Untitled - İstanbul Üniversitesi

17th International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress 1

Mustafa Kemal ATATÜRK

2 17th International Veterinary Medicine Students Scientific Research Congress

Kapak Tasarım: Muhammed Eyüp DemirTasarım: Barış HalaçÇeviriler: Navid Dashti Özge Kara Nazlı Nacaroğlu Ogan Özbay Aydan Uyulur


İÇİNDEKİLER

•

TABLE OF CONTENTS




Onur Komitesi / Honorary Committee

Prof. Dr. Mahmut AKİstanbul Üniversitesi RektörüRector of Istanbul University

•

Prof. Dr. Halil GÜNEŞİstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dekanı

Dean of Istanbul Univercity Faculty of Veterinary Medicine

•

Prof. Dr. Kemal AKİstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dekan Yardımcısı

Vice Dean of Istanbul Univercity Faculty of Veterinary Medicine

•

Prof. Dr. İsmail KIRŞANİstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dekan Yardımcısı

Vice Dean of Istanbul Univercity Faculty of Veterinary Medicine

•

Prof. Dr. Seyyal AKBilimsel Araştırma Kulübü DanışmanıAdvisor of the Scientific Research Club


Düzenleme Kurulu / Organizing Committee

Prof. Dr. Seyyal AK

Prof. Dr. A. Funda BAĞCIGİL

Doç. Dr. Serkan İKİZ

Yard. Doç. Dr. Dr. Altan ARMUTAK

Dr. Kemal METİNER

Dr. Beren BAŞARAN KAHRAMAN

Dr. Belgi DİREN SIĞIRCI

Dr. Baran ÇELİK


Bilimsel Kurul / Scientific Committee

Prof. Dr. Kemal AKProf. Dr. Seyyal AK

Prof. Dr. Alev AKDOĞAN KAYMAZYard. Doç. Dr. Dr. Altan ARMUTAK

Doç. Dr. Elif ARMUTAK Prof. Dr. A. Funda BAĞCIGİL

Prof. Dr. Tülay BAKIRELProf. Dr. Tanay BİLAL

Prof. Dr. Hakan BOZKURTDoç. Dr. Ömer ÇETİNProf. Dr. Hıdır DEMİRProf. Dr. Özer ERGÜNProf. Dr. Aydın GÜREL

Prof. Dr. Mustafa HASÖKSÜZDoç. Dr. Serkan İKİZ

Prof. Dr. Oya KAHVECİOĞLUProf. Dr. M. Ragıp KILIÇARSLAN

Prof. Dr. Erdal MATURProf. Dr. M. Erman ORProf. Dr. Serhat ÖZSOY

Prof. Dr. Kemal Özdem ÖZTABAKProf. Dr. Serhat PABUÇCUOĞLU

Prof. Dr. Oya ÜSTÜNERProf Dr. Cem VURUŞANERProf. Dr. Murat YILDIRIMProf. Dr. Hüseyin YILMAZ

* İsimler soyada göre sıralanmıştır. / Names are sorted by last name


Bilimsel Kurul / Scientific Committee

Prof. Dr. Kemal AKProf. Dr. Seyyal AK

Prof. Dr. Alev AKDOĞAN KAYMAZYard. Doç. Dr. Dr. Altan ARMUTAK

Doç. Dr. Elif ARMUTAK Prof. Dr. A. Funda BAĞCIGİL

Prof. Dr. Tülay BAKIRELProf. Dr. Tanay BİLAL

Prof. Dr. Hakan BOZKURTDoç. Dr. Ömer ÇETİNProf. Dr. Hıdır DEMİRProf. Dr. Özer ERGÜNProf. Dr. Aydın GÜREL

Prof. Dr. Mustafa HASÖKSÜZDoç. Dr. Serkan İKİZ

Prof. Dr. Oya KAHVECİOĞLUProf. Dr. M. Ragıp KILIÇARSLAN

Prof. Dr. Erdal MATURProf. Dr. M. Erman ORProf. Dr. Serhat ÖZSOY

Prof. Dr. Kemal Özdem ÖZTABAKProf. Dr. Serhat PABUÇCUOĞLU

Prof. Dr. Oya ÜSTÜNERProf Dr. Cem VURUŞANERProf. Dr. Murat YILDIRIMProf. Dr. Hüseyin YILMAZ

Yönetim Kurulu / Managing Board

Alparslan KARSLIBaşkan / President

•

Cem NİZAMLIOĞLUBaşkan Yardımcısı / Vice President

•

Zafer ALTINSOYBaşkan Yardımcısı / Vice President

•

Elçin EMİROĞLUGenel Sekreter / General Secretary

•

Uğur KURAKBELLİ Genel Sekreter Yardımcısı / Second General Secretary


KONGRE PROGRAMI

•

CONGRESS PROGRAMME







PROJELER

•

PROJECTS


• Burak Alabaş, Esin Keleş, Gökçe İlhan / Sokak Köpeklerinde Kuduz Virusuna Karşı Profilaksi Çalışmalarının Güçlendirilmesine ve Rapel Tarihlerinin Gözlenebilmesine Yönelik Proje Önerisi / The Project Proposal Which Reinforces Profilactic Studies Against Rabies Virus and Observability of Booster Dates on Stray Dogs İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi

• Fatma Köse, Hüseyin Aksu / Işıklı Eğitim Materyali Hazırlanması; Sığırda Cranial Sinirler / Lightned Training Material Preparation; Cranial Nerves In Cattle Erciyes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Kayseri, Türkiye



SÖZLÜ SUNUMLAR

•

ORAL PRESENTATIONS


İnfertil Bir Kısraktaki Tiroid Bezi Tümörü ve İnfertilite ile İlişkisi

Büşra Verir1, İbrahim Kurban2, Kıvılcım Sönmez3, Ahmet Gülçubuk3

1İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 3. Sınıf Öğrencisi2İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Doğum ve Jinekoloji Anabilim Dalı, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

3İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

Tiroid bezi, salgıladığı hormonlar ile tüm vücut fonksiyonlarının düzenlenmesinde görevli olan vücudun en büyük endokrin bezlerindendir. Bu bezin normal çalışmasının engellendiği durumlarda kısraklarda gebe kalamama problemi şekillenir.

Vakamız, son doğumunu 12 yaşında iken yapan 23 yaşında bir safkan ingiliz kısrağıdır. Gebe kalamaması sebebiyle fakültemize tedaviye getirilmiştir. Doğum ve Jinekoloji Anabilim Dalında yapılan muayeneler sonucunda, gebe kalmasına engel olan jinekolojik bir problem saptanmamıştır. Vakanın boyun bölgesinde yutağın hemen altında bilateral kitle palpe edilmiş ve ultrasonik görüntüleme sonucu kitlenin tiroid bezinde lokalize olduğu saptanmıştır. Sonrasında, ultrasound eşliğinde ince iğne aspirasyon biyopsisi yöntemi ile alınan örnek fakültemizin Pataloji laboratuvarına gönderişmiştir. Yapılan sitolojik muayene ve hücre bloğunda folliküler değişiklikler saptanmıştır. Elde edilen bu bulgular neticesinde; kısrakta şekillenen infertilitenin, tiroid kaynaklı olabileceğinden şüphe edilmiştir.


A Thyroid Gland Tumor in an İnfertile Mare and Its Relation With İnfertility

Büşra Verir1, İbrahim Kurban2, Kıvılcım Sönmez3, Ahmet Gülçubuk3

1İstanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, 3rd Grade Student2İstanbul Universty, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Obstetrics and Gynecology, Avcılar, 34320

İstanbul, Turkey3İstanbul Universty, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pathology, Avcılar, 34320 İstanbul, Turkey

The thyroid gland is one of the biggest endocrine glands of the body which regulates all body functions by secreting hormones.

Infertilty problem can occur because of abnormal function of the thyroid gland. The represented case consist of a 23 years old mare which have given birth at the age of 12 lastly. She has brought to our faculty with complains of infertility. No gynecologic problem was detected in the mare after the examinations Department of Obstetrics and Gynecology. Bilateral tumor in the neck area below the larynx were palpated and with ultasonography it was detected that the tumor were located in the thyroid gland. Following the palpation the fine needle aspiration collected with the help of ultrasonography were sent to Pathology Depart for examination in cytologic and cell block analysis follicular changes were determined. According to the finding the infelitiy in the mare was suspected to be thyroid origin.


Köpeklerin Meme Tümörü Tedavi Yöntemlerinin Karşılaştırmalı Değerlendirilmesi

Madina Yerteleyeva, Kanat Orynkhanov

Kazak Ulusal Tarım Üniversitesi, Veteriner Fakültesi,Doğum ve Jinekoloji Anabilim Dalı, Cerrahi ve Üreme Biyoteknoloji

Köpeklerde meme bezi neoplasmları oldukça yaygındır, bazı araştırmalar bize her iki köpekten biri göğüs kanserinden etkilenir ve bu dişi köpeklerin %70’i 15 yaşından büyüktür.

Meme tümörlerinin cerrahi tedavisi ve postoperatif sonuçların analizi. Amaca ulaşmak için, aşağıdaki adımlar belirlenmiştir: Meme tümörlerinin cerrahi tedavisi klinik öykü ve tümör türüne dayanır. Tümörün tipine ve hayvanın yaşına göre istatistiki verilerin analizi.

Meme tümörü olan 9 köpek rastgele seçildi. Tümörlerin teşhisi geleneksel yöntemlerle gerçekleştirilmiştir, histolojik çalışmalar, tümör çıkarılmasından sonra yapılmıştır.

9 hastadan 4’ü basit karsinoma, 3 hasta da boşaltım kanalı adenokarsinomu, bir hasta da ise fibroma ve sarcoma gözlenmektedir. Postoperatif dönemde iyileşme süreci positif gözlendi, 10-14 günler arasında dikişler alındı.

Tümörler çoğunlukta yaşlı köpeklerde gözlenir, söz konusu çalışmada cerrahi müdahalede bulunulmuş hastaların %55.6’sını oluşturmaktadır. Meme tümörleri arasında karsinom %44.4 ve adenocarcinoma %33,3 oranlarında gözlenmiştir.Ameliyat sonrasında hastaların 6 ay içinde %33,3’ünde ve 12 ay içerisinde % 44.4’ünde metastaz gözlemlenmiştir.


Comparative Evaluation of Methods of Breast Tumors Treatment in Dogs.

Madina Yerteleyeva, Kanat Orynkhanov

Kazakh National Agrarian University, Veterinary Faculty,Department Of Obstetrics, Surgery and Reproduction Biotechnology

Neoplasms of mammary glands are very common in dogs, some studies show that every second dog is affected by breast cancer, and 70% of bitches observed with it by 15 years old.

Surgical treatment of breast tumors and analysis of the results obtained in the postoperative period. To achieve the goal, the following objectives were set: Surgical treatment of breast tumors is based on clinical history and tumor type. Analysis of the statistical data by the type of tumor and the age of the animal.

Random 9 dogs with breast tumors were selected. Diagnosis of tumors was performed by conventional methods, histological studies were performed after removal of the tumor.

In 4 cases from 9 simple carcinoma was diagnosed, 3 cases of adenocarcinoma of the excretory ducts, 1 case of fibroma and sarcoma. The recovery process in the postoperative period was positive, after 10-14 days stitches were removed.

Tumors are mostly registered in older dogs, in our case 55.6% of the operated dogs. Among breast tumors carcinomas are registered in 44.4% of dogs and the adenocarcinomas - in 33.3% cases. Metastases were detected in 6 months after surgery in 33.3% and in 12 months in 44.4% of dogs.


Süt İneklerinde Görülen Retensiyo Sekundinarum Vakalarında Farklı Tedavi Yöntemlerinin Karşılaştırılması

Berker Bademli1, Yağmur Şener1, Ahmet Toprak1, Sinem Özlem Enginler2, M. Ragıp Kılıçarslan2

1İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Çiftlik Hekimliği Kulübü, Avcılar,34320 İstanbul, Türkiye

2İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Doğum ve Jinekoloji Anabilim Dalı, Avcılar,34320 İstanbul, Türkiye

Retensiyo sekundinarum, ineklerde doğumun üzerinden 12 saat geçtiği halde yavru zarlarının bir kısmının ya da tümünün atılamaması durumudur. Postpartum uterus enfeksiyonlarına, doğum-gebe kalma aralığının uzamasına, gebelik başına düşen tohumlama sayısının artmasına, infertilite problemlerine ve süt veriminin azalmasına neden olur. Bu derlemede, ülkemizde özellikle süt ineklerinde sık görülen retensiyo sekundinarum vakalarında uygulanabilen farklı tedavi yöntemleri ve bu tedavi yöntemlerinin karşılaştırılması amaçlandı.

Yavru zarlarına elle müdahale yönteminde; zarların elle uzaklaştırılmasını takiben intrauterin bolus şeklinde antibiyotik uygulaması yapılmaktadır. Hormonal tedavide, doğumdan sonraki 12 saat içerisinde kanda halen yoğun olan östrojen konsantrasyonundan dolayı etki gösteren oksitosin, oniki saati aşan durumlarda ise PGF2α enjeksiyonu ile atonik uterusun uyarılarak kontraksiyonu ile zarların atılması sağlanır. Başka bir tedavi yolu da 1 litre serum fizylojik içine 200.000 ünite kollajenaz, 40 mg kalsiyum klorür, 40 mg sodyum bikarbonat çözdürülmesiyle hazırlanan kollajen solüsyonunun umbilikal artere verilmesidir. Retensiyo sekundinarumun meydana gelme nedenlerinden birisi de selenyum (Se) ve vitamin E eksikliğidir. Koruyucu önlem olarak rasyona Se katılması ve vitamin E verilmesinin haricinde doğum sonrasında Se enjeksiyonu ve oral yolla vitamin E desteğinin tedavi edici etkisini gösteren çalışmalar da vardır.

Retensiyo sekundinariumun tedavi yöntemleri arasında henüz sahada kullanımı yaygınlaşmayan kollejenaz enzimi kullanımı en iyi sonucu vadetmektedir. Ancak uygulanmasının uzmanlık gerektirmesi, zaman alması ve maliyetinin fazla olması en büyük dezavantajıdır. Sahada en çok uygulanan elle kurtarma yöntemi, komplikasyonları en fazla olan tedavi yöntemidir.


Comparison of Different Treatment Methods of Retentio Secundinarum on Dairy Cows

Berker Bademli1, Yağmur Şener1, Ahmet Toprak1, Sinem Özlem Enginler2, M. Ragıp Kılıçarslan2

1Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine Student Society of Farm Animal Medicine, Avcilar,34320 Istanbul, Turkey

2Istanbul Universit, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Obstetrics and Gynaecology, Avcilar,34320 Istanbul, Turkey

Retentio secundinarum is partly or completely retention of foetal membranes 12 hours after calving. It causes postpartum uterus infections, longer calving-conception period, increased insemination number per conception, infertility problems and decreased milk yield. In this review, our aim was to compare the different treatment methods used for retentio secundinarum.

In the manual removal method, intrauterine antibiotic boluses have been used after removing the foetal membranes by hand. In the first 12 hours after calving, oxytocin can be used for hormonal therapy because oestrogen concentration is still intense in blood, in 12 hours elapsed situations, prostaglandin F2α (PGF2α) is being used to stimulate atonic uterus and start contractions to expulsion of foetal membranes. Another method is dissolving 200.000 unit collagenase, 40 mg calcium chloride and 40 mg sodium bicarbonate in 1 liter serum physiologic and injecting this collagene solution into the umbilical artery. Selenium (Se) and vitamin E shortages are also a reason for retentio secundinarum. Except addition of Se and vitamin E for protective purposes of retentio secundinarium in the ration, some researches show that injecting Se and giving oral vitamin E after calving are therapeutic.

Using collagenase enzyme, which is not common to cure retentio secundinarum yet, is promising best results. However, requiring expertise, taking long time and being expensive are the biggest problems of this method. Manual removal, which has the most complications, is the most common method on field.


Gökkuşağı Alabalığı (Oncorhynchus mykiss) Yavrularında Myxobacteriosis Kontrolünde İlaçların Etkinliğinin Değerlendirilmesi

Elizaveta Kolosovskaia, Elena Makarova, Alexander Lunegov

Saint-Petersburg Devlet Veteriner Fakültesi, Su Ürünleri Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, Saint-Petersburg, Rusya

Renkli alabalık yavrularındaki myxobacteriosis kontrolünde kullanılan ilaçların (Antibacum 100, Furasolidone ve Flubactin 10%) etkinliğini belirlemek. Hastalık Flexibacter’den kaynaklanıyor olup, solungaçları ve deriyi etkiler. Myxobakteri en sık olarak yüksek sıcaklıklarda ve dağınık gölet koşullarında görülür (yaralanmalar, stres, kötü beslenme, aşırı kalabalık vb.)

Araştırma amacıyla renkli alabalık yavrularının salgın gösterdiği en büyük alanı (1 metreküp hacimli beton havuzlar) seçtik. Yem (INICIO PLUS 901 BioMar) içine ise sabit dozda ilaç ekledik. 6 gün süreli bir tedavi uygulandı. Besleme ise günde 6-8 kez yapıldı. Ayrıca günde 2 kez: ilk beslemeden önce ve son beslemeden sonra cansız balıklar sonraki analizler ve ilacın etkinliğinin belirlenmesi için yakalanır ve ölçümler yapılır.

Renkli alabalık yavrularına en yüksek yararı, yapısında nitrofuran olan hazırlanmış Furasolidone gösterdi. Karışımın uygulanması ile yapılan beslemelerde, renkli alabalık yavrularının durumunda gelişme gözlendi. Myxobacteriosis’in kontrolündeki en iyi etkiyi 1 kg yem içinde 0.6 gram Furasolidone sağladı.


Effectiveness Evaluation of Medicines in Rainbow Trout (Oncorhynchus mykiss) Fry’s Myxobacteriosis Control

Elizaveta Kolosovskaia, Elena Makarova, Alexander Lunegov

Saint-Petersburg State Academy of Veterinary Medicine, Water bioresourses and aquaculture Faculty, Department of Pharmacology, Saint-Petersburg, Russia

To determine effectiveness of medicines (Antibacum 100, Furasolidone and Flubactin 10%) with rainbow trout (Oncorhynchus mykiss) fry’s myxobacteriosis control. The disease is caused by the bacterium Flexibacter and affect gills and skin. Myxobacteria is most commonly observed at high temperatures and in unkempt pond conditions (injuries, stress, poor diet, overcrowding, etc.).

In order to research we’ve selected fish nurseries (the concrete ponds with a 1 cubic meter volume) with the greatest plague of rainbow trout fry. Fixed doses of medicines were added to the fodder INICIO PLUS 901 (BioMar). The duration of treatment was 6 days. Feeding was conducted 6-8 times per day. Also 2 times per day: before first and after last feeding was conducted catching and calculation of lifeless fish for the subsequent analysis and determining medicines’ effectiveness.

The greatest effectiveness to the rainbow trout fry showed preparation Furasolidone from the group of nitrofurans. In the ponds where were feeding with the application of this preparation, was achieved, the tendency to improvement of the state in rainbow trout fry.

The best medical effect in myxobacteriosis control had preparation Furasolidone with the dose of medicine 0.6 gram per 1 kilogram of fodder.


Ratlarda Tiroid Hormon Bozukluklarının Plazma Total Antioksidan ve DNA Hasarı Düzeyleri Üzerine Etkileri

Sinan Kandır

Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Selçuklu, 42003 Konya, Türkiye

Oksidatif stres, reaktif oksijen türlerinin üretimi ile antioksidan savunma arasındaki dengenin bozulması durumu olarak tanımlanmaktadır. Bu çalışmada, farklı tiroid durumlarında plazma toplam antioksidan durumu (TAS) ve DNA hasarı (8-hydroxy-2’-deoxyguanosine / 8-OHdG and 8-oxo-7,8-dihydro-2’-deoxyguanosine / 8-oxodG) düzeylerini belirlemeyi amaçladık.

Otuz altı erkek Wistar Rat (ağırlıkları; 250-300 g) her alt grupta 6 hayvan olmak üzere 3 eşit gruba (ötiroid (grup 1 ve 2), hipotiroid (grup 3 ve 4), hipertiroid (grup 5 ve 6)) bölündü. Hipotiroidizm ve hiperdiroidizm sırasıyla, 6-n-propil-2-tiourasil (PTU; % 0,05) ve L-tiroksin (T4; % 0,0012) içme sularına 3 ve 6 hafta boyunca uygulanarak oluşturuldu. Plazma TAS ve DNA hasarı (8-OHdG and 8-oxodG) düzeyleri ELİSA metoduyla ölçüldü.

Grup 3’teki hipotiroid ratların TAS değerlerinin, grup 5’teki hipertiroid ratlara göre (1,08±0,04 vs 0,77±0,12 mmolTroloxEquiv/L) anlamlı olarak yüksek (p<0,05) olduğu belirlendi. 3 ve 6 hafta uygulama yapılan ratlardaki plazma DNA hasarı (8-OHdG and 8-oxodG) düzeylerinde istatistiksel farklılık bulunmamakla birlikte, bu değerlerin hipertiroidizm gruplarındaki ratlarda artma eğiliminde olduğu gözlendi.

Hipertiroidizmin çeşitli dokularda oksidatif strese bağlı hasara sebep olabileceği, diğer taraftan hipotiroidizm süresince artan toplam antioksidan düzeyinin dokuları oksidatif stres ve hasarlarına karşı koruyabileceği görüşüne varıldı.


The Effects of Thyroid Hormone Alterations on Plasma Total Antioxidant Status and DNA Damage Levels in Rats

Sinan Kandır

Selcuk University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Physiology, Selçuklu, 42003 Konya, Türkiye

Oxidative stress is defined as a disturbance in the balance between the production of reactive oxygen species and antioxidant defenses. Thus, we aimed to evaluate plasma TAS and DNA damage (8-hydroxy-2’-deoxyguanosine / 8-OHdG and 8-oxo-7,8-dihydro-2’-deoxyguanosine / 8-oxodG) levels of different thyroid status.

Thirty-six male Wistar Rats (weighing 250-300 g) were randomly and equally divided into 3 groups (n=6 each subgroups) as euthyroid (groups 1 and 2), hypothyroid (groups 3 and 4), hyperthyroid (groups 5 and 6). Hypothyroidism and hyperthyroidism were induced by administration of 6-n-propyl-2-thiouracil (PTU; 0,05%) and L-thyroxine (T4; 0,0012%) received into drinking water for 3 and 6 weeks period, respectively. Plasma TAS and DNA damage (8-OHdG and 8-oxodG) levels were assessed by ELISA method.

Hypothyroid rats in the group 3 had significantly higher values (1,08±0,04 vs 0,77±0,12 mmolTroloxEquiv/L) of TAS compared with hyperthyroid rats in the group 5 (p<0,05). There were no statistically differences between DNA damage (8-OHdG and 8-oxodG) levels of plasma neither 3th nor 6th weeks treated rats. However these values tended to increase in hyperthyroidism groups.

Hyperthyroidism can cause oxidative stress-induced damage whereas high levels of total antioxidant status may protect the tissues against oxidative stress and damage during hypothyroidism.


Ratlarda Hipotiroidizmin Hemostatik Sistem Parametreleri Üzerine Etkisi

Sinan Kandır, Omer Mahrouf Ali Shoshin, Suna Eksen

Selçuk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Selçuklu, 42003 Konya, Türkiye

Hipotiroidizm, özellikle pet hayvanlarında sıklıkla karşılaşılan, çeşitli etiyolojik temellere dayalı tiroid hormonları yetersizliği ya da yokluğu sonucunda gelişen endokrinolojik bir bozukluktur. Klinik ya da subklinik hipotiroidizm sonucu pıhtılaşma bozuklukları şekillenebilmekte ve kanama eğiliminde artış gözlenebilmektedir. Bu sebeple çalışmamızda, hipotiroidizmli ratların hemostatik sistem parametrelerindeki değişimleri belirlemeyi amaçladık.

On adet, 12 haftalık erkek Wistar Rat, kontrol (K) ve hipotiroid (Tx) olarak iki eşit gruba (n=5) ayrıldı. Ratlarda hipotiroidizm, tiroidektomi operasyonu yapılarak şekillendirildi. Dört haftalık deney süresinin sonunda, kanama süresi (KS) Duke metodu ile pıhtılaşma süresi (PS) Konuk’un ıslak kamara metodu ile saptandı. Eter anestezisi altındaki ratların kalplerinden alınan kanlardan antikoagulanlı tüplere alınarak (EDTA ve %3,2 Sodyum Sitrat), platelet (PLT) sayıları, protrombin zamanı (PT), aktive edilmiş parsiyel tromboplastin zamanı (APTT) ve fibrinojen düzeyleri belirlendi. Verilerin istatistiki analizleri, bağımsız t-testi uygulanarak değerlendirildi (p<0,05).

Hipotiroidizm grubunda (Tx), kontrol (K) grubuna göre KS, PS ve PT’de uzama, fibrinojen düzeyinde artış, PLT sayısında hafif azalma gözlenmesine rağmen bu değerler istatistiki olarak önem arz etmedi. Buna rağmen Tx grubunda, APTT’de anlamlı düşüş (K; 49,2 sn. – Tx; 26,3 sn.; p<0,05) olduğu belirlendi.

Hipotiroidizm, hemostatik sistem parametrelerinin değişmesine sebep olarak kanama ve pıhtılaşma sürelerinin uzamasına yol açabilmektedir. Klinisyen veteriner hekimliğinde, bu durumun göz ardı edilmemesi gerekmektedir.


The Effects of Hypothyroidism on Hemostatic System Parameters in Rats

Sinan Kandır, Omer Mahrouf Ali Shohin, Suna Eksen

Selcuk University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Physiology, Selçuklu, 42003 Konya, Türkiye

Hypothyroidism is defined as an endocrine disorder by deficiency or absence of thyroid hormones based on various etiological basis which frequently encountered especially among pet animals. Coagulation defects and increased bleeding tendency could be observed as a result of clinical or subclinical hypothyroidism. Therefore, we aimed to determinate the alterations on hemostatic system parameters caused by hypothyroidism in rats.

Ten, 12 weeks old male Wistar Rats were divided into two groups (n=5, each group) as control (C) and hypothyroidism (Tx). Hypothyroidism were performed by surgically thyroidectomy operation in rats. After 4 weeks at the end of the experimental period, bleeding time (BT) was established by Duke’s method and coagulation time (CT) was determined by Konuk’s wet cabinet method. Blood were collected under ether anhestesia from hearts of rats into anticoagulant containing tubes (EDTA and %3.2 Sodium Citrate) and platelet counts (PLT) , prothrombin time (PT), activated partial thromboplastin time (APTT), fibrinogen levels were assessed. Statistical analysis were performed by independent t-test (p<0,05).

BT, CT and PT were prolonged, fibrinogen levels were increased, PLT counts were slightly decreased in the hypothyroid group (Tx) as compared with control (C) group whereas these observations were not statistically significant. However, APTT were significantly decreased in the Tx group (C; 49,2 sec. – Tx; 26,3 sec.; p<0,05).

Hypothyroidism may cause of alterations in hemostatic system parameters accordingly to these bleeding and coagulation times can be prolonged. In this regard, these alterations should to take into consideration by veterinary surgeons.


Atlarda Rinit A Virüs Enfeksiyonlarının Epidemiyolojisi- Polonya’da Yapılan İlk Viral ve Serolojik Araştırmalar

Agnieszka Frącka, Barbara Bażanów

Wroclaw Çevre ve Yaşam Bilimleri Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Wrocław, Polonya

Bu çalışma equine rinit a virüsünün ülkedeki at popülasyonunda sebep olduğu viral enfeksiyonların prevalansını saptamak için ele alınmıştır.

Polonya’nın her bölgesinden klinik anlamda sağlıklı atlardan 353 serum örneği ve 44 nazal swap toplandı. Çalışma binicilik klubü, üretim çiftlikleri, satış alanları, kesim yerleri gibi mekanlardaki atlardan alınan örnekleri ve aynı zamanda Mikrobiyoloji Anabilim Dalı’nın (Wroclaw Çevre ve Yaşam Bilimleri Üniversitesi) 1970 yılından kalma serum örneklerini de içermektedir. Detaylı bir analiz sunulmuştur. Alınan örneklerinde virüsün varlığını doğrulamak için 13 numaralı tavşan böbreğine (RK-13) ait tek katlı hücre tabakasına sahip hücre kültüründe virüs izolasyonu ve seronötralizasyon testleri uygulanmıştır.

Seronötralizasyon testlerinde incelenen 353 örnekten 254 tanesinin pozitif olduğu saptanmıştır. Virüs izolasyonu testi sonucunda ise hiçbir nazal swap örneğinde Equine Rinit A Virüsüne (ERAV) rastlanmamıştır.

Sunulmuş olunan çalışma ERAV antikorlarının at popülasyonunda varlığını kanıtlamış olup, aynı zamanda equine rinit a virüsünün Polonya’nın farklı bölgelerindeki atlarda dağılımı hakkında yeni bilgiler de ortaya çıkarmıştır. Seroprevalans değerinin yüksek olması ise subklinikal enfeksiyonların yaygın olabileceğine işaret etmektedir. Bu da bu virüsün epidemiyolojisi ve patogenezini daha iyi anlamak açısından daha fazla çalışmanın ele alınması gerektiğini göstermektedir. ERAV enfeksiyonlarının, hafif veya şiddetli belirtilere sahip akut ateşli hastalıklar sonucunda da meydana gelebilir olması ve bu olayın at endüstrisinde ekonomik kayıplara yol açma ihtimali bu projeye başka bir bakımdan da önem katmaktadır.


Epidemiology of Equine Rhinitis A Virus Infections- First Viral and Serological Investigations in Poland

Agnieszka Frącka, Barbara Bażanów

Wroclaw University of Environmental and Life Sciences, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pathology, Wrocław, Poland

This study was undertaken to determine of prevalence of viral infection caused by equine rhinitis A virus (ERAV) in national population of horses

Three hundred and fifty three serum samples and forty four nasal swabs were collected from clinically healthy equine populations originating from all parts of Poland. The study included horses from horse riding clubs, breeding farms, purchasing center and equine slaughterhouses as well as archival sera samples collected by the Department of Veterinary Microbiology (Wroclaw University of Environmental and Life Sciences, Poland) from 1970. Detailed analysis was submitted. Virus isolation in rabbit kidney 13 (RK-13) monolayer cell culture and seroneutralization test were used to confirm virus presence from samples.

Out of 353 investigated samples 254 (72%) were positive in seroneutralization test. ERAV was not detected in any of the nasal swab samples by virus isolation test.

The present study established that ERAV antibodies are present in equine populations and revealed new data about distribution of equine rhinitis A virus among horses from different parts of Poland. The high seroprevalence indicates that subclinical infections can also be common. It means that further investigations need to be carried out for better understanding of pathogenesis and epidemiology of virus. This is all more important because ERAV infections may also occur as acute febrile diseases with mild or severe symptoms which can be the reason of economic losses for the equine industry.


Virus Kaynaklı Buzağı İshalleri

İlke Karayel, Feray Alkan

Ankara Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Viroloji Anabilim Dalı, Dışkapı, 06110, Ankara, Türkiye

Sığır yetiştiriciliği işletmelerinde önemli ekonomik kayıpların nedeni olan yenidoğan buzağı ishallerinin etiyolojik ajanlarından Rotaviruslar(BRV), Coronaviruslar(BCoV) ve Bovine Enterik Calicivirusların(BEC), işletmelerdeki yaygınlığının ortaya konulması ve tespit edilen virusların moleküler karakterizasyonlarıyla, elde edilen verilerin örneklenen buzağılara ve işletmeye ait bilgilerle değerlendirilmesi ve enfeksiyonların Türkiye’deki epidemiyolojisine dair bilgilerin edinilmesi amaçlanmıştır.

