EKONOMİ K BÜ YÜ MENİ N ELEŞTİ Rİ Sİ VE ALTERNATİ Fİ KAVRAMLAR Ü ZERİ NE DÜ ŞÜ NCELER- A. Alper Alemdar
İnsan topluluklarının toplayıcılıktan tarım toplumuna geçtiği, yani devletleri kurup devletleri ile
birbirleri rekabet ettikleri zamandan bu yana, ekonomik büyüme devletin devamı ve toplumun
yaşamının sürdürebilirliği için büyük bir önem teşkil etmiştir. Günümüz iktisadının ve
siyasetçilerinin en büyük dertlerinden biri olan ekonomik büyüme olgusu basitçe, üretilen mal
ve hizmet kapasitesinde meydana gelen artıştır. Yani bir ülkenin ekonomik büyümesi, ülke fert
başına Gayri Safi Yurtiçi Hasılası’nın (GSYH) sürekli olarak artması anlamına gelir. GSYH
formülünü açarsak; C + I+ G+ Nx, yani C= tüketim, I= yatırım, G= hükümet harcamaları, Nx = Net
ihracat (toplam ihracat – toplam ithalat)’da ki artışı simgeler. Daha doğrusu bu artışın ülkedeki
fert başına düşen ortalama değerini simgeler. Günümüzde gelişmiş kapitalist ülkelerde büyüme
oranları daha sabit ve düşük yüzeyde gerçekleşirken, kapitalist gelişim evresinde olan ülkelerde
çok daha yüksek ve bir o kadar da oynaktır. Çin, Hindistan, Brezilya gibi ülkeler de ihracat
büyümenin motoru olurken, mesela Türkiye’de başlı başına tüketim ve harcamalar ekonomik
büyümenin dinamiğini oluşturmaktadır.
Bir diğer konu da, ekonomik büyüme ile ekonomik kalkınma kavramlarının ( growth &
development) çoğu zaman karıştırılmasıdır. Bu karıştırma bazen bilgisizlikten bazen de kalkınma
sorununda başarısız olan politikacı ve liderlerin suyu bulandırıp gerçekleri saklamak isteğinden
kaynaklanmaktadır. Ekonomik kalkınma kavramı ekonomik büyüme kavramından farklı olarak
bir ülkede sosyal, kültürel ve siyasi alandaki gelişimi de kapsar. Bu konuya ilerleyen bölümlerde
tekrar değineceğiz. Bunun yanı sıra ekonomik büyüme kavramının tarihsel ve farklı iktisat
okullarında nasıl değiştiğini ve algılandığını görmek, kavramı anlamamız bakımından bize faydalı
olacaktır. Genel olarak bu tarihsel gelişimi sekiz farklı başlık altında bakacağız.
EKONOMİK BÜYÜME MODELLERİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ VE FARKLI OKULLARIN GÖRÜŞLERİ
Bu bölüm iktisadın tarihsel gelişimi ile paralel olarak ele alınırken, ilk olarak modern kapitalizmin
gebelik aşaması olan merkantilist dönem ile başlayıp, günümüz neoliberal çağının ekonomik arka
planını oluşturan neo-klasik okulla bitecektir.
Merkantilist Dönem ( 1450- 1750) Ekonomik Büyüme Modelleri:
Devletin esas alındığı bu dönemde, sömürgecilik yarışı en kanlı dönemlerine girerken, devletlerin
birbiriyle olan mücadelesi ekonomik büyüme modellerini de doğrudan etkilemekteydi.
Merkantilist anlayışta zenginlik değerli madenlere (altın, gümüş, vs.) sahip olmaktan geçerdi.
Bunun ülkeye girişi de dış ticaret fazlasından yani ihracattan geçmekteydi. Bu bağlamda
merkantilist doktrin üç temel faktöre dayandırabilir. Bunlardan ilki, güçlü devlet hedefidir.
İkincisi, kıymetli madenlere sahip olma arzusudur. Son faktör ise, dış ticaretin gerekliliği ve
önündeki engellerin kaldırılmasının gerekliliğidir.
Fizyokratik Dönem (1750–1776):
Fizyokrat akım, merkantilist düşüncenin aksine devletin ekonomiden uzak durmasını dile getiren
ilk akım olmakla birlikte, bugün modern kapitalist ekonomik modelin de temel düşüncesini de ilk
kez ifade eden akımdır. Fizyokratlara göre ekonomik sistemin temelini kişisel çıkar (self interest)
oluşturur. Ünlü sloganları da hepimiz aşikâr olduğu “ bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”
(lassez faire, laissez passer) olmuştur. Ekonomide temel sektör olarak tarım ele alınırken,
harcanandan fazlasını verdiği için büyümenin tek yoludur. Sanayinin olumlu yanlarında hem fikir
olan fizyokratlar, ticarete pek önem vermeyerek merkantilistler ile aralarına ciddi bir fark
koymuşturlar.
