Date post: | 30-Jan-2023 |
Category: |
Documents |
Upload: | independent |
View: | 0 times |
Download: | 0 times |
PISA VE TIMSS SONUÇLARININ SOSYALEŞİTSİZLİKLER ve RİSKLER AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ1
I. Uluslararası Eğitim Sosyolojisi Sempozyumu (10-11 Mayıs 2012)1st International Symposium on the Sociology of Education (10-11 May 2012) Ankara(Bildiri metni)
ÖzetSosyal kurumların varlık amacı birey ve toplum için daha iyi
yaşanabilir bir dünya yaratmaktır. Bu bağlamda bir sosyal kurum olarakeğitimin öne çıkan rolü, adalet ve özgürlük temelinde insan-doğa, birey-toplum, vatandaş-devlet ilişkisinde birini diğerine feda etmeden ikileminbütün tarafları için var oluşun gerekli şartlarının oluşturulmasına katkısağlamaktır. Kurumsallaştıkça ve kitleselleştikçe bu rolünü daha iyi yerinegetirdiği gözlemlenen eğitim, kimi durumlarda sosyal eşitsizliklere deneden olabilmektedir. Zira birer uluslararası öğrenci değerlendirmeprogramı olan PISA ve TIMSS’in sonuçlarına bakıldığında Türkiye’de eğitimeşitsizliğinin kuvvetli emareleri görülmektedir. Özellikle okullar arası vebölgeler arası eşitsizlikler açısından söz konusu sınavların sonuçlarınınortaya koyduğu tablo, eğitimde imkân ve fırsat eşitliği, sosyal adalet,sosyal yapı ve sosyal bütünleşmemiz açısından ciddi risklere işaretetmektedir. Örneğin PISA 2009 sonuçlarına göre okuma becerileri başarısınınokullar arası başarı değişkenliği bağlamında OECD ortalaması %42 ikenTürkiye açısından bu oran %75’tir. TIMSS 2007 sonuçlarında da bölgelerarası başarı değişkenliğinin içerdiği sosyal riskler görülmektedir. Örneğinbu sınavda ölçülen matematik yeterlilik düzeyine bakıldığında Güneydoğu Anadolubölgemizde öğrencilerin %80’i alt düzey veya onun da altında bir dereceyesahiptir. Bu başarı ölçütü bağlamında bölgelerimiz arasında 8 ile 17 puanaralığında değişen bir fark bulunmaktadır. Eğitim eşitsizliğine ve bununneden olabileceği diğer sosyal risklere işaret eden söz konu sınavlarıngösterdiği tablo, önemli ölçüde doğal, adil ve eşitlikçi olmayan bazı okuliçi uygulamalar, sınav odaklı eğitim sistemi ve öğrencilerin zekâ düzeyleriaçısından okulların homojenleştirilmesi gibi uygulamalardankaynaklanmaktadır. Okul içi, okullar arası ve bölgeler arası eğitimeşitsizliğinin boyutlarını, nedenlerini ve mevcut tablonun olası toplumsalsonuçlarını, eğitim sosyolojisi açısından ortaya koymayı amaçlayan buçalışmada PISA 2009 ve TIMSS 2007 sonuçları esas alınmıştır. Literatürtarama yönteminin kullanıldığı bu çalışmada ulaşılan sonuçların vegetirilen önerilerin alana katkı sağlaması ve ülkemizde eğitimeşitsizliğinin sosyal sonuçlarına ışık tutması beklenmektedir.
1 Dr. Vahap ÖZPOLAT, Millî Eğitim Bakanlığı Müşaviri ([email protected])
1
Anahtar Kavramlar: sosyoloji, eğitim, eğitim sosyolojisi, imkân vefırsat eşitliği, sosyal eşitsizlik, sosyal risk, PISA, TIMSS.THE EVOLUTION OF PISA AND TIMSS RESULTS IN RESPECT OF SOCIAL INEQUALITIES
AND RISKS
Abstract
The essential aim of social institution is to create a better andviable world for individual and society. The prominent role of education inthis respect as a social institition, is to make contribution to build upnecessary condititions for all the parties of dilemma in relation tohuman-nature, citizen-state on the basis of justice and freedom withoutsacrificing one to another. Education which has been observed to performthis task better by institutionalizing and populurazation may lead tosocial disparities in some cases. Yet when we look at the results of PISSA(Programme for International Student Assessment) We can see clearindication of inequalities in education. Especially, the picture thatemerges from the results of such examination having disparties betweenschools and regions, indicates serious risks in terms of opportunity ineducation and equality of opportunity, social justice, social structure andsocial solidarity.For example,While OECD averege in the context ofvariability in achivement between schools according to PISA results is 42%,this rate is 75% in terms of Turkey. Social risks involving successvariable between regions can be observed in the 2007 TIMSS results. Forexample,While OECD averege in the context of variability in achivementbetween schools according to PISA results is 42%, this rate is 75% in termsof Turkey. Social risks involving success variable between regions can beobserved in the 2007 TIMSS results. Social risks involving success variablebetween regions can be observed in the 2007 TIMSS results. When we considermaths adequacy exam level, 80% of these students has a low level or belowthis level in south estern region.In the respect of this criteria ofsuccess, there is a variable difference of 8 to 17 points between thisregion and other regions. The table that shows the exams in questionindicating inequalities and social risks which resulted from educationalinequality has been originated from implementations;such as; some problemsnot involving natural, fair, equatable approaches in school applications,the transition between levels of education system, exam-oriented approachand homegeneous structure of schools in respect of intelligence level.2009 PISA and 2007 TİMMS results have been taken into account in this studywhich aims to verify the dimensions and, reasons of educational inequalityin schools ,between schools and regions and possible social reasons ofcurrent table in terms of educational sociology. Literature review methodis used in this study and results that were reached and sugestions areexpected to contribute the field and offer an insigth on social results ofinequality in education our country.
Key Concepts: sociology, education, educational sociology, possibility and equality of opportinity, social inequality, social risk , PISA,TİMSS.
2
Giriş
Mutlak eşitlik arayışı ve eşitsizliğin kaçınılmazlığı ikilemi
düşünce tarihinin süregelen önemli tartışma konularından biridir.
İnsanı esas alan hümanistik görüşler ve bireyi esas alan siyasal
sistemlerin kabul gördüğü günümüzde doğrudan bireyi ilgilendiren ama
onu aşan eşitsizlik sorunu daha bir önem kazanmış bulunmaktadır.
Gelinen noktada tartışma, mutlak eşitlik niteliğinde olmasa da en
azından haklar ve özgürlükler boyutunda önemli ölçüde eşitlik lehine
gelişmektedir. Zira uluslararası hukukun yanında giderek artan
sayıda ülkenin ulusal hukukunda da ırk, cinsiyet, inanç, milliyet,
etnisite olgularına yönelik ayrımcı yaklaşımlar yasaklanmakta ve
daha eşitlikçi düzenlemeler yapılmaktadır. Bununla birlikte
demokratik toplumlarda, uygarlığın yaratıcı gücünü ve toplumsal
dinamizmin de temelini oluşturan cinsiyet, dil, etnik köken, ırk,
kalıtım, insan doğası, bireysel farklılıklar, zekâ ve yetenek gibi
faktörlerden kaynaklanan toplumsal eşitlik ve/veya eşitsizliklere de
hukuki güvence ve sosyal meşruiyet kazandırılmaya çalışılmaktadır.