İşletmelerde bulunan ishalli buzağılardan, bulguların başlamasından en geç 7 gün içerisinde toplanan örnekler BRV ve BCoV yönünden ELISA/RT-PCR, Calicivirus yönünden RT-PCR kullanılarak test edilmiştir.Gaita örnekleri 1:10 oranında sulandırıldıktan sonra viral nükleik asidin ekstraksiyonu yapılmıştır.Ekstrakte edilen viral RNA’ya, Reverse Transcriptase(RT) işleminden sonra Rotavirus ve Calicivirus tespiti ile saptanan BRV’lerin genotip(G/P) tayini ve Calicivirusların sınıflandırılması (Norovirus-Nebovirus) için RT-PCR uygulanmıştır.

Test edilen 96 gaita örneğinin BRV ve BCoV için pozitiflik oranları sırasıyla %29.1 ve %14.5’dir.Ayrıca BEC(Norovirus-Nebovirus) varlığı da tespit edilmiştir. Karakterizasyonları yapılan rotavirusların G6,G10 ve P[5],P[11] genotipli olduğu bulunmuştur.

Söz konusu etkenlerin ishal olgularından tek başına yada birlikte sorumlu oldukları görülmüştür.Ülkemizde buzağı ishallerinde rota- ve coronavirusların incelendiği çalışmalar ve hastalığın kontrolü için bazı uygulamalar olmasına karşın, BEC’le ilgili bildirimler sınırlı sayıdadır.Nebovirusların tanımlanması ve moleküler analizi ise bu çalışma ile ortaya konulmuştur.İshal olgularının etiyolojisi, hastalığın epidemiyolojisine etki eden faktörler ve BEC varlığı/yaygınlığının saptanmış olması ile ilgili veriler ülkemiz sığır yetiştiriciliği işletmelerine katkı sağlayacaktır.


Virus Induced Calf Diarrhea

İlke Karayel, Feray Alkan

Ankara University, Veterinary Faculty, Virology Department, Diskapi, 06110, Ankara, Turkey

Newborn calves diarrhea, one of the major causes of economical loss in stock farming management, is mostly caused by Rotaviruses(BRV), Coronaviruses(BCoV) and Bovine Enteric Caliciviruses(BEC). In this research, to reveal the prevalence in stock farming managements, to establish the molecular characterization of these viruses and to have the information of the epidemiology of the infections in Turkey by evaluating these data by collating the information belongs to calves and the stock farming managements were aimed.

The feces which were collected from diarrheatic calves in 7 days from the beginning of the diarrhea, were screened for the BRV and BCoV using commercial available ELISA kits/RT- PCR and for Calicivirus using RT-PCR. After the fecal samples were diluted in the ratio of 1:10, viral nucleic acid was extracted. After reverse transcriptase procedure, Viral RNA was tested by RT-PCR to detect Rotavirus and Calicivirus and to determine the genotypes of BRVs(G/P) and to classify Calicivirus (Norovirus-Nebovirus).

Collected samples (n=96) were identified at the rate of 29.1% and 14.5% positive for BRV and for BCoV by ELISA and/or PCR, respectively. Also BECs (Norovirus-nebovirus) were detected.After characterization of rotaviruses G6,G10 ve P[5],P[11] genotypes were identified.

According to the data that we have, these viral agents are responsible for newborn calf diarrhea as alone or mixed infection. Although there are many research working on rota- and coronavirus as viral agents for newborn calf diarrhea and applications to control the disease such as vaccination, the notifications about BECs(norovirus-nebovirus) for calf diarrhea are limited. Additionally, identification of the neboviruses was revealed for the first time in this research. The data that we have from this research about etiology in diarrhea, factors affecting its epidemiology and revealing the existing and prevalence of BECs, will make a contribution to the stock management in our country.


Bileşenleri Standardize Ederek Serolojik Reaksiyonların Verimliliğini Artırmanın Metodsal Temelleri

Aigerim Zhaksylyk, Yerken Kassymov, Gulmira Zhanabekova.Kazakh National Agrarian Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Biyogüvenlik Anabilim Dalı

Bileşenleri standardize ederek Bruselloz’un serolojik tanısı esnasındaki etkiyi artırmanın yollarını tanımlamak ve kullanmak.

Elimizdeki verilere göre eritrositlerin optimum konsantrasyonu %2’dir. Bu süspansiyon, hemoliz veya eritrositlerin konglutinasyon seviyesini değerlendirmek için uygundur ve reaksiyonun bileşenleri için en iyi oranı sağlar. Materyal ve Metot: Farklı optik yoğunluklardaki eritrosit süspansiyonları (1.5%, 2%, 2.5%, 3%) Bruselloz hastalığına sahip 20 hasta hayvandan alınan serum örnekleri komplementi. Serolojik reaksiyonların titrasyon komplement formülasyonu elimizdeki ve toplanan tekniklere göre gerçekleştirilmiştir.

Koç eritrositlerinin %2’lik süspansiyonu ve hemolitik serumdan eşit miktarda karıştırarak indikatör sistem hazırladık. Bu süspansiyonun standardize işlemi fotometrik olarak fotoelektrik kolorimetrede gerçekleştirilir.

Koyun kırmızı kan hücrelerinin %2’lik süspansiyonu CF ve CFR’da görüldüğü üzere sığırlardaki bruselloz hastalığının tanısındaki reaksiyonun etkinliğini artırır. Bu yöntemle komplement kullanımı azalırken, serolojik testlerin sensitivitesi artar. Eşit hacimlerde alınan %2’lik kırmızı kan hücreleri süspansiyonu ve hemolizin solüsyonundan oluşturulan indikatör sistem CF, CFR ve SR ayarlamaları için evrenseldir.


Methodological Basics of Increasing the Efficiency of Serological Reactions by Standartising Components

Aigerim Zhaksylyk, Yerken Kassymov, Gulmira Zhanabekova

Kazakh National Agrarian University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of biological safety

To identify and use the ways for increasing the efficiency of serological diagnosis of brucellosis by standardizing components.

According to our data optimum concentration of erythrocytes makes 2%. Such suspension is convenient for an assessment of degree of a hemolisis or a conglutination of erythrocytes and provides the best ratio of components of reaction.

Different optical density of erythrocyte suspension (1.5%, 2%, 2.5%, 3%) and serologic studies five series of dry and guinea pig complement serum samples of 20 patients with brucellosis of animals. Titration complement formulation serological reactions were performed according to our, and also the total received techniques.Results: we prepared indicator system by mixing of equal volumes of a 2% suspension of erythrocytes of a ram and haemolytic serum in the trebled caption. Thus standardization of a suspension was carried out by a photo metrically on the photoelectrocolorimeter.

Thus posing CF and CFR with 2% suspension of sheep red blood cells increases the efficiency of the reaction in the diagnosis of brucellosis in cattle. This reduces the complement consumption and increases the sensitivity of these serologic tests. The indicator system consisting of equal volumes of 2% suspension of red blood cells and working solution hemolysin (in quan- titer) is universal for setting CF CFR and SR.


Molecular Methods of Diagnosis of Pasteurella multocida

Sabina Aidarbekova 1, Zhumagul Kirkimbayeva 2, Gulmira Zhanabekova 3

1 Kazakh National Agrarian University, Veterinary Faculty, Bachelor Student, 4th grade2 Kazakh National Agrarian University, Veterinary Faculty, Department of Biological Safety

3Kazakh National Agrarian University, Veterinary Faculty, Department of Clinical Veterinary Medicine

Pasteurella Kazakistan’da çiftlik hayvanlarında yaygın olarak görülmektedir. Bu durum hayvansal ürünlerin güvenliğini tehdit etmektedir. Serolojik, biyokimyasal ve mikroskobik incelemeler maddi ve işlem süresi açısından maliyetli tanı yöntemleridir. Bu çalışmada polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) kullanarak patojenik Pasteurella multocida için hızlı ve isabetli bir teşhis yöntemi geliştirilmektedir

Pasteurella’nın Kazakistanda’ki prevalansını görmek.; Pasteurella multocida için en uygun DNA ekstraksiyon metodunu geliştirmek; Pasteurella multocida tanılamak için primerler bulmak.;

Hastalığın yayılması 2 yıl boyunca gözlenmiştir. DNA ekstraksiyonu farklı yayın ve kitlerin protokollerine uygun olarak gerçekleştirilmiştir. Primer tasarlanması CloneManager yazılımı ile yapılmıştır.

Kazakistanda 2009 yılında 12 2010 yılında 16 Pasteurella salgını gözlemlenmiştir. PureLink Genomic DNA Mini Kit ve phenol-chloroform metodları en iyi sonuçları elde etmiştir, örn. saf DNA, üründen çok miktarda hem PCR için hemde sekanslama için uygun olarak sağlanmıştır. Filamentöz hemaglutinin B1 ve B2, ToxA, Transferrin bağlayan protein, OMP87 genleri tasarlanmıştır.


Molecular Methods of Diagnosis of Pasteurella multocida

Sabina Aidarbekova 1, Zhumagul Kirkimbayeva 2, Gulmira Zhanabekova 3

1 Kazakh National Agrarian University, Veterinary Faculty, Bachelor Student, 4th grade2 Kazakh National Agrarian University, Veterinary Faculty, Department of Biological safety

3Kazakh National Agrarian University, Veterinary Faculty, Department of Clinical Veterinary Medicine

Pasteurellosis is widely spread among livestock in Kazakhstan. That threatens a safety of animal products. Serological, biochemical and microscopic investigations require a time and finance to establish the diagnosis. In this study, we develop a rapid and accurate method of identification of pathogenic Pasteurella multocida in a laboratories, using polymerase chain reaction.

Monitoring the prevalence of pasteurellosis in Kazakhstan; Development of optimal methods for Pasteurella multocida DNA extraction; Designing of primers for Pasteurella multocida detection.

The spread of the disease has been monitored for 2 years. The DNA extraction was performed by protocols of different assays and kits. Primers designing was performed by CloneManager software.

12 and 16 outbreaks of pasteurellosis were registered in Kazakhstan in 2009 and 2010 years respectively. PureLink Genomic DNA Mini Kit and phenol-chloroform methods showed the best results, i.e. pure DNA, big quantity of the product, suitable for both PCR and sequencing. The primers for filamentous hemagglutinin B1 and B2, ToxA, Transferrin binding protein, OMP87 genes were designed.


Bronkopnömonili Buzağılarda Ribotana’nın Humoral Bağışıklık Üzerine Etkisi

Gulzara Kurbanova 1, Alibek Utyanov2.

1Kazak Ulusal Tarım Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Lisans öğrencisi, 4 sınıf.2Kazak Ulusal Tarım Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Klinik Veteriner Hekimlik Bölümü

Deneyler bronkopnömonisi olan 10 buzağı üzerinde gerçekleştirilmiştir. Deney grubu buzağılarına imünomodülatör Ribotan uygulanmıştır.

Sağlıklı buzağılar ile karşılaştırıldığında hastalarda lökosit sayısında 32.5% artış, lenfositler % 23,6’ya düşmüştür: 32.7% T-lenfositleri,% 35,4 B-lenfositleri, bakterisidal aktivite % 29.0 olarak, lizozim aktivitesini % 27,8. Tedavi sonunda lenfosit indeksi artarak ortam seviyelerine ulaşmıştır (64,4 ± 0,55 ve 6118 × 10⁹ ± 0,39) ve bu aşamada, kontrol grubunu buzağılarında % 19.2 daha düşük olduğu gözlenmiştir. Ribotanın T ve B lenfositlerinin dinamikleri üzerinde olumlu etkisi vardır. Çalışmanın sonunda test grubundaki tedavi öncesine göre düzeyler artmış, T hücreleri % 51.2, B-lenfositleri % 50.0, sayısı arttı, ancak control grubunda düzeyler artmasına rağmen taban değerlerine ulaşmadı.

Pnumoni immünomodülatör Ribotanın kompleks tedaviye eklenmesi humoral bağışıklığın artmasına dolayısıyla hastaların daha hızlı iyileşmesine katkı sağlamaktadır.


Ribotana Influence on the Humoral Immunity of Calves Suffering From Bronchopneumonia

Gulzara Kurbanova 1, Alibek Utyanov2.

1 Kazakh National Agrarian University, Veterinary faculty, Bachelor student, 4th grade.2 Kazakh National Agrarian University, Veterinary faculty, Department of clinical veterinary medicine

Experiments were carried out on 10 calves with bronchopneumonia. Calves of experimental group were administered immunomodulator Ribotan.

The number of leukocytes in patients compared with healthy calves increased by 32.5%, lymphocytes decreased to 23.6%: 32.7% T-lymphocytes, 35.4% B-lymphocytes, bactericidal activity at 29.0%, lysozyme activity by 27.8%. The index of lymphocytes to the end of treatment increases and reaches the level of background values (64,4 ± 0,55 and 6,118 × 10⁹ ± 0,39), and the calves of the control group by that time was 19.2% lower. Ribotan has a positive impact on the dynamics of T and B lymphocytes. By the end of the study as compared with those before the treatment in the test group increased number of T-lymphocytes to 51.2% of B-lymphocytes to 50.0%, while the control group increased their level, but has not reached the baseline values.

Inclusion in the complex therapy of pneumonia immunomodulator Ribotan leads to increased humoral immunity and thus contributes to a more rapid recovery of patients.


13 Yaşında Myxomatous Valvular Hastalığı (MMVD) Olan Bir Köpek

Marija Krstevska, Atanaskova Elena, Nikolovski Goran

Ss “Cyril and Methodius” Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Veteriner Enstitüsü Üsküp, Makedonya

Myxomatous kalp hastalığı, özellikle küçük ırk köpeklerde görülen en yaygın valvüler hastalık çeşididir. 13 yaşındaki kısırlaştırılmış dişi karma ırk pug cinsi köpek, üniversitenin veteriner hastanesine iştahsızlık, az su tüketimi ve nefes almada zorluk gibi klinik bulgularla getirilmiştir. Köpekte daha az fiziksel aktivite gözlemlenirken diğer semptomlar değişkenlik gösteriyordu.

Kalp muayenesinde kalbi stetoskop ile dinledik ve S4/6 değerinde kalp hırıltısı duyduk. Çalışma kapsamında elektrokardiyografi, radyografi ve ekokardiyografi gibi diğer teşhis prosedürleri de kullanıldı.

Göğüs radyografisi yaptığımızda, kalbin şeklinde büyüme ve akciğerlerde ödem gözlemledik. Elektrokardiyogramda kalp sıklığı 160, P –süre 0,04sn., P = 0,3 mV, P-R= 0,165sn., QRS= 0,06 sn, R = 2,5 mV, Q-T= 0,18sn., T > ¼ R idi. Bu sonuçlarla kalbin büyüdüğünü bulguladık (QRS devam süresi uzun ve T-dalgası yüksekti). Aynı zamanda, PR intervalin normalden uzun olduğu anlamına gelen ilk derecede AV blok gözlemlendi. Kalbin durumu ile ilgili yetersiz veri olduğundan, daha detaylı muayene için ekokardiyografi kullandık ve mitral vulvada değişiklik bulgusuna rastladık.

Köpek; hastanede tedavi, hemşirelik bakımı, 4mg/kg b.w. doz IV furosemid ve oksijen takviyesi gerektiren, C-sınıfı durumdaydı. Stabilizasyondan sonra tedavi, furosemid, enalapril ve pimobendanı kapsamaktaydı.


13 Years Old Dog With Myxomatous Valvular Diseases - MMVD

Marija Krstevska, Atanaskova Elena, Nikolovski Goran

University Ss “Cyril and Methodius”, Faculty of Veterinary Medicine, Veterinary Institute Skopje, R. Macedonia

Myxomatous heart disease is the most common valvular disease manly in small breed of dogs. The 13 years old female neuterated mixed breed pug dog came in the University’s Veterinary hospital with clinical signs like loss of appetite, less water intake and difficulty breathing. They have less physical activity and other symptoms are highly variable.

During cardiac examination, we did auscultation of the heart where we heard murmur of S4/6. Further diagnostic procedures were used like electrocardiography, radiography and echocardiography.

We used radiography on the chest and we found an increase of heart silhouette as well as oedema of lungs. With electrocardiogram, heart frequency was 160, P –duration 0,04sec., P = 0,3 mV, P-R= 0,165sec. , QRS= 0,06 sec, R = 2,5 mV, Q-T= 0,18sec., T > ¼ from R. With those results we discovered that the heart is enlarged (QRS duration is longer and higher T-wave). Also there was first-degree AV block, which means that the PR interval is longer than normal. There was insufficient data regarding heart condition so we used echocardiography for further examination, where change on the mitral valve was found.

The dog has class C condition, which needs hospitalization, nursing care, IV furosemid dosege of 4mg/kg b.w. and oxygen supplementation. After stabilization, therapy includes furosemid, enalapril and pimobendan.


Köpeklerde Atopik Dermatitis

Hacıyeva Sabina

Azerbaycan Devlet Tarım Universitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıklar Anabilim Dalı,Gence, Atatürk Caddesi, 262

Köpeklerde Atopik dermatitis, kaşıntı ifadesi, deri döküntüsü, kuru cilt ile karakterize olunan kronik bir hastalıktır. Bu hastalığın temelinde bir hayvanı etkileyecek belirgin alerjenlerdir. Köpeklerde hastalığın klinik belirtileri genellikle şudur: kaşıntı, hiperpigmentasyon, likenifikasyon (deride kalınlaşma), eritem (kızarıklık şikayetleri), alopesi (tüy dökülmesi). Hayvanın hangi allerjene daha çok tepkisinden dolayı atopik dermatit görünümünü göreceli sakin aralıklarla yıllarca boyunca ya da birkaç ay gibi tezahür edebilir.

Bu allerjenler şunlardır: polen, mantar sporları, ağaçlar, çim, pire dışkısı, ev tozu, insan epidermisi, vb. Köpeklerin atopisi uzun ve karmaşık tedavi olunur. Hastalık kronik olduğu halde hayvana bir ömür boyu eşlik ediyor Tedavinin başlangıcında, ilk iş alerjeni ortadan kaldırmaktır. Ayrıca, kaşıntını azaltmak ve bazen genel durumunu kolaylaştırmak için kısa vadeli kas içi ya da deri altından prednizolon süspansiyon uygulanıyor.


Canine Atopic Dermatitis

Hacıyeva Sabina

Azerbaijan State Agricultural University, Veterinary Medicine Faculty, Department of Internal Diseases, Ganja, Ataturk Avenue,262

Atopic dermatitis of dogs is a chronic disease characterized by expression of itching, skin rash, dry skin. The basis of this disease is a pronounced increase of reaction to allergens that affect an animal. Clinical manifestations of the disease in dogs is usually the following: Itching, hyperpigmentation, lichenification (thickening of the skin), erythema (redness of the skin), alopecia (hair loss). Depending on what allergen the pet can react appearance of atopic dermatitis can manifest as the disease throughout the year, or several months with intervals of relative calm.

These allergens are: pollen, fungal spores, trees, grass, excrement of fleas, house dust, epidermis of human, etc. Atopy of dogs treated long and complex. Given the fact that the disease is chronic, necessary steps of treatment will be accompanied by a lifetime of pet. At the beginning of therapy, the first thing is to eliminate allergen. Also, to facilitate the general condition and sometimes itching reduce for short term administered intramuscularly or subcutaneously prednisolone suspension.


One Health: Bulgaristan’da İnsan ve Köpeklerde Viseral Leyşmanyoz Hastalığı Üzerine Retrospektif Bir Çalışma

Rabie Redzheb, Ilia Tsachev

Trakya Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Mikrobiyoloji, İnfeksiyöz ve Paraziter Hastalıklar BölümüStara Zagora, Bulgaristan

Son 25 yılda Bulgaristan’da köpek ve insanlarda görülen leishmaniasis hastlığının çalışılması.

Hastalık hakkında hem Bulgaristan’da hem de yurtdışında yayınlanmış (epidemiyolojik, klinik vakalar, diagnostik, terapi vb. ) tüm literatür verilerinin Scopus, EBSCO, Science direct, Pubmed ve diğer kaynaklar kullanılarak toplanması ve analizi.

1988 ve 2011 yılları arasında 13 bölgede 116’sı yerli ve 4’ü göçmen olmak üzere 120 vaka belirtilmiş. 17 kişide (%14) ölümcül sonuçlara rastlanmış. En yüksek ölüm oranı 1989 yılında %60 ve 1988 yılında %33.33 olarak tespit edilmiş.

Köpekler: Vakalar ilk olarak 2006 yılında tespit edilmiş. Sunulan bölgeler leishmaniasis ile birlikte klinik hastaların da bulunduğu bölgeler. Sero-epidemiyolojik sonuçlar ise 2012-2013 yıllarında endemik Petrich bölgesine ait bilgiler.

Son 25 yıl içerisinde Bulgaristan’da görülen en ölümcül paraziter zoonoz hastalık visseral leishmaniasistir. Köpeklerde leishmaniasis olgularında başarılı bir şekilde tanı koyulabilmektedir. Tedavi ya da ötenazi seçenekleri hastalığın sınırlandırılması amacıyla kontrol yöntemi olarak uygulanmaktadır.


Оne Health: Retrospective Study ofVisceral Leishmaniasis in Humans and Dogs in Bulgaria

Rabie Redzheb, Ilia Tsachev

Trakia University, Veterinary Faculty, Department of Microbiology, Infectious and Parasitic Diseases, Stara Zagora, Bulgaria

A retrospective study of leishmaniasis in humans and dogs in Bulgaria for the last 25 years.

Collection and analysis of the literature data on the disease (epidemiology, clinical cases, diagnostics, therapy, etc.) using Scopus, EBSCO, Science direct, Pubmed and others, published in Bulgaria and abroad.

Humans. Between 1988 and 2011, 120 cases in 13 districts have been identified - 116 autochthonous and 4 cases of imports. In 17 (14%) the outcome was a fatal. The highest mortality was established in 1989 - 60.00% and 1988 - 33.33%. Described are seasonal fluctuations, the age, sex and the characteristic clinical signs. Reflected upon are the new cases in 2013.

Dogs. In dynamics are marked the first cases of 2006. Presented are the regions with leishmaniasis as well as characteristics of clinical patients. Indicated are seroepidemiological results from 2012-2013 of the endemic area of Petrich.

The most lethal parasitic zoonosis in humans in Bulgaria over the past 25 years is visceral leishmaniasis. Leishmaniasis in dogs is being successfully diagnosed. Treatment or euthanasia are applied as control measures for the limitation of the disease.


Dünya’da ve Hindistan’da Mission Rabies Aktiviteleri, IVSA Global - IVSA Istanbul ile İşbirliği

Frederic Lohr

Günümüzde hala %100 önlenebilir olduğu halde, kuduz hastalığı çoğunluğu çocuk olmak üzere dünyada 60,000 insanın ölümüne sebep olmaktadır. “One Health” yaklaşımıyla – toplu olarak köpeklerin aşılanması kampanyaları ve toplumları kuduzu önleme konusunda bilgilendirerek – Mission Rabies kuduz hastalığının 2030 yılında tamamen eradike olmasını amaçlamaktadır. Eylül 2013’te kuruluşundan itibaren, 150.000’den fazla köpek aşılanmış ve Hindistan’daki eğitim kamplarımızda 200,000’den fazla çocuk bu konuda eğitim almıştır.

Bu sunum veteriner fakültesi öğrencilerine IVSA gibi (Uluslararası Veteriner Hekimliği Öğrencileri Kuruluşu) öğrenci organizasyonlarının aktif bir üyesi olmanın avantajlarını, bu yönde bir organizasyonda yada uluslararası alanda kariyer yapmak için gerekli fikir ve donanımları sağlamalarına yardımcı olmayı, ve veteriner hekimler olarak bilgilerimizi hem insan hem de hayvan hayatında farklılıklar yaratmak amacıyla nasıl kullanabileceğimizi göstermeyi amaçlamaktadır.


Mission Rabies Activities in India and World, Collaboration with IVSA Global - IVSA Istanbul

Frederic Lohr

Although 100% preventable, rabies still kills an estimated 60,000 people in the world – most of them children. Through a One Health approach – entailing dog mass-vaccination campaigns and educating communities about rabies prevention – Mission Rabies aims to eliminate rabies by 2030. Launched in September 2013, more than 150,000 dogs have been vaccinated and more than 200,000 children educated at our project sites in India.

This presentation aims to give veterinary students an idea about how an active membership in student organisations, such as the International Veterinary Students’ Association (IVSA), can help to build up the networks and skills to start an international or NGO career and how we can use our veterinary skills to make a difference in the life of both – animals and humans.


Endüstriyel İşletme Koşullarında İnek ve Düvelerde Optimum Tohumlama Zamanlarının Belirlenmesi için Kullanilan Metodların Karşılaştırmalı Olarak Değerlendirilmesi

Peresvet Pets1 , Taisia Dmitrieva2

1Federal Bölge Yüksek Eğitim Enstitüsü “St.Petersburg Veteriner Akademisi”, Veteriner Fakültesi, Doğum ve Operatif Cerrahi Bölümü, Saint-Petersburg, Rusya Federasyonu


Leningrad bölgesinde en önemli endüstriyel çiftlik hayvancılığı süt sığırcılığı ile yapılmaktadır. Başlıca yaşanan sorunlar sürüde üreme sorunlarıdır ve burada en önemli faktör inek ve düvelerin östrus zamanlarının doğru tespit edilememesidir.

Farklı çözüm yöntemleri bulunsa da çalışmamızın amacı bu durumun etkisi ile ekonomiye yaptığı etkiyi karşılaştırmaktır. Optimum östrus ve tohumlama zamanını tespit edebilmek amacıyla gözlem, elektronik pedometre ve elektronik çip kullanarak deneyimizi 30 farklı çiftlikte gerçekleştirdik.

Gözlem ile yapılan yöntemin etkisi hayvanlara da bağlı olarak (p <0,05) , 50 ± 10,5% oranında bulunmuştur. Bazı çiftliklerde termometre metodu kullanılmış, etkisi 27 ± 5,8% olarak tespit edilmiştir. Büyük işletmelerde tercih edilen elektronik pedometre yöntemi 80 ± 5,95% oranında başarı göstermiştir. Elektronik çip yöntemi ise tüm hareket ve diğer faktörleri değerlendirip 95 ± 3,7% (p <0,01) üzerinde başarı göstermiştir.

Çalışmamız sonucunda biz sürü sağlığı yönünden bilgi vermesi ve yüksek etki göstermesi nedeniyle çip kullanımını öneriyoruz. Ayrıca doğum olmaması durumunda, tohumlama zamanını doğru seçilmediği durumlarda yaşanan maddi sıkıntılara göre fiyat olarak çok uygun oldukları düşünülebilir.


Comparative Assessment of the Methods for Determining Tthe Optimum Time of Insemination Cows and Heifers in the Conditions of Industrial Complexes

Peresvet Pets1 , Taisia Dmitrieva2

1Federal State Budgetary Educational Institution of Higher Professional Education “St.Petersburg State Academy of Veterinary Medicine”, Veterinary Faculty, department of obstetrics and operative surgery, Saint-

Petersburg, Russian Federation2Federal State Budgetary Educational Institution of Higher Professional Education “St.Petersburg State

Academy of Veterinary Medicine”, Veterinary Faculty, department of obstetrics and operative surgery, Saint-Petersburg, Russian Federation

Dairy farming is one of the most important livestock industry in the Leningrad region. The main difficulties of it are connected with questions about reproduction of the herd and the most important factor to improve it is right detection of estrus of cows and heifers.

There are different methods of solution but the theme of our research was to compare their effectiveness and economic efficiency for the economy. In our experiment we used 30 breeding farms with different methods of determining estrus and the optimal time of insemination: a visual technique, electronic pedometer and transponders.

The effectiveness of the visual determination is 50 ± 10,5%, depending on the livestock (p <0,05). Some farms use the method of thermometry, where effectiveness is 27 ± 5,8%, depending on the livestock (p <0,05). In the large dairy complex the diagnostic methods, which are used to, are based on the motor activity, in particular the electronic pedometer has the effectiveness 80 ± 5,95% at a constant visual control (p <0,05). The transponders evaluate all kinds of movements and other factors. It’s effectiveness is over 95 ± 3,7% (p <0,01).

Therefore, we recommend to use the transponders, as they always fix and analyze information about health of the herd and show very high efficiency. Also, they are very well pay off because of the reduction labor costs, time optimization of the work of techniques osemenator and choosing the most suitable time for insemination.


Damızlık Horozlarda Seksüel Dinlenmenin Sperm Karakterlerine Etkisi

Ferhat Urluca, Serhat Alkan, Ramazan Arıcı, Hüseyin Yüksel

İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Dölerme ve Suni tohumlama Anabilim Dalı, Avcılar, 34320, İstanbul, Türkiye

Çalışmada düzenli sperma alınan damızlık horozların spermatolojik değerleri ile seksüel dinlenme uygulaması sonrası spermatolojik değerleri mukayese edilmiştir.

Çalışmada toplam 4 adet damızlık horozdan düzenli olarak haftada 2 kez sperma alınarak pooling yapılmış motilite, ölü-canlı, ve morfolojik muayeneleri gerçekleştirilmiştir. Diğer 4 damızlık horoza ise 3 hafta süreyle seksüel dinlenme uygulandıktan sonra alınan 4 pooling yapılmış ejakülatta da aynı spermatolojik değerler incelenerek birbiriyle mukayese edilmiştir.

Düzenli sperma alınan 4 pooling ejakülatta ortalama motilite %77,5 ölü-canlı %16,25 ve morfolojik bozukluk oranı olarak akrozom %1,88 baş %2,63 ve orta-kısım %7,13olmuştur. Bu değerlerin seksüel dinlenme gurubundaki ortalaması; motilite %77,5 ölü-canlı %16,75ve morfolojik bozukluk oranı olarak akrozom %2,75 baş %3,5 ve orta kısım %17olmuştur.

Elde edilen değerlerin mukayesesinde, düzenli sperma alınan gurubun değerlerinin seksüel dinlenme gurubuna göre daha yüksek olduğu ancak aradaki farkın istatistiki önem taşımadığı görülmüştür.


Effect of Sexual Rest on Seminal Chracters in Breeder Roosters

Ferhat Urluca, Serhat Alkan, Ramazan Arıcı, Hüseyin Yüksel

Istanbul University, Veterinary Faculty, Departmant of Reproduction & Artificial Insemination, Avcilar, 34320, Istanbul, Turkey

In this study, the spermatological values of regularly ejaculated breeder cocks were compared with those having sexual rest.

Four breeder cocks were ejaculated two times a week regularly for a period o 4 weeks. The mean motility, live-dead spermatozoa rate and spermatozoa morphology were evaluated at pooled ejaculates. Other 4 breeder cocks had sexual rest for 3 consecutive weeks and ejaculated. This procedure was repeated for 4 times and seminal characteristics were evaluated for pooled ejaculates.

In the regular ejaculation group the mean motility was 77,5%, live-dead rate was 16,25% and spermatozoa morphology were 1,88%acrosome, 2,63% head and 7,13% mid-piece defects.

These rates for the sexual rest group were; motility 77,5%, live-dead rate16,15% and morphology were;2,75% acrosome, 3,5%head and 17% mid-piece defects.

When the values of the two groups were compared, the regular ejaculation group was superior to the sexual rest group. However, the difference was not significant statistically.


Savaş Tarihinde Hayvanların Rolüne Bir Örnek: Türk Okçuluğunda Hammadde Olarak Hayvan

A.Sercan Topcan1, Savaş Volkan Genç2

1Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Üçüncü Sınıf Öğrencisi, Burdur, Türkiye

2Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Veteriner Hekimliği Tarihi ve Deontoloji AD, Burdur, Türkiye

Savaşlarda ateşli silahların yaygın kullanımından önce dünyanın ilk doldur boşalt silahı olan yay, en etkili silahlardandı. Kompozit Türk Yayı, döneminde kullanılan diğer tüm yaylardan daha üstündür. Bu yay ve okunun diğer yay ve oklardan üstün olmasının nedeni yapımında kullanılan hayvansal kökenli materyallerdir.

