies.net, DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/,Turkish

Studies.,12591, Ankara-Turkey.

el-Albanî, Muhammet Nasruddin, Silsiletu’l-Ehadisi’d-Daifeti, Mısır, 1979.

el-Âlûsî, Mahmut, Ruhu’l-Meânî fi Tefsiri’l Kur’âni’l-Azîm ve’s-Sebi’l-Mesanî, Daru’l-Fikr, Beyrut

ty.

Asım Efendî, el-Okyanusu’l-Basît fi Tercemet-i Kâmusi’l-Muhît, İstanbul h. , 1305.

Bayer, İsmail, Kur’ân Kelimelerinde Mubîn Niteliğinin Yansımaları,Turkish Studies-International

Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 11/5

Winter 2016, p. 85-98, ISSN: 1308-2140, DOI Number:

http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.9435, Ankara-Turkey.

el-Bedevî, Hasan Abdu’r-Rauf Muhammed, Fıkhu’ş-Şûra fi’l-İslam, Kahire, 1987.

el-Beydâvî, Nasruddîn Ebî Saîd Abdullah b. Ömer, Envaru’t-Tenzîl ve Esraru’t-Te’vîl, Dâr-u

İhyâi’t- Turâsi’l-Arabî, ty.

Boz, Halit, Kur’an ve Sünnet Işığında Danışma Sistemi, Din bilimleri Akademik Araştırma Dergisi,

Cilt, 14, Sayı, 3, 2014.

el-Buharî, Muhammed b. İsmail, Sahih-i Buharî, İsa el-Halebi ve Şureka, Mısır, ty.

el-Curcânî, Seyyid Şerif, Kitâbu’t-Ta’rîfât, Beyrut ty.

Ebu Davut, Süleyman b. Eş’as, es-Sünen,(Tah. Muhammed Muhyeddin), Buyrut, ty.

Doğan, Mehmet, Büyük Türkçe Sözlük, İz Yayınları, İstanbul 1996.

Elmalılı, Muhamed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Eser Yayınları, İstanbul 1973.

el-Ensârî, Abdu’l-Halip eş-Şûra ve Eseruha fi’d-Demokratiyyeti, Kahire, 1977.

Esat, Mahmut, Tarihi Dini İslam,(Çev. Ahmet Lütfi Kazancı, Osman Kazancı), 1983.

el-Ferahidî, Ebu Abdirrahmân Halil b. Ahmed, Kitabu’l-Ayn, Beyrut ty.

el-Fîruzâbâdî, Mecduddîn Muhammed b. Ya’kub, el-Kâmusu’l-Muhît, er-Risale Matbaası, Beyrut

2005.

el-Heysemî, Nûruddîn Ali b. Ebî Bekr, Mecmeu’z-Zevâid, Lübnan, 1967.

Kur’an ve Sünnet Işığında Danışma Sistemi II 233

Turkish Studies Volume 13/2, Winter 2018

Hallâf, Abdulvehhab, e-Siyasetu’ş-Şer’iyyetu, Daru’l-Ensar, Kahire, 1977.

İbn Arabî, Muhyiddin Ebu Bekr Muhammed b. Abdullah, Ahkamu’l-Kur’an, Kahire, 1957.

İbn Deybe, Vecuhiddin Abdurrahman, Teysîru’l-Vusûl, 1989.

İbnu’l-Esîr, Ali b. Muhammed el-Cezeri, Usdu’l-Ğabe, Kahire, 1979.

İbn Fârîs, Ebu’l-Huseyn Ahmed, Mu’cemu Mekayis fi’l-Luğa, Beyrut ty.

İbn Hazm, el-Ahkâmu fi Usuli’l-Ahkâm, Beyrut, 1975.

İbn Hîşâm, Ebu Muhammed Abdu’l-Melik, es- Siretu'n- Nebeviyye, Beyrut, 1971.

İbn Kesîr, İmâduddîn Ebu'l-Fidâ İsmaîl, Tefsîru’l-Kur’ân’i'l- Azîm, Kahire ty.

----------- el-Bidâye ve’n-Nihâye,(Thk. Ahmed Ebu Mülhim ve arkadaşları), Daru’l-Kutubi’l-

İlmiyye, Beyrut, ty.