Ancak insanın doğuştan sahip olduğu bir idrak düzeyi olmadığı için
eşitlik/eşitsizlik konusu her kuşak için âdeta sıfır noktasından
yeniden başlayan bir problem alanı olarak varlığını sürdürmeye devam
etmektedir. Dolayısıyla bu konuda insanlığın ortak değerine dönüşmüş
birikimin gelecek kuşaklara taşınması önem arz etmektedir.
Kalıtım ve insanın fıtratı ile açıklanabilen eşitsizliklere
ilişkin tartışmanın sonuçsuzluğuna vurgu yapan Doğan, eşitsizliğin
kabul edilebilir sınırlarını insanların sahip oldukları yeterlilik
düzeyleri ile belirler. “İnsanın toplumdaki statüsü onun toplumsal
mensubiyetini de belirler. Toplumsal mensubiyet ise toplumun
ekonomik, siyasal kültürel ve toplumsal realitesi ile kuşatılmıştır.
Dolayısıyla bir insanın belirli bir toplumda hangi toplumsal sınıf
ya da kategoride yer aldığı, onun hayata nasıl ve hangi aşamada3
başladığını gösterir. Bu olgu, her türlü hukuki düzenlemeye karşın
insanların daha başlangıçta göreceli (izâfi) bir eşitsizlik
dağılımının bir parçası olduğunu gösterir. İnsanların geçmişten
getirdiği özellikler ile mevcut statüleri diğerleri ile asla eşit
olmayan ‘yeterlilik düzeyleri’ olarak nitelendirilebilir. Bu nedenle
başlangıçlar, hiçbir zaman eşit olmayan yeterlilik alanlarıdır.
Açıkçası insanların hayata dair ilk adımları aynı, eşit şart ve
imkânlarla başlamaz. Bu durumda ulusal ve uluslararası hukuki
metinlere yansıyan eşitlik insanın sırf insan olması nedeniyle
hemcinsleri ile aynı hak ve ödevlere konu olması gerekliliğidir”
(Doğan, 2011; 297).
Demokratik bir toplumda haklar ve özgürlükler açısından bütün
bireylerin annelerinden eşit doğdukları kabul edilir. Özgür bireyler
zekâ ve kabiliyetleri oranında toplumda çeşitli statüler kazanarak
ve roller üstlenerek toplumsal süreçlere katılırlar. Zekâ, yetenek
ve doğal koşullardan kaynaklanan zorunluluklar dışında eşitliği
bozan unsurların meşruiyeti kabul edilmez. Demokratik devletin de
vatandaşlarına karşı temel görevi onların hak ve özgürlüklerini
korumak, onlar arasında sosyal adaleti tesis etmek, kamusal imkân ve
fırsatların kullanımında eşitliği sağlayacak koşulları sağlamaktır.
Devlet; adaleti ve eşitliği tesis etme görevini, hukuk, siyaset,
ekonomi, aile, eğitim gibi toplumsal kurumlar ile kamu hizmetini
yürütmekle görevli kurum ve kuruluşlar aracılığıyla yerine getirir.
Bir kamu hizmeti olarak eğitimin temel amaçlarından biri toplumsal
eşitsizliklerle mücadeledir. Ne var ki eğitim hizmeti kimi
durumlarda eşitsizliğe de neden olabilmektedir. Zira “Eğitim, var
olan eşitsizlikleri değiştirme yönünde etki göstermekten çok, bu
eşitsizlikleri dile getirir ve pekiştirir” (Giddens, 2000; 446).
Eğitimin zekâ ve yetenekleri geliştirecek şekilde
kitleselleşmesi, bireyi; doğa, devlet ve toplum karşısında geçmişe4
oranla güçlendirdiği için başlı başına bir gelişmedir. Bu açıdan
bakıldığında kurumsal ve zorunlu eğitim, bireysel ve toplumsal
gelişmenin sürekliliği açısından bir gereklilik olarak karşımıza
çıkar. Ne var ki bir kamu hizmeti olan eğitimden nitelik ve nicelik
yönüyle toplumun bütün kesimlerinin eşit bir şekilde yararlandığını
söylemek mümkün değildir. Oysa olması gereken tolere edilebilir
eşitsizlik ölçeğinde de olsa eğitim hizmetinden bütün bireylerin ve
toplumsal kesimlerin eğitime ilişkin fırsat ve imkânlardan eşit
yararlanmasıdır.
Türkiye’de eğitimin girdi unsurlarını eşitlemek ve herkesin
eğitim hakkından yaralanmasını sağlamak için Anayasa’dan
yönetmeliklere kadar bir dizi hukuki düzenleme bulunmaktadır. Şöyle
ki Anayasa'nın eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi başlıklı 42. maddesiyle
eğitim hakkı koruma altına alınmış, ilköğretim kız ve erkek bütün
vatandaşlar için zorunlu ve devlet okullarında parasız hâle
getirilmiş; orta öğretimin de zorunlu olmasıyla ilgili süreç
başlatılmış; maddi imkânlardan yoksun başarılı öğrencilerin,
öğrenimlerini sürdürebilmesi amacı ile burslar ve başka yollarla
desteklenmeleri hükme bağlanmıştır. 1739 sayılı Millî Eğitim Temel
Kanunu’nun 4. maddesinde genellik ve eşitlik ilkesi kapsamında eğitim
kurumlarının dil, ırk, cinsiyet ve din ayırımı gözetilmeksizin
herkese açık olduğu; eğitimde hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya
sınıfa imtiyaz tanınamayacağı hükme bağlanmıştır. Aynı yasanın 8.
maddesinde eğitimde fırsat ve imkân eşitliği ilkesi düzenlenmiştir.
Yasal düzenlemelere ve eğitim hizmeti götürmeye ilişkin,
devletin bütün eşitlikçi çabalarına rağmen eğitimin çıktıları ciddi
eşitsizliklerin varlığına işaret etmektedir. Uluslararası birer
başarı değerlendirme programı olan PISA ve TIMSS gibi uygulamaların
sonuçlarına bakıldığında eğitim sistemimizin, eşitliği ve sosyal
5
adaleti sağlama bağlamında beklentileri karşılamadığı
anlaşılmaktadır.
TIMSS 2007 ve PISA 2009 sonuçları; okul içi, okullar arası ve
bölgeler arası başarı farkının bu hâliyle devam etmesi durumunda,
kurumsal eğitimin bizzat kendisinin sosyal adaletsizliği
derinleştiren, sosyal tabakalar/sınıflar arasında geçişi zorlaştıran
bir yapıya bürüneceğini göstermektedir. Oysa hiçbir toplum, büyük
emek ve sermaye harcadığı eğitimin böylesi sonuçlar doğurmasına rıza
göstermez. Çünkü bireyin ve toplumun gelişmesinin, devletin de
bekasının temel araçlarından olan eğitimin sosyoekonomik eşitsizliği
beslemesi kabul edilebilir bir durum değildir. Böyle bir sonuç
eğitimin ahlaki, ilmî, sosyal ve hukuki amaçlarına aykırıdır. Zira
bu durumun vahameti, içinde sosyal çözülme potansiyeline ilişkin
riskler de yer almaktadır. Bu nedenle mevcut eğitim sitemimiz;
sunduğu imkân ve fırsatlar açısından hem girdi unsurları hem de
eğitimin çıktıları açısından sorgulanmalıdır.
