+ All Categories
Home > Documents > Kelime ve Şey: Öz ve Sancaklar Camii

Kelime ve Şey: Öz ve Sancaklar Camii

Date post: 16-May-2023
Category:
Upload: pamukkale
View: 0 times
Download: 0 times
Share this document with a friend
24
Mit ve Mimarlık Editör: Özen Eyüce
Transcript

Mit ve Mimarlık

Editör: Özen Eyüce

Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları No: 148Mit ve Mimarlık

Editör: Özen EyüceISBN: 978-605-67456-5-2

1. Baskı: Ocak 2018

Bahçeşehir ÜniversitesiÇırağan Cad. Osmanpaşa Mektebi Sk. No:4-6 Beşiktaş/İstanbul

Tel: 0212 381 05 60 • Faks: 0212 381 05 50 • www.bahcesehir.edu.tr • [email protected]

PUSULA GLOBAL YAYIN A.Ş.Abbasağa Mah. Ihlamur Yıldız Cad. No: 8/A Beşiktaş / İSTANBUL

0212 258 04 20-21www.pusulakitaplik.com

Yayıncılık Sertifika No: 35347©Pusula Global Yayın A.Ş., 2017

Basım YeriDeniz Matbaa Mücellit

Gümüşsuyu Cad. Topkapı Center, Odin İş Merkezi No: 403/2 Topkapı-İstanbul

Tel: 0212 613 30 06 - Faks: 0212 613 51 97 Matbaa sertifika No: 29652

Bu eserin hiçbir kısmı; kitaplar, eleştirel makaleler ve yorumlar bünyesinde yer alan alıntılar haricinde, yazarın müsaadesi olmaksızın herhangi bir elektronik, mekanik fotokopi, kayıt ya da sair şekil veya surette

çoğaltılamaz, tekrar kullanılmak üzere kaydedilmez veya aktarılamaz.

I v

İÇİNDEKİLER

Önsöz ...................................................................................................................V

Mimarlık ve Mitler Üzerine ................................................................................... 1Özen Eyüce

‘Süleyman’ı Geçmek’ Süleyman ve Tapınağının Bizans ve Osmanlı Görsel Kültürlerinde Mitleşmesi .... 25Suna Çağaptay

İstanbul’un İmarı Meselesi ve “Güzel İstanbul” Miti, 1938-1949 ......................... 47Işıl Uçman Altınışık

“Dev Eserlerin Encamı Budur” İdeoloji, Mit ve Barajlar ....................................... 69Nilay Ünsal Gülmez

Bir Kentsel Mit’e Doğru: Maden/ci Kenti Zonguldak ......................................... 101Efsun Ekenyazıcı Güney

İnşa Halinde Bir Mit, AKM İstanbul ................................................................... 125Dürnev Atılgan Yağan

Kelime ve Şey: “Öz” ve Sancaklar Camii ............................................................. 149Burak Altınışık

Bir Çağdaş Mit: Konut Marka Söylemlerinde Mahalle Kültürü .......................... 171Melahat Küçükarslan Emiroğlu

Türkiye’de Mitolojik Bir Anlatı Kültürü: Mimari Eskiz ......................................... 193Devrim Işıkkaya

Kelime ve Şey: “Öz” ve Sancaklar Camii

Burak Altınışık

‘Bir kelimeyi kullandığımda’ dedi Humpty Dumpty, oldukça küçümse-yici bir tonda, ‘ne anlama geldiği sadece ne anlama gelmesini istediğim kadardır – ne eksiği, ne de fazlası.’

‘Mesele’, dedi Alice, ‘kelimeleri çok farklı anlamlara açıp açamadığındır.’

‘Mesele’, dedi Humpty Dumpty, ‘hangisinin efendi olduğudur – hepsi bu.’1

Çerçeve: mit/ik

Söylemsel bir pratik olarak mimarlık alanı içindeki görme ve konuşma tercihi olarak uzlaşılan kelime dağarcığında “öz” isimlendirmesine zaman zaman rastlamak mümkündür. Özel-likle kültürel hafıza ve kimlik tartışmaları söz konusu olduğun-da “öz” tahayyülü, olumsal, tarihsel ve kültürel farklılaşmaları kolektif bir biçimde aynılaştıran/türdeşleştiren ve normlaştıran bir şema olarak işler: parçalı ve kesintili bir yapı içinde ortaya atılan ezeli, ebedi, doğal ve sürekli bir şekilde var olan bir “öz” varsayımı.

Söz konusu varsayım, Roland Barthes’ın “mitik” olarak adlan-dırdığı, belirli koşullar içinde konumlandırılmış bir iletişim siste-

1 Lewis Carroll, Through the Looking Glass, Penguin Books, London, 1960, 281. (çeviri yazara ait)

148 I Mit ve Mimarlık

mi olarak belirli bir görme ve konuşma biçimiyle ilişkilendiri-lerek çerçevelenebilir.2 Mit/ik olan, söylemsel bir şebeke içinde varlık kazanır. İletisi kültürel imalatların doğal olarak sunulması olan miti tanımlayan şey iletinin nesnesi değil, söz konusu ile-tiyi dillendirme biçimidir.3 Mit, şeylerin “doğa”sından türemez; tarihsel olarak seçilmiş bir konuşma dağarcığına gömülür ve tarihi “doğa”ya dönüştürür.4 Kelimeler ve şeyler arasında ifade olarak yoğunlaşan veya seyrekleşen kültürel-tarihsel-olumsal bağıntıları, çeşitli gerekçelendirmelerle doğallaştırıp indirgedi-ği bir biçime (sağduyu, akıl, norm, öz, vs.) çevirir, kültürel-ta-rihsel-olumsal olanı ebedi kılar. İndirgediği biçimin nesnelerin doğasından kaynaklandığına inanılması mitik olanın erişmek istediği amaçtır. Mitik söylemin işlevi saklamak değil, daha çok onu zaten geçmişten beri doğal olarak şimdi ve burada olduğu biçimde konumlandırmaktır. Mitik söylem, anlamı boşaltarak ifadeyi çoğaltır ve bu ifade yığınını indirgenmiş bir anlama zo-runlu olarak düğümler.

