+ All Categories
Home > Documents > Türk Mimarisinde İz Bırakanlar III - Türk Mimarisinde Abide Şahsiyetler: Fossati Biraderler

Türk Mimarisinde İz Bırakanlar III - Türk Mimarisinde Abide Şahsiyetler: Fossati Biraderler

Date post: 22-Nov-2023
Category:
Upload: boun
View: 0 times
Download: 0 times
Share this document with a friend
21
TÜRK MİMARİSİNDE İZ BIRAKANLAR 2
Transcript

TÜRK MİMARİSİNDE İZ BIRAKANLAR

2

"TÜRK MİMARİSİNDE ABİDE ŞAHSİYETLER"

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı

Proje Genel Yayın Yönetmeni

Mehmet Lâtif Çiçek

Yayın Koordinatörü

Şahin Torun

Yayın Kurulu

Cihan Aktaş

Ahmet Bozkurt

M. Ebru Erdönmez Dinçer

Zübeyir Saltuklu

Mehmet Sarıtaş

İrvin Cemil Schick

Ömer Yılmaz

Redaksiyon

Ahmet Bozkurt

ISBN

978-605-5294-42-7

Ankara, 2015

Tasarım

matbuu

Baskı

Matbaa Sertifika No: 16725

TÜRK MİMARİSİNDE İZ BIRAKANLAR

4

TÜRK MİMARİSİNDE İZ BIRAKANLAR

İÇİNDEKİLER

Takdim

İdris Güllüce ....................................................................................................................... 8

Sedefkâr Mehmed Ağa

Mine Alpay Gün .............................................................................................................. 13

Mimar Hacı İvaz Paşa

Metin Önal Mengüşoğlu ................................................................................................. 33

Balyanlar Üzerine Yeni Okumalar

Selman Can ...................................................................................................................... 49

Fossati Biraderler

Nilay Özlü ....................................................................................................................... 61

Mimar M. Vedad Bey

Afife Batur ........................................................................................................................ 77

Mimar M. Vedad Tek

Haydar Ergülen ............................................................................................................... 99

Ernst Arnold Egli

Zeynep Buçukçu ............................................................................................................ 115

Abidin Mortaş

Asım Öz ......................................................................................................................... 133

Seyfi Arkan

Ebru Omay Polat ........................................................................................................... 147

TÜRK MİMARİSİNDE İZ BIRAKANLAR

Münevver Belen Gözeler

Müge Levend ................................................................................................................. 155

Sedad Hakkı Eldem

Murat Aykaç Erginöz .................................................................................................... 159

Nail Çakırhan

Gülsüm Ekinci ............................................................................................................... 169

Kemal Ahmet Arû

Nuran Zeren Gülersoy .................................................................................................. 181

Yazarlar ......................................................................................................................... 193

İÇİNDEKİLER

61

Fossati BiraderlerNilay Özlü

Sultan Abdülmecid’in (1839-1861) cülûsunun ilk senesinde Sadrazam Mustafa Re-şid Paşa tarafından devletin ileri gelenleri, nazırlar, ulema, lonca ve esnaf temsilci-leri, dinî önderler, yabancı devlet elçileri ve büyük bir halk topluluğu önünde oku-nan Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu, Osmanlı Devleti’nin yüzünü artık net ve bilinçli bir şekilde Batı’ya döndürdüğüne işaret eder. Daha açık bir anlatımla, 1839 yılında Topkapı Sarayı Gülhane bahçelerinde okunan Tanzimat Fermanı, zaten uzunca bir süredir Batı medeniyetine ulaşma çabaları içerisinde olan Osmanlıların bu tavır ile yüzleştiklerinin ve bunu bir ideoloji olarak devletin her kademe ve kurumunda işler hale getirme çabalarının bir tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağ-lamda, askerî ve idarî kurumlardan başlayan reform hareketleri, sosyal kurumlara ve Osmanlı Devleti’nin toplumsal yapısına kadar nüfuz etmiştir. Elbette mimarlık da bu kapsamlı toplumsal ve kurumsal dönüşümden payını almış, başta İstanbul olmak üzere imparatorluğun farklı coğrafyalarında, zaten yüzyıl başında –başta askerî yapılar ve sahil sarayları ile– tohumları atılmış olan yeni bir mimari dilinin gelişmesine olanak sağlanmıştır.1

1837 yılında Rusya Büyükelçiliğinin inşası için İstanbul'a gelmiş olan İtalyan asıllı mimar Gaspare Trajano Fossati tam da böyle bir değişim ve dönüşüm dö-neminde Osmanlı İmparatorluğu’nun mimari kültürünün bir parçası olmuştur. 7 Ekim 1809 tarihinde, İsviçre'nin İtalyanca konuşulan Ticino/Tessin Kantonu’na bağlı Morcote şehrinde doğmuş olan Gaspare Fossati, ailesindeki diğer ressam, sanatçı ve mimarların izinden giderek 1822-1827 yılları arasında Milano’nun Bre-ra Güzel Sanatlar Akademisi’nde (Accademia di Brera) mimarlık eğitimi almıştır.2 Neo-Rönesans üslûbunun temel alındığı bir mimarlık eğitimi sunan bu akade-minin genç mezunları arasında, o dönemde bu mimari tarzının popüler olduğu Rusya’ya gitmek oldukça revaçtaydı. 1827 yılında “Bir Başkent İçin Arşiv Binası” konulu diploma projesi ile Brera Akademisi’nden altın madalya ile mezun olan Gaspare Fossati, üç yıl Venedik ve Roma’da tarihi binaları inceledikten sonra, Rus-ya’da çalışmakta olan amcası Giugliemo Fossati’nin yanına gitmiştir. 1833 yılın-dan itibaren St. Petersburg’da mimar ve dekoratör olarak çeşitli ev, saray ve kilise projelerinde çalışmış, Güzel Sanatlar Akademisi’nde görev almış ve “saray mima-rı” unvanına layık görülerek kariyerinde hızla yükselmiştir.3

1 Tanzimat dönemini sadece Batılılaşma ekseninde incelemek elbette yetersiz kalacaktır. Sosyal, ekonomik, politik ve askeri açı-lardan daha derinlemesine bir analiz için bakınız: Halil İnalcık ve Mehmet Seyitdanlıoğlu, Tanzimat: Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, Ankara: Phoenix Yayınevi, 2006; Enver Ziya Karal, Osmanli Tarihi 5, Nizam-ı Cedid ve Tanzimat Devirleri, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basimevi, 1988.

2 Sema Doğan, Ayasofya ve Fossati Kardeşler (1847-1858), İstanbul: Sanat ve Arkeoloji Yayınları, 2011, s. 23-36; Cengiz Can, “Fos-sati, Gaspare Trajano”, İstanbul Ansiklopedisi, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1993, C 3, s. 326-327; Semavi Eyice, “Fossati”, TDV, s. 170-174.

3 Cengiz Can, “İstanbul’da 19. Yüzyıl Batılı ve Levanten Mimarlarının Yapı ve Koruma Sorunları”, yayımlanmamış doktora tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 1993, s. 92-190.

TÜRK MİMARİSİNDE İZ BIRAKANLAR

62

Gaspare Fossati’nin hayatı ve meslek hayatı, İstanbul’un Rusya Büyükelçilik binasının mimarı olarak görevlendirilmesi ile bambaşka bir düzlemde devam ede-cektir. 1837 yılında, Rusya’da çalışmakta olan ünlü İtalyan mimar Luigi Rusca’nın torunu ile evlenen Gaspare Fossati, Çar'a İstanbul için hazırlamış olduğu büyü-kelçilik binası projelerini sunar ve projenin onaylanması üzerine İstanbul’a taşınır. 1838 yılında bu büyük ölçekli ve son derece gösterişli yapının inşa edilmesine giri-şilir ve Gaspare Fossati, projede kendisine yardımcı olması için kardeşi Giuseppe Fossati’yi de İstanbul’a çağırır. Böylece mimarlık kariyerlerine İstanbul'da devam eden iki kardeş yaklaşık yirmi yıl boyunca Osmanlı başkentinde çok farklı ölçek ve çeşitlilikte projeler gerçekleştirirler.