Okul Örgütlenmesi ve Eğitim Eşitsizliği
Modern toplumlarda eğitim zorunlu bir kamu hizmetidir. Zorunlu
oluşu, eğitim yoluyla toplumsal bütünleşmeyi sağlama; sosyal,
ekonomik gelişme ile kişisel gelişimi destekleme; sosyal adaleti
sağlama, sosyal ve siyasal sistemi meşrulaştırma gibi amaçlardan
kaynaklanır. Ancak eğitim sisteminin bu amaçlardan herhangi birine
hizmet edebilmesi için öğretim programlarından okul örgütlenmesi ve
eğitim uygulamalarına kadar eğitimin birçok bileşeninin bu
bağlamlara uygun olmasını gerekir. Ülkemizde okullaşma oranı
açısından; ilköğretimde %100 sınırına dayanan, ortaöğretimde %60’ı
aşan eğitim sistemimiz acaba sosyal sorunlarımıza ne kadar
duyarlıdır? Eğitimimiz, insanlarımız arasında güven duygusu, barış,
hoşgörü ve diyalog kültürünün gelişmesi hususunda ne kadar
6
başarılıdır? Buna benzer amaçlar yeteri kadar eğitme konu edilmiş
midir? Sosyal eşitsizlik problemine ilişin çözümleri nelerdir? Acaba
eğitim sistemimizde eşitsizliği ve adaletsizliği besleyen
uygulamalar var mıdır?
Okul gerçek hayatın ve toplumsal yapının bir kesitidir. Bu
özelliği nedeniyle okul ortamında olması beklenen doğal durum, zekâ
ve yetenek skalasının her düzeyi ile okulun sosyal çevresinin
içerdiği her türlü kültürel ve ekonomik farklılıklara mensup
öğrencilerin bir arada bulunmasıdır. Bu durum eşitlik ve/veya
eşitsizlik boyutunda da okulun geçerli bir örneklem olarak içinde
bulunduğu evreni temsil etmesi anlamına gelir. Bir toplumda
öğrencilerin öğrenim gördükleri okulların ekonomik, sosyal, dinsel
veya etnik bağlamda tek tipleştirilmesi, okulu sosyal gerçekten
farklılaştırdığı için başarısızlık kaçınılmaz olur. Bu durum zeka ve
yetenek açısından da geçerlidir. Çok zeki ve yetenekli öğrenicilerin
eğitimi için özel tedbirlerin alınması doğru bir politikadır. Ancak
bu politika kapsamında ülkemizde olduğu gibi onların sosyal geçekten
önemli ölçüde farklılaştırılmış bir okul/sınıf ortamında izole
edilmeleri, başta bu öğrenciler olmak üzere çağ nüfusun bütünü için
zararlıdır. Çünkü doğal koşullarda herkes birbiri için bilgi ve
öğrenme kaynağıdır. En kalıcı öğrenmenin de akrandan öğrenme yöntemi
olduğu dikkate alındığında zeki çocukların diğerlerinden
ayrıştırılması hem vasat öğrencilerin akran öğrenme fırsatlarını
azaltmakta hem de zeki öğrencileri öğreterek öğrenme fırsatından
yoksun bırakmaktadır.
Ülkemiz eğitim sitemi ve uygulamalarına bir bütün olarak
bakıldığında Anayasa’dan alt normlara kadar hukuki yönden sosyal
adaletçi ve eşitlikçi bir yaklaşımın esas alınmış olduğu görülür.
Eğitime ilişkin fırsatlarda eşitlik öngören bu çerçeve ne yazık ki
eğitimin uygulamaları ve çıktıları açısından yetersiz kalmaktadır.7
PISA ve TIMSS sonuçlarının da dramatik bir şekilde doğruladığı bu
tabloyu önemli ölçüde doğuran nedenlerden bir de okulu örgütleme
modelimiz ve kademeler arası öğrenci akışını düzenleyen sınav
sistemimizdir.
Ülkemizde özellikle orta dereceli eğitim kurumları
sosyoekonomik düzey ve zekâ seçkinciliğine dayalı tabakalı bir yapı
arz eder. Mevcut hâliyle ortaöğretim okulları başarı bazında en
üstte fen liseleri olmak üzere sosyal bilimler liseleri, Anadolu
öğretmen liseleri, bazı özel okullar, Anadolu liseleri, güzel
sanatlar ve spor liseleri, Anadolu meslek liseleri, genel liseler ve
meslek liseleri şeklinde sıralanan bir yapı arz eder. Tamamen
bilgiye dayalı sıralamayı esas alan merkezî sınavların sonucuna göre
öğrencilerin yerleştirildikleri ortaöğretimdeki okul örgütlenmemiz
tam anlamıyla bir kast sitemini andırmaktadır. Ömründe bir kez
girdiği sınavdaki başarı sırasına göre öğrencinin âdeta bütün
hayatının şekillendiği bir eğitim sistemi her şeyden önce hakkaniyet
açısından sorgulanmayı hak ediyor. Bir yandan iyi bir liseden sonra
iyi bir üniversite ve akabinde iyi bir iş hayatına atanan küçük bir
azınlık; diğer yandan vasat veya vasat altı bir lise öğreniminden
sonra çoğunlukla üniversiteye bile gidemeden vasıfsız birer birey
olarak topluma karışan geniş kitleler; bir yandan başarının sadece
bilgiden ibaret olduğuna inandırılarak yanıltılan mutsuz azınlık;
diğer yandan 180 dakikalık kader sınavında başarısızlık yaftası
vurularak cesaretleri kırılan, mağduriyet psikolojisine ve hatta
aşağılık kompleksine zorlanan mutsuz çoğunluk… Bu; asla doğru ve
kabul edilebilir bir durum değildir, toplumsal heterojenliğin eğitim
yoluyla homojenleştirilmesidir, toplumun kategorize edilmesi ve
kademelendirilmesidir. Kademelendirme ise doğası itibariyle
hiyerarşiyi ve eşitsizliği içerir.
8
Ünlü eğitimci Pestalozzi’nin, kendi çağındaki yoksul
tabakaların çocuklarının eğitime dair içinde bulundukları durumu
anlatan tespitleri mevcut eğitim sistemimiz hakkında ciddi
çağrışımlar yapmaktadır. O, okul örgütlenmesi açısından 17 yy.
İsviçre’sinin okul modelini şöyle tasvir eder: "Şunu açıklamaktan
kendimi alamayacağım okullarda uygulandığı şekliyle gördüğüm
öğretim, toplumun bütünü için olduğu gibi alt tabakalar için de
hemen hemen hiç bir işe yaramamaktadır. Tanıdığım şekli içerisinde
bu öğretim, bana büyük bir bina gibi görünmektedir. Bu binanın en üst
katı, gerçi yüksek ve mükemmel bir sanat içinde parıldıyor fakat
içinde pek az insan oturmaktadır. Orta katta oturanların sayısı daha
çok ama bunları da üst kata insana yakışır bir şekilde çıkarmayı
sağlayacak merdivenler eksik... En alt katta ise çok büyük bir insan
sürüsü oturmakta ki aslında bunların güneşe ve iyi havaya, üst
kattakiler kadar hakkı olduğu hâlde, bu iğrenç karanlıkta,
penceresiz mağaralarda kendi hâllerine bırakılmışlardır; bununla da
kalmayıp içlerinden üst katın ihtişamına bakmak için başını yukarı
kaldırmak cesaretini gösterenlerin gözleri oyulmakta" (Aytaç, 1992:
257-258).