Yukarıdaki başlıkla önerilen bu metnin ilgi alanını, özgül bir mimarlık imalatı olarak Emre Arolat Mimarlık tarafından tasar-lanmış Sancaklar Camii özelinde ortaya konan kavramsal açıkla-maları konumlandırmak için tercih edilen “öz” terimine yönelik sorunsallaştırma çabası oluşturacaktır. Bir başka deyişle, ne “öz” kelimesinin, ne de “öz” kelimesiyle ilişkilendirilen şeyin, ne anla-ma gelmesi istendiğinin dışında her zaman eksik veya fazla olaca-ğına dair bir dizi spekülasyona başvurulacaktır.

2 Roland Barthes, Mythologies, The Noonday Press, New York, 1991.3 Barthes, 107.4 Barthes’a göre söz konusu konuşma sözel bir alanla kısıtlı olmayıp, yazılı ve

temsili kipler olarak fotoğraf, film, resim, poster, haber, spor, gösteri, reklam da mitik konuşmanın hizmetinde olabilir. Mimarlığı da bu kapsamda düşün-memek için aksi bir sebep görünmez. Barthes, 113.

Kelime ve Şey: "Öz" ve Sancaklar Camii I 149

Kelimeler

Öncelikle cevabı açık gibi görünen bir soruyla başlayalım: Keli-melere neden gereksinim duyulur? Basmakalıp olmayan bir cevap belki şöyle olabilir: Kısa ve kaba bir kestirimle, içinde yaşanan dünya hakkında birtakım iddialarda bulunmayı konuşulabilir ve görülebi-lir kılmak için. Kelimeler birer aracıdır. Bu aracılar sayesinde hem öznenin kendi hem de başka öznelerin zihninin içinde düşünce ola-rak belirenlere dair görece incelmiş bir sezgi edinme imkânı ortaya çıkar. Kelimeler aracılığıyla öznelerin yorumları dünyevi olana giy-dirilir. Kelimeler özneyi şeyleri nasıl düşündüğüyle, nasıl gördüğüy-le ilişkilendirirler; dünyaya dair bir bilinci kuşatırlar. Kelimeler şey-leri isimlendirir, başka düşünme biçimlerine ve dünyalarına açılır, mevcut fikirleri yayar, olası imgeleri canlandırır. Bir başka deyişle, girişteki Alice alıntısında vurgulandığı gibi, kelimeler tam ve eksik-siz değil, tam tersine, değişime ve farklılaşmaya açıktır.5

Şüphesiz kelimeler sadece olgusal bilgi aktarmanın tarafsız aracıları değildir; bilgilendirici birer içerik taşıyıcısı olmalarının ötesinde karşılıkları olduğu belirtilmelidir. Özellikle, modern-lik olarak adlandırılan ontolojik ve epistemolojik kaymalara yol açacak değişimleri hızlandırıp yaygınlaştıran süreçlerle birlikte, kelimeler ve şeyler arasında doğal olarak var olduğu düşünülen örtüşme rejimi kabaca on altıncı yüzyıl sonrasından itibaren çö-zülerek farklı katmanlaşmalara evrilmiştir.6 Kelimeler şeyleri res-

5 Luca Basso Peressut, Imma Forino, Gennaro Postiglione, Roberto Rizzi (ed.), Interior Wor(l)ds, Umberto Allemandi&C., Torino, 2010, 9.

6 Rönesans sonrasından on dokuzuncu yüzyıl sonuna kadarki tarihsel süre içindeki rejim çözülmelerini ve dönüşümlerini inceleyen en önemli metin-lerden The Order of Things kitabında Foucault şöyle der: “[...] Yazılı kelimenin gerçeğin diğer gösterge ve biçimleri arasına dahil edilmesi sona erer: Dil dünya-nın betimlenmelerinden birisi ya da zamanın başlangıcından bu yana şeylere vurulan bir işaret/mühür değildir artık. Gerçeğin tezahürü ve göstergesi bun-dan sonra apaçık ve belirgin olan algıda aranacaktır. Eğer gücü yeterse gerçeği tercüme etmek kelimelerin işidir, ancak bundan sonra onun işareti olma hakkı olmayacaktır. Dil, şeylerin kendilikliliğinin arasından çekilerek tarafsızlık ve şeffaflık dönemine girmiştir.” Michel Foucault, The Order of Things, Routledge, Oxon, 2002, 62. (çeviri yazara ait)

150 I Mit ve Mimarlık

metmezler; şeylere dair kesin ve özdeş karşılıklar olmaktan çok, yak(ın)laştırmalardır. Bu çerçevede, tarihsellikleri içinde edinil-miş farklı tını, kıvrım, kat(man), yoğunluk, işleyiş ve işlemleri açısından ‘kelimelerin politiği’ olarak ifade edilebilecek bir etki alanının varlığından söz etmek mümkündür. Şeyler, bu politik alan derinliği içinde kelimeler tarafından işaret edilirler. Bir başka ifadeyle, herhangi bir sabitlik ve zorunluluk olmaksızın, kelimele-rin etrafında oluşan bir çekim alanı içinde, farklı yoğunluktaki sı-kışma veya gevşekliklere göre katmanlaşan anlam ve gösterilenler ağı içinde öznel ve nesnel bilginin konusu haline gelirler. Örtük ya da açık olarak belirli değer atıflarına dair ön kabuller barındırır-lar. Kelimelerin arasında kurulan olası bağıntılar ve düzen, şeyle-rin arasında kurulan olası bağıntı ve düzene dair düşünme hatları çizer. Dolayısıyla, öznenin de kuşatıldığı anlam bölgesinin göster-geleri olarak kelimelerin, şeylerin ne olduğu kadar ne olması ge-rekliliğiyle ilişkilendiren imge(lem) aracıları oldukları söylenebi-lir. Kaba ifadesiyle, ideolojiktirler. Toplumsal-kültürel gerçekliğin belirli bir biçimde inşasının araçları olarak işlerler. Tercih edilen kelime örüntüleri, şeylerin ve olayların işlenmesi için bir tür şema ya da diyagram oluştururlar: kavramlar ve önermeler. Şeyler ya da maddi yapılar yerleştirildikleri kelimelerle örülü söylem şebekele-ri içinde belirlenir ve yapılanırlar.7 8