Bu çalışmada Kompozit Türk yayı ve okunun yapımında kullanılan hayvansal materyaller incelenip, özellikle Anadolu Mandasının ıslahında göz önünde bulundurulması gereken bir özelliği olan boynuzun önemi ortaya konmaya çalışılacaktır.

Çalışmanın ana materyali Telhis-i Resailat-ı Rumat (1836) isimli Mustafa Kani Bey’in yazdığı kitaptır. Ek olarak, Anadolu Mandasıyla ilgili TAGEM’in ırklar kataloğundan yararlanılıp, Anadolu Mandası boynuzunun eski kullanılışına dair örnekleri Kibyra Antik Kenti kazı çalışmalarında 1. Kat Agora buluntuları incelenmiştir. Bu bilgiler retrospektif tarih anlayışıyla değerlendirilerek veteriner hekimliği tarihi alanına sunulacaktır.

Kompozit Türk Yayı’nın yapımında bitkisel malzemelerin yanı sıra Anadolu Mandası, inek, Morina balığı, ipek böceği (ibrişim); aksesuarlarında fil, kaplumbağa ve okun yapımında kuğu, karabatak, kartal, akbaba gibi birçok farklı tür hayvandan elde edilen materyaller kullanılmaktadır. Bu amaçla kullanılacak hayvanlar ve bu hayvanların seçimi özel ihtiyaçlara dayanmaktadır.

Anadolu’da binlerce yıldır bulunan ve çok çeşitli alanlarda kullanılan Anadolu Mandasının boynuzu Türk Okçuluğunda da işlem sonrası belli kalıba girip bulunduğu şekli koruma isteğinden dolayı oldukça kullanışlıdır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında var olup kullanılmasına rağmen zamanla yetiştiricilik için alternatif türlerin yaygınlaşmasıyla özellikle Anadolu Mandasının bu yönde istenilen özellikleri kaybolmuştur. Bu nedenle bu canlıların gerek doğada gerekse yetiştiricilikte belirtilen özelliklerle devamlılığını korumak bilimsel ve kültürel açıdan önem arz etmektedir.


An Example of The Role of Animals in The History of War:Animals as a raw material in the Turkish Archery

A.Sercan Topcan1, Savaş Volkan Genç2

1Mehmet Akif Ersoy University, Faculıty of Veterinary Medicine, Third Class Student, Burdur, Turkey

2Mehmet Akif Ersoy University, Faculıty of Veterinary Medicine, The Department of the History of Veterinary and Deontology, Burdur, Turkey

Animals always maintained its importance in Altaic People and even in the Turkmen People after settled life in Anatolia. These animals were used in many places in society such as rituals, common life etc. Bow was the most effective weapon before the widespread use of firearms in wars, but still The Turkish Composite Bow is superior than any other bows. This superiority caused by materials of animal origin while making the bow.

In this study, the raw animal materials which are used in construction of Turkish Composite Bow and arrow were studies which animal materials investigated.

This study is main material is the book Telhis-i Resailat-ı Rumat (1836) by Mustafa Kani Bey. It has benefited about Anatolian Water Buffalo with Turkey Domestic Species Genetically Catalog (TAGEM) and investigate to The Ancient City of Kibyra in discovered Anatolian Water Buffalo bones. This information will be evaluated by retrospective understanding of history.

The construction of The Composite Turkish bow used wood material as well as for bow; Anatolian Water Buffalo, cow, Marina fish and for accessory; elephant, turtle, silk bug and for arrow; swans, cormorants, eagles, vultures etc. obtained from many different types of animals such materials are used.

It has been found and used many different areas Anatolian Water Buffalo in thousands of years in Anatolia.

The Original Anatolian Buffalo is not current still in Turkey, particularly desirable properties such as horn, in this direction has been lost The Anatolia Water Buffalo. Therefore, these animals to maintain the continuity of the features mentioned in breeding and exist it nature is important in terms of scientific and cultural.


Hayvanlarda İrinli Yaraların Tedavisinde Doğal Sorbentlerin Kullanımı

Aliyeva Elnura

Azerbaycan Devlet Tarım Universitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıklar Anabilim Dalı, Gence, Atatürk Caddesi, 262

Doğal sorbentlerin veterinerlikde uygulanmasına ilişkin bir çok edebiyyat bilgileri mevcuttur. Biz bu araştırmamızda Tovuz ilçesinde çıkan (bulunan) seolitin, irinli yaraların tedavisinde etkisini öğrenmeye amaç edindik.Deneysel yaraların tedavisinde geleneksel yöntemlerle birlikte (vişnevski merhemi) seolitden hazırlanmış merhem, deneysel oluşturulmuş irinli yaraların iyileşme sürecinde özellikle yaraların 1.fazında olumlu etkiler.


The Use of Natural Sorbents in the Treatment of Purulent Wounds in Animals

Aliyeva Elnura

Azerbaijan State Agricultural University, Veterinary Medicine Faculty,Department of İnternal Diseases, Ganja, Ataturk Avenue,262

There is enough literature about the use of natural sorbents (zeolite) in the veterinary medicine. In this research our aim was to learn the influence of zeolite found out in Tovuz in the treatment of purulent wounds. In the treatment if experimental wounds besides traditional methods. I studied the comparative influence of ointment based on zeolite. As a conclusion we obtain the result that the ointment based on zeolite positively influences to the process of treatment of purulent wounds created artificially.


Manda ve Buzağılarda Periyodik Timpani Tedavisi ve Önlenmesinde Naftalan Yağının Kullanımı

Mammadova Nabat

Azerbaycan Devlet Tarım Universitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıklar Anabilim Dalı, Gence, Atatürk Caddesi, 262

Endüstriyel kullanımdan çok daha önce bir kaç yağ türleri hayvanların bazı hastalıkların tedavisi için kullanılmıştır. Hormon benzeri maddeler, esas olarak, steroid serisi, Naftalan yağı ve fraksiyonların bir bileşim ile hormonlar, nörotransmiterler ve diğer biyolojik olarak aktif maddelerin etki süresi ile ilgili bir çok etkiye sahiptir. Naftalan hidrokarbonların trofik fonksiyonların artırılması, metabolik süreçlerin yoğunluğunu artırarak, stimul, anestezi, vazodilatör, anti-inflamatuar etkileri vardır.

Veteriner hekimlikte önemli bir yer alarak naftalan yağı ile tedaviye bireysel organ ve sistemlerin fonksiyonel durumuna üzerindeki etkisi çalışmalara önem verilir. Hayvanların bir organizma üzerindeki etkisi hakkında birçok soru hala keşfedilmemiş kalır. Bu rapor da periyodik tympanum tedavisinde genç buzağıların organizma üzerinde Naftalan yağının etkisi verileri sunulur.

0.3 ml ‘lik bir dozda Naftalan yağ / kg manda ve buzağıların periyodik tympanum tedavisinde iyileştirici özelliklere sahiptir.


Using of Naftalan Oil in The Treatment and Prevention of the Periodic Tympanum Buffalo and Calves

Mammadova Nabat

Azerbaijan State Agricultural University, Veterinary Medicine Faculty,Department of İnternal Diseases, Ganja, Ataturk Avenue,262

Some kinds of oil long before the industrial exploitation was used for treatment of various diseases of animals. With a composition of hormone-like substances, primarily steroid series, Naphthalan oil and its fractions have numerous effects on the duration of the effect of hormones, neurotransmitters and other biologically active substances. Naphthalan hydrocarbons have stimulating, anaesthetize, vasodilator, anti-inflammatory effects, increasing the intensity of metabolic processes, enhancing trophic functions.

In veterinary medicine the important place is given naphtalanotherapy to the study of its influence on the functional state of individual organs and systems, many questions about its influence on an organism of animals still remain unexplored. This report presents data on the effect of Naphtalan oil on the organism of young calves in the treatment of their periodic tympanum.

Naftalan oil at a dose of 0.3 ml / kg has healing properties in the treatment of periodic tympanum of buffalo and calves.


3 –Metil-4-Nitrofenol Uygulanan Sıçanlarda Noni’nin (Morinda citrifolia)Dalak Morfolojisi ve Plazma Hücre Sayısı Üzerine Etkisi

Ozan Yerli1, Mehmet Sefa Dölek1, Elif İlkay Armutak2, Kıvılcım Sönmez3, Funda Yiğit2, O.B.Burak Esener2, Ebru Gürel Güverin4

1İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Avcılar,34320, İstanbul, Türkiye2İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Avcılar,34320, İstanbul, Türkiye

3İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Avcılar,34320, İstanbul, Türkiye4İstanbul Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Beyazıt,34134, İstanbul, Türkiye

Noni (Morinda citrifolia), Pasifikte, Hindistan ve Tropikal Asya‘da bol miktarda yetişen bir meyvedir. Bu meyve 2000 yıldan daha uzun süredir Polinezyalılar tarafından geleneksel tıpta kullanılmaktadır. Noni’nin antikanser, antienflamatuvar, antioksidan aktivitesi dahil, geniş terapötik etkilerinin olduğu bildirilmiştir.

3–Metil-4-Nitrofenol (PNMC), Dizel Egzos Partikülleri içerisinde bulunan maddelerden biri ve ayrıca insektisitlerin içinde bulunan Fenitrothion’in metabolitidir. Bu çalışmada PNMC uygulanan hayvanlarda Noni’nin fare dalak dokusunda, karşılaştıkları antijene sfesifik antikor sentezleyen plazma hücrelerindeki sayısal dağılım üzerine etkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Genç erişkin 160-180 gram ağırlığında 56 adet erkek Spraque-Dawley sıçan 8 eşit gruba dağıtıldı. Hayvanlara sırasıyla 2 ml Noni (gavajla), 1, 10, 100 mg/kg PNMC (S.C) yalnız ve birlikte 5 gün boyunca uygulandı. Çalışmanın sonunda hayvanlar sakrifiye edildi, dalak alınarak tartıldı ve rutin histolojik takip yapıldı. 5 μm kalınlığında alınan kesitler metil green pyronin ve H+E ile boyandılar. Metil green pyronin ile boyanan kesitlerde 100’lük objektifte 1mm2’lik alandaki plazma hücre sayıları belirlendi. Noni alan hayvanlarda dalak indekslerinin kontrol grubuna yaklaştığı görüldü. Ayrıca 1, 10 ve 100 mg/kg PNMC uygulanan hayvanlarda plazma hücre sayılarının oldukça azaldığı (P<0,001) Noni uygulanan gruplarda plazma hücre sayılarının kontrole yaklaştığı görüldü.

Çeşitli dozlarda PNMC verilen farelerde dalak dokusunda, Noni antioksidan özelliğinden dolayı plazma hücre sayısının korunmasını sağlamıştır


Effects of Noni (Morinda citrifolia) on Spleen Morphology and Plasma Cell Numbers in Rat administered 3–Methyl-4-Nitrophenol

Ozan Yerli1, Mehmet Sefa Dölek1, Elif İlkay Armutak2, Kıvılcım Sönmez3, Funda Yiğit2, O.B.Burak Esener2, Ebru Gürel Güverin4

1Istanbul University, Veterinary Faculty, Avcilar, 34320, Istanbul, Turkey2Istanbul University, Veterinary Faculty, Histology ve Embriology Department, Avcilar,34320, Istanbul, Turkey

3Istanbul University, Veterinary Faculty, Pathology Department, Avcilar,34320, Istanbul, Turkey4Istanbul University, Faculty of Science, Biology Department, Beyazit, 34134,Istanbul, Turkey

Noni (Morinda citrifolia) is a widely growing fruit in Pasific, India and Tropical Asia. This fruit has been used by Polynesian over 2000 years for traditional medicine. Noni has been reported to have anticancer, anti-inflamatory, antioksidan activity, and widely therapeutic effects.

3-Methyl-4-Nitrophenol (PNMC), is one of the ingredients of Diesel Exhaust Particles and also it is the metabolite of Fenitrothon which is found in insecticides. In the presented study it is aimed to determine the effect of Noni on numeral distribution of plasma cells which synthesis specific antibody against the antigens they encounter in spleen of rats administered PNMC. Young adults, 160-180 gram, 56 male Spraque-Dawley rats were randomly separated into 8 groups. For five days, animals received 2 ml Noni (with gavage), 1, 10, 100 mg/kg PNMC (S.C) alone and with Noni. At the end of the study animals were sacrificed, their spleen were extirpated and weighted and put through routine histologic procedure. Sections of 5 μm were stained with methyl green pyronin and H+E. Plasma cell numbers were counted in sections stained with methyl green pyronin under 100X magnitude in 1mm2 areas. It was observed that animals received Noni has very close plasma cell numbers results to the control group. Besides plasma cell numbers decreased significantly (P<0.001) in animals which received 1, 10 and 100 mg/kg PNMC.

In spleen tissue of rats which received different dosages of PNMC Noni helped to preserve plasma cell numbers due to its antioxidant property.


İyonize Tuzlu Suyun Mezbaha Çalışma Alanları ve Koyun Sakatatları Üzerine Antimikrobiyal Etkisi

Özer Çanak, Yavuz Ağılönü, Gülay Merve Bayrakal, Barış Bingöl, Gürhan Çiftçioğlu

İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Besin Hijyeni ve Teknolojisi Anabilim Dalı, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

Uygun olmayan koşullarda üretilen koyun sakatatları birçok halk sağlığı riskini de beraberinde getirebilmektedir. Bu ürünlerin mikrobiyolojik kontaminasyonlara açık olması, raf ömürlerinin de kısa olmasına ve ekonomik kayıplara neden olmaktadır. Bu çalışmada, ülkemizde geleneksel olarak tüketilen koyun karaciğeri ve böbreklerinin dekontaminasyonu ve güvenilirliğini arttırmak amacı ile, güvenli bir biyosidal olan iyonize tuzlu suyun anti-mikrobiyal etkisinin gözlemlenmesi hedeflenmiştir.

Mezbahanın, yağ ve kan artıkları nedeni ile temizlenmesi zor olan ve mikroorganizmaları barındırma olasılığı yüksek zemin ve tezgahlarına da uygulanarak, mezbaha hijyenine olan etkisinin araştırılması da hedeflenmiştir. Çalışmada bulgular doğrultusunda, iyonize tuzlu suyun koyun sakatatlarının mikrobiyolojik ve görsel raf ömrü üzerine etkisi tartışılacaktır.

Mezbahanın kontaminasyona açık ve temizliği zor olan kısımlarında ise, katyonik özellikteki iyonize tuzlu suyun temizleyici etkisi ve nötral iyonize suyun anti-mikrobiyal etkisi tartışılacaktır.


The Antimicrobial Effect of Ionized Brine on Sheep Offal and Slaughterhouse Work Areas

Özer Çanak, Yavuz Ağılönü, Gülay Merve Bayrakal, Barış Bingöl, Gürhan Çiftçioğlu

Istanbul University, Veterinary Faculty, Department of Food Hygiene and Technologies Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

Sheep offal may cause risks for public health, when processed unsuitable conditions. These products are most likely open to microbiologic contamination and therefore their shelf life are short and economic loses could occur.

This study aims to observe antimicrobial effect and increase the safety of sheep liver and kidneys, which are being consumed traditionally in our country, by decontamination with safe biocidal, ionized brine. It is additionally aimed to investigate the anti-bacterial effect of brine on slaughterhouse floor and benches, where residual fat and blood is being accumulated and probably contains high bacterial numbers, which effect slaughterhouse hygiene. In accordance with the findings in this study, visual shelf-life and antimicrobial effect of ionized brine on sheep offal will be discussed.

Cleaning effects of cationic ionized brine and anti-microbial effect of neutral ionized brine on working areas of the slaughterhouse will be further discussed, where cleaning would be difficult.


Hayvan Etinde Anabolik Hormonların Saptanması

Aleksandar Trajcovski, Zehra Hajrulai-Musliu, Risto Uzunov

Ss “Cyril and Methodius” Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Gıda Enstitüsü, Üsküp, Makedonya

Anabolik hormonlar her ne kadar genellikle evcil hayvanlarda klinik terapi için kullanılsa da, bu anabolik maddeler aynı zamanda gıda etkinliğini ve kilo alımını artırmak için illegal büyüme parametreleri olarak da kullanılabilmektedir. İnsani tüketim için hazırlanan et ve et ürünlerinde anabolik hormon kalıntıları insan sağlığı için risk oluşturmaktadır ve bu nedenle kullanımları, 1988 yılından beri Avrupa Birliği tarafından yasaklanmıştır. Bu araştırmanın amacı, hayvan etindeki metiltestosteron, trenbolon ve 19 nortestosteron adı verilen üç anabolik hormonun saptanması ve doğrulanmasıdır.

Bu çalışmada kullanılan numuneler, 24 aylık bir süre içinde Makedonya’daki çeşitli marketlerden toplanmış ve -20ºC’de muhafaza edilmiştir. Sığır, domuz, keçi ve koyundan alınmış toplam 90 et numunesi, ELISA metodu kullanılarak metiltestosteron, trenbolon ve 19 nortestosteron bulgusu için taranmıştır. ELISA metodu, 2002/657/EC kararı ile doğrulanmıştır.

19 nortestosteron saptaması için limit 0.12 µg/kg, metiltestosteron için 0.12 µg/kg, ve trenbolon için 0.10 µg/kg olarak belirlenmiştir. Saptama kabiliyetleri (detection capability – CCβ) ise sırasıyla 0.62 µg/kg, 0.56 µg/kg ve 0.50 µg/kg’dır. Yöntemden elde edilen kazanımlar ise sırasıyla %79.54, %94.86 ve %84.14 olmuştur. Numunelerin analizinde ortaya çıkan değerler söz konusu üç hormonu, CCβ değerlerinin altında saptamıştır.

Hayvan etinde bulunan anabolik hormonların şu anki durumu, insan sağlığı için bir risk barındırmamaktadır; çünkü tüm et numunelerindeki anabolik hormon seviyesi CCβ seviyesinin altındadır. Bu sonuçlar, anabolik hormonların gelecekte illegal olarak kullanılma ihtimalini ortadan kaldırmamaktadır. Bu nedenle, gıda güvenliği kontrolünün bir ölçüsü olarak anabolik hormonların denetlenmesi hala önemli ve gereklidir.


Determination of Anabolic Hormones in Animal Meat

Aleksandar Trajcovski, Zehra Hajrulai-Musliu, Risto Uzunov

University Ss “Cyril and Methodius”, Faculty of Veterinary Medicine, Food Institute, Skopje, R. Macedonia

Anabolic hormones are often used for clinical therapy in domestic animals, but also these anabolic agents are illegally used as growth promoters to increase the weight gain and improve the food efficiency. Residues of anabolic hormones in meat and meat products for human consumption present risks for human health. Because of that they are forbidden for use in European Union since 1988. The purpose of this study was validation and determination of three anabolic hormones: methyltestosteron, trenbolon and 19 nortestosteron in animal meat.

Samples were collected within period of 24 months from the Macedonian markets and were kept frozen at -20ºC until analysis. A total of 90 meat samples (cattle, pork, goat and sheep) were screened for the presence of: methyltestosteron, trenbolon and 19 nortestosteron with ELISA method. Validation of the ELISA methods was performed according to the 2002/657/EC.

Limit of detection for 19 nortestosteron was 0.12 µg/kg, for methyltestosterone 0.14 µg/kg and for trenbolone was 0.10 µg/kg. The detection capability (CCβ) were 0.62 µg/kg, 0.56 µg/kg and 0.50 µg/kg, respectively. Recoveries of the methods were 79.54%, 94.86% and 84.14%, respectively. The analyses of samples showed value less than CCβ for analyzed hormones.

The present status of anabolic hormones in animal meat are not at risk because the values for the anabolic hormones in all meat samples are less than CCβ value. These results do not exclude the possibility of illegal use of anabolic hormones in the future. Due to the fact, it is still necessary to monitor anabolic hormones as a food safety control measure


Farklı Hayvan Türlerinden Elde Edilen Sütlerin Total Antioksidan Kapasitelerinin Karşılaştırılması

İpek Nur Şahin1, Hale Ergin2, Enez Çolakoğlu1, Arife Ezgi Telli3

1Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Selçuklu,042000, Konya, Türkiye 2Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı, Selçuklu,042000, Konya, Türkiye

3Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Besin Hijyeni ve Teknolojisi Anabilim Dalı, Selçuklu,042000, Konya, Türkiye

Antioksidanlar, insanlarda normal fizyolojik durumlarda oluşan, lipid peroksidasyonuna, protein ve DNA hasarına, hücrelerin ölümüne ve bazı hastalıkların oluşumuna sebep olan serbest radikallerin olumsuz etkilerini azaltırlar. Bu nedenle sağlıklı, kaliteli bir yaşam için antioksidanlar ve oksidanlar arasında bir denge olması gerekir. Bu noktada gıdalardaki antioksidanlar önem arz etmektedir. Bu çalışmada, dengeli beslenmede önemli bir yeri olan sütün farklı hayvan türlerine göre içerdikleri total antioksidan kapasitelerinin (TAC) araştırılması amaçlanmıştır.

Çalışmada koyun, keçi ve inek olmak üzere üç farklı hayvan türünden elde edilen sütler kullanılmıştır. Her bir tür için 10 farklı hayvandan süt numunesi toplanmıştır. Süt numunelerinin asitlik tayini, yağ tayini, kuru madde tayini ve dansite ölçümü yapılmıştır. Daha sonra sütlerin TAC ölçümleri için plazmaları kazanılmış, ticari kit kullanılarak ELISA yöntemi ile total antioksidan kapasite ölçümleri yapılmıştır.

Kuru madde, laktik asit ve yağ miktarı en yüksek olan sütün koyun sütü (p<0,05) olduğu, dansitesi en düşük olan sütün ise inek sütü olduğu görülmüştür (p<0,05). TAC’ı en düşük olan süt ise koyun sütü olarak bulunmuştur. (p<0,05).

Sütlerin total antioksidan kapasitesi, elde edildiği hayvanın türüne ve sütün içerdiği, laktik asit, yağ ve kuru madde miktarına göre farklılık gösterebilir.

*Bu çalışma TUBİTAK tarafından 1919B011400791 nolu araştırma projesi kapsamında desteklenmiştir.


Comparison of Total Antioxidant Capacity of Milk Obtained from Different Species

İpek Nur Şahin1, Hale Ergin2, Enez Çolakoğlu1, Arife Ezgi Telli3

1Selcuk University Faculty of Veterinary Medicine, Selçuklu,042000, Konya, Türkiye 2Selcuk University Faculty of Veterinary Medicine Deparment of Biochemistry, Selçuklu,042000, Konya, Türkiye

3Selçuk University Faculty of Veterinary Medicine Deparment of Food Hygiene and Technology, Selçuklu,042000, Konya, Türkiye

Antioxidants decrease negative effects of free radicals. İn vivo, free radicals occur in normal physiological conditions and causes lipid peroxidation, protein and DNA damage, death of the cells and the formation of some diseases. Therefore, a balance should be between oxidants and antioxidants for quality and healthy life. İn this case, it is important that nutritional antioxidants. Milk is very important for balanced nutrition. The aim of the current research is to evaluate the comparison the total antioxidant capacity (TAC) of milk from different animal species. In this study, three different milk samples were used which obtained from different animal species including goats, cows and sheeps. Milk samples were collected from 10 different animals for each species. Determination of acidity, fat, dry matter and density measurement was performed in samples. Subsequently plasma was gained from milk samples for TAC measurement of milk. TAC of the samples was measured by using commercially available kits with ELISA technique.

While sheep’s milk has the most lipid, dry matter, lactic acid contents, cow’s milk has the lowest density (p<0,05). On the other hand sheep’s milk has the lowest total antioxidant capacity.

TAC of the milk is changable with animal species and lactic acid, fat ,dry matter inside the milk.

*This study was supported under the 1919B011400791 research project by TUBITAK.


Farklı Barajlarda Yaşayan Sazan Balıklarının (Cyprinus carpio L.) Yağ Asidi Kompozisyonları ve Konjuge Linoleik Asit Miktarlarının Karşılaştırılması

Özcan Barış Çitil1, Vahdettin Sarıyel1, Birsen Bulut Solak2, Sevtap Erdem1, Ayşe Zehra Kardağ1

1Selcuk Üniversitesi, Karapınar Aydoğanlar Meslek Yüksekokulu, Veterinerlik Bölümü, Laborant ve Veteriner Sağlık Programı, 42400, Konya, Türkiye

2Selcuk Üniversitesi, Karapınar Aydoğanlar Meslek Yüksekokulu, Gıda İşleme Bölümü, Süt ve Ürünleri Teknolojisi Programı, 42400, Konya, Türkiye

Bu çalışmada, Konya ili Suğla ve Apa Barajlarında yetişen sazan balıklarının (Cyprinus carpio L.) kaslarındaki yağ asidi kompozisyonları ve konjuge linoleik asit miktarları belirlenmiştir. Balıkların yağ asidi miktarları gaz kromatografik metodla belirlenmiştir. Sazan balıklarının bileşiminde toplam 25 farklı yağ asidi saptanırken, bunlar arasında farklılıklar önemli bulunmuştur (p<0.001). Çoklu doymamış yağ asitleri, tekli doymamış ve doymuş yağ asitleri miktarından fazla olduğu tespit edilmiştir. Linoleik asit, çoklu doymamış yağ asitleri içerisinde majör yağ asidi iken, tekli doymamış yağ asitlerinin major yağ asidi oleik asittir. Palmitik asit ise, doymuş yağ asitleri arasındaki majör yağ asididir.

Sonuç olarak, Suğla Barajından elde edilen sazan balıklarının yağ asitleri kompozisyonlarının, Apa Barajından elde edilen sazan balıklarındaki yağ asitleri kompozisyonlarından daha baskın miktarda olduğu tespit edilmiştir.


Comparison of FattyAcids Composition and Conjugated Linoleic Acid Levels of Cyprinus carpio Obtained from Sugla and Apa Dam Lakes

Özcan Barış Çitil1, Vahdettin Sarıyel1, Birsen Bulut Solak2, Sevtap Erdem1, Ayşe Zehra Kardağ1

1Laborant and Veterinary Health Programme, Department of Veterinary, Karapinar Aydoganlar Vocational College, Selcuk University, 42400, Konya, Turkey

2Dairy Programme, Department of Food Processing, Karapinar Aydoganlar Vocational Colllege, 42400, Konya, Turkey

The aim of this study was to measure the fatty acids composition and the conjugated linoleic acid levels in the muscle of Cyprinus carpio growing in Sugla and Apa Dam Lakes in Konya. The amounts of fatty acids of fish were determined according to gas chromatographic method. The values of fatty acids, including linoleic acid, of Cyprinus carpio angled from different Lakes, were compared with each other. Cyprinus carpio had totally 25 different fatty acids (p<0.001). It was found that the amounts of polyunsaturated fatty acids were more than mono unsaturated fatty acids and saturated fatty acid.

Linoleic and oleic acids were identified as a single major fatty acid in polyunsaturated fatty acids and mono unsaturated fatty acids, respectively. Moreover, palmitic acid was also a major fatty acid in saturated fatty acids.

As a result, the composition of fatty acids in Cyprinus carpio obtained from Sugla Dam Lake was more predominant than the other value in Cyprinus carpio obtained from Apa Dam Lake.


Yemlerine Margarin Katılmasının Yumurta Tavuklarının Yem Tüketimi, Yemden Yararlanma Oranı, Yumurta Kalitesi ile Bazı Kan Parametrelerine

Etkisi

Derya Merve Arıtuluk¹, Bilgehan Asena Aktemur¹, M. Numan Oğuz², Fatma Karakaş Oğuz², Kadir Emre Buğdaycı²

1Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 4. Sınıf2Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları Anabilim

Dalı, Burdur, Türkiye

Bu projede margarinin yumurta tavuğu yemlerinde kullanılmasının yem tüketimi, yemden yararlanma oranı, yumurta verimi, yumurta kalitesi ile bazı kan parametrelerine etkisi incelemek amaçlanmıştır.

Denemede 5 grup, her bir grubun içinde 6 tane alt grup, her bir alt grubun içinde 2 yumurta tavuğu olmak üzere 60 adet yumurta tavuğu kullanılmıştır. Deneme 8 hafta sürmüştür. Denemedeki bütün gruplarda izokalorik ve izonitrojenik rasyon kullanılmıştır. Denemede ayçekirdek yağı içeren kontrol (K), %5 oranında A margarini içeren (M1-5), %10 oranında A margarini içeren (M1-10), %5 oranında B margarini içeren (M2-5), %10 oranında B margarini içeren (M2-10) rasyonları kullanılmıştır. Tavuklar kafes sisteminde barındırılmıştır. Yem ve su ad libitum verilmiştir.

Haftada bir yapılan tartımlarla yem tüketimi alt grubun ortalaması olarak tespit edilmiştir. Bir kg ve bir düzine yumurta üretmek için tüketilen yem miktarı hesaplanmıştır. Yumurta büyüklüğü en ve boy olarak mikrometre ile ölçülmüştür. İki haftada bir her gruptan 6 tane yumurta kırılarak yumurta sarı rengi, sarı ve ak boyutları ölçülmüştür. Haugh birimi hesaplanmıştır. Deneme sonunda yumurta sarısı yağ asidi profili ve kan serum kolesterolü ölçtürülmüştür. Tavuklar deneme öncesi ve deneme sonunda tartılmışlardır. Tavukların performans, yumurta kalitesi, serum kolesterol değerleri ve yumurta sarısı kolesterolü arasında istatistiki açıdan fark bulunmamıştır.

Sonuç olarak yumurta tavuğu yemlerinde kullandığımız margarinin çeşidinin ve dozunun ölçülen parametreler açısından herhangi bir olumsuz etkisine rastlanmamıştır.


The Effects of Using Margarine in Laying Han Rations on Feed Consumption, Feed Conversion Ratio, Egg Production, Egg Quality and the Impact of Same

Blood Parameters

Derya Merve Arıtuluk¹, Bilgehan Asena Aktemur¹, M. Numan Oğuz², Fatma Karakaş Oğuz², Kadir Emre Buğdaycı²

1Mehmet Akif Ersoy University, Faculty of Veterinary 4th Year Student 2Mehmet Akif Ersoy Üniversity, Fakulty of Veterinary, The Department of Animal Nutrition and Nutritional

Diseases, BURDUR.

In this Project, the effect of using margarine in laying hen rations on feed consumption, feed conversion ratio, egg production, egg quality and the impact of some blood parameters was investigated.

In the experiment, 5 groups, 6 subgroups in each group, two chickens in each subgroup, totally of 60 chickens were used. The experiment was continued for 8 weeks. Experimental feeds were prepared isocaloric and isonitrogenous. In the experiment, sunflower oil containing control (K), 5% margarine A containing (M1-5), 5% margarine B containing (M2-5), 10% margarine A containing (M1-10), 10% margarine B containing ( M2-10) diets were used. The hens were housed in cages system. Feed and water were given ad libitum.

Feed consumption was determined as the average of subgroup with weekly weightings. The amount of feed consumed was calculated for the production of a kg and a dozen eggs. Egg size was measured as width and length with a micrometer. Egg yolk color, egg yolk and white dimensions were measured by crushed 6 eggs from each group at every two weeks. Hugh units were calculated. Egg yolk fatty acid profile and serum cholesterol were measured at the end of the experiment. Hens were weighed after and before the experiment. There was no difference in statistically the performance of the chicken, egg quality, egg yolk cholesterol and serum cholesterol values.

In conclusion, as measured parameters, any adverse effects of the kind and dose of margarine we used in laying hen feeds were observed.


