+ All Categories
Home > Documents > Hoca Tahsin Efendi, Esâs-ı ‘İlm-i Hey‘et, Astronominin Esasları

Hoca Tahsin Efendi, Esâs-ı ‘İlm-i Hey‘et, Astronominin Esasları

Date post: 17-Jan-2023
Category:
Upload: kastamonu
View: 0 times
Download: 0 times
Share this document with a friend
44
1 Astronominin Esasları 1 Hoca Hasan Tahsin Efendi (Günümüz Türkçesine aktaran Yavuz Unat) 2 Hoca Tahsin Merhum Eski zamanlardan beri “astronomi” hakkında cereyan eden bilginlerin fikirlerini ve sistemlerini ve Şemseddîn Sâmî Bey Efendi Hazretleri’nin merhum Hoca Tahsin Efendi’nin meslek-i ‘âlimânesiyle terceme-i halini mealen “Hafta” mecmuasına derc ve tahrir buyurdukları mufassal bir makale-i edîbânelerini ve bir kıymetli bir şâirin adı geçen Hoca hakkında nazım eyledikleri bir mersiyeyi ve Hoca Tahsin Efendi’nin âhkâm-ı heyet hakkında bir manzume-i dîndârânesini hâkî ve şâmildir. Giriş Ulu padişah, merhametli hükümdar efendimiz hazretlerinin Allah’ın gölgesi hilafeti nahiyelerinde adil ve himaye edici ümmi ve imanı olan gençlerin istifadeleriyle Tahsin’in adının baki kalması için, merhumun “Esâs-ı ‘İlm-i Hey‘e” adlı beğenilen bilimsel risalesini halkın nazarına arz ediyorum. Meşhur merhumun faydalı eserleri, yayılmış namının pek yüksek bir mevkii işgaline vesile oluyor. O erdemli söylediklerine layık olan kıymetli vücudu, mükemmel eserlerini göstermek için ulvî ışıklar arasında gözden kayboldu. Nazik vücudu fani idi! Göçüp gitti. Fikri ilâhî nur ile ışıklandığından kıyamete kadar bakidir. Herkes meşhur üstadın erdem ve olgunluğunu metheder. Özellikle ilim ve fennin değişik kısımlarını kuram ve tatbikatıyla beraber okuyordu. Güçlü hafızası, anlayışı, kavrayışı, mert tavırları ve âlicenap fikirleriyle, Doğu ve Batı’nın ilmi ve edebiyatına ilişkin gösterişli ve iftiharlı toplantılarıyla, hakkıyla bilgin unvanına layık olan erdemli, eşsiz saadetli Na‘îm Bey Efendi hazretlerinin daima merhum Hoca Tahsin’in güzel vasıflarıyla fazilet ve bilgisini hikâye buyurarak ebediyete intikal etmesinden dolayı haddinden fazla müteessir olduğu halde müte’eyyise havânidir. 3 Hoca’nın hikmet sahibi mesleğinden bilgi almak isteyenlerin yaygın eserlerini incelemelerini rica ederim. Asrın cenâb-ı padişahı da bu gibi faydalı eserleri incelenmesiyle büyük bir sevinçle iftihar ettiğimden dolayı cihanı yaratan Allah’a hamd ve şükür ederim. Karahisar eski amiri Sâlih Bey-zâde Nâdirî Fevzî 4 1 Esâs-ı ‘İlm-i Hey‘et, Mekteb-i Sınâî‘i-i Şâhâne Matbaası, İstanbul 1311 (1893/94); “Hey‘et-i Âlem”, Mecmûa-i Ulûm, nr. 5, Matba‘a-ı Safâ ve Envar, İstanbul Safer 1297 (1880), s. 116. 2 Yavuz Unat (Editör), Osmanlılarda Bilim ve Teknoloji, Nobel Yayınevi, Ankara 2010, s. 533-583. 3 سه جوانيدر متاي4 Muallîm Nâdirî Fevzî (1892’de sağ); Sultan II. Abdülhamid döneminde yaşamıştır. Eski Karahisar mutasarrıflarından Salih Bey’in oğludur. Türkçe kaleme almış olduğu astronomi eseri Teşekkülât-ı Avâlim (1890) adlı eserinden öğrendiğimize göre hocası Hoca Tahsin Efendi’nin rasathanesinde tedrisle uğraşmış, Fatih Camii’nde öğrencilere Rehber-i Muvakkitin isimli risâleyi tartışmıştır. Kitapta yer alan düşüncelerini 1858 yılından sonra Paris Gözlemevi’nde çalışmaya başlayan Camile Flammarion’dan (1842-1925) aldığını söyler. Eserde modern astronomi konuları anlatılmaktadır (bkz. Ekmeleddin İhsanoğlu, Ramazan Şeşen, Cevat İzgi, Cemil Akpınar, İhsan Fazlıoğlu, Osmanlı Astronomi Literatürü Tarihi, Cilt II, İstanbul 1997, nr. 509, s. 662663).
Transcript

1

Astronominin Esasları1

Hoca Hasan Tahsin Efendi

(Günümüz Türkçesine aktaran Yavuz Unat)2

Hoca Tahsin Merhum

Eski zamanlardan beri “astronomi” hakkında cereyan eden bilginlerin

fikirlerini ve sistemlerini ve Şemseddîn Sâmî Bey Efendi Hazretleri’nin merhum

Hoca Tahsin Efendi’nin meslek-i ‘âlimânesiyle terceme-i halini mealen “Hafta”

mecmuasına derc ve tahrir buyurdukları mufassal bir makale-i edîbânelerini ve bir

kıymetli bir şâirin adı geçen Hoca hakkında nazım eyledikleri bir mersiyeyi ve

Hoca Tahsin Efendi’nin âhkâm-ı heyet hakkında bir manzume-i dîndârânesini hâkî

ve şâmildir.

Giriş

Ulu padişah, merhametli hükümdar efendimiz hazretlerinin Allah’ın gölgesi hilafeti

nahiyelerinde adil ve himaye edici ümmi ve imanı olan gençlerin istifadeleriyle Tahsin’in adının baki

kalması için, merhumun “Esâs-ı ‘İlm-i Hey‘e” adlı beğenilen bilimsel risalesini halkın nazarına arz

ediyorum.

Meşhur merhumun faydalı eserleri, yayılmış namının pek yüksek bir mevkii işgaline vesile

oluyor.

O erdemli söylediklerine layık olan kıymetli vücudu, mükemmel eserlerini göstermek için ulvî

ışıklar arasında gözden kayboldu. Nazik vücudu fani idi! Göçüp gitti. Fikri ilâhî nur ile ışıklandığından

kıyamete kadar bakidir.

Herkes meşhur üstadın erdem ve olgunluğunu metheder. Özellikle ilim ve fennin değişik

kısımlarını kuram ve tatbikatıyla beraber okuyordu. Güçlü hafızası, anlayışı, kavrayışı, mert tavırları

ve âlicenap fikirleriyle, Doğu ve Batı’nın ilmi ve edebiyatına ilişkin gösterişli ve iftiharlı

toplantılarıyla, hakkıyla bilgin unvanına layık olan erdemli, eşsiz saadetli Na‘îm Bey Efendi

hazretlerinin daima merhum Hoca Tahsin’in güzel vasıflarıyla fazilet ve bilgisini hikâye buyurarak

ebediyete intikal etmesinden dolayı haddinden fazla müteessir olduğu halde müte’eyyise havânidir.3

Hoca’nın hikmet sahibi mesleğinden bilgi almak isteyenlerin yaygın eserlerini incelemelerini

rica ederim. Asrın cenâb-ı padişahı da bu gibi faydalı eserleri incelenmesiyle büyük bir sevinçle iftihar

ettiğimden dolayı cihanı yaratan Allah’a hamd ve şükür ederim.

Karahisar eski amiri Sâlih Bey-zâde

Nâdirî Fevzî4

1 Esâs-ı ‘İlm-i Hey‘et, Mekteb-i Sınâî‘i-i Şâhâne Matbaası, İstanbul 1311 (1893/94); “Hey‘et-i Âlem”, Mecmûa-i

Ulûm, nr. 5, Matba‘a-ı Safâ ve Envar, İstanbul Safer 1297 (1880), s. 1–16. 2 Yavuz Unat (Editör), Osmanlılarda Bilim ve Teknoloji, Nobel Yayınevi, Ankara 2010, s. 533-583.

3 متايسه جوانيدر

4 Muallîm Nâdirî Fevzî (1892’de sağ); Sultan II. Abdülhamid döneminde yaşamıştır. Eski Karahisar

mutasarrıflarından Salih Bey’in oğludur. Türkçe kaleme almış olduğu astronomi eseri Teşekkülât-ı Avâlim

(1890) adlı eserinden öğrendiğimize göre hocası Hoca Tahsin Efendi’nin rasathanesinde tedrisle uğraşmış, Fatih

Camii’nde öğrencilere Rehber-i Muvakkitin isimli risâleyi tartışmıştır. Kitapta yer alan düşüncelerini 1858

yılından sonra Paris Gözlemevi’nde çalışmaya başlayan Camile Flammarion’dan (1842-1925) aldığını söyler.

Eserde modern astronomi konuları anlatılmaktadır (bkz. Ekmeleddin İhsanoğlu, Ramazan Şeşen, Cevat İzgi,

Cemil Akpınar, İhsan Fazlıoğlu, Osmanlı Astronomi Literatürü Tarihi, Cilt II, İstanbul 1997, nr. 509, s. 662–

663).

2

Esâs-ı ‘İlm-i Hey‘e

Saadetlû Sâmî Bey Efendî5 Hazretlerinin efkâr ve meslek Hoca Tahsin hakkında “Hafta”

mecmuasında tahrîr buyurdukları edebi makalesi

– Hoca Tahsin –

Memleketimizde bu ismin sahibini bilmeyen yok gibi ise de kendisini hakkıyla tanıyıp

anlayanlar pek azdır. Zaten aramızda vatandaşlık münasebeti dahi bulunmakla, öteden beri

kendisinden bilgi edinme şerefine ermiş olarak, hayli görüşmüş ve sohbet ve konuşmalarında

bulunmuş olduğumdan, efkâr ve tabiatını bir dereceye kadar öğrenerek, faziletine hayran olmuş idim.

Kendisi hakkın rahmetine kavuşmakla, hakkında yanlış, kötü bir fikir besleyenlerin fikir ve

düşüncelerini düzeltmek için ve merhumun her kelimesi bir bilimler dersi olan filozofça sözleriyle bir

bilgi deryası denecek kadar değerli olan yüksek fikirlerden etmiş olduğu istifadeye karşı bir lütufkâr

bir teşekkür olmak üzere, hakkında bir-iki söz yazmayı vazifeden saydım.

Kendisinin hal tercümesini yazmak, ruhunu memnun edemeyecek bir harekette bulunmak

demektir; çünkü tarihe bile itiraz ederek: “Heyhat! Tarih dediğimiz şey insan soyunun ortaya

çıkışından beri bu toprağın üstünden geçen hesapsız ve milyarlarca insanın yalnız beş-on ferdinin

durumu hakkında bir takım bilgiler verir; bu ise neye yarar”? dediğini defalarca ağzından işitmişimdir.

Bundan dolayı hal tercümesini yazmaktan vazgeçerek, yalnız efkâr ve mesleğinin tarifine zaman

ayıracağız. Zaten Hoca’nın hal tercümesi pek sade ve kısadır: “Beşikten mezara ilim öğreniniz.” kutsal

emrine tamamıyla uygun olup, ömrünü Hz. Muhammed’in bu hadisini hakkıyla yerine getirmek

yoluna sarf etmiş ve bu kelamla yarım asır süren bir ömrü doldurmuş bir adam tasvir buyuran işte

Hoca Tahsin odur. Babası müderris bulunmuş olduğundan, ta çocukluk zamanından yüksek bilimler

eğitimine başlayarak pây-ı taht medreselerinde Arap ilimleri ve İslâmiye ile Doğu edebiyatında

eğitimini tamamladıktan sonra Paris’e gidip Fransızcayla beraber çeşit çeşit yeni bilimlerin hepsini

öğrenmiştir.

Babasının rahlesi önünde veyahut sübyan mektebinde “elif” diyerek başladığı dersi, ruhunu

teslim ederken bırakmıştır. Kitap elinden düşmezdi. Oturduğu yerin, yattığı yatağın etrafı kitaplarla

çevrili idi. Okumaya yalnız okutmak amacıyla kısa bir zaman için bırakırdı. Sohbetten çekinmezdi.

Ancak sohbeti de bir ders ve bir bilim muhasebesi idi. Bir kaideyi gerektirmeyen havai sözlerden ve

özellikle şahsiyata ilişkin vazifeden hariç bahislerden asla hoşlanmaz ve böyle söyleyenlerin sözlerini

hiddet ve tehditle kesip, ilim, fen, hak ve hakikatin haricinde bir şeyden bahis olunmasına asla

tahammül edemezdi; nasıl tahammül etsin? Kendisi ilim, fen, hak ve hakikate âşık idi. Aşığı ile ilişkisi

olmayan sözlerde ne lezzet bulabilir? “Hakikati aramak” kelamı diline dolanmış idi.

5 Şemseddin Sami.

3

Vatanımızda “sâvân”6 yani “’âlim” yahut “’allâme” unvanının asrımızda Hoca Tahsin’e layık

olduğunu iddia etsek, vatanımızın usta, hüner ve bilginleri tasdik eder zan ederim. Hakikaten, bu

unvana hak kazanmak isteyen adam keşfedilmiş ve günümüzde keşfedilen bilim ve fennin hepsinden

pay almış olması gerekir. İbn Sînâ, zamanında keşfedilmiş ve bilinen ilim ve fennin hepsini bilmekle,

bu unvanı hakkıyla kazanmış olduğu gibi, Hoca Tahsin de, bu zamanda malum olan ilim ve fennin

hemen hepsinden pay almış olmakla, bu unvana hak kazanmıştır.

Dini ve şer’i ilimlerde, tefsirde, hadiste, Arap, Fars ve Türk edebiyatında geniş bir bilgi sahibi

olup, pek nükteli ve üstün sanatlı ve tarih söylemeye ve pek büyük bir açıklıkla nesir yazmaya

muktedir olduğu gibi, hikemi ilimler, doğa bilimleri, matematik, astronomi ve felekiyattaki bilgisi de

yüzeysel olmayıp, bu bilimlerin hepsini kuramsal ve kılgısal olarak biliyordu. Bu bilimlerin hüküm ve

kanunlarıyla o kadar alışmış ve bunların içinde öyle hal olunmuştu ki, hiçbir bahis ve meselede kitaba

müracaata ihtiyacı yoktu. Sözü, sohbeti de daima fen bahislerine dair olup, kendisine bilim ve fenne

dair bir şey sorulduğu veyahut bir meselenin hali talep edildiği vakit, ziyadesiyle memnun olur ve

saatlerce uğraşarak, gerçek anlamları çalışmaktan hiçbir vakit usanmazdı.

Bu adamın ömrü yarım asır sürmüş bir dersten başka bir şey değildir, bütün ömrünü okumakla

geçirdi. İki şeye ziyadesiyle hırs ve isteği vardı: Birincisi mevcut ve elde ettiği bilgiyi arttırıp

“hakikate” yakınlaşmada bir adım daha atmak ve ikincisi bildiği şeyleri insanlara da öğreterek, millet

ve vatana hizmet etmek. Bu iki arzuya, bu iki amaca olan düşkünlüğü öyle bir derecede idi ki, bunun

önemini takdir edemeyenler cinnetine hükmedebiliyorlardı. İki şeye aşık idi: “Hakikat” ve “insaniyet”.

Ömrünü, hayatını, çabasını, vaktini, fikrini bu iki aşkının hizmetine hasretmişti. Rahatını, eğlencesini,

zevkini, sefasını, uykusunu bunların hizmeti uğrunda feda etmişti. Kâinatın büyüklüğü, tabiatın

garipliği, mahlûkatın azimeti, halkın kudreti içinde kendi cisim ve şahsını pek küçük görüp,

kaybetmişti. Kendini düşünmeye, kendine bakmaya vakit bulamazdı; zihninde, fikrinde, kalbindeki

büyük şeyleri bırakıp da, kendi cisim ve şahsıyla uğraşmaya tenezzül etmeyi hoş görmezdi. Kendine

bakmıyordu, lakin bilgileri genişletmeye vasıta olan kitaplarına, haritalarına, şekillerine ve bilim

araçlarına çok bakıyordu; hatta oturduğu medresenin duvarlarına dahi kendisinden fazla ehemmiyet

verip, çok defa yanına giden ahbabı kendisini medresesine nizam vermekle meşgul bulurdu. Bir

yükseklik tahtasına, bir gözleme yahut hikmet ve kimyaya şaşılacak derecede ilgi gösterir, bir aleti

yerleştirmek için, kendince uğraşır ve dülgerle beraber çalışırdı. Medreseyi temizlemeye ve

düzenlemeye uğraşırken kendisi tozlar topraklara bulandığını farkında olmazdı. Medresesini,

ikametgâhı olduğu için değil, belki kitaplar, şekilleri, haritaları, bilim araç ve gereçlerini topladığı için

düzeltmek merakında idi. Sarığı perişan, cübbesi toz içinde, şalvarının paçaları çarpık, saçları, birçok

vakitten beri kesilmemiş olan o adam oturduğu yerin yanında duvara bir küçük levha asmıştı ki, şu

ibareyi içeriyordu:

“Une place pour chapue7 chose et chapue

8 chose à sa place”.

6 ساوان

7 Choque.

4

Yani, “Her şeyin bir mekânı ve her mekânda bir şey vardır”.9 Temizlik ve paklığı sevmeyen adam

değildi. Hukema-i kelbiyyunun10

mezhep ve mesleğinde değildi. Lakin kendini düşünmez; vakti yok

idi. Eline para geçince, kitap bilim araçlarına sarf ederdi. Yalnız karnı acıktığı vakit yemek yemeyi

düşünüp, çok defa ekmek peynir yerdi. Yatağının karşısında elektrik makinesi, üstünde uzun bir

gözlem aracı, başında bir dürbün, ayağında bir büyüteç, elinde kitap olduğu halde uyurdu. Duvarlarla

tavan, tabiat tarihi, jeoloji, tabii ve siyasi coğrafya, astronomi, hikmet, kimya resim ve şekilleri ile

örtülü idi. Sanki o medrese tabiat ve kâinatın küçük ölçeğinde bir resmi idi.

Genel olarak insaniyeti sevdiğini söyler, evet, insanlara bir büyük aile ve bütün insan evlatlarına

kardeş gözüyle bakardı. Genelde insanları iyileşmeye muhtaç görüyordu. Avrupa’nın medeni

durumuna tamamıyla vakıf idi. Lakin her hallerini beğenmezdi: “Onların daha pek çok noksanları,

daha pek çok ihtiyaçları vardır” derdi. Saf kalbinde hâsıl olan arzu ve dualar insanların hayır ve

menfaati için idi.

Bununla beraber, vatan ve millet muhabbeti dahi kendisinde pek kuvvetli olduğundan, bilgiyi

anlamak isteyen ve engin fikrini ve cömertliğini, vatanın çıkarlarına hasretmeye mecbur olurdu.

Vatanın çıkarlarını o kadar çok düşünüyordu ki bu uğurda, şahsi çıkarlarını değil, çünkü onun için bu

tabir manasız idi. Belki şahsını feda etmeye hazır idi. Millet ve devlete dair olumsuz bir şeyden bahis

olunduğu vakit, kendine özgü bir tavırla “Yapma Efendi!” derdi. Hele İslâmi gayreti öyle bir derecede

idi ki uzak ülkelerde bulunan Müslüman kavimlerin ikazı veyahut İslâm dininin Asya ve Afrika ile

Flemenk-i Cedîd’in en uzak ve en tehlikeli taraflarına, en vahşi kumlarına kadar genel olarak

yayılması için, elinde bir asa ile gidip, bu uğurda nefsinden feda etmeye her an hazır idi. “İslâm

birliği” amacı en evvel onun zihninde doğup, bir tatlı rüya gibi efkârını okşar idi.

“Bizim amacımız insaniyete, hakikate hizmet etmektir. Medeni Avrupa bizim bu mukaddes

maksadımıza nasıl mani olabilir? Protestan ve Katolik misyonerler dünyanın her tarafında gidip kendi

dinlerini yaymaya çalıştıkları gibi bizim de kendi dinimizi yaymaya çalışmamız doğaldır” derdi. Bu

arzu ve amaç Hoca’nın fikir ve kalbinden ayrılmayıp daima onu düşünür ve ondan bahsederdi.

Nihayet, bu arzuyu sürükleyip mezarın içine götürdü.