1822 yılında ağabeyi gibi Morcote’da dünyaya gelen Giuseppe Fossati, Milano Brera Akademisi’nde iki yıl mimarlık eğitimi aldıktan sonra 1839 yılında İstan-bul’a adım atmış ve Rus Büyükelçiliği ile başlayan kariyerine 1860’lı yıllara ka-dar burada devam etmiştir. Ülkesine döndükten sonra İstanbul üzerine kapsamlı bir resimli rehber hazırlamaya girişen Giuseppe, bu hayalini gerçekleştirmeden 1891 yılında vefat eder.4 Ağabeyi Gaspare ile beraber çalıştıkları yapılar haricinde İstanbul’da, Harbiye’deki St. Esprit Kilisesi, Gülhane’deki Telgrafhane ve Beyoğ-lu/Pera bölgesinde yer alan çeşitli konut projeleri Giuseppe imzasını taşımaktadır. Kısa bir zaman içerisinde İstanbul’un önemli projelerine adlarını yazdırmış olan mimar kardeşlerden Gaspare Fossati 1848 yılında Sultan Abdülmecid tarafından Nişan-ı Âlî, Giuseppe Fossati ise dördüncü dereceden Mecidiye Nişanı ile ödül-lendirilmiştir.5 Milano’da neo-klasik mimarlık eğitimi almış olan Fossati birader-

4 Can, “İstanbul’da 19. Yüzyıl Batılı ve Levanten Mimarlarının Yapı ve Koruma Sorunları”; Cengiz Can, “Fossati, Giuseppe”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1993, C 3, s. 327-328.

5 BOA.İ..MSM.26.699 (14/C/1264). Metin şöyledir: “Atûfetli Efendim Hazretleri, Sâye-i mekârim-vâye-i hazret-i şahanede Babıali’de

Yirminci yüzyıl başlarındaRusya Sefareti. Beyoğlu, İstanbul.

TÜRK MİMARİSİNDE İZ BIRAKANLAR

63

lerin Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu’nda kısa zamanda elde etmiş oldukları kı-demli pozisyonlar ve aldıkları önemli işler, Batılılaşma gayretleri içindeki bu iki ülkenin sosyal, kültürel ve mimari devinimime de iyi bir örnek teşkil etmektedir. Gerek İstanbul’da bulunan yabancı elçilikler, gerek Levantenler, gerekse de Os-manlı Devleti için pek çok farklı proje gerçekleştiren Fossati Kardeşlerin, Tanzimat döneminde Balyan ailesinin yanı sıra İstanbul’a gelen diğer yabancı mimarlarla beraber kentin mekânsal dönüşümüne etkisi büyüktür. Fossati Biraderler tarafın-dan yapılan projelerin başlıcaları şunlardır:6

• Rusya Sefareti (1838-45)

• Bekirağa Bölüğü / Bâb-ı Seraskerî Hastahanesi (1841-43)

• Eminönü Limon İskelesi Karakolu

• Bâb-ı Âlî Arz Odası Düzenlemesi (1844)

• Dârülfunûn Binası (1845-1863)

• Hazine-i Evrak (1846-54)

inşa olunmuş olan Hazine-i Evrak kâmilen resîde-i hüsn-i hitâm olarak miftahı mimarı bulunan Mösyö Fossati tarafından cenab-ı Babıa-li’ye takdim olunmuş ve kendisi taraf-ı âlî-i Saltanat-ı Seniyye’den nişan-ı âlîye nail olmuş ise de biraderi dahi hidmet-i Devlet-i Aliyye’de müstahdem olduğundan bir kıt’a nişan inayet ve ihsan buyurulmasını beyan ve istid’a eylemiş olup merkum hidmet-i Saltanat-ı Seniy-ye’de müstahdem olarak bu sırada onun dahi mazhar-ı âtıfet-ı seniyye buyurulması şâyân-ı şân-ı mekârim-nişan-ı âlî olduğundan merkuma emsâli ve münasibi vechle dördüncü numaradan hafifçe bir kıt’a nişan i’tası Hariciye Nazırı Devletli Paşa hazretleriyle merhûn-ı müsaade-i seniyye olarak tezekkür olunmuş ise de her ne vechle irade-i seniyye-i hazret-i şehinşahîmüteallık ve şeref-sudûr buyurulur ise mantûk-ı münîfi icra olunacağı beyanıyla müzekkire-i senâverîterkîm kılındı efendim fî 13 cemaziyelahir sene 64”

6 Can, “İstanbul’da 19. Yüzyıl Batılı ve Levanten Mimarlarının Yapı ve Koruma Sorunları”; Can, “Fossati, Giuseppe”, s. 327-328.

Gaspare Fossati’nin Darülfünun çizimi.(G. Fossati, Aya Sofia, Constantinople, Londra,1852, Levha 20.)

TÜRK MİMARİSİNDE İZ BIRAKANLAR

64

• Mekteb-i Sanayi (1846)

• Telgrafhane-i Âmire (1855)

• Ayasofya Restorasyonu (1847)

• Ayasofya Hünkâr Mahfili, Hünkâr Dairesi, Ayasofya Muvakkithanesi

• San Pietro Kilisesi, Galata (1841-43)

• St. Esprit Katedrali (1845)

• Naum Tiyatrosu (1846)

• Baltalimanı Hastahanesi / Reşid Paşa Sahilsarayı (1847)

• Venedik Sarayı Restorasyonu (1853)

• Hollanda Büyükelçiliği (1854)

• İspanya Elçiliği (1854)

• Baltalimanı Hünkâr Dairesi (1855)

• İran Sarayı – Elçiliği (1856)

• Reşid Paşa Türbesi (1858)

Fossati biraderler Osmanlı Devleti için pek çok resmî projeyi, Avrupa Devlet-leri için elçilik binalarını ve İstanbul’da yaşayan Hıristiyan nüfus için çeşitli kilise projelerini gerçekleştirdikleri gibi, başkentin önde gelen bürokratları ve Levanten aileleri için konut projeleri de yapmışlar, arkeolojik alanları incelemişler, restoras-yon projeleri yürütmüşlerdir. Bu makale kapsamında ise Tanzimat döneminde İstanbul’un kent peyzajına ve mimari kültürüne damgasını vurmuş olan yapılar kısaca değerlendirilecektir.Rusya Sefareti

Gaspare Fossati’nin İstanbul’a geliş sebebi olan bu proje, Rusya Sefareti’nin Grand Rue de Pera (şimdiki İstiklâl Caddesi) üzerindeki elçilik arazisinde yer alan mütevazı ahşap konağın yerine, çok daha büyük ve gösterişli kâgir bir “elçilik sarayının” yapılması şeklindeydi. Rusların Osmanlılara karşı mutlak bir üstünlük elde ettikleri ve Rus ticaret gemilerine Boğazlardan geçiş hakkı tanındığı 1829 ta-rihli Edirne Anlaşması sonrasında Rusya’nın artan gücü ve prestijini temsil edecek bu yapı için, bir milyon Ruble tahsis edildi ve elçiliğin etrafındaki araziler de satın alındı. 20 Mayıs 1837’de İstanbul’a gelen Gaspare Fossati’nin ön çalışmaları ve avam projeleri Çarlık tarafından kabul edildi ve 6 Eylül 1838’de yapının inşaata başlandı. Gaspare Fossati dışında, kardeşi Giuseppe Fossati, kayınbiraderi Ales-sandro Rusca, eniştesi ressam-dekoratör Antonio Fornari ve birçok İtalyan asıllı sanatçı ve usta projede görev aldı. Yapı 1845 yılında bitirilmekle beraber, Fossati biraderlerin çalışmaları 1848 yılına kadar devam etti.7