İbn Manzûr, Ebi’l-Fadl Cemaluddin Muhammed b. Mukrim, Lisanu'l-Arab, I-XV, Dâr-u Sadr,

Beyrut ty.

İbn Sa’d Muhammed b. Said ez-Zührî, et-Tabakatu’l-Kübra, Beyrut, 1952.

el-İsfehânî, er-Râğıb, Huseyn b. Muhammed, Mufredâtu Elfâzi’l-Kur’ân, (thk. Safvân Adnân

Dâvudî,) Dâru’l-Kalem, Dimeşk 1992.

İslam Ansiklopedisi, Şamil Yayınları, İstanbul, 1991.

İzutsu, Toshihiko, Kur’ân’da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar,(Çev. Selahattin Ayaz), Pınar Yayınları,

İstanbul 1991.

İbn Esîr Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed, el-Kâmil fi’t-Târih, Dâru Sâdır, Beyrut, 1979.

Kutup, Seyyid, Fi Zilali’l-Kur’ân, Daru’ş-Şurûk, Kahire,1985.

Küçük, Raşit, İslamî Yönetimin Temeli Şûra, Vefa Yayıncılık, İstanbul, 1992.

el-Mevdudî, Seyyid Ebu’l A’la, Tefhîmu’l Kur’ân, İnsan Yayınları, İstanbul 1987.

Mutevellî, Abdu’l-Hamid, Mebdeu’ş-Şûra fi’l-İslam, Alemu’l-Kutub, Mısır, 1972.

el-Müslim, b. Haccâc el-Kuşeyrî, el neysaburi, el-Câmiu’s-Sahîh, Kahire, 1955.

en-Nesâî, Ebu Abdurrahman Ahmed b. Ali b. Şuayb, es-sünen, Beyrut, 1992.

en-Nesefî, Ebu’l-Berekât, Abdullah b. Ahmed, Tefsîru’n-Nesefî (el- Medârik), Beyrut, ty.

er-Râzî, Ebu Abdillâh Fahruddîn Muhammed b. Ömer, Mefâtihu’l-Ğayb, et-Tefsîru’l-Kebîr, Daru’l-

Fikr, Beyrut, 1995.

Rıza, Reşit, Tefsiru’l-Menar, Mısır, 1960, IV, 205.

es-Sabunî, Muhammed Ali Saffetu’t-Tefâsîr, Dersaadet, İstanbul, 1986.

es-Suyutî, Celaluddin Abdurrahman, el-Hasâisu’l-Kubrâ, Kahıre, thy.

Sönmez, Abidin, Şûrâ ve Resulullah’ın Müşaveresi, İnkılab Yayınları, İstanbul, 2015.

Şakir, Mahmut, Peygamberimizin Hayatı, çev. Ferit Aydın, İstanbul, 1994,

et-Taberî, Muhammad bin Cerir, bin Yezid Ebu Cafer, et-Târihu’l-Kebîr, Mısır,1326.

-----------Câmiu’l-Beyân fi Te’vîli’l, (thk. Ahmed Muhammed Şâkir), Müessesetü’r-Risâle, 2000.

et-Tirmîzî, Ebu İsa Muhammed b. Îsa, es-Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, ty.

234 Halit BOZ

Turkish Studies Volume 13/2, Winter 2018

Turan, Maşallah, Kur’an’a Göre Özgürlükler ve Kader, Hüner Yayınevi, Konya, 2016.

Türcan, Diyanet İslam Ansiklopedisi, 2010.

ez-Zebîdî, Seyyid Muhammed Murtaza Hüseyin, Tâcu’l-Arus min Cevâhiri’l-Kâmus, Dar-u Sâdır,

Beyrut, 1966.

ez-Zehebî, Şemsuddîn, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osmân, Siyer-u ‘E’lami’n-Nubelâ,

(thk. Şuayb el-Arnavutî başkanlığında heyet)Muessesetu’r- Risâle, 1985.

ez-Zemahşerî, Ömer, el-Keşşâf, Mektebetu’l-Ubaykan, Riyad, 1998.


Recommended