Eğitim, toplumsal eşitsizliği önlemenin ve sosyal adaleti
sağlamanın etkili bir aracı olması gerekirken görünen o ki dışsal
birçok nedenin yanında yapısal bağlamda özellikle okul örgütlenmesi
ve sınav sistemi nedeniyle eğitim sitemimiz bu rolünü icra edemiyor.
Aksine sosyal eşitsizliği daha da derinleştirici sonuçlar doğuruyor.
Şöyle ki kitlesel ve merkezî sınavlarla öğrenciler zekâ ve
yetenekleri açısından sıralanıp skalanın farklı aralıklarında
tanımlanarak etiketleniyor. Üstelik bu yapılırken de önemli ölçüde
bilgi esas alınıyor. Öğrencinin sahip olduğu beceri ve değerler
ölçülemediği için bu bağlamlardaki başarı âdeta yok sayılıyor. Başka
bir ifadeyle bu sınavlar ve çoktan seçmeli test uygulamasıyla
9
insanın bütünselliği dikkatten kaçırılarak her şey bilgi düzeyinde
ele alınıyor. Öğrenciler farklı düzeylere göre kategorize ediliyor,
ayrıştırılıyor, dolayısıyla eşitsizliğe, katmanlaşmaya, katı sosyal
hiyerarşiye giden yol aralanıyor. Okullar da bu sınavların sonucuna
göre öğrenciler arasında bir hiyerarşi oluşturmak suretiyle
eşitsizliğe çeşitli ritüeller, semboller, mesajlar ve görünmez
müfredat uygulamalarıyla meşruiyet kazandırıyorlar.
Her çocuğun kendi zekâ düzeyinde biri ile birlikte öğrenim
görmesi şeklinde sanılan veya öyle takdim edilen mevcut uygulama,
aslında aynı zekâ düzeyini değil, aynı bilgi düzeyini esas alıyor.
Zira son yıllarda özellikle Howard Gardner’in geliştirdiği çoklu
zekâ kuramı, zekânın tek bir kategori olduğu anlayışını yıkmış,
pratik zekâ, müzik zekâsı, görsel zekâ, dilsel zekâ, duygusal zekâ,
sosyal zekâ, matematiksel zekâ gibi zekâ türlerinin varlığını ortaya
koymuştur. Bir çocuk bunların bir veya bir kaçında ileri düzeyde
veya vasat, diğerlerinden ise nispeten daha geri olabilir. Zekâ tür
tür ve düzeylerinin belirlenmesinde kullanılan testlerin geçerlilik
ve güvenilirliğinin artırılmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Durum böyle
olunca sanıldığı gibi her zaman en zekiler en iyi okullarda değil
kimi durumlarda yeteri kadar zeki olmasalar bile imkânı, sınavlarda
lazım olacak bilgiyi satın alabilecek durumda olanlar da aynı
kategoride yer alabilmektedirler. Kaldı ki salt zekâ düzeyine göre
olsa dahi okulların katı bir şekilde standardize edilmesi de
pedagojik ve sosyal yönden sorunlu bir durumdur. Çünkü böyle bir
uygulama; okulu, çeşitlilik ve çoğulculuk içeren toplumun doğasından
uzaklaştırır. Okulla toplumu farklılaştırır, eğitimde sosyal
amaçların geri plana itilmesine neden olur. Bire bir sosyal gerçeğin
küçük bir modelini temsil etmesi beklenmese bile eğitimin başarısı
önemli ölçüde sosyal gerçeği temsil etme düzeyine bağlıdır. Toplumda
zekâ esasına dayalı bir tabakalaşma söz konusu olmadığına göre
10
okulda da olması gereken her zekâ ve yetenek düzeyinden öğrencilerin
bulunmasıdır ki toplumsal gerçeğin kendi doğasında bulunan eşitlik
veya eşitsizlik aynı oranda okula da yansıyabilsin.
Ne var ki ülkemizde bilgi ve/veya zekâ düzeyine göre okullar
yapılandırıldığı için toplumda var olan sosyal eşitsizlik okulda
daha da derinleşmekte ve âdeta meşruiyet kazanmaktadır. İlk aşamada
topluma etkisi, sosyal tabakalar arası mobiliteyi zorlaştırma
şeklinde tezahür eden bu uygulama uzun vadede toplumsal çözülme
riskini de içermektedir. 2000’li yılların başından beri ülkemizde de
uygulanmakta olan uluslararası başarı değerlendirme programlarından
PISA ve TIMSS’in sonuçları, eğitimin çıktıları açısından
okullarımızın içinde bulunduğu eşitsizliği gözler önüne sermektedir.
Bu sonuçların, bölgeler ve okullar arası farklar bağlamında içerdiği
eşitsizliğin adalet duygusu açısından kabul edilmezliği bir yana,
işaret ettiği potansiyel sosyal riskler daha da düşündürücüdür.
PISA ve TIMSS Nedir?
Sermayenin, bilginin ve kısmen de emeğin küreselleşmesi,
bunların taşıyıcı unsuru olan eğitimde de göreceli küreselleşmeyi
hızlandırmaktadır. Birçok ülkede küresel ilişkiler, rekabet ve iş
bölümünün gerektirdiği bilgi, beceri ve değerler eğitimin
müfredatına dâhil edilmektedir. Bu sürecin uygulama botunda somut
örneklerinden biri de uluslar arası başarı değerlendirme
programlarıdır. Eğitimin çıktıları hakkında geçerli ve güvenilir
göstergeler ortaya koyan bu sınavların başlıcaları PISA
(Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) ve TIMSS (Uluslararası
Matematik ve Fen Eğilimleri Araştırması)’dır. Bunların temel amacı,
öğrencilerin bilgi ve beceri düzeylerini ölçerek eğitim sisteminin
çıktılarını ölçmek, değerlendirmek; karar vericiler, politika
11
geliştiriciler ve uygulayıcılar için veri tabanına katkı
sağlamaktır.
Pek çok ülkenin katıldığı uluslararası sınavlardan biri olan
PISA’ya Türkiye, 2003’ten bu yana katılmaktadır. PISA, 2000 yılından
beri üçer yıllık dönemler hâlinde Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma
Örgütü (OECD) tarafından uygulanan ve 15 yaş grubundaki öğrencilerin
kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendiren bir araştırma
projesidir. Temel amacı, gençleri daha iyi tanımak; onların öğrenme
isteklerini, derslerdeki performanslarını ve öğrenme ortamları ile
ilgili tercihlerini daha açık bir biçimde ortaya koymaktır. PISA,
örgün eğitime devam eden 15 yaş grubundaki öğrencilerin; matematik
okuryazarlığı, fen bilimleri okuryazarlığı ve okuma becerileri konu
alanlarının yanında, öğrencilerin motivasyonları, kendileri
hakkındaki görüşleri, öğrenme biçimleri, okul ortamları ve aileleri
ile ilgili veriler toplanmaktadır. 2009 yılında 65 ülkenin katıldığı
PISA Projesine katılım amacı Millî Eğitim Bakanlığı tarafından şöyle
açıklanmaktadır: “Küreselleşen dünyamızda, eğitim alanında yapılan
ulusal değerlendirme çalışmalarının yanı sıra, uluslararası düzeyde
konumumuzu belirlemek amacıyla eğitim göstergelerine ihtiyaç
duyulmaktadır. Bu nedenle belirli referans noktalarına göre
ülkemizin eğitim alanında hangi düzeyde olduğunun, giderilmesi
gereken eksikliklerin ve alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesidir. Ülkemiz de OECD üyesi olarak eğitim düzeyinin
yükseltilmesi amacıyla bu projeye katılmaktadır”
(http://egitek.meb.gov.tr/pisa.html).