7 Cengiz Can, “Rus Elçiliği Binası”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1993, C 6, s. 308-310.

TÜRK MİMARİSİNDE İZ BIRAKANLAR

65

Birbirine, cephesi iyonik kolonlarla tanımlanmış, üst örtüsü cam olan ve diğer-lerinden daha alçak bir giriş yapısı ile bağlanan iki kütleden oluşan Rusya Sefareti, Rus Ampir üslûbunda inşa edilmiştir. Pera sırtlarına yerleşen yapı, masif kütlesi, neo-klasik üslubu, Boğaz’a hâkim konumu, gösterişli mimarisi ve kent içindeki görünürlüğü ile adeta Rusya’nın Osmanlı topraklarındaki gövde gösterisi olarak yorumlandı. Boğaz yönündeki 100 m’lik cephesi, Grand Rue de Pera yönündeki demir parmaklıkları, aksiyal ve simetrik kurgusu, iç mekânda kullanılan duvar resimleri ve klâsik bezeme detayları ile yapı hedeflediği görünürlük, güç ve prestij algısını yakalamayı başarmıştır. Dolayısıyla Rusya Sefareti’nin Tanzimat dönemi İstanbul’unun kentsel dokusu ve mimari dili üzerinde oldukça dönüştürücü bir etkisi olmuş, “Rus Sefareti mimarı” olarak tanınan Gaspare Fossati’ye ise henüz yapı tamamlanmadan Osmanlı Devleti tarafından oldukça önemli projeler veril-miştir.

Bâb-ı Seraskerî Hastahanesi / Bekirağa Bölüğü

Gaspare Fossati Rusya Sefareti inşaatında mimari yeteneklerini ortaya koymuş ve kendisine dönemin Harbiye Nezareti’nin (günümüzde İstanbul Üniversitesi Bayezid Kampüsü) kuzeydoğusunda yer alan araziye Bâb-ı Seraskerî Hastanesi adı altında 250 yatak kapasiteli bir hastane inşası işi verilmiştir.8 Yapının Cengiz Can tarafından Bellizona arşivinde bulunan projesi 1 Mayıs 1841 tarihlidir ve in-şaat 1843 tarihinde tamamlanmıştır. Tamamlandıktan sonra Hassa Ordusu Komu-tanlığı ve Bölüğu olarak kullanılmış, 1870’ten sonra ise Bâb-ı Seraskerî Askerî Tev-kifhânesi olarak işlevlendirilmiştir.9

Art arda şehri yakıp yıkan İstanbul yangınlarına önlem olarak kâgir malzeme kullanımının öne çıkmaya başladığı bu dönemde, hastane yapısı da kâgir olarak, yığma tuğla sistemi ile imal edilmiştir. Yapı, Tanzimat yöneticileri tarafından mi-mari eğitimi almış bir mimara yaptırılan ilk bina olması açısında da önem teşkil etmekte, bu anlamda ileriki yıllarda ortaya çıkacak olan yabancı mimar furyasının da ilk işaretleri verilmiştir. Boyutları 41,5 x 98 m olan yapının geniş kütlesi cep-he çıkmaları ve kademeler ile parçalanmıştır. Yapı, eğimli arazi nedeniyle doğu cephesi iki katlı, batı cephesi ise tek katlı olarak algılanmaktadır. Kolonlar ve tepe feneri ile tanımlanmış olan orta hol, iki yandaki koridorlara bağlanarak simetrik bir plân şeması ortaya koymaktadır.10 Cephede ise gösterişten uzak, rasyonel bir kurgu hâkim olmakla beraber, kemerli pencereler, ana girişi tanımlayan barok alınlık ve yan girişlerin önünde yer alan kolonlu ve üçgen alınlıklı saçaklar dikkat çekmektedir.

Sultan Abdülaziz (s. 1861-1876) döneminde İstanbul Muhafızlığı Dairesi ola-rak işlevlendirilen yapı, tutukevinin ilk müdürü olan ve acımasızlığıyla tanınan Binbaşı Bekir Ağa’nın namıyla anılmaya başlanmıştır. Siyasî ve askerî tutuklulara mahsus olan bu bölük, özellikle 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında, dö-nemin basın ve aydın çevrelerinin ve muhaliflerin kapatıldığı bir hapishane olarak

8 Cengiz Can, “Bekirağa Bölüğü Mimari”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1993, C 2, s. 129. 9 Can, “İstanbul’da 19. Yüzyıl Batılı ve Levanten Mimarlarının Yapı ve Koruma Sorunları”, s. 92-190.10 Elgün Poçan, “İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi / Bekirağa Bölüğü Mimari Değerlendirmesi ve Koruma Sorun-

ları”, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2010, s. 57.

TÜRK MİMARİSİNDE İZ BIRAKANLAR

66

kullanılmış, bu bağlamda pek çok ünlü simanın tutuklu olarak bulunduğu Bekira-ğa Bölüğü kent hafızasında önemli bir yer edinmiştir.11 1922 yılına kadar tutukevi olarak kullanılan yapı, daha sonra 1933 yılında İstanbul Üniversitesi’ne devredil-miş, önce Tıp Fakültesi’ne bağlı olarak kullanılmış, daha sonra 1979 yılında Siyasal Bilimler Fakültesi olarak işlevlendirilmiş, bu bağlamda pek çok yapısal değişikliğe uğramıştır.12 Fossati tarafından gerçekleştirilen orijinal tasarımında dikdörtgen bir plân şemasına sahip olan yapının kuzey ve güney cephelerine ve çatı arasına ya-pılan ek mahaller sonucunda yapı özgün durumundan uzaklaşmıştır.13 Bazı kay-naklarda Bekirağa Bölüğü’nün 1950 yılında yıktırılmış olduğu belirtilmiş ise de bu tespit gerçeği yansıtmamaktadır. Günümüzde özgün pek çok mimari özelliğini kaybetmiş olan yapı kapsamlı bir restorasyon geçirmektedir.

11 Necdet Sakaoğlu, “Bekirağa Bölüğü”, İstanbul Ansiklopedisi, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1993, C 2, s. 126-129.12 Poçan, “İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi / Bekirağa Bölüğü Mimari Değerlendirmesi ve Koruma Sorunları”,

s. 44.13 Poçan, “İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi / Bekirağa Bölüğü Mimari Değerlendirmesi ve Koruma Sorunları”,

s. 55.

Ayasofya Hünkâr Mahfili.Sultanahmed, İstanbul.

Ayasofya Hünkâr Dairesi.Sultanahmed, İstanbul.

TÜRK MİMARİSİNDE İZ BIRAKANLAR

67

Dârülfünûn

Tanzimat ideolojisinin en anlamlı tezahürlerinden birisi de Ayasofya ile Top-kapı Sarayı Surları arasında kalan geniş arazide inşa edilmiş olan Dârülfünûn bi-nasıdır. Tanzimat’ın en önemli öğelerinden biri yalnız askerî alanda değil, sivil toplumda da bir değişim yaratabilmek, Osmanlı toplumunun geleneksel yapısını dönüştürebilmek, yani “mülk ve milleti ihya” etmekti.14 Bu bağlamda Tanzimat aydınları eğitim politikalarına büyük önem vermiş, eğitimde ıslahat ile bilginin dönüştürücü gücünü kullanmayı hedeflemişlerdir. Dolayısıyla Tanzimat’ın kuru-cu simalarından Mustafa Reşid Paşa’nın inisiyatifi ile Osmanlı Devleti’nde sivil bir yükseköğrenim kurumun kurulması önerilmiş, 1846 yılının Şubat ayında ortaya atılan bu fikir Mayıs ayında kabul edilerek, eğitim reformunun en faydalı basama-ğı olacağı ve sultanın şöhretini arttıracağı ifade edilerek inşasına başlanmasına ka-rar verilmiştir.15 Yapının mimarı olarak Rusya Sefarethanesi mimarı Fossati uygun görülmüş, yapının yeri için ise “cesim ve nümayişli” bir mahal öngörülmüştür. Bu bağlamda, üniversite sadece içinde eğitim faaliyetlerinin yürütüleceği bir yapı olmaktan öte, Tanzimat ideolojisinin görünebilir kılındığı bir anıt-yapı olarak da kurgulanmıştır.