Sığırlarda Gürültü Kirliliğinin Oksidan-Antioksidan Sistem Üzerine Etkisi

Duran Elidabenli, Tolga Akçay, İshak Özkan, Sevim Nur Sancı

Kırıkkale Üniversitesi Veteriner Fakültesi Farmakoloji ve Toksikoloji Anabilim Dalı, 71451,Kırıkkale, Türkiye

Bu çalışmada, sığırlarda gürültü kirliliğinin oksidan-antioksidan sistem üzerine etkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Hayvanlarda, kimyasal prosesler özellikle oksitlenme, serbest radikallerin oluşmasına neden olur. Yüksek derecede reaktif olan serbest radikaller farklı moleküller ile kolayca reaksiyona girebilir ve böylece hücrelere, canlıya zarar verebilir. Antioksidanlar serbest radikallerle reaksiyona girerek hücrelere zarar vermelerini önler. Bu özellikleriyle hücrelerin anormalleşme ve sonuç olarak tümör oluşturma risklerini azalttıkları gibi, hücre yıkımını da azalttıkları için, daha sağlıklı ve yaşlılık etkilerinin minimum olduğu bir yaşam sürdürürler. Antioksidan özelliği keşfedilen birçok farklı madde vardır. Bu maddelerin bir kısmını hayvanlar rasyonlarında alırken, bir kısmını vücut kendisi, serbest radikallere karşı bir savunma sistemi olarak üretir. Vücudun serbest radikallere karşı savunma olarak ürettiği antioksidanlar; katalaz, glutatyon peroksidaz, ve SOD (superoksit dismutaz) gibi enzimlerdir. Bu çalışmada 2-3 yaşlı toplam 40 adet Holstein ırkı sığır kullanıldı. Hayvanlar iki çeşit gruba ayrıldı.1.grupta şehir merkezine ve anayola yakın çiftlikteki hayvanlar,2.grupta ise şehir merkezine ve anayola uzak çiftlikteki hayvanlar yer aldı. Bu gruptaki hayvanlardan kan örnekleri alındı. Kanlar 3000 rpm’de 10 dk santrifüj edilerek plazma ve eritrositleri ayrıldı. Daha sonra örnekler oksidatif stres parametreleri yönüyle değerlendirildi.

1.gruptaki hayvanlarda malondialdehit(MDA) düzeyi ve süperoksit dismutaz(SOD) aktivitesi daha yüksek(P<0.05) olduğu belirlendi. Katalaz aktivitesinin ise gürültüden etkilenmediği(P>0.05) görüldü. Gürültünün sığırlarda oksidatif stres oluşturabileceği belirlendi.


The Effects of Noise Pollution Over Oxidant-Antioxidant System of Cattle

Duran Elidabenli, Tolga Akçay, İshak Özkan, Sevim Nur Sancı

Kırıkkale University, Veterinary Faculty, Department of Pharmacology and Toxicology, 71451,Kırıkkale, Turkey

In this study, it is aimed to determine the effects of noise pollution over the oxidant-antioxidant system of Cattle. Chemical processes of animals, especially oxidation cause free radicals to be formed. Free radicals which are highly reactive can easily get into chemical reactions with various molecules and by doing so, can harm animals. Antioxidants prevent free radicals to harm animals by getting into reaction with them. With this feature, antioxidants also prevent cells to become abnormal and decrease the risk of generating tumours. Besides, because of antioxidants effect of decreasing cell destruction, they help animals to live healthier life with minimum effects of agedness. There are a lot of various substances whose antioxidant features are discovered. While some of these substances are consumed by animals with their diet, the others are produced as a defence system by animal`s body to defend itself from free radicals. The antioxidants which the body produces against free radicals to defend itself are the enzymes such as catalase, glutathione, peroxidase and SOD (superoxide dismutase).

Two or three-year- old Holsteins (n: 40) were used in this study. Animals were separated into two groups. Animals which located to the farm close to city centre and to highway were the first group. Animals which located to the farm far from city centre and to highway were the second group. Blood samples from all animals were taken. Blood samples were centrifuged at 3000 rpm for 10 minutes to separate its plasma and erythrocyte. Then, samples were evaluated according to their oxidative stress parameters.

Malondialdehyde level and superoxide dismutase (SOD) activity of group 1 were higher ( P>0,05). It is observed that the catalase activity was not affected by the noise ( P>0,05).

It is determined that noise may cause oxidative stress in Cattle.


Türkiye’de İpekböcekçiliği

Ali Cihan Salamcı

Ankara Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Dışkapı, 06110, Ankara, Türkiye

Ülkemizde ipekböceği yetiştiriciliğinde dikkat edilmesi gereken hususları, verimi etkileyen faktörleri, hastalıkları, koza ve yumurta üretiminin nasıl yapılabileceğinin öğretilmesi amaçlanmıştır.

İpek böceklerinde farklı ortamlar ve farklı yetiştiricilik teknikleri denenmiş ve hayvan refahının ve verimin en yüksek olduğu yetiştiricilik sistemi ve ayrıca hastalık çıktığında hangi müdahele tekniğinin en yüksek yarar sağlayacağı tespit edilmiştir. Bir ipek böceğinin yaşam siklusu boyunca hangi davranışlarda bulunduğu da gözlemlenmiş ve hayvana zararlı olacak etkenlere karşı nasıl önlem alınılması gerektiği araştırılmış ve uygulanmıştır.

İpek böceklerinin farklı ortamlara ve yetiştiricilik tekniklerine farklı cevaplar verdikleri tespit edilmiş ve ortam koşullarından bir veya birkaçının istenilen değerlerde olmamasının verim üzerinde olumsuz etkileri olduğu gözlemlenmiştir. Dış etkenlere karşı alınacak basit önlemlerin ipek böceği kayıplarının önüne geçtiği görülmüş, Hastalıklara karşı ise koruyucu hekimlik uygulamalarının tedavi hekimliğinden daha etkili sonuçlar doğurduğu gözlemlenmiştir.

İpek böceklerinin çevre koşullarına ve hastalıklara karşı hassas varlıklar olduğu sonucuna ulaşılmış ve en yüksek verim ve hayvan refahının hangi sistemde ve ortam koşullarında elde edilebileceği tespit edilmiştir. Ayrıca ülkemizde ipek böceğinin durumu ve ekonomideki yeri hakkında da bilgi edinilmiştir.


Silkworm Breeding in Turkey

Ali Cihan Salamcı

Ankara University, Faculty of Veterinary Medicine, Diskapi, 06110, Ankara, Turkey

The purpose is to teach the important considerations, factors that affect efficiency, diseases, and how to do the production of cocoons and eggs in silkworm breeding in our country.

Different environments and different techniques of breeding have been experimented over silkworms and the best system has been established. Also the most efficient treatment technique has been established too.Behaviors of silkworms during their cycle of life have been observed, and researchs about precautions against harmful agents for silkworms have been done.

It has been found that the silkworms react in different ways to different environments and breeding techniques, and unwanted environmental conditions caused decline on efficiency. Simple precautions against external factors have been proven to be affective on preventation of loss of silkworms. It has also been observed that preventative medicine caused more affective consequences.

Silkworms have been established to be sensitive against environmental conditions and diseases, and the best conditions and systems have also been established for highest efficiency. Furthermore the information have been obtained about the status of silkworm breeding in our country.


Bir Solucan Gübresi Üretim İşletmesinin Kârlılık ve Verimlilik Analizi

Güler Berat Bozoğlan1, Cevat Sipahi2

1Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 4.Sınıf öğrencisi, 15030, Burdur, Türkiye2Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Hayvan Sağlığı Ekonomisi ve İşletmeciliği Anabilim

Dalı, 15030, Burdur, Türkiye

Bu araştırma, Türkiye’de hayvancılık sektöründe yeni bir iş kolu olan solucan gübresi üretimi alanında faaliyet gösteren bir işletmenin ekonomik analizini yapmak amacıyla gerçekleştirilmiştir.

Araştırmanın materyalini Burdur ilinde faaliyet gösteren bir solucan gübresi üretim işletmesinin, 2014 yılı işletme kayıtlarından elde edilen veriler oluşturmuştur. Verilerin ekonomik analizinde rantabilite rasyoları kullanılmıştır. İşletmede 2014 yılı verileriyle mali rantabilite ve ekonomik rantabilite -0,05; rantabilite faktörü de -0,12 olarak hesaplanmıştır. Sadece bir defaya mahsus olarak yapılan solucan alımı gibi önemli bir masraf unsuruna ve yılın ilk 6 ayında üretim yapılmamasına rağmen kuruluş aşamasında olan bir işletme için negatif yönlü olan bu rantabilite rasyoları son derece makuldür. Nitekim 2015 yılı projeksiyonunda mali ve ekonomik rantabilite ile rantabilite faktörünün 1,21 gibi oldukça yüksek bir değerde olacağı öngörülmektedir.

2014 yılı bulguları ve bu veriler neticesinde geliştirilen 2015 yılı projeksiyonu, solucan gübresi üretiminin oldukça kârlı ve verimli olduğunu göstermektedir. Bu alanda faaliyet gösteren işletmelerin kısa sürede yurt genelinde yaygınlaşacağına inanılmaktadır.


Profitability and Efficiency Analysis of a Worm Manure Production Enterprise

Güler Berat Bozoğlan1, Cevat Sipahi2

1Mehmet Akif Ersoy University, Faculty of Veterinary, 4th Year Student, 15030, Burdur, Türkiye2Mehmet Akif Ersoy University, Faculty of Veterinary, Department of Livestock Economics and Management,

15030, Burdur, Türkiye

The present study aimed to carry out an economic analysis of an enterprise operating in the production of worm manure which is a new business in the livestock sector in Turkey.

The study material consisted of an enterprise’s data, operating in the production of worm manure, obtained from business records in 2014. Profitability ratios were used in the economic analysis of the data.

The share of the input elements used in the study in the total input revealed that worm costs had a share of 49.0%, labor cost 29.6%, cattle manure cost 7,1%, electricity and water charges 2,5%. Thanks to worm cost which is the most important item in the input costs and paid only once during production period never paid again one more time, within the projection for 2015, it is estimated that these rates vary considerably. It is foreseen that the ratio of labor cost would be 51.3%, cattle manure cost 21.8%, packaging cost 6.4%, electricity and water charges 5.4% depreciation of buildings cost 3.3%. The enterprises’ financial and economic profitability ratios and profitability factor value were calculated as -0.05 and -0.12 respectively. Within the projection for 2015, financial, economic profitability and profitability factor of enterprise foreseen as 1.21 which is quite high level.

2014 findings and as a result of this data developed projections in 2015 show that worm manure production is quite profitable and efficient. It is believed that the enterprises that operate in this area spread across country in a short time.


Karabağ Atları

Kerimli Kamran

Azerbaycan Devlet Tarım Universitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıklar Anabilim Dalı,Gence, Atatürk Caddesi, 262

Benim çalışmam Azerbaycanın Karabağ ilçesinde has olan Karabağ atları hakkındadır. Karabağ atı XVII XVII ci yüzyılda oluşmuştur. Bu atlar genelde yarış ve binek olarak kullanılır. Yükseklikleri 150sm derileri yumşak ve parlaktır. Bu atları diğerlerinden farklı kılan renklerinin parlak turuncu olmasıdır. XX yüzyılın sonlarında bu at cinsinin neslinin tükenme korkusu olsada yapılan çabaların sonuncunda hayatta tutmak başarılı olmuştur.

Karabağ atı yüksek koşu hızı ile seçilir. Bu atların hız rekoru 1600metre uzunluğundaki mesafeyi 1dakika 54saniyeye k(50.52km /saat), 2400 metre uzunluğundaki mesafeyi ise 2dakika 52saniyeye (50.23km /saat) katetmesiyle kayıtlara geçmişdir.


Karabakh Horses

Kerimli Kamran

Azerbaijan State Agricultural University, Veterinary Medicine Faculty,Department of İnternal Diseases, Ganja, Ataturk Avenue, 262

My study is about horses which are unique in Azerbaijan’s Nagorno-Karabakh district. Karabakh horse has occurred in the XVII century. They are usually used as race and riding horses. Height of them is 150sm, skin is bright and soft. The color of these horses - bright orange color- makes them different from others. By the end of the 20th century, despite the threat of extinction of this breed of horses were made successful attempts and efforts to save Karabakh horses.

Karabakh horses are characterized by their speed. The speed record of these horses in distance of 1600metr is 1min 54 seconds k (50.52km / h), while the distance of 2400meter is 2 minutes 52 saniye (50.23km / h) by the past to the recording catheter.


Üsküp’teki Sokak Köpeği Popülasyonu, Araştırma ve Analiz

Maja Pavlovska, Vlatko Ilieski

Üsküp Ss “Cyril and Methodius” Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Üsküp, Makedonya

Sokak köpekleri ile ilgili konular dünyadaki pek çok ülkeyi etkilemekte ve bu ülkeler sürekli olarak uygun düzenlemeler hayata geçirerek bu problemi çözmeye çalışmaktadırlar. Makedonya Cumhuriyeti Gıda ve Veterinerlik Ajansı, RSPCA (Royal Society for the Prevention of Cruelty to Animals)’nın desteği ile Mayıs 2010 tarihinde bir araştırma gerçekleştirdi. Bu araştırmanın amacı, Üsküp’teki sokak köpeği nüfusunu saptamak ve sokak köpeklerinin temel özelliklerini ve karakterlerini belirlemekti. Aynı araştırma, 2010 yılında alınan sonuçlarla karşılaştırmak amacıyla Haziran 2014’te tekrarlandı.

Araştırma iki temel unsurdan oluşmaktaydı: Doğrudan gözlem ve sokak köpeklerini saymak ve bu sosyal problemin toplumsal ilgisini araştırmak. Veri toplama sürecinin ikinci kısmında kullanılan yöntemler telefon mülakatı ve bu verilerin veritabanına girilmesi şeklinde gerçekleştirildi. Verilerin analizi ise bir istatistiki yazılım paketi kullanılarak yapıldı. Sonuçlar, sayılan sokak köpeklerinde %25’lik bir düşüşe işaret etti. 2010 yılındaki sokak köpekleri sayısı 586 iken 2014 yılında bu sayı 440’a indi.

Sokak köpeği nüfusunun miktarı ve biçiminin gerekli şekilde kontrolü, etkin ve doğru müdahalelere işaret etmektedir. Yeterli sayıda bilgi toplayabilmek için kentsel çevrenin karakteristik özelliklerinden ve müdahalenin sunduğu veri toplama fırsatlarından yararlanmak önemlidir.


Stray Dog Population in Skopje, Survey and Analysis

Maja Pavlovska, Vlatko Ilieski

University Ss Cyril and Methodius Skopje, Faculty of Veterinary Medicine, Skopje, Macedonia

The issue of stray dogs affects many countries worldwide and these countries are constantly dedicated to this problem by implementing appropriate, regulations. The Food and Veterinary Agency of the Republic of Macedonia with the support of the RSPCA conducted a survey in May, 2010. The purpose of the survey was to determine the stray dog population in Skopje, and the basic elements and characteristics of the stray dog population. The same survey was conducted in July, 2014 the purpose of which was comparison of obtained data.

The survey comprised of two components: direct observations and counting of the number of stray dogs and investigation of the public relevance of this social problem. The method in the second part of data collection included telephone interviews with inputs of data into a database. The analyses of data were conducted by applying a statistical software package.

The obtained results show a decrease by 25% of the number of counted stray dogs, 586 in 2010 and 440 in 2014.

Appropriate control of the size and the structure of the population of stray dogs implies efficient and proper interventions. In order to obtain sufficient amount of information, it is necessary to use the characteristics of an urban environment and the opportunities for data collection offered by the very intervention.


Bir Kırmızı Yanaklı Su Kaplumbağasında (Trachemys scripta elegans) Sistit

Tuğçe Turhan1, Yaman Kömürcüoğlu1, Sevilay Şeker1, Lora Koenhemsi2, M. Erman Or2

1İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi 5. Sınıf Öğrencisi2İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

Günümüzde gittikçe daha sık beslenmeye başlanan Kırmızı yanaklı su kaplumbağalarının iç hastalıkları hakkında hala yeterli bilgi birikimi bulunmamaktadır. Özellikle doğru yaşam koşulları düzenlendiğinde uzun yıllar yaşamına devam ettikleri göz önünde bulundurulursa hayvanların refahı açısından bu tarz hastalıkların önemi anlaşılmış olur.

İ.Ü. Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları polikliniğine 1.5 yaşlı bir kırmızı yanaklı su kaplumbağası 2 haftadır süren halsizlik, anoreksi ve hareket etmede isteksizlik şikayetleri ile getirilmiştir. Alınan anamnezde hayvanın suyunun kötü kokmaya başladığı için her gün değiştirildiği öğrenilmiştir. Yapılan fiziksel muayene de hayvanın kabuk altında eritamatöz lezyonların olduğu görülmüştür. Hayvanın boyutları çok küçük olduğu için kan tahlilleri alınamamıştır. Daha sonra temiz bir kapta alınan idrar tahlilinde hemoglobin ++, eritrosit, lökosit ve bol miktarda bakteri görülmüştür. Hastaya enrofloxacin türevi bir antibiotik uygulamasına başladıktan 10 gün sonra hasta sahibi hayvanın iyileştiğini bildirmiştir.

Sonuç olarak, araştırıcıların bildiğine göre ilk kez bir kaplumbağa da sistit olgusu bildirilmiştir. Bu hayvanların hastalıkları üzerine önemli bilgiler edinilmesini sağlaması açısından önem teşkil emektedir.


Cystitis in a Red-Eared Slider (Trachemys scripta elegans)

Tuğçe Turhan1, Yaman Kömürcüoğlu1, Sevilay Şeker1, Lora Koenhemsi2, M. Erman Or2

1University of İstanbul, Faculty of Veterinary Medicine 5. Grade Student, İstanbul, Turkey2University of İstanbul, Faculty of Veterinary Medicine, Department of İnternal Medicine, Avcılar, 34320

İstanbul, Turkey

There is lack of information in the litarature about internal disease of red eared slider turtles that feeded more in our houses nowadays. The importance of this type of disease would have been understood according to their long lifetime when the right living conditions were made.

1.5 years old red eared slider presented to department of intenal medicine clinics with lethargy and anorexia. The owner complained about the smell of the water. Erythematous lesions were found under the shell in the phsical examination. The routine blood work could not be done because of the animal size. Hemoglobin ++ in the dipstick urine test and erythrocytes, leukocytes, and plenty of bacteria were seen under the microscobic examination of the urine. After the treatment with enrofloxacin health condition of the animal was improved.

This is the first case report of cystitis in turtles. This case report is worthy for presentation to understand the internal diseases of these animals.


Kedilerde Davranış Problemleri

Hazal Önçırak, Nur Ersoy, Anıl Ünal

İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi

İlk kez Kuzey Afrikada evcilleştirilen kediler tarihsel süreçte bütün dünyaya yayılmışlardır. Özellikle eski Mısır’dan başlayarak günümüz sanayi toplumlarına kadar evlerde bir pet hayvanı olarak beslenen bu canlılar insanlarla sevgiye dayalı bir ilişki oluşturmuşlardır. Bu yakın ilişki gerek insan için gerekse kediler için birçok sorunun ortaya çıkması için de ortam hazırlamıştır. Son yıllarda ülkemizde veteriner kliniklerine davranış problemleriyle getirilen kedilerde görülen sayıca artış nedeniyle bu çalışma planlanmıştır.

Çalışmada evlerinde kedi besleyen hayvan yakınlarına yönelik 21 soru hazırlanmış ve bu ankette katılımcılardan evlerindeki kedilerle ilgili olarak saptadıkları davranış problemlerini ortaya koymaları sağlanmıştır. Yaklaşık olarak yıllık 10.000 e yakın hasta kedinin muayene ve tedavisinin yapıldığı İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Klinikleri’ne gelen 150 dolayında kedi yakınına bu anket uygulanmış ve sonuçları istatistiki yönden değerlendirilerek sonuçlara ulaşılmaya çalışılmıştır.

Evlerde beslenen kedilerdeki davranış bozukluklarında saf ırk olup olmadıkları, nereden temin edildikleri, kısırlaştırılıp kısırlaştırılmadıkları, hayvan yakınının kedi bakımında tecrübeli olup olmadığı vb. hususların önemli olduğu ve kedilerde genel olarak saldırganlık,sürekli miyavlama,korku,saklanma,içe dönüklük ve aşırı yemek yeme gibi davranış problemlerinin yüksek yoğunlukta seyrettiği ve veteriner klinikleri yönünden öneminin her geçen gün arttığı sonucuna varılmıştır.


Behavior Disorders in Cats

Hazal Önçırak, Nur Ersoy, Anıl Ünal

Istanbul Univercity Veterinary Faculty

Being firstly domesticated in Northern Africa, cats spread all over the world by then. Especially starting from old Egypt, today cats live with human beings with a bond of love as pets. This close relationship caused an environment to many problems for both cats and humans. This project was planned as a result of the increasing number of the clients that were brought to the veterinary clinics because of their behaviour problems during last years.

In this project 21 questions was prepared and asked to the cat owners and behaviour problems in their cats was determined as a conclusion. The survey was applied to approximately 150 cat owners in the clinics of the University of Istanbul which has almost 10000 clients examined and treated in and the results were evaluated statically in order to reach conclusions.

Parameters like race, the place that it was taken, being castrated or not, it’s owner’s experience and behaviour problems as agression, constantly meowing, fear, hiding, introversion and polifagia are being seen highly and these conclusions have been important day by day for the veterinary clinics as a result for the cats that live at houses.


Ribontan’ın Buzağılarda Bronşiyal Pnomonide Bağışıklığın Hücresel Bağlantılarına Etkisi Üzerine Bir Çalışma

Zhuldyz Lepesbayeva, Alibek Utyanov

Kazak Ulusal Tarım Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Patoloji Bölümü

Ribotan’ın buzağılarda bronşiyal pnumoni’de hücresel immunite bağlantılarına olan etkisini incelemek. Deneyler 10 adet bronşiyal pnumoni hastası buzağı üzerinde yapılmıştır. Çalışma, bronşiyal pnomonili 10 buzağıda yapılmıştır. Söz konusu buzağılara ek olarak ribotan verilmiştir. Hasta buzağılarda lokosit değerinin %36,1 arttığı, eritrosit değerinin %20,2, hemoglobin değerinin %22,4, fagositoz yüzdesinin %26,5, fagositoz indeksinin %22,1 ve fagosit sayısının %20.0 azaldığı gözlemlenmiştir. Lenfosit oranları da %25,6 azalmıştır.

Deney sonundaki eritrosit ve hemoglobin değerlerini deneyden önceki değerler ile karşılaştırdığımızda deney grubu değerlerinin %28,6 ve %30, kontrol grubunun %72,5 ve %77,8 oranında arttığı gözlemlenmiştir.

Tedavi sonucunda denek buzağılarda granülosit seviyesinin %34,3 kontrol grubunda ise %23,8 oranında düşmüştür. Lenfosit seviyesinin denek buzağılarda %33,5, kontrol grubunda %23,9 oranında artmıştır. Deney öncesi veriler ile karşılaştırıldığında deney grubunda fagosit seviyesinin %39,1, fagositoz indeksinin %36,4 ve fagositozis sayısının %20,4 oranında arttığı görülmüştür, kontrol grubunda ise bu oranların sırayla %23,5 %13,6 %20,8 olduğu görülmüştür.

Ribotanın bronşiyal pnumoni hastası buzağılara immunomodulasyon olarak uygulanmasının lökositlerin fagositozis aktivite seviyesini artmaya teşvik etmektedir


Study Ribotan’s Influence on a Cellular Link of Immunity at Bronchial Pneumonia of Calfs

Zhuldyz Lepesbayeva, Alibek Utyanov

Kazakh National Agrarian University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pathology

To study Ribotan’s influence on a cellular link of immunity at bronchial pneumonia of calves. Experiments were made on 10 calves of patients with bronchial pneumonia. To calves to qualified group in addition entered ribotan .

It is established that sick calves had an increase of quantity of leukocytes for 36,1%, reduction of quantity of erythrocytes by 20,2%, hemoglobin for 22,4%, percent of a phagocytosis for 26,5%, a phagocytosis index for 22,1% and phagocyte number for 20,0%. The share of lymphocytes decreased by 25,6%.

The quantity of erythrocytes and hemoglobin by the end of treatment in comparison with data before treatment increases at qualified group by 28,6% and 30,0%, and control for 72,5% and 77,8%.

By the end of treatment the level of granulocytes at qualified calves decreased by 34,3%, and at control for 23,8% the quantity of lymphocytes in qualified group increased by 33,5%, in control for 23,9%. In comparison with data before the percent after of a phagocyte increased by 39,1%, a phagocytosis index for 36,4% and phagocytosis number for 20,4% at qualified calves, and at control calves increase made, respectively 23,5%, 13,6%, 20,8%.

Ribotan’s application as an immunomodulation at bronchial pneumonia of calves promotes increase of level of phagocytosis activity of leukocytes.


Burdur-Isparta Yöresi Atlarında Dışkı Muayenesi ile Saptanan Parazitler

Ramazan Adanır1, Ahmet Gökcen1, Dilara Lale2, Açelya Tuana Esin2 ve Barış Yaman 2

1Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Parazitoloji Anabilim Dalı,15030 Burdur, Türkiye

2Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi,15030 Burdur, Türkiye

Bu çalışma, Burdur-Isparta illerindeki atlarda bulunan parazit türlerinin prevalansını belirlemek amacıyla yapılmıştır.

Çalışmanın materyalini değişik yaş ve cinsiyetteki 103 at oluşturmuştur. Her attan alınan taze dışkı örnekleri, flotasyon, sedimentasyon ve Baermann-Wetzel yöntemleriyle incelenmiştir.

Buna göre; atların 33’ünde (% 32) bir veya birden fazla paraziter etkene rastlanmıştır. Bulunan helmintlerin atlar arasındaki yayılış oranı Fasciola spp. (%1.9), Anoplocephalidae (%3.9), Oxyuris equi (%1.9), Parascaris equorum (%10.7), Strongylidae (%23.3) şeklinde olurken, 3 (%2.9) atta da Eimeria leuckarti teşhis edilmiştir. Strongylidae yumurtaları saptanan örneklerden dışkı kültürü hazırlanarak 3.dönem larvalar (L3) elde edilmiştir.

Burdur-Isparta yöresinde bulunan atların farklı parazit türleriyle enfekte olduğu tespit edilmiş ve bu parazitlere karşı önlem alınması gerektiği kanısına varılmıştır.


Detection Of Parasitic Infections By Fecal Examinations in Horses Around Burdur- Isparta

Ramazan Adanır1, Ahmet Gökcen1, Dilara Lale2, Açelya Tuana Esin2 ve Barış Yaman 2

1Mehmet Akif Ersoy University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Parasitology,15030 Burdur, Turkey

2Mehmet Akif Ersoy University, Faculty of Veterinary Medicine,15030 Burdur, Turkey

This study was carried out to determine the prevalence of parasitic infections in horses in Burdur-Isparta province.

A total of 103 horse at different ages, sexes and breeds were used as material in this study. Individual fecal samples were collected and they were examined by flotation, sedimentation and the Baermann-Wetzel method.

Thirty three (%32) of the horses were found to be infected by one or more helminth species or Eimeria species. The following species were detected: Fasciola spp. (1.9%), Anoplocephalidae (3.9%), Oxyuris equi (1.9%), Parascaris equorum (10.7%), Strongylidae (23.3%) and Eimeria leuckarti (2.9%). Additionally, fecal samples that contained strongylus eggs, were incubated for larval differentiation.

It was concluded that in Burdur-Isparta provinces, horses might be infected with different parasite species, therefore necessary measures are needed.


Veteriner Dermatolojide En Sık Görülen Paraziter Hastalıklar: Otodektik Uyuz, Notoedrik Uyuz, Sarkoptik Uyuz. Üç İlginç Klinik Vaka

Anastasia Bakhvalova

Saint-Petersburg Devlet Veteriner Üniversitesi, Veteriner Fakültesi Saint-Petersburg, Rusya

Otodektik Uyuz Otodectes cynotis’den kaynaklanan ve genellikle dış kulak yangısı ile karakterize bulaşıcı bir hastalıktır. Bu hastalık tek bir kulakta veya iki kulakta da yoğun bir kaşıntıya sebep verir bu da enfekte olan kulakta çizikler oluşturmaya tetikler. Alışılmadık koyu renkli bir kulak mukusu gözlemlenir. Otodektik uyuz Rusya’daki kedilerde en sık görülen kulak hastalıklarından bir tanesidir. Akarların tüm vücut yüzeyine yayıldığı durumlar ise çok nadirdir.

Notoedrik uyuz, Notoedres cati varlığında oluşan bulaşıcı ve oldukça yaygın kaşıntılı bir deri hastalığıdır. Baş uyuzu olarak da bilinen döküntülü ve pullu bir hastalıktır. Notoedres tüm yaşlarda, ırklarda ve renklerdeki kedileri enfekte edebilir. Erkek kedileri, dişi kedileri ve çoğunlukla bir batında doğan bütün yavru kedileri de enfekte edebilir.

Sarkoptik uyuz, Sarcoptes scabiei türü bir akarın epidermiste çoğalması ile meydana gelen, yüksek ölçüde bulaşıcı bir paraziter deri hastalığıdır. Bu akarların değişik türleri memelilerin birçoğunda (köpek, insan, at ve sığır) görülürken, kedi ve ratlarda nadir görülür. Akarlar tüm konaklarda epidermise yerleşir, hiperkeratoz ve tüy dökülmesine sebep olan yoğun kaşıntılı bir dermatitis oluşturur.

Bu çalışma sık görülmeyen otodektik ve notoedrik uyuza sahip iki adet feline hastayı ve parazitin bulunduğu yer bakımından alışılmadık iki ratı içermektedir.

Her bir hastadan alınan kazıntılar mikroskopta incelendi. Doğru tedavi kombinasyonuna (topikal tedavi + sistemik tedavi + ek terapi) ve hızlı iyileşme sürecine mükemmel bir karşılık alındığı saptandı. Ivermectin, Fipronil ve Selamectin kullanıldı.


Most Frequent Parasitic Diseases in Veterinary Dermatology: Otodectic Mange, Notoedric Mange, Sarcoptic Mange. Three Interesting Clinical Cases

Anastasia Bakhvalova

Saint-Petersburg State Academy of Veterinary Medicine, Veterinary Faculty Saint-Petersburg, Russia

Otodectic Mange: due to Otodectes cynotis is a contagious disease mainly characterized by otitis externa, also it causes intense itching in one or both ears, which in turn triggers scratching at the affected ear. An unusually dark colored ear wax is produced. Otodectic mange is one of the most frequent ear disease in cats in Russia. It’s pretty rare when mites infest the whole body surface.

Notoedric mange, caused by Notoedres cati, is a contagious and very common pruritic skin disease of cats characterized by scabby, scaly facial disease known as head mange. Notoedres can infect cats of all ages, breeds, and colors. It infects both males and females and often will infect an entire litter of kittens.

Sarcoptic mange is a highly contagious parasitic dermatosis caused by the multiplication in the epidermis of an acarine mite of the species Sarcoptes scabiei. Different varieties of this mite infest a wide range of mammalian hosts, including dogs, human beings, horses, and cattle; cats and rats are rarely infested with this mite. In all hosts, mites tunnel in the epidermis and produce an intensely pruritic dermatitis with hyperkeratosis and alopecia.

This study included two feline patients with atypical otodectosis and notoedrosis and two rats with pretty unusual location of parasite.

On every patient were performed scrapings and microscopic observations. Excellent response to the correct treatment combination (topical treatment + systemic treatment + additional therapy) and a rapid cure were demonstrated. Ivermectin, Fipronil and Selamectin were used.


Erzurum Yöresinde Yetiştirilen Atlarda Babesia caballi ve Theileria equi’nin Mikroskobik ve Moleküler Yöntemlerle Araştırılması

Uğur Abay1, Şevki Yavuz1, Muzaffer Akyüz1, Hamza Avcıoğlu2, Esin Güven2

1Atatürk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 25240, Erzurum, TÜRKİYE2Atatürk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Parazitoloji AD

25240, Erzurum, TÜRKİYE

Bu çalışma ile Erzurum yöresinde yetiştirilen atlarda Babesia caballi ve Theileria equi’nin mikroskobik ve moleküler (PCR) yöntemlerle araştırılması amaçlanmıştır.