TIMSS (Trends in International Mathematics and Science
Study), merkezi Hollanda'da bulunan Uluslararası Eğitim
Başarılarını Değerlendirme Kuruluşu (IEA) tarafından uygulanır.
İlki 1959 yılında, sonuncusu da 2007 yılında uygulanmıştır.
TIMSS’in genel amacı, matematik ve fen alanlarında ülkelerin12
eğitim sistemleri hakkında karşılaştırmalı veri sağlamaktır. Bu
amaçla öğrencilerin belirtilen alanlardaki performansları, eğitim
sistemleri, öğretim programları, öğrenci, öğretmen ve okulların
özellikleri ile ilgili bilgiler toplanmaktadır. Dörder yıl arayla
uygulanan TIMSS’ten elde edilen veriler, eğitim sistemleri için
önemli bir göstergedir. 59 ülkenin katıldığı TIMSS 2007’de
matematik ve fen alanlarında 4 ve 8. sınıf düzeylerinde
değerlendirme yapılmıştır. Sonuçlar her ülkenin diğer ülkeler
karşısındaki durumu hakkında fikir verdiği gibi bir ülkenin farklı
bölgeleri, okulları ve bir okulun kendi içindeki başarı farkı
hakkında da fikir vermektedir (MEB, TIMSS 2007 Ulusal Matematik ve
Fen Raporu, 2011)
Okul İçi Eşitsizlik
Ülkemizde bölgeler arasında ve okullar arasında olduğu gibi
aynı okulda öğrenim gören öğrenciler arasında da anlamlı derecede
eğitim eşitsizlikleri bulunmaktadır. Bunun önemli bir kısmı zekâ,
yetenek ve sosyoekonomik seviye farkından, öğrencinin kişilik
özelliklerinden, coğrafi faktörlerden, merkez-çevre ikileminden,
eğitim hizmetlerinin adaletsiz paylaşımından, öğretmen ve yönetici
faktöründen, ebeveynin eğitim düzeyi ve eğitime karşı tutumundan,
okulun fiziki ve teknik imkânlarından kaynaklanmaktadır. Bununla
birlikte öğretimin örgütlenmesi ile ilgili olarak bazı okullarda
uygulanan çeşitli yöntemler de okul içi eğitim eşitsizliğine önemli
derecede etki edebilecek niteliktedir. Eğitimin girdi unsurlarındaki
eşitsizlik oranında eğitimin çıktılarına da yansıyan okul içi eğitim
eşitsizliği, somut bir gösterge olarak okul içi başarı
değişkenliğinde kendini gösterir. Okul içi başarı değişkenliği bir
okulun aynı sınıfının faklı şubelerinde bulunan ve/veya aynı
sınıfında bulunan en başarılı ve en başarısız öğrencinin başarı
düzeyleri açısından gösterdikleri değişkenliği ifade eder. Bu olguya13
PISA 2009 sonuçlarından hareketle bakıldığında, 15 yaş grubu
öğrencilerin okuma becerileri performansı açısından OECD'ye ait okul
içi değişkenlik oranının %65 olduğu görülür. Buna karşılık
Türkiye'deki öğrencilerin okuma becerileri başarısındaki okul içi
değişkenlik oranı ise %38'le OECD ortalamasının altındadır (MEB,
PISA 2009 Ulusal Ön Raporu, 2010).
Ancak OECD ortalamaları esas alındığında bu eşitsizlik türünde
ülkemizin durumu nispeten olumlu görünse de okul içi eğitim
örgütlenmesi açısından giderek yaygınlık kazanmaya başlayan sorunlu
bazı uygulamalar, okul içi başarı değişkenliği açısından eğitim
eşitsizliğini derinleştirebilecek niteliktedir. Bu uygulamalardan en
sorunlu olanı okul içi heterojenliği minimize eden sınıf/şube
oluşturma biçimimizdir. Şöyle ki birçok okulda özellikle altıncı
sınıfta ve dokuzuncu sınıfta öğrenciler şubelere yerleştirilirken
sosyal ve zihinsel homojenlik göz ardı edilerek çocuğun eğitim
geçmişindeki akademik başarısına bakılıp aynı/denk başarı düzeyinde
bulunan öğrenciler aynı şubelere yerleştirilmektedir. Durum böyle
olunca daha başlangıçta okuldaki şubeler arasında başarısız, az
başarılı, başarılı, çok başarılı, en başarılı gibi kategorik bir
yapı oluşmakta, bu yapı zamanla hiyerarşik bir kabule dönüşmekte ve
giderek okulun kanıksanmış geleneksel kültür ve uygulamasına
dönüşmektedir. Bu durum okullarda şubeler arasında tabakalı bir yapı
ve görünmez bir hiyerarşi meydana getirmekte, dışarıdan okula
taşınan eşitsizliği daha da kalıcı hâle getirmektedir. Zamanla
okulun maddi, manevi ve insani kaynaklarının paylaşımı ve
kullanımında da söz konusu hiyerarşi etkili olmakta, böylece daha
başarılı öğrenciler ile daha vasat olanlar arasında farkı
artırmaktadır. Dahası bazı öğrenciler başarısızlıkla yaftalanmakta,
ömür boyu bu yaftanın psikolojik ezikliğini yaşamaktadır.
Dolayısıyla kişisel yeterlilikleri, sosyal becerileri, sahip
14
oldukları erdemler; dikkate alınmadan sırf akademik başarı esas
alınarak, başarılı/başarısız, yetenekli/yeteneksiz şeklinde
tanımlanan sınıflara, şubelere öğrencilerin yerleştirilmesi
sanıldığının aksine başarıyı değil başarısızlığı getirmektedir.
Okullar Arası Eşitsizlik
Okullar arası eşitsizlik, eğitimin çıktıları açısından aynı
düzey veya aynı tür okulların öğrencileri arasında görülen başarı
farkını ifade eder. Türkiye’de yapılan ulusal ölçekli SBS, YGS, LYS
gibi sınavların sonuçları, okulların karşılaştırılması bağlamında
bir analize tabi tutulduğunda, eğitimin çıkıtları açısından aynı
düzey ve hatta aynı tür okullarda ciddi derecede farkın bulunduğu
görülür. Özellikle ortaöğretim kurumlarımız arasında görülen büyük
başarı farkı, üzerinde durulmaya değer sosyal ve eğitsel bir
problemdir. Zira PISA 2009 sonuçlarına göre 15 yaş grubu
öğrencilerin okuma becerileri başarısı bağlamında okullar arasında
başarı farkımız %75’tir. Bu bağlamda OECD ortalaması ise %42’dir.
Okullar arası başarı farkı açısından PISA kapsamında değerlendirilen
65 ülkeden durumu bizden daha geride olan ülkeler Arjantin, Katar,
Trinidad ve Tobago’dur.