Araştırma ve makalelerindeki başlıca konulardan biri de İslâm dininin ve şeriat-ı

Muhammediye’nin tam bir hikmeti olup, medeniyet ve terakkiye engel olmak şöyle dursun medeniyet

ve terakkiye eriştirecek bir sağlam bir yöntem olduğu maddesi idi; bunu şiddetle gerekli görür ve

hadis, ayet ve şer‘i hükümlerle ispat ederdi. İslâm’ın, medeniyete engel olması zannını oluşturup,

bunun aksine bu iddiaya sebebiyet veren şey bazı cahil mutaassıpların, İslâmî hakikatlerden ve Kuran

hükümlerinden habersiz oldukları halde İslâm dinine atıf ve dayandıkları ve hakikatte İslâm dışı ve

şer‘en çürütülmüş ve reddedilmiş olan bazı boş fikirler olduğunu ileri sürmekten asla çekinmeyip, dinî

8 Choque.

9 “Mahallu li-külli şey’in ve küllü şey’in fi mahhallihi”.

10 Kalender olarak yaşama.

5

ve şer‘i ilimlerde ve hadis ve tefsirde olan derin bilgisi münasebetiyle bu bapta derin bahislere ve

dakik meselelere girişmekten çıkmazdı.

Merhum, yüzyıllar ve devirlerin pek güç ve nadir yetiştirebildiği büyük adamlardan idi. Kendisi

vatana hayli hizmetler etti. Her vakit bilgiye hevesli beş-on öğrenci dersinde hazır bulunarak ilim ve

fennin yayılmasına ve bilgisizliğin yok edilmesine hayli hizmetler etmiştir; ancak ettiği hizmetler,

kendisinin erdem ve iktidarıyla uygun olmayıp edebileceği hizmetlere oranı hiç derecesindendir. Hoca

Tahsin’in itikadı tam ve kâmil idi. Sürekli uğraştığı ilim ve fen ve ulaşmış olduğu kâinatın gerçek

durumları geçimsiz haline engel idi.

Bir gün (Paul – Garumfel) isminde Almanyalı ile mübahasesinde hazır bulundum. Bu zat

vatandaşlarının âdeti üzere felsefeyi safsata derecesine kadar ileriye sürüp zamanın da ışık ve ısı gibi

bir hafif bir cisim veya itibari olması fikrini iltizam ediyordu. Hoca bunun batıl bir fikir olduğunu,

doğa felsefesi, kimya, astronomi ve felsefeyi karıştırarak zamanın ne olduğunu ispat ve nihayet

ebediyet ve ezeliyet; kudret ve onun büyüklüğü; ruhun kalıcılığı gibi meselelere girişerek ve gerçek

sonuçları ve esrarı dökerek; uzun uzadıya bir nutuk çekti. Kendisinin zaten nutuğu biraz zayıf

olduğundan hiçbir vakit o kadar akıcı ve güzel ve Fransızcayı o kadar açık söylediğini işitmemiştim.

Sanki o esrar ve hakikat kendisine gizli bir yerden ilham almış gibi gözlerinde fevkalade bir nur,

sesinde bir kuvvet, dilinde bir akıcılık vardı. Karşısındaki ağzını açarak hayran hayran dinliyordu.

Hoca nutkunu tamamlayınca itiraz ve inadı kırılan Almanyalı kendisine elini uzatarak tamamıyla

teslim oldu. Yalnız bir şeyden dolayı şaşırdığını beyan ederek “Sizin itikatsız ve ulûhiyete inanmaz

olduğunuzu işitmiştim. Hâlbuki sizde bunun büsbütün hilafında bir fikir ve itikat gördüm” dedi. Hoca

âdeti üzere hiddetlenerek “İtikatsızım diye kim söyledi? Ulûhiyete inanmayan kimdir?” diye bağırdı.

Bunun üzerine de ayrıca bir bahse girişmeyerek kendi itikadının tamamıyla Kurân’ın hükmüne uygun

olduğunu ispat etti.

Velhasıl, Hoca’nın itikadı tam ve bütün idi. Marifeti Allah’a ulaşan bir adam idi. Dince makbul

olan işlerin en makbulü Allah’ın af ve merhametine güvenmektir. Hoca Tahsin’in de buna itimadı

vardı. Kalbi saf ve temiz idi. Rahmet ve şefkati öyle bir derecede idi ki bir karıncayı bile incitmezdi.

Bu son hastalığında hava değişimi için Arnavutluk’taki Tiran’a gidip bir müddet eğlenmek niyetinde

idi. Lakin canı sıkılacağından şikâyet ediyordu. “Ava merakınız varsa hem eğlenirsiniz hem vücutça

bir harekette bulunarak istifade edersiniz” dedim. “Hayvanlara acırım, vuramam” dedi. “Lakin oranın

dağlarında jeolojiye dair bilgileri genişlettirecek pek çok kalıtılar vardır. Bu kalıntıların incelenmesi

hem avdan sıhhatçe olunacak istifadeyi mûcib olur, hem fen ve hakikate bir hizmet olmuş olur, hem de

bizim gibi can taşıyan ve hayatları bizimkinden çok daha mesut ve leziz olan bir takım zavallı

hayvanların özgürlük haklarına dokunmaz.” Ölümüyle sonuçlanacağını pekâlâ bildiği bir illetin

hafifletilmesi için edeceği bir hareketi dahi fen ve hakikate hizmet yolunda etmeyi düşünerek, kendi

şahsının menfaati için bırakarak kuşun rahatını bozmaya razı değildi! Sabırlı, kanaatkâr ve bütün

âlemin hayrını arzu ederdi. Allah’ın rahmeti üzerine olsun.

6

Ünlü bir şairin merhûm Hoca Tahsîn Efendi hakkında nazım buyurduğu edebî mersiyeleridir:

Kemaliyetde mahv olup bitmiş,

Bu da, yâ-Rabb! Nedir, hayat mıdır?

Şu büyük kâinâtın altında

Geçinir bir garîb idi yalnız,

Efkar-ı bî-nasîb idi. Mazlûm,

Hastalanmış tabîb idi, merhûm;

Olmağa pek karîb idi yalnız

Kubbe-i per-sebâtın altında

O kadar âşina-yi hey‘et idi,

Ki yaşardı semâda, yerde değil;

Gökte de tâlib-i hakikat idi,

İştigâlâtı sâde yerde değil

Gökteki hey‘eti değil ancak,

Yerde de hey‘eti severdi o zât,

Yani cemi‘iyyeti sürdü hemân,

Ki ‘umûma bunu murûr-ı zemân

Mutlakâ bir gün eyleyûb isbât,

Yâdı bir yâd sürmedi olacak.

Yalnız fakir de değil, hatta

O semâhatda da yekân idi;

Serveti bir kütüphane idi:

Fikrine bir delîl bî-hem-tâ.

Müteaddid lisâna vâkıf idi,

Meclis-ârâ ve nîg-haslet idi,

Müteressid, hakîm, ‘âlim idi,

Cevher-i zâtdan mücessem idi,

Genz-‘irfân ve kân-hikmet idi,

Belki bir ‘âlim-i ma‘âruf idi.

Feylesof ve edîb ve şâ‘ir idi,

7

Ne sorulsa, cevaba kâdir idi.

Bu kemâlât ile çok olmuştur

Kuru ekmekle doyduğu demler!

Vârî kerrât ile yok olmuştur.

Ânı soymuştu bazı mücrimler.

Kerem-i tabi’î iktizâsından,

Esef etmez buna, demez de fenâ,

Der idi: - mâlımı eden târâh

Belki benden ziyâdedir muhtâc.

Afv ile gösterirdi istingâ,

Bir sitem görse âşinâsından.

Müstefîd eylemek için gayri,

Gördüm, eylerdi nefsini izrâr.

Yine gördüm de, söylerim tekrar:

Olmadı kimsenin ânâ hayrı.

Belki halâ ziyâdedir berden

Ânı nefretle yâd eden, heyhât!

Onu dövüp zikr-i hayr-ı emvâtı.

Olduğu için hemişe zâkir-i hakk,

Cehlen zan ederdi münkir-i hakk.

O siyahla beyaz bahsinde

Halka eylemişti emniyet;

Ta‘n ile i‘tirâz bahsinde

Halka vermez idi ehemmiyet.

Muktezâ-yi nizâm ‘âlimdir,

Kim olur ‘itirâzdan sâlim?

Ezkîyâdan gabî eder nefret,

Hamkâdan zeki âlır ibret.

Haline her bilen eder teslim:

Sağ iken; bunda yoktu mânendi;

Döndü manendiye bu gün kendi;

8

Önce nâdirdi, şimdi oldu ‘adîm!

Bulmadı matlabı fenâda husûl,

Gerçi bir hayli iştigâl etti;

Etmedi arz-ı çehre cânânı,

Ki “hakikat”dır isim ve unvânı;

‘Âkibet-i ‘âşık irtihâl etti,

Nâ’il ve hiddet eylesin mollâ!

Sermediyyette görsün istilâ!

Ey Tahsîn ve yâ fenâ Tahsîn,

Ebeden oldu müfterik Tahsîn,

O kadar ‘ilme âşinâ Tahsîn,

Bu kadar vasfa müstahikk Tahsîn.

Ne imiş bir zaman, nedir hâlâ?

O da bir şu‘ledir, sevinip bitmiş.

Bahr bî-intihâ-yi hilkatte,

Bu siyah perde-i hakikatte

Bir “hayâlet”tir oynamış, gitmiş,

Eylemiş kahkaha ile vâ-veylâ!

Ne ‘aceb bir sadâ imiş ânı!

Şimdi bizce ile-l-ebed fanî!

Gördüğüm diğer bir cihân hülyâ mı?

Bu da, ya Râb! Ne dir, hayat mıdır,

Zulmât-ı şeb mâtem midir,

Yoksa rü’yâ-yı huvâb-ı ‘ukbâ mı?

Dâne-i dest inkılâb olmuş,

Öyle bir ‘âlem-i kemâli düşün!

Ne kadar hoştu dünkü mev‘izesi!

Taşlar altında şimdi mahfazası!

Dünkü Tahsîn Efendi nerede bugün?

İşte, bak, bir avuç turâb olmuş!

9

Böyle bitmiş kemâl-i zâtiyyesi,

‘Ömr-ü mazîsi, hâl ve âtîsi!

Bunda vardır fakat Kemâl Allah.

Gerçi zâhirde hâkk esmerdir;

Nûr-ı vicdân ile mâil Allah

Safha-i makbere muharrirdir.

Hoca Tahsîn olunca dâhil-i hâkk,

Söyleriz Rabb-i kâinata ki biz:

Seni bilmiş o vâr olup bir dem,

Yok olursa, ne öğrenirim âdem?

‘Aklımız ayırmıyor hayata, ki biz

Edelim mevtin aslını idrâk.

Var mıyız, yok muyuz, neyiz? Meçhûl;

Şu kadar var ki rahmetin me’mûl.

Merhûm meşâr aleyhinin hey‘et-i kâinâta dair nazım buyurdukları manzûme-i dîndâr-aneleridir:

Rû-yi murât el-‘avvalimdir bu resim-i delilşeyn

Sûret-i zîbân-ı masnû‘ât hayr el-hâlikeyn

Târim meynâda hoş levn kevn kevn ile

Zeyn olunmuştur mesabih el-semâ menâzereyn

İrtifâ‘ı kadr-i ecrâm-ı felek hakkında hem

Nâzil olmuştur nîce âyât-ı Kurân-ı mabeyn

Sevre-i ve el-şems ve el-necminde bi-âvâv-ı kısım

Onların hak içün hamş-i hak kelâmında yemîn

Hayret-efzâ-i ukûl hel fikretdir nücûm

Habbezâ sına‘a-i bedî‘ ne hissedir ref‘et-i rehîn

Eşref-i cümle mu‘ârifdir bu fenn-i mevzû‘-veş

‘İlm-i hey‘et üzere mevkûf ekser âhkâm-ı dîn

Mihr-i hikmet lem‘a-rîz kişver-i ervâhdır

10

Feyz-i nûr ile bûlûr neşv ü nemâ ‘akl-ı fatîn

Bi-ecnâh ‘ilm-i hey‘et dem bi-dem olmak mehâl

Evc-i idrâk kemâl-i kudret-i hakka karîn

İşte bir âyîne-i hey‘et nemâ kayyum-ı vecihinin

Encümenden münteşirdir yer-tû ‘ilm el-yakîn

Matla‘ı tâ bedendir çeşm-i hakâyîk-ı beyndir

Ahter-i pervîn-ı sıfat her noktası dürr-i semîn

Burc-ı ‘âlî sipihr-i irtikâya neyl içûn

İnkisâmâtı medâric-i hatları habl-i metîn

‘Âlemin âhvâl-i icmâliyesin idrâk içûn

Şekli görmek bîn kitâbın okumaktan bihterîn

Mündericdir leva-i mersûmemizde hâsılı

Zübde-i ersâd ve tedkîkât-ı ‘ayn devr ü beyn

‘Âcizâne ibtidaî Tahsîn i‘tinâ-i ikmâline

Reh-ber-i Tevfîk-i Mevlâ sa‘îne oldı mu‘ayyen

Kevkeb-i tarîhi mısbâh-ı sipihr şeklidir

Resm-i satıh kubbe-i zât el-burûc oldu Güzîn

Muhtasarca şerhini dinle ne hayret-i bahşdir

Ol kitâb sın‘a-ı Mevlâ-i ‘avâlim aferîn

Bu mecrede muhât olmuş nucûm bî-şamâr

Bir mükemmel-i şemsdir her kevkeb çerh-i berîn

Kehkeşân-ı hirman kev-i içre encim-i dânedir

Ânı teşkîl eylemişdir bu hubûb-ı gevherîn

Her güneş havlinde devr eyler nice syyâreler

Neş ü nûr ve nâr ider her hâver merkez-i neşÎn

Şems-i mensûbât ile bu kehkeşânda kutredir

‘Âlem-i şems içinde zerredir cirm-i zemîn

Cümle seyyârât ‘âlem-i ârz gibi meskûndur

Biz gibi ‘âlem-ı sükkânı erzâk ü n‘am ile kâmebeyn

Âlet-i tahlîl-i ihtivâ gösterir erkânını

11

Keşf olunmuştur kevâkibde ne ‘anasırdır mekîn

Mâverâ-i kehkeşânda çeşm-i nezâret ile

Ettiler ta‘yîn dört beş bin sehâbî-i râsıdeyn

Her mecra nice milyûn âfitâbı müştemil

Her güneş kendi tevâbiyle felekde sâbiheyn

Şekl-i mecmû‘-u ‘avâlim bir kere der-i kayyum anın

Merkezi her yerde vâkı‘ sath-ı hâviden emîn

Bir tasavvur-u kîl ne efrât-ı cesâmetdir o kıyem

Cisminin her cevher-i ferdi ola tûb-ı zerrîn

Fart-ı umk ve vüs‘at-ı ecrâmından agreb bu kayyum

Bunca ‘âlem gösterir bir katre-i sevda hurde-bîn

Anların ömr-ü kasîrinde sevânî-i sâldir

Lahzadır ömr-ü medîd-i nemce nisbetle sinîn

Hep müberhendir hesâb ve hendese ile naklimiz

İşte tefsîr-i sahîh-i kavl (rabü’l-‘âlemîn)

Hoca Tahsin

12

Kısa Astronomi Tarihi – Görünen Hareket – Önemli Bilgiler – Günlük Hareket ve Dört Sistem

Astronomi biliminde gökcisimleri ile bunların hareket yasalarından bahsedildiğinden bu bilimin

konusu gökcisimleri ve bunların yasalarıdır. Bu bilim, halkı çoban ve göğün – çoğu zaman – berrak

bulunduğu iklimlerde ortaya çıkmıştır. Gökkürenin yaratılması, burçlar dairesinin on iki burca yani

yıldız suretlerine bölümlenmesi ve bu kısımların her birinin özel bir resim ile isimlendirilmesi dünya

soy ve halklarının çok eskilerinden itibar olunan Keldaniler tarafından zuhura geldiği zannedilir.

Astronomi Doğu memleketlerinden Mısır’a geçmiştir. Mısır topraklarının eski eserleri, bazı

tarihçilerin söz ve işaretleri ve Yukarı Mısır’ın ve o tarafların Teb ve Menfîs ismiyle meşhur

ziyaretgâh ve mabetlerin harabeleri Keldani biliminin ileri derecesine ve itibarına şahadet ediyor.

Yunanlılar, Keldani bilginleri ve Mısır biliminden istifade etmedikten başka filozof

Pythagoras’ın11

– ta okulunda iken Yer’in ekseni üzerinde devir ve Güneş’in etrafında seyir etmesinin

gerekli olduğunu savunan ve ilan eden12

– mezhep ve ayinlerine yakın fikirlerine karışır ve küçük

görürlerdi. Eudoxus,13

Pytheas,14

Eratosthenes,15

adlarıyla meşhur eski astronomlar gözlemsel

astronominin gereğini yerine getirmişler ve hatta Eratosthenes eski bir yöntemle Yer’i ölçmeye

çalışmıştır.

Hipparchos16

adlı astronom Miladi 160 senesinde yetişerek Güneş yılının gerçek uzunluğunu

bularak ılım noktalarının geriye hareketi denilen göğün büyük hareketini17

gözlemlemiş ve 2023 sabit

yıldızdan ibaret bir cetvel düzenlemişti.18

Batlamyus19

adlı meşhur gözlemci zamanında mevcut olan astronomi bilgisini – hala Arapçada

– el-Mecistî ismiyle şöhret olan kitabında topladığı gibi Yerküre’yi bütün gökcisimlerinin hareketinin

merkezi kılmaktan ibaret olan meşhur sistemini de bu kitaba sokarak Miladın sekizinci yüzyılına kadar

kendisine uyulan ve eseri – bilginler arasında itibar gören – değerli ve özenli olmuştur.

11

Pythagoras (M.Ö. 580-500); Ünlü Yunan filozofu ve bilim adamı. Güney İtalya’da mistik ve dini niteliklere

sahip bir bilim topluluğu kurdu. Pythagorasçılar denilen bu topluluğa göre, Yer, Güneş ve diğer gezegenler

Merkezi Ateş adını verdikleri bir cismin etrafında dönmekteydi. 12

Gerçekte Pythagorasçılara göre Güneş de Merkezi Ateş etrafında dönmektedir. 13

Eudoxus (M.Ö. 400-350); Antik Yunan’ın ünlü astronomu. Kurmuş olduğu Ortak Merkezli Küreler Sistemi ile

matematiksel astronominin öncüsü olarak kabul edilir. 14

Pytheas (M.Ö. yaklaşık 380 – 310); Antik Yunanlı ünlü gezgin ve coğrafyacı. 15

Eratosthenes (M.Ö. 276-194); Coğrafyacıdır. En önemli çalışması, Yer’in çevresini ölçmesidir. 16

Hipparchos (M.Ö. 2. yüzyıl); Yaşamı hakkında bilgi sahibi olmadığımız Hipparchos astronomi çalışmalarıyla

ün kazanmıştır. Açıları yaylarla değil kirişlerle ölçmüş, yaklaşık 850 yıldızı içeren bir yıldız katalogu hazırlamış,

ılımların öncelimi denilen hareketi bulmuş ve Güneş ve Ay’ın hareketlerini matematiksel olarak analiz etmeyi

başarmıştır. 17

Ilımların Öncelimi ya da Ekinoksların Presesyonu. 18

Gerçekte Hipparchos’un yıldız katalogu 850 civarında yıldız içermektedir. Ondan sonra gelen Batlamyus bu

sayıyı 1022’ye çıkartmıştır. 19

Batlamyus ya da asıl adıyla Ptolemaios (M.S. 150 yılları); Yer Merkezli Sistem’in gerçek anlamda kurucusu

olarak tanınır. Kendinden önce yapılmış olan gözlemlerden ve Hipparchos’un çalışmalarından da yararlanarak

Hipparchos’un eksik bıraktığı gezegen hareketlerini matematiksel olarak açıklamayı başarmıştır.

13

1473 Miladi senesinde ve Torun adlı şehirde doğan Kopernik20

adlı filozof bilgin Batlamyus’un

sisteminde şüphe ve tereddüt edenlerin ilki olup Güneş’in evrenin merkezinde sabit olduğu halde

Yer’in gezegen gibi Güneş’ten ışık ve ısı aldığına ve onun etrafında dolandığına deliller getirmiştir.

Tycho Brahe21

her ne kadar yanlış bir yol ve hatalı bir kuramda nefsini kayıt altına almış ise de

birçok gözlemler aracılığı ile bu bilimde hayli hizmeti geçtiği inkâr edilemez.

Kepler22

adlı saygıdeğer bilgin bütün gökcisimlerinin hareketini açıklayan üç büyük yasayı

buldu ve bildirdi ve kendi ismiyle ismini ölümsüz kıldı. Ondan bir süre sonra gelen Galilei23

adlı

büyük düşünce sahibi, bu bilimin yenileyen kişi olarak itibar olundu. Mucidi ve icat edeni olduğu

teleskop24

yardımıyla – astronomide – güya yenidünyalar keşfederek Jüpiter’in aylarını ayan ve Yer’in

Güneş’in etrafında dolandığını delil ve kanıtlarıyla ispat ve beyan eyledi.