Klasik Büyüme Teorileri:
Fizyokratların savunduğu fikirler klasik görüşün ortaya çıkmasında çok önemli bir rol oynamıştır.
Klasik dönemde ise çok önemli üç isim ön plana çıkmaktadır. Bunlar A. Smith, D. Ricardo ve T.
Malhtus’dur.
A.Smith 1776’da yayınladığı “Ulusların Zenginliği” adlı kitabında ekonomik büyümede sadece
sermaye akımlarının değil aynı zamanda teknolojik sürecin ve endüstriyel ve sosyal faktörlerin
de hayati rol oynadıklarını belirtmiştir. Fizyokratlardan farklı olarak, ülkenin zenginliğini, o ülkeye
giren madenlerden değil, emek gücünden kaynaklandığını belirtmiştir. Smith diğer klasiklerde de
olduğu gibi ekonominin sürekli olarak büyümeyeceğini bir durgunluk sürecine gireceğini kabul
etmektedir. Malthus ise büyümeyi nüfus teorisi ile birleştirerek, büyümenin en önemli faktörünü
nüfus olduğunu iddia etmiştir. Ayrıca Malthus’a göre toplumdaki fakirliğin nedeni, besin
maddelerinin üretiminin gittikçe artan nüfusa yetememesidir. Ricardo ise milli gelirin
kaynaklarını ortaya koymazken, milli gelirin üretim faktörleri arasında nasıl dağıtıldığını
incelemiştir. Ülkelerin yaşayacağı büyüme ve durgunluk aşamalarını uzun dönemde üretim
faktörlerinin milli gelirden alacakların payların belirlediğini ileri sürmüştür. Klasiklerden farklı
olarak Avusturya okulundan Schumpeter, teknolojik gelişmenin ekonomik büyüme üzerinde
olumlu ve itici bir rolü olduğunu savunan ilk iktisatçı olarak ortaya çıkmıştır. Firmalar arası
rekabetin, yeni teknolojik buluşlara ön ayak olacağını belirten Schumpeter, bunu “ yaratıcı
yıkım” kavramı ile açıklamıştır. Schumpeter ekonomiyi bir halka içerisinde düzenli hareket eden
bir yapı olarak değil de, teknolojik değişimlerle bu halkının önce koptuğu, sonra teknolojik
yeniliğin yarattığı pazarla tekrardan bir halka haline geldiğini söylemek istemiştir.
Sosyalist Büyüme Teorisi:
Sosyalist teoride üretim araçlarının mülkiyeti devlet elinde toplanır ve üretim toplumun
ihtiyacına göre planlanır. Bu süreç komünizm öncesi yani devletin kendiliğinden işlevsiz hale
gelip sönümlenmesi önce geçici bir süreçtir. Sosyalist büyüme fikrinin babası Karl Marks’tır.
İlerleyen bölümlerde bolca fikirlerinden yararlanacağımız olan Marks, kapitalist büyümeyi,
sermaye birikimi olarak görür ve sermaye birikiminin işçilerin (ücretli kölelerin) artı değerlerine
kapitalistler tarafından el koyulması ile gerçekleştiğini savunur.
Rostow’un Büyüme Teorisi:
Rostow gelişmiş ülkelerin deneyimlerinden yola çıkarak, sanayileşme yolunda izledikleri süreci
çeşitli aşamalara ayırarak, bu aşamaları gelişmekte olan ülkelerin de geçmesi gerektiğini
belirtmiştir.
Geleneksel toplum aşaması
Hazırlık aşaması
Harekete geçiş aşaması
İktisadı olgunluk aşaması
Kitle tüketimi aşaması
Rostow’un bu modellemesi dünya çapında büyük oranda kabul görüp, kapitalist yönde gelişen
ülkelerin aşamalarını gösterme konusunda başarılı olmuştur.
Neo-Klasik (Solow) Büyüme Teorisi:
Solow tasarruf, nüfus artışı ve teknolojik gelişmenin büyüme üzerine ve bu değişkenlerin
birbirleri üzerine olan etkilerini incelemiştir. Modelin varsayımları ise şunlardır:
Modelde homojen tek mal üreten ve tüketen bir ekonomi dikkate alınmıştır. Bu tek mal
aynı zamanda ülkenin GSYİH’sını oluşturmaktadır.
Tek mal üretilmesi varsayımı dış ticaretin olmadığı, dışa kapalı bir ekonominin olduğu
anlamına gelmektedir.
Tasarruf ve yatırım oranları birbirine eşittir. Tasarruf yapanlarla yatırım yapanlar arasında
herhangi bir ayrıma gidilmemiş, tasarruf yapanlar aynı zamanda yatırım yapanlar olarak
kabul edilmiştir.
Ekonomide azalan verimler kanunu geçerlidir.
Teknoloji dışsaldır. Aynı zamanda ekonomide herhangi bir maliyete katlanmadan
teknolojiden yararlanılabilir.