Kasım 2014-Şubat 2015 tarihleri arasında, Erzurum merkeze bağlı köylere haftalık olarak gidilerek farklı yaş gruplarındaki 92 attan (74 erkek, 18 dişi; 63 Arap, 6 Midilli, 7 Apaçi, 7 Haflinger, 1 İngiliz, 8 melez) kan örnekleri alınmıştır. Steril enjektörlerle vena jugularis’den alınan kan EDTA’lı tüplere aktarılmış ve soğuk zincirle laboratuvara getirilmiştir. Numuneler mikroskobik ve moleküler incelemelerde kullanılana dek +4oC’de muhafaza edilmiştir. Mikroskobik inceleme amacıyla kan örneklerinden yayma froti hazırlanmış ve Giemsa boyama yapılarak ışık mikroskobunda incelenmiştir. Moleküler analizi amacıyla önce QIAamp DNA Blood Mini Kit kullanılarak DNA izolasyonu yapılmıştır. Elde edilen DNA örneklerinde Babesia caballi ve Theileria equi’nin PCR (Polimeraz Zincir Reaksiyonu) ile araştırılması amacıyla Alhassan ve ark. (2005)’nın kullandığı primerler ve reaksiyon profili kullanılmıştır.

Araştırmanın moleküler basamağı henüz tamamlanmamış olup çalışmalar devam etmektedir.


Investigation of Babesia caballi and Theileria equiby Microscopy and Molecular Techniques in Horses in Erzurum Province


1Ataturk University, Veterinary Faculty, 25240, Erzurum, TURKEY2Ataturk University, Veterinary Faculty, Department of Parasitology


The aim of this study was to investigate Babesia caballi and Theileria equi by microscopy and molecular techniques in horses raised in Erzurum province

The blood specimens were collected from randomly selected 92 horses (74 male, 18 female; 63 Arabian, 6 Pony, 7 Apache, 7 Haflinger, 1 English, 8 Hybred) raised in Erzurum region between November 2014 and February 2015. Blood samples were collected from punctured jugular vein of the horses in a steril tube. Thin and thick blood smears were prepared from the unclotted blood in the EDTA-coated vacutainers and stained with Giemsa. For molecular analysis DNA purification was performed using the QIAamp DNA Blood Mini Kit. A primer pair targeting the EMA1 gene of T. equi with a product of 750 bp was used for amplification of T. equi DNA, and a primer pair designed from the Bc48 gene with a product of 570 bp were used for amplification of B. caballi DNA.

Molecular analysis are remain under investigation.


Erzurum İlinde Yetiştirilen Atlarda Dışkı Bakısı ile Tespit Edilen Parazitler


1Atatürk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 25240, Erzurum, TÜRKİYE2Atatürk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Parazitoloji AD


Bu çalışmada, Erzurum merkeze bağlı köy ve mahallelerde yetiştirilen atlardan alınan dışkı örneklerinin parazitolojik muayeneleri yapılarak parazit varlığı ve yaygınlığının ortaya konması amaçlanmıştır.

Dışkı örneklerinin toplanması amacıyla Kasım 2014 - Şubat 2015 tarihleri arasında Erzurum merkeze bağlı köy ve mahallelere haftalık olarak gidilerek toplam 76 attan (Arap (59), Haflinger (1), İngiliz (1), Poni (1) Apaçi (1), melez (13)) dışkı örneği toplanmıştır. Steril eldiven kullanılarak alınan taze dışkılar plastik dışkı kaplarına aktarılmıştır. Dışkı kaplarının üzerine protokol numarası yazıldıktan sonra çalışma defterine protokol numaraları, hayvanların yaş-cinsiyet ve ırk bilgileri kaydedilmiştir. Laboratuvara getirilen dışkı örnekleri mikroskobik inceleme yapılana kadar +4°C’de muhafaza edilmiştir. Parazitolojik muayene amacıyla dışkılar Fulleborn ‘un doymuş tuzlu su flotasyon yöntemi ve sedimentasyon yöntemi ile incelenmiştir.

Doymuş tuzlu su flotasyon yöntemi ile incelenen 76 örneğin 44 (%57.89) tanesinde Strongylus spp., 8 (%10.53) tanesinde Parascaris equorum yumurtası ve 4 (%5.26) tanesinde Eimeria spp. oocystleri saptanmıştır. Sedimentasyon yöntemi ile dışkılar incelendiğinde ise 76 örneğin 2 (%2.63) tanesinde Dicrocelium dentricum yumurtası, 2 tanesinde ise Fasciola spp. (%2.63) yumurtası tespit edilmiştir.

Erzurum yöresi atlarında Strongylus türlerinin diğer türlere oranla daha yoğun görüldüğü ve yetiştiricilerin konu ile ilgili bilgilendirilerek gerekli tedbirlerin alınması gerektiği tespit edilmiştir.


Parasites Identified by Coprological Examination in Horses Raised in Erzurum Region


1Ataturk University, Veterinary Faculty, 25240, Erzurum, TURKEY2Ataturk University, Veterinary Faculty, Department of Parasitology


In this study, it is aimed to detect the presence and prevalence of parasites in horse raised in villages and districts of Erzurum.

A total of 76 feacal samples of horse (59 Arabian, 1 Haflinger, 1 English, 1 Pony, 1 Apache, 13 Hybred) were collected from villages and districts of Erzurum between November 2014 and February 2015. Feacal samples were sampled into plastic faeces containers, the samples were numbered and then the age, sex and race of the horses were recorded. The samples were brought to the laboratory and kept in +4°C until microscopic examination. Samples examined by using Fulleborn floatation and sedimentation methods.

Of 76 horse examined, 44 (%57.89) were infected with Strongylus spp., 8 (10.53%) with Parascaris equorum, 4 (5.26%) with Eimeria spp., 2 (2.63%) with Dicrocelium dentricum and 2 (%2.63) with Fasciola spp.

Strongylus species are more prevalent than other gastro-intestinal parasites in horses of Erzurum region. Breeders should be informed about this subject and necessary measures should be taken


Veteriner Hekimlikte Ozon Terapisinin Yeri

Mamet Çeşmeci1, Elif İlkay Armutak2, O.B.Burak Esener2 , Özlem Güzel3, Esma Yıldar3

1İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Avcılar,34320 İstanbul, Türkiye2İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Histoloji Ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Avcılar,34320 İstanbul,

Türkiye 3İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı,

Avcılar,34320 İstanbul, Türkiye

Gökyüzünün mavi renginin kaynağı olan ozon, Yunancada ‘koklamak’ anlamına gelen ‘ozein’ sözcüğünden gelen, renksiz ve karakteristik kokusu olan bir gazdır. Ozon oksijenin doğada yüksek enerjili elektrik akımına ve UV ışınına maruz kalmasıyla meydana gelen 3 oksijen atomu taşıyan bir moleküldür.Ozon bir gaz olmasının yanı sıra oksijen ile belirli miktarlarda karıştırılıp, değişik hastalıkların tedavisinde de kullanılmaktadır. Kullanımı kolay, yan etkisi az olan bir tedavi şeklidir. Tedavi sırasında ilaca ilave edildiğinde ozonun tedavi surecini hızlandığı bildirilmiştir. Ozonun, organizmada oksidatif etki oluşturarak antioksidan sistemi aktive ettiği belirtilmektedir. İnterferon ve interlökin gibi sitokinlerin salınımını sağlayarak bağışıklık sistemini uyarmaktadır. Bu nedenle, bakterisid, virusid ve fungusid olarak etki göstermektedir. Günümüzde insanlarda diyabet, hipertansiyon, bel-boyun fıtığı, kronik hepatit, migren v.s. gibi hastalıkların tedavisinde kullanılırken, hayvanlarda da ceşitli yaraların iyileştirilmesinde, ortopedik ve göz hastalıklarının tedavisinde, peritonitis sağaltımında ve mastitis gibi hastalıkların tedavisinde çalışılmış ve olumlu sonuçlar alınmıştır.Son zamanlarda ozon tedavisi hem insanlarda hem de hayvanlarda tedavi ve tedaviye yardımcı bir yöntem olarak yaygın bir biçimde kullanılmaktadır.

Ozonun veteriner hekimliği alanında belirli hastalıkların tedavisinde gelecekte daha sıklıkla kullanılacağına inanıyoruz.


Ozone Therapy in Veterinary Medicine

Mamet Çeşmeci1, Elif İlkay Armutak2, O.B.Burak Esener2 , Özlem Güzel3, Esma Yıldar3

1Istanbul University, Veterinary Faculty, Avcılar,34320 Istanbul, Turkey2 Istanbul University, Veterinary Faculty, Histology And Embriyology Department, Avcılar,34320 Istanbul,

Turkey3Istanbul University, Veterinary Faculty, Department of Surgery, Avcılar,34320 Istanbul, Turkey

Ozone, which is colorles and has a characteristic smell, is the source of the blue color of the sky and takes its name from the word “ozein” which means smelling in Greek. Ozone, which carries three oxygene atoms, is a molecule that is formed by the expose of oxygene to high voltage electric energy and ultraviolet rays.Ozone, besidesed being a gas, is used in treatments of some diseases with mixing with oxygene in a ratio. This treatment is easy to apply and has little side effects. Ozone has been reported to accelerate the treatment process when integrated to medicament. It is indicated that ozone activates the antioxidant sytem by making oxidative effect. By causing the secretion of citotoxines like interferone and interleukins, ozone stimulates the immune system. Ozone shows bactericide, virucide and fungicide effects with this mechanism.Today not only used in tratment of diabetis, hypertension, neck and lumbar hernia, cronic hepatitis, migrene etc in humans, but also experimented in treatment of various wounds, of orthopedic and eye diseases, peritonitis and mastitis treatments in animals and positive results are taken.Recently ozone theraphy is used extensively as a treatment and adjunctive treatment in both human and animal diseases.

We believe that, in near future, ozone will be used extensively in certain diseases in the field of Veterinary medicine.


Kedi ve Köpeklerde Diş Sorunlarının Önemi

Mehmet Hanifi Tonbul

Adan Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Işıklı,09016, Aydın, Türkiye

Günümüzde kedi ve köpeklerde görülen diş sorunlarının diş hastalıklarının yanı sıra diğer bazı hastalıklara da neden olduğu bilinmektedir. Kedi ve köpeklerde görülen diş hastalıkları; besinlerin yeterince sindirilememesine, yemden yararlanma oranının düşmesine, performans kayıplarına ve gastrointestinal bozuklukların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Diş ve diş eti hastalığı saptanan beş yaşından büyük kedilerin %50’sinde, köpeklerin ise %85’inde tedavi zorunluluğu olduğu saptanmıştır. Kedi ve köpeklerde gözlenen diş sorunları; tartar oluşumu (%60), gingivitis (%20), diş kırıkları (%10), periodontal sorunlar (%5), metabolik ve endokrin sorunlar (%3) ile diğer sorunlar (%2) olarak saptanmıştır. Bu sorunlarla ilgili kedi ve köpeklere uygun diyet ve diyet programlarının hazırlanması, hijyen kurallarına uyulması ve uygun tedavi programlarının hazırlanması önerilmektedir.


The Importance of Dental Problems in Cats and Dogs

Mehmet Hanifi Tonbul

Adnan Menderes University Veterinary Faculty, Isikli,09016, Aydin, Turkey

It is currently known that some infections lead to canine dental problems in addition to the special diseases of teeth. Dental diseases in canine cause poor digestion, decreased rate of utilization from diet, loss of performance and disorders in gastrointestinal system. It is determined that 50% of cats at the age of under 5 with dental and gingival problems have to be treated and this rate is about 85% in dogs. The dental problems of canine are tartarus (60%), gingivitis (20%), dental fracture (10%), periodental problems (5%), metabolic and endocrinic disorders (3%) and the others (%2). It is suggested to provide convenient programmes of diet for both cats and dogs, follow the rules of hygiene and fix the right treatment strategy.


Wistar Farelerinde Ensizyonlarda, Achatina fulica’nın Heparin Sülfat Mukusunun Kan Pıhtılaşması Sürecinde Kollajen Oluşumuna Karşı Yara

İyileşmesini Hızlandırmadaki Rolü

Rizan Kusfahrudin, Emaria Nada

Airlangga Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Campus C Mulyorejo, 60115 Surabaya, Endonezya

Achatina fulica mukusu içerisinde yaraya iyi gelen kimyasal maddeler içerir, özellikle heparin sülfat pıhtılaşma sürecine yardımcı olarak yaranın iyileşme sürecini hızlandırır.

“Random post-test only control group design” yöntemiyle seçilmiş Wister ratlarını kullanarak yapılan deneysel laboratuvar çalışması. Örnek grubu control grubu da dahil olmak üzere 4 gruba ayrılmıştır. Insizyon açılmış P1 grubuna 5ml, P2 grubuna 25ml, P3 grubuna ise 50ml Achatina fulica mukusu infiltre edilmiştir. Achatina fulica’nın mukoz infiltrasyonu insizyondan 3 ve 7 gün sonra Van Gieson metodu ile uygulanmıştır. Oluşan kollagen varlığı SPSS kullanılarak sayılmıştır.

Sonuçlar pixel2 performansındaydı. Veriler tek yönlü ANOVA testini ( p < 0.05) kullanarak analiz edilmiştir. Yara deri dokusunda, fonksiyonuna engel olan ve yangı gösteren hasardır. Doğal iyileşme süreci 7-21 gün olup 21 günden fazla süren iyileşme söz konusu ise iyileşme süresini etkileyen faktörlerin varlığı söz konusu olabilir.

Achatina fulica mukusunda bulunan heparan sülfat yara iyileşme sürecini hızlandırır.


The Role of Heparan Sulfate Mucus of Achatina fulica Against Collagen Appearance in Blood Clotting Process to Accelerate Wound Healing Incision in

Wistar Rats

Rizan Kusfahrudin, Emaria Nada

Veterinary Medicine Airlangga University, Campus C Mulyorejo, 60115 Surabaya, Indonesia

Achatina fulica mucus have chemical ingredients that are beneficial to the wound, especially heparan sulfate is able to accelerate the wound healing process by helping the process of blood clotting in wounds.

A laboratoric experimental study with “randomized post- test only control group design” recruited Wistar rats as the object . Sample was divided into 4 groups , include the control group rats Consisting of health without intervention . P1 group was incisied with 5 ml , the P2 25 ml, while the P3 50 ml concentration of mucous Achatina fulica infiltration . The mucous infiltration of Achatina fulica administered on the 3rd - 7th days after the incisions were made and stained using Van Gieson method. Collagen appearance were counted using SPSS .

The result were in pixel2 performance . Data was Analyzed using one way ANOVA test ( p < 0.05) . Wound is the destruction of skin tissue resulting in interference with the function of the skin, so the skin is not able to perform its function and cause a variety of complaints such as pain, fever, swelling, and loss of function. This natural healing process occurs during 7-21 days, if more than 21 days, it can be said to be a natural healing process did not go well and there are other factors that lead to a slowing of the process.

Mucus Achatina fulica content contained heparan sulfate to accelerate the wound healing process.


Ektopik Üreterin Klinik ve Radyografik Tanısı:Köpeğim Doğduğundan Beri Sürekli Damla Damla İdrar Kaçırıyor

Muhammed Acar1,Murat Karabağlı2

1İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

2İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

Sürekli, damla damla idrar kaçırma şikayeti doğumla birlikte başlayan köpeklerde, ilk akla gelmesi gereken hastalık ektopik üreterdir. Bu sunumun amacı, ektopik üreterin klinik ortamda özel ekipman gerektirmeden nasıl teşhis edilebileceğini ortaya koymak ve paylaşmaktır.

Doğumla birlikte idrar kaçırma (üriner inkontinens) şikayeti ile fakültemiz Cerrahi Kliniği ‘ne getirilen 4 dişi Golden Retriever ırkı köpekte intravenöz pyelografi (İVP) işlemi uygulandı. Klinik muayenede hastaların hepsinde perivulvar dermatit geliştiği tespit edildi. Bu amaçla venöz kateterizasyonu yapılmış hastalardan öncelikle, sağ lateral pozisyonda yatırılarak bir direk radyografi alındı. Daha sonra damariçi yolla 400 mg/kg dozda iyot içeren kontrast madde bolus olarak verildi. Kontrast madde verildikten hemen sonra çekilen VD grafiyle nefrogram fazı elde edildi. Beşinci dakikada çekilen VD radyografi ile böbreklerin pelvis renalisleri ve proksimal üreterler, 10. Dakikada alınan VD ve özellikle LL radyografiler ile ise distal üreter segmentleri görüntülendi.

Hastalara, intravenöz pyelografi ile ektopik üreter tanısı kondu.

Ektopik üreter, klinisyen veteriner hekimler tarafından pek bilinmeyen ancak rontgen bulunan her klinikte tanısı kolayca konulabilecek bir dogmasal anomalidir. Doğumla birlikte başlayan ve daha çok dişi köpeklerde görüldüğü için perivulvar dermatitin eşlik ettiği idrar kaçırmayla karakterizedir. Erken yaşlarda tanısı konulmadığında, kronik alt ve üst idrar yolu enfeksiyonu nedeniyle pyelonefrit ve böbrek atrofisine yol açabilmekte ve köpeklerin yaşam kalitelerinin bozulması ve ömürlerinin kısalması kaçınılmaz hale gelmektedir. Sonuç olarak bu sunumla, henüz doğmamış ektopik üreter hastası dostlarımızın hayatlarının uzatılabilmesine katkı sağlamayı umut ediyoruz.


Clinical And Radiographic Diagnosis Of Ectopic Ureter:My Dog Continuously Dribbling Urine Since He Was Born

Muhammed Acar1,Murat Karabağlı2

1 İstanbul University, Veterinary Faculty, Avcılar, 34320 İstanbul, Turkey

2İstanbul University, Veterinary Faculty Department of Surgery, Avcılar, 34320 İstanbul, Turkey

Hypothesis: Ectopic ureter is a disease that should come to mind first in dogs which have complaints of continuously dribbling urine starting with the birth. The purpose of this presentation is identify and share how to diagnose this anomaly in clinical conditions without specific equipment. The intravenous pyelography (IVP) was carried out in 4 female Golden Retriever dogs which were referred to Small Animal Clinic, Dep’t of Surgery in the Istanbul University with the complaints of urinary incontinence. Perivulvar dermatitis was identified in all of the patients during clinical examination. After IV cannulation procedure, plain laterolateral (LL) radiography was taken. Then idoine containing contrast media (400mg.kg-1) was administered via bolus intravenous injection. A nephrogram phase was obtained by immediate VD radiography after injection of the contrast media. Ventro-dorsal (VD) and LL radiographies were taken 5 minutes after IVP for the evaluation of the proximal ureters and pelvis renalis of the kidneys and two more radiographies were taken 10 minutes after IVP for the evaluation of the distal ureters.

The ectopic ureter was diagnosed by IVP in 4 dogs.

Although it is not commonly known by veterinarians, the ectopic ureter is the urologic anomaly that can be diagnosed with simple radiographic examination. The disease is characterized by perivulvar dermatitis accompanied by urinary incontinence starting with birth especially in female dogs. If the disease could not be diagnosed at early ages, pyelonephritis and kidney atrophy could be developed due to chronic upper and lower urinary tract infection and shortening the life time and impairment of quality of life are inevitable. In conclusion we hope to contribute the extending the life time of our unborn ectopic ureter patient friends by courtesy of this presentation.


Sahipli Köpeklerdeki Enterococcus spp. Taşıyıcılık ve Antibiyotik Dirençlilik Durumlarının Belirlenmesi

Aylin Pehlivan1, Merve Gizem Sezener1, Murat Güzel2, Arzu Fındık3, Alper Çiftci3

1Veteriner Fakültesi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Kurupelit Kampüsü, Atakum, Samsun2İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Veteriner Fakültesi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Kurupelit Kampüsü, Atakum,

Samsun3Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Veteriner Fakültesi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Kurupelit Kampüsü, Atakum,

Samsun

Enterokoklar sağlıklı köpeklerin deri, ağız ve burun boşluğu ve gastrointestinal kanalında bulunabilen ve opurtinistik enfeksiyonlara neden olabilen etkenler olup insanlarda nozokomial enfeksiyonlardan sorumludur. Köpeklerin özellikle antibiyotiklere dirençli enterokokları taşıması ve insan enfeksiyonları için potansiyel rezervuar rol oynaması, bakterinin köpekten sahibine geçiş olasılığını düşündürmektedir.

Bu çalışmada Veteriner Fakültesi kliniklerine getirilen sağlıklı ve hasta köpeklerdeki Enterococcus spp. taşıyıcılığı ve antibiyotik direnç durumlarının araştırılması amaçlandı. Bu amaçla köpeklerden svap örnekleri alınarak Kanlı Agar, Mac Conkey Agar, Oksasilin (6µg) ve Vankomisin (2µg) içeren Mueller Hinton Agar ve Azid Dekstroz Buyyona ekildi. Selektif besi yeri olarak Bile Eskülin Agar kullanıldı. Kültürel ve biyokimyasal metotlarla Enterococcus spp. olarak identifiye edilen suşlar PCR ile doğrulandı. Suşların 8 farklı antibiyotiğe direnç durumları Disk Difüzyon yöntemi ile belirlendi.

Toplam 32 köpekten alınan 96 örnekte 18 (%18,75) Enterococcus spp. bulundu. Suşlardan 8’i (%44,44 ) nazal mukoza, 3’ü (%16,66) nazal dorsum ve 11’i (%61.11) ise perineumdan izole edildi. Suşların 16’sında (%88,88) iki ve/veya daha fazla sayıda antibiyotiğe karşı dirençli olduğu belirlenirken, 4 (%22,22) suş vankomisine dirençli bulundu. Sonuç olarak, köpeklerin çeşitli sistemlerinde taşınan enterokokların insanlar için potansiyel enfeksiyon kaynağı olabileceği ve tedavide antibiyotik direnç sorunu ile karşılaşılabileceği düşünüldü.


Determination of Carriage and Antibiotic Resistance of Enterococcus spp. in Owned Dogs

Aylin Pehlivan1, Merve Gizem Sezener1, Murat Güzel2, Arzu Fındık3, Alper Çiftci3

1Faculty of Veterinary Medicine, University of Ondokuz Mayıs, Kurupelit Campus, Atakum, Samsun2Department of Internal Medicine, Faculty of Veterinary Medicine, University of Ondokuz Mayıs,

Kurupelit Campus, Atakum, Samsun3Department of Microbiology, Faculty of Veterinary Medicine, University of Ondokuz Mayıs,

Kurupelit Campus, Atakum, Samsun

Enterococci are found in various systems, especially the gastrointestinal tract and also causes opportunistic infections. In human, they are responsible for nosocomial infections. Carriage of enterococci, especially antibiotic resistants, play a potential reservoir role for human infections and bacterial transmission may happen from dog to owner.

In this study, the investigation of carriage and antibiotic resistance of Enterococcus spp.in healthy and sick dogs admitted to Veterinary Clinics was aimed. For this purpose the swabs were taken from dogs and inoculated onto Blood Agar, MacConkey Agar, Mueller Hinton Agar with oxacillin(6µg) and vancomycin(2µg) and Azid Dextrose Broth. Strains were identified as Enterococcus spp. by cultural methods and PCR. Antibiotic resistances of strains against 8 antibiotics were detected by Disc Diffusion Method.

In 96 samples taken from total of 32 dogs, 18(%18,75) Enterococcus spp. were found. Of these strains 8(%44,44 ) were isolated from nasal mucosa, 3(%16,66) from nasal dorsum and 11(%61.11) from perineum. While 16(%88,88) strains were found resistant against two or more antibiotics, 4(%22,22) strains were found resistant against vancomycin. In conclusion, enterococci carried in various systems of dogs may be a potential infection source for human and it was considered that antibiotic resistance may present a problem during treatment.


Veteriner Hekimlikte Antibiyotiklere Alternatif Doğal Antimikrobiyaller

Kristina Jordanovska, Romel Velev

Ss. “Cyril and Methodius” Üniversitesi,Veteriner Fakültesi, Farmakoloji ve Toksikoloji Bilim Dalı,Üsküp, Makedonya

Farmakoloji süreçlerine olan kişisel ilgim nedeniyle son zamanlarda fark ettim ki şu anda biz, antibiyotik çağında yaşıyoruz. Fakat bunların sık sık ve bazen de doktor tavsiyesi olmadan kullanımları bakteri direncini artırmış ve geleneksel antibiyotiklerin görevlerinde başarısız olmaya başlamalarına neden olmuştur. Dünya Sağlık Örgütü (DTÖ)’nün bakteri direncindeki endişe verici artışla ilgili kaygıları araştırmacıları, direnci en aza indirmek ve tüm antibiyotiklerin hem tıpta hem de veterinerlikte etkin kullanım süresini uzatmak için bir yol bulmaya teşvik etmiştir. Bulaşıcı hastalıklar tıbbın çok önemli bir parçasını oluşturmakta ve bu nedenle de bu hastalıkların tedavisi için yapılan buluşlar önemini korumaktadır. Son dönemde antibiyotikler dışındaki farklı yöntemlerle bulaşıcı hastalıkların tedavisi konusunda çığır açıcı gelişmeler yaşanmaktadır. Bu makalenin amacı, antimikrobiyal tedavideki alternatif yöntemleri kısaca tanıtmak ve üzerinde fazla durulmayan bakteriyel direncin önemi hakkında farkındalık yaratmaktır.

Bu alanda yapılan araştırmalara göre antibiyotiklere alternatif olarak gösterilebilecek yedi grup doğal yolla oluşan antimikrobiyal bulunmuştur: antimikrobiyal peptidler, bakteriyal hücre duvarı hidrolazları, bakteriyofajlar, probiyotikler ve prebiyotikler, bakteriyel iletişimi kesen maddeler, fitobiyotikler ve antimikrobiyal direnci kontrol eden maddeler.

Söz konusu bu ileri araştırma araçları, antibiyotik direncini en aza indirgemek ve çiftlik hayvanları, kümes hayvanları ve balıkların üretim ve sağlığını artırmak için alternatif stratejilerin geliştirilmesi konusunda yeni fırsatlar sunmaktadır.


Naturally Occurring Antimicrobials as Alternatives to Antibiotics in Veterinary Medicine

Kristina Jordanovska, Romel Velev

University “Ss. Cyril and Methodius”, Faculty of veterinary medicine, Department of Pharmacology and Toxicology, Skopje, Macedonia

Due to my recent involvement in the course of pharmacology, it came to my attention that we are living in the age of antibiotics. However, their frequent, sometimes not advised use, have increased the bacteria resistance, making conventional antibiotics start to fail in their task. The WHO’s concern about the risk of the alarming increase in bacterial resistance, has encouraged researchers to find a way to minimize the resistance and prolong the useful life of all antibiotics in both veterinary and human medicine. Infectious diseases make up a big part in medicine, that’s why the innovations in their treatment are worthwhile. Recently, there have been breakthroughs in how to treat infectious diseases, other than antibiotics.

The purpose of this paper is to shortly introduce some of the alternate ways in antimicrobial treatment and raise the awareness of how important bacterial resistance is because it hasn’t been given the needed attention.

According to the research in this field, there have been found to be seven groups of naturally occurring antimicrobials as alternatives to antibiotics: antimicrobial peptides, bacterial cell wall hydrolases, bacteriophages, probiotics and prebiotics, agents that interrupt bacterial communication, phytobiotics, and agents that control antimicrobial resistance.

These advanced research tools provide new opportunities for developing alternative strategies to minimize the antibiotic resistance and enhance the production and health of livestock, poultry and fish.


Sahipli Köpeklerdeki Staphylococcus spp. Taşıyıcılığı ve Antibiyotik Dirençliliği

Merve Gizem Sezener1, Sezin Gizem Çelikel1, Taylan Önyay2, Arzu Fındık3, Alper Çiftci3

1Veteriner Fakültesi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Kurupelit Kampüsü, Atakum, Samsun2Cerrahi Anabilim Dalı, Veteriner Fakültesi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Kurupelit Kampüsü,

Atakum, Samsun3Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Veteriner Fakültesi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Kurupelit Kampüsü,

Atakum, Samsun

Stafilokoklar, insan ve hayvanlarda, hem opurtinistik hem de primer patojen olarak çeşitli enfeksiyonlardan sorumlu bulunmaktadır. Etkenlerin antibiyotik direnci, bu etkenlerden kaynaklanan enfeksiyonların tedavisini zora sokmaktadır. Bu çalışmada, hasta ve sağlıklı sahipli köpekler ve bunların sahiplerinde Staphylococcus spp. taşıyıcılığının belirlenmesi ve izolatların antibiyotik direnç durumlarının araştırılması amaçlanmıştır. Bu amaçla 32 köpek ve sahiplerinden örnekler alındı. İzole edilen toplam 95 suş hem konvansiyonel kültürel metotlar ile hem de PCR ile identifikasyona tabi tutuldu. Suşların 8 farklı antibiyotiğe karşı direnç durumları Disk Difüzyon yöntemi ile belirlendi. İzolatlardan %43,15’i Staphylococcus spp. olarak identifiye edilirken, %2,43’ü S. aureus olarak doğrulandı. İzolatların %41,46’sı koagulaz pozitif, %58,54’ü koagulaz negatifti.

Çalışmada 8 vakada hem köpek hem de sahiplerinden Staphylococcus spp. izole edildi. Suşların hepsi sefaperazona (75µg) karşı duyarlı bulunurken, %92,68’i penisiline (10IU) ve %56,09’u okzasiline (1 µg)) dirençli bulundu. Vankomisin (30 µg), oksitetrasiklin (30 µg), enrofloksasin (5 µg), amoksisilin/klavulonik asit (20/10 µg) ve trimetoprim/sülfametaksazole (1,25/23,75 µg) karşı sırasıyla %7,31, %41,46, %2,43, %9,75 ve %2.43 oranında dirençlilik saptandı. Sonuç olarak izole edilen stafilokok suşlarının büyük bir kısmının kogulaz pozitif stafilokoklar olduğu ve çoğu metisiline dirençli bu suşların köpekten sahibine veya sahibinden köpeğe bulaşma riskinin bulunduğu ortaya konuldu.


Carriage and Antibiotic Resistance of Staphylococcus spp. in Owned Dogs

Merve Gizem Sezener1, Sezin Gizem Çelikel1, Taylan Önyay2, Arzu Fındık3, Alper Çiftci3

1Faculty of Veterinary Medicine, University of Ondokuz Mayıs, Kurupelit Campus, Atakum, Samsun2Department of Surgery, Faculty of Veterinary Medicine, University of Ondokuz Mayıs,

Kurupelit Campus, Atakum, Samsun3Department of Microbiology, Faculty of Veterinary Medicine, University of Ondokuz Mayıs,

Kurupelit Campus, Atakum, Samsun

Staphylococci are responsible for several infections both as opportunistic and primary pathogen in human and animals. Antibiotic resistances of these agents make the treatment of infections difficult. In this study, determination of carriage of Staphylococcus spp. in healthy and sick dogs and their owners and investigation of antibiotic resistance in these isolates were aimed. For this purpose, swabs were taken from 32 dogs and their owners. Total of 95 strains were identified by conventional cultural methods and PCR. Antibiotic resistance of the strains against 8 antibiotics was determined by disc diffusion method. While 43,15% of strains were identified as Staphylococcus spp., 2,43% were as S. aureus. While 41,46% of strains were coagulase positive, 58,54% were negative.

In 8 cases, Staphylococcus spp. were isolated both by dogs and owners. While all strains were found susceptible to cefaperazone(75µg), 92,68% and 56,09% of them were resistant against penicillin(10IU) and oxacillin(1µg), respectively. Resistance percentages against vancomycin(30µg), oxitetracycline (30µg), enrofloxacine(5µg), amoxycilllin/clavulanic acid(20/10µg) and trimetoprim/sulphamethaxasole(1,25/23,75µg) were 7,31%, 41,46%, 2,43%, 9,75% and 2.43%, respectively. In conclusion, it was indicated that the most of Staphylococcus strains isolated in this study were coagulase positive and there may be potential transition risk from dogs to owners and vice versa.