Huygens,25

Cassini26

ve Helvetius27

iftiharla Kopernik, Galilei ve Kepler ekollerine yine kani ve

tabi oldular. Halley28

adlı astronom doğru bir öngörüyle bir kuyruklu yıldızın geleceğini haber verdi.

1642 senesinde Newton29

adlı bilim adamı doğdu ve Kepler’in yasalarını inceledikten sonra – bu

evrenin esas kanunlarının birincisi denilebilen – Evrensel Çekim Yasası ile onun eseri olan

gezegenlerin hareketini, Yer’in iki kutbunun basıklıklarını ve denizin gel-gitini velhasıl – o yüzyıla

gelinceye değin – eskilerin istenilen surette şerh ve beyandan aciz kalmış oldukları gökcisimlerinin

hareketini keşif ve izahını başararak hakiki usullere tatbik eyledi.

Herchell30

adlı astronomun kendi teleskopunu en üst mertebeye ulaştırıp tamamlamasıyla bizim

gökyüzünü birkaç kat daha arttırıp Uranüs adlı gezegeni keşfetti. Olbers,31

Harding,32

Piazzi,33

20

Mikolaj Kopernik (1473-1543); Güneş Merkezli Sistem’in kurucusu olan Polonyalı bilim adamı. 21

Tycho Brahe (1546-1601); Hem Yer’i hem de Güneş’i merkeze alan Tychonik Sistem adı verilen kuramıyla

tanınan Danimarkalı astronom. 22

Johannes Kepler (1571-1630); Gezegenlerin elips yörüngelerde dolandığı yasasını bulan ve modern

astronominin kurucusu olarak kabul edilen Alman astronom. 23

Galileo Galilei (1564-1642); Fizik, mekanik, matematik ve astronomi alanlarında çalışmaları bulunan ünlü

bilim adamı. Astronomide teleskopu ilk defa gökyüzüne çeviren kişi olarak tanınır. Teleskopla yaptığı

gözlemlerle hem Kopernik’İn haklı olduğunu kanıtlamış hem de o zamana kadar geçerli olan Aristıteles

Kozmoloji’ni sarsmıştır. 24

Teleskopun mucidi Hans Lippershey’dir. Galileo, kendi teleskopunu yapmakla birlikte mucidi değil, bu aracı

astronomik amaçlı kullanan ilk kişidir. 25

Christian Huygens (1629-1695);1672’de kurulan Paris Gözlemevi astronomlarındandır. Astronomi alanında en

önemli keşfi Satürn’ün halkasıdır (1659). 26

Jacques Cassini (1677-1756); Paris Gözlemevi’nin kurucusu ve ilk müdürü. Huygens’in Satürn’ün halkasını

keşfinden sonra halkanın üç parçalı olduğunu belirledi. 27

Johannes Hevelius (1611-1687); Döneminde kurulan gözlemevlerinden bağımsız olarak çalışmış ve 1647’de

Ay yüzeyini tanıtan bir eser kaleme almıştır. 28

Edmond Halley (1656-1742); 1675 yılında kurulan Greenwich gözlemevinin ikinci müdürü. En önemli

çalışması Kuyruklu Yıldızlar üzerinedir. Yaptığı bu çalışmayla Halley Kuyruklu Yıldızı’nı keşfetmiştir (1705). 29

Isaac Newton (1642-1727); Matematik, optik, fizik ve astronomi konularında çalışmış olan ünlü İngiliz bilim

adamı. 30

William Herchel (1738-1822); On sekizinci yüzyılın en önemli astronomu. 1781 yılında Güneş Sistemi’nde o

zamana kadar bilinmeyen Uranüs gezegenini keşfetti. Çift Yıldızlar’ı, Değişken Yıldızlar’ı buldu. 31

Heinrich Olbers (1758-1840); 1802 yılında ikinci asteroit Pallas’ı (2) keşfetti. 1807’de ise Vesta (4) asteroitini

keşfetti. 32

Karl Ludwig Harding (1765–1834); 1804 yılında Juno (3) asteroitini keşfetti. 33

Giuseppe Piazzi (1746-1826); 1 Ocak 1801’de ilk asteroit Ceres’i (1) keşfetti.

14

Hencke,34

Hind35

adlı astronomlar yakın zamanda birbirini takip ederek diğer yedi adet gökcismini

keşfettiler.36

Asrımızda Paris Gözlemevi müdürü Monsenyör Le Verrier,37

Uranüs adlı gezegende

gözlemlediği düzensiz hareketleri hesap ederek o zamana kadar bilinmeyen ve Uranüs’ün arkasında

gizli bir büyük yeni gezegenin bulunduğu noktayı anlayıp bu şekilde Neptün adlı gezegeni Dünya’ya

ilan etti ve nefsini meşhur eyledi.

Velhasıl, birçok memlekette meydana gelen hünerli ve bilgili kişiler bu yeni bilimin yapısını

tamamlayarak ve günden güne temelini sağlamlaştırarak en yüksek seviyeye çıkarmışlardır.

Göğün Görünen Hareketi

Eğer yüksek bir yerde – havanın açık olduğu bir gecede – göğe doğru bakılırsa her bir anda

değişen durumlar gözlemlenir. Şöyle ki, yıldızlar yükselirler ve alçalırlar. Bazısı doğu yönünde

görünür ve bazı diğeri batı yönünde kaybolur ve gizli olarak kuzey yönünde olurlar. Büyükayı38

ve

Cassiopeia Takımyıldızı39

denilen takımyıldızların ve bunlara yakın diğer yıldızların – aslen ufka

dokunmayarak ufuk üzerinde dolandığı gözlemlenir.

Bu genel harekette sabit yıldızlar, aralarında olan geçerli durumlara asla uymayarak içlerinden

kendisine Kutup Yıldızı ve Oğlak Burcu40

adı verilen ve özel genel harekete tabi olmayan hareketsiz

yıldızların etrafında daireler çizerler. Sabit yıldızlar kutup yıldızına ne kadar yakın bulunurlar ise

çizdikleri daireler de o kadar küçük olur.

Gökyüzü iki sabit nokta üzerinde dolanır görünmesi sebebiyle bu iki noktaya Evrenin Kutupları

(Evrenin İki Kutbu) adı verilir. Bu genel hareket de bütün gök cisimlerinde müşterektir.

Bu durumda incelenmesi gereken bir takım problemler ortaya çıkar. Örneğin gece gözlemlenen

yıldızlar nereye gider? Gündüz neden görünmezler? Akşam olunca ne keyfiyetle yine görünmeye

başlarlar?

Gökyüzüne dikkat ve imtihan bu türlü meselelerin halinde kâfidir; şöyle ki, fecrin ışığı ufuk

üzerinde görünmeye başlayıp fazlalaştıkça ışın ve yoğunluk yıldıza ansızın iki kat daha fazla gelir.

Bilakis, akşam şafağın ışığı azaldıkça yıldızın ışığı kuvvetlenir. Bu keyfiyet, yıldızın kendi

parlaklığının çoğalması veya azalmasından dolayı olmayıp bilakis Güneş’in ışığı – bunların

ışıklarından daha çok olduğundan – bunlara üstün gelerek bu yıldızları gözlerimiz göremediğinden

ileri gelir.

34

Amatör bir gözlemci olan Prusyalı Karl Ludwig Hencke (1793-1866), 1845 yılında Astraea (5) adlı beşinci

asteroiti keşfetti. 35

John Russel Hind (1823-1895); 1847 yılında sırasıyla Hebe (6), Iris (7) ve Flora (8) asteroitlerini keşfetti. 36

1 Ceres (Piazzi, 1801). 2 Palas (Olbers, 1802). 3 Juno (Harding, 1804). 4 Vesta (Olbers, 1807). 5 Astraea

(Hencke, 1845). 6 Hebe (Hind, 1 Temmuz 1847). 7 Iris (Hind, 13 Ağustos 1847). 37

Urban Jean Joseph Le Verrier (1811–1877); John Couch Adams’tan (1819-1982) bağımsız olarak Uranüs

gezegenini etkileyen yeni bir gezegenin varlığını savundu. 1846’da bu gezegen gözlemlendi ve Neptün adı

verildi. 38

Dübb-u Ekber. 39

Zât el-Kürsî. 40

Cedi.

15

Kutba yakın olup ufka asla ulaşmayan yıldızlar – hareketleriyle – bir takım daireler çizerler ki

yörüngeleri Allah’ın takdiriyle görünür. Doğu yönünden görünen ve Batı yönüne doğru yönelerek

görünmez olan yıldız ufuk üzerinde çizmeye başladıkları daire parçaları görünmez yani gözümüze

görünmez olduktan sonra ufuk altında tamamladıkları sezgisel bir şekilde malumumuzdur. Kuzey

kutbuna gidildiği halde bu özel bir durum kabilinden olur. Şöyle ki seyir olunan mesafelerle uygun

olarak kuzey kutbu yüksekliği ve yıldızlı kürenin o yönde vaki olan yıldız yörüngesi ufkun kesmesi ve

temasından tedricen kurtularak ufuk üzerinde dolandıkları ve iş bu yıldızlar – artık görünmez olmayıp

– daima görünür ve güney tarafındaki yıldızlar – doğamayıp – daima görünmez oldukları açık bir

şekilde gözlemlenir. Güney kutbuna doğru seyir ve sefer olunduğunda durum tam tersi olur, yani

daimi görünen yıldızlar doğup batmaya ve takdiri evvelde görünmeyen yeni yıldızlar müteakiben

görünmeye başlarlar.

Bu yıldızların gözlemlenmesinden Yer bir küre olup göğün onu tüm yönlerden çevrelemiş

olduğu anlaşılıyor. Günlük hareket olarak anılan bu hareketten başka farklı yani Batı’dan Doğu’ya

doğru diğer bir hareket ve hissedilir. Şöyle ki art arda birkaç gün belirli bir zamanda birazcık dikkatle

gökyüzüne bakılırsa bazı yıldızların – Güneş’in batışından sonra – Batı tarafında Güneş’in battığı

noktaya doğru günden güne yakınlaşıp ve nihayet Güneş’in ışığı altına girerek görünmez olduğu

görünür. Güneş’in doğuş ve batış konumu ufukta her gün değiştiği halde bu sabit yıldızlar konumlarını

ve aralarındaki mesafe ve geçerli oranı saklayarak devamlı olarak ufkun bir belirli noktasında doğup

battıklarından Güneş’e yakınlaşan bizzat yıldızlar olmayıp bilakis Güneş Batı yönünde olan yıldıza

yavaş yavaş yakınlaşmış olduğu sonucu çıkarılır. Güneş’in bu özel ve günlük hareketinin aksine olarak

Doğu’dan Batı’ya doğru hareketine Yıllık Hareket adı verilir.

Teşerrük41

ve Önemli Prensipler

Astronomide en önemli ve elzem şey göğün yarı küresinin kutbunu bulup belirlemektir. Bunun

fark ve ayırt edilmesinden daha kolay bir madde yoktur. Yedi yıldızdan oluşan ve genel lisanda Yedi

Kardeş ve astronomi terimlerinde Büyük Ayı ve Benât-ı Na’ş42

olarak adlandırılan meşhur yıldızın

suretini tanıdıktan sonra, bu Büyük Ayı’nın kuyruğundan epey uzak olup bir kare oluşturan yıldızdan

iki yıldız istikametinde bir düz çizgi uzatılıp ulaştırılsa bu uzatılan çizgi, yazın gece gözlemcinin

sağından, kışın solundan, sonbaharda üzerinden ve ilkbaharda altından gelerek kutup yıldızına gider.

Kutup yıldızı bilindiğinde diğer meselelerin tertibi ve semanın diğer durumlarının bilinmesi gayet

kolaydır.

Yıldızların belli bir surette günlük hareketlerinin oluşma biçimlerini belli bir şekilde teşkil ve

genel hareketlerini kolaylaştırmak amacıyla Yer’in merkezi ile evrenin iki kutbundan geçen bir eksene

gereksinim duyulmuştur. Bu evrenin ekseni üzerine dik olan büyük daireye ekvator (muadil nehâr) ve

Güneş’in Yaz Dönencesi’nde ve Kış Dönencesi’nde bu büyük daireye paralel görünür hareketiyle

41

Dört yönün belirlenmesi (Hoca Tahsin). 42

Büyük Ayı’nın kuyruğunun ucunda bulunan, kümenin en sönük yıldızı; Alkaid.

16

çizdiği diğer iki yörüngeye Dönenceler adı verilir. Ekvatora paralel olarak yıldızların günlük

hareketleriyle çizdikleri düşünülen küçük daireler paralel daireler olarak adlandırılır.

Gözlemcinin başucu noktası (semt-i re’s, zenit), bir dik çizginin gök küresine yönelen noktadır.

Ayakucu (semt-i kadem, nadir) noktası, başucu noktasının tersinde olan göğün diğer noktasıdır.

Başucu ve ayakucu noktaları ile evrenin kutbundan geçen büyük daireye meridyen (nısf-ı nehâr) adı

verilir. Bu meridyen dairesi Güneş’in ve diğer yıldızların yörüngelerinde ufuk üzerinde çizdikleri

kısımları iki eşit kısma böler. Gözlemcinin boyuna dik olarak ve aynı şekilde bir durgun suyun

yüzeyine doğru paralel olarak geçen büyük daire gözlemcinin veya o yerin ufuk dairesidir.

Ekvator dairesi evrenin iki kutbunun ortasında olmakla Güneş iki ılım gününde bu dairenin

üzerinde seyrederek evreni eşit olarak iki yarı küreye bölüp birisine Kuzey Yarıküre ve diğerine

Güney Yarıküre denilir. Doğu ve Batı tarafına doğru gidildiği surette gündüzü iki eşit kısma bölen

meridyen dairesi, gözlemcinin her bir adımında değişmiş olur. Meridyen dairesinin – mekânın

değişmesiyle beraber – değişmemesi yalnız kuzeye yahut güneye yani kutuplardan birinin istikametine

doğru gidilmesiyle düşünülebilir.

Günlük Hareket

Söz etmeye gerek yoktur ki, yıldızların kurslarının – bazısında gözlediğimiz – özel

hareketlerinden başka görünen evrenin ilk hareketi gözlemlenir. Yani yıldızların kurslarının tümü

birden bir genel harekete katılarak Doğu yönünde görünmek üzere Batı’ya doğru seyir ve hareket

ederler. Bazısı Batı’da Yer’in altında görünmezler ve yine doğudan daha önceden geçmiş olduğu gibi

doğmaya başlarlar. Kutba yakın bulunanlar ise ufuk altından geçmeyerek yine doğu taraflarında

görülürler. Gerçekte acaba adı geçen kurslar hareketli ve bunları gözlemleyenler sabit midir? Yoksa

aksine bu kurslar sabit ve gözlemleyenler hareketli midir? Yani Yerküre merkez varsayılarak bunun

etrafında Güneş, gezegenler ve sabit yıldızların hepsi Doğu’dan Batı’ya doğru hareket mi ediyor?

Yoksa Güneş sabit olarak Yer ve diğer gezegenlerin her biri kendi eksenleri etrafında seyir ve devir mi

ediyor?

17

Bu mesele eskiden beri tartışmalı ve ihtilaflı ise de bazı

eski astronomlar Güneş’in evrenin ortasında olup Ay, Merkür

ve Venüs dışındaki gezegenlerin merkezi olduğuna ve Ay,

Merkür ve Venüs’ün Yer’in etrafında dolandıkları halde

Yerküre bu üç uyduyla beraber evrenin merkezi olan Güneş’in

etrafında dolandıklarına ve pek çok astronom aynı şekilde

gözlemledikleri ve Şekil 1’de tayin ettikleri gibi yalnız Yerküre

evrenin merkezinde sakin ve geri kalanları onun etrafında

dolandıklarına hüküm ve itikat ederler idi.

İşte Yerküre’nin durumu ve gökcisimlerinin halleri ve

şekillerinin ve tabi oldukları kanunlar ve hareketin araştırılması

ve belirlenmesi güç kanunları hesabıyla ve geometri ile

anlaşılması ve kavranması kabul edilebilir surette ortaya konulup yazılarak astronomi mecmuası

babında Eski Mısırlılar, Batlamyus, Tycho Brahe ve Kopernik adlarıyla meşhur dört sistem kurulmuş

ve kabul edilmiş olmakla bu dört sistemin özet olarak beyanına süratle başlanır.

Eski Mısır Sistemi

Mısır’ın eski rahipleri Güneş’i gezegenlerin merkezi olarak kabul etmişler ise de Güneş

gezegenlerle birlikte sabit ve evrenin merkezi olan Yerküre etrafında dolanır demişlerdir. Fakat bu

sistem meşhur olmayıp çoktan vazgeçilmiştir.

Batlamyus Sistemi

Eski astronomi ustalarından biri Batlamyus adlı bilgindir. Adı geçen gözlemci İsa’nın

doğumundan 140 sene önce gökcisimlerinin konum ve hareketleri üzerine fikirler sarf edildiği

günlerde ortaya çıkmakla gözlemlere başladı. Astronomide gayret

ve çaba ile kendisine tabi olanların katıldığı düşüncelerle sistemi şu

biçimde belirlendi ve çizildi: Şekil 1. (a) ile gösterilen Yerküre

evrenin merkezinde farz edildiğinden ve görünüşte (merkezde)

görünmesinden dolayı gökcisimlerinde dokuz çeşit hareket

gördüklerinden meşhur yedi yıldızı çevreleyen ve onlardan her

birinin özel hareketine sebep olan yedi gök tasavvur edildi. Yedi

göğün üzerinde sabit yıldızları toplayan olmak üzere bir sekizinci

küre varsayıldı. Hepsinin genel hareketine sebep olan dokuzuncu

bir küre olmak üzere bir Felek el-Eflâk hayal eyleyip43

her birisinin

43

Şer’i lisanda gezegenlerin kürelerine Yedi Gök, sabit yıldızlar küresine Kürsî ve çevreleyen büyük küreye

(Felek el-‘Âzim) ‘Arş denilmiştir (Hoca Tahsin).

a

k

e

r

sm

il

yn

Şekil 1

Güneş

Yer

Dış merkez

Apoje

Perije

Ortak Merkezli Küre

Şekil 2

18

kuşağı Felek el-‘Âzim’in kuşağına paralel ve teğet olduğundan yedi gezegenin her birinin cüzî

kürelerden ibaret olan küllî küresini Ortak Merkezli Küre (Felek el-Mümessil)44

adıyla isimlendirdiler.

Bu küreleri soğan tabakaları gibi birbirinin içine yerleştirerek dokuz adet ortak merkezli içi boş ve

şeffaf kürelerin varlığına razı oldular. Bunların – merkezlerinde olan ve sabit – Yerküre’nin etrafında

hepsi birden Doğu’dan Batı’ya En Büyük Küre (Felek el-‘Âzim) ve Ay’ın Eğimli Küresi (Felek el-

Mâil)45

ve Ortak Merkezli Küresi hariç, özel hareketleriyle Batı’dan Doğu’ya doğru devir ve hareket

eyledikleri zannına kapıldılar. Yıldızların bazısının diğer bazısını örtmesine dayanarak bütün

gezegenlerin gelecekteki sırası üzerine muntazam olduğu sonucuna vardırlar. Evrenin ortasında sabit

ve dört elementten oluşan Yer (a) harfiyle gösterilmiştir. Sonra Yer’e yakın (k) harfiyle işaret edilenin

Ay, sonra (e) harfiyle gösterilenin Merkür, ondan sonra (r) harfi ile gösterilenin Venüs, daha sonra (s)

harfiyle gösterilenin Güneş, (m) harfiyle gösterilenin Mars, (i) harfiyle gösterilenin Jüpiter ve yedinci

katta (l) harfiyle beyan olunanın Satürn olmasına karar verdiler.

En yukarıdan başlayarak bu yedi göğü

Zuhal şeri Merîh’e min Şems’e

Fe-tezâhürat li-Utâridin Âkmâr

beytinin ifadesi üzere varsaydılar ve kurdular. Bunların üzerinde (y) ile gösterilen ve sabit yıldızlar ile

süslenen tabaka Burçlar Küresi ve Sabit Yıldızlar Küresi

olup onun üzerinde yani kainatın sonunda (n) harfiyle

gösterilen ve Felek el-‘Âzim, Âtlas ve Muhaddid-i Cihât

denilen Felek el-Eflâk’ın bulunduğunu hayal ve hükmettiler.