Piyasaya tam rekabet ve tam istihdam koşulları hâkimdir.
Üretim fonksiyonu için ölçeğe göre sabit getiri fonksiyonu kabul edilmiştir.
Uluslararası düzeyde yakınsama hipotezi kabul edilmektedir. Yani uzun dönemde aynı
şartlara sahip gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelerden daha hızlı büyüyerek aradaki
refah farkını kapatabilecekleri varsayılmaktadır.
Ekonomi her zaman dengeli bir şekilde büyüyecektir (www.ekodialog.com ’dan
alınmıştır.)
GÜNÜMÜZDE EKONOMİK BÜYÜMENİN YERİ VE YARATTIĞI ETKİLER
Ülkemizde ya da Dünyamızda her büyüme rakamları açıklanacağı zaman herkes pür dikkat kesilir
ve büyüme rakamları bir anda hayat memat meselesine döner. Politikacılar, ekonomistler gazete
ve televizyonlarda beklenen ve açıklanan rakamlar üzerine kafa yorar ve tartışırlar. Bu mesele
özellikle Türkiye gibi kapitalist yönde gelişmekte olan ülkelerde büyük önem arz etmektedir.
Çünkü esas hedef kapitalist gelişimini tamamlamış ülkelere yetişme (catch-up) meselesidir.
Hatta ekonomik büyüme bir ülke iktidarının başarısını ölçmekte de önemli bir etmendir.
Ekonomik büyüme kavramının tarihsel gelişimine ve anlayışını da baktığımızda, ekonomik
büyümenin esas olarak sermaye biriktirme çabası olduğunu anlıyoruz. Peki, ortaya konulan bu
modellerin, varsayımların ve bunlar doğrultusunda hayata konulan politikalar, gerçek hayatta
bize nasıl tezahür ediyor? Acaba kâğıt üzerinde durduğu kadar hoş mu gerçek hayatta?
Kapitalist ekonominin gelişiminden bu yana, sermaye yani kapitalist sınıfın piyasada yaşamda
kalma uğruna girdiği, amansız sermaye biriktirme yarışı, insanlık tarihimizi, sosyo-kültürel
değerlerimizi ve dünyamızın ekolojik sistemini doğrudan etkilemiştir. Hatta bu amansız sermaye
biriktirme yarışı ve pazar kapma savaşı 20.yyda iki büyük dünya savaşına, kıtlıklara ve çevre
krizlerine de neden olmuştur. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemi kapitalist büyümeyi
ve genişlemeyi incelersek, dönemsel olarak farklılıkları ve etkilerini daha iyi anlayabiliriz. Savaş
öncesi büyük bir krizde olan dünya ekonomisi, savaş sırasında yapılan harcamalar, kısacası savaş
ekonomisi sayesinde hareketlenmiş. Savaş sonrası dönemde ise, Keynesçi mali politikalar, refah
devleti anlayışı ve yeniden yapılanma aşaması ile sermaye birikim süreci tekrardan hiç olmadığı
kadar yükselmiştir. Özellikle kapitalist dünyayı ana ve çevre (core- periphery) ülkeler olarak
ayırırsak, ana yani gelişmiş kapitalist ülkelerde toparlanma hızlı olurken, bu geçmiş dönemlerden
farklı olarak işçileri de memnun edecek şekilde olmuştur. Bunun en büyük nedeni de işçi sınıfının
dünya çapındaki mücadelesi ve hiç şüphesiz ülkesinin emekçilerine son derece gelişmiş haklar
tanıyan ve kapitalist dünyaya o dönem en ciddi alternatif olan Sosyalist Sovyetler Birliği
Cumhuriyeti idi.
Zamanla Sovyetler Birliği’nin zayıflayıp bir alternatif olmaktan yavaşla çıkması, Keynesçi refah
devletlerin petrol kriziyle baş edememesi ve büyüme rakamlarının tepe taklak olması,
kapitalizmi emekçilere geçici olarak verdiği haklardan mahrum etmek ve yerine tam piyasacı bir
sistem kurarak, sınırsız sermaye birikiminin yolunu açmak için büyük bir fırsat sundu. Bu fırsatın
teorideki adı da neoliberalizm idi. Neo-klasik ekonomi modelini ele alarak ki Solow’da biraz da
olsa buna değindik, bir ekonomik büyüme hedeflenmiştir. Bunun için de en önemli şart şüphesiz
ki serbest piyasanın önündeki tüm engellerin ( devlet, sendikalar ve düzenlemeler)
kaldırılmasıydı. 1970’lerin sonları ile 80’lerin başlangıcına tekabül eden bu dönemde, kamu
borçları ile ezilmeye başlayan refah devletleri, Washington konsensüsü ve İngiltere-ABD
önderliğinde sıkı mali politikalara girilmiş ve devlet kamu iktisadı teşebbüslerinin özelleştirilmesi,
çıkartılan yasalarla sendikalarının zayıflatılıp, emek gücü piyasasının daha esnek hale getirilmesi
amaçlanmış ve büyük ölçüde başarılmıştır. Ülkemizde ise bu süreç 24 Ocak 1980 kararları ile
gündeme gelmiş, 12 Eylül Askeri Darbesi ve Turgut Özal dönemiyle de fiilen başlamıştır.