14 Halil İnalcık, “Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Hümayunu”, Tanzimat: Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu içinde, der. Halil İnalcık ve Mehmet Seyitdanlıoğlu, Ankara: Phoenix Yayınevi, 2006, s. 89-109.

15 Göksun Akyürek, “Bilgiyi Yeniden İnşa Etmek Tanzimat Dönemi Osmanlı Mimarlığı”, yayımlanmamış doktora tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2008, s. 79-80 (BOA. İ.MSM.656, 31.05.1846).

Ayasofya Muvakkithanesi. Sultanahmed, İstanbul.

TÜRK MİMARİSİNDE İZ BIRAKANLAR

68

Dârülfünûn için önce Sultanahmed’de bulunan “Atik Bâb-ı Defterhânesi” ma-halli düşünülmüş, daha sonra maddî sebeplerle Sultanahmed Meydanı’nda Aya-sofya’nın hemen doğusunda yer alan “Atik Cebehâne” arsasına inşa edilmesi ka-rarlaştırılmıştır.16 Fossati’nin ilk hazırladığı proje ise yeni arsaya göre değiştirilmiş, yapıya bir kat daha eklenmiş, deniz cephesi neo-klasik detaylar ile bezenmiş ve Ayasofya’dan mesafelenerek bir meydan tanımlayacak şekilde geri çekilmiştir. Binayı oluşturan iki kare blok, merkezde yer alan giriş birimi ile birbirine bağ-lanmakta, böylece simetrik ve aksiyel bir düzenleme ortaya koymaktadır. Her iki bloğun ortasında bulunan kare plânlı iç avlular, bir tarafında servis birimleri diğer tarafında ise sınıflar ve salonların bulunduğu koridorlarla çevrilmiştir. Merkezde bulunan yapı hem girişi tanımlamakta hem de büyük toplantı salonuna ev sahipli-ği yapmaktadır. Yapının diğer cephelerinde ise İyonik başlıklı iki kat yüksekliğin-de pilastrlar ve üçgen bir alınlıkla belirginleştirilmiş olan çıkmalar göze çarpmak-tadır. Fossati’nin çizimlerinde görülen merkezî kule ise inşa edilmemiştir.17

Dârülfünûn binası için seçilen arazi, yapının ölçeği, yapım tekniği, neo-kla-sik detayları, 100 mye varan cephesi ve mimari özellikleri tam da Tanzimat re-formlarının manifestal yapısını vurgular niteliktedir. Bir önceki dönemin askerî reformlarını simgeleyen kışla yapılarının yerine, Tanzimat reformlarını temsil eden ve görünür kılan yeni ve anıtsal bir mimarlık ortaya konmuştur. Yapının mekânlarının nasıl bir işlev ile kullanılacağından, eğitim programından ve öğrenci sayısından bağımsız olarak, bu ölçekte ve görünürlükte bir yapının, Tarihi Yarıma-da’nın en prestijli noktasında, Topkapı Sarayı ile Ayasofya arasında inşa edilmiş

16 Akyürek, “Bilgiyi Yeniden İnşa Etmek Tanzimat Dönemi Osmanlı Mimarlığı”, s. 91.17 Afife Batur, “Darülfünun Binası”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1993, C 2, s. 562-563.

Mustafa Reşid Paşa Türbesi. Bayezid, İstanbul.

TÜRK MİMARİSİNDE İZ BIRAKANLAR

69

olması, kente vurulmuş Tanzimat’a dair bir damga olarak kabul edilmelidir. Av-rupa standartlarında yüksek eğitim vermek üzere projelendirilen yapının inşasına büyük bir tören ile 1 Eylül 1846’da başlanmış, temel atma töreninde Mustafa Reşid Paşa binanın temeline yerleştirilen ilk taşın altına altın bir para koyarak projedeki rolünü ve projenin önemini vurgulamıştır.18

Yapımı için yaklaşık iki yıl ve 260 kesesi Fossati’ye verilmek üzere toplam 5,000 keselik bir meblağ öngörülen yapı,19 1860 yılına gelindiğinde hâlâ tamamlanma-mış, çeşitli mali ve teknik zorluklar ile Kırım Harbi nedeniyle inşaat süresi uzamış, 1854-56 yılları arasında ise Kırım Harbi esnasında İstanbul’a gelen Fransız askerler için hastane olarak kullanılmıştır. Bu arada Fossati biraderler Ayasofya restorasyo-nu başta olmak üzere pek çok başka sivil ve resmi projede görevlendirilmişlerdir.20 12 Ocak 1863 tarihinde Sadrazam Fuad Paşa’nın emriyle Kimyager Derviş Paşa, inşaatı henüz tamamlamamış olan yapıda halka açık bir ders vermiş ve Takvim-i Vekai’de ilan edilen bu ders İstanbullular tarafından büyük bir ilgiyle karşılanmış, fizik, kimya, doğa bilimleri, tarih ve coğrafya konularında verilen serbest dersler 1865 yılına kadar devam etmiştir.21 Ancak büyük umutlarla başlanan üniversite projesi bir türlü tam anlamıyla hayata geçirilememiş, Dârülfünûn kurumsal bir şekilde işlemeye başlayamadan 1865 yılında daha ufak bir binaya nakledilmiş; an-cak 1870 yılında resmen açılmış, 1933 yılına kadar sürekli adres değiştirerek farklı binalarda eğitim vermeye devam etmiştir.22

Fossati’nin yapmış olduğu anıtsal yapı ise önce Maliye Nezareti’ne tahsis edil-miş, daha sonra 1876’da I. Meşrutiyet’in ilk meclisine ev sahipliği yapmış, 1908’de ise II. Mebusan Meclisi burada toplanmıştır. Yapı daha sonra Adliye Nezareti’ne dönüştürülmüş, 1933 yılında çıkan yangında ise büyük hasar görmüş ve İstan-bul’un kent peyzajından silinmiştir.23

Hazine-i Evrak

1846 yılının Kasım ayında Meclis-i Ahkâm-ı Adliye’de alınan kararın24 Sultan Abdülmecid tarafından onaylanması ve ardından Takvim-i Vekayi gazetesin-de25 yayımlanması ile o vakte kadar Topkapı Sarayı’nda Defterdar Hazinesi’nde, Sultanahmed’deki Defterhâne binasında ve Bâb-ı Âlî çevresindeki bazı yapıların bodrumlarında saklanmakta olan evrak-ı atikanın sağlıklı ve düzenli bir şekilde korunabilmesi, saklanabilmesi ve Bâb-ı Âlî memurları tarafından rahatlıkla kul-lanılabilmesi için Avrupa’daki örneklerine benzer bir yapı inşa edilmesine karar verilir.26 Arşiv binası için Alay Köşkü’nün karşısında yer alan Bâb-ı Âlî içerisinde bir mahal seçilmesi, Tanzimat döneminde bu kuruma atfedilen hem sembolik hem de işlevsel önemi göstermektedir.