Eski astronomi kitaplarında etraflıca açıklandığı üzere

gözlemlenen harekete uydurmak ve görünen durumları

gerçeğe tatbik hayaliyle yedi gezegenin adı geçen ortak

merkezli küresinden – Merkür’ün küresi ve Ay’dan başka –

her birinin dışbükey yüzeyiyle içbükey yüzeyi arasında,

Yerküre’yi çevreleyen çeşitli merkezlerde diğer bir içi boş

(oyuk) küre ve Merkür için biri diğeri içerisinde dışmerkezli

iki boş küre varsaydılar. İçine alana Müdîr46

ve içine alınana

Hâmil47

ve bu kılıflı cüzî kürelerin merkezleri, zarfları olan

kürelerin merkezleri ile ortak olmaması sebebiyle bu kürelere dış merkezli (hâric el-merkez) tabirlerini

kullandılar. Ay’ın küresi için biri Ay küresi ile Merkür küresi arasında olan ve merkezi evrenin

merkezine intibak eden Cevzeher adıyla isimlendirilmiş ve diğeri Cevzeher’in boşluğunda olarak

44

Felek el-mümessil; Ortak Merkezli küre (Lat. concantricus): Merkezi ekliptiğin merkezi (Yer) olan küre. 45

Felek el-mâîl: Eğimli küre; (İng. oblique sphere, Lat. obliquus, deflectens): 1) Gezegenin üzerinde hareket

ettiği, ekliptiğe belli bir açı ile eğimli olan küre; gezegenin yörüngesi. 2) Ay’ın ikinci küresi. 46

Müdîr: Merkür gezegeninin ± 120 derecelerde episiklinin görünen çapının büyümesini açıklamak üzere

varsayılan, bu amaçla episiklin merkezini taşıyan ve merkezi evrenin merkezinden farklı olan küre. 47

Felek el-hâmil: Taşıyıcı Küre; (Lat. deferens): Episiklin merkezini dışmerkezli küre üzerinde taşıyan küre.

Yer

Ortak Merkezli Küre

Gezegen

Episikl

Mütemmim

Mütemmim

Hâmil Küre

Şekil 3

19

Mâil48

adıyla tanınan ve adı geçen iki cüzî kürenin varlığından ve oluşumdan şüphelendiler ve –

seçilen sistemlerine göre – Güneş’ten başka altı gezegeni içine alan dışmerkezleri taşıyan küreye

Hevâmil ve Güneş’inkini ise dışmerkez isimleriyle andılar. Altı gezegenin dışmerkezlerinin

kalınlığına saplanmış ve iç ve dış yüzeyine dokunan, Yer’i çevrelemeyen bir küre dahi bulunduğuna

hükmedip her birine episikl küresi (felek el-tedvîr) adını vermişlerdir ki yedi gezegenin kurslarının

çevreleri dahi episiklin çevrelerini birer noktalarında temas ettikleri halde içlerinde bulunur. Bu surette

küllî küreler ve cüzî küreler toplam yirmi beş adete ulaşmış olur. Bu yirmi beş adet kürenin her birine

– kendisine özgü – birer hareket yüklenerek hissedilen, gezenlerin ileri, geri ve durma ve günlük, yıllık

ve küresel hareketlerini bu şekilde hayal ile uydurmaya çalışmışlar ve inanmışlar idi (Şekil 2, 3 ve 4).

Tycho Brahe Sistemi

Adı geçen gözlemci yakın zamanda Danimarka’da yetişti. Doğa yasalarında gaflet ve fakat

öncüleri olan Batlamyus ve Kopernik sistemlerine muhalefet ederek gök cisimlerinin hem şer’i kitaba

ve hem de astronomi gözlemlerine uygunluğunu göstermek hülyasıyla bir üçüncü sistem icat ve güya

iki yanlış sistemden birini seçmeden – kendine göre – doğru bir sistem kurmak düşüncesiyle

sisteminin esasını büsbütün berbat eylemiştir. Tycho Brahe’nin sistemini Şekil 5 açıklar:

Bu şekle göre, Yerküre yine evrenin merkezi

olmak üzere Yer kelimesiyle gösterilen noktada sabit

olduğu halde onun etrafında

Güneş ve bütün gök

cisimleri 24 saatte Doğu’dan

Batı’ya doğru dolanırlar.

Venüs ve Merkür dışındaki

gezegenlerin kendilerine

özgü hareketleri Yer’in

çevresinde icra olunmakla

beraber Güneş bu iki kendisine mensup gezegenle

birlikte bir gece ve gündüz miktarında Yer’in

etrafında dolaşır.

Bundan başka adı geçen gözlemci, evrenin

boşluğunun bir akıcı madde ile dolu olduğunu farz ve

itibar ve Batlamyus’un zannettiği katı maddeyi kabul etmeyip ve kırılmalardan çekinip ve kaçsa da

başka bir tehlikeye yakalandı ve bu sistemi de Batlamyus’a ulaşan eleştirilere aynı şekilde tutsak oldu.

Gerek Batlamyus ve gerekse Tycho Brahe’nin astronomideki sistemleri genel yasalara ve

astronomi gözlemlerine muhalif batıl itikatlar olmakla yorum ve beyanları babında bu kadarıyla

48

Felek el-mâîl: Eğimli küre; (İng. oblique sphere, Lat. obliquus, deflectens): 1) Gezegenin üzerinde hareket

ettiği, ekliptiğe belli bir açı ile eğimli olan küre; gezegenin yörüngesi. 2) Ay’ın ikinci küresi.

Episikl

Gezegen

Şekil 4

YerAy

Güneş

Merkür

Venüs

Mars

Jüpiter

Satürn

Şekil 5

20

yetinilerek ve ayrıntılı bir incelemeden vazgeçilerek şu anda zümrelerin aklen rağbet ettikleri ve

filozoflar sınıfı tarafından geçerli olan Kopernik isimli araştırmacının sistemine başlandı.

Kopernik Sistemi

Evrenin görünüşünü yenileyen ve gerçek sistemini

çizen Kopernik isimli araştırmacı 19 Şubat 1473 Miladi

tarihinde Prusya’da bulunan Torun şehrinde muteber bir

aileden yetişmiş ve felsefe bilimlerine başlamış, – doktor

rütbesine erişinceye kadar – tıp bilimine devam etmiş ve

sonra matematiksel bilimlerle ve özellikle adının

devamlılığına vesile olan astronomi bilimiyle

uğraşmıştır. İtalya’daki John Müller49

ve Polonya’daki

Domenico Maria50

adlarındaki astronomların ün ve

şöhretleri Kopernik’e kadar ulaşmış olduğundan,

zamanla o memleketlere gitti ve bunların dersleriyle

iştigal ve tahsil derecesini bu suretle dahi ikmal eyledi. Şurası gariptir ki, adı geçen öğretmenler de

henüz genç olan Kopernik’in ilmi ve ameli zekâ ve olgunluğuna hayret ederek gelecekte sistem sahibi

olacağını anladılar. Kopernik gurbette bir müddet ustalık tahsiline güç sarf etti ve astronomi aletlerini

kullanma yatkınlığını kazandıktan sonra – tam yetkin olduğu halde – vatanına döndü. Orada önceki

sistemleri araştırma ve inceleme sırasında Yerküre’nin iki türlü hareketini ispat ediyordu. Şöyle ki,

Phythagoras’ın sözündeki yıllık hareketi Yerküre’ye vererek ve diğer bazı filozofların fikirlerinden –

gece ve gündüzün ardı sıra oluşumu için – Yer’in hareket ekseni sonucunu çıkararak bu iki sözü uygun

biçimde tatbik eyleyerek gök mekaniği biliminin kurucusu oldu. Bu astronom ömrünü güzel gözlemler

ile geçirdi ve sistem sahibini teyit eyleyen eserlere dikkat ederek ve sayısız gözlem yaparak

yayımladıklarını sonunda sundu ve itibarının güçlenmesiyle de sevindi. Ve nihayet 24 Mayıs 1543

tarihinde yıldız ömrü son dairesine ulaştı ve öğrencileri ve halefleri ile kendi arasına mezar taşı girdi.

49

John Müller (Johannes Müller, Regiomontanus); Regiomontanus 1436 yılında Königsberg yakınlarındaki

Lowar Franconia’da (günümüzde Almanya’da Bayern) doğdu ve 1476’da İtalya’nın Roma şehrinde öldü.

Öldüğünde Kopernik üç yaşındaydı. Regimontanus, Peurbach’ın (1423-1461) tamamlayamadığı Epitome in

Ptolemai Almagestum (Batlamyus’un Almagest’inin Özeti) adlı eseri tamamladı. Bu eser ölümünden sonra

1496’da basıldı. Kitap basıldığında Kopernik 23 yaşındaydı ve Cracow Üniversitesi’ndeydi. Kopernik burada

Peurbach’ın Theoricae Novae Planetarum (Yeni Gezegen Kuramları) adındaki kitabına şerh yazan Albert

Brudzewski’den matematik ve astronomi dersleri aldı. 1496 yılında Kopernik, Bologna’da hukuk eğitimine

başladı; 1501 yılında eğitimini tamamlayarak Padua’ya döndü ve rahiplik görevine atandı. Bologna’da kaldığı

süre içerisinde Regimontanus’un Epitome’si ilgisini çekti. Burada Regimontanus, Batlamyus astronomisinin her

ne kadar Yer’i merkeze alsa da, gezegen hareketlerinde Güneş’le olan yakın ilişkisini kurmuştu. Ayrıca

Kopernik bu süre zarfında dönemin önemli astronomlarından Dominico Maria da Novaro’dan (1454-1504)

dersler aldı ve Batlamyus astronomisinin yetersizliği ve düzeltilmesi konusunda fikir alışverişinde bulundu. 50

Domenico Maria da Novara (1454-1504); Ferraralıdır. Bologna Üniversitesi’nde astronomi dersleri verdi ve

Kopernik’in hocası oldu. Kopernik daha sonra onun asistanı oldu ve bir süre sonra da birlikte çalışmaya

başladılar. 9 Mart 1497’de Kopernik’in ilk gözlemine tanık oldu. Kopernik’in haklılığına ve Batlamyus

Sistemini yıkacağına inananlardan biridir.

akersm

il

y

n

Teleskopik

gökcisimleri

Şekil 6

21

Kopernik, Galilei ve Newton vasıtalarıyla ve onlardan sonra iki yüz sene müddette yapılan

gözlemlerden Kopernik kuramını o kadar ikna edici olumlu kanıt toplanmıştır ki, geceleyin

gökyüzünün manzarası seyredildiğinde – eğer akılsal görüş, görme duyusunun izlenimlerinin üstün

gelmesinden kurtarılır ise – kısmi düşünmeye muktedir olan kişiler için idraki pek de kolay olmayan

bu hareketin oluşumunda asla tereddüt ve şüphe kalmaz.

İşte Kopernik ve takipçilerinin keşif ve tahkik eylemiş oldukları evrenin şeklinin düzeni (Şekil

6) gelecek bölümlerde beyan olunacaktır.

Yer’in Vaz’iyye51

ve Âynîye52

Hareketi

Konuya başlamadan önce hareketin muhtaç olduğu cisim, kuvvet ve şiddetin durum ve

özelliklerine dair bazı dinamiklerin zikri uygun görüldüğünden fizik, mekanik ve geometriden ödünç

alınarak bu makamda söylenmiştir.

Eylemsizlik (‘acz), mutlaka cismin gerekli özelliklerindendir. Yani bir cisim – doğal olarak –

durağan (sükûn) durumunu harekete dönüştürmeye veyahut hareketini sükûna çevirmeye kabil

değildir. Hareket ve sükûndan her birinin bir cisme arızı mutlaka dış bir sebebe muhtaçtır. Bu dış

sebebe – genel olarak – kuvvet denilir. Kuvvet de yalnız cisimlere tatbik ettiği etki nispetleriyle

düşünülebilir. Kuvvetin cisim üzerine etkisi kuvvetin belli bir zamanda belli bir mesafeyi kat etmek

üzere o cisme verdiği şiddetten ibaret olduğundan bir kuvvetin icra eylediği şiddet miktarıyla

hareketin kuvvetini takdir etmek kabil olur.

Bilinmelidir ki, kuvvetin etkilenen cisim üzerine icra ettiği etkinin yönü, geçerli hadiselerdendir.

Cisme etki eden bir kuvvet etkisini ya bir anda yani birden veyahut aralıksız olarak arka arkaya

(sürekli) icra eyler. Birinci surette yani birden cisimde oluşan şiddet bir tarzda bir karar olduğundan

ivmesiz hareket (hareket-i müteşâbihe) ve ikinci surette yani arka arkaya oluşan şiddete ivmeli hareket

(hareket-i muhtelife) denilir.

Bu iki çeşit hareketin durumları aşağıda anlatılacağı üzeredir.

Kepler’in Yöntemleri

Önceki bahislerde açık olacağı üzere gezegenler evreni ışıklandıranın (afitâb-ı cihânât, Güneş)

etrafında seyir ve devir eylediklerinden dolayı bu gök cisimlerinin hareket yöntem ve kanunlarını

hakkıyla gözlemek için gözlemcilerin hareketin merkezi olan Güneş küresi üzerinde bulunmaları

gerekir gibi görünür. Gerçekten de iyice gözlemlemek için evrende en müsait olan yer Güneş’in

merkezidir. Ne var ki, bu dahi oturmaya elverişli değildir. Eğer mümkün olsaydı bile ışığın şiddeti

gözleme engel olurdu… Ancak Yerküre’nin çeşitli durumlarına göre bunun üzerinde bulunan gözlem

ustaları dahi bir belirlemede bulunabiliyor ki güya tam Güneş’in merkezinden gözlem yapar gibi adı

geçen gök cisimlerinin her bir durumunu gözleyerek gerçek durumlarını idrake muktedir olabiliyor.

51

Hareket-i vaz’iyye; cismin her bir kısmının konumsal hareketi. 52

Hareket-i âynîye; bir yerden bir yere bütün olarak hareket.

22

Örneğin gezegenlerden biri Güneş ve Yer’in bulundukları düz çizgi üzerine geldiği zaman,

gözlemcinin adeta Güneş’in merkezinde bulunup güya o noktadan gözetler bir durumda bulunacağı

açıktır. İşte bu örnekte oluşan göksel olgudan yararlanarak gezegenlerin durumlarına vaki oldular,

hareketlerinin gerçek yöntem ve yasalarını bildiler ve kâşif oldular.

Kepler adındaki hünerli matematikçi zanaat ürünü aletlerden yararlanmaksızın – soyut düşünme

kabiliyetine dayanarak – aşağıda yazılı yasalara ve değerli doğa kanunlarının keşfine muvaffak

olduğundan Gökyüzünün Fatihi (Fatih-i İlliyyîn) onurlu unvan nişanıyla lakaplı olmaya layık görüldü

ve parmakla gösterilen bir kişi oldu.

Kanun 1 – Gezegenlerin yörüngeleri elips şeklinde olup, Güneş bu elipslerin odak

noktalarındadır.

Yani gezegenlerin – kendilerine özgü devir ve

seyirleriyle – çizdikleri eğriler daire olmayıp belki bir takım

oval şekillerdir ki Güneş (Neyyir-i A’zam)53

her eğrinin odak

noktası olarak adlandırılan yerde bulunur.

Kanun 2 – Alanlar zamanlar ile orantılıdır. Yani

Güneş’in merkezi ile gezegenlerin merkezleri arasında bulunan

mesafeden ibaret olup taşıyıcı eksen (kutr-ı hâmil)54

adı verilen

bir kavramın – hareketiyle – çizdiği alanlar, hareketin zamanı ile orantılı olurlar. Bundan dolayı adı

geçen oranı araştırmak için gezegenlerin zamanları belli bir düzende olmayıp, yörüngesinde

bulunduğu nokta Güneş’ten ne kadar uzak olursa hareketin o kadar yavaş ve mesafesi yakın oldukça

oluşan hareketin hızlı olması gerekir. Şöyle ki, Şekil 7’de oluşan ABC, ADH, AVR alanları, BC, VR55

yaylarından her birini kat etmek için cismin sarf ettiği zamanlar ile orantılıdır. Belli bir zamanda

taşıyıcı eksenin yer değiştirmesiyle çizilen alanlar birer üçgen şeklindedir ki, iki kenar taşıyıcı eksenin

iki konumundan ve üçüncü kenar gezegenin o zamanda kat ettiği yayı çevrelemesinden oluşur.

Bundan anlaşılır ki, gezegenin yörüngesinden bir mesafeyi kat etmek için sarf ettiği zamanın – taşıyıcı

eksenin konumuna göre – kâh az, kâh çok olması lazım gelir (Şekil 7).

Örneğin şekilde gösterilen üç alanın yayları birer saatlik yaylar varsayılırsa bu üç durumda

alanlar saatler gibi eşit olmak için gezegen böyle muhtelif mesafeler kat etmiş olur.

Kanun 3 – Zamanların kareleri mesafelerin küplerine eşittir.

Yani, gezegenlerin zamanlarının karelerinin birbirine oranı o gezegenlerin Güneş’ten olan

ortalama uzaklıklarının küplerinin bir diğerine oranı gibidir. Bu kanun genel olarak bir gezegenin

dolanım süresi bilindiğinde bu bilinen zamanın karesini alıp sonucun küp kökü [üçüncü kuvvetten

kökü] alınırsa o gezegenin Güneş’ten uzaklığı çıkarılmış olur.

53

Neyyir-i A’zam Güneş; Neyyir-i Asgar Ay. 54

Büyük eksen (semimajor axis) ve küçük eksen (semiminor axis). 55

Metinde dv olarak verilmiş. Doğrusu vr olmalı.

AB

C

V

R

D

H

Şekil 7

23

Örneğin Jüpiter Güneş’in etrafında 12 yıl sürede dolanımını tamamladığından bu zaman karesi

olan 144 adedin küp kökü 0,2 olmakla Yer’in 1 itibar olunan uzaklığının kıyası ile Jüpiter’in

Güneş’ten uzaklığı Yer’in Güneş’ten uzaklığının 5 misli ve 20 kadarı (5,20) olmuş olur.56

Şimdi bu

mesafenin kilometreye dönüştürülmesi istenirse adı geçen adet yani 0,2 Yer’in Güneş’ten uzaklığı

olan 150 milyon kilometre ile çarpımının sonucu olan 780 milyon kilometre Jüpiter’in Güneş’ten

uzaklığıdır.

Aynı şekilde dolanım süresi Yer’in dolanım süresinde az olan Venüs’ün uzaklığı istendiğinde

Yer’in dolanım günü olan 365’in karesinin Venüs’ün dolanım günü olan 224’ün karesine oranını, 150

milyon mil küpünün bilinmeyen Venüs’ün uzaklığının kilometre ölçeği ile küpüne oranı gibi

olduğundan hesap edildiğinde 0,72, yani Yer’in 7 onda bir ve 2 onda bir, diğer bir ifade ile 100

kısımda 72 kısmı olduğu anlaşılır.57

İşte bu kaide gezegenlerin aylarında dahi aynı şekilde geçerlidir.

Çekim Kuvveti ve Genel Ağırlık (Sıklet-i Umumiye)

Cisimlerin kısımlarının çekim kuvvetleri sebebiyle her şeyden önce hissedilen ve anlaşılan,

cisimlerin etkilerinin zeminin yüzeyine düşüş hızlarıdır.

Göreli büyüklük ve ağırlık ne derecede farklı olursa olsun toplam ecsam (kütle) denizden

itibaren (boşlukta) bir saniyede 4,9 metre mesafe kat ederek düşerler. Fakat düşme zamanı 1 saniyeden

fazla olursa diğer saniyelerde farklılık oluşur. Şöyle ki, düşme zamanının birinci saniyesinde 4,9 yani

5 metreden biraz noksan, düştükten sonra onu takip eden ikinci saniyede önceki mesafenin 3 misli,

üçüncü saniyede 5 misli, dördüncü saniyede 7 misli ve beşinci saniyede 9 misli ve bu şekilde devam

eden suretle tek adet oranında kat eder. Bundan anlaşılıyor ki, cismin düşmeye başladığı noktadan

itibaren kat eylediği mesafeler düşme için sarf ettiği saniyelerin kareleri oranındadır. Yani örneğin, 1,

2, 3, 4, 5, 6, 7 ve 8 saniyeler zarfında kat edilen mesafeler bu adetlerin kareleri olan 1, 4, 9, 16, 25, 36,

49, 64, … adetlerinin 4,9 ile çarpımının sonucuna eşittir. Bundan dolayı, zemine ulaşıncaya değin

örneğin 10 saniye zamanda düşen bir cismin saniyelerin miktarı olan 10 adedinin karesi yani kendi

misline çarpımının sonucuna eşit metre kat eylemiş olacağından hesapla 490 metre kat ettiği meydana

çıkar.

İşte Galilei’nin birinci olarak sezdiği ve idrak eylemiş olduğu bu genel kanun sonraları deneysel

yöntemle dahi ispat olunmuştur.

Yer’in küre şekli ve ağırlığın etkisi Yer’in her tarafında oluştuğundan başka küresel şekli bile

çekim kuvvetinin eseri ve cisimlerin Yer’in bütün yönlerinden Yer’in merkezine yönelmelerinin

56

T bir gezegenin Güneş etrafındaki dolanım süresi; a Güneş’e olan uzaklığı olsun; 323 2 aTaT dır.

Diğer bir deyişle 13

2

a

T , yani sabittir.