Bu dönem birçok değişimin, dönüşümün de öncüsü olmuştur. Özellikle inovasyon çağı olarak
kabul edilen bu çağda dünya daha küçük bir yere haline gelirken, üretim hızlı artıp, finans
piyasaları kontrolsüz olarak büyüyüp balonlar yaratırken, dünya hiç olmadığı kadar eşitsizliklerin
ve hak ihlallerinin yaşandığı bir yer haline geldi. Sermaye birikimi sonsuz büyüme arzusunda her
yere elini kolunu sallaya sallaya girerken, devletin kontrolünü kaybetmesiyle girdiği her yerde en
yüksek kar oranlarını yakalayıp, girdiği coğrafyayı açlık, işsizlik ve doğal yaşamın tahribatıyla baş
başa bırakmıştır. Bu dönemin en büyük sosyal ve kültürel etkisi var olan her şeyin
metalaştırılması konusu olmuştur. Herkesin ücretsiz ve eşitçe erişebileceği kamu mallarının
(public goods) çeşitliliğinin azalması, şehirlerin ortak alanları ile doğanın bile metalaşma süreci
ile rant ekonomisine eklemlenmesi ciddi bir şekilde görülmüştür.
Kapitalist dünyada bu dönüşüm ve yıkım yaşanırken, ekonomik büyüme rakamları ise birçok
krize rağmen özellikle gelişmekte olan ülkelerde ciddi rakamlar sergilemiştir. Aşağıda OECD
ülkelerinin ve bazı gelişmekte olan ülkelerin 2002 ile 2012 arası büyüme rakamlarını verdim. Kriz
zamanlarını dâhil etmez isek özellikle 2002–2006 arası dünyada ve özellikle gelişmekte olan
ülkelerdeki büyümenin ne denli büyük olduğun görebiliriz. (Veriler OECD’den alınmıştır.)
Transaction Gross domestic product (expenditure approach)
Measure Growth rate
Frequency Annual
Time 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012
Country
Australia 3,15 4,15 3,19 3,04 3,79 3,77 1,65 2,09 2,43 3,36 3,68
Austria 1,69 0,87 2,59 2,40 3,67 3,71 1,44 -3,82 1,77 2,83 0,87
Belgium 1,36 0,81 3,27 1,75 2,67 2,88 0,99 -2,80 2,32 1,77 -0,14
Canada 2,92 1,88 3,12 3,02 2,82 2,20 0,69 -2,77 3,21 2,57 1,84
Chile 2,69 3,77 7,02 6,18 5,69 5,16 3,29 -1,04 5,76 5,85 5,56
Czech Republic 2,15 3,77 4,74 6,75 7,02 5,74 3,10 -4,51 2,47 1,82 -1,02
Denmark 0,47 0,38 2,30 2,45 3,39 1,58 -0,78 -5,67 1,58 1,10 -0,38
Estonia 6,56 7,77 6,34 8,85 10,10 7,49 -4,15 -14,10 2,56 9,56 3,94
Finland 1,83 2,01 4,12 2,92 4,41 5,34 0,29 -8,54 3,36 2,73 -0,83
France 0,93 0,90 2,54 1,83 2,47 2,29 -0,08 -3,15 1,72 2,03 0,01
Germany 0,01 -0,38 1,16 0,68 3,70 3,27 1,08 -5,15 4,01 3,33 0,69
Greece 3,44 5,94 4,37 2,28 5,51 3,54 -0,22 -3,14 -4,94 -7,11 -6,37
Hungary 4,51 3,85 4,80 3,96 3,89 0,11 0,89 -6,77 1,32 1,65 -1,73
Iceland 0,14 2,43 7,84 7,23 4,71 5,99 1,19 -6,56 -4,10 2,68 1,40
Ireland 5,64 3,88 4,36 5,88 5,40 5,45 -2,11 -5,46 -0,77 1,43 0,94
Israel -0,07 1,48 4,90 4,92 5,80 5,90 4,11 1,11 4,98 4,60 3,18
Italy 0,45 -0,05 1,73 0,93 2,20 1,68 -1,16 -5,49 1,72 0,37 -2,37
Japan 0,29 1,69 2,36 1,30 1,69 2,19 -1,04 -5,53 4,65 -0,57 2,00
Korea 7,15 2,80 4,62 3,96 5,18 5,11 2,30 0,32 6,32 3,68 2,04
Luxembourg 4,09 1,67 4,37 5,25 4,94 6,59 -0,73 -4,08 2,91 1,66 0,31
Mexico 0,77 1,39 4,07 3,28 5,06 3,36 1,22 -6,00 5,32 3,92 3,92
Netherlands 0,08 0,34 2,24 2,05 3,39 3,92 1,80 -3,67 1,53 0,94 -1,25
New Zealand 5,00 4,06 3,66 3,37 1,65 3,52 -1,76 1,50 0,15 2,19 ..