Hazine-i Evrak veya Bâb-ı Âlî Defterhânesi olarak tanımlanan bu yapının “Dâ-

18 Akyürek, “Bilgiyi Yeniden İnşa Etmek Tanzimat Dönemi Osmanlı Mimarlığı”, s. 94.19 Akyürek, “Bilgiyi Yeniden İnşa Etmek Tanzimat Dönemi Osmanlı Mimarlığı”, s. 88.20 Batur, “Darülfünun Binası”, s. 562-563.21 Ekmeleddin İhsanoğlu, “Darülfünun”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1988.22 Ekmeleddin İhsanoğlu, “Darülfünun”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1993, C 2, s. 559-562.23 Batur, “Darülfünun Binası”, s. 562-563.24 BOA.İ.MSM.658; aktaran Erkmen, s. 37.25 Takvim-i Vekayı, 20 Şevval 1262 (11 Kasım 1846); aktaran Erkmen, s. 37.26 Alev Erkmen, Geç Osmanlı Dünyasında Mimarlık ve Hafıza: Arşiv, Jubile, Abide, İstanbul: Akın Nalça Kitapları, 2010.

TÜRK MİMARİSİNDE İZ BIRAKANLAR

70

rülfünûn ebniyesi mimarı Fossati marifetiyle kâgir olarak, endüstriyel tuğla ile tarz-ı cedid” olarak (yani modern tarzda) inşa edileceği ve farklı kategorideki belgeler için farklı bölümlere sahip olacağı belirtilmiş27 ve arşiv binasının mimari özellikleri tariflenmiştir.28 Yapının mimarı olarak o dönemde Dârülfunûn inşasıyla görevli olan Gaspare Fossati’nin seçilmiş olması, diploma projesinde bir arşiv bi-nası ile altın madalya almış olan mimarın Avrupalı olmasına bağlanabilir. Nitekim arşivin yapılmasına dair yayımlanan kararda “makbule evrak için... Her düvelde... Gayet mahfuz ve muntazam defterhâneler inşa... olunmakda olduğundan” ifadesi arşiv binasının Osmanlı Batılılaşma projesinin bir parçası olarak tahayyül edildiği-ni ve Tanzimat yöneticilerinin bürokrasiyi merkezileştirmeye ve bilgiyi “tanzim” etmeye yönelik bir adımı olarak plânlandığını göstermektedir.

Fossati tarafından hazırlanan avam projeler “Projet d’une Archive pour la S.G. Ottomane” başlığı ile saraya sunulmuş,29 daha sonra revizyona uğrayarak belgeleri neme karşı korumak adına yapının iki katlı olarak ve daha geniş bir plâna sahip olacak şekilde merkezî kubbeli olarak inşa edilmesine karar verilmiştir. Cengiz Can, Bellinzona Arşivi’nde projenin son haline dair çizimlere ulaşmıştır.30 1854 yı-lında tamamlanarak kullanıma açılan yapının inşasında arşiv belgelerini yangın tehlikesinden korumaya yönelik sayısız önlem alınmış, bu yönde çeşitli revizyon-lar yapılmıştır.

19 × 23 m’lik bir alan üzerine oturan neo-klasik üslûptaki Hazine-i Evrak binası dorik kolonlar ile taşınan alınlıklı bir giriş ile tanımlanmış olup, girişin önünde bulunan galeriye yerleşmiş çift kollu demir merdiven ile üst kata bağlanmakta-dır.31 Yükseltilmiş bir kubbe ile tanımlanan merkezî holün etrafına dizilmiş olan mekânlar ise farklı türdeki arşiv belgelerinin saklanmasına tahsis edilmiş, mahal-lerde bu amaca uygun mobilyalar ve dolaplar tasarlanmıştır. Ancak bu döneminde Osmanlı arşiv belgelerinin tamamı değil, sadece 1839 sonrasına ait olan, yani Tan-zimat dönemi belgeler bu yapıda muhafaza edilmiştir. Dolayısıyla, Hazine-i Ev-rak, hem yapısal hem de işlevsel olarak Osmanlı bürokrasisinde ve bilgi rejiminde bir kırılmaya işaret etmekte, Tanzimat sonrası Bâb-ı Âlî’nin merkezîleşen rolüne ve kategorize edilen bilginin rasyonel bir düzenle ele alınışına işaret etmektedir. Fossati tarafından tasarlana arşiv binası Osmanlı Devlet Arşivleri’nin 2013 yılında Kâğıthane Deresi yatağındaki yeni kampüsüne taşınmasına kadar özgün işlevini korumuş ve araştırmacılara tarihî bağlamı içerisinde hizmet vermeye devam et-miştir. Halihazırda boş durumda olan yapının gelecekteki işlevine dair bir bilgiye henüz ulaşılamamıştır.

27 BOA.İ.MSM.658; aktaran Erkmen, s. 41. 28 Takvim-i Vekayı, 309:1, 02.Z.1262; aktaran Akyürek, s. 90. “Dâr’ül-fünûn ebniyesi mi’mârı mârifetiyle bir kıt’a resm tersîm

ettirilip resm-i mezkûra tevfîkan nev icâd tuğla ile ve hazîne-i evrâk nâmıyla inşâsı ve ebniyesinin oda oda tefrîkiyle meselâ bir odasının evrâk-ı dâhiliyye ve diğerlerinin evrâk-ı umûr-u divâniyye ve hâriciyyeye tahsîs ve münâsib birinin dahî muhafaza-i evrâk nâmıyla ta’yin kılınması ve derûnuna kütübhâne misillü bir mahall-i mahsûs dahî yapılarak mâhidât-ı devliye senedâtı ve nâmeler ve ledd-i alâyicâb müracat olunmak için bazı tevârih ve coğrafya kitabları ve sâirenin vâzı’ ve tabya olunması...”

29 BOA.İ.MSM.659; aktaran Erkmen, s. 43.30 Can, “İstanbul’da 19. yy Batılı ve Levanten Mimarlarının Yapı ve Koruma Sorunları”, s. 92-190.31 Cengiz Can, “Hazine-i Evrak Binası”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1993, C 4, s. 37-38.

TÜRK MİMARİSİNDE İZ BIRAKANLAR

71

Ayasofya Restorasyonu ve Ek Yapılar32

Sultan Abdülmecid döneminde, oldukça harap durumda olan Ayasofya’nın restore edilmesine karar verilir.33 Proje için önce Mühendis Abdülhalim Bey’in34 adı geçmiş, ancak işlerinin yoğunluğu göz önüne alınarak, o dönemde Dârül-fünûn inşaatında görevli olan Fossati kardeşlerde karar kılınmıştır. Bu seçimde Fossati kardeşlerin Dârülfünûn inşası sırasında ortaya çıkarılan antik Bizans Bü-yük Sarayı (Augusteion) kalıntılarına ve inşaat alanından çıkan eski eserlere göster-dikleri ihtimamın da rol oynadığı söylenmektedir. Ancak Dârülfünûn ile Ayasof-ya arasındaki fiziki yakınlık ve mali kaygılar35 gibi oldukça pragmatik nedenlerin varlığını da göz ardı etmemek gerekir. Elbette Gaspare Fossati’nin almış olduğu mimari eğitimi ve İtalya’da tarihi yapılar üzerinde yapmış olduğu çalışmalar da hem İstanbul hem de Osmanlı İmparatorluğu için son derece kritik öneme sahip olan Ayasofya gibi bir anıtın onarımında mimarın tercih edilmesinde rol oynamış olmalıdır. 36