Arke BakterilerinAlternatif Enerji Kaynağı Olarak Veteriner Hekimlikte Kullanımı

Erdem Yalçın2, Elif İlkay Armutak2, Beren Başaran Kahraman1, Ebru Gurel Gurevin3

1İstanbulÜniversitesi, VeterinerFakültesi,Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Avcılar,34320İstanbul, Türkiye

2İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi,Histoloji Anabilim Dalı, Avcılar,34320İstanbul, Türkiye

3İstanbul Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Beyazıt,34320İstanbul, Türkiye

Arkeler prokaryot ve ökaryot hücre formlarından farklıdır. Bu hücreler kendilerine özgü olarak, yaşam siklusu içerisinde metan gazı gibi farklı ürünler oluşturabilirler. Bu teorik derleme arkelerden sağlanan bu ürünlerin nasıl alternatif enerji kaynağı olarak değerlendirilebiliceğini ortaya koymak amacıyla yazılmıştır. Sunumda arkelerin yapıları, kökeni, yaşadıkları çevreler, yaşam siklusu ve bizim için yararları, veterinerlikte kullanımı, dünya için önemi anlatılmaktadır. Günümüzde Dünya’da en önemli konulardan biri de enerjidir. 21. Yüzyılda enerji ve enerji kaynakları olmadan gezegenimizde insanların yaşamları sınırlıdır. Dünya üzerinde yapılan bütün yüksek araştırmalar, iyi sağlık hizmetleri, gıda üretim çiftlikleri, fabrikalar enerjinin ustaca kullanımının birer ürünüdür.

Bu sunum Biyoloji, Mikrobiyoloji, Histoloji Anabilim Dallarının yardımları ile hazırlanmıştır. Günümüzde sağlıkta, üretimde ve diğer alanlarda temel nitelik taşıyan enerji kayankları sınırlıdır. Bu çalışmada alternatif bir enerji kaynağı olarak Arkelerin doğrudan kullanılması düşünülmüştür.Biyogaz teknolojisi Arkelerden de elde edilen bir enerji türüdür. Günümüzde diğer enerji kaynakları kadar yaygın şekilde kullanılmasa da, diğer kaynaklardan farklı olarak Dünya’nın geleceği için uygun, temiz ve daha ucuz olabiliceği ileri sürülmektedir. Hayatın devamlılığı için yeni alternatif enerji kaynakları vazgeçilmezdir ve arkeler alternatif enerji kaynağı olmaya adaydır.


Usage of Archaea Bacteria as a Alternative Energy Source in Veterinary Medicine

Erdem Yalçın2, Elif İlkay Armutak2, Beren Başaran Kahraman1, Ebru Gurel Gurevin3

1İstanbulÜniversitesi, VeterinerFakültesi,Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Avcılar,34320İstanbul, Türkiye

2İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi,Histoloji Anabilim Dalı, Avcılar,34320İstanbul, Türkiye

3İstanbul Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Beyazıt,34320İstanbul, Türkiye

Archaea is different from form of the procaryote and eukaryote cells. These cells which have spesific property themselves can constitute diffrent production as methane gas in their life cycle. This theoretical compilation is written in order to prove that how this productions which are produced by archaea can be recover as a alternative energy source. Construction of archaea, their origin, environment where they live, cycle of life and the benefits for humanity, use in veterinary and importance for earth are represent in thes compilation. In these days, the energy is the one of the profound subject in the world. Life of humanity is restricted without the energy and energy source in 21st century in our planet. Superior researches, good health service, farm of nourishment production, the factories are the yields of energy that is used masterful in the world.

This presentation is prepared by the help of department of biology, microbiology, histology. Nowadays, the energy sources are restricted in health industry production and the other sectors.In this study, it is conceived that archaea is used directly as a alternative source. Biogas technology is one of the type of energy that can be produced by archaea. Even though this technology does not used as much as the other energy sources commonly, it is asserted that it can be proper, healthy and much more cheap as distinct from the other sources. New alternative energy sources are indispensable for continuity of life and archaea is applicant for being alternative energy source.


Azerbaycanda Büyükbaş Hayvancılık

Şirinli Taciman

Azerbaycan Devlet Tarım Universitesi, Veteriner Fakültesi, Mikrobiyolji Anabilim Dalı, Gence, Atatürk Caddesi, 262

Bizim bu çalışmamız Azerbaycanda yapılan hayvancılık yöntemleri,onun ekonomi önemi, büyük baş hayvancılık ve modern çiftlikleri hakkında bir araştırmadır. Azerbaycanda yapılan hayvancılık yöntemleri genel olarak 2 yere ayrılır.

1.Mera Hayvancılığı yaz mevsiminde hayvanların geniş otlaklarda, kış mevsiminde ise hayvanların kapalı alanlarda yemlenerek beslenmesidir. Bu yöntem, doğal şartlara bağımlı olduğu için dezavantajlıdır.

2.Ahır Hayvancılığı kapalı alanlarda , çevrenin doğal şartlarına bağımlı olmadan yapılır ve modern tesislerde hayvan sağlığı, verimi kontrol altında olur. Bu yöntem son yıllarda ülkemizde yaygınlaşan ve mera hayvancılığının yerini alan bir yöntemdir.

Azerbaycan büyükbaş et üretimine göre MDB ülkeler arasında dördüncü ve bu et üretiminin %45’ni karşılamaktadır. Azerbaycan’da büyükbaş hayvanların %70’i inek ve mandadan oluşuyor. Büyükbaş hayvancılıkta sığır önemli yere sahiptir.


Cattle Breeding in Azerbaijan

Şirinli Taciman

Azerbaijan State Agricultural University, Veterinary Medicine Faculty,Department of Microbiology, Ganja, Ataturk Svenue,262

We perform our research on livestock in Azerbaijan, modern farms farming methods, its economic importance. Cattle breeding in Azerbaijani is generally divided into two parts.

1.Mera Livestock extensive grazing of animals in summer pastures, while during the winter is feeding of animals in confined areas. This method is disadvantageous because it is dependent on natural conditions.

2. Livestock barn in confined areas without being dependent on natural conditions and control of animal health with modern facilities in the area is efficient. This method is widespread and takes the place of a pasture farming methods in our country in recent years.

According to the bovine meat production Azerbaijan occupies fourth place among MDB countries and meets 45’n% of the meat production. 70% of cattle in Azerbaijan consists of cow and buffalo. Beef cattle has an important place.


Aksaray Malaklı köpeği ile Kangal köpeği Neurocranium ve Splanchnocranium Kemiklerinin Bazı Osteometrik Ölçümlerinin Karşılaştırılmalı Olarak İncelenmesi

Hilal Merve Çakır1, Ramazan İlgün2 ve Zait Ender Özkan3

1Aksaray Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 68100, Aksaray, Türkiye2Aksaray Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, 68100, Aksaray, Türkiye

3Fırat Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, 23119,Elazığ, Türkiye

Bu çalışmada Aksaray Malaklı köpeği ile Kangal köpeği neurocranium ve splanchnocranium’un spesifik özelliklerini oluşturan yapılar karşılaştırmalı olarak incelendi.

Aksaray ili köpek yetiştiricilerinden, çeşitli sebeplerden ölmüş yaşları dört ve beş arasında değişen beş adet Aksaray Malaklı köpeği ve beş adet Kangal köpeği, cinsiyet farkı gözetilmeksizin temin edildikten sonra ossa cranii’ leri formaldehitsiz olarak %10 oranında NaHCO3 eklenmiş suda 5 saat kaynatıldı ve % 5 lik H2O2 li suda 5-10 dk bekletildikten sonra maserasyona bırakıldı. Ossa cranii’ler titiz bir çalışma ile incelemeye hazır hale getirilip, digital kumpas (A Marka, 200 ml, Germany) ile ölçüleri alındı. Fotoğraf makinasıyla (Canon CE500,Japan) görüntülendi. Terminolojik ifadelerin yazılımında Nomina Anatomica Avium esas alındı.

Neucranium’un; os occipitale, os parietale, os frontale’si, splanchnocranium’un; os zygomaticum, os lacrimale’si incelendi. Processus zygomaticus’un uzunluğunun Aksaray Malaklı köpeğinde, foramen magnum’un genişliğinin ise Kangal köpeklerinde istatistik olarak anlamlı farklılık gösterdiği tespit edildi. Squama occipitalis, Protuberantia occipitalis externa, Crista sagittalis externa, Processus zygomaticus’lar arası mesafe, Orbita çaplarının ölçümleri arasında iki tür arasında istatistiksel anlamlı bir fark tespit edilemedi.

Aksaray Malaklı köpeği ile Kangal köpeği neurocranium ve splanchnocranium ölçümleri arasında tespit edilen bazı farklıklar’ın ırk ayrımlarının belirlenmesinde kullanılabileceği kanısına varıldı.


The Comparative Investigation of Some Osteometric Measurements of The Neurocranium and Splanchnocranium Bones in Aksaray Malaklı and Kangal Dogs

Hilal Merve Çakır1, Ramazan İlgün2 ve Zait Ender Özkan3

1Aksaray University, Fac.of Veterinary Medicine, 68100, Aksaray, Turkey2Aksaray University, Fac.of Veterinary Medicine, Department of Anatomy, 68100, Aksaray, Turkey

3Fırat University, Fac.of Veterinary Medicine, Department of Anatomy, 23119, Elazığ, Turkey

In this study, the structures forming the spesific features of the neurocranium and splanchnocranium of the Malaklı and Kangal dogs were investigated comparatively.

The ossa cranii of 5 Aksaray Malaklı and 5 Kangal dogs in 4-5 years old and obtained from the dog breeders were macerated, after 5 hours boiling in the water without formaldehyde and added 10% NaHCO3 and leaving 5-10 min. in the water with H2O2. Ossa cranii were prepared with carefully to examine and were measured with the digital compass ( A mark, 200 ml, Germany), photographed with (Canon CE500,Japan). For the terminology Nomina Anatomica Avium was used.

Os occipitale, os parietale and os frontale of neurocranium and os zygomaticum and os lacrimale of splanchnocranium were investigated. The length of proccessus zygomaticus in Aksaray Malaklı dogs and the width of foramen magnum in Kangal dogs were determined as different with statistical meaning. A difference with statistical meaning was not stated on the measurements of the distance between squama occipitalis, protuberantia occipitalis externa, crista sagittalis externa, processus zygomaticus, and the orbita diameters.

It was concluded that some differences observed on the measurements of neurocranium and splanchnocranium in Aksaray Malaklı and Kangal dogs can be used in determining the race differences.


Köpeklerde Temporal Kemiğin Pars Tympanica’sindaki Morfolojik Varyasyonlarin Değerlendirilmesi

Semra Çınar1, Figen Sevil Kilimci2

1Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesi, 09016, Işıklı, Aydın, Türkiye2 Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Anatomi Anabilm Dalı, 09016, Işıklı, Aydın, Türkiye

Köpek kafatasında os temporale bölgesinde, özellikle klinik-anatomik yaklaşım açısından porus acusticus externus, bulla tympanica ve tuba auditiva’nın geometrik özellikleriyle kafa şekli, yaş, cinsiyet ve ırk özellikleri ilişkisi incelenmiştir. Materyal-Metot: Çalışmada 6 farklı ırktan 67 adet köpek kafatası kullanıldı. Kemiklerin fotoğrafları çekilerek “ImageJ” programa aktarıldı. Görüntülerden bazı uzunluk, genişlik, yükseklik ve açı ölçümleri alındı. Ayrıca hayvan büyüklüğüyle ilişkili olmayan indeks değerleri hesaplandı. Yaş, ırk, cinsiyet, kafa indeks değerleri ile pars tympanica bölgesinden elde edilen indeks ve açı değerleri arasındaki korelasyon katsayıları hesaplandı. Ayrıca yaş ve cinsiyet grupları arasında istatistiksel farklılıklar incelendi. Bulla tympanica büyüklük indeksleri ve tuba auditiva açısının, kafa indeksleri ile korelasyonlarının yüksek olduğu tespit edildi. Bulla’nın pozisyonuna ilişkin açıların ise diğer açı ve indekslerle ilişkisi bulunamadı. Meatus acusticus externus açısı da hayvanın yaş, ırk, cinsiyet ve kafa indeksleri ile korelasyon göstermedi. Bulla pozisyon açıları genç ve erişkin hayvanlar arasında farklılık göstermezken, tuba auditiva ve porus acusticus externus’un yaşa bağlı pozisyonlarının değiştiği görüldü. Bulla genişliği ve tuba auditiva ile meatus acusticus externus pozisyonunun gençlerde cinsiyete bağlı farklılık gösterdiği, ancak erişkinde hiçbir değerin cinsiyete bağlı farklılık göstermediği görüldü.

Yaş, ırk, cinsiyet, kafa indekslerinin bölge morfometrisini etkileyebildiği bu nedenle kulak bölgesi klinik-anatomisine ilişkin yapılacak çalışmalarda bu faktörlerin göz önüne alınması gerektiği ortaya konulmuştur.

*Bu çalışma “2209-Üniversite Öğrencileri Yurt İçi Araştırma Projeleri Destek Programı” kapsamında TÜBİTAK tarafından desteklenmiştir.


Evaluation of Morphological Variations on the Tympanic Part of The Temporal Bone in Dogs

Semra Çınar1, Figen Sevil Kilimci2

1Adnan Menderes University, Faculty of Veteriner Medicine, 09016, Işikli, Aydin, Turkey2Adnan Menderes University, Faculty of Veteriner Medicine, Department of Anatomy,

09016, Işikli, Aydin, Turkey

Geometrical characteristics of the external acoustic porus, the tympanic bulla and the auditory tube and their relationships with skull shape, age, gender and breed has been examined in dogs.

For this study, 67 dog skulls from six different dog breeds were used. The photographic images of these skulls were analysed in ImageJ software. The length, width, height and angel measurements were done on these images. The indices that are unrelated to animal size were also calculated. The correlation coefficients between the ages, gender, breed and skull shape factors and the index and angle values for temporal bone were calculated. The statistical comparisons of the measured indices and angles in the age and gender groups were also examined.

The high correlation coefficients were found among the size indices of tympanic bulla, the angel of tuba auditiva and skull shape indices. However, there are no statistically correlations between bulla position angles and the other angles or indices. The external acoustic meatus angle was not shown any statistically correlation with age, gender, and breed or skull shape indices. According to statistical comparisons; the bulla positional angles were not shown any statistical differences between young and adult animals whereas the tuba auditiva and porus acusticus externus angels were shown. The statistical differences were found on the bulla width index, the tuba auditiva and external acoustic meatus angels between male and female young dogs whereas there is no statistical difference on any indices or angels at adult dogs.

It has been shown that age, gender, breed and skull shape indices may affect the temporal region morphometry in dog skull and therefore these factors should be put into consideration in the studies regarding to clinical anatomy of ear.

* This study has been supported by TÜBİTAK in accordance with “2209 – University Students National Research Projects Support Program”.


Canine Visceral Leishmaniasis’li Köpeklerde Koagülasyon Kaskadına Ait İntrinsik ve Ekstrinsik Sistemin Değerlendirilmesi

Gözde Budak1, Canberk Balıkçı1, Erbay Bardakçıoğlu2, Kerem Ural1

1Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Işıklı09000 Aydın, Türkiye

2Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesi Zootekni Anabilim Dalı, Işıklı09000 Aydın, Türkiye

Bu çalışmada Visceral Leishmaniasis’le doğal infekte ve hastalığın farklı evrelerindeki köpeklerde intrinsik ve ekstrinsik sistemin değerlendirilmesi amaçlandı.

Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Kliniğine rutin kontrol (sağlıklı ya da asemptomatik grup) ya da CVL ile uyumlu klinik bulgulardan (kilo kayıbı, lenf yumrularında büyüme, hepatospolenomegali, keratokonjunktivitis, onikogripozis, alopesi, eksfoliatif dermatitis, anemi, ya da koagülopatiye ait klinik bulgulardan bir (oligosemptomatik grup) ya da birkaçını (polisemptomatik grup) gösterdiği için getirilen köpekler 4 farklı gruba ayrılarak (her grupta n=6) sitratlı kan örneklerinde Aktive edilmiş Parsiyel Trombin zamanı (APTT), Parsiyel Trombin zamanı (PT) ve fibrinojen (Fb) konsantrasyonları mikrokoagülometre cihazı ile ölçüldü.

Ortanca değerler karşılaştırıldığında PT ve Fb konsantrasyonları açısından gruplar arası belirgin farklılık gözlemlenmezken, ortanca APTT konsantrasyonlarının enfekte her 3 grupta, sağlıklı kontrollere oranla belirgin şekilde uzadığı (p<0.05) belirlendi.

Canine Visceral Leishmaniasis’li köpeklerde, sağlıklı kontrollere kıyasla anlamlı olarak uzayan APTT değerinin intrinsik sistemi etkilediği, ve oluşan koagülasyon bozuklukları ve/veya ilişkili klinik bulguların bununla ilişkilendirilebileceği şeklinde yorumlandı.


Evaluation of Coagulation Cascade with Intrinsic and Extrinsic System in Dogs with Canine Visceral Leishmaniasis

Gözde Budak1, Canberk Balıkçı1, Erbay Bardakçıoğlu2, Kerem Ural1

1Adnan Menderes University Veterinary Faculty Department of Internal Medicine, Işıklı09000 Aydın, Türkiye

2Adnan Menderes University Veterinary Faculty Department of Animal Science, Işıklı 09000 Aydın, Türkiye

In this study, the aim was to evaluate intrinsic and extrinsic system in dogs naturally infected with different stages of canine visceral leishmaniasis (CVL). Dogs referred to the Adnan Menderes University, Faculity of Veterinary Medicine, Department of Internal Medicine for routine control (healthy or asymptomatic group) or showing some (polysymtomatic group) or one of symptoms (anorexia, lymphadenopathy, hepatosplenomegaly, keratoconjunctivitis, onychogryphosis, alopecia, exfoliative dermatitis, anemia or symptoms of coagulability disorders) associated with CVL, were classified into 4 groups (n=6 for each), were subjected to citrated blood sample withdrawn in an attemp to analyze the concentration of Activated Partial Thromboplastin Time (APTT), Prothrombin Time (PT) and Fibrinogen (Fb) via microcoagulameter.

In terms of median PT and Fb values, there was no significant difference between groups, howbeit median APTT values were prolonged (p<0.05) in all three infected groups in comparison to the healthy controls.

It was suggested that in dogs with CVL, significantly prolonged APTT values in comparison to the healthy control group might influence intrinsic system, therefore existing coagulation disorders might have association.


Hindi Spermasının BPSE ile Dondurulması

Kübra Kaya, Aynur Gülane, Mehmet Cemre Kara, Ramazan Arıcı, Hüseyin Yüksel, Selin Yağcıoğlu, Serhat Alkan

İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Dölerme ve Suni Tohumlama Anabilim Dalı, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

Dünya nüfusunun artma eğiliminde olması, özellikle protein kaynağı arayışında yeni alanlara yönelmeyi gerektirmektedir. Bu arayışta kanatlı (beyaz et) eti ciddi bir kaynak oluşturmaktadır. Bu kaynağın önemli bir bölümünü hindiler sağlamaktadır.

Hindilerde, özellikle et amaçlı yetiştirilen broiler hindilerde dişi ve erkek beden uyumsuzluğu sebebiyle ciddi bir infertilite problemi yaşanmaktadır. Bu infertilite problemleri özellikle broiler hindilerde suni tohumlamanın öneminin artmasına neden olmuştur.

Sunulan çalışmada İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dölerme ve Suni Tohumlama Ana Bilim Dalı’ nda 5 adet erkek broiler hindi kullanılmıştır. Hindilerden haftada 3 kez, abdominal masaj yöntemiyle sperma alınmış ve pooling yöntemiyle toplanmıştır. Sperma örnekleri sulandırma öncesi (taze sperma), ekilibrasyon sonrası ve eritme sonrası incelenip spermatolojik özellikler karşılaştırılmıştır.


Freezing Turkey Semen with BPSE

Kübra Kaya, Aynur Gülane, Mehmet Cemre Kara, Ramazan Arıcı, Hüseyin Yüksel, Selin Yağcıoğlu, Serhat Alkan

İstanbul University, Veterinary Faculty, Reproduction and Artificial Insemination Department, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

The increase in the world’ s population has brought new demands to new protein sources. Poultry (white meat) meat is a serious source to cover this demand. Turkeys also have a considerable proportion in this white meal sector. As a result of incompatible sizes between genders, there are serious infertility problems between male and female broiler turkeys These infertility problems have resulted with an increase in the importance of artificial insemination especially in broiler turkeys. Five male broiler turkeys were used in the present study conducted in the facilities of Istanbul University Veterinary Faculty, Department of Reproduction and Artificial Insemination. Semen samples were obtained by abdominal massaging method and then pooled. Spermatological characteristics of fresh, post equilibrated and thawed semen samples were investigated and compared.



POSTER SUNUMLARI

•

POSTER PRESENTATIONS


POSTER LİSTESİ / POSTER LIST

• Ventral Herniada Tedavisinde Laproskopi Yüntemi ile Sentetik Meş Kullanımı / Use of Synthetic Mesh to Ventral Hernia Repair Performed by Laparoscopic MethodAgnieszka Frącka, Anita Piątek

• Farklı Klinikopatolojik Aşamalardaki Erlichia Hastalığı Olan Köpeklerde Laboratuvar Tanısı / Laboratory Diagnostic Of Erlichia Canis Positive Dogs In Different Clinicopathological StagesCikalov Aleksandar, Igor Ulchar, Elena Atanaskova Petrov, Jovana Stefanovska, Irena Celeska

• Yüksek Verimli İnfertil Sığırlarda Beta – Karoten İle Tedavi / Treatment of Highly Productive Infertile Cows By Beta – Carotene Anastasia Zaitseva, Taisia Dmitrieva

• Antibiyorik Direnci ve Önemi / Antibiotic Resistance and Its Importance Barış Halaç, Beren Başaran Kahraman, Serkan İkiz, Seyyal Ak

• Rodop Daği’nda Sorumlu Akvakültürün Geliştirilmesi / Developing Responsible Aquaculture in the Rodopi MountainBoray Sağlam, Galin Nikolov, Rumen Otuzbirov

• Hansen Tip II Thoracolumbar Disk Hastalığının Tedavisi İçin 3 Köpekte Kısmi Lateral Korpektomi ile Birlikte Dorsolateral Hemilaminektomi Kullanımı / Partial lateral corpectomy combined with dorsolateral hemilaminectomy for the treatment of Hansen type II thoracolumbar disc disease in 3 dogsBouses S. , Zisis A. , Kazakos G., Prassinos N. N.

•ELISA yöntemi ile Süt ve Süt Ürünleri Aflatoksin M1 Aranması / Identification of Aflatoxin M1 in Milk and Milk Products by ELISA MethodAsaf Cem Nizamoğlu

•İnfeksiyoz Hastalıklara Karşı Nanoteknolojinin Önemi / The Important of Nanotechnology Against Infectious Disease Burak Gümürcinler, Alp Emre Yıldız, Mehmet Cemal Adıgüzel


• Beç tavuğu (Numida meleagridis) ve Hindi (Meleagridis gallapova) Os Hyoideum’u Üzerinde Karşılaştırmalı Makro-Anatomik İncelemeler / Comparative Macro-Anatomical Investigations on Os Hyoideum in Guinea Fowls (Numida meleagridis) and Turkeys (Meleagridis gallapova)Ece Saydul, Ramazan İlgün, Nilgün Kuru

• FXID’nın Trakya Bölgesindeki Holstein Sığır Populasyonu Üzerindeki Prevalansı / The Prevalance of FXID in Holstein Cattle Population in Thrace Region of TurkeyKozet Avanus, Ahmet Atınel, Deniz Uras, Enikö Kiraly

• Clostridium difficile’nin Gıdalardaki Varlığı / Presence of Clostridium difficile in Foods Esra Akkaya, Enver Baris Bingol,Hamparsun Hampikyan, Karlo Muratoglu

• Staphylococcus Mastitleri ve Zoonoz Önemi / Staphylococcus Mastitis and Zoonotic Importance Ferhat Urluca, Beren Başaran Kahraman, Serkan İkiz

• Kanatlı Hayvanların Yeni Bir Patojeni: Helicobacter pullorum / A New Pathogen In Poultry: Helicobacter PullorumIlgın Kekeç, Beren Başaran Kahraman, Seyyal Ak

• Öğrenci Yemekhanesinde Gıda Personelinin El Hijyen Kalitesi / Hand Hygiene Quality of Food Handlers in a Student RestaurantInga Piron , Ayşen Çoban , Ali Aydın, Serkan İkiz

• Farkli Sığır Türlerinde Sütteki İmmunoglobulin G Konsantrasyonlarının Meme Sağlığı ve Laktasyonla İlişkisi / The Concentration of Immunoglobulins G in Different Breed Cows Milk in Relation with Cow Udder Health and LactationKristina Musayeva, Antanas Sederevicius

• Deneysel Abdominal Ameliyat Geçiren Tavşanlarda Deksmedetomidin ya da Deksmedetomidin Butarfanol Ön Tedavisi: İntraoperatif Parametrelerin Karşılaştırılması / Dexmedetomidine or Dexmedetomidine Butorphanol Premedication in Rabbits Undergoing Experimental Abdominal Surgery: A Comparison of Intra-operative ParametersMaria Anastasia Papaioannou, George M. Kazakos, Ioannis Savvas


• Barınaklarda Yetiştirilen Köpeklerde Görülen Psikolojik ve Pato-Etolojik Olaylar / Psychic Pathoethological Events in Dogs Reared in SheltersMehmed Halil

• Selenyum Saplementlerinin Yumurtanın Belli Özelliklerine ve Yumurta Tavuklarına Zooteknik Yönünden Etkisi / The Effect of Selenium Supplementation on Certain Egg Properties and Zootechnical Aspects of Laying Hens Miroslava Fasiangova, Dana Kumprechtova, Gabriela Borilova

• Bulgaristan’da Bulunan Paenibacillus larvae Suşlarının Konvansiyonel Karakterizasyonu / Conventional Characterization of Paenibacillus larvae Strains in Bulgaria Neşet Can Özdemir, Yanitsa Rusenova, Alexander Atanasoff, Dimitrinka Zapryanova

• Staphylococcus aureus Enfeksiyonunun Köpeklerde Trigliserid Konsantrasyonuna Etkisi / Effect of Staphylococcus aureus Infection on Triglyceride Concentrations in DogsOnur Berber, Dimitrinka Zapryanova, Nikolina Rusenova, Alexander Atanasov, Anton Rusenov, Teodora Mircheva

• Besin Katki Biogromsc Maddesinin Litvanya Siyah – Beyaz Sığırlarının Kan Biyokimya Ve Süt Kalite Parametrelerine Etkisi / The Effect of Feed Additive Biogromsc on Blood Biochemical and Milk Quality Parameters of Lithuanian Black-and-White CattlesJurgita Kozeniauskaite, Ruta Budreckiene

• Bakteriler Arasindaki İletişimin Keşfi: Quorum Sensing / Discovery of Bacterial Communication: Quorum SensingZehra Seda Mavili, Serkan İkiz, Seyyal Ak

• Litvanya’da Bulunan Koyun Çiftliklerinde Antelmentik Direnç Prevalansının In Vitro Metodlar Kullanılarak Belirlenmesi / Prevalence of Anthelmintic Resistance on Sheep Farms in Lithuania Using In Vitro MethodsTomas Kupčinskas, Saulius Petkevičius, Inga Stadalienė

• Keçilerde Döl Verimini Etkileyen İnhibin Genlerindeki Polimorfizmler /


Polymorphisms in Inhibin Genes and Their Effects on Fecundity in GoatUlaş Akkaya, Abbas Sercan Topcan, Emel Zeytünlü

• Sentetik Beta – Carotene ile Dişilerde Ovarian Fonksiyon Bozukluklarının Düzenlenmesi / Correction of Ovarian Dysfunction in Females by Synthetic Beta - Carotene Vera Ivanova, Taisia Dmitrieva

• Antikoagulant Rodentisit İle Zehirlenen Hayvanlarin Tespit Edilmesi / Detection of Animal’s Posidoning of Anticoagulant RodenticidesVeronika Doubková, Petr Maršálek, Helena Modrá, Vladimír Večerek

• Vahşi ve Evcil Domuzlarda Halothane Geninin Araştırılması / Research of Halothane Gene in Wild and Domestic PigsVeslava Kaikariene, Ilona Miceikiene

• Acı Bakla ve Soya Proteinlerinin Sindirilebilirliği ve Biyojenik Aminlerin Oluşumunda Laktik Asit Fermentasyonunun Etkisi/ The Influence of Lactic Acid Fermentation on Proteins Digestibility and Biogenic Amines Formation in Lupine and SoybeanVita Krungleviciute, Elena Bartkiene, Vytaute Starkute, Grazina Juodeikiene, Daiva Vidmantiene, Zita Maknickiene

• Kaynatılmış Zingiber officinale’nin Antibakteriyel Aktivitesinin Araştırılması / Investigation of Antibacterial Activity of Boiled Zingiber officinaleZafer Çam, Bekir Kaan Ceylan, Gökçenur Sanioğlu, Zeki Aras, Aslı Sakmanoğlu

• Besinsel Mannan Oligosakkarit ve Organik Asitlerin Hematolojik Kan Parametreleri ve Sazan Balığı Sağlığı Üzerine Etkisi/ Effect of Dietary Mannan Oligosaccharide and Organic acids on Blood Hematological Parameters and Health of Common CarpZoja Miknienė, Mindaugas Paleckaitis


Ventral Herniada Tedavisinde Laproskopi Yöntemi ile Sentetik Meş Kullanımı

Agnieszka Frącka, Anita Piatek

Wroclaw Çevre ve Yaşam Bilimleri Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Wrocław, Polonya

Bu deneysel çalışmanın amacı ventral hernia durumlarında kullanılan sentetik meş çeşitlerinin değerlendirlmesidir. Hernia, deneysel amaçla, orta hatta yapılan bir insizyon ile gerçekleştirilmiştir. İmplant edilen meşin çevre dokularındaki değişiklikler diyagnostik

Bu çalışma 25-30kg ağırlıklarında, 3 aylık, 9 adet Polish Large White türü domuz üzerinde yapılmıştır. Hernia tedavisinde 3 tür meş türü kullanılmıştır: Optilene Mesh, Premilene Mesh ve Omyra Mesh. Yapışma gerçekleşip gerçekleşmediğininin anlaşılması ve civar dokuların, özellikle meşin implant edildiği bölgelerin incelenebilmesi için, abdominal yapılar diagnostik laparoskopi incelenmiş ve değerlendirilmiştir.

Tüm domuzlarda implant edilen meş ile karaciğer lobları, omentum, dalak ya da bağırsaklar arasında yapışma gözlenmiştir. Hernianın oluşturulması sırasında kanama gözlenmiş ve fibril bantlar oluştuğu düşünülmektedir. Bu çalışma Optilene Mesh’in en etkili olduğunu göstermiştir – etrafındaki organlar ile en az yapışmaya neden olmuştur. Hala domuzlardan toplanan materyalin histopataloji sonuçlarını bekliyoruz.

Meşlerin hernia tedavisinde başarı ile kullanılabileceği sonucuna vardık çünkü güvenliler – meş ile organizma arasında etkileşim olmaması, enfeksiyon riskinin az olması, implantasyonun kolay olması ve ameliyatın kısa sürüyor olması nedeni ile.


Use of Synthetic Mesh to Ventral Hernia Repair Performed by Laparoscopic Method

Agnieszka Frącka, Anita Piatek

Wroclaw University of Environmental and Life Sciences, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Surgery, Wrocław, Poland

The aim of this experimental study was evaluation of usefulness various types of synthetic mesh used in ventral hernia repair. Hernia was experimentally induced by middle line incision. Observation of changes in tissues located around implanted mesh was made using diagnostic

This study was carried out on 9 pigs of polish large white breed weighting 25-30 kg and aging 3 months. Three mesh type for hernia repair were used: Optilene Mesh, Premilene Mesh and Omyra Mesh. Abdominal structures were observed and evaluated by diagnostic laparoscopy to confirm the presence or absences of adherences and other changes in tissues, especially in area of implanted mesh.