Norway 1,50 0,98 3,96 2,59 2,30 2,65 0,07 -1,63 0,48 1,22 3,09
Poland 1,44 3,87 5,34 3,62 6,23 6,79 5,13 1,63 3,87 4,52 1,86
Portugal 0,76 -0,91 1,56 0,78 1,45 2,37 -0,01 -2,91 1,94 -1,29 -3,24
Slovak Republic 4,58 4,78 5,06 6,66 8,35 10,49 5,75 -4,94 4,38 3,23 2,03
Slovenia 3,83 2,93 4,40 4,01 5,85 6,96 3,38 -7,94 1,26 0,71 -2,54
Spain 2,71 3,09 3,26 3,58 4,08 3,48 0,89 -3,83 -0,20 0,05 -1,64
Sweden 2,48 2,34 4,23 3,16 4,30 3,31 -0,61 -5,03 6,56 3,71 0,74
Switzerland 0,19 0,02 2,42 2,69 3,75 3,85 2,16 -1,94 2,95 1,79 1,05
Turkey 6,16 5,27 9,36 8,40 6,89 4,67 0,66 -4,83 9,16 8,77 2,17
United Kingdom 2,30 3,95 3,17 3,23 2,76 3,43 -0,77 -5,17 1,66 1,12 0,12
United States 1,78 2,79 3,80 3,35 2,67 1,79 -0,29 -2,80 2,51 1,85 2,78
Euro area (17 countries) 0,91 0,72 2,20 1,71 3,25 3,00 0,38 -4,39 1,99 1,44 -0,60
European Union (27 countries)
1,29 1,45 2,53 2,08 3,34 3,24 0,34 -4,29 2,08 1,55 -0,34
OECD - Total 1,68 2,17 3,33 2,83 3,15 2,71 0,19 -3,57 3,00 1,96 ..
China 9,08 10,03 10,09 11,31 12,68 14,16 9,63 9,21 10,45 .. ..
India .. .. .. 9,32 9,27 9,82 4,93 9,10 .. .. ..
Indonesia 4,50 4,78 5,03 5,69 5,50 6,35 6,01 4,58 6,10 .. ..
Russian Federation 4,74 7,30 7,18 6,38 8,15 8,54 5,25 -7,82 4,50 4,29 3,44
South Africa
3,67 2,95 4,55 5,28 5,60 5,55 3,62 -1,53 3,09 3,46 2,55
Aynı dönemde ise işsizlik oranlarında artış gözlemlenmiştir. Hatta o dönemin tartışılan bir
konusu da istihdam olmadan da büyümenin dengeli bir şekilde olabileceğiydi. Lakin bu
tartışmalar cevabı 2008 ekonomik krizi ve onu takip eden Avrupa krizi verdi. Aşağıdaki tablo da
2000-2012 arası iş gücü katılım oranlarına göre işsizlik rakamlarıdır. Bu verilerdeki en büyük
numara ise iş gücü oranına göre alınmasıdır. Bu konu çok şaibeli olup, mesela Türkiye’de ev
kadınları, umudunu yitirmişler gibi kavramlar öne atılıp iş gücüne dâhil edilmeyip işsizlik
rakamları yarı yarıya azaltılmıştır. Tüm bunları yine de kabul ettiğimizde de durum yine çok
vahim olarak gözümüze çarpıyor. (Veriler OECD’den alınmıştır.)