57

Venüsa

milyon3

2

2 150

224

365 . 150 milyon 1 birim olarak alınırsa; 6551,2

16551,2

224

3652

2

Venüsa

birim birimaVenüs 72,0

3,10815072,0 milyonaVenüs milyon km elde edilir.

24

gerekli sonucudur. Çünkü Yer’in tüm parçaları denge durumlarını bulmak için her taraftan ortaya

almış oldukları bir merkeze doğru meyil etmeleri ve yönelmeleri Yer’in çekiminden ötürüdür.

Diğer bütün gezegenlerde de Yer’in yüzeyinde hissedilen çekime benzer bir kuvvet

bulunduğuna – şahit olunan küresel şekilleri – yeterli delil ve kanıttır.

Bundan dolayı cisimleri kendisine doğru çekmek ve tutmak özelliği yalnız Yerküre’ye ait

olmayıp genel cisimlerin parçalarında olan bir tuhaf durum olduğu ve genel olarak maddenin olduğu

yerde elbette çekim kuvvetinin de mevcut olacağını çıkarmak doğal hususlardandır.

Eski düşünürlerden Anaksagoras,58

Demokritos59

ve Hipparchos adlı bilginler de o asırlarda

cisimlerin bir ortak merkeze meyilleri olduğunu söylemişlerdi ve Kopernik bile bu görüşte müttefikti.

Kepler adındaki matematikçi geçerli çekim dairesini genişletmekle Güneş’in çekim kuvvetini Yer’den

başka diğer gezegenlere de uygulamış ve hepsinde çekimin karşılıklı etkisi olduğunu bildirmiştir.

Bu hususta Fermat60

, Bacon,61

Galilei ve Hooke62

adlı sonraki filozoflar buna dair ayrıntılı

bahisler dile getirmişler ve bu kuvvetin olduğuna bağımsız olarak itikat etmişlerdir. Artık çekim

meselesinin doğruluğu belli oldu ise de bu kuvvetin azalma, artma, zayıflama ve şiddetlenme biçimi

kanun üzerine meydana geldiğinin keşif ve ispatı dikkatli bir matematikçinin etraflıca düşünmesi ve

araştırmasına kalmıştır. Nihayet bu şan ve şeref ile Newton adlı bilim adamı müşeref ve mümtaz oldu.

Adı geçen kişi – Kitâb el-Usûl63

adlı güzel eserinde yazdığı üzere – 1666 senesinde ağırlık

hakkında oluşan düşünceler ve aklına gelenlerle dedi ki, “Yeryüzünde bulunan dağların en yüksek

tepelerinde bile ağırlık kuvvetinin etkisi – hissedilen bir değerde – azaldığı ve boşluğun aniden ortaya

çıkarak kesildiği halde çekim dediğimiz zincir düşünülenden (daha öteye) Ay’a kadar uzanmış

olmasın? Herhalde Ay’ı yörüngesinde tutan Yer’e hapis ve mahkûm eden şey çekim kuvveti adıyla

isimlendirilmiş olan bu gizli sırdır.”

Her ne kadar Ay’ın uzaklığı kadar bir büyük mesafede yerçekimine hayli zayıf maruz kalarak

Ay’ın merkezkaç kuvveti (‘an el-merkez) etkisiyle Ay’ın kütlesinin, yörüngesine teğet bir düz çizgi

yönünde doğal olarak kaçmaya meyilli ise de merkezçek (câzibe-i zemîn) onu yörüngesinde alıkoyup

etrafında dolaştırmaya kâfidir. Newton, Ay’ın yörüngesinin eğrilmesine sebep olanın yerçekimi

olduğunu ve Yer’in, Ay’ın uzaklığındaki çekim kuvvetinin64

kendi yüzeyi üzerine olan çekim kuvveti

miktarından 3600 kere zayıf olduğunu zan ve tahmin etmiştir. Bir müddet sonra adı geçen bilgin

yerçekiminin Ay’a uyguladığı etki miktarını doğru hesapla şu şekilde çıkarmıştır.

58

Anaksagoras (M.Ö. 500–428); İyonyalı bilim adamlarının sonuncusu, Atina’da doğa felsefesinin ilk

öğretmeni. Platon ve Aristoteles’in de öncüsüdür. Evrenin oluşumuna ilişkin ilginç görüşleri vardır. 59

Demokritos (M.Ö. 460–370); Her şeyin bölünemeyen atom adı verilen varlıklardan oluştuğunu söyleyen

Atomcu filozof. 60

Pierre de Fermat (1601–1665); Modern sayılar kuramının kurucusu olan ve matematik alanında çalışmaları

bulunan Fransız bilim adamı. 61

Francis Bacon (1561–1626); Aydınlanma döneminin önemli filozoflarındandır. Bu dönemde bilimin önemini

ve insanlığın refahı yönünde vaat ettiği olanakları ilk kavrayan düşünürlerdendir. 62

Robet Hooke (1635–1703); Mikroskop ile ilgili çalışmalarıyla tanınan Hooke, bugünkü mikroskobun ana

prensiplerini bulan bilim adamlarındandır 63

Philosophiae naturalis principia mathematica, 1687. 64

Ay’a uyguladığı çekim kuvvetinin.

25

“Yer yüzeyi üzerinde bulunan bir kütle bir saniye zarfında takriben 5 metre süratle düşer.

Hâlbuki Ay’ın kütlesinin Yer’in merkezinden uzaklığı bizim Yer’in merkezinden uzaklığımızın 60

mislidir. 60’ın karesi ise 3600’dür. Bu hesabın doğal sonucundan çekim uzaklığının mesafesi, kare ile

aynı ölçüde olması gereklidir.”

Bu kanun ise gerek Yer’in kütlesinin çekimini ve gerek Ay’ın bir gezegen olan Yer’in (seyyâre-i

arzın) etrafında devamlı dolanımını beyan eylemeye kafidir.

İşte Newton adlı ilim sahibi, adı geçen hesaba dayanarak iki hükmü içine alan bu kanununu

aşağıdaki cümle ile ifade eylemiştir.

“Çekim kuvveti mesafenin iki katının ters oranına ve kütlenin doğru oranına göre etki eder.”

Demek oluyor ki 10 defa uzak olan mesafede çekim kuvveti 100 defa küçük ve 10 kere ağır olan

bir kütlenin çekim kuvveti yalnız 10 kere fazla olur.

Bu makamda Ay’ın kütlesinin hareketiyle çizdiği yörüngesiyle 1 saniye zarfında oluşan eğilme

miktarını tayinle Ay’ın düşme miktarının beyan ve ispatını içeren bir amel hesabı icra ve tatbik

edelim.

Şöyle ki, geçen ifademizden anlaşılacağı üzere 1 saniye zarfında Yer’e doğru düşmeden ibaret

olan eğri Ay yörüngesi, 5 metrenin 3600 parçasından bir parçadır. İmdi, teğet çizgisinin

istikametinden ortaya çıkan eğri yörünge, zamanın karesi oranında ortaya çıkarsa 60 saniyede 3600

kere fazla yani 3600 x 5 ÷ 3600 = 5 metre ve 1 saatte 3600 kere yani 18.000 metre ve 24 saatte 24 kare

veyahut 576 kere 18 kilometre yani 10.368 kilometre ve takriben çeyrek çevre kat ettiği 7 günde ondan

49 kere büyük yani 508.032 kilometre eder ki bu adet gerçekten Ay’ın yörüngesinin yarıçapının

uzunluğudur. Bu daire çizildiğinde Ay’ın Yerküre etrafında dolanım müddetinin çeyreğinin kat ettiği

zamanda adı geçen hâsıl kadar eğrilmiş olacağı bir mikyas vasıtasıyla müşahede olunur.

Bu incelemeye uygun olarak, bir saniye süresince Yer üzerine ağır

cisimlerin düşme miktarlarının Ay’ın yörüngesinin adı geçen süre

zarfındaki eğrilmesine oranı bilindiğinde bu peykin (uydunun) Yer’den

uzaklığının hesap ve istihracı kolaydır. Çünkü Yer’in yarıçapı ölçüsüyle

eğrilmenin niceliğinin karekökü, Ay’ın yörüngesinin Yer’den uzaklığının

miktarını ifade eder. Mesela yörüngenin eğimi (ki yayın sinüsü yani

infirâc-ı mümâs) Yer’in üzerine düşen cisimlerin kat ettiği mesafenin

3600 kere küçük olmakla bu adedin karekökü olan 60 adet, Yer ile Ay’ın

arasında bulunan Yer yarıçapı emsalini göstermiş olur.

Çekim kuvvetinin etkisini iyice anlamak için uzayda bir M küresi

varsayalım. Bu M küresi, Şekil 8’de görüldüğü gibi benzer hareketle MB

düz çizgisi çizer. Fakat adı geçen cisim, A noktasına gelir gelmez S

merkezine doğru sevk ve tahrik edici bir etkiye (sadme) maruz kaldığı

tahayyül olunur. Şöyle ki, adı geçen cisim biri AF yönüne diğeri AS

S

M

A

B

D

H

C

R

E

F

U

Şekil 8

26

istikametine yönlendirilir. İki hareket ettirici kuvvete tabi olmaya mecbur olur. İmdi, cisimlerin

hareket yöntemi biliminde kesin olduğu üzere bu hareketli cismin iki hareketli kuvvete tabi olması

sebebiyle aşağıda geçeceği üzere tayini mümkün olan AC ortalama yolunu alması lazım gelir. Şöyle

ki, hareketli cisim iki kuvvetin her birisiyle birer birer sevk olunmuş olmakla eşit zamanlarda çizeceği

AC, AD çizgileri alınsa bu iki nicelikten her birinin ayrı ayrı eş birer farz olunmuş zamanda kat ve

resmeder idi. Bu zaman zarfında yetişeceği yerin tayini için ABCD paralel kenar tamamlanırsa görülür

ki hareketli cisme birden etki eden iki doğal kuvvet vasıtasıyla paralel kenarın AC köşegenini

resmederek birer birer etkide C veyahut D noktalarına ulaşması için muhtaç olduğu varsayılan

zamanın sonunda C noktasına ulaşmış olur. Ancak C noktasına ulaşmasında adı geçen cismin S

noktasına doğru sevk ve tevcih edeceği yeni bir etkiye tesadüf eder ise de hareketin yönünün

değişmesi nedeniyle CH istikametinde diğer bir CURH paralel kenarı resmedip bu saniyenin sonunda

CR köşegeni istikametiyle R noktasına ulaşır. Burada da üçüncü bir etkiye maruz kalır ve aynı şekilde

yönü değişir. Velhasıl M cismi değişik nicelik ve yönde olan çekim kuvveti ve itme kuvvetinden doğal

hesapla bu iki kuvvet gayet küçük paralel kenarın köşegenleri yönlerinde ortaya çıkan hareket

vasıtasıyla zorla Kepler’in birinci yasası uyarınca bu cisim küçük bir eğriden oluşan bir oval şekil

çizmiş ve oluşturmuş olur.

Adı geçen kuvvetlerin mesela çekimin etkisi bir anda kesilse gezegen derhal – yörüngesine teğet

düz bir çizgi ve eşit hareket üzerine – karara mecbur olur.

Merkezçek ve merkezkaç eşit şiddetle olursa bu kuvvetleri oluşturan AD AC eşit şekilde artarsa

AC doğrultusu sabit ve kuvvet hızları oranında artar ve hareket dairesel ve eşit olur. Ancak

kuvvetlerden birisi belli bir oranda diğerinden fazla olursa o halde hareket dairesel ve eşit olmaz.

Diyelim ki, çekim kuvveti itme kuvvetinden aslında fazla bulunmuş veyahut sonradan bir miktar

fazlalaşmış olursa – kuvvetlerin taarruzu azalacağından ve kuvvetler hemen tek bir yönde etki eder

gibi olacağından – AD CH kenarları S merkezine yakınlaşırlar ve hız kazanırlar. Ancak çekim kuvveti

uzaklıkların karesinin ters orantısında azaldığı mesela 3 kere yakın olan bir mesafede çekim kuvveti 9

defa büyük olduğu dakik hesapla ve tecrübeyle müspet ve aynı şekilde kaçma kuvveti mesafelerin

karesinin ters orantısında çoğalacağı yani üç kere yakın olan mesafede bu kuvvet 27 defa fazla olacağı

muhakkaktır. Bundan anlaşılır ki, gezegenin yörüngesinin eğimi taşıyıcı eksene dik oluncaya değin

Güneş yıldızına (kevkeb-i şems) yakın ve hızını çekim hızından pek fazla bir oranda icra eylemiş olur.

Ve bu halde gezegenin hareketi – yerçekimi kuvvetinin yönünün tersinde – Güneş’ten uzaklaşarak ve

gide gide itme kuvvetinin etki yönünün tersinde olarak hızının oranı artar ve yine yakınlaşır.

Kuvvetlerin bu şekilde terkibi sebebiyle gezegen kuvvet merkezinde daire değil belki bir elips

çizmekle gezegenin merkezine bazen yakınlaşır bazen merkezden uzaklaşır. Yakın olduğunda hareketi

hızlı ve uzak olduğunda yavaş hareket eder. Şöyle ki, AB, AC, AD taşıyıcı eksenler ile taranan alanlar

daima eşit olurlar (Şekil 8).65

65

İkinci Kepler Yasası (Alanlar Yasası).

27

Bundan açıkça görünür ki, alanların yani ABC, ADH üçgenlerinin bir diğerine eşit olması için

BC yayı DH yayından büyük ve bundan dolayı gezegen kendi seyriyle adı geçen elipsi çizerken

yörüngesinde vaki b perije (hadid)66

noktasında olduğu zamanda hareketi dahi apoje (evc)67

noktasında

bulunduğu zamandan daha hızlı olması gerekir.

Tecrübe ile müspet olduğu üzere havası alınmış yerlerde doğal olarak düşen farklı ağırlıktaki ve

kütleli68

cisimlerin eşit hızlar ile hareket ettiklerine nazaran bir gezegenin çekime uğradığı kuvvet

onun hususi ağırlığına aslen bağlı olmayıp belki çekime kapılmalarının şiddeti çekime uğramış cismin

hacmine göre olduğu malum olmuştur.

İmdi gezegenlerin kütleleri yani çevreledikleri madde parçası genel çekim yasası yönteminden

elde edilebilir ve bu miktar yardımıyla cisimlerin yoğunlukları yani bağıl ağırlıkları (sıklet-i izâfîye)

kolaylıkla çıkarılabilir. Mesela büyüklüğü ve diğer usulü bize malum olan Yerküre’nin hacmini ve

çekim kuvvetini mukayese aracı hükmünde tutarak bunun bilinen kütleye oranla Jüpiter gezegeninin

bilinmeyen kütlesini keşif ve elde etme yollarını arayalım. Adı geçen gezegenin dört uydusundan ilki

Ay’ın Yer’den olan uzaklığının takriben 1 metre kadar uzak olduğu halde adı geçen uydu Jüpiter’in

etrafındaki dolanımını icra etmektedir. Eğer Jüpiter’in bu ayı devrini tamamlamak için sarf ettiği

zamanı Ay’ın Yer gezegenimizin etrafında dolanımını tamamlamak için sarf ettiği kadar olmuş olsaydı

Jüpiter uydusunu yörüngesinde tutmak için muhtaç olacağı kuvvet, Yer kendi ayını aynı şekilde

yörüngesinde alıkoymak için muhtaç olduğu kuvvet kadar bir çekimi olması icap eder ve çekim

“kütlenin eşit oranıyla ve mesafenin karesinin ters oranına göre” etkilediği hatırlanırsa Jüpiter’in

kütlesinin Yer’in kütlesine eşit olması gerekirdi.

İmdi bu iki gezegenin büyüklüklerine bakılırsa Yer’in yoğunluğu yani bağıl ağırlığı

Jüpiter’inkinden 1474 kere büyük olması lazım gelir. Çünkü Yerküre Jüpiter’den 1474 defa küçük

olduğu halde yine uydusu üzerine olan etkisi Jüpiter’in kendi uydusuna olan etkisine eşit olurdu.

Ancak Jüpiter’in uydusu Ay’ımızdan 16 kere daha hızlı olduğundan [ve mademki merkezi kuvvet

hızın karesi oranında olduğundan] Jüpiter uydusunu yörüngesinde tutmak için 256 kere büyük bir

kuvvete muhtaç olacağı ve halbuki 256 adedi 1474 adedinden 5 defa küçük olmakla Jüpiter’in ağırlığı

5 kere az olup Yer’in bağıl ağırlığı Jüpiter’inkinden 5 defa fazla olması gerekir. İşte Yer’in ağırlığı 1

itibar olunarak bir gezegenin bağıl ağırlığının hesap edilmesi ve çıkarılması amacıyla kullanılan bütün

kuralların faydası aşağıda geçtiği üzeredir. “Bir gezegenin kütlesinin yani eczâ-i cevheriyesinin”

“Güneş’in kütlesine” oranı, “bu gezegene mensup bir uydunun en uzak mesafesinin küpünün, o

66

Perije; gezegenin yörüngesinde Güneş’e en yakın olduğu nokta. 67

Apoje; gezegenin yörüngesinde Güneş’e en uzak olduğu nokta. 68

Metinde “hacim” denilmiş. Ancak burada söz konusu olan kütledir.

28

uydunun dolanım devrinin karesiyle bölümünün sonucunun” “Yer’in Güneş’ten en uzak mesafesinin

küpünün, Yer’in Güneş etrafındaki dolanımının karesine”69

oranı gibidir.70

Örneğin Jüpiter’in dördüncü ayı Jüpiter’den 429.000 km uzaklıkta olduğu ve 16 gün ve 18 saatte

devrini tamamladığı bilindiğinde ve adı geçen kanun uygulandığında, uzaklığın küpü dolanım

süresinin karesi üzerine bölünüp çıkan sonuç, Yer’in Güneş’ten uzaklığı olan 150 milyon km’nin

küpünün Yer’in dolanım süresi olan 365 ¼ 71

(‘in karesine) oranına bölündüğünde elde edilen sonuç,

Jüpiter’in kütlesinin Güneş’in kütlesine oranı gibi olur.

İşte buna benzeyen uydunun hesabıyla Yer’in kütlesinin Güneş’in kütlesinin 354.956 oranında

olduğu çıkarılır.72

Şöyle ki, Ay’ın Yer’den uzaklığının küpü bu uydunun dolanım süresinin karesi

üzerine bölündüğünde elde edilen sonuç, Yer’in Güneş’ten olan uzaklığının aynı şekilde küpünün

merkez kürenin (Yer’in) dolanım süresinin karesi üzerine bölündüğünde çıkan sonuç, Yer’in

(kütlesinin) Güneş’in (kütlesine) oranına bakılırsa, adı geçen adet bulunur.

Ve aynı şekilde Güneş’in cesameti itibar olunup ve bir gezegenin aynı şekilde kütlesi kendi

cesameti üzerine bölünmesiyle çıkan sonuçlar nispet olunsa Güneş’in bağıl ağırlığına oranla o

gezegenin bağıl ağırlığı (vezin-i izafiye) elde edilir. İşte bu amaç için bu sebeple aşağıda iki örnek

verilir.

1. Güneş’in kütlesi Yer’in kütlesinden 354.956 kere büyük ve yoğunluğu (cesamet) da

Yer’inkinden 5 kere. Gezegenin yoğunluğu s, Güneş’in yoğunluğu ş, uydunun dolanım zamanı n,

uydunun gezegenden uzaklığı m, Yer’in dolanım zamanı t ve Yer’in Güneş’ten uzaklığı l harfleriyle

gösterilirsin. Buna göre genel düstur;

2

3

2

3

tl

nm

ş

s = 1.407.124 biçiminde olur. Birinci adet ikinci üzerine

nispet olunduğunda çıkan sonuç 1/5 bulunur ki Yer’in yoğunluğu 1 varsayılırsa, Yer’in Güneş’ten 5

kere küçük olduğu belirlenir.73

2. Jüpiter’in kendi ayı üzerine olan etkisinden bilinmiştir ki, bu gezegenin kütlesi Yer’in

(zemin) 256 mislidir. İmdi, bu adedin Yer’in yoğunluğundan 1414 misli olan Jüpiter’in yoğunluğu

69

Metinde “Yer’in Güneş’ten en uzak mesafesinin küpüne oranı gibidir” biçiminde verilmiş. Doğrusu “Yer’in

Güneş’ten en uzak mesafesinin küpünün, Yer’in Güneş etrafındaki dolanımının karesine oranı gibidir” olmalıdır.

Yani;

yer

yergüneş

gezegen

T

a

Ta

M

M

2

3

2

3

’dir.

70 Gezegenin bağıl ağırlığı s ve Güneş’inki ş ve dolanım zamanı n ve uydusunun gezegene uzaklığı m ve Yer’in

Güneş’ten en uzak mesafesi l (Hoca Tahsin; metin burada kesiliyor - “Hey‘et-i Âlem”, Mecmûa-i Ulûm, nr. 5,

Safer 1297 (1880), s. 1–16). 71

Metinde 165 1/6 yazılmış; doğrusu 365 ¼ olmalı. 72

Güneş’in kütlesi Yer’in kütlesinin 330.000 katıdır. 73

“Güneş’in kütlesi Yer’in kütlesinden 354.956 kere büyük ve yoğunluğu (cesamet) da Yer’inkinden 5 kere.