Dil ve bina etkinliği arasında Babil Kulesi aracılığıyla kurulan mitolojik ilişkinin9 dışında mimarlık etkinliğiyle ortaya konan maddi imalatlarının dil ile herhangi bir özdeşlik ilişkisi olmadı-

7 “Dilin kendisi yapıları yapma, kullanma ve anlamanın merkezinde bulunur.” Adrian Forty, Words and Buildings, Thames and Hudson, Londra, 2000

8 Michel Foucault, Archeology of Knowledge, Routledge, Oxon, 1989.9 Babil Kulesi, çeşitli mitolojik anlatılarda ve kutsal metinlerde geçtiği haliyle

yeryüzündeki halkların ve konuştukları farklı dillerin kökenine dair sembo-lik bir unsur. Bu anlatıya göre dili ve sözü bir ve tek bir halk olan insanlar bir kent ve kule inşa etmek üzere toplanmışlar, ancak “göksel” bir müdahale sonucunda dilleri karıştırılmış, birbirleriyle anlaşamaz hale geldiklerinden kuleyi tamamlayamamış ve dünyaya dağılmışlardır.

Kelime ve Şey: "Öz" ve Sancaklar Camii I 151

ğı belirtilmelidir. Ancak bu durum mimarlık etkinliklerinin dilin dışında konumlanan bir özerklik bölgesi olduğu düşüncesine yol açmamalıdır. Mimarlığın algılar, ağırlıklı olarak görme, aracılı-ğıyla deneyimlenmesinin dilsel aracılıkla bağdaşmaz olduğu dü-şünülegelmiştir. Öyle ki, Bauhaus’un etkin figürlerinden László Moholy-Nagy 1928 tarihli The New Vision (Yeni Görü) isimli kita-bında dilin, duyusal deneyim alanının içerdiği zengin çeşitliliğini ve kesin anlamını formüle etmek için yetersiz olduğunu yazar.10 Örneğin, Mies van der Rohe’nin “inşa et – konuşma” deyişi mo-dernist çevrelerde uzun süre yankı bulmuştur.

Mimarlık imalatları ile ilgili konuşmanın ya da yazmanın, basit bir şekilde onların izini takip ettiği “hakikat ”ini yansıtacak yeterlilikte olmamasından dolayı sadece silik bir kopyasını ta-rif ettiği varsayımı, özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra, gerçekliğin dil içinde ve dilin olanaklarıyla bir konuşma biçimi olan söylemsel ve söylemsel olmayan pratikler aracılığıyla üretildiği yönündeki epistemolojik çerçevelerle aşınacaktır.11 Söz konusu aşındırma girişimi, hem kelimeler ve anlamlar arasındaki kesintisiz ilişkilenme-ilişkisizlenme salınımlarını hem de öznele-rin bu salınımlar içinde ortaya çıkardığı şeyleştirme şebekelerinin boşluklarını sergiler. Buna göre dile getirilerek biriken kelime da-ğarcıkları şeylerin kendisiyle ilgili değil, şeylerle karşılaşmalarla ilgili çerçevelemelerdir.

Şeyler

Mimarlık ürünlerinin kavranması ve deneyimlenmesi kaçınıl-maz olarak her zaman dil ve söylem ile aracılanır.12 Sessiz düşün-ceden açıklama metnine geniş bir spektrumda estetik yargı olarak

10 Forty, Words and Buildings, 12.11 Foucault, a.g.e. Ayrıca, Michel Foucault, The Order of Things, Pantheon Bo-

oks, 1970.12 Söz konusu önermeyi merkezine alarak mimarlık ve dil ilişkisini tartışan bir

kitap için bkz: Thomas A. Markus, Deborah Cameron, The Words Between the Spaces, Routledge, Londra, 2002.

152 I Mit ve Mimarlık

ifade edilmiş her seviyedeki kayıt ve bunun dolaşımı dil ve keli-meler üzerinden işler. Her ne kadar yapılar mekânı çevreleyen ve düzenleyen maddi şeyler olarak zorunlu temsiliyetler olmasalar da, konusu oldukları metinler -sözel ya da yazılı- bağlamında ke-lime seçimlerine göre şeylere dair belirli bir gerçeklik imalatının temsiliyet konusu haline gelirler. Bu noktada yapılar ve kelime-ler (dil) arasındaki ilişkinin özdeş veya analojik değil, etkileşimli olduğu hatırlanmalıdır.13 Metinler, içinde üretildikleri toplumsal, politik ve ideolojik değer atıflarına dair anlam ağlarının gösteren-leri olarak düşünülebilir. Bir mimarlık ürünü de fiziksel gerçeklik olarak görünür olmadan önce dağınık ya da sistematik, belirli bir düşünce örüntüsü ifade etmek üzere kelimeler aracılığıyla anlam inşasından geçer; yapım sonrasında da yine süregiden kelimeler aracılığıyla tercüme edilerek dolaşımda kalır.14 Kuram ve/veya söylem adı verilen düşünce imalatı pratikleri, tam da kelimeler ve şeyler arasında öngörülen anlam inşalarındaki tikel farklılıkların toplamıdır. Mimarlık imalatlarını metafizik bir müphemlik için-de konumlandırarak gizlemli (ezoterik) harelerle donatmak ya da dünyeviliğin kiriyle, yapaylığıyla, kurmacasıyla düşünmek ve an-lamlandırmaya çabalamak kelimelerin vazifesidir.15 Bu çerçevede kelimelerin herhangi bir pratik içindeki vazifelerinin ne olduğunu soruşturmaya tabi tutmak eleştirel zeminde elzem görünür: Ke-limeler ve anlam yak(ın)laştırmaları arasındaki karşılıklı akış ve birbirlerinden uzaklaşmalarına dair kaçış çizgilerini işaretlemek.