Elbette işsizlik oranları tek başına büyüme kavramının hayatımızla olan ilişkisini açıklamakta çok
yetersiz. Ekonomik büyüme yani para halindeki sermayenin büyüyerek dolaşımı hayatımızda,
çok daha derin etkiler bırakmakta. Ekonomik büyüme kavramı işsizliği çözse dahi tüm
sorunlarımızın merhemi olabilir miydi? Bu kadar kapsamlı bir konuya burjuva iktisadının içinden
2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012
Country
Australia 6,28 6,75 6,36 5,94 5,40 5,04 4,79 4,38 4,25 5,59 5,23 5,10 5,23
Austria 3,50 3,56 3,99 4,28 4,93 5,16 4,74 4,40 3,82 4,77 4,39 4,14 4,32
Belgium 6,59 6,18 7,51 8,17 8,39 8,44 8,25 7,46 6,98 7,91 8,29 7,14 7,54
Canada 6,82 7,22 7,66 7,57 7,18 6,75 6,31 6,02 6,12 8,26 8,01 7,44 7,24
Chile 9,16 9,13 8,94 8,50 8,81 8,00 7,69 7,14 7,80 9,69 8,14 7,12 6,43
Czech Republic 8,76 8,14 7,29 7,78 8,29 7,93 7,14 5,32 4,40 6,66 7,28 6,73 6,98
Denmark 4,48 4,16 4,59 5,41 5,51 4,83 3,90 3,80 3,43 6,01 7,46 7,57 7,53
Estonia 13,52 12,52 10,26 9,99 9,61 7,88 5,89 4,65 5,50 13,72 16,82 12,44 10,09
Finland 9,73 9,06 8,98 8,97 8,79 8,37 7,64 6,83 6,31 8,28 8,40 7,73 7,61
France 10,24 8,61 8,70 8,46 8,84 8,88 8,83 8,00 7,39 9,13 9,32 9,20 9,87
Germany 7,75 7,83 8,57 9,27 10,29 11,15 10,29 8,64 7,51 7,73 7,06 5,92 5,55
Greece 11,07 10,19 10,31 9,71 10,49 9,85 8,89 8,28 7,65 9,46 12,53 17,65 24,24
Hungary 6,40 5,71 5,81 5,87 6,09 7,23 7,46 7,36 7,82 10,01 11,16 10,93 10,92
Iceland 2,31 2,26 3,25 3,35 3,06 2,59 2,97 2,30 2,99 7,24 7,56 7,06 6,04
Ireland 4,59 3,85 4,45 4,63 4,56 4,74 4,63 4,79 5,75 12,23 13,87 14,56 14,97
Israel 8,78 9,31 10,30 10,72 10,37 8,99 8,40 7,32 6,10 7,54 6,64 5,60 6,86
Italy 10,52 9,48 8,99 8,65 8,04 7,73 6,79 6,09 6,74 7,79 8,42 8,41 10,70
Japan 4,77 5,03 5,38 5,22 4,68 4,41 4,10 3,88 3,98 5,03 5,03 4,52 4,35
Korea 4,42 4,00 3,28 3,56 3,67 3,74 3,44 3,23 3,17 3,65 3,72 3,41 3,22
Luxembourg 2,35 1,80 2,62 3,68 5,11 4,49 4,73 4,07 5,06 5,12 4,36 4,90 5,14
Mexico 2,56 2,54 2,86 2,96 3,66 3,51 3,16 3,39 3,51 5,18 5,21 5,25 4,85
Netherlands 3,05 2,49 3,07 4,12 5,04 5,26 4,32 3,57 3,03 3,68 4,45 4,43 5,27
New Zealand 6,15 5,45 5,28 4,76 4,02 3,80 3,86 3,67 4,16 6,13 6,53 6,52 6,90
Norway 3,44 3,43 3,91 4,42 4,37 4,61 3,43 2,52 2,60 3,16 3,61 3,27 3,22
Poland 16,10 18,24 19,93 19,64 18,97 17,75 13,84 9,60 7,12 8,17 9,64 9,63 10,09
Portugal 3,93 4,01 5,01 6,27 6,65 7,62 7,66 7,99 7,60 9,47 10,79 12,74 15,65
Slovak Republic 18,78 19,31 18,63 17,52 18,14 16,17 13,30 11,02 9,57 12,05 14,37 13,53 13,95
Slovenia .. .. 6,31 6,67 6,29 6,51 5,95 4,82 4,37 5,86 7,24 8,17 8,84
Spain 13,86 10,47 11,36 11,30 10,97 9,16 8,51 8,26 11,34 18,01 20,06 21,64 25,03
Sweden 5,80 5,02 5,21 5,76 6,53 7,67 6,98 6,15 6,22 8,32 8,58 7,78 7,96
Switzerland 2,66 2,48 2,93 4,12 4,31 4,43 4,00 3,64 3,35 4,11 4,54 4,04 4,19
Turkey 6,49 8,38 10,36 10,54 10,84 10,64 10,23 10,28 10,96 14,03 11,88 9,79 9,21
United Kingdom 5,48 4,74 5,07 4,84 4,63 4,65 5,40 5,28 5,29 7,70 7,75 7,82 7,89
United States 3,99 4,73 5,78 5,99 5,53 5,08 4,62 4,62 5,78 9,26 9,63 8,95 8,07
Brazil .. 9,34 9,10 9,72 8,88 9,29 8,39 8,09 7,09 8,28 .. 6,70 ..
China 3,58 .. .. .. .. .. .. .. .. .. 2,88 .. ..
India .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. 3,55 .. ..