Okullar arası başarı değişkenliğinde yani eşitsizliğinde
görülen bu çarpıcı fark, okullarımızın sosyal gerçekliği temsil etme
imkanından ne denli uzak olduğunu göstermektedir. Bu farkın başlıca
nedenlerinden biri elbette okul dışı eşitsizliklerin eğitimin
çıktılarına yansımasıdır. Sabancı Üniversitesi Eğitim Reformu
Girişimi’nce PISA 2009 verileri ile ilgili olarak hazırlanan rapor
niteliğindeki analitik bilgi notunda, sosyoekonomik eşitsizliklerin
PISA sonuçlarına yansıması şöyle değerlendirilmektedir: “PISA
verileri göstermektedir ki Türkiye'de okullar ve okul türleri
arasında sosyoekonomik ayrışma oldukça yoğundur. PISA’dan elde
15
edilen veriler kullanılarak yapılan bir değerlendirmeyle her ülkede
okullar, öğrenci havuzlarının ortalama ESKS (Ekonomik, Sosyal ve
Kültürel Statü) değerlerine göre üçe ayrılmıştır: avantajlı okullar,
dezavantajlı okullar ve karışık okullar. Türkiye’de öğrencilerin
%31’i avantajlı, %34’ü karışık, %35’i de dezavantajlı okullara
gitmektedir. Ancak Türkiye'de ESKS endeksine göre en alt çeyrekte
bulunanların % 64’ü dezavantajlı okullara, yalnızca %7’si avantajlı
okullara gidebilmektedir. ESKS endeksine göre en üst çeyrekte
bulunan öğrencilerin %64’ü avantajlı okullara giderken yalnızca %8’i
dezavantajlı okullara gitmektedir. Türkiye ayrıca karışık okulların
sistem içindeki ağırlığının en az olduğu dört OECD ülkesinden
biridir. Bu durum hem sosyoekonomik köken hem de başarı açısından
birbirine yakın durumda olan öğrencilerin bir arada bulunmasına, bu
iki durumun birbirini beslemesine, başarı uçurumunun eğitim sistemi
içinde sürekli olarak derinleşmesine ve toplumsal eşitsizliklerin
yeniden üretilmesine neden olmaktadır” (Eğitim Reformu Girişimi,
PISA 2009 Sonuçlarına İlişkin Değerlendirme, 2011; 12-13). Aynı
raporda Türkiye'de okulların sosyoekonomik kökene göre bu kadar
ayrışmış olması, önemli ölçüde, ortaöğretimde okulların türlere
ayrılmış olması, okullar arası kalite farklılıkları ve merkezî sınav
sistemlerinin etkisine bağlanmıştır.
Ortaöğretimde okulların türlere fazlaca ayrılması ve bunların
birçoğunun sınavla öğrenci alması; ayrıca sınavların da rekabeti ve
sıralamayı esas alması, yukarıda da belirtildiği gibi orta öğretim
kurumlarımız arasında sosyal ve akademik açıdan tabakalı ve
hiyerarşik bir yapı meydana getirmiştir. Bu yapıya göre merkezî
sistem sınavına girmeyen veya girdiği hâlde yeterli puanı alamayan
öğrenciler genel liselere ve meslek liselerine, diğerleri ise
puanlarına göre hak ettikleri okul türlerine yerleştirilirler. İlk
bakışta çok doğal ve adil bir uygumla gibi görünen bu durum her
16
geçen gün geniş kitlelerin aleyhine işlemektedir. Bu yapı,
öğrencilerin ve okulların başarılı-başarısız, iyi-kötü, şeklinde
kategorize ederek yaftalanmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Farklı zekâ
ve yetenek düzeylerindeki öğrencilerin birbirleri için öğrenme
kaynağı olmasını engellemektedir. Çeşitlilik, çoğulculuk ve
farklılıktan beslenen okul ve sınıf dinamizmini ortadan kaldırarak
tek tipçiliği özendirmektedir.
Bölgeler Arası Eğitim Eşitsizliği
Bölgeler arası eğitim eşitsizliği ülkemizin önemli
sorunlarından biridir. Coğrafi koşullar, iklim, iskân biçimi, nüfus
ve doğurganlık oranı, sosyoekonomik gelişmişlik durumu, üretim
biçimi ve kapasitesi gibi faktörlerin önemli derecede etkilediği
bölgeler arası eğitim eşitsizliği tamamen ortadan kaldırılamasa da
demokratik bir ülkede bir toplumsal kesimin kaderi olarak kabul
edilmez. PISA ve TIMSS sonuçlarına bakıldığında ülkemizde bütün
coğrafi bölgelerimiz arasında bir ölçüde eğitim eşitsizliği görülür.
Burada fikir vermesi açısından olumlu ve olumsuz yönde en uç nokta
olan bölgelerimize ait bilgiler verilmek suretiyle eşitsizliğin
boyutları gözler önüne serilmeye çalışılmıştır.
TIMSS 2007 verilerine göre matematik yeterliliğinde Ege
bölgesindeki öğrencilerin %7’si ileri düzeyde yer alırken Güneydoğu
Anadolu bölgesindeki öğrencilerin %2’si bu yeterlilik düzeyindedir.
Türkiye'de öğrencilerin %41’i bu sınavdaki yeterlilik düzeylerinde
tanımlanan becerilerin hiçbirine sahip değildir. Bölgesel açıdan
bakıldığında bu yüzdelik dilimine giren öğrencilerin yaklaşık %50’si
Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinden gelmektedir.
Bölgesel açıdan başarı düzeyinin bu derece farklılaşması okulda
sunulan eğitim hizmetinin yeterliliği açısından önemli sorunların
varlığının bir göstergesidir.
17
TIMSS 2007 verilerine göre fen yeterliliğinde Marmara
bölgesindeki öğrencilerin %5’i ileri düzeyde yer alırken Güneydoğu
Anadolu bölgesindeki öğrencilerin ancak %1’i bu düzeye ulaşmıştır.
Türkiye genelinde öğrencilerin %40’ı alt düzeyde yer almaktadır. Alt
düzey ve alt düzey altında bulunan öğrencilerin oranı Marmara
bölgesindeki oranı %56’si iken bu değer Güneydoğu Anadolu
bölgesinde %75’dir. Türkiye'de öğrencilerin %29’u, fen yeterlilik
düzeylerinde tanımlanan becerilerin hiçbirine sahip değildir. Bu
oran Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinde yaklaşık %35’i
bulmaktadır (MEB, TIMSS 2007 Ulusal Matematik ve Fen Raporu, 2011).
PISA 2009 raporu verilerine göre okuma becerileri alanında
ortalama puanı en düşük olan bölge 421 puan ile Güneydoğu Anadolu,
en yüksek olan bölge 481 puan ile Batı Anadolu bölgesidir. Uzmanlar
tarafından temel yeterlilik düzeyi olarak kabul edilen 2. düzeyin
altında en çok öğrenci Güneydoğu Anadolu ve Ortadoğu Anadolu
bölgelerindedir. Bu bölgelerde 2. düzeyin altında yer alan öğrenci
yüzdesi yaklaşık olarak %40’tır. Diğer bölgelerde bu oran yaklaşık
olarak %30 ile %36 arasında değişmektedir.
Matematik okuryazarlığı alanında ortalama puanı en düşük olan
bölge 394 puan ile Güneydoğu Anadolu, en yüksek olan bölge ise 462
puan ile Akdeniz bölgesidir. Temel yeterlilik düzeyi olarak kabul
edilen 2. düzeyin altında en çok öğrencinin bulunduğu bölgeler, %65
ile Güneydoğu Anadolu ve %59 ile Ortadoğu Anadolu bölgeleridir.
Diğer bölgelerde bu oran yaklaşık olarak %30 ile %45 arasında
değişmektedir.
Fen okuryazarlığı alanında ortalama puanı en düşük olan bölge
410 puanla Güneydoğu Anadolu, en yüksek olan bölge 474 puan ile
Orta Anadolu bölgesidir. Güneydoğu Anadolu bölgesindeki
öğrencilerin yaklaşık yarısı temel yeterlilik düzeyi kabul edilen
18
2. düzeyin altında yer alırken diğer bölgelerde bu oran yaklaşık
olarak %20 ile %40 arasında değişmektedir (MEB, PISA 2009 Ulusal Ön
Raporu, 2010).