Gezegenin bağıl ağırlığı (yoğunluk) s ve Güneş’inki ş ve dolanım zamanın n ve uydunun gezegenden uzaklığı m

ve Yer’in Güneş’ten uzaklığı m harfleriyle gösterilirse genel düstur; s / ş = m3 / n

2 / m

3 1.407.124 defa büyük

olmakla birinci adet ikinci üzerine nispet olunduğunda çıkan sonuç 1/5 bulunur ki Yer’in bağıl ağırlığı 1

varsayılırsa Güneş’in bağıl ağırlığı olduğundan Yer’in Güneş’ten 5 kere küçük olduğu belirlenir.” biçiminde

yazılmış. Doğrusu yukarıdaki gibi olmalı.

29

üzerine bölünmekle çıkan sonuç 1/5 olup ve bundan Yer’e oranla bu gezegenin bağıl ağırlığının

(yoğunluğu) 1/5 olduğu açık olur.

Kaldı ki, Merkür, Venüs ve Mars gezegenlerinin çekimlerini gösterecek ayları olmadığından

bağıl ağırlıklarının yukarıdaki yöntemle çıkarılması kabil değildir. Ancak bunların civarlarından çıkan

diğer gökcisimlerine uyguladıkları çekimler ve farklı hareketler aracılığı ile bu istenilen hesapların

tahminine ulaşılabilir. Ay’ın ağırlığı Yer’inkinden 1/7 kadar olduğu ve kütlesinin Yer’in kütlesinden

49 defa az ve Gel-Git’teki etkisi 68 kere küçük olduğu tahmini bir hesap ile bilinmiştir.

Bir gezegenin kütlesi ve çapı bilindiğinde onun yüzeyi üzerine ağırlığın durumu yani o gezegen

üzerine düşen cisimlerin hızlarını hesap etmek ve çıkarmak zor değildir. Mademki, düşme hızını

etkileyen çekim kuvvetinin şiddeti (gezegenin kütlesinin oranı eşit ve çapının oranı bilindiğinden) ve

ölçek olarak alınan Yerküre’nin ekvatorunda düşen cisimlerin hızları 4,9 metre olduğu bilindiğinden,

bu hızı istenen gezegenin kütlesiyle çarpımının sonucu o yıldızın yarıçapının karesi üzerine

bölündüğünde çıkan sonuç 1 kıyas olan kütle Yer’in yarıçapına oranı istenene malum olmuş olur.

Örneğin, zemin üzerine cisimlerin düşme zamanlarında ilk saniyede 4,9 metre kat ettiklerinden

bu adet Jüpiter’in kütlesi olan 256 niceliği ile çarpımının sonucu bu gezegenin yarıçapı olan 11 adedin

karesi yani 121 niceliği üzerine bölünüp çıkan sonuç olan 10,65 metre adedi hesabıyla Jüpiter’in

yüzeyi üzerine ilk saniye adedinde düşen bir cismin hızı yani kat ettiği mesafe olur.

Eğer Güneş’in kütlesinin (cirmi) Ay’ın dolanımına etkisi hesap etmek istenirse, Ay’ın kütlesini

yörüngeden atmaya zorlayan Güneş’in çekimi ile (Ay’ı) yörüngesinden alıkoymaya çalışan Yer’in

çekimi arasındaki oranı hesap etmek yeterli olduğundan adı geçen oran aşağıda geçeceği üzere tayin

ve istihraç olunur.

Güneş’in Ay üzerine olan çekim etkisi Yer’in yine Ay üzerine olan çekim etkisine oranı (Güneş)

ile Ay arasındaki mesafenin karesi üzerine bölünen Güneş’in kütlesi, Ay ile Yer arasındaki mesafenin

karesi ile bölünen zeminin kütlesine oranı gibidir.74

Yine, Güneş’in çekimi, Yer’in çekimi, Güneş’in

kütlesi ve mesafenin karesi dışında Yer’in yıllık hareketinin ve her bir saniye zarfında 1665 metre olan

hareketinin de hesap edilip hesaba dahil edilmesi gerekmektedir.75

Bu uydunun Yer’in etrafında seyri her bir saniye müddette 56 metredir. Hâlbuki iki kere daha

hızlı olan bir hareketle dengelemek için 4 misli şiddetli bir çekim kuvvetine gerek duyulur.

İşte Kepler adlı bilginin usulü ve Newton adlı ilim sahibinin genel çekim kuvvetini

keşfetmezden önceki durumu, mümkün olmayan çok sayıda astronomi meselelerinden biridir.

74

Fga Güneş’in Ay’a uyguladığı çekim kuvveti, Fya Yer’in Ay’a uyguladığı çekim kuvveti, Mg Güneş’in kütlesi,

My Yer’in kütlesi, Ma Ay’ın kütlesi, aga Güneş-Ay uzaklığı ve aya Yer-Ay uzaklığı olsun. Buna göre

Aa

MMF

ga

agga

2ve B

a

MMF

ya

ayya

2

ya

y

ga

g

a

M

a

M

B

A

2

2

olur.

75 “Yine, Güneş’in çekimi, Yer’in çekimi, Güneş’in kütlesi bu Güneş’in karesi şu kadar var ki, Yer’in yıllık

hareketi doğal olarak Ay her bir saniye zarfında 1665 metre olarak hareketini hesap tutup derc edilmesi

lazımdır.” biçiminde yazılmış.

30

Aşağıda söz edileceği üzere burçlar dairesinin ılım noktalarının geri hareketi (hareket-i

kahkarîyye), Yer’in salınım hareketi (hareket-i tezebzübiye), sabit yıldızların ışıklarının sapıncı

(ihtilaf-ı ziya), her bir yerde Gel ve Git’i - kısacası hesapları insan aklından uzak görünen bunca olay

ve gökcisimlerinin hareketleri bir oluş ve bozuluş evrenini (âlem-i kevn ü fesad) idare ile düzen ve

denge oluşturan genel çekimin (eserleri) ki – incelenmiş ve belirlenmiştir. ABC istikameti evvelki gibi

sabit kalıp, hızların kuvvetleri oranında artan ve dairesel harekete sebep olur. Lakin birisi aynı oranda

diğerinden fazla olur ise o halde mesele diğerini kabul eder.

Güneş Sistemi

Âfitâbın (Güneş) etki ve çekiminden kurtulmaksızın Neptün adlı gezegenin uzaklığının 10 misli

Güneş’ten uzak olan bazı kuyruklu yıldızların (zevât el-eznâb) gökyüzü bölgelerini hesaba dâhil

etmediğimiz halde milyon fersah yarıçapı kadar genişliğindeki Güneş sistemi dairesi, hâkimleri

bulunan Güneş’ten başka Merkür, Venüs, Yer, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs76

ve Neptün isimleriyle

adlandırılan sekiz gezegen ile bu güne gelince Mars ile Jüpiter arasında bulunan bir dairede bugüne

değin keşfedilmiş 157 teleskopik gezegen (seyyârât-ı teleskûbiyye), yirmi kadar uydu ve gezegenlerin

hepsinden ibarettir.

Güneş, evrenimizin merkez ve eşitliği olduğunda ilkin onun durumu beyanına girişip ve sonra

bu yıldızın oluşturduğu gezegenlere merkez konumunda (merkez-nişîn) olan Güneş’e oranla

bulundukları konum dâhilinde durumları ve sıralarınca gezegenlerden bahis olunacaktır:

Günlük hareketten başka mevsim farklılıkları ile gecelerin kısalıp uzamalarına sebep olmakla en

çok zahir olan günlük olaylardan birisi evreni aydınlatan Güneş’in (âfitâb-ı âlem-tâb) yıllık

hareketidir.

Güneş kendinden ışıklı, Yer ile diğer gezegenlerin merkezi ve hareketlerini düzenleyen bir

küresel cisimdir. Güneş, evrenin ışığının başlıca kaynağı ve bitkilerin yetişip büyümesinin sebebi

olduğu gibi, bizim için mümkün âlemde olan bütün yıldızlar Güneş gibi aşikâr olduğundan, her gün

durumlarını değiştiren yıldızların en çok bilineni olduğundan, Güneş’in durumuyla nizam ve

tertiplerine göre merkez ile gezegenlerin durumundan bahis olunması münasip görülmüştür.

Güneş ışınlarına dayanıklı göz olmayıp, renkli veyahut merceği yeşilimsi bir cam vasıtasıyla

neşir ettiği parlaklığa bakmaya tahammül edebilir. Güneş’in kursuna görüşü kuvvetli mercekler

(mercimek camlar), büyücek bir teleskop yani büyük dürbün ile bakıldığında kurs üzerini siyah

noktalarla (şâme) düzensiz bir takım beneklerin kapladığı ve gezegen benzeri bir perde ile çevrelendiği

keşif olunur. Bu peykler bir kenarından diğerine değin takriben on dört gün sonunda hareketle

gizlenirler ve yine on dört gün sonra evvelki kenarında görünmeye başlarlar ve tekrar hareket ederler.

Bu eserlerin görünüşüne (göre) Güneş, Yer gibi sert ve katı olup etrafında olan esir ve ışık rüzgârının

76

Metinde, Uranüs gezegenin kâşifi olan Herchell’in adı, yedinci gezegenin adı olarak “Herşel” biçiminde

verilmiş.

31

(nesîm-i ziyaiyye) hareketi nedeniyle bazı taraflarının tutulduğunu Herschell adındaki meşhur

astronom bulmuştur. Çoğunun bulunduğu yerlere göre ve günümüzde geçerli olan görüş üzere bu

benekler Güneş’in kursunda olup, bir yerden diğer yere geçme hareketleri Güneş küresinin kendi

ekseni üzerine hareketinin sebebiyledir. Gerçekte birçok gözlem ile bütün uyduların dolanım

hareketlerinin tek bir şekilde devam etmelerinden, takriben 20 ½ gün zarfında bir konumsal hareketi

olduğu çıkarılmış olur.

Güneş, bütün göksel cisimlerin en büyüğü olup kursu gezenlerin toplam kursundan 765 kere

büyüktür ve gezegenlerin çizdiği elipsin odak noktasında bulunur. Yerküre de yıllık hareketinde

yörüngesi olan elipsin değişik noktalarında bulunacağından Güneş’in görünen yarıçapı tek miktar

üzere görülüp senenin çeşitli günlerinde farklı olmak üzere gözlemlenir.

Beyan olunduğu üzere Güneş ekvator dairesine paralel olduğu halde uzayda her gün birer daire

çizer görünüp ufkun üzerinde bulundukça gündüz, altında olduğu müddette gece olur.

Fakat sabit yıldızların yörüngeleri çizdikleri yörüngeler gibi tek olmayıp Güneş’in

yörüngelerinin kâh küçük ve kâh büyük olduğu ve çeşitli zamanlarda konumu araştırılsa gök kürede

yerini art arda değiştirdiği pek az dikkat ve kolaylıkla anlaşılır. Çünkü her gün Güneş’in en yüksek

olduğu nokta (gaye el-irtifa) eşit olmayıp artıp azalmaktadır. Aynı şekilde ufukta olan doğuş ve batış

yeri sabit bir noktada olmayıp sürekli değişmesi ve başkalaşması sebebiyle gündüz ve gece süreleri her

günün öğle zamanının gölgesi değişip ve farklılaşması gözle görüldüğünden, Güneş’in görünen

hareketinin bir özelliği olduğunda şüphe yoktur.

İmdi Güneş özel hareketiyle gökküresinde çizdiği yolu şöyle gözlemler ile incelense ve gökte

sabit yıldızların konumuna nispet ve mukayese olunsa günlük hareketinden başka her gün Batı’dan

Doğu’ya takriben bir derece miktarı ilerlediği görülür. Bu günlük hareket sabit yıldızların hareketiyle

oluşmayıp Güneş’e mensup olduğu kesin olarak anlaşılmıştır. Belirli bir sabit yıldızın meridyen

dairesine ulaşma anına doğru hareket eder.

Bir ayarlı saatin işaret etmiş olduğu saat ve dakikadan takriben 4 dakika, ikinci77

gecede 8 ve

aynı şekilde geri kaldığı ve dört dakika zamandan ibaret olan birer derece seyir ettiği aşikâr olur. Bu

da gizli olmadığından bu gökcisminin (Güneş’in) meridyene art arda iki varışı arasında olan süre

astronomik gün (yevm-i nücumî, yıldızıl gün)78

ve Güneş’in art arda iki varışının arası Güneş günü

(yevm-i şemsî)79

olarak adlandırılır.

Güneş günü, astronomik günden takriben 14 (dakika) uzun olur. Kaldı ki, ekvator ile Güneş’in

merkezinden geçen eğim dairesi arasında mahsur kalsa yani Güneş’in sabit yıldızlar ile olan konum ve

oranı ve ekvator ile Güneş’in merkezi arasında oluşan uzaklık hurafe sahiplerince Güneş’in eğimi

kabul edilerek bunların her günde gözlemlenen miktarlarıyla yani her gün zeval vaktinde Güneş’in

merkezinin gökte bulunduğu çeşitli noktaları bir gök küre üzerinde belirlenip konulduğunda iş bu

77

Metinde “üçüncü” denilmiş; doğrusu “ikinci” olmalı. 78

Yevm-i kevkebî: Yıldız günü; (İng. sideral day): Bir yıldızın meridyenden art arda iki geçişi arasındaki zaman

süresi; 23 saat 56 dakika. 79

Yevm-i şemsî: Güneş günü: Gerçek Güneş merkezinin meridyenden art arda iki geçişi arasındaki zaman farkı.

32

çeşitli konumlardan oluşan daireleri Burçlar Kutbu olarak adlandırılan iki noktadan eşit uzaklıkta

olduğu gözlemlenir. Böylece Güneş, günlük hareketin tersine yani Batı’dan Doğu’ya olan görünen

özel hareketiyle bir sene zarfında boylamsal olarak gökyüzünde Burçlar Dairesi denilen bir büyük

daire çizmiş olur.80

Daha sonra sözü edileceği üzere bütün Ay ve Güneş tutulmaları bir dairede meydana

geldiğinden buna Tutulum Dairesi (dâire el-küsûf) de denilir. Bu ekvator dairesi ılım dairesi (daire-i

meyl-i itidâleyn)81

denilen iki karşılıklı noktada sapan iki nokta ve iki taraflarında takriben 23,5 derece

miktarında bir eğimli açı oluşturup bunlara Tutulum Dairesi ve En Büyük Eğim (meyl-i ‘azam) adını

verirler. Takriben böyle tabir eylediğimizin sebebi şudur: Bu eğim daima bu miktarda olmayıp

Delambre82

adındaki bir astronoma göre 100 senede zarfında 48 miktarı kat etmektedir. En büyük

eğim gayet dikkatli gözlemle tayin edilip bu sene 230 27

ı 33

ıı miktarında olduğu cetvellerde tayin

olunmuştur.

Ilım (İtidâlyen) ve Dönence (İnkilâbeyn) Noktaları

Burçlar dairesi üzerine en çok dikkati çeken dört nokta belirlenir ve işaretlenir şöyle ki:

Şekil 7 dört noktadan ikisi ekvatordan daha uzak bulunan 2 ve 7 noktalarıdır. İş bu dört

noktadan bu ikisine ılımlar denilir. Zira Güneş bu iki noktanın birisinde bulunduğunda günlük

hareketiyle ekvator dairesi 12 saat ufkun üzerinde ve 12 saat ufkun altında bulunduğundan gündüz ve

gece eşit olur.

Bu iki noktadan A noktasına İlkbahar Ilımı (itidâl-i rebî‘î)83

ve C noktasına Sonbahar Ilımı

(itidâl-i harîfî)84

tabir olunur. Diğer ikisine dönenceler denilir.

Zira Güneş, bu iki noktanın birisine geldiğinde bu sınırı geçmeyip bir miktar durur görünür yani

bu olayda özel hareketine asla halel gelmediği halde üç dört günden fazla bir yoldan gitmek üzere

güney veya kuzeye meyli fark olunmayarak bu yerde durmuş ve karar eylemiş gibi zan olunmakla iş

bu durmaya Güneş’in Kararı (istikrâr-ı şems) denilir. Yengeç’in başına gelse kuzeysel şehirlere göre

Yaz Kararı (istikrâr-ı sayfî) ve Oğlak’ın başına geldiğinde Kış Kararı (istikrâr-ı şitavî)85

tabir olunur.

İlki Haziran’ın 9’una, ikincisi Kânûn-u Evvel’in86

9’una doğru vaki olur. İşte son defa gözlemlenerek

Güneş’in gökyüzünde çizdiği görünen yörüngesi bu vadidedir.

80

“İmdi, bilmesi günlük hareketin tersinde yani Batı’dan Doğu’ya olan görünen özel hareketiyle bir sene

tamamında boylamsal olarak yolu yani yörüngesi küre-i fekârîs-i semâda Burçlar Dairesi denilen bir büyük daire

çizmiş olur.” 81

Dâire-i ‘itidal: Ilım dairesi: Gece ve gündüzün eşit olduğu noktalardan ve ekvatorun kutuplarından geçen

büyük daire. 82

والمير 83

İtidâl el-rebî‘î: İlkbahar ılımı; (İng. vernal equinox): Güneş’in ilkbahar noktasına (Koç burcuna) gelmesi ve

bu andaki ılım. 84

İtidâl el-harîfî: Sonbahar ılımı; (İng. autimnal equinox): Güneş’in sonbahar noktasına (Terazi burcuna)

gelmesi ve bu andaki ılım. 85

“İstikrâr-ı seneviye” biçiminde yanlış yazılmış. 86

Aralık.

33

Merkür’den gözlemlenmiş olsa bu gökcisminin hareketi Yer’in hareketinden takriben dört mil

hızlı olduğundan Güneş’in hareketini dört defa hızlı ve Merkür’ün gece-gündüzü takriben 10/4,

60/2487

zamanda tamamlanacağı, yıllık hareketi Yer’in hareketinden takriben 12 kere yavaş olan

Jüpiter’den bakılsa 10 saatten 5 dakika müddetinde icra olunduğu ve her birisinde Güneş’in

yörüngesinin başka başka sabit yıldızlar uğrayacağı görülür idi.

Şöyle ki: Ekser gözlem sonuçları(na göre) sabit yıldızlar ve Güneş mensup olduklarıyla beraber

gökyüzünde topu birden hareketlidir. Güneş’in bu genel hareketi Herkül88

Takımyıldızı’nda bulunan

bir noktaya doğrudur ki, 797 adet sabit yıldızın gözlem sonuçlarından hesap olunduğu üzere

sağaçıklığı89

2590 9

ı, dikaçıklığı

90 + 34

0 36

ı olan bir göksel noktaya doğru hareket ettiği bilginlerin

eser-i tetkikatıdır. Lakin gerek görünen yıldızlarımız ve gerekse diğer yıldızlı bölgelerdeki bütün

cisimler şeffaf veya kesif bir bilinmeyen bir cismin içinde hareket edip dolanımları hala keşfedilmemiş

ve belirlenmemiştir.

Gezegenlerin Genel Durumları

Gezegenlerin feleklerinde yani seyir ettiği yörüngesinde Merkür ve Venüs’ün yörüngeleri Yer’in

yörüngesiyle gezegenlerin merkezi olan Güneş’in arasında bulunduğundan bu iki gezegenlere alt

gezegenler (sufliyye) denilir. Mars, Jüpiter ve diğer gezegenlerin yörüngeleri Yer’in yörüngesinin

dışında olduğundan bunlara üst gezegenler (‘ulviyye) adı verilir. Bütün gezegenlerin özel hareketleri

Batı’dan Doğu’ya olduğu halde tutulum dairesi ile enlemsel olarak iki eşit kısma bölünür ve

gökküresinin kemeri hükmünde tutulan burçlar kuşağının91

sathı dâhilinde vaki olup adı geçen

kemerden dışarı çıkmazlar. Geçip gitme hareketlerinden başka küremizin92

hareket eksenine benzer,

bütün gezegenlerin eksenleri üzerinde birer konumsal hareketleri olarak dolanım sürelerini çeşitli

zaman zarflarında tamamlarlar.93

Bu sebeple hepsi Yer gibi ekvatorlarından yani kendi kuşakları

tarafından kabarıp94

cihetle hareket hızlarına göre salınırlar (mütelâtım).

Bernoulli95

adındaki geometrici bu eksensel hareketin doğal nedenini dinamik kurallarına tatbik

ederek araştırmış ve hareketli gezegenlerin oluş zamanlarında (hîn-i tekevvün) kendilerini göğe

fırlatan (remy eden) kuvvetin her birisinde uygun gelen noktalarını hesap ve tayin etmiştir.