In all pigs adhesions between implanted mesh, liver lobes, omentum, spleen or intestines were presented. Bleeding during ventral hernia induction has occurred, which presumably caused formation of fibrous bands. This study has shown that Optilene Mesh was the most effective – it caused the least adhesions with surrounding organs. We are still waiting for results of the histopathology of the material collected from pigs.

We can conclude that meshes can be successfully used to hernia repair because of its safety – lack of interaction between mesh and organism, reduction risk of infection; easy implantation and shorter operation time.


Farkli Klinikopatolojik Aşamalardaki Erlichia Hastalığı Olan Köpeklerde Laboratuvar Tanı

Cikalov Aleksandar1, Igor Ulchar1, Elena Atanaskova Petrov2, Jovana Stefanovska3, Irena Celeska1

1Ss Üniversitesi “Cyril and Methodius” Üsküp, Veteriner Fakültesi, Fizyopatoloji Bölümü, Makedonya2Ss Üniversitesi “Cyril and Methodius” Üsküp, Veteriner Fakültesi, Küçükbaş Hayvan Hastalıkları Bölümü,

Makedonya3Ss Üniversitesi “Cyril and Methodius” Üsküp, Veteriner Fakültesi, Parazitoloji Bölümü, Makedonya

Canine erlichiosis, Rhipicephalus sanguineus adı verilen keneler ile bulaşan ve tropikal ve ılık tropikal bölgelerde görülen bir hastalıktır. Hücre içi alfaproteobakteriler sınıfından olan bu hastalık, öncelikle lökosit hücrelerini etkilemektedir. Bu hastalık akut, subakut ve kronik klinik evreler şeklinde kendini gösterir.

Bu araştırmanın ana amacı, Erlichia hastalığı bulunan köpeklerin klinik semptomlarıyla bağlantılı olarak rutin laboratuvar metotları oluştururken, aynı zamanda kan hücrelerinin biçim ve boyutunun da tanımının bulunduğu kan örneklerini analiz etmektir. Bunlara ek olarak, seropozitif E. canis hastalığı olan köpeklerde hemogram ve lökogram sayımları da çalışma kapsamında değerlendirilecektir.

Çalışma, E.canis hastalığı bulunan 30 köpeğin, akut ve klinik semptom başlıkları altında iki eşit gruba ayrılmasıyla gerçekleştirilmiştir. Tam kan sayımı, otomatik hemositometre (Exigo, İsveç) ile analiz edilmiştir. Kan örnekleri, Giemsa boyası (Merck) ile hazırlanmıştır. Seropozitif köpekler, tam kanlarında bulunan E.canis antikorları için yapılan nitel kromotografik immunoassay ile kanıtlanmıştır (Bionote Inc., Kore).

İstatistiki bulgular, akut erlichiosis hastalığı olan köpeklerde oldukça düşük RBC (1012/L) ve PLT (1012/L) değerleri saptamıştır. Köpekler, hiperpireksi, letarji, anoreksiya gibi akut klinik semptomlar göstermiştir. Lökogramdan alınan sonuçlar her iki grupta da, ikincil enfeksiyonu olan köpeklerde şiddetli lökopeniden lökositozise, heterojenik şartlar göstermiştir. Kan örneklerinin değerlendirilmesi, hipokromazi, normositoz ve poikilositozis ile birlikte şiddetli geri döndürülemez anemi saptamıştır. Lökositler ise lökositoz, hipersegmantasyon görülen köpeklerde rejeneratif sola çekme saptarken, lökopenik köpeklerde ise toksik değişim ile birlikte dejeneratif çekme gözlemlemiştir. Erlichia morula’nın monositik ve granülositik biçimi nadir görülmüştür.

Erythrogram ve lökogram, anamneztik verilerin ve klinik bulguların da desteklediği gibi, Erlichia canis hastalığı bulunan köpekler için güvenilir hematolojik parametreler olarak dikkate alınabilir.


Laboratory Diagnostic of Erlichia Canis Positive Dogs in Different Clinicopathological Stages

Cikalov Aleksandar1, Igor Ulchar1, Elena Atanaskova Petrov2, Jovana Stefanovska3, Irena Celeska1

1University Ss “Cyril and Methodius” Skopje, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Pathophisiology, Macedonia

2University Ss “Cyril and Methodius” Skopje, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Small Animal Disease, Macedonia

3University Ss “Cyril and Methodius” Skopje, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Parazitology, Macedonia

Canine erlichiosis is thick-born disease transmitted by Rhipicephalus sanguineus, reported in the tropical and subtropical areas. It is intercellular alpha-proteobacterium, primarily affecting leukocytes. The disease has acute, subacute and chronic clinical manifestation.

The main purpose of this examination is establishing routine laboratory methods in conjunction with clinical symptoms in Erlichia positive dogs, as well as evaluation of blood smear, with description of form and size of blood cells. Also, assessment of hemogram and leucogram in seropositive E. canis dogs. Examination covered 30 E. canis positive dogs diveded in two groups, with acute (n=15) and chronical clinical symptoms (n=15). Complete Blood Count was analysed on automatic hemocytometer (Exigo, Sweden). Blood smears were prepared with Giemsa staining (Merck). Seropositive dogs were proved by qualitative chromatographic immunoassay for E. canis antibodies in canine whole blood, (Bionote Inc., Corea).

Statistical analysis revealed significant low number of RBC (1012/L) and PLT (1012/L) in dogs with acute erlichiosis. Dogs exhibited acute clinical sings (hyperpirexia, lethargy, anorexia). Obtained results of leucogram showed heterogenic conditions in both groups, from severe leucopenia to leucocytosis in dogs with secondary infection. Evaluation of blood smear reported sevire nonregenerative anemia, with hypochromasia, normocytosis and poikilocytosis. Leucocytes showed regenerative left shift in dogs with leucocitosis, hypersegmentation and degenerative shift with toxic changes in leucopenic dogs. Monocitic and granulocitic presence of erlichia morulae was rare finding. Erythrogram and leucogram can be considered as reable hematological parameters in conjunction with anamnestic data and clinical sings, in Erlichia canis positive dogs.


Yüksek Verimli İnfertil Sığırlarda Beta – Karoten ile Tedavi

Anastasia Zaitseva1, Taisia Dmitrieva2

1Federal Bölge Yüksek Eğitim Enstitüsü “St.Petersburg Veteriner Akademisi”, Veteriner Fakültesi, Doğum ve Operatif Cerrahi Bölümü, Saint-Petersburg, Rusya Federasyonu.


Bu çalışmanın esas amacı endüstriyel koşullardaki sığırlarda klinik olarak beslenmeye bağlı, semptomatik ya da stres kaynaklı infertilite bozukluklarını kesinleştirmek ve tedavi yöntemleri geliştirmektir.

İnfertilite tanısı koyulmuş laktasyonda 8 – 10 bin kilogram süt verme yeteneğine sahip 4 yaşlarında 80 adet Rus Siyah Alaca sığırı incelenmiştir. Hayvanlar 20’şer başlık 3 deney ve bir kontrol grubu olmak üzere dörde ayrılmış, 10 gün aralıkla iki kez ilaç uygulanmıştır. Birinci deney grubunda 25 ml dozunda sentetik beta-karoten “Karofertin” ilacı kullanılmıştır. İkinci grubu 20 ml dozunda “Gabivit”, üçüncü gruba 25 ml dozunda “Multivit” uygulanmıştır. Hayvanların durumlarının değerlendirilmesi klinik yöntemlerle yapılmıştır. Uygun tohumlama zamanını belirlemek amacıyla SCR Heatime HR sistemi uygulanmıştır.

Deneyin sonunda birinci deney grubundaki hayvanların %100’ü östrusa girmiş, gebe hayvanların oranı 90±0,29%, tohumlanmış olanların oranı 10±0,29%, ikinci grupta östrustaki hayvanların oranı 85,71±0,35%, gebe hayvanlar 48,6±0,49% ve tohumlanmış olanlar 37,11±0,47% olarak belirlenmiştir. Üçüncü grupta ise östrustaki hayvanların oranı 77,5±0,41%, gebe hayvanların oranı 18,2±0,38% ve tohumlanmış hayvan oranı 59,3±0,49 olarak belirlenmiştir. Sadece SCR Heatime HR sisteminin kullanıldığı kontrol grubunda östrustaki hayvan oranı 35,5±0,29%, gebe hayvan oranı 15,7±0,48% ve tohumlanmış hayvan oranı 45,28±0,39% olarak belirlenmiştir.

“Karofertin” ilacının ve SCR Heatime HR sisteminin son derece etkili olduğu ve koruma amaçlı kullanımının tavsiye edilebileceği ortaya çıkmıştır.


Treatment of Highly Productive Infertile Cows by Beta – Carotene

Anastasia Zaitseva1, Taisia Dmitrieva2


Petersburg, Russian Federation.2Federal State Budgetary Educational Institution of Higher Professional Education “St.Petersburg State

Academy of Veterinary Medicine”, Veterinary Faculty, department of obstetrics and operative surgery, Saint-Petersburg, Russian Federation.

The main object of research is ascertainment of regularity of clinical course of nutritional, symptomatic and caused by stress infertility of cows under industrial conditions and development of treatment.

80 head of Russian Black Pied breed cows at the age of 4 years with efficiency of 8-10 thousands kg of milk per lactation , with the diagnosis of Infertility are examined. Experimental animals were distributed in 4 groups: first, second and third experimental and control groups (20 heads in each), drugs were injected twice, parenteral with 10 days interval . In the first experimental group drug “Karofertin” was used in a dose of 25 ml, it represents as synthetic beta – carotene.In the second - the drug “Gabivit” in a dose of 20 ml, in the third – the drug “Multivit” in a dose of 25 ml. The assessment of animals condition was carried out by clinical methods. SCR Heatime HR system was applied to determine the appropriate time of insemination.

By the end of experiment in the first experimental group 100% of animals were in estrus call , the quantity of in-calf cows was 90±0,29%, and the inseminated 10±0,29%, In the second experimental group cows with estrus call - 85,71±0,35%, in-calf- 48,6±0,49% and inseminated - 37,11±0,47%. In the third experimental group - 77,5±0,41% cows in estrus call , in-calf - 18,2±0,38% and inseminated - 59,3±0,49. In control group where only the SCR Heatime HR system was used arrival to estrus of animals was 35,5±0,29%, 15,7±0,48% of cows were in-calf and 45,28±0,39% were inseminated.

Thus, employment of the drug “Karofertin” and SCR Heatime HR system of monitoring is highly effective and it can be recommended for development of preventive actions methodics.


Antibiotic Resistance and Its Importance

Barış Halaç, Serkan İkiz, Beren Başaran Kahraman, Seyyal Ak

İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Mikrobiyoloji ABD, 34320 Avcılar, İstanbul/Türkiye

Antibiyotik direnci, bir mikroorganizmanın ona karşı etkili olan ilaca karşı direnç geliştirmesi olayıdır. Klinik açıdan, bakteriler bir antibiyotik tedavisine yanıt vermediklerinde dirençli olarak kabul edilirler. Birçok çalışma bakteriyel direnç ile kullanılan antibiyorik arasında bir bağlantı olduğunu göstermiştir.

Modern tıpta hem veteriner hem de beşeri hekimliğin en önemli başlıklarından birisi dirençli bakterilerdir. Antibiyotikler, insanların, hayvanların hatta bitkilerin hastalıklarının tedavisinde vazgeçilmez unsurdur. Her antimikrobiyal ajan kullanımı ile bakteriler bir savunma mekanizması çalıştırır. Bu mekanizma zamanla gelişir, yayılır sonunda antimikrobiyal ajanın çalışmaması ile sonlanır.

Direnç hususunda bakterilerde 4 ana mekanizma mevcuttur. Hücre içine alımın azaltılması, hüceden atılımın hızlandırılması, antimikrobiyal ajanın inaktivasyonu ve antimikrobiyal ajanın modifikasyonu. Oluşan dirençler sadece bu mekanizmalar ya da birkaçının birlikte çalışması ile oluşabilir.

Antimikrobiyal ajanların keşfinden önce de antimikrobiyal maddeler ve bakteriler arasında bir çekişme söz konusuydu. Antibiyoriklerin keşfi ile bu çatışmanın seyri kesinlikle değişti.

Bu çalışmada, antibiyotik direnci hakkında genel bilgi ve yenilikler bulunmaktadır.


Antibiotic Resistance and Its Importance

Barış Halaç, Serkan İkiz, Beren Başaran Kahraman, Seyyal Ak

Istanbul University Faculty of Veterinary Medicine, Dept. of Microbiology, 34320 Avcilar, Istanbul/Turkey

Antimicrobial resistance is resistance of a microorganism to an antimicrobial drug that was originally effective for treatment of infections caused by it. In sight of clinic, a bacterium is considered resistant if it survives antimicrobial therapy. A lot of studies shown that, there is a connection with antimicrobials and the prevalence of bacteria resistant to antimicrobials which had used.

In the modern medicine, one of the major global public and veterinary health issues is antimicrobial resistance in bacteria. Antimicrobial agents are indispensable for treating bacterial infections in humans, animals and even plants. Every use of an antimicrobial agent, bacteria process a resistant mechanism which can be multiply and expand at the expense of the bacteria that are inhibited by the respective antimicrobial agents.

There are four major mechanisms for antimicrobial resistance; Reduced influx, increased efflux, inactivation of antimicrobial agent and modification of antimicrobial agent. Resistant phenotype can occur from combination of these mechanisms.

Before our discovery with antimicrobial agents and antimicrobial resistance, there were also a fight between antimicrobials and resistant mechanisms. With invention and using antimicrobial agents, we definitely changed course of the fight.

In this presentation, it is aimed to share information on antibacterial resistance with updated data.


Rodop Dağı’nda Sorumlu Akvakültürün Geliştirilmesi

Boray Sağlam1, Galin Nikolov2, Rumen Otuzbirov1

1Trakya Üniversitesi, İİB Fakültesi, 6014, Stara Zagora, Bulgaristan2Trakya Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, 6014, Stara Zagora, Bulgaristan

Tarımın sınırlı olduğu Rodop bölgesinde alabalık; balıkçılık, balık rezervleri ve gıda güvenliği gelişiminin temel nedenidir. Bu makalenin amacı, Rodop Dağı bölgesinde yaşayan Trakların akvakültürünü araştırmaktır.

Balıkçılığın biyolojik ve sosyo-ekonomik etkilerinde görülen yaygın kalıpları değerlendirmek amacıyla bu çalışmada, öğrencilerin yaptığı literatür taraması araştırmaları ve düzenlemeler (kanunlar, hükümler, vb. gibi) kaynak olarak kullanılmıştır.

Her ne kadar Rodop Dağı’nda son 25 yıldır balıkçılığın geliştirilmesi için yapılan girişimler balıkçılık sporu üzerinde yoğunlaşmış olsa da alabalık avı, balıkçılar için en önemli ticari kazanç kaynağı olmayı sürdürmektedir. Balıkçıların balık refahı, sağlığı, balıkçılık ve balık üretimi ile doğrudan bağlantılı yaşam tarzı ve kültürünün yanı sıra ilk balıkçılık kooperatifinin ve üretim tesisinin hayata geçmesi de bu araştırmanın konusu olmuştur.

Rodop bölgesindeki akvakültürün barındırdığı fırsatlar ve gelişim ihtiyaçları AB’nin stratejisinde belirlenmiştir. Bu strateji, sürdürülebilir akvakültür yöntemlerinin teşvik edilmesini amaçlayan amiral projeleri de kapsamaktadır. Günümüzde bu gelenek hala korunmaktadır.


Developing Responsible Aquaculture in the Rodopi Mountain

Boray Sağlam1, Galin Nikolov2, Rumen Otuzbirov1

1Trakia University, Faculty of Economics, 6014, Stara Zagora, Bulgaria2Trakia University, Faculty of Agriculture, 6014, Stara Zagora, Bulgaria

The trout represents main reason to the development of fisheries, fish stocks and to the food security of Rodopi region where agriculture is limited. The purpose of the present paper was to study the aquaculture of the Thracians from the region of the Rodopi Mountain.

We have used review of literature and regulations (laws, decrees, etc.) raw date from existing studies carried out by students to evaluate common patterns involved in the biological and socioeconomic impacts of fisheries.

Although fisheries development initiatives in the past 25 years in the Rodopi Mountain have focused on the development of sport fishing, trout fisheries continue to be a major source of commercial revenue for fishermen. Their lifestyle and culture connected directly to fish welfare, fish health, fishing and fish production were studied, as well as the appearance of the first fishery cooperation and production plants.

The opportunities and development needs of aquaculture in the Rodopi region were identified in the EU’s strategy, which included the flagship projects aimed at promoting methods of sustainable aquaculture. Today the tradition is preserved.


Hansen Tip II Thoracolumbar Disk Hastalığının Tedavisi İçin 3 Köpekte Kısmi Lateral Korpektomi ile Birlikte Dorsolateral Hemilaminektomi Kullanımı

Bouses S.1 , Zisis A.2 , Kazakos G.2, Prassinos N. N. 2

1 Beşinci sınıf öğrencisi, Veterinerlik Fakültesi, Selanik Aristotle Üniversitesi, Yunanistan 2 Küçük Hayvan Kliniği, Veterinerlik Fakültesi, Selanik Aristotle Üniversitesi, Yunanistan

3 farklı köpek vakasında Hansen tip II thoracolumbar disk hastalığı, Kısmi Lateral Korpektomi (Partial Lateral Corpectomy - PLC) ve dorsolateral hemilaminektomi (Dorsolateral Hemilaminectomy - DH) kullanılarak tedavi edilmiştir.

İlk vaka 39 kilo olan, bir yılı aşkın süredir ataksi hastalığına sahip ve son iki haftadır köpeğin ayakta durmasına olanak tanımayacak kadar kötüleşmiş bir Kafkas Çoban Köpeğini kapsamaktadır. İkinci vaka 28.4 kiloluk son 4-5 gündür paraplegiası olan bir melez köpektir ve son olarak üçüncü vaka, 23 kilo olan ve son iki haftadır nonambulatory paraparesisi olan bir Dalmaçyalıdır. Omurilik ventral sıkışması, miyelografi ile belirlenmiştir. Hansen tip II intervertebral disk hastalığı teşhisi cerrahi yolla doğrulanmıştır. Dekompresyon, DH ve PLC yoluyla, 1-1.5 cm uzunluğunda 2 burr kullanılarak, etkilenmiş diskin komşusu olan vertebra gövdesinin ve dorsal annulus fibrosusun eksizyonu ile sağlanmıştır.

Tüm köpekler ameliyattan sonra gezebilir hale gelmiştir. Operasyondan sonraki 14-20 aylık kontrol ve izleme süreci, bu yöntemin etkinliği hakkında cesaret verici sonuçlar vermektedir.

PLC prosedürü yenilikçi ve daha yaygın tekniklere göre avantajları olan bir yöntem gibi görünmektedir. Her ne kadar DH ve PLC birlikte kullanıldığında vertebranın dayanıklılığı konusunda daha derinlemesine araştırma gerekiyor olsa da bu yöntem, seçilmiş Hansen tip II intervertebral disk vakalarında etkinliğini kanıtlamıştır.


Partial Lateral Corpectomy Combined with Dorsolateral Hemilaminectomy for the Treatment of Hansen Type II Thoracolumbar Disc Disease in 3 Dogs

Bouses S.1 , Zisis A.2 , Kazakos G.2, Prassinos N. N. 2

1 5th year student, Faculty of Veterinary Medicine, Aristotle University of Thessaloniki, Greece 2 Companion Animal Clinic, Faculty of Veterinary Medicine, Aristotle University of Thessaloniki, Greece

Three cases of thoracolumbar type II, according to Hansen, disc disease in dogs treated with Partial Lateral Corpectomy (PLC) combined with Dorsolateral Hemilaminectomy (DH) are reported.

The first case was a Caucasian Shepherd Dog, weighting 39 kg, with ataxia for over a year, which worsened during the last 2 weeks making the dog unable to stand. The second one was a mongrel, weighting 28.4 kg, with paraplegia for the last 4 – 5 days and and the third one was a Dalmatian, weighting 23 kg, with nonambulatory paraparesis for the last 2 weeks. Spinal cord ventral compression was determined by myelography. Diagnosis of Hansen type II intervertebral disc disease was confirmed surgically. Decompression was accomplished via DH along with PLC, using a burr, of 1 – 1.5 cm length of the two, adjacent to the affected disc, vertebral bodies, and dorsal annulus fibrosus excision.

All dogs were ambulatory soon after surgery. Follow-up for a period of 14 – 20 months post-op gave us encouraging results as far as the efficiency of this method is concerned.

PLC seems to be an innovative procedure, which advantages compared to more popular techniques. Although farther research is needed relative to the stability of vertebrae when DH is combined with PLC, the later may prove useful in selected cases of Hansen type II intervertebral disc disease.


ELISA Yöntemi ile Süt ve Süt Ürünleri Aflatoksin M1 Aranması

A. Cem Nizamlioğlu

İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Besin Hijyeni ve Teknoljisi Anabilim Dalı, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

Aflatoksinler, özellikle Aspergillus flavus, Aspergillus parasiticus ve Aspergillus nomius olmak üzere, diğer bazı Aspergillus, Penicillium ve Rhizopus türleri tarafından uygun sıcaklık ve rutubet koşullarında sentezlenen ikincil fungal metabolitlerdir. Çalışma, piyasada satılan çeşitli süt ürünlerinde, AFM1 varlığı yönünden incelemek amacıyla yapılmıştır.

Bu çalışmada 50 adet beyaz peynir, 50 adet kaşar peyniri, 50 adet eritme peyniri, 40 adet çiğ süt, 40 adet yoğurt, 40 adet ayran ve 40 adet tereyağı olmak üzere toplam 310 süt ve süt ürünleri örneği numune olarak kullanılmıştır.

Numunelerin 266 (% 85.80) adedinde AFM1 tespit edilmiş, 44 (% 14.20) adedinde ise ölçülebilir sınırlar içerisinde (ELISA yöntemi ve cihazında ölçülebilir minumum limit; peynir çeşitleri için 50 ng/ kg (ppt) ve altı, süt ve diğer süt ürünleri için ise 5 ng/ kg ve altı limitlerdir) AFM1 tespit edilememiştir. Numunelerin 84 (% 27.09) adedinde ise AFM1 miktarının Türk Gıda Kodeksi’ne göre, kabul edilebilir sınırlarınüzerinde olduğu saptanmıştır.

Çalışmada tespit edilen AFM1 miktarının, yüksek seviyelerde olduğu belirlenmiştir. Süt ve süt ürünlerinin hijyenik olmayan ortamlarda hazırlanması ve üretilen ürünlerin uygun koşullarda muhafaza edilmemesi, AFM1 miktarının yüksek seviyelerde çıkmasına sebep olabilir.

Halk sağlığının korunması açısından büyük önem arz eden bu konuda alınacak ilk önlem, yemlerde oluşan aflatoksinlerin kontrol altına alınmasıdır. Bunun için de, birçok ülkede olduğu gibi, süt hayvanlarına verilen yemlerin iyi kontrol edilmesi ve yemlerde bulunmasına izin verilen AFB1 miktarının daha aşağılara düşürülmesi gerekmektedir.


Identification of Aflatoxin M1 in Milk and Milk Products by ELISA Method

A. Cem Nizamlioğlu

Department of Food Hygiene and Technology, Faculty of Veterinary Science, İstanbul University, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

Aflatoxins, especially Aspergillus flavus, Aspergillus parasiticus and Aspergillus nomius are secondary fungal metabolites synthesized by some other Aspergillus, Penicillium and Rhizopus kinds under suitable heat and humidity conditions. This work was carried out to investigate, the presence of AFM1, in a variety of milk and milk products available for consumption.

In this study, 310 samples of milk and milk products were used. Among these samples were 50 pieces of cheese , 50 pieces of kashar cheese, 50 pieces of processed cheese, 40 bottles of raw milk, 40 containers of yoghurt, 40 containers of butter milk and 40 packets of butter.

In the study, 310 milk and milk product samples (170 from Konya and 140 from Erzurum) were collected and analysed to detect the AFM1. In 266 of the samples (85.80%) AFM1 was detected but in 44 (14.20%) of them, it was not (minimum limits were 50 ng/kg (ppt) and below for cheese types, 5 ng/kg and below for milk and milk products). It was found out that the amount of AFM1 was above acceptable standards in 84 of the samples in accordance with Turkish Food Codex.

The AFM1 amount detected in the study was found high, which is alarming for health. The fact that milk and milk products are produced in unhygenic places and that they are not kept under conditions may cause AFM1 amount to be high. The first precaution to take in this case is to control aflatoxins that appear in feed. The reason for this is that it is more diffucult to control aflatoxins after contaminated feed is eaten by the animals that produce milk. Once these animal have eaten contaminated feed, the only efforts that may be made are to eliminate the aflatoxin in the contaminated feed with bisulphite and try to divide it into pieces using ultraviolet light.


İnfeksiyoz Hastalıklara Karşı Nanoteknolojinin Önemi

Burak Gümürcinler1, Alp Emre Yıldız1, Mehmet Cemal Adıguzel2

1 İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi İkinci Sınıf Öğrencisi, 34320 Avcılar, İstanbul, Türkiye2 İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı 34320 Avcılar, İstanbul, Türkiye

Nanoteknoloji klinik tıp ve araştırmalarında, nanoölçüde olan materyallerin (<1-100nm) üretimine ve uygulamasına imkan sunmaktadır. Nanomateryallerin benzersiz boyutları hem tedavi hem de tanı araçlarının gelişmesinde kullanılmaktadır. Medikal alanda nanotıp olarak bilinen nanoteknoloji ile kanser, ilaç dizaynı, metabolik hastalıklar, otoimmun hastalıklar, infeksiyöz hastalıkların tedavisi ve önlenmesi gibi alanlarda faydalanılabilmektedir. Nanopartiküllerin yüksek yüzey alanları ve küçük boyutları nedeniyle biyolojik ve bariyer sistemleri kolaylıkla geçebilirler. Bazı hastalıkların klinik tanısında nanopartiküller kullanılarak tek bir hücre ile tanısı konabilmektedir. Yakın gelecekte nanopartikül ve sistemleri tanı ve tedavide yaygın olarak kullanılabilecek bir potansiyele sahiptir.


The Important of Nanotechnology Against Infectious Disease

Burak Gümürcinler1, Alp Emre Yıldız1, Mehmet Cemal Adıguzel2

1 Second Grade of Student, Faculty of Veterinary Medicine, Istanbul University, 34320 Avcilar, Istanbul, Turkey 2 Department of Microbiology, Faculty of Veterinary Medicine, Istanbul University, 34320 Avcilar, Istanbul,

Turkey

Nanotechnology provides the implementation and production of materials that are in the nanoscale range (<1-100 nm) in clinical medicine and research. Unique size properties of nanomaterials are using to develop both new therapeutic and diagnostic tools. Nanotechnology which is known as nanomedicine in the medical field are exploited diagnosis, prevention or treatment of infectious disease, cancer, drug design, metabolic diseases and autoimmune diseases. Due to the high surface area and small size of nanoparticles, it can access biological and barrier systems. Clinically diagnosis of some disease will be able to identify with a single cell using nanoparticles. There is a potential for nanoparticles and systems to become useful for diagnosis and therapeutic in the near future.


Beç tavuğu (Numida meleagridis) ve Hindi (Meleagridis gallapova) Os Hyoideum’u Üzerinde Karşılaştırmalı Makro-Anatomik İncelemeler

Ece Saydul1, Ramazan İlgün2 ve Nilgün Kuru3

1Aksaray Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 68100, Aksaray, Türkiye2Aksaray Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, 68100, Aksaray, Türkiye

3Cumhuriyet Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, 58079, Sivas, Türkiye

Bu araştırmada Numididae familyasında yer alan beç tavuğu ve hindinin os hyoideum’ları karşılaştırmalı olarak incelenmiş ve önemli farklılıklar ortaya konulmuştur.

Çalışma materyali olarak Aksaray Orman ve Su İşleri Şube Müdürlüğü kanatlı üretim istasyonundan daha önce çeşitli nedenlerden ölmüş olarak elde edilen erişkin erkek 5 beç tavuğu ve 5 adet hindi kemiklerinin maserasyonu ilgili teknik esaslara göre yapıldı. Bunun için üzerinde çalışılan materyallerin cranium’ları formaldehitsiz olarak %10 oranında NaHCO3 eklenmiş suda 5 saat kaynatıldıktan sonra % 5 lik H2O2 li suda 5-10 dk bekletilip maserasyona bırakıldı. Os hyoideum’lar titiz bir çalışma ile incelemeye hazır hale getirilip digital kumpas (A Marka, 200 ml, Germany) ile ölçüleri alındı. Fotoğraf makinasıyla (Canon CE500,Japan) görüntülendi. Terminolojik ifadelerin yazılımında Nomina Anatomica Avium esas alındı.

Beç tavuklarında ve hindilerde çift kıkırdaksal olarak bulunan os entoglossum’ların lateral’e yönelmiş yüzlerinin derin birer fossa oluşturmakta olduğu görüldü. Entoglossal kemik basihyoideum’a bağlanarak beç tavuğunda öne doğru sivrilmiş yassı vaziyetteyken, hindilerde daha keskin bir ok ucu şeklindeydi.

Beç tavuklarında os hyoideum’un ramus hyoideus’u oluşturan kısa kıkırdakları lateral olarak cranium’a doğru yanlardan basık dışbükey olarak seyretmekte iken hindilerde aynı isimli kollar daha fazla dışbükey lateral’e doğru uzanmakta ve daha uzun şekillenmekteydi.


Comparative Macro-Anatomical Investigations on Os Hyoideum in Guinea Fowls (Numida meleagridis) and Turkeys (Meleagridis gallapova)

Ece Saydul1, Ramazan İlgün2 ve Nilgün Kuru3

1Aksaray University, Fac.of Veterinary Medicine, 68100, Aksaray, Turkey2Aksaray University, Fac.of Veterinary Medicine, Department of Anatomy, 68100, Aksaray, Turkey

3Cumhuriyet University, Fac.of Veterinary Medicine, Department of Anatomy, 58070, Sivas, Turkey

This study, os hyoideum of the guinea fow land turkeys belongs to Numididae family was comparatively analyzed and revealed important differences.

The os hyoideum of 5 Guinea Fowls and 5 Turkeys in 4-5 years old and obtained from the Aksaray forestry and water affairs directorate of the poultry production station were macerated, after 5 hours boiling in the water without formaldehyde and added 10% NaHCO3 and leaving 5-10 min. in the water with H2O2. Os hyoideum were prepared with carefully to examine and were measured with the digital compass ( A mark, 200 ml, Germany), photographed with (Canon CE500, Japan). For the terminology Nomina Anatomica Avium was used.

The faces oriented laterally of the os entoglossum situated in pairs as a cartilage forming a deep fossa were observed in the Guinea fowl and turkeys. Entoglossal bone connected to the basihoideum pointed flat condition in the guinea fowl, turkeys were sharper shape fan arrow head.

In the guinea fowl the short cartilage generating the ramus hyoideus of the os hyoideum side of the flatten convex shape while extended lateraly towards to the cranial in the turkeys arms of the same name extended the more convex to the lateral and were formed longer.


FXID’nın Trakya Bölgesindeki Holstein Sığır Populasyonu Üzerindeki Prevalansı

Kozet Avanus1, Ahmet Altınel1, Deniz Uras2, Enikö Kiraly1

1İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Zootekni Anabilim Dalı, 24320, Avcılar, İstanbul2Bahçeşehir Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Genetik ve Biyoinformatik Anabilim Dalı, 34353, Beşiktaş,

İstanbul

Holstein, süt sığırcılıkta en sık kullanılan sığır ırkıdır. Bu ırkın döllenmesi dünya çapında suni tohumlama ile gerçekleştirmektedir. Bu amaç için kullanılan az sayıdaki boğalar kalıtsal resesif hastalıkların dünya çapındaki oranını arttırmaktadır.