Mimarlık alanındaki şeyleştirmeler ve bununla ilişkili kelime tercihlerinin ise mitik katmanlarla sarmalanması söylemsel per-

13 “Genellikle mimarlık ürünleri hakkında yazılan ve söylenenlerin basitçe onla-rın izlerini takip ettiği ve gerçekliklerinin daha yetersiz yansılamaları olduğu varsayılır: halbuki, dilin kendisi, diğer duyular aracılığıyla biçimlenenden fark-lı olmakla beraber, eşdeğer bir gerçeklik kurar.” Forty, 13. (çeviri yazara ait)

14 Markus and Deborah, The Words Between the Spaces, 92.15 Bataille’ın deyişiyle: “Bir sözlük kelimelerin anlamlarını değil, vazifelerini an-

lattığında başlar.” George Bataille, “Formless”, Visions of Excess: Selected Wri-tings 1927-1939, University of Minnesota Press, Minneapolis, 1986, 31.

Kelime ve Şey: "Öz" ve Sancaklar Camii I 153

formans olarak neredeyse sıradan bir vaka gibidir. Örneğin, Le Corbusier’nin kendi söylemsel personasını inşa ettiği metinlerde başvurduğu mitik ilkel insan figürü büyük mimarlık yapmak için iki elzem şartı yerine getirdiğinden söz eder: Birincisi, kendi bede-ninden türettiği ölçülerle ölçümlediği için inşa ettiği yapılar insa-nın ölçüsünde, insan ölçeğinde ve insanla uyum içindedir. İkincisi ise, dik açılar, akslar, kare ve daire kullanma güdüsüyle yönlendi-rildiği için ilkel insanın başka türlü yaratamayacağını kendi kendi-ne gösterir. Daireler, dik açılar geometrinin hakikatleri olduğu için gözlerin ölçebildiği hakikatlerdir. Geometri aklın dilidir.16

Mitik katmanlar içinden konuşmanın özgül biçimlerinden birisi olarak Louis Kahn’ın ünlü retorik sorusu17 hatırlanabilir. Bu türden bir canlandırmacılık için Eski Yunan’da mit yaratımı anlamına gelen mythopoesis terimininden Ernst Cassirer’in dev-raldığı biçimiyle mitopoetik ifadesini kullanmak isabetli olabilir.18 Cassirer’in tanımıyla mitik olanın önemi ve derinliği görünüm-lerinin açığa vurduklarında değil, sakladıklarındadır. Bu tanım kapsamında mimarların mitopoetik ifadelere gösterdikleri eğilim, kelimelerin uyandırdığı şiirsel imgelemle birlikte açığa vurdukları gizle bağıntılı olarak düşünülebilir. Mitopoetik ifade aşkınlık düz-lemine sıçramaz. Kendisini, içerdiği şeylerden önce var olan bir mekândan çok, şeylerle birlikte kurulan bir mekân olarak kurar.

16 Le Corbusier, Towards A New Architecture, Dover Publications, New York, 1986, 69. (çeviri yazara ait)

17 “Tuğla’yı düşünürseniz, Tuğla’yla konuşursunuz, ‘Ne istiyorsun Tuğla?’ Ve Tuğ-la size der ki, ‘Kemer seviyorum.’ Ve siz Tuğla’ya dersiniz ki, ‘Bak ben de bir tane istiyorum fakat kemerler pahalı ve ben üzerinde beton bir lento kullanabilirim. Bu konuda ne düşünüyorsun, Tuğla? Tuğla der ki: ‘Ben kemer seviyorum.’ Gör-düğünüz gibi, kullandığınız malzemeyi onurlandırmak önemlidir […] Bunu ancak Tuğla’yı onurlandırarak ve Tuğla’yı yücelterek yapabilirsiniz, mahrum bırakarak değil.”; Robert C. Twombly, Louis Kahn: Essential Texts, W. W. Nor-ton & Co, New York, 2003, 241. (çeviri yazara ait)

18 Ernst Cassirer, The Philosophy of Symbolic Forms,Yale University Press, New Haven, 1955.

154 I Mit ve Mimarlık

Şeylerin dışında değildir; şeylere içkin olma eğiliminde ya da id-diasındadır. Mies van der Rohe’nin “Konuşma, inşa et”19 sözü bu anlamda bir başka mitopoetik konumlanma olarak öne sürülebi-lir: yapmanın şiirselliği/mitolojisi.

Kelime: öz

Belirli kelimeler onlara atfedilen anlam ve olumlu imaları dı-şında başka fikir ya da ifadelere karşı bir direnç göstermek için de kullanılırlar.20 Bir başka deyişle, söz konusu tercihler ampirik dü-zeydeki isabet veya yakınlaştırmalar dışında politik olarak kulla-nışlılıklarıyla da belirlenir. Buradaki politik kullanışlılık iletişimsel bir taktik anlamında değerlendirilebilir: Cari olduğu varsayılan güç odaklarıyla dolaylı ya da doğrudan bir temas dili olabildiği gibi, kendi pratiğini anlamlandırma noktasında kuramsal gibi görünen bir terminoloji ya da terim setiyle konuşmak. Her iki durumsal çer-çeve bir meşruiyet zemini kurmanın ya da mevcut zeminlere ayak basabilmenin elverişli koşullarını manipüle edebilme girişimleriy-le bağıntılı olarak okunabilir. Söz konusu manipülatif girişimlerin modern dünyanın olağan bir bileşeni olduğu ise unutulmamalıdır. Modernlik olarak ifade edilen akışkan tarihselliklerin özne ve nes-ne arasında sımsıkı örüldüğü düşünülen tarihsel büyük ‘metin’ do-kusundaki yırtılmaların ortaya çıkardığı epistemolojik ve ontolojik kavramsal yırtık, ikna edici yeni çerçeveler sunmaya yönelik kelime ve metin üretimini neredeyse bir zorunluluk olarak dayatır. Üre-tilen her metin, ortaya atılan her kelime ve ilişkilendirilen her şey örtük ya da açık, karşıt ya da taraf, bir anlamda bu zorunluluğun olumlanması olarak kavranmalıdır.

Dünyevi imalat düzlemi içinde konumlanılmasına rağmen mi-marlık alanında, özellikle modernite yayılımından beri söylemsel olarak dilsel inşayı metafizik cazibelere yatırmak konusunda ısrar-

19 “Build, don’t talk.”; Franz Schulze, Mies van der Rohe A Critical Biography, The University of Chicago Press, Chicago, 1985, 120.