Eğitim Eşitsizliğinin Sosyal Riskleri
Okullar arası başarı farkının %75, okul içi başarı farkının %32
ve bölgeler arasında başarı farkının kabul edilebilir sınırların
üzerinden olduğu herhangi bir ülkede eğitimin bizzat kendisi bir
sosyal risk hâline gelmiş demektir. Bu denli eşitsiz bir durumu
sadece zekâ ve yetenek fakıyla açıklamak mümkün değildir. Sadece
coğrafi nedenler, iklim ve kültür farkı ile de bu eşitsizliği
açıklamak mümkün değildir. Eğitim hukukumuzda eşitliği esas alan
bunca düzenlemeye rağmen bu fark nereden kaynaklanmaktadır? Bu
eşitsizliğin sosyal adalet, toplumsal barış, birlikte yaşama isteği
açısından içerdiği riskler neler olabilir? Ülkeye ve topluma dair
vicdani, ahlaki, ilmi ve siyasi sorumluluğu bulunan herkesin
ilgilenmesi gereken bu sorun, eğitimin diğer birçok sorununa da
kaynaklık eden temel sorunlardan biridir.
Sorunun sosyoekonomik düzey, kültür, coğrafya, nüfus, ailenin
eğitim düzeyi ve eğitime karşı tutumu, üretim biçimi, göç gibi okul
dışı boyutunu oluşturan nedenlerinin yanında, eğitim siteminin
kendi yapısından kaynaklanan nedenleri de bulunmaktadır. Sorunun
kamu vicdanında karşılık bulamayan boyutunu daha ziyade eğitim
sisteminden kaynaklanan nedenler oluşturmaktadır. Yani eğitimin
eşitliğe ve sosyal adalete hizmet etmesi gerekirken haksız bir
şeklide bazı toplum kesimlerini diğer bazılarının önüne geçmesinin
şartlarını hazırlaması, bu durumu meşrulaştırması veya en azından
bu sonucun ortaya çıkmaması için üzerine düşeni yapamamasıdır.
Ülkemizde eğitim sisteminin gerçek durumu budur. Ancak ne gariptir
ki ne bu durumdan etkilenen sessiz yığınlar ne de bu sonucu
19
1 11
doğuracak kararları alanların birçoğu söz konusu durum hakkında
analitik bir görüşe sahip değildirler. Bu nedenle çoğunlukla
başarısızlığın faturası ya aileye çıkarılmakta ya da coğrafi ve
kültürel faktörlerle durum açıklanmaya çalışılmaktadır.
Türkiye’de eğitim eşitsizliği mevcut hâliyle neden olduğu
bireysel mağduriyetlerin yanında çeşitli sosyal risklere de
kaynaklık etme derecesine ulaşmıştır. Bu riskleri şöyle sıralamak
mümkündür:
Eğitimin sosyal amaçlarından biri, adil ve objektif esaslar
dâhilinde sosyal sınıflar/tabakalar arasında dikey sosyal
hareketliliği kolaylaştırmak; buna bağlı olarak bireylerin zekâ
ve yeteneklerine göre toplumdaki statü ve konumları adil bir
şekilde elde etmelerine imkân vermektir. Başka bir ifadeyle her
sosyal sınıfa mensup bireylerin toplumdaki prestijli konumları
elde etmeleri için eşitlikçi imkân ve fırsatlar hazırlamaktır.
Ne var ki mevcut eğitim sistemimiz özellikle alt ve orta sosyal
sınıfların çocuklarının eğitim yoluyla dikey sosyal
hareketliliğe katılmalarına yeteri kadar fırsat vermemektedir.
Böyle devam ederse kuşaklar boyunca bu kesimlerin çocuklarının
büyük çoğunluğu kolay kolay sınıf yükselme fırsatı
bulamayacaktırlar. Bu sosyal sınıflar kendi kaderlerine mahkûm
olacak, sosyolojik anlamda çevre olarak algılanmaya devam
edilecek; bir ölçüde sosyal dışlanma sorunu yaşayacak, sosyal ve
siyasal sisteme karşı muhalif duruma gelmek zorunda
kalacaklardır.
Çocuğun sosyalleşerek şahsiyetini kazanması, kendini
gerçekleştirmesi, toplumda kabul ve itibar görmesinin sağlanması
eğitimin hem bireysel hem de sosyal amaçlarındandır. Zira
eğitimin görevi kendisinin ve toplumun yararına olacak şekilde
20
her çocuğun inkişafını sağlamaktır. Bu açıdan bakıldığında feda
edilecek tek bir çocuk yoktur. Her çocuk değerlidir ve eğitim bu
değeri pekiştirmelidir. Ancak mevcut eğitim uygulamalarımız
çocuklarımızın tembel-çalışkan, başarılı-başarısız, yetenekli-yeteneksiz vb.
şekillerde tanımlanmasını ve kategorize edilmesini kaçınılmaz
kılmakta ve bu şeklide yaftalanan milyonlarca çocuğun hayatını
çekilmez hâle getirmektedir. Bu durum, okul ortamında
tanımların/yaftaların muhatapları arasında psikolojik ve sosyal
mesafeyi artırmakta, aralarında gayrimeşru bir hiyerarşi meydana
getirmektedir. Okul atmosferi açısından bu kesimler arasında
olması gereken iletişim, birbirini anlama, yardımlaşma,
dayanışma gibi insani boyutun zarar görmesine neden olmaktadır.
Dahası okulda üretilen bu ilişki(sizlik) biçimi okul dışı hayata
da taşınarak çeşitli şekillerde ötekileştirmelerin kültürel kodu
hâline getirilmektedir.
Eğitimin sosyal amaçlarından biri, belli değerler etrafında
sosyal bütünleşmeye katkıda bulunmaktır. Ne var ki ülkemizde
eğitim sisteminin bilgi odaklı, rekabetçi ve sıralayıcı yapısı
beceri, değer ve davranış boyutunda eğitimin hedeflerinin göz
ardı edilmesine neden olmaktadır. Hâlbuki ilköğretim başta olmak
üzere eğitimin bütün kademelerindeki önceliklerden biri toplumun
millî, manevi ve kültürel değerlerini yeni kuşaklara aktarmak,
gerekiyorsa yeni değerlerin üretilmesi için öncülük yapmaktır.
Değer üretimi ve/veya aktarımı yapmayan bir eğitim siteminin;
toplumda birlik ve beraberliğe, dayanışmaya, yardımlaşmaya
hizmet etmesi beklenemez. Son yıllarda yenilenen öğretim
programlarımızda değerler ve değer eğitimine önem verilmiş
olmakla birlikte, özellikle sınav sisteminin öğretmen, öğrenci,
yönetici ve veliler üzerinde yaratığı baskı bütün bu kesimlerin
bilgiyi öncelemelerine ve değerleri geri plana itmelerine neden
21
olmaktadır. Bu durum doğal olarak eğitimi değerler boyutunda
işlevsiz hâle getirmektedir.