Şöyle ki: Adı geçen atıcı kuvvetin hareket ettirici noktası (nokta-i teveccüh) meselâ Yer’in

merkezine tesadüf etmeyip belki Güneş’e dönük olan taraftaki ekvatorunda, yarıçapının merkezden

87

.olmalı ٤٢ / س د / ي olarak verilmiş; doğrusu ٤٢ / س ه / و 88

.olmalı الجاء على رتبه yazılmış; doğrusu الجاث على ركبتيه 89

Metali: Sağaçıklık, rektesansion, bahar açısı; (İng. right ascension): bir gökcisminden geçen meridyen

dairesinin ilkbahar noktasından (Koç noktası) geçen meridyen dairesine göre açısal uzaklığı. 90

Meyl, eğim, deklinasyonu, dikaçıklık, yükselim: Bir gökcisminin gök küresinde ekvator düzlemine göre açısal

uzaklığı. 91

Nokta el-burûc yazılmış; doğrusu mıntıka el-burûc olmalı. 92

Yerküre. 93

Gezegenlerin kendi eksenleri etraflarındaki hareketleri. 94

قباروب 95

برتويلى

34

1/150 cüzüne96

ve Mars’ın etki noktaları 1/418 ve Jüpiter’in 7/19 cüzlerine97

tesadüf eder. Bu etkilere

göre eğimleri yani hareket yönleri çeşitli ve hızları sabit olmuştur. Diyelim ki, adı geçen atıcı kuvvet,

merkezlerden uzak adı geçen yerlerden başka bir uzak mesafeye tesadüf etseydi bu uzaklık ona göre

kısa, hareketlerinin kutupsal ve eksenlerinin yönleri çeşitli olmuş olurdu. Gözlemcinin kütlesinin98

Güneş’in merkezinde bulunduğunu ve oradan gezegeni gözlediğini farz edersek, dolanım süreleri,

burçlar kuşağının hizasında bulundukları bir noktadan başlayarak tayin, yine ol noktaya ulaşıncaya

değin geçen süreden ibaret olup bu da sabit yıldızlar vasıtasıyla takdir ve tayin olunur. Merkür ve

Venüs’ün dolanım süreleri Yer’in dolanım süresi olan yıllık hareketinden daha az ve adı geçen

gezegenler Güneş’in arkasında oldukları halde ileriye doğru Batı’dan Doğu’ya kadardır.

Yer ile Güneş’in arasında bulundukları zamanda hareketleri, Yer’in hareketinden hızlı olarak

takriben Doğu’dan Batı’ya doğru geri ve bu zikrolunan iki konumun ortalarında bulunduklarında

hareketler hissedilmeyip (Merkür ve Venüs’ün) adeta durdukları görünür. Onların üzerinde

Yerküre’nin hareketi gözlemlendiğinde adı geçen durumların oluşması lazım gelir. Zira her bir

gezegenden diğer gezegenlerin ileri hareketinin değişmesine bakıldığında üzerinde gözlem yapılan

gezegen ve gözlemlenen gezegenlerin hızlarına göre yönleri değişir. Örneğimizde Merkür ve

Venüs’ün hareketleri99

daha hızlı olduğundan hareket yönü çeşitli ve ters görünmüş olur.

Merkür

Bu gezegen bütün gezegenlerden Güneş’e daha yakın bulunup Güneş’in merkezinden uzaklığı

13.453.000 km’dir.100

Güneş’in gerek doğusal ve gerek batısal yönlerinde gökküresi derecelerinden 27

dereceden fazla ayrılamadığından yalnız ışığı Güneş’in doğuşundan önce ve akşamları batıştan sonra

yani fecir, şafak ve geceleyin görünebilir. Çoğu zamanda kavuşum (içtima) halinde bulunduğundan

bilinme ve cisminin durumlarının keşif ve anlaşılmasına Güneş’in ışığı mani olur. Güneş’i önünde

olduğu zaman Merkür, Güneş’in kursunun üzerindeki tarafta (bulunması) halinde çapının gözlem ve

takdir olunması müsait olabilir. Ve bu yöntemle Merkür’ün çapı 1247’ye101

ulaştığı çıkarılmıştır.

Eksen hareketini 26 saat 5 dakika102

zarfında icra ve Güneş’in çevresinde olan devrini de 88 gün

müddetinde ikmal ve ifa eder. Bu gezegenin kursu Yer’in cesametine oranla 1/17 cüz ve Yer’in berrak

havada olan ışığının103

1/7 misli104

ve harareti aynı şekilde Yer’in yaz şiddetinde olan hararetinin aynı

şekilde 7 misli olduğu hesapla bilinmiştir.

96

جرأتده 97

جرلرنده 98

.yazılmış حجم ناطر 99

امتكلدن 100

Günümüz değeri (gd): 58 milyon km. 101

Gd: 4878 km. 102

Gd: 58,65 gün. 103

Aklık derecesi. 104

“7 misli” yazılmış; doğrusu “1/7 misli” olmalı. Merkür’ün aklık derecesi 0,058; Yer’in aklık derecesi

0,39’dur.

35

Keskin gözlemler ile bakıldığında safhaları Ay’ın şekillerine benzer olur. Güneş’e yakın ve uzak

olmasına göre ışığı artıp azalır. Güneş’in yakınında olduğu zaman Ay gibi ışığı daha fazla ve uzak

olduğundan çok (az) ışık olur. Güneş’in arkasında ve üst kavuşumda bulunduğunda Güneş’e

yakınlaştıkça ışığı Güneş’in etkisiyle mahvolur. Ay’ın aksine, Güneş ile aydınlanan yarı bize dönük

olmakla ondan uzak oldukça aydınlık yarısı görünür ve aydınlık olmayan yarısı ışık ile görünmez olur.

Venüs

Güneş Sistemi’ne ait olan gezegenlerin ikincisi Venüs olup bütün gezegenlerin en parlağıdır.

Hatta çok kere gündüz vaktinde görülür. Milâdî 1849 tarihinde birkaç gün doğuştan batışa kadar

görülmüştü. Güneş’ten 47 derece kadar uzaklaştığından çoğunlukla ya Güneş’in doğuşundan önce ve

batışından105

sonra görünme süresi ve parlak görünmesi 3 veya 4 saat(tir). Güneş Sistemi içerisindeki

gezegenlerden Merkür’e benzese de bunun şekilleri daha çok kendine özgüdür. Bütün konumları

Merkür’ün konumlarından daha görünürdür. Hilâl konumları çeşitli şekiller üzere gözlemlenir. Hilâlin

keskin noktalarına106

ve içbükey tarafının uç kısımlarına bakılırsa, Venüs’ün üzerinde yüksek dağlar

ve kendisini çevreleyen bir hava küresi olduğu sonucu çıkarılır. Bu durum, ışığı çok (olduğunda) yani

dördün durumlarında da olup dolun olduğu zamanda olmaz. Çünkü dolun halinde Güneş’in arkasında

ve Yer’den çok uzakta olur.

Güneş’in etrafında olan dolanım hareketi 224 gün 16 saat müddette tamamlanır. Uygun

durumlarda bu gezegenin yüzeyi üzerine, Ay yüzeyi üzerinde gözlemlenen şekillere benzer görünen

bir takım şekiller ve alametlerin dolanım hareketine göre Venüs’ün 23 saat 21 dakika107

zarfında bir

eksen hareketi olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Venüs ile Güneş’in arasında olan uzaklık ve mesafe takriben 25 milyon km108

olup bu gezegenin

çapı hemen hemen Yerküre’nin çapına eşittir.109

Venüs ve Merkür’ün adeta his olunacak mertebe

farklılıkları110

yoktur.

Yerküre

Meskenimiz Yeryüzü, Güneş Sistemi’nin merkezi olan Güneş’in gezegenlerinden biri olup

sıralamaya göre üçüncü gezegendir. Aşağıda beyan edileceği üzere Yerküre’nin birkaç türlü hareketi

vardır. En açık olarak dikkate değer olan hareketlerinden birisi kendi ekseni üzerinde icra olunan

günlük hareketi ve diğeri Güneş’in etrafında oluşan yıllık hareketidir. Eskiler binlerce seneler Yer’in

evrenin ortasında hareketsiz ve bir karar olduğunu itikat ve itibar ve günümüzde pek çok adamlar bu

çocukça111

fikirler üzere kalem oynatmakta ısrar etmekte olduklarından, bu batıl fikri mahvetmek ve

105

.yazılmış; doğrusu “batışından” olmalı قسمدندن 106

تاو رائينك كسكين نقطه لره مثال اولورلر بوندن و 107

Gd: 241,01 gün. 108

Gd: 108 milyon km. 109

Gd: Yer’in ekvatoral çapı 12.756 km, Venüs’ün ekvatoral çapı 12.104 km’dir. 110

“tefrîtleri” yazılmış; doğrusu “tefrîk” olmalı. 111

“tufey-lâne” yazılmış; doğrusu “tufû-lâne” olmalı.

36

etkisiz hale getirmek amacıyla zikrolunan iki hareketini ispat eden inandırıcı delillerin ve kesin

kanıtların beyanına girişelim.

Yer’in Günlük Hareketi Olasılığının Üstünlüğü

Gökcisimlerinin bazısına mahsus olarak itibar olunan özel hareketlerden başka bu cisimlerin

hepsinin birden genel bir hareket ile Doğu’dan Batı’ya doğru hareketli oldukları eskiden beri

gözlemlenmiş ve her gün gözle görülür ise de onların bu görünen genel hareket ile gerçekte de

hareketli olmaları akıl terazisi ve hikmete uymadığı çeşitleri ile müspettir.

İlkin, bu sonsuz uzayda etrafa yayılmış olan sayısız gökcismi ve özellikle sabit yıldızlar

matematik ve geometrinin açık delilleriyle Yerküre’mizden oldukça uzak ve çeşitli mesafelerde vaki

olarak zikrolunan görünen hareketleri gerçek farz ve takdir olunduğu surette dolanımlarını 24 saatte

tamamlamak için hareketlerine o kadar mertebe çok hız lazım gelir ki adı geçen gökcisimleri hareket

kuvvetlerinin tesirine birinin ve hepsinin tahammülünün olması ihtimali hikmet yardımı ve mekanik

yasalarına uygun olmasının imkânı yoktur.

İkincisi, yukarıda beyan olunduğu üzere Güneş’in Yer’den ortalama uzaklığı 37 milyon

(kilometre)112

olmakla yörüngesini 24 saatte kat etmek için her bir dakikada 150.000 kilometre ve her

bir saniye zarfında 2.500 kilometre seyretmesi lazım gelir. Sabit yıldızlardan ekvator civarında ve

Yerküre’ye en yakın olan Ricl-i Kantûrûs ( Centauri)113

adlı sabit yıldız, her bir saniyede 517 milyon

kilometre ve daha uzakta bulunan sabit yıldızlar bir saniyeden de küçük bir anda 70 milyar km kat

etmelerini gerektirir ki, her birisinde ortaya çıkan şiddetin gezegenlerin bozulmasına sebep olmaması

mümkün değildir.

Üçüncüsü, zihinlerde daha kolay tasavvur eylemekle için sapan gibi bir ipin ucuna bir ağır

cisim raptedilip ve diğer taraf el ile tutulup hızla dolandırıldığında merkezkaç kuvvetiyle ol cismin

çizdiği dairenin noktalarından her hangi (birinde) bulunacağı noktanın tanjant istikametinde kaçmaya

eğimli ve tutan el buna karşılık bu cismi daire çevresinde alıkoyup tutarak kaçmaya mani olduğu açık

ise de merkezkaç kuvvetinin, cismin durağan kütlesi ve hızının karesi oranında arttığı, ağır cisimler

bilgisinin (ilm-i cirm-i eskâlde)114

delilleriyle ispat olunmuştur.

İmdi, hesap edilemeyen ve gökcisimlerine oranla bir zerre derecesinde kalan küremiz çok büyük

olan cisimlerin merkezi olarak etrafında o kadar uzak mesafede ve şiddetli kuvvetle hareketli olan

cisimlerin Güneş’in kuvvet ve gücüne mukavemet edebilmesi yukarıdaki kuvvetler ve akli

yöntemlerin hiç biriyle uyuşmaz.

Dördüncüsü, astronomi gözlemleriyle incelendiği üzere gezegenlerin her biri belirli bir

zamanda eksenleri üzerinde hareket ederek dolanırlar.

112

Gd: 150 milyon km. 113

Erboğa Takımyıldızı’nın alfa yıldızı. 114

انقالجر علم

37

İmdi, adı geçen gezegenlerin meskûn olduklarını veyahut kendimizi onların birisi üzerinde

odluğumuzu varsayalım. Her hangisi üzerine sakin olan ve etrafı seyreden şahıs elbette gözlem yeri

kurmuş olduğu gezegeni evrenin merkezinde sabit ve Güneş ile diğer gezegenler ve uyduları bizim

gibi meskûn küresine mahsus olan eksensel hareketinin süresinde kendi etrafında hareketli olacaklarını

açık olarak hissetmiş olması doğal ve zaruridir. Bu surette o gezegenin sakinlerinin zanları, olguya

mutabık olmayan bir algı yanılmasından ibaret olup bu zan ve hislerine itimat olunamayacağı gibi

Yer’in sakinleri de zemin küre sabit ve diğer gökcisimleri görünürdeki gibi hareketli olmaları

hükmünün, derece-i itibardan hükümsüz olduğu açıktır. Günlük hareketler için oluşan itimatsız

hükümler, yıllık hareketler için de geçerlidir.

Beşincisi, Güneş yakın gezegenler için itibarlı ve feyizli ve Yerküre ondan uzak ve feyiz alıcı

olduklarına nazaran şüphesiz evreni aydınlatan Güneş merkezde oturan saadetli taht ve bütün

gezegenler ve onlara tabi olanların onun (Güneş’in) etrafında dolanmaları doğru ve akla uygundur.

Altıncısı, Güneş küresel bir cisim olarak en ağır ve en büyük ve zemin küre (Yer) ondan pek

daha küçük ve hafif olduğu herkesçe bilinen ve cisim, kütle ve ağırlıkları oranında bir diğerini

çekecekleri kesin bir olgu olduğu halde Güneş çeken ve Yer çekilen olarak onun etrafında dolanması

uygun ve akla yakındır.

Yedincisi, Merkür ile Venüs bize oranla Güneş’e yakın olduklarından sanki bazen Güneş’in

önünden geçtiklerinde Güneş’in üzerinde siyah haleler gibi görünüp onu tutar ve bazen Güneş’in

arkasından geçerek onun cismiyle tutulduklarına göre adı geçen gezegenler Güneş’in etrafında

dolandıkları kesin hususlardandır.

Güneş’in kursu bu iki gezegen ve pek çok kuyruklu yıldız (zevat el-eznâb) için merkeziyeti sabit

ve müstahak olduğu halde gerek Yerküre ve gerek diğer gezegenler hakkında dahi merkez olması

elbette tercih olunduğu açıktır.

Bundan başka bazı gezegenler özellikle Güneş’in, cisim olarak Yerküre’den pek aşırı derece

cesameti var iken onlarda hem eksensel hareket ve hem de bir (Güneş’in etrafında) dolanım hareketi

bulunduğu sahih gözlemler ile tahkik edildiği halde boş sözlerden ibaret olan Yer’in diğer cisimlerin

kanunlarından müstesna olması pek uzak bir olasılıktır. Bununla birlikte, Yerküre’ye gerek bir günlük

hareket ve gerek Güneş’in etrafında bir düzlemsel dolanım hareketi isnat olunursa takvim hesabınca

hiçbir mahzur lazım gelmeyeceğinden hareket olasılığının aksinden kat kat galip ve tercih edilebilir

olduğu aşikârdır. Bu cümleye gelince Yerküre’nin hareketli olması üstünlük ve galibiyet ihtimali

sanıların doğruluğu kesin ve ispat edilip bundan böyle bu hüküm üzerine gelen bazı itirazları ret ve def

ile çekme ve itme kuvveti, ışığın bükülmesi (in’itâf-ı ziyâ), ılım noktalarının geri ve ileri hareketi ve

gezegenlerin geri hareketi örneklerinden çıkarılmış olan kesin doğal kanıtlar ve matematiği basit ve

beyan olunacaktır.

Eskiler tarafından sonraki sistemlere yapılan itirazların şekli aşağıdadır.

Şöyle ki, eğer Yerküre iddia olunduğu gibi kendi ekseni üzerine 24 saat süresince bir döner küre

ise 9000 milyondan ibaret olan yüzey alanı yani çevrenin tüm dolanımı kat ve icra etmek için

38

ekvatorda bulunan cisimlerin her bir dakika müddette 6 fersah ve her saniyede 462 metre boyunda bir

mesafe kat etmesi ve top güllesinden daha süratli gitmemiz lazım geldiğinden ilkin bu gibi bir hareket

aklın dışındadır. İkinci olarak, bu hızlı hareketi niçin asla hissedemiyoruz. Üçüncü olarak, her gece

yarısında başımız aşağı, ayaklarımız yukarı ters olarak durup düşmemiz lazım gelir. Dördüncü olarak,

aslı olmayan bir eksen üzerine uzayda dolanan kocaman kürenin kendisinin bile en dibe düşmesi

gerekir. Beşinci olarak, ağır bir cismin buradan ayrılıp dik olarak yükseğe veya herhangi yöne

atıldığında adı geçen cismin velev ki havada durması bir saniye müddette sürse yine Yer yüzeyine

düşünceye kadar Yer’in hızlı dönüşü sebebiyle 462 metre geriye kalıp kurşun gibi Batı’ya doğru

koşması lazım gelir.

Hâlbuki bunların hiç birisi vaki değildir. Bundan dolayı bu mümkün olmayanları gerektiren

sözler batıldır.

Zikrolunan itirazların hepsi doğa yasalarına aşina olmayanlara kuvvetli görünür ise de gerçekte

az bir düşünme ile savuşturulurlar.

Şöyle ki: Birincisi, yukarıda geçtiği üzere Yer’in konumsal hareketini ispat için ileri sürülen

delil üçüncümüz ile defolunmuştur. Onun müfâdiyle mefrûz-ı tezekkür eder ise kendisine “salat ala el-

esed ve belet an el-nakd”115

hitabıyla susturulur.

İkinci itiraz cisimlerin hareketi ile onların ne şekilde idrak olunduklarının anlaşılamamasından

kaynaklanır. Sarsılarak gayet düz ve tatlı bir hareketle giden bir gemi veya bir demiryolu arabasında

bulunanlar kıyılar, ağaçlar ve binaların hareket ve seyir edip kendisi sakin zan ettikleri tecrübe edilmiş

bilinen hususlardır. Sakin gezegenin ayırt edilmesi zordur. “Hayal zan eder sakin keşti116

sahildir

yürür” misali meşhur bu galat hissi ifade etmiştir. İmdi, tam bir sükûnetle seyir eden gemi zeminin

hızlı hareketinin his olunmasını ona kıyas etmelidir.

Üçüncü ve dördüncü itiraz, öncekiler ve sonrakiler ulaşmış ise de itiraz edenler alt ve üst

yönlerin farkının ve cisimlerin çekim ve düşmesini bilmemekten ileri gelir. Bunlardan haberdar olursa

böyle sorular sormaya teşebbüs etmez.

Beşinci itiraz, diğerlerine göre kuvvetli ise de def edilmesi güç bir şey değildir. Bu dahi fizikte

sabit olan cisimlerin genel özelliklerinden sayılan atalet özelliğinin gerektirdiğidir.

Şöyle ki, gerek sükûnet ve gerekse hareket halinde bulunan bir cisim dış veya bilinen bir şeye

tesadüf etmedikçe ne sükûneti harekete ve ne de hareketi sükûnete dönüşebilir. Bundan dolayı

yukarıda bahsi geçen atılan cisim Yer ile devir ve seyirde hissedar olduğu gibi dış bir engel tarafından

mukavemet olunmadıkça Yer’den atılma esnasında dahi aynı şekilde (bu hareketi) muhafaza

ettiğinden Yer ve atılmış cisim harekette ortak olup atıldığı istikameti şaşmak ve Yer sakin olsun

hareketli olsun tek tarz üzerine dik bir düşüş (sükut-ı umudi) halinde görünmek lazım gelir. Ancak

gerçekte Yer ile beraber olursa “gerçek hareketi icabınca Doğu’ya doğru bir eğri çizerek yukarı çıkar

ve düşer”. Bu tuhaf durumu keşif ve izah için sahile yakın hızla seyir eden bir geminin içinde veya

115

Aslana selam, eleştiriye devam. 116

Gemi.

39

demir yolu arabası içinde sakin bir insan elinde bulunan bir cismi havaya dik olarak attığında rüzgâr

olduğu halde sakin gemiye nispetle atılan cisim dik olarak yükselir ve düşer görülür ise de sahilde

veya demir yolunun civarında bulunan gözlemcinin gözüne bu atılan cismin iki suretle hareketi yani

hem içinde bulunduğu taşıt ile ortak olduğu ufki hareketi ve hem de atılmanın kuvvetiyle o cisme

uygulanan dikey hareketi görüneceğinden adı geçen cisim bu iki hareketin birleşmesiyle havada

çizilen birer eğri resme benzeyen bir hareket gözleyecekleri tecrübeyle kabul edilmiştir.