20 Forty, Words and Buildings, 11.

Kelime ve Şey: "Öz" ve Sancaklar Camii I 155

lı davranılmış görünür. Söz konusu cazibenin en muteber başlığı, en azından on dokuzuncu yüzyıldan bu yana “öz” meselesi gibidir.

Özcü düşünce kabaca şu önermeyle özetlenebilir: “Şey”leri öyle yapan, tanınabilir ve tanımlanabilir bir “öz”leri vardır. Bu öyle temel özelliktir ki, aynı kategorideki şeylerin başka türlü ol-masına izin vermediği gibi, aynı anda onlar hakkında her türlü malumatın da kaynağıdır. Maddi mevcudiyetlerin tümü “öz”ün ideal biçimine öyle ya da şöyle sadık kalarak, ancak şu ya da bu şekilde kusurlu birer kopya olarak gerçekleşirler. Özcü dü-şünceye göre şeylerin sabit özü, hakikat ve salt görünüş olarak ayrıştırılmıştır, ancak aynı zamanda birbirine eşlik eden onto-lojik bölünmenin kavramsal ve/veya ampirik analizleri sonucu keşfedilebilir. Öne sürülen analizler aracılığıyla bir dizi soy(utla)ma işlemine tabi tutulan şeyler, özsel ve olumsal/rastlantısal bi-çiminde kümeleştirilen özelliklerine ayrıştırılır. Kaba bir analo-jiyle ifade edilebilecek olursa, özü oluşturduğu düşünülen çekir-deği saran olumsal kabuğun soyulması söz konusudur: Doğası gereği öz olarak addedilen bir şeyin olumsal gözüyle bakılan şeylerden, tartışmasız gibi görünecek şekilde ayırt etme işlemi.21

Düşünme etkinliğini özcülüğe yatıranlar nedenselliklere re-feranslarla şeylerin neden öyle olduklarına dair ikili bir şemada işlem yaparak nedenleri ifşa etmeye ve açıklamaya talip olurlar. Söz konusu şema şeylerin altında yatan yapılara ve nedensel güç-lere dair varsayımları ve bu yapılara ve güçlere sahip olan şeylerin varlık kazandıkları özel koşullarda nasıl hareket etmek zorunda olduklarına dair varsayımları içerir.22

Özcü şemanın şöyle bir açmazı olduğu söylenebilir: Şeylere özgü özellikleri sağlayan bir doğal yapı ve güç olarak sunulan öz

21 Tristan Garcia, Form and Object: A Treatise on Things, Edinburgh University Press, Edinburgh, 2014.

22 Brian Ellis, The Philosophy of Nature, A Guide to the New Essentialism, Acu-men, Chesham, 2002, 159.

156 I Mit ve Mimarlık

varsayımı, yeri geldiğinde bir öz mevcudiyetinin tanısı olarak iş-levsel olsa da özün var olduğunu zorunlu kılmaz.23 Daha basit ve kaba bir ifadeyle söz konusu olan bir totolojidir: Özcü varsayımın ilk oluşumundan itibaren öz her zaman saklıdır. Totoloji şu so-rulara ikna edici karşılıklar veremez: Bir şeyin özünü oluşturan özelliğin gerekli ve yeterli koşulları nelerdir? Özü oluşturan özel-likler nereye kadar ve nasıl uzanır? Özü oluşturan özellikler hangi olgular aracılığıyla bilinebilir?

Bilim olarak adlandırılan etkinlikler toplamının belirli bir kümesinin çizmeyi tercih ettiği zihinsel çerçeveye göre dünyanın içerdiği ve dünyayı içeren şeyler doğal/içsel sabitliklere göre işle-mezler; her düzeydeki maddi ya da gayri maddi oluşların süreli etkileşimleri/ilişkisellikleri boyunca işlerler. Bu dinamik akışlar içinde bir dizi içkin kimlik edinir ve çeşitli etkiler üretirler.24 Bir başka deyişle, olayların ve şeylerin değeri, şeylere doğal olarak yerleşik ve değişmez bir öz ya da değerden çok bağlamsal olarak çevrelendikleri olaylar ve şeylere etki etmelerine dayanır.25

Buna bağlı olarak özcü akıl yürütmeye dayanan açıklamala-rın bir derinlik yanılsaması ürettiği söylenebilir. Etkileyici, hatta şiirsel denebilecek bir belirlenemezlik içinde salınan söz konusu derinlik yanılsaması, öz olarak addedilmiş çeşitli özellikleri bir temsili merkeze düğümler. Bu sayede belirli biçimleri norm hali-ne getirerek ayrıcalıklı kılar.

23 Clark Barrett, “On the Functional Origins of Essentialism”, Mind & Society, Vol.2, No.3, Rosenberg & Sellier, Fondazione Rosselli, 2001, 4.

24 Dünyanın farklı düzeylerdeki işleyişleri için özsel açıklamalar yerine çokluk katmanları, vektörel etki alanları, virtüellikler ve aktüellikler içinden düşün-meye bir girizgâh olarak şu kitaba bakılabilir: Manuel DeLanda, Intensive Science and Virtual Philosophy, Continuum, Londra, 2002.

25 Garcia, Form and Object, 303.

Kelime ve Şey: "Öz" ve Sancaklar Camii I 157

Şey: Sancaklar Camii

Resim 1. Sancaklar Camii ve çevresinin havadan görünüşü.

Sancaklar Camii, İstanbul’da Büyükçekmece Gölü’ne doğru, çeperinde türlü tematik imge ile bezenmiş kapalı-kapılı site dizisi kıyısında yer alır. Henüz inşaat faaliyetlerinin hız kazanmadığı bir yayılımın bir köşesini tutacak şekilde birbirine değmeden çevre-leyen, ayıran, yönlendiren, belli belirsiz bir dizge içinde birbir-lerinden uzaklaştırılmış farklı yüksekliklerde yatay ve düşey taş yüzeyler, yapıya dair ilk imgenin kurucu elemanlarını oluşturur.

Resim 2. Cami alanına giriş.