Eğitimin diğer bir sosyal amacı toplumda birlikte yaşama
kültürüne katkıda bulunmak; toplumdaki kültürel, etnik,
coğrafi, dini çeşitlilik ve farklılıkların ülke ölçeğinde
anlamlı bir bütün oluşturmalarını sağlamaktır. Böylece hem
toplumdaki farklılıklar bir kültürel zenginlik olarak korunmuş
olacak hem de mozaik modelinde bir toplumsal bütünleşme
sağlanmış olacaktır. Ne var ki çıktılarına bakıldığında eğitim
sistemimizin bu konuda beklenen başarıyı gösterdiğini söylemek
zordur. Zira PISA ve TIMSS sonuçları ülkemizin bazı coğrafi
bölgeleri arasında ciddi derecede eşitsizliğinin varlığına
işaret etmektedir. Hiçbir nedenin meşrulaştıramadığı bu
eşitsizlik önemli bir sosyal sorundur. Bu eşitsizlikler her
şeyden önce insani, vicdani, ahlaki boyut, sosyal adalet,
ülkenin birlik ve bütünlüğü açısından sorgulanmalıdır.
Diğer yandan özellikle etnik, demografik ve kültürel
özelliklerinin çeşitli şekillerde suiistimal edilerek toplumsal
çözülme için kırılgan hâle getirilmek istenen Doğu Anadolu ve
Güneydoğu Anadolu bölgelerimiz ile diğer bölgelerimiz arasındaki
başarı farkının kanıtladığı önemli derecedeki eğitim eşitsizliği,
sosyal bir risk olmanın yanında siyasi amaçlar için
araçsallaştırılmaya uygun olması nedeniyle öncelikli olarak ele
alınması gereken sorunlardan biri olarak önümüzde durmaktadır.
Sonuç ve Öneriler
Demokratik toplumlarda kaynağını zekâ, yetenek, bilgi ve
emekten almayan, sadece yerleşik kültürün ya da güç
ilişkilerinin sonucunda ortaya çıkan; ırk, cinsiyet, etnik
köken, inanç, düşünce, sosyal sınıf, felsefi veya siyasi görüş
22
gibi hususlarda ayrımcılık hâlinde dışa vurulan çeşitli anlayış
ve uygulamalar şeklindeki eşitsizlikler asla kabul edilemez
eşitsizliklerdir (Özpolat, 2009; 64). Bu toplumlarda zekâ ve
yetenek dışında insanların ırk, cinsiyet, din sosyal sınıf gibi
çeşitli mensubiyetlerinden aldığı gücün ayrıcalıklar yaratmasına
izin verilmez. Hukuk karşısında, kamusal alanda ve kamu
hizmetlerinde eşitlik mutlak referanstır. Eğitimden sağlığa
kadar kamusal hizmetin bütün alanlarında adalete dayalı bir
eşitlik talebi vatandaşlar için bir hak, bu talebi karşılamak
için gerekli tedbirleri almak devlet için bir görevdir.
Ülkemizde mevcut koşullarda okul dışı eğitim eşitsizliklerini
azaltmak uzun bir süreç gerektirebilir. Ancak bu eşitsizliklerin
içerdiği sosyal riskleri bir ölçüde de olsa karşılamak için
eğitim siteminin yapısından kaynaklanan eşitsizliklere
ivedilikle müdahale edilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda
öncelikle alınması gereken tedbirler şunlardır:
Ortaöğretim yeniden yapılandırılarak sınavla öğrenci alan
okulların tür ve sayısı azaltılmalı, böylece ilköğretimde
belirli şartları taşıyan az sayıdaki öğrencinin merkezî
sınavlara girmesine izin verilmelidir. Özellikle ilköğretimde
eğitimin paydaşları üzerindeki sınav baskısını
azaltmak/kaldırmak için her öğrencinin sınava gireceği
kitlesel sınav uygulaması kaldırılmalıdır.
Merkezî sınavlarda okul başarısının katkısı artırılmalı,
öğrencilerin akademik başarılarında bilgi düzeylerinin
yanında sahip oldukları beceri ve değerler açısından
öğrencilerin yeterliliklerini ölçen yöntem ve araçlar
kullanılmalıdır.
Öğrenci profili açısından homojen okul ve sınıflar yerine
heterojen okul, sınıflar/şubeler oluşturulmalıdır. Bunu
23
sağlamak için en iyi okulun en yakın okul olduğu politikası
uygulanmalıdır. Şubelere öğrenciler yerleştirilirken random
yöntemi kullanılmalıdır. Fen lisesi ve sosyal bilimler
liseleri hariç her okulda ve her şubede özel eğitim
gerektiren öğrenciler hariç, her zekâ düzeyinden öğrencinin
bulunmasına imkân verilmelidir.
Öğrenci- öğretmen, öğrenci-bilgisayar, öğrenci-fiziksel
kapasite, öğrenci-teknik kapasite, öğrenci-eğitim aracı,
öğrenci-mali kaynak oranları açısından okullar ve bölgeler
arasındaki eşitsizlik giderilmelidir. Mevcut eşitsizliği
gidermek için eğitimde geri kalmış okullara, illere,
bölgelere pozitif ayrımcılık yapılmalıdır.
Öğretmenlerin mesleki performansları açısından okullar ve
bölgeler arasındaki eşitsizlik giderilmelidir. Bazı okul
türerlinde seçilmiş öğretmenlerin atanması uygulaması
kaldırılmalı veya kapsamı daraltılmalıdır. Özellikle yaygın
bir şekilde Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde
başvurulan ders ücretli ve vekil öğretmen uygulaması
kaldırılmalı, bu kadrolara asaleten atmama yapılmalıdır.
Türkçeden faklı dillerin konuşulduğu bölgelerde dil yönünden
hazır bulunuşluk düzeyinin yükseltilmesi için okul öncesi
eğitim yaygınlaştırılmalıdır. Bu durumdaki çocuklara
Türkçenin daha iyi/kolay öğretilebilmesi için dil
eğitimcilerine spesifik araştırmalar yaptırılmalıdır. Bireyin
eğitimi ve kişisel gelişimi açısından çok kültürlülüğün ve
çok dilliliğin olumlu katkıları üzerinde durulmalıdır.
Dershane sitemi ıslah edilmeli, dershanelerin okulun tesirini
azaltıcı etkisi üzerinden çalışılmalı, aile açısından
eğitimin maliyetini artırıcı etkisi sorgulanmalıdır. Bu
24
kurumlar bir öğretim kurumu olmaktan çıkarılarak bir eğitim
kurumuna dönüştürülmelidir.
KAYNAKLARAytaç, Kemal (1992), Avrupa Eğitim Tarihi, Marmara Üniversitesiİlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul.Doğan, İsmail (2011), Eğitim Sosyolojisi, Nobel Yayınevi, AnkaraGiddens, Anthony (2000), Sosyoloji, (Haz: Hüseyin Özel, CemalGüzel), Ayraç Yayınları, Ankara.Millî Eğitim Bakanlığı Eğitimi Araştırma ve Geliştirme DaireBaşkanlığı PISA 2009 Ulusal Ön Raporu, 2010, Ankara. Millî Eğitim Bakanlığı Eğitimi Araştırma ve Geliştirme DaireBaşkanlığı TIMSS 2007 Ulusal Matematik ve Fen Raporu, 2011, Ankara.Sabancı Üniversitesi Eğitim Reformu Girişimi PISA 2009 Sonuçlarınaİlişkin Değerlendirme, 2011, İstanbul.Özpolat, Abdulvahap (2009), Demokratik Vatandaşlık-Birlikte YaşamaKültürü, Hegem Yayınları, Ankara.http://egitek.meb.gov.tr/pisa.html (12.10.2012).
25