Tuhaflık şurasındadır ki, aşağıda açıklanacağı üzere itiraz, kuvvetli bir zan ile ortaya atılan küll-i

efsun-ı hikmetle itiraz edenlerin sağlamlığına iade ve tahvil ve gayetle bu husus, Yer’in hareketinin

ispatı için kesin bir kanıta dönüştü. Resm-i helâhil diyerek verilen bir madde-i iksir akliyle dava-ı ‘âcil

ölmüştür.

Düşen Cisimlerin Deneyleriyle Yer’in Hareketinin İspatı

Engellenmeksizin yüksek mahallelerden doğal olarak düşen cisimler tamamıyla dikey düşmeyip

daima o yerin yüksekliğine göre Doğu yönüne eğimli olarak düştüğü birçok (kez) ve açık tecrübe ile

tahkik olunmuştur.

Mesela 200 zira yükseklikte bir binanın tepesinden veya bir miktar derin bir bayırın ağzından

düşen ağırca bir cisim o yerin dikey doğrultusu istikametine tamamıyla uyuşmayıp Doğu’ya doğru

yönelerek sapmadan 3 veya 4 hat kadar uzakta olan bir noktaya düşer. İşte zikrolunan itirazın icabınca

Batı yönüne düşeceği sanılmış iken sanki buna rağmen itiraz edenlerin aksine yani Doğu’ya doğru

yönelerek düşer. Bunun sır ve hikmeti odur ki, dikey hat Yerküre’nin merkezine yönelir. Ve ekseni

üzerine hareket eden bir küre veya topun parçaları ekseninden ne kadar uzak bulunursa onun

hareketinin hızının o kadar fazla olduğunu herkes bilir.

İmdi, Yerküre hareketli olduğundan o bina veya bayırın varsayılan dibi ile üst tarafları Yer’in

ekseninden uzaklıkları mukayeseye göre elbette birbirlerinden farklıdır. Minarenin zirvesi diplerinden

daha uzak ve bundan dolayı hareketleri daha hızlı olduğundan ve o noktalarda bulunduğu varsayılan

cisimler Yer’den kendisine uygun olan hareketle aynı şekilde (hareket ederler). Şöyle ki, Kepler

Yöntemleri’nden açık olduğu üzere bütün gezegenlerin yörüngeleri elips olup Güneş’in merkezi bu

oval şekillerin odak noktalarının birisini işgal eder. Yörüngede Güneş’e yakın bulunan noktaya yerberi

(hadîd, perije) ve ondan uzak olana yeröte (evc, apoje) denilir. Bu iki noktayı birleştiren çizgi büyük

eksen (mihver-i kebîr) ve onu dik olarak kesmekle yörüngenin iki orta noktasını birleştirene küçük

eksen (mihver-i sagîr) olarak adlandırılır.

Yer’in yörüngesinin yeröte ve yerberi noktaları bir yerde bir kararda olmayıp burçlara göre bir

sene zarfında 12 ve 1744 sene müddette 3 derece kadar hareketle Burçlar Dairesi’nin tam devrini

20.931 sene müddette tamamlar.

Bazı bilginlere göre bu hareket Jüpiter ve Venüs gezegenlerinin Yerküre üzerinde oluşan

çekimlerinden kaynaklanır. Yer’in elips yörüngesinin hareketi bilindiğinde eski zamanlarda büyük

eksen çizgilerinin uygun ve dik olarak kestiği düğümleri hesap etmek ve çıkarmak mümkündür.

40

Mesela, Miladın 1250 senesinde Yer yörüngesinin yerberisi Kış Dönencesi ile uygun olmakla

ilkbahar mevsimi yaz mevsimi ile ve sonbahar kış ile eşit olmuş idi. Milat aleyhi el-selâmdan 4000

sene önce Yer’in elips yörüngesinin büyük ekseni ılım (ekinoks) çizgisi üzerine uygun gelmiş olduğu

adı geçen hesap ile çıkarılır.

Bulunduğumuz asırda büyük eksen adı geçen ılım çizgisi ile kesişir ki burçlar dairesini bölmekle

dört mevsimi oluşturan ve belirleyen dört yayın miktarları birbirine muhalif olarak dört mevsimi bu

suret üzere taksim eder:

GÜN ONDALIK117

İlkbahar 92 906

Yaz 93 566

Sonbahar 89 700

Kış 89 670

Bu asırlarda olduğu gibi ilkbahar ekvator taraflarında olduğu müddetçe ilkbahar ile yazın

toplamı sonbahar ile kışın toplamından uzundur. Miladın 6463 tarihlerinde perije noktası sonbahar

ılım noktasına intikal ederek dört mevsimin süreleri eşit olacaktır.

Yer’in yörünge eksenlerinin bu intikalden tertip eden eserleri yalnız mevsim sürelerinin

farklılığına neden olmayıp belki pek dikkate değer olan garip derecede eserler Yer’in doğal heyetinin

küre gibi dönüp değişmesini gerektirir.

Şöyle ki: Küremiz yerberi noktasında bulunacağı zaman Güneş’ten uzaklığı yeröte noktasında

bulunduğu yazın uzaklığından 500.000 km kadar az olması sebebiyle Güneş’in çekim kuvvetinin

etkisi 1/5 miktarı kadar azalır. Ve Yer, yeröte yönünde iken yıllık hareketini tadil için kat ettiği 57ı’lik

günlük hareket ve 59ı’lık ortalama hareketini 61

ı olarak çizmiş olur.

Güneş’in çekim gücünün az veya çok etkisi ile zaruri olarak sular baharları çekilir; bu itaat ile

Yer’in paralel dairelerinden adı geçen kuvvetin karşısındaki ve etki altında olduğu iklimlerde eğimin

biçimi azalır118

ve güney enlemlerinin kırk derecesini tecavüz ile Güney Kutbu dairesi bir su kütlesi ile

çevrelenmesi ve toplanmasıyla adı geçen zeminin o taraflarında bulunan geniş bir kısmın su altında

kalması gerekir.

Bundan 10.462 sene miktar yerberi noktası sonbahar ılım noktası ile uygun olduğu gibi yine

bundan 6483 sene sonra yerberi noktası ilkbahar ılımının karşısında olacaktır. Ve sonra güneyden

kuzeye günden güne dönerek Yer’in güney yarısında icra olunan olaylara benzer bir takım hadiseler

tekrar eder.

Yeröte ve yerberinin hareketlerinin matematiksel hesapları ve doğal olguları herkes için

anlaşılması kolay bir şey olsa idi mevcut eski eserlerden kuzey arazilerinde bulunanların bir zamanlar 117

92,906; 93,566; 89,700; 89,670 biçiminde. Toplam olarak 365,842’dir. 118

صورت ميل و تراكن تنقيص

41

su altında kalmış oldukları ve Hint iklimlerinin, Keldanilerin ve Mısırlıların bazı eski eserleri

zikrolunan doğal sebeplere isnat olunur idi.

4 – Burçlar dairesinin eğiminin azalmasını gerektiren Yerküre’nin tedirginlik hareketi (hareket-i

tezebzübiyye) ve ekseninin hareketinin titremesidir (ihtizâzât-ı tezelzele). Bu hareketin yüz sene

zarfında miktarı 1,11540 saniye ve 6700 senede takriben 1 derecedir. Bu hareket burçlar kuşağını

ekvatora ve biri diğerinden uzak bulunan dönence dairelerinin119

takribi olarak devirlerin geçmesiyle

burçlar dairesi ekvator ile intibak ederek bu zamanlarda dört mevsim birbirine eşit olmakla (ne kerem

ve ne sered ve hemîşe bahâr)120

mukavemete uzun zaman bir itidal süreceğini sanmışlar. Lakin yeni

araştırmalara göre burçlar dairesinin eğimi hem artıp ve hem de azalmayıp ortasından uzaklaşıp

dönerek ancak 3 veya 4 derecelik bir açı miktarı kadar tecavüz eder bir tedirginlik hareketi vardır. Adı

geçen batıl inanç gereğince Yer’in ekseninin121

tekrar tekrar ekvator üstünden geçerek Hatt-ı İstivâ

(Ekvator) unvanını haiz ve bu hareketin tam dolanımı 2.412.000 sene uzun zamanda icra olunması

lazım gelir idi. Bu sanının taraftarları, denizden pek uzak ve hatta dağların tepelerinde bulunan deniz

eserlerinin ve donmuş arazilerde de Yeryüzü’nde keşfoluna gelen ve çoğunun çeşitleri bile tükenmiş

olan sıcak memleketlerin bitki ve hayvanlarının donmuş eserleriyle istidlal ederler.

5 – Yer’in bir diğer hareketi de ılım noktalarının geri hareketine sebep olur ki dolanımın

tamamlanması 25.872 sene zarfındadır. Milattan önceki bir dönemde burçlar 12’ye uygun olan yıldız

şekillerinin isimleriyle değiştirilmediği halde günden güne adı geçen şekiller Doğu’ya doğru ilerlemiş

ve her birinin yerlerini diğer yıldız şekilleri zapt eylemiştir. Zamanımızda ilkbahar ılımının burcu olan

şekil Koç’un sonlarına122

ve bu anlamda tecavüzler vuku bulmuştur ki buna ılım noktalarının öncelimi

adı verilir. Bu hareketin bir görünen sonucu olarak genel olarak sabit yıldızlar Batı’dan Doğu’ya bir

sene zarfında 15 saniye yani ¼ derece kat ederler gibi görünürler.123

Bu hareketin sebebi de Yer’in

şekli daha önce geçtiği üzere bir küre benzeri olmakla ekvator ile tutulum dairesinin ortak kesit ve

uygun yerlerindeki hat Güneş ile Ay’ın birden çekim tesirlerinden oluşan bir etkiye maruz kaldığından

burçların aksi istikameti yönünde tedirginlik (tezebzüb) halinde bir hareket oluşmuştur.

6 – Yer’in titreme hareketi (hareket-i ihtizâziyye) denilen küçük bir hareket. Güneş ve Ay’ın

çeşitli durumlarında aynı şekilde çekimlerinin paralel cüzi etkilerinden ortaya çıkan bu hareketin

sonucu olup Ay’ın düğümü denilen 19 senelik bir dolanımı (adı daha önce zikrolunan) astronomun

keşfidir.

7 – Güneş, kendine bağlı bütün gezegenlerle Yer’in ortak olduğu bir genel hareketle hareket

eder. (Bu hareket), Güneş Sistemi’nin bir sene zarfında 600.000 km kat ederek Herkül (el-Câsî alâ el-

Rukbetihi) takım yıldızının belirli bir noktasına doğru oldukları halde yürüyüp gitmesidir.

119

Metinde “miktâr-ı inkılâbları” yazılmış; doğrusu “medâr-ı inkılâbları” olmalı. 120

“Ne asalet, ne sertlik; daima bahar (güzellik).” 121

? چميم 122

“cümle-i sûrun sonlarına ve hiddet-i hamelin sonlarına” 123

Metinde “bir sene zarfında 15 saniye ve 31 sene zarfında 4/1 (ا/د) derece kat ederler gibi görünürler.”

yazılmış.

42

Yer’in Ölçüsü, Enlem, Boylam ve İklimler

Eskiden beri Yer’in küreselliğini keşif ve ispat edip en büyük dairesini 360 derece itibar ve bir

derecelik uzunluk yani çevrenin 1/360 parçasını ölçerek 25 km olduğuna coğrafyacılar ittifak ve karar

ettiklerinden Yer’in çevresi 360 x 25 = 9000 olmuş olur. Yer üzerine Güneş’in ışığının derecesine

nazaran Yer yüzeyi doğal olarak beş mıntıkaya taksim olunup güneysel ve kuzeysel dönence daireleri

ile ekvator arasında vaki iki mıntıkası daima Güneş’in hararetine tutulmuş olduklarından “sıcak

kuşak” (mıntıka-i hâre) denilip enlemsel mesafesi 460 56

ı, dönence daireleri ile kutuplar arasında olan

iki mıntıkaya “ılıman kuşak” (mu‘tedile) adı verilir. Her birinin enlemsel mesafesi 43,4 derece ve

dakika itibar olunmuştur. Kutup daireleri ile iki kutup arasında mahsur olan yerlere, şiddetli

soğukluklar nedeniyle “soğuk kuşak” (müncemid)124

tabir olunur. Her birisinin yüzey alanını bilmek

için yarıçapa yakın oranı olan 3,14160 adedi n, Yer’in yarıçapının eşit olduğu 1432,4 km uzunluk s,

(yarıçapın) iki katını yani Yer’in çapını r ve kesitin uzunluğu d işaretleriyle ifade olunursa s = 4 n r2 s

2

½ d düsturu ile hesap olunur. İşte soğuk kuşakların her birisi 1.066.224 ve ılıman kuşakların her biri

6.691.752 ve tüm olarak sıcak kuşak 10.627.308 km2 olup ve baştanbaşa zeminin yüzeyi 25.783.300

km2 olduğu çıkarılmıştır. Bundan dolayı ılıman kuşak soğuk kuşağın altı kat, sıcak kuşaklar soğuk

kuşakların on kat büyük ve geniştir.

Yer’in şekli daha önce geçtiği üzere bir küre şeklinde olmakla çeşitli yerlerde tam bir dikkatle

birer derecesi ölçüldüğünde kutup taraflarında ölçülen bir derecelik yerin uzunluğu ekvatorunkinden

1344 metre fazla bulunmuştur. Yer’in küreye benzemesi belirli bir boylamda olan bir sarkaçlı saatle

dahi çıkarılmıştır.125

Yer’in kutup taraflarının yarıçapı, ekvator yarıçapından küçük ve Yer’in merkezine yakın

olduğu anlaşılmıştır. (Mekânın enlemi); bir yerin enlemi onun derece olarak ekvatordan uzaklığı ve

aynı şekilde ekvatordan o yerin zenitinin miktarı sebebiyledir. Kutup yıldızının ortalama yüksekliği o

yerin enlemine eşittir. Ekvatorun kuzeyinde kuzeysel enlem ve güneyinde güneysel enlem olup iki

yönün enlem dereceleri 90 derece kadar sayılır. (Mekânın boylamı); birinci – itibar olunan bir

meridyen dairesi ile bir yerin meridyen dairesi arasında ekvator derecesinden mahsur olan yaydır ki

doğusal, batısal iki yönde her birisinden 180 dereceye kadar sayılır.

Eskiler bu yönde olan bayındır memleketlerin alanını kutuplar yönündeki bayındır yerlerin

alanından daha çok bulduklarından doğudan batıya olan yönü boylam ve ekvatordan iki kutba doğru

enlem itibar ediyorlarmış. Ve boylam başlangıcını batı taraflarında seçmekle bayındır parça

zannedilen Cezâir-i Hâlidât’ın126

(Teymûr) batı ucundan saymışlar idi. Lakin günümüzde Fransa

Fevke Paris Gözlemevi’nden ve İngiltereliler Greenwich Gözlemevi’nden ve İstanbul’da Ayasofya

camii-i şerifinin vasat-ı kabesinden (kıble-gâhından) geçen meridyen dairelerini boylam başlangıcı

itibar edip doğusal ve batısal yüz seksen derece sayıyorlar. Güneş ve kubbe başından ibaret olan

124

Buz halinde olan; buzlu, donmuş. 125

اصنك ظرفنده عددندا بانيله دخى استدالل اولنمشدربر ساعت رق 126

Metinde Cezâir-i Hâldân yazılmış. Doğrusu Cezâir-i Hâlidât’dır (Kanarya Adaları).

43

Güneş Sistemi’nin asli üyeleri ile her birinin özel durumlarını tek bir görüşte belirlemek üzere bazı

yeni kitaplardan alınan bu mahalde vaz ve irad olunmuştur:

Sabit gezegenler (seyyârât-ı sâbite) yani uydu (peyk) ve sâil de denilen kırmızı gezegenler; bazı

asli gezegenlerin etrafında bir takım felekler dolanır ki bunlara tabi olanlar anlamına gelen (sâbite) adı

verilir. Yukarıda beyan ettiğimiz üzere birisi Yer’in hareketine tabi olarak etrafında dolanan Ay’dır.

Dördü Jüpiter’in, sekizi Satürn’ün bunlardan tertiplerinde birinci vaki olan sâbitesinde Milattan 1848

senesinde keşfolunmuştur. Altısı Hercshell’in (Uranüs), ikisi Neptün’ün etrafında devir ve hareket

ederler. Şimdiye kadar bu çeşit yıldızların adedi yirmi bire ulaşmıştır.

Aşağıda beyan olunacağı üzere bunlar bağlı bulundukları gezegenlerin etrafında özel

hareketlerini icra eyledikleri halde tabi oldukları gezegen ile beraber Güneş’in etrafında dolanıp kendi

eksenleri üzerinde hareketleri yoktur. Bir cisim hareketli bir ip ile bağlanıp idare olunduğu halde

hareket merkezine (göre) daima bir yay çizdiği gibi bu uydular da her bir konumlarında tabi oldukları

asli gezegenin merkezine çevre yüzeylerinin bir yarılarını gösterip öbür yarılarını daima karşı

yönlerinde olarak kendisine tabi olduklarıyla birlikte uzayda sürünüp giderler. İşte bu çeşit hareketler

pek açık olarak Ay’ımızda daima gözlemlenmiştir. Lakin bu görüş Laplace adlı dikkatli şahsın

yöntemine ve pek çok astronomun sözüne muhalif görünür. Bunlara göre uyduların bir eksensel

hareketi var ise de asli gezegenlerin eksensel hareketlerine benzemeyip bu çeşit yıldızlar gezegenlerin

etrafında hem dolanım hareketlerini ve hem de eksensel hareketlerini günler biçiminde tamamlarlar.

Ay da meskenimiz olan Yerküre’ye tabi ve bütün yıldızlardan bize yakın ve konumları görünür ve

Güneş’ten başka tümünden ışık aldığından bazı ayrıntılarına girişilmemiştir.

Ay’ın özel hareketinin mevcut cisimlerin hareketlerinden fazla hızlı olduğu hissedilir. Ay’ın, her

ay zarfında şekli değişir ve genel hareketinin ters yönündeki dolanımını Yerküre etrafında ve 27 gün

zarfında tamamlar. Günlük hareketini diğer yıldızlar gibi doğudan batıya doğru ettiği halde her gün

doğu yönünde yıldızlardan birer miktar geri kaldığı gözlenip Ay’ın iş bu gerilemesine ve geri

hareketine Anomalistik Hareket (Hareket-i Hasse)127

ve Dönencel Hareket (Hareket-i Medâriyye)

denilir.

Ayküre’nin ışıklı ve ışıksız konumlarından oluşan Ay şekilleri pek açık olarak görünen ve özel

alametlerdendir.

Mesela Yeni ayın başlangıcında Ay Güneş’ten takriben 12 derece kadar ayrıldığında Güneş’in

batışından sonra ufuk üzerine dışbükey tarafı Güneş’e doğru uçları ters yöne doğru olduğu halde bir

ışın kavsi görünmekle başlayıp bu konum ve heyetine (Hilâl) adı verilir. Sonra her gün Güneş’in doğu

tarafında kalarak ondan geriledikçe bize doğru olan Ay’ın evresinin ışığı artarak yedi – sekiz gün

sonunda Güneş’ten 900 kadar uzak olması sebebiyle bir yarım daire şeklinde görünür. Ve bu konuma

İlk Dördün (Terbî‘-i Evvel) denilir.

Bu dördünden sonra aynı şekilde Güneş’ten uzaklaşarak azar azar ışığı artar ve iki hafta sonra

Güneş’in 1800 yani altı burç kadar uzağında olarak Güneş ile mukabele yani Güneş’in batış zamanında

127

Anomalistik Ay: Ay’ın perije noktasından iki geçişi arasındaki süre; 27,5546 gün.

44

Ay’ın doğuşu ve gece yarısında Ay meridyen dairesine ulaşır. İşte bu hale Dolunay (Bedr) adı verirler.

Doğu tarafında aheste aheste Güneş’e yaklaşmakla ışığı azalarak üç haftalık olduğunda yine Güneş ile

uzaklığı 900 yani üç burç kadar kaldığında aynı şekilde bir yarım daire şeklinde gözlenir. Ay’ın bu

konumuna Son Dördün (Terbî‘-i Sânî) derler. Dördüncü haftasında yakınlaştıkça doğuşu erteleyip ve

ışığını arttırıp gide gide Güneş’e yine on iki derece yakılaştığında başlangıçta olduğu gibi bir tersine

dönmüş Hilâl şeklinde kalıp ve nihayet Güneş’in ışığına yakınlaşır, ışıklı tarafı yukarı olup ışıksız

yarısı bize doğru olduğundan ışığı bütün bütün azalarak bize görünmez olur. Ay’ın bu konumuna

(İmhâk) tabir olunur. Tamam.


Recommended