158 I Mit ve Mimarlık

Yatay duvarlar aralarından geçildiğinde alımlayıcı beden ve bakış deneyimi açısından alanın hem zamansal hem de mekân-sal algısının uzatıldığı fark edilir. Bu algı koşullandırması, zemin kaplamasının parçalı artikülasyonuyla güçlenir. Bu sayede, du-varlar arasında beliren mekânsal yayılımın görece alt “bileşenleri” oluşur: Kır peyzajlı avlu-bahçe-cenaze töreni alanı-seyir terası ve bunların arasında yükselen minare-kule.

Resim 3. Üst bahçeden cami avlusuna iniş.

Alanın batı kenarında, su akışının eşliğinde üst zeminin aşağı kota dökümlenişi yukarıda beliren mimari promenadı sürdürür. Söz konusu promenad-kesit yapı(ntı)nın topografik karakterini çeşitli keskinliklere dönüştüren ve farklı gerilimlerin belirme-ye başladığı özgül bir aralıktır. Bu paralaks-aralık aşağıda farklı yükseklikleri tutan iki uzun tektonik plakanın uzanımları arasın-da, uzunlamasına bir perspektif yaratan lineer hacime dökülür: Kuzey yönü tutan kütüphane yapısı ile güney yönünde yamaca yerleşen cami yapısının karşılıklı bakışımı arasında süregelen akışkanlık keskin, sert çizgilere, tekil duruşlara, blok gölgelere dönüşür.

Beton plakaların altında yükselen kaba yonulu, ince sıralı taş duvar blokları dingin, yavaşlatılmış bir atmosferi yoğunlaştırır. Topografik bir kaskat biçiminde kademelendirilmiş kesik konik taş yüzey üst kot kırsallığının yapı(ntı)ya dönüşümünün kritik bileşeni olarak belirir. Maddesel dönüşümün ya da sıçrayışın bile-

Kelime ve Şey: "Öz" ve Sancaklar Camii I 159

şeni olduğu kadar yapı(ntı)nın işlevsel/programatik ayrışmasının da ilk görüntüsüdür: Konik yüzeyin batı yanında taş kaskata sap-lanan iki beton düşey plaka arasından kadınlar mahfiline geçilir.

Resim 4. Kaskatlı zeminin beden duvarlarına arkitektonik geçişi.

Resim 5. Kütüphane, avlu ve cami.

160 I Mit ve Mimarlık

Eğrinin diğer yanından söz konusu kurgu geri kalan mekânın hem düz anlamıyla hem de analojik anlamıyla erilleşmesine ya da erkek egemen bir saha olarak yeniden tanımlanmasının eşiği olarak çalışır -her ne kadar pratikte böyle bir durum söz konusu olmasa da. Büyük plağın altında kadınlar için ayrılmış küçük abdesthane-nin ötelenmiş varlığı ise bu eşiği çelişkiye itiyor gibi görünür. Konik yüzeyin diğer yanından erkekler ibadet mekânına geçiş yapılır.

Resim 6. Kıble duvarı.

Kapıdan geçer geçmez zihne yerleşen ilk imge, bütün mekâ-nı kat eden ve kıble duvarı olduğu kavranan çıplak, brüt beton yüzeyin üzerinde kayan ışık/gölge bloklarıdır. Gün/güneş ışığı-nın düşey yöndeki beton kalıp izleriyle kesişerek ortaya çıkardı-ğı perdemsi görsellik, yapay aydınlatma ile de güçlendirilmiş bu eğik yüzeyi bir temaşa ekranı olarak tanımlar. Mihrap girintisi ve minber kademelenmesinin herhangi bir simetrik hâkimiyet kur-masına izin vermeyecek şekilde duvarın geometrik ortasından kadınlar mahfiline doğru kaydırılması, yüzeyin fenomenolojik temaşa ekranı olarak vurgusunu kuvvetlendirir. Arolat’ın “ibadet sırasında mekândan alınan ruhsal ve bedensel zevkin ön plana alınmasıydı” ifadesinin karşılıklarından biri bu temaşa olmalıdır.

Kelime ve Şey: "Öz" ve Sancaklar Camii I 161

Resim 7. Kıble duvarı, mihrap ve minber.

Kıble duvarının aydınlığını keskinleştiren loşluk, ortamın drama-tik atmosferini yoğunlaştıran bir deneyim katmanıdır. Beton tavanın kenarlardan yukarıya doğru kademelenmesi tek hacimli ortamı de-neyimleyenin imgesel dağarcığına göre farklılaşarak hikâyeleşebilen metaforik bir jest ya da boş-gösteren olarak asılı durur: arzu edeni Hira Mağarası’na yaklaştırıyor, arzu edeni başka imgelere...

Doğu duvarı olarak tariflenebilecek ve ardında abdesthaneler-le imam evini ayıran siyah cam yüzey, aydınlatmanın da etkisiyle derinlik yanılsaması oluşturan yansımalar üretir. Üzerindeki ar-kadan aydınlatılmış ve halihazırda kendi mistisizmiyle de yüklü sülüs “vav” harfi bir tür maddesizlikle maddilik arasında salınır: Metafizik bir boyuttan geldiğine inanılan sözlerin adeta analojik temsiliyetinin ara yüzüdür. İbadet mekânındaki zeminin kade-melendirilmesi yukarıda başlayan akışı içeride de sürdürerek iç hacmin kesitini artırdığı gibi, ibadetin performanslarını da usulca görsel deneyimin bir parçası haline getiren muğlak eşikler olarak arada salınmaya imkân verir.

162 I Mit ve Mimarlık

Mit |öz| Sancaklar Camii

ÖZ

“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme.

Asla yeri yaramazsın, boyca da dağlara eremezsin.”

İsra Suresi, 37. ayet

Herhangi bir yer burası, secde edilen.

Temizdir.

Tevazu şiarıyla imar edildi.

Ne övünür şekliyle, ne kabarır eşkaliyle.

Yaratanla insan arasına girmez görkemiyle.

Kaçınır.

Biçimlerin ardında gizlenen özü arar daha ziyade.

Hafifçe ilişir yeryüzüne.

Kelime ve Şey: "Öz" ve Sancaklar Camii I 163

Adeta hemhal olur hem tepeyle hem de vadiyle, doğadan ödünç aldığı cildiyle.

Sanki hep oradaymışçasına.

İçi de sadedir dışı gibi, takıp takıştırmaz, bağırıp çağırmaz.