Onarımın kapsamı en başta örtü sisteminin onarımı, mimari sağlamlaştırma, camların onarımı ve basit onarımlar olarak belirlenmişken, Fossati kardeşler Sul-tan Abdülmecid’in izni ile yapının Bizans dönemine ait mozaiklerini de gün ışı-ğına çıkarmış, belgelemiş ve tamir ettikten sonra tekrar kapatmışlardır. Fossati onarımları esnasında statik sağlamlaştırma kapsamında mabedin galesinde bulu-nan 12 eğik sütun düzeltilmiş, kaideleri değiştirilmiş, kubbede özellikle 1766 dep-remi sonrasında oluşan çatlaklar doldurulmuş, kubbeye dıştan bir demir kasnak bağlanmış, kubbeyi destekleyen kuzey ve güney yönündeki dört payanda ve ku-zeydoğu ve güneydoğu yönündeki merdivenli ağırlık kuleleri kaldırılmış, bütün kubbeler onarılarak kurşunları yenilenmiştir. Aynı zamanda Ayasofya’nın mimari bezemeleri de tamir edilmiş, eksik parçalar özgün hallerine benzetilerek tamam-lanmış, mermer kornişler yenilenmiş, bezemeler temizlenmiş, eksik parçalar stuc-co lustro tekniği ile mermer taklidi şeklinde boyanmıştır. Ayrıca diğerlerinden kısa olan tuğla minare bir friz eklenerek diğer üç minare ile aynı seviyeye getirilmiş, cephe ise yeşil ve sarı şeritlere boyanmıştır.37 Aynı zamanda yapıya yeni bezemeler ve altı adet vitray eklenmiş, kubbenin alt kısmına Kadıasker Mustafa İzzet Efendi tarafından hazırlanan sekiz büyük hüsn-i hat levhası asılmış, kubbenin merkezine ise yine aynı hattat tarafından Nûr ayeti yazılmıştır. Ayasofya’nın İslâmî kimli-ğini vurgulayan çalışmalar kapsamında mihrap, minber, müezzin mahfili, vaaz kürsüsü gibi elemanlar onarılmış ve yaldız boya ile bezenmiştir. Ayrıca caminin aydınlatma elemanları, galeri korkulukları ve kapıları da onarımlar esnasında ye-nilenmiştir.

32 Doğan, Ayasofya ve Fossati Kardeşler (1847-1858).33 Sabine Schlüter, “Gaspare Fossati’nin Ayasofya Onarımları (1847-49)”, 600 Yıllık Ayasofya Görünümleri ve 1847-49 Fossati Resto-

rasyonu içinde, İstanbul: T.C. Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü, 2000, s. 62-69.34 Doğan, Ayasofya ve Fossati Kardeşler (1847-1858), s. 26.35 Göksun Akyürek, tezinde Darülfünun inşasının çeşitli teknik ve mâlî nedenlerle beklenenden çok daha uzun sürdüğünü ve

mukavelesi gereği kendisine aylık maaş bağlanan Gaspare Fossati’nin kendisine fazladan bir maaş bağlanmadan Ayasofya onarımlarında görevlendirildiğini belirtmektedir. Ayasofya’nın tamir masraflarının, varisi olmayan Şeyhülislâm Mekikzâde Mehmed Efendi’nin Devlet Hazinesi’ne kalan mirasından karşılanmasına karar verilmiş, Fossati’ye ise Ebniye-i Hassa Mü-dürü tarafından toplamda 12,600 puse verileceği, onarım tamamlandığı zaman ise 300 kese para alacağı da belirtilmiştir. Bkz. Akyürek, “Bilgiyi Yeniden İnşa Etmek Tanzimat Dönemi Osmanlı Mimarlığı”, s. 92; Doğan, Ayasofya ve Fossati Kardeşler (1847-1858), s. 28.

36 Rosella Grassi ve Lucia Pedrini Stanga, “Gaspare Fossati’nin mimar ve restoratör oluşunun öyküsü”, 600 Yıllık Ayasofya Gö-rünümleri ve 1847-49 Fossati Restorasyonu içinde, İstanbul: TC Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü, 2000, s. 60-61.

37 Doğan, Ayasofya ve Fossati Kardeşler (1847-1858), s. 53-58.

TÜRK MİMARİSİNDE İZ BIRAKANLAR

72

Fossati biraderler tarafından gerçekleştirilen Ayasofya onarımlarının en önemli yönlerinden biri, o döneme kadar belgelenmemiş olan Bizans mozaiklerinin gün yüzüne çıkarılmış ve kaydedilenmiş olmasıdır. Bu çalışmalar onarım kapsamın-da olmamakla beraber Abdülmecid’in özel izni ile gerçekleştirilmiş ve daha sonra gün yüzüne çıkarılan mozaiklerin resimleri Gaspare Fossati tarafından yayımlan-mak istenmiştir. Ancak mimar Avrupa devletlerinden ve Rusya’dan gerekli maddî desteği bulamamış, dolayısıyla yapmış olduğu çalışmaları 1852 yılında Sultan Ab-dülmecid’in sponsorluğunda38 bir albüm olarak yayımlanmışsa da bir iki istisna haricinde Hıristiyan ikonografisine kitabında yer vermemiştir. Osmanlı arşivlerin-de bulunan Gaspare Fossati imzalı belgelerde albümler hakkında daha detaylı bil-gi şu şekilde verilmektedir: “tamir ve termîm buyurulmuş olan Ayasofya-i Kebîr Cami-i Şerifi'nin dâhilen ve haricen yirmi beş kıt’a resimlerini hâvî olarak kendi masârıfıyla Londra şehrinin en meşhur olan bir ressamı marifetiyle şehr-i mezkûr-de bir musavver risâle tab’ ve temsîl ettirerek neşr ve ilân eylemiş olup...”39

Aya Sofia, Constantinople, as Recently Restored by Order of H.M. the Sultan Ab-dul-Medjid başlığı ve from the Original Drawings By Chevalier Gaspard Fossati alt başlığı ile Londra’da yayımlanan eserin önsözünde Ayasofya’nın kısa bir tarih-çesi verildikten sonra oldukça harap durumda olan mabedin Sultan Abdülmecid tarafından tamir ettiriliyor olmasının altı çizilmektedir. Önsözde: “Sanat ve uy-garlık için bu ünlü bazilikanın kaybı ne kadar acıklı ise; tam aksine onarımı, Ab-dülmecid’in hükümdarlığını onurlandıran mutlu bir olaydı” sözleri ile Osmanlı padişahını Batı sanat ve uygarlığının koruyucuları arasına yerleştirmektedir. Aynı metin sadrazam Mustafa Reşid Paşa’ya da atıfta bulunmakta ve kendisini “güzel sanatlar alanındaki zevki bütün Avrupa tarafından bilinen Baş Nazır” olarak ta-nımlanmaktadır.40

Ortaya çıkarılan mozaiklerin tamamı yayımlanmamış da olsa, bu albüm Aya-sofya’ya duyulan bilimsel ve tarihi ilginin artmasına neden olması açısından önemlidir. Daha sonra Fossati ile beraber mozaikleri belgeleyen Prusyalı mimar Wilhelm Salzenberg tarafından, Ayasofya’nın Bizans dönemi restitüsyonu yayım-lanmıştır.41 Ayasofya, ek yapıların ve onarımların tamamlanması üzerine 13 Tem-muz 1849 yılında görkemli bir tören ile açılmış, ancak tören için Osmanlı darpha-nesi baş hakkâkı olan James Robertson tarafından hazırlanan 44 mm çapındaki anı madalyonu törene yetiştirilememiştir. İkisi altın, 99’u gümüş, 199’u ise bronz olmak üzere toplamda 200 adet hazırlanan bu madalyonun bir yüzünde Ayasofya diğer yüzünde ise Sultan Abdülmecid’in tuğrası bulunmakta olup; Mimar Fossa-ti’nin ve J. Robertson’un da isimleri zikredilmiş, ayrıca Osmanlıca olarak “tarih-i tamir-i Ayasofya 1265” ibaresi eklenmiştir. Ayasofya’nın onarımları şerefine dü-zenlenen bu tören, tamirat şerefine imal edilen madalyon ve Fossati tarafından Sultan’ın izni ile hazırlanmış olan resimli albüm Osmanlı görsel ideolojisinde bir dönüşüme işaret etmektedir. Bir Tanzimat projesi olarak ele alınması gereken bu çalışma, basit bir onarımın ötesine geçerek Ayasofya’nın Bizans tarihine ışık tutan

38 Başbakanlık Osmanlı Arşivinde bulunan bir belgeye göre albümün toplam maliyeti 2410 liradır: “...beherinin bahası on lira isterlin on şilin olarak seksen adet boyalı ve yedi lira yedi şilin olmak üzere yüz adet kebîr ve dört lira dört şilin olarak iki yüz adet sagîr nüsha mevcut olup bunların yekûn bedeli dahi iki bin dört yüz on dört liradan ibarettir.” BOA.HR.TO., 419/33 (02/1855).