Russian Federation 10,59 8,98 7,88 8,21 7,76 7,12 7,05 6,00 6,20 8,30 7,35 6,50 5,46
South Africa .. 25,37 27,18 27,12 24,67 23,84 22,62 22,33 22,68 23,68 24,70 24,73 24,97
European Union 21 9,06 8,42 8,82 8,92 9,11 8,98 8,26 7,21 7,02 9,00 9,56 9,57 10,52
European Union 15 8,27 7,33 7,71 7,88 8,15 8,15 7,75 7,02 7,05 9,08 9,50 9,55 10,60
Europe 8,64 8,26 8,82 8,94 9,13 9,01 8,31 7,38 7,28 9,34 9,64 9,43 10,19
G7 countries 5,75 5,88 6,50 6,57 6,35 6,17 5,80 5,43 5,82 8,02 8,15 7,64 7,38
OECD countries 6,22 6,29 6,85 6,95 6,86 6,62 6,10 5,65 5,94 8,15 8,33 7,97 7,98
Frequency Annual
Time
Series Unemployment rate
Sex All persons
Age Total
en önemli ve radikal eleştiri Nobel ödüllü iktisatçı Amartya Sen’den gelmiştir. Son bölümde
Sen’in “development as freedom” yani özgürlükle kalkınma ve İnsani Gelişim Endeksi (HDI)
üzerinde biraz dururken, son olarak ekolojik bir insani gelişim üzerinde duracağım.
EKONOMİK BÜYÜME FETİŞİZMİNE KARŞI İNSANİ GELİŞİMİ SAVUNMAK
Ekonomik büyüme hatta daha geniş anlamıyla kapitalist sermaye biriktirme anlayışına karşı, hep
kapitalizmin kendi içerisinden hem de kapitalizm dışarısından doğrudan radikal karşı çıkışlar
olmuştur. Hiç şüphesiz ki bu anlayışa doğrudan ve uzlaşmaz karşı çıkış sosyalizm ve anarşizm
olmuştur. 20. Yüzyılın başlarında en ciddi alternatifini Sovyetler Birliği önderliğinde sosyalist
blokla kurmuş olan sosyalizm, kendi içindeki ciddi hatalardan kaynaklı reel sosyalizme yenik
düşerek, 20. Yüzyılın sonlarında kaybetmiştir. Lakin bu bölümde, ekonomik büyüme fetişizmine
ve kapitalizmin sermaye biriktirme arzusuna karşın yine sosyalizmin temellerinden yola çıkıp bir
alternatif üzerinde durabileceğiz.
Bu karşı çıkışa varmadan önce, kapitalist düşüncenin kendi içerisinde, onun ekonomik büyümeyi
ve refahçı anlayışını eleştiren ama tam da karşısında durmayıp, bireyin gelişimini kapitalist
toplumda ‘özgürce’ yapmasını gerektiğini savunan Amartya Sen ve ‘özgürlükle kavramı’ üzerinde
çok kısaca durmakta ve tartışmak da fayda var. Öncelikle Sen’i diğer burjuva iktisatçılarından
ayıran taraf, ekonomik büyümeyi bir amaçtan ziyade insanların temel ihtiyaçlarını
karşılayabilmesinde ve refah düzeylerini arttırmalarındaki bir araç olarak görmesidir. Bu yönüyle
Sen ekonomik büyüme kavramına karşı çıkmazken, belli sosyal düzenlemelerle büyümenin
bireyin özgürlükle gelişimi kavramına bir aracı olduğunu savunur. Sen özgürlük kavramını
yapabilirlik (capability) ve işlevsellik (functioning) kavramları üzerinden açıklama yoluna
girmiştir. Bireyin özgürlükleri kavramı da yapabilirlik kavramı üzerine kurulmuştur.
“Yapabilirlik teriminin kavramsal içeriği tek bir kelime ile ifade edilemeyecek kadar geniştir.
Yapabilirlik, bireyin ne olmak ve ne yapmak istediğine ilişkin değerleri ve seçişleri; bir anlamda
kişinin var olabilme imkânlarıdır. Sen’de yapabilirlik meselesini incelerken, önce işlevsellikleri
(functioning) anlamalıyız. ‘İşlevselliklerin kapsamı, iyi beslenme, önlenebilir hastalıkları
nedeniyle ölmeme, okur yazar olma gibi temel işlevlerden, özsaygı, toplum hayatında yer alma
gibi daha karmaşık ve sofistike başarılara kadar uzanır” (Kirmanoğlu, 2005).
Sen kalkınma kavramına, okuma yazma oranlarını, bebek ölüm oranlarını ve bu tarz hayatımızla
doğrudan ilgili çeşitli ölçütleri getirerek refah kavramını sadece bir gelir düzeyinden çıkarıp
içinde birçok parametreyi bulunduran bir kavram haline getirdi. Ayrıca piyasa ekonomisinin ister
tam rekabetçi ister tekelci piyasa olsun pareto etkin olmayacağını savunurken, onun için önemli
olan bireyin arzularına ulaşabileceği bir ortamın piyasada etkin kılınması olmuştur.
Amartya Sen’in ‘özgürlükle kalkınma’ kavramı her ne kadar kapitalizmin kendi içerisinde ilerici
bir aşama olmasına karşın, gerçekten devrimci ve sorunu kökünden çözebilecek kavram mıdır?