Dedim ya alçak gönüllüdür.

Kıble duvarını yıkayan ışıktır yegâne tezyinatı.

Emre Arolat

Kütüphane yapısının giriş duvarının köşesindeki taş blok üzerine kazınmış olan yukarıdaki satırlar farklı psiko-sosyal okumalara açık olsa da, bu metnin ilgi alanını “biçimlerin ar-dından gizlenen özün aranması” oluşturur. “Öz” üzerinden kaygan bir zeminde belli belirsiz çizilen düşünce izleri, mevcut toplumsal ve siyasal konjonktüre bağlı reel politik anlamda be-lirgin bir retorik ve iletişimsel avantaj sağlamış görünse de, mi-marlık düşüncesinin yeniden çerçevelenmesi açısından verimini tartışmak gerekiyor. Hatta konuşma konforu yüksek ifadelerin düşünce açısından sıkıntıları, açmazları, giderek arızaları oldu-ğunu belirtmek gerek: “biçimin tamamen geri çekilmesi”, “tüm zamansal ve kültürel angajmanlardan özgürleşilmesi”, “yere ait olmak”, “saklı özün şimdiki zaman içindeki tezahürü” gibi ifa-deler26 ve Sancaklar Camii özelinde dolaşıma sokulan “sadelik” ve “tevazu” gibi terimler dinleyici ya da izleyiciyi kendi imgelem dünyasında rehberli bir tura çıkarabilmek için araçsallaştırılan, usulca ikna ediyormuş gibi görünen terimler; “mimarlığın sıfır noktasını aramak” gibi.

Arolat Sancaklar Camii özelindeki açıklamalarını dilsel kap-sam içindeki onca seçeneğe rağmen neden “öz” ile tanımlamayı seçiyor? Öz isimlendirmesinin, mistik ve mitik boyutlarla bera-ber belirli bir erotik boyut da içerdiği söylenebilir: Söyleyenin

26 Heval Zeliha Yüksel, “İnanç ve Mekân İlişkisi Bağlamında Cami Mimarisi Üzerine Söyleşi”, İstanbul Art News, Mimarlık Eki, 2014-06.

164 I Mit ve Mimarlık

zihninden sözel ya da yazılı sese dönüşerek alımlayanın kendi çağrışımlar kapasitesi içinde çoğul bir yankıya dönüşme imkânı olan bir boş-göstergedir söz konusu olan.27 Bu çerçevede, müş-teriyi ikna etmek, profesyonel bir sunumun entelektüel beklen-tilerine cevap vermek, toplumsal kabul görmek gibi konumlar açısından pragmatik bir değer taşıdığı iddia edilebilir.

Öte yandan “öz” nitelendirmesi, Vitruvius’tan bu yana güzel-lik-işe yararlık ya da biçim-işlev gibi mimarlığın giderilemez ça-tışmasını da askıya almanın, bu noktada ortaya çıkabilecek her türlü çelişkinin giderilebileceği varsayılan sihirli bir aracı haline de geliyor. “Öz” referansının bir tür ters-teleolojik erişim iddia-sı olarak “yanılsamacı nesnelleştirme” denebilecek bir işlevi var. Vuku bulan bir olgunun başlangıcında hiç değişmeden duran, adeta “embriyonik” çekirdeğine yapılabilen çizgisel bir yolculuk önerisi bu. Kesin bir biçimde iki ucu olan ve bu iki uç arasında aracısız bir hattın bulunduğu bir tahayyül. Arolat da caminin özünün ne olduğuna dair tatmin edici kuramsal bir altlık sun-madan, kendisini dinleyen veya yazdıklarını okuyan herkesin aynı şeyi kavradığı varsayımıyla -ya da öyle olmadığını düşünse de, farklı tahayyülleri belirli bir merkeze sıkıştırarak- zorluklu bir alanı ikinci plana atmayı başarıyor.

Barthes kavram ve mit ilişkisini çözümlerken, biçimin ter-sine, kavramın hiçbir şekilde soyut olmadığını, bir durumla doldurulduğunu ve kavram aracılığıyla mite yepyeni bir tarih aşılandığını belirtir. Kavram bir dizi sebep ve etki, itki ve amaç zincirini yeniden kurar.28 Bu çerçevede, Sancaklar Camii’nin bi-çim ile ilgili olmadığı ya da biçimin silinmeye çalışıldığı iddia-sı soyut bir önermedir.29 Cami bağlamında kavramın durumla doldurulması iddiaların aksine, hem söylemsel (yerin durumu/

27 “Biçimin mevcudiyet kipi mekânsaldır. Kavram ise, aksine, bir tür nebuladır; belirli bir bilginin, aşağı yukarı bulanık olarak yoğunlaşması. Unsurları çağrı-şımsal ilişkilerle bağlıdır [...] mevcudiyet kipi bellekseldir.” Barthes, 120-121.

28 Barthes, 117.29 Clifford A. Pearson, “Call to Prayer”, Architectural Record, 2014-05, 113.

Kelime ve Şey: "Öz" ve Sancaklar Camii I 165

fısıltısı) hem maddesel (taş) olarak oldukça görünürdür. Aro-lat’ın sıklıkla referans verdiği “durum olarak yer” ya da “yerin durumu” ifadesinin düz anlamı ve söylemsel karşılıklarını inşa edebilmek üzere yığılan taşların ikircikli yapısı, mitopoetik bir kavram olarak “öz” çerçevesinde önemli bir bileşen teşkil eder. Birbirinden olabildiğince ayrışmak için çeşitli dilsel göstergelere uydurularak biçimlendirilen ve endüstriyel inşaat teknikleriyle çoğaltılmış yakın çevredeki yapı stoğu arasında görünürlüğünü çevresine göre radikal sayılabilecek şekilde farklılaştıran, fiziksel yapılanmasını altüst eden ve caminin inşaatına yönelik endüstri-yel inşaat konvansiyonlarını ve arkitektonik yığılmayı öncelikle iki ayrı katman olarak ustaca ayırır. Bu sayede taşlar, söylemsel olarak yere aidiyet ya da yere özgülük katmanını dillendirirken, aynı zamanda olağan inşaat etkinliğini mitik ve mistik bir örtü ile sarmalar. Yere taşınarak yığılan taşlar mitik bir gösterge ola-rak duyusal gerçekliği ve zenginliği kurar.30 Diğer yandan taş du-varlar ve brüt beton plaklar aracılığıyla ifade kazanan biçim, bu coğrafyada katılaştırılmış cami biçimlerini görece zayıflatarak kendinden uzak tutmanın meşru kaynağı haline gelir. Barthes’ın ifadesiyle “biçim anlamı bastırmaz, onu sadece zayıflatır; belirli bir mesafede tutar, birinin hizmetine/tasarrufuna amade kılar.”31 Arolat’ın kavram olarak tercih ettiği öz vurgusu söz konusu ta-sarrufun etkin aracıdır. Kavramın etkinliği gerçeğin belirli bir bilgisini içermesinden çok, gevşek yapısı içinde türlü şekillere girebilecek bir plastiklikten kaynaklanmaktadır.32