39 BOA. HR.TO., 418/72 (11/1852).40 Doğan, Ayasofya ve Fossati Kardeşler (1847-1858), s. 10341 Wilhelm Salzenberg, Alt-christliche Baudenkmale Von Constantinopel Vom V. Bis Xii. Jahrhundert, Berlin: Ernst & Korn, 1854.

TÜRK MİMARİSİNDE İZ BIRAKANLAR

73

modern bir restorasyon çalışmasına evrilmiş, bu bağlamda Osmanlı İmparatorlu-ğu’nu bu mirasın bir parçası ve koruyucusu olarak konumlandırmıştır.42

Bu dönemde Ayasofya’da yalnız onarım ve iyileştirme yapılmamış, aynı za-manda Fossati biraderler tarafından mabede bir takım ek yapılar da inşa edilmiştir. Yapının içinde yer alan Hünkâr Mahfili, Sultanahmed Meydanı’na bakan bağımsız bir yapı olan Muvakkithane43 ve Ayasofya’nın kuzeydoğu cephesine bitişik olarak inşa edilen Hünkâr Dairesi sayesinde hem Sultan Abdülmecid, hem de Fossati Biraderler Ayasofya’daki izlerini gelecek nesillere aktarabilmişlerdir.

Daha önce mihrabın sol tarafında kalan Hünkâr Mahfili kaldırılarak, Fossati tarafından yapının doğu duvarına bitişik, “Bizans biçeminde” mermerden yeni bir Hünkâr Mahfili inşa edilmiştir. Üçü Fatih Camii avlusundan getirilen sekiz sütun üzerine yükseltilmiş olan mahfil, altıgen formda olup, etrafı altın yaldızlı bir şebeke ile çevrilmiş ve üstü altıgen eğimli bir külâh ile örtülmüştür. Son araştır-malara göre, yapının delik işi mermer korkuluklarından üç tanesi 6. yüzyıl Bizans dönemine tarihlenmiştir ve diğer üçü ise bunlara benzetilmiştir.44 Bu bağlamda Fossati Hünkâr Mahfilini tasarlarken hem Osmanlı, hem Bizans tarihi referansla-rını, döneminin çağdaş mimari öğeleri ile harmanlamış ve simgesel önemi son de-rece yüksek olan bu yapıyı Tanzimat’ın Doğu-Batı sentezi idealine cevap verecek şekilde tasarlamıştır.

Hünkâr Mahfili’ne bir geçit ile bağlanan ve Ayasofya’nın kuzeydoğu cephe-sine bitişik olarak inşa edilen Hünkâr Dairesi ise Sultan Abdülmecid’in simgesel varlığının yapının dışından da okunabilmesine imkân vermektedir. Sultanın ca-miyi ziyaret ettiği zamanlar dinlenmesi ve bazı kabulleri gerçekleştirebilmesi için tasarlanmış olan bu yapının girişinde 57 cm çapında bir mermer levha üzerine mozaik tekniği ile Abdülmecid’in tuğrası işlenmiş, levhanın etrafına ise sultanı ve Tazimat aydınlanmasını sembolize eden ışın demetleri yerleştirilmiştir.45 Özellikle Topkapı Sarayı’nın törensel girişi olan Bâb-ı Hümâyûn ile görsel ve fiziksel bir iliş-ki içerisinde bulunan bu yapı, Dolmabahçe Sarayı’na taşınmış olan Abdülmecid’in Topkapı Sarayı ve Tarihi Yarımada’daki varlığını simgesel olarak devam ettirme çabası olarak da yorumlanabilir.

Hünkâr Dairesi üç bölümden oluşmakta olup, giriş holü geniş bir koridor ile ana salona bağlanmakta, bu mahal ise Ayasofya’nın içinde yer alan Sultan Mahfili-ne açılmaktadır. Tepeden ışık almakta olan ana mekânın beşik tonoz üst örtüsünde İtalyan ressam Antonio Fornari tarafından yapılmış olan Mekke ve Medine betim-lemeleri ve çeşitli bezemeler göze çarpmaktadır. Cephenin bir kısmı öne çıkmış olup, bezemeli kapı ve pencere silmeleri ve kat kornişleri ile Ampir üslûbundaki şebekeler cepheye hareket kazandırmıştır. Daha geride kalan üç adet yarım ke-merli pencere açıklığı ve yan cephelerde yere kadar devam eden kemerler ile Aya-sofya’nın mimari diline uyumlu bir ek yapı gerçekleştirmiştir. Günümüzde ibadet için kullanılan yapının giriş holü erkeklere, ana mekân ise kadınlara ayrılmıştır.

Ayasofya’nın Sultanahmed Meydanı’na bakan güneydoğu yönüne yapılan son

42 Schlüter, “Gaspare Fossati’nin Ayasofya Onarımları (1847-49)”, s. 65.43 Semavi Eyice, “Ayasofya Muvakkithanesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Ankara, Kültür Bakanlığı, 1993, C 1, s. 461. 44 Doğan, Ayasofya ve Fossati Kardeşler (1847-1858), s. 56.45 Bu levha günümüzde Ayasofya Müzesi’nin deposunda bulunmaktadır. Doğan, Ayasofya ve Fossati Kardeşler (1847-1858), s. 61-

62.

TÜRK MİMARİSİNDE İZ BIRAKANLAR

74

mimari ekleme ise Fossati tarafından tasarlanmış olan Muvakkithane yapısıdır. Fossati tasarımının tipik özelliklerini barındıran bu küçük ölçekli yapı, işlevinden ziyade bulunduğu konum ve mimari üslûbu ile önem kazanmaktadır. 1853 yılında inşa edilen yapı, kare bir plan üzerine oturan sekiz köşeli fenerli bir kubbeden mü-teşekkildir. Ayasofya yönündeki cephede bir adet kapı bulunmakta, diğer üç cep-hede ise kemerli ve şebekeli üçer pencere göze çarpmaktadır. İç mekânda dairesel şekilde dizilmiş sekiz kolon kubbeyi taşımakta ve tam kubbenin altında duran mermer tabla üzerindeki saati vurgulamaktadır. 46 Günümüzde Müze Müdüriyeti olarak işlevlendirilmiş olan yapıya asıl fonksiyonunu vermiş olan saatlerin akıbeti ise bilinmemektedir.

Reşid Paşa Sahilsarayı, Hünkâr Köşkü ve Reşid Paşa Türbesi

Fossati biraderlerin İstanbul’daki en büyük destekçisi, dönemin ünlü devlet adamı, Paris ve Londra Büyükelçisi, Hariciye Nazırı ve Sadrazam Mustafa Reşid Paşa olmuştur. Dört kez Hariciye Nazırlığı, altı kez de Sadrazamlık yapmış ve 1858 yılında vefat edene kadar devletin en üst kademelerinde görev almış olan Re-şid Paşa’nın Tanzimat’ın mimarı olarak Osmanlı tarihinde özel bir yeri ve önemi vardır. Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu (Tanzimat Fermanı) ise Abdülmecid’in sadra-zamı olarak görevlendirilen ve metni hazırlayan Mustafa Reşid Paşa tarafından okunmuştur. Osmanlı Devleti’nin reform hareketlerini yönlendiren ve yüzünü tamamen Avrupa’ya çevirmesi gerektiğine inanan Mustafa Reşid Paşa, Fossati biraderlere çeşitli devlet projeleri verilmesine ön ayak olmanın yanı sıra kişisel olarak da destek vermiş, Baltalimanı’nda bulunan sahil sarayının yapımını İtalyan mimarların eline bırakmıştır.