Sen şüphesiz kapitalist iktisat ile bağlarını koparmadığından çözümün etrafında dolanır ama
gerçek bir giriş yapamaz. Günümüz dünyası ekolojik kriz, Kuzey-Güney eşitsizliğinin artması,
betonlaşarak kentsel dönüşümler, gelir düzeyleri arasındaki farkın giderek artması, kadın erkek
eşitsizliği ve ataerkilliğin neoliberal ekonomik akımıyla daha saldırgan olması, savaşlar ve açlıkla
kavrulurken, sorulması gereken soru şu olmalıdır: Ekonomik büyüme kapitalist üretim
ilişkilerinin geçerli olduğu bir dünyada bireyin işlevselliğini arttırabilecek bir araç, yoksa dünyayı
toptan uçuruma götüren önüne geçilemez bir sermaye biriktirme yarışı mıdır? Sen burada piyasa
ekonomisine ve temelindeki meta ilişkisini eleştirmezken, bireyin işlevselliği ve yapılabilirliği,
yine bireyi kontrol eden iktidarın-efendisinin ( patron ya da siyasi iktidar) elinde olmaktadır. İşte
tam burada gerçek bir insani gelişimin önünü açacak fikirlerin ana başlıklarından bahsetmemiz
gerekiyor. Öncelikle ne sermayeyi ne de insanı merkeze alan bir yapıdan ziyade, insanı doğanın
bir parçası olarak ele alıp, her hareketin doğadaki sonucunu hesaba katarak, bir gelişme
öngörülmelidir. Bu gelişimin en önemli temeli günümüz büyüme ekonomisinin atom yapısı
metalaştırmaya (commodification) karşı metalaşma hareketinin ekonomik ve sosyal hayatta
gerçekleştirilmesi olmaktadır. Yani metadan ziyade kamu malı ya da doğanın veyahut emeğin bir
parçası söylemlerinin toplumda oturtulması, bu konuda son derece önem taşımaktadır.
Çok açıktır ki Marks’ın da dediği gibi, özel mülkiyet kavramı var oldukça, gerçek bir
özgürleşmenin ve alternatifin üzerinde konuşmak pek mantıklı olmaz. İnsanların kendi
arzularının ve hazlarının peşinde kendilerini geliştirebilecekleri bir dünya, ancak sermayenin
tahakkümü ortadan kalktığında mümkün olabilir. Eğer burada bir işlevsellikten bahsedersek, bu
da ihtiyaca ve biriktirmemeye dayalı bir ekonominin sosyal sonuçlarından ortaya çıkabilir.
Burada biriktirmeme tam da günümüz ekonomik büyüme fetişizminin önünde durur.
Biriktirmeyip üretimi ihtiyaçlar ve doğa endeksli yaptığımızda, aslında tam da A.Sen’in işlevsellik
kavramının hakkını gerçek anlamda vermiş oluyoruz.
Elbette burada sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin giderilmesi ve gerçek insani gelişimden
bahsederken, bunla iç içe ama biraz da farklı kadının ataerkil düzende ezilmesi soruna da
değinmek gerekiyor. Sınıflı toplumların var olmasından ve iş bölümünün bu temelli
gelişmesinden bu yana, ataerkil düzen tarafından ezilen kadının mücadelesi, bu gelişim
perspektifinden büyük ölçüde çözüme kavuşturulurken, bir yandan da kendi öz mücadelesini
gerektirmektedir. Bu yüzden eski toplumun ilişkilerini yıkıp, yerine kamusallığın, kolektif yaşamın
ve bireyin özgürce gelişimini sağlayan yeni toplumun ilişkisini kurduğumuzda dair, toplumun
iliklerine kadar işlemiş ataerkilliği atmak kolay olmayacaktır. Bu yeni toplumda bile mücadele
edilmesine ihtiyaç duyulacak bir konudur.
Bir diğer aydınlatılması gereken konu da şüphesiz ki ekoloji konusudur. Ekolojik sistem maalesef
kapitalist sistem ve hatta alternatifi olan sosyalizm tarafından büyüme sevdası tarafından
istismar edilmiş ve doğa metalaştırma sürecinin en büyük zarar göreni olmuştur. Ekolojist
perspektiften biraz daha farklı olarak, bu konuya Marksist Ekolojik perspektiften bakmak bana
daha mantıklı ve gerçek insani gelişim kavramıyla daha uygun geliyor. Yeşil bir ekonominin
kurulmasından ziyade, tüm bir hayatın doğanın ve insanın ortak değerleri üzerine kurulması,
doğanın metalaştırılmaması, çevre sorunu kökten çözecek en radikal ve doğru çözüm olarak
şimdilik karşımızda duruyor.
Sonuç olarak elimizde kalan sınırsız büyümeyi kendine hedef alan bir talan, barbarlık sistemi ve
gerçek insanı gelişimi kendine esas olan bir alternatif sistem olarak gözüküyor. İnsanlığın hangi
yönde gideceği ise şüphesiz , yine insanın var olma arzusunun yaratıcı mücadele gösterecektir.