Caminin imgelemi açısından düşünüldüğünde hem tonaj hem de mimari beden olarak ağırlıklı rolü olan taşların Muğla/

30 “Mitin göstergesi [...] duyusal bir gerçekliğe sahiptir [...]bir zenginlik içerir”. Barthes, 116. (çeviri yazara ait)

31 Barthes, 117.32 “Kavrama yatırılan şey gerçeğin belirli bir bilgisi değil, daha az bir gerçektir;

anlamdan biçime geçişte, imge bir miktar bilgi yitirir: Bilgiyi kavram içinden edinmek daha iyidir. Gerçekte, mitik bir kavram içinde tutulan bilgi karıştırıl-mıştır, gevşek ve şekilsiz teşekküllerdir.” Barthes, 118. (çeviri yazara ait)

166 I Mit ve Mimarlık

Bodrum çevresinden taşınarak33 üst üste yığılmış olması özel-likle “tevazu” bağlamında kelimenin çağrıştırdığı gösterişsizlik, kibirsizlik arasında keskin bir tezat üretir. Osmanlı selatin cami-lerindeki malzeme tedarikinde sergilenen iktidar temsiliyetine benzer bir davranış örüntüsünden bahisle, bu açıdan bonkör bir gösterinin sınırlarına yaklaşıldığını söylenebilir. Halbuki cami-nin üretim sürecinin karmaşık ve fragmenter yapısını kelimeler dünyasında başka aracılarla ifade etmek olası: Arolat’ın özellikle minare konusunda kullandığı dil bunun ipuçlarını verir. Belki de projenin ileri bir aşamasında ortaya çıkan revizyon süreci, dili de gevşetir, rahatlatır. Otomobilli hareket dışında bir gezintiye imkân vermeyen bir konumda minareye neredeyse bir yol ke-narı totemi ya da sanal harita iğnesi ikonu gibi muamele ederek uzaktan buranın bir “yer” olduğunun işaretini verir.

Minare konusunda ortaya çıkan dilsel değişim, gösteren-gös-terilen arasında kurulan tarihsel/olumsal ilişkinin, dolayısıyla, sa-bit verili bir “öz” kapanması dışında bir keyfiyetin tadını çıkarma imkânının bir nüvesi olarak düşünülebilir. Söz konusu nüve, cami tartışmasını anakronik-dogmatik kültürel kimlik antagonizma-sı kıskacından çıkarma konusunda “cami yapısının herhangi bir kaynak tarafından belirlenmiş, sabit bir formu olmadığı” tespiti-nin ortaya konduğu ve ikonoklastik34 olarak değerlendirilen bir girişim için daha cesur bir adım olabilirmiş gibi görünüyor. Hat-ta özcü olmayan bir epistemoloji inşasına iyice gömülerek, Peter Zumthor’dan Jacques Herzog ve Pierre de Meuron’a, Gottfried Böhm’den Helmut Striffler’a uzanan maddi ve imgesel yayılımda farklı imge alışverişlerinin oldukça ustaca kurgulandığı güncel bir eklektisizmden cesurca bahsetmek bile mümkün olabilir.

33 Suat Sancak, Fikir Atölyesi, TRT Türk, 2014: https://www.youtube.com/wat-ch?v=wJi5MgU71xE (son erişim tarihi 21.09.2016)

34 Uğur Tanyeli, “Profession of Faith: Mosque in Sancaklar, Turkey by Emre Arolat Architects”, Architectural Review, 1410, 2014-8, 36.

Kelime ve Şey: "Öz" ve Sancaklar Camii I 167

Son|uç yerine:

Her türden mimari imalatın ampirik anlamda mitik bir yanı olmadığı açıktır. Mesele, söz konusu imalatın dilde nasıl yeniden üretildiğinde düğümlenir. Mimarlık alanı içinde konumlanan öz-nelerin konuşma dağarcığının mitik olana gömülme konusunda-ki heveskârlıklarının söz konusu düğümün ilmeklerinden birisi olduğu söylenebilir. Mitik söylemin işlevinin “saklamak olmadığı, daha çok onu zaten geçmişten beri doğal olarak şimdi ve burada olduğu biçimiyle konumlandırmak” olduğu hatırlanırsa, mese-leyle ilgili bazı notlar düşmek mümkün görünmektedir. Herhangi bir imalatın mitik olarak dile getirilmesi, her türlü epistemolojik ve ontolojik krizden muaf, zamansız ve aşkın karar referansları yanılsaması içinde konumlandırmak anlamına gelir. Bir başka de-yişle, imalatın kendisi tarihsizleştirerek doğallaştırılır. Bu türden bir edime yönelmenin farklı nedenleri tartışılabilir. Salt retorik bir analoji olduğu da ileri sürülebilir, bu çerçevede samimiyetle yürütülen bir zihinsel yatırım ve pratik işbirliği olduğu da söyle-nebilir. Her iki koşulda da mimarlık temsiliyetin konusudur. Üze-rinde dikkatlice düşünmeyi gerektiren konu ise temsiliyet olarak mimarlığın dile doğru yayılımında ortaya çıkan dünya imgesinin neyi görünür kılıp neyi örttüğünü anlamlandıracak eleştirel çer-çeveleri etkin kılmaya çalışmaktır.


Recommended