Ayla Ödekan, Reşat Ekrem Koçu ve Pars Tuğlacı, yapının mimarının Sarkis Balyan olduğunu belirtilirken,47 Cengiz Can, Baltalimanı Sahilsarayı’nın mimarı olarak Gaspare Fossati’yi göstermektedir. Gerçekten de Fossati tarafından 1847’de hazırlanan proje, Bellinzona arşivinde bulunmuştur.48 Binanın plân şeması ve mi-mari öğeleri de Fossati’nin karakteristik mimari yaklaşımını ortaya koyar nitelikte-dir. Günümüzde Baltalimanı Kemik Hastanesi olarak kullanılan sahil sarayı, kâgir yapı malzemesi,49 Boğaz’a nazır konumu ve neo-klasik detayları ile dikkat çekme-nin ötesinde Mustafa Reşid Paşa’nın Avrupa ülkeleri ile müzakereleri yürüttüğü mekân olması nedeniyle de tarihî bir öneme sahiptir. Yapı, Fossati’nin tipik mi-mari anlayışını yansıtacak şekilde Boğaz yönünde parçalı bir cephe, geniş kemerli pencereler, özel tasarım ferforjeler, silmeler ve zemin katta mermer kolonlar ile hareketlendirilmiştir. Yapı, Boğaz’a nazır olan selamlık bölümü ve bu bölüme batı yönünden bağlanan orta avlulu harem bölümünden oluşmaktadır.50 İç mekânda da Fossati tasarımının izleri görülmekte, İtalya’dan gelen özel malzeme ve mobil-yaları, renkli mermer ve fayans şömineleri, anıtsal merdiveni, resim koleksiyonu ve kütüphanesi ile tipik bir Tanzimat aydını olan Reşid Paşa’nın hayat felsefesini

46 Eyice, “Ayasofya Muvakkithanesi”, s. 461.47 Ayla Ödekan, “Baltalimanı Sahilsarayı”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Ankara: Kültür Bakanlığı, 1993, C 2, s. 34-35.48 Can, “Fossati, Gaspare Trajano”; Can, “İstanbul’da 19. yy Batılı ve Levanten Mimarlarının Yapı ve Koruma Sorunları”, s. 92-

190.49 Cengiz Can’a göre İstanbul’da bilinen en eski kârgir sahilsarayı bu yapıdır ve Dolmabahçe Sarayı’na ilham kaynağı olmuştur.

Can, “İstanbul’da 19. yy Batılı ve Levanten Mimarlarının Yapı ve Koruma Sorunları”, s. 92-190. 50 Meltem Muluk, “Baltalimanı Reşit Paşa Sahilsarayı Mimari Özellikleri ve Restitüsyon Önerisi”, yayımlanmamış yüksek lisans

tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, s. 16.

TÜRK MİMARİSİNDE İZ BIRAKANLAR

75

yansıtmaktadır. Maalesef, 1925 sonrasında sahil sarayının değerli mobilyaları ve koleksiyonu satışa çıkarılmak suretiyle dağılmıştır.51

1855 yılında yine Fossati biraderler tarafından Mustafa Reşid Paşa için inşa edilmiş olan Baltalimanı Hünkâr Yalısı, aynı kompleks içinde ve benzer bir mimari anlayış ile tasarlanmış olup ölçek ve bezeme anlamında daha mütevazıdır. Sahil sarayının gösterişli ve zengin mimarisinden sonra, “vezir için sahilde villa” olarak isimlendirilen bu yapı, ölçeği ve mimarisi ile yaşanan ekonomik krizinin de bir ifadesi olarak da yorumlanmıştır.52 Yapı merkezî girişi, simetrik yapısı ve geriye çekilen parçalı cephesi ile Fossati tasarım öğelerini barındırmaktadır.

Mustafa Reşid Paşa’nın Fossati biraderlerin en büyük destekçilerinden biri ol-duğu bilinmektedir. İtalyan asıllı mimarların İstanbul’da önemli projeler almala-rında, Avrupa kültürüne olan hayranlığı ile bilinen Reşid Paşa’nın rolü büyüktür. 1858’de Reşid Paşa’nın ölümü, bir dönemin sonuna olduğu kadar, Fossati kardeş-lerin İstanbul’daki kariyerlerinin de bitimine işaret etmektedir. İtalyan mimarlar, destekçileri ve hamileri Musatafa Reşid Paşa’nın vefatından sonra Osmanlı İmpa-ratorluğu’nda büyük projeler alamamış, bir süre sonra İtalya’ya dönmek zorunda kalmışlardır. Ancak ülkelerine dönmeden önce Mustafa Reşid Paşa’nın Bayezid Meydanı’nda bulunan türbesini tasarlamışlardır.

6 × 6 m boyutlarında ve 10 m yüksekliğinde, kubbeli ve önü sundurmalı olan bu yapı, Osmanlı türbe tipolojisine farklı bir yorum getirmiştir.53 Ufak boyutla-rına rağmen konumu ve mimari bezemeleri ile kendini gösteren türbe, özellikle güney cephesini kaplayan üç adet kemerli penceresi, bu pencerelerin içine oturtul-muş olan gösterişli demir şebekeleri, pencere aralarında yer alan mukarnas başlık-lı sütunları ve pencereleri çevreleyen bitki motifli silmeleri ile göz doldurmaktadır. Dolayısıyla Fossati biraderlerin, kendilerini himaye etmiş olan Reşid Paşa’ya olan son görevlerini bu zarif yapı aracılığıyla yapmış oldukları ve bir dönemin sona erişini de bir mezar yapısı ile sembolik olarak işaretlemiş oldukları söylenebilir.

*

Fossati biraderler 1860’lı yılların başında İstanbul’da ayrılmış olsalar bile54 Os-manlı Devleti ile olan ilişkileri devam etmiş, mimari alanındaki etkileri kendile-rinden sonraki dönemlerde de etkin olmuştur. Topluma yeni bir hukuk düzeni ve yeni bir hayat anlayışı sunan Tanzimat döneminin mimarisi, yeni yapı türleri, yeni yapı malzeme ve teknikleri ve yeni mimari formları ile bu dönemin kavrayışını yansıtmaktadır. Yapmış oldukları resmî ve gayriresmî projeler ile Tanzimat ideolo-jisini kent mekânında temsil eden Gaspare ve Giuseppe Fossati, değişmekte olan Osmanlı görsel ideolojini mimarlık ürünlerinde temsil etmekle kalmamış, bizatihi bu değişimin aktörelerinden olmuşlardır.

51 Muluk, “Baltalimanı Reşit Paşa Sahilsarayı Mimari Özellikleri ve Restitüsyon Önerisi”, s. 13.52 Can, “İstanbul’da 19. yy Batılı ve Levanten Mimarlarının Yapı ve Koruma Sorunları”, s. 92-190.53 Can, “İstanbul’da 19. yy Batılı ve Levanten Mimarlarının Yapı ve Koruma Sorunları”, s. 92-190.54 Can, Palumbo-Fossati’ye dayanarak Fossati biraderlerin İstanbul’u 1858 yılında terk ettiğini söylemektedir; ancak Akyürek’in

yapmış olduğu arşiv araştırmaları, mimarların 1860’lı yılların başına kadar Osmanlı İmparatorluğu dâhilinde bulunduğunu göstermektedir. Bkz. Akyürek, “Bilgiyi Yeniden İnşa Etmek Tanzimat Dönemi Osmanlı Mimarlığı”, s. 100-101.


Recommended