Holstein sığırların en önemli kalıtsal resesif hastalığı olan Faktör XI noksanlığı (FXID)’nı belirtmektir.

Faktör XI plazma koagulasyonunda rol oynamaktadır. Hasta bireylerin gösterdikleri klinik belirtiler; göbek kordonundan devamlı kanama, boyun kesimi ve kastrasyon sonrası devamlı kanama, pnömoni, metritis ve mastitise yatkınlık, sütte kan, pembe kolostrum.

Homozigot ve heterozigot bireylerin doğum oranı ve sağlıklı buzağı doğma oranı düşüktür.

FXID’de meydana gelen mutasyon 27. kromozomun 12. exonunda 76 bç’li bir segment meydana getirmektedir (AT(A)28TAAAG(A)26GGAAATAATAATTCA).Normal bir FXI geni 244 bç’e sahipken mutant gen 320 bç’li segment sergilemektedir.Bu çalışma Türkiye’nin Trakya bölgesinde konu hakkında yapılan ilk çalışma olabilir. Trakya bölgesindeki 5 farklı özel işletmeden, 287 Holstein sığırın V. Jugularisinden kan örnekleri alındı. DNA Exiprep TM16 Plus otomatik nükleik asit ekstraksiyon sistemi ile izole edildi. DNA bölümü aşağıdaki primer çiftlerin yardımıyla enzimatik olarak çoğaltıldı;

F 5’- CCCACTGGCTAGGAATCGTT- 3’ ve R 5’-CAAGGCAATGTCATATCCAC- 3’.

PCR sonucu %2’lık agar jelde görselleştirildi. Bütün sonuçlar 234 bç gösterdi. Bu çalışmada kullanılmış olan hiç bir Holstein sığırı FXID’ye sahip değildi. Aynı anda heterozigot bireylere de rastlanmadı.

FXID’nin Türkiye çapındaki prevalansını belirtmek için ilerleyen zamanlarda çalışmalar yapılmalıdır.


The Prevalance of FXID in Holstein Cattle Population in Thrace Region of Turkey

Kozet Avanus1, Ahmet Altınel1, Deniz Uras2, Enikö Kiraly1

1Department of Animal Breeding and Husbandry, Faculty of Veterinary Medicine, Istanbul University, 34320, Avcilar, Istanbul, Turkey.

2Department of Genetics and Bioinformatics, Faculty of Arts and Sciences, Bahcesehir University, 34353, Besiktas, Istanbul

Holstein is the most common cattle breed that is being used in dairy farming. Reproduction of Holstein breed worldwide is mostly being made by artificial insemination. Intensive usage of a few elite sires caused the increase in the ratio of inherited recessive diseases in Holstein breed all around the world. The aim of this study is to determine the frequency of Factor XI Deficiency (FXID) which is one of the most important autosomal recessive genetic disease in Holstein cattle.

Factor XI plays a role mainly in plasma coagulation. The affected animals show symptoms like continued bleeding from umbilical cord, continued bleeding after dehorning and castration, lower resistance of pneumonia, mastitis, metritis and reduced reproductive performance and affected cows frequently have pink-colored colostrum. Homozygous and heterozygous cattle might exhibit lower calving and calf survival rates. The mutation causes of FXID consist of a 76bp segment (AT(A)28TAAAG(A)26GGAAATAATAATTCA) insertion into exon 12 of FXI gene which is located on chromosome 27. The wild type allele of FXI gene shows 244bp while the mutant one exhibits 320bp. This might be the first study performed on FXID in Thrace region of Turkey. Blood samples of 287 Holstein cattle were taken from the jugular vein from private dairy farms located in 5 different cities of Thrace. DNA was isolated from blood samples by ExiprepTM 16Plus automated nucleic acid extraction system. FXI gene was amplified with following primer pairs; F 5´-CCCACTGGCTAGGAATCGTT-3´and R 5´-CAAGGCAATGTCATATCCAC-3’. PCR products were visualized on 2% agarose gel. All samples showed 234 bp. The scanned Holstein cattle in Thrace region were not affected by FXID and also they were not carriers of the disease. Further investigations might be carried out to identify the prevalence of FXID in other regions of Turkey


Clostridium difficile’nin Gıdalardaki Varlığı

Esra Akkaya1,Enver Baris Bingol1, Hamparsun Hampikyan2, Karlo Muratoglu1

1İstanbul Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Besin Hijyeni ve Teknolojisi Anabilim Dalı, Avcılar, 34320 İstanbul, Türkiye

2Beykent Üniversitesi, Uygulamalı Bilimler Yüksek Okulu, Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümü, 34500,İstanbul, Türkiye

Clostridium difficile, gram pozitif, anaerob, sporlu, çomak şeklinde bir bakteri olup özellikle hastane kaynaklı olan etken psödomembranoz kolit, toksik megakolon, intestinal perforasyon ve diareye sebep olur. C. difficile infeksiyonlarının esas sebebi antibiyotik kullanımından kaynaklanmaktadır; ileri yaş, uzun süreli hastane yatışları ve bazı antibiyotik ajanlarına maruz kalma da infeksiyon oluşumunda diğer risk faktörlerini oluşturmaktadır. Bakterinin virülansı toksinlerine (enterotoksin, sitotoksin ve binary toksin) dayanmaktadır. Etken hastanelerden başka toprakta, suda, su ürünlerinde, kasaplık hayvanlar ve kanatlılarda tespit edilmiştir. Gıda, hayvanlardan insanlara geçiş yollarından birini oluşturabilmektedir. Bu nedenle, C. difficile için yeni bir potansiyel rezervuar olarak identifiye edilmektedir. Son yıllarda yayınlanan verilerde insan ve hayvan izolatlarının karşılaştırılması ile C. difficile’nin gıdalardaki varlığı desteklenmiştir.

Bu derleme ile C. difficile’nin gıda tüketimi ile hayvanlardan insanlara buluşabileceği ve C. difficile’nin potansiyel bir gıda patojeni olabileceği vurgulanmak istenmiştir.


Presence of Clostridium difficile in Foods

Esra Akkaya1,Enver Baris Bingol1, Hamparsun Hampikyan2, Karlo Muratoglu1

1 Department of Food Hygiene and Technology, Faculty of Veterinary Medicine, Istanbul University, Avcilar, 34320 Istanbul, Turkey

2 Beykent University, The School of Applied Sciences, Department of Gastronomy and Culinary Arts, 34500, Istanbul, Turkey

Clostridium difficile is a gram-positive, anaerobic, spore-forming, rod-shaped nasocomial bacteria which cause pseudomembranous colitis, toxic megacolon, intestinal perforation and diarrhea. The main cause of C. difficile infections (CDI) is antibiotic usage; also advanced age, long duration of hospitalization and exposure to certain antimicrobial agents are the other risk factors for CDI. The main virulence of the bacteria depends on its toxins (enterotoxin, cytotoxin and binary toxin). It is detected in the soil, water, water products and food animals other than hospitals. Foods could be one of the transmission routes from animals to humans, so it is identified as new potential reservoirs for C. difficile. Data published recently compared human and animal isolates and revealed the presence of C. difficile in food strongly.

This review emphasizes the transmission of C. difficile from animals to humans via food consumption and shows up if C. difficile is a potential food-borne pathogen.


Staphylococcus Mastitleri ve Zoonoz Önemi

Ferhat Urluca, Serkan İkiz, Beren Başaran Kahraman

İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Mikrobiyoloji ABD, Besin Hijyeni ve Teknolojisi ABD İstanbul,Avcılar

İnsan beslenmesinde önemli bir yere sahip olan sütün bileşimi ve besleyici değeri, elde edildiği hayvanın ya da memelerinin bazı mikroorganizmalar tarafından hasta edilmesinden sonra değişmektedir. Mastitis nedeniyle sütte, memede ve inekte infeksiyonu oluşturan mikroorganizmaların özelliklerine göre semptomlar oluşmaktadır. Subklinik mastitisler, klinik mastitis olgularına göre daha yaygın olarak bulunmakta ve daha fazla ekonomik kayba neden olmaktadır. Mastitis olgularında birçok etken izole ve identifiye edilmiştir. Bu etkenlerin çok önemli bir kısmını bakteriler oluşturmaktadır.

Mastitis etkeni olarak 130’dan fazla mikroorganizma izole edilmesine rağmen mastitisli süt örneklerinden sıklıkla Staphylococcus aureus, Streptococcus spp. ve Enterobactericeae familyasında yer alan bakteriler izole edilmektedir. Daha seyrek olarak da, Corynebacterium bovis, Bacillus subtilis, Bacillus cereus, Micrococcus spp., Candida albicans, Cryptococcus spp, Nocardia spp. gibi çeşitli mantar ve bakterilerin neden olduğu bildirilmiştir. Türkiye’de farklı bölgelerde yapılan araştırmalarda da Staphylococcus aureus, Staphylococcus spp., Streptococcus spp. ve Enterobactericeae familyasına ait bakteriler izole ve identifiye edilmiştir. Yapılan çalışmalar sonucunda çiğ ve özellikle subklinik mastitli sütlerin, besin zehirlenmesinde rol oynayan enterotoksijenik S.aerus’lar açısından yüksek oranda bir risk oluşturabileceği sonucuna varılmıştır. Ayrıca sonuçlar, sağım öncesi meme hijyeninin ve sağılan memenin düzenli olarak sağlık kontrolünün zorunlu olduğunu göstermiştir.


Staphylococcus Mastitis and Zoonotic Importance

Ferhat Urluca, Serkan İkiz, Beren Başaran Kahraman

İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Mikrobiyoloji ABD, Besin Hijyeni ve Teknolojisi ABD İstanbul,Avcılar

Contents and nutritional values of milk which is important for human nutrition may be chanced with sistemic or mammary gland infection of host animals. Mastitis cases can be symptomatic or subclinic depending on the causative agent and host.Subclinic mastitis are more common than clinic mastitis also cause economic losses.There are a lot of factors were isolated and identified.These factors constitued significiat part of bacterias.

Even though there were isolated more than 130 factors for mastitis , Staphylococcus aureus, Streptococcus spp. and Enterobactericeae were isolated frequently and Corynebacterium bovis, Bacillus subtilis, Bacillus cereus, Micrococcus spp., Candida albicans, Cryptococcus spp, Nocardia spp. were isolated rarely in mastitis milk.The result of obtained from investigation indicate that raw milk and milk obtained from dairy cows with subclinic mastitic cause a great risk fort he public health for enterotoxin producing S.aerus which plays an imporant role in food poisoning.Thus,the results show that before swidling ,the udder hygiene should be given at most care and the udder should be inspected systematically.


Kanatlı Hayvanların Yeni Bir Patojeni: Helicobacter pullorum

Ilgın Kekeç, Beren Başaran Kahraman, Seyyal Ak

İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, 34320 Avcılar, İstanbul

Son yıllarda tanınan Enterohepatik Helicobacter cinslerine dâhil olan H. pullorum’ un tavukçuluk sektörünü etkileyebilecek önemli bir patojen olduğu düşünülmektedir. Ayrıca etkenin gıda kaynaklı zoonoz olma ihtimalinin yüksek olması ve insanlarda gastroenterit, karaciğer ve safra kesesi hastalıklarıyla ilişkisi olduğunun düşünülmesi, şiddetli diare ile sonuçlanan vakalardan izole edilmesi etkenin önemini daha da arttırmaktadır. Bu derlemede H. pullorum’ un etiyolojisi, epizootiyolojisi, tanısı ve önemi tartışılmıştır.


A New Pathogen in Poultry: Helicobacter pullorum

Ilgın Kekeç, Beren Başaran Kahraman, Seyyal Ak

Istanbul University, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Microbiology 34320 Avcılar, İstanbul

Enterohepatic Helicobacter species, including H. pullorum, are increasingly recognized as microbial pathogens for the poultry industry. Also, H. pullorum has been high probability of being zoonotic food-borne pathogen and with relations of gastroenteritis, the liver and gall bladder disease in humans, isolation of the agent which cases with severe diarrhea increased the value of the agent. In this review, H. pullorum’s etiology, epizootiology, diagnosis and significance are discussed.


Öğrenci Yemekhanesinde Gıda Personelinin El Hijyen Kalitesi

Inga Piron1, Aysen Çoban2, Ali Aydın2, Serkan İkiz3

1İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi, 34320 Avcılar, İstanbul, Türkiye2İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Gıda Hijyeni ve Teknolojisi Anabilimdalı, 34320 Avcılar, İstanbul,

Türkiye3İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilimdalı, 34320 Avcılar, İstanbul, Türkiye

Gıda servis çalışanlarının elleri kötü personel hijyeni veya çapraz kontaminasyon nedeniyle gıda kaynaklı hastalıkların bulaşmaları için vektör oluşturabilmektedir. Örnek olarak, gıda personeli tuvaleti kullanırken ellerini kontamine edebilir veya bakteri gıda personeli eli aracılığıyla çiğ etten salata yeşilliklerine yayılabilir. Bu çalışmada, öğrenci yemek üretim işletmesinde çalışan gıda personelinden alınan örneklerin hijyenik kalitesi araştırıldı. Koagulaz pozitif S. aureus ve koliform bakteri personel ellerinden analiz edildi. Öğrenci yemekhanelerinde çalışma noktalarına bağlı olarak , gıda işleyenlerin ellerinde S. aureus ve koliform bakteri az veya çok olarak saptanmıştır.

Sonuç olarak, yüksek oranda personel ellerinde bulunan bakterinin azaltımı personel bilinçlendirmesi ve HACCP ve GMP uygulamaları ile hijyen kontrolü, aynı zamanda uygun şartlar altinda ekipman temizliğinin geniş ölçüde problemi control altına almak için katkıda bulunacağı sonucuna varılmıştır.


Hand Hygiene Quality of Food Handlers in a Student Restaurant

Inga Piron1, Aysen Çoban2, Ali Aydın2, Serkan İkiz3

1Faculty of Veterinary Medicine, Istanbul University, 34320 Avcilar, Istanbul, Turkey2Department of Food Hygiene and Technology, Faculty of Veterinary Medicine, Istanbul University, 34320

Avcilar, Istanbul, Turkey3Department of Microbiology, Faculty of Veterinary Medicine, Istanbul University, 34320 Avcilar,

Istanbul,Turkey

The hands of food service employees can be vectors in the spread of foodborne disease because of poor personnel hygiene or cross-contamination. For example, food handlers might contaminate his hands when using the toilet, or bacteria might be spread from raw meat to salad greens by food handler’s hands. In this study, hygienic properties of samples taken from food handlers (n=100) working in student food production facilities are studied. The number of coagulase positive S. aureus and coliform bacteria were analyzed from personnel hands. In depends on working point in student restaurant, S. aureus and coliform bacteria were detected from food handlers more or less.

As a result, it is concluded that making personnel conscious of reduction of the bacteria found their hands at high levels, and controlling hygiene by carrying out up-to-date HACCP and GMP applications, also cleaning equipments under proper hygiene conditions contribute to the possibility of taking the problem under control to great extent.


Farklı Sığır Türlerinde Sütteki İmmunoglobulin G Konsantrasyonlarının Meme Sağliği ve Laktasyonla İlişkisi

Kristina Musayeva, Antanas Sederevicius

Litvanya Sağlık Bilimleri Veteriner Akademisi, Veteriner Fakültesi, Anatomi ve Fizyoloji Bölümü, Tilzes st. 18, LT – 47181 Kaunas, Litvanya

Sütteki Ig konsantrasyon değerleri birçok faktöre bağlıdır ve meme sağlığı ile direk olarak ilişkilidir. Bu çalışmanın amacı hayvan türleri ve meme sağlık durumları göz önünde bulundurularak sığırlarda laktasyonun çeşitli aşamalarında sütteki Ig konsantrasyonlarını ölçmek ve değerlendirmektir.

Çalışmanın deneysel bölümü LUHS VA Pratik eğitim ve ölçüm merkezinde gerçekleşmiştir. Çalışmada 20 farklı hayvan türü ( Litvanya Siyah –Beyaz, Hollanda Siyah-Beyaz, Alman Siyah- Beyaz) ve laktasyondan yararlanılmıştır. Her sığırdan toplam miktarın dörtte biri olacak şekilde süt örnekleri toplanmıştır. Alınan süt örnekleri ileri derece ölçüm-sayım cihazı Somascope ile somatik hücre sayısı (SCC) yönünden analiz edilmiştir. IgG içerikleri ELISA enzimatik metodu ile, işaretli antijen ve antikor yarışmasına dayanılarak tespit edilmiştir.

Tüm örneklerden elde edilen IgG konsantrasyonu 0.29±0.140 mg/ml olarak bulunmuştur. Somatik hücre sayısının artışıyla sütteki Ig konsantrasyonu da artış göstermiştir. Somatik hücre sayısı ve IgG arasındaki oran doğru orantılı olarak belirlenmiştir (Pearson r = 0,931, Spearman r = 0,854, p = 0,001 ). Değişik sığır türlerinin laktasyonlarında sütteki IgG konsantrasyonu önemli farklılıklar göstermemiş, 1. ve 2. laktasyonlarda oran 0,26±0,15 mg/ml iken 5. ve 6. laktasyonlarda 0,41±0,11 mg/ml oranında bulunmuştur. Değişik hayvan türlerinin IgG konsantrasyonuna etkisi çok az olarak tespit edilmiştir (p > 0.05).

Sığır sütündeki Immunoglobulin ve somatik hücre sayısı ilişkisini belirlemek amacıyla değişik çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.


The Concentration of Immunoglobulins G in Different Breed Cows Milk in Relation with Cow Udder Health and Lactation

Kristina Musayeva, Antanas Sederevicius

Department of Anatomy and Physiology, Faculty of Veterinary Medicine, Lithuanian University of Health Science Veterinary Academy, Tilzes st. 18, LT – 47181

Kaunas, Lithuania

The concentration of Igs in milk varies depending on different factors and contribute significantly to the maintainance of udder health. The aim of the present study was to evaluate the concentration of IgG in cows milk at the different stages of lactations depending on breed and udder health.

The experimental part of study was carried out at the LUHS VA Practical training and testing centre. Twenty variuos lactations and breeds (Lithuanian Black and White, Dutch Black and White, German Black and White) cows were used in the study. The milk samples were collected as a total quarter milk from each cow. Samples of milk were analysed for somatic cells count (SCC) performed by the heavy-duty counter-measurer Somascope. The contents of IgG were determined by the enzymatic method ELISA based on the competition between marked antigen-antibody.

The mean value for IgG concentration obtained from all the samples was 0.29±0.140 mg/ml, within the range generally considered as acceptable for mature milk. Milk IgG content increased with the increment of SCC. The relation between SCC and IgG content correlated significantly (Pearson’s r = 0,931, Spearman r = 0,854, p = 0,001. IgG concentration in milk not varied significantly of different cows lactations. It was determined that IgG concentration varied from 0,26±0,15 mg/ml (1st-2nd lactations) to 0,41±0,11 mg/ml (5-6th lactations). The cows breed influence on IgG concentration was not significant (p > 0.05).

Further studies are needed to clarify the relationships between Igs and SCC in cows milk.


Deneysel Abdominal Ameliyat Geçiren Tavşanlarda Deksmedetomidin ya da Deksmedetomidin Butarfanol Ön Tedavisi: Intraoperatif Parametrelerin

Karşılaştırılması

Maria Anastasia Papaioannou1, George M. Kazakos2, Ioannis Savvas2

1Veteriner Okulu, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Selanik Aristotle Üniversitesi, Yunanistan 2Anestezi ve Yoğun Bakım Ünitesi, Veteriner Okulu, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Selanik Aristotle Üniversitesi,

Yunanistan

Deksmedetomidin, anestezik ve ağrı kesici özellikleri olan bir alfa2-adrenerjik reseptör agonisttir. Butarfanol ise operasyon öncesinde ağrı kesici olarak kullanılan bir sentetik agonist antagonist opioiddir. Bu çalışmanın amacı, intraoperatif parametreler için ön tedavilere yönelik sadece deksmedetomidin ya da deksmedetomidin butarfanol kullanımını değerlendirmektir.

22 tavşan, rasgele iki gruba ayrılmıştır: grup D (n=11) deksmetomidin 150 μg/kg im ile ön tedavi edilirken grup DB (n=11), deksmedetomidin 50 μg/kg ve butorfanol 0.3 mg/kg im ile ön tedavi edilmiştir. Anestezi, tiyopenton ile başlatılmış ve oksijen içindeki izofloran ile korunmuştur.

Anestezinin başlatılması için gerekli olan Tiyopenton dozu (mean±SD), iki grupta (grup D 15.2±8.3 mg, grup DB 16.7±4.4 mg) farklılık göstermemiştir (p=0.08). Anestezi sırasında end-tidal izofloran (p=0.611)’da da gruplar arasında farklılık yoktur (grup D 1.4±0.3%, grup DB 1.5±0.3%). Intraoperatif DB grubu, D grubuna kıyasla önemli ölçüde (p=0.031) yüksek kalp atış hızı (201.2±34) ve önemli ölçüde (p=0.01) düşük ortalama atardamar basıncı (43.8 mmHg ± 16.1589) göstermiştir (bu rakamlar D grubu için sırasıyla 179± 25.6 ve 57.7±11.1 mmHg dır). Ayrıca her ne kadar iki grup arasındaki end-tidal CO2 farklı çok az olsa da, solunum oranı DB grubunda (23.8±7.2), D grubuna oranla (38.4 ± 12.7) çok daha düşük (p=0.01) olmuştur. Anestezi öncesinde arteryal kandaki medyan PO2, PCO2 ve pH değerleri, her iki grupta da aynıdır.

Her ne kadar tavşanlardaki deneysel ameliyatlarda deksmedetomidin ile butorfanol kullanımı insani deney tekniklerinin 3R prensipleri ile uyumlu olsa da, bunların birlikte kullanımı sadece deksmedetomidin kullanımına göre atardamar kan basıncını önemli ölçüde düşürüyor gibi görünmektedir. Bu durum, anestezik bir protokol hazırlanırken göz önünde bulundurulmalıdır.


Dexmedetomidine or Dexmedetomidine Butorphanol Premedication in Rabbits Undergoing Experimental Abdominal Surgery: A Comparison of

Intra-Operative Parameters

Maria Anastasia Papaioannou1, George M. Kazakos2, Ioannis Savvas2

1School of Veterinary Medicine, Faculty of Health Sciences, Aristotle University of Thessaloniki, Greece2Anesthesia and Intensive Care Unit, Veterinary School, Faculty of Health Sciences, Aristotle University of

Thessaloniki, Greece

Dexmedetomidine is an alpha2-adrenoceptor agonist with sedative and analgesic properties. Butorphanol is a synthetic agonist antagonist opioid, used as an analgesic during the perioperative period. The aim of this study was to evaluate dexmedetomidine alone or dexmedetomidine butorphanol used for premedication for intraoperatrive parameters.

Twenty-two rabbits were randomly allocated into two groups: group D (n=11) was premedicated with dexmetomidine 150 μg/kg im or group DB (n=11) which was premedicated with dexmedetomidine 50 μg/kg and butorphanol 0.3 mg/kg im. Anesthesia was induced with thiopentone and maintained with isoflurane in oxygen.

Thiopentone dose (mean±SD) required for induction of anesthesia was not significantly different (p=0.08) between groups (group D 15.2±8.3 mg, group DB 16.7±4.4 mg), as was the case for end-tidal isoflurane (p=0.611) during anesthesia (group D 1.4±0.3%, group DB 1.5±0.3%). Intraoperatively group DB presented significantly (p=0.031) higher heart rate (201.2±34) and significantly lower (p=0.01) mean arterial pressure (43.8 mmHg ± 16.1589) than group D (179± 25.6, 57.7±11.1 mmHg, respectively). Moreover respiratory rate was significant lower (p=0.01) in group DB (23.8±7.2) than in group D (38.4 ± 12.7) although difference between groups in end-tidal CO2 was not significant. Before induction of anesthesia median PO2, PCO2 and pH in arterial blood didn’t differ between groups.

In rabbit experimental surgery, dexmedetomidine with butorphanol although complies with the 3Rs principles for humane experimental techniques it seems to lower arterial blood pressure to grater extend than dexmedetomidine alone and this should be taken into consideration when planning an anesthetic protocol.


Barınaklarda Yetiştirilen Köpeklerde Görülen Psikolojik ve Pato-Etolojik Olaylar

Mehmed Halil

Hayvan Etoloji, Refah ve Hijyeni Birimi, Veteriner Fakültesi, Trakya Üniversitesi, 6000 Stara Zagora, Bulgaristan

Köpek davranış psikolojisi alanında çalışan çoğu araştırmacıya göre sinir-psikoloji patolojisi en zor kısımdır. Köpekler, diğer hayvanlarda da olduğu gibi, duyguları güçlü bir varlıktır, ve sinir sisteminin depresyon, tik gibi rahatsızlıklarının da bu hayvanlarda görüldüğüne dair kanıtlar mevcuttur. Bunların tedavileri çok zor ve bazen neredeyse imkansızdır.

Köpek psikolojik patolojisine dair sorunun etiyolojisine ışık tutan çok fazla literatür bulunmamaktadır. Bu yüzden bu iki soruya cevap bulmaya çalışıyoruz, köpeklerde en sık görülen psikolojik patoetolojik hastalıklar nedir ve sebepleri nelerdir ?

Yaptığımız çalışma ve topladığımız verilere göre, başıboş köpekler de ev hayvanları olan köpekler de bu tür rahatsızlıklardan etkilenmektedir. Bu olaya en az çalışan köpeklerde rastlanmaktadır. Burada bütün sorun köpek sahibinin yaklaşımından kaynaklanmaktadır. Bir hayvanın 3 haftalık yaşından 3aylık olan bölüme kadar huylarının oluştuğu ve karakterinin gelişmeye başladığı bilinmektedir. Bu dönem köpek sahipleri tarafından göz ardı edilmektedir. Hayvanın huyu bilindiği zaman sahibi onunla daha kolay iletişime geçebilmektedir. Elde edilen veriler göre hayvan sahiplerinin sadece %30’u köpeklerini barınağa bırakmaktadır. Bundan çok etkilenen köpekler ise başıboş köpekler olup sokak köpeklerinin sayısını arttırmaktadır.

Uygunsuz yetiştirme koşulları (hijyen ve teknolojik sorunlar, beslenme, veteriner hizmetleri) köpeklerde psikolojik hastalık seviyelerini hızlandırmaktadır. Stres faktörlerinin artışı bu hastalıkların oluşumunda esas faktördür.

Köpeklerde psişik karakterde gelişen hastalıklar 2 gruba ayrılabilir: Anksiyete bozukluk sendromu ve Obsessif – Kompulsif Sendom


Psychic Pathoethological Events in Dogs Reared in Shelters

Mehmed Halil

Animal Hygiene, Ethology and Welfare Unit, Faculty of Veterinary Medicine, Trakia University, 6000 Stara Zagora, Bulgaria

Most researchers working on the behaviour psychology of dogs believe that nervous-psychic pathology is the most challenging. The dog, similarly to other animals, is a sentient being and there are a lot of proofs that it suffers from nervous-psychic diseases (depressions, tics, manias, dementias etc.). They are difficult to be treated and even untreatable.

The detailed review of available literature on canine psychic pathology did not found out much data throwing light on the etiology of the problem. That is why, we aimed to provide answers to two questions – which are the main causes of psychic pathoethological diseases in dogs and which are the commonest psychic pathoethological diseases?

In the study, the following methods were applied a detailed review of literature on the scientific problem and structuring and analysis of data.

According to our research and data reported by others, stray dogs as well as pets are the most commonly affected. The lowest incidence is observed in working dogs. The main cause is the inadequate approach of the owner to the dog. It is demonstrated due to the lack of temperament typing, which should be necessarily done but it largely underestimated. The most relevant results from temperament typing of a puppy are obtained between the age of 3 weeks and 3 months. If the temperament type is known, the owner is already informed how to communicate with the dog. According to available data, only 30% of men leave the dog in a shelter. Most of affected dogs become stray dogs and contribute to the increasing of stray dog population.

The inadequate rearing conditions (hygiene and technological solutions, feeding, veterinary service) also could trigger psychic pathoethological processes. These are encountered in shelters. The duration of the influence of stress factors is essential for the development of pathoethological processes of psychic origin in dogs.

The types of pathoethological processes of psychic nature (psychoses) could be classified into 2 groups: anxiety disorders syndrome and obsessive-compulsive (maniacal-obtrusive) disorders. In order to avoid allowing the described behavioural symptomatics, it is necessary to have good knowledge of the etiology of these processes. In this relation, it is mandatory to implement classification of the dogs’ nervous system


Selenyum Saplementlerinin Yumurtanın Belli ÖzelliklerineYumurta Tavuklarına Zooteknik Yönden Etkisi

Miroslava Fasiangova1,2, Dana Kumprechtova3, Gabriela Borilova1,2

1University of Veterinary and Pharmaceutical Sciences Brno, Faculty of Veterninary Hiegene and Ecology, Department of Meat Hygiene and Technology, Brno, Czech Republic

2CEITEC — Central European Institute of Technology, University of Veterinary and Pharmaceutical Sciences Brno, Palackeho tr. 1/3, 612 42 Brno, Czech Republic

3Institute of Animal Science Praha Uhrineves, Czech Republic

Çalışmanın amacı selenyum saplementlerinin yumurta özelliklerine ve zootekni açısından yumurtlayan tavuklara etkisini araştırmaktır.

19 haftalık Bovans genotipindeki yumurta tavukları 6 gruba ayrıldı. T1 – T5 gruplarındaki tavukların beslenmesinde sodyum selenit saplementleri, selenyum mayası I, selenyum mayası II, Se-Metionin, selenyum mayası I artı sodyum selenit eklenmiş, kontrol grubu da basal diyet ile beslenmiştir. 21 günlük uygulamanın ardından yumurtalar toplanmış ve yumurtaların belirli özellikleri kontrol edilmiştir. Tazelik özellikleri 14, 28 ve 35 saklandıktan sonra kontrol edilmiştir.

Sonuçlar, yumurtanın beyazındaki selenyum konsantrasyonunun en az olduğu grupların T1 ve T6 (p<0,01) olduklarını göterdi. Yumurta sarısındaki en düşük selenyum konsantrasyonu T6 (p<0,001) grubunda görüldü. Diğer gruplarda yumurta ağırlığında, yumurta sarısı ağırlığında ya da yumurta üretimi konusunda kayda değer bir değişiklik görülmemiştir. 35 gün saklandıktan sonra yumurta beyazı pH’ı en en yüksek grup kontrol grubu (p<0,05) olmuştur. 35 gün saklamadan sonra yumurta sarısında en düşük pH değerleri T1 grubunda (p<0,05) görülmüştür. T1 grubun taze yumurtalarındaki HU değerleri kontrol grubuna göre kayda değer derecede yüksektir.

Bu çalışma selenyumun yumurta üzerindeki bahsedilen etkilerinin görülebilmesi için daha fazla zamana ihtiyaç duyulduğunu göstermiştir. Bu çalışma proje 2350 - 96 – SM242352 tarafından desteklenmiştir.


The Effect of Selenium Supplementation on Certain Egg Properties and Zootechnical Aspects of Laying Hens

Miroslava Fasiangova1,2, Dana Kumprechtova3, Gabriela Borilova1,2

1University of Veterinary and Pharmaceutical Sciences Brno, Faculty of Veterninary Hiegene and Ecology, Department of Meat Hygiene and Technology, Brno, Czech Republic

2CEITEC — Central European Institute of Technology, University of Veterinary and Pharmaceutical Sciences Brno, Palackeho tr. 1/3, 612 42 Brno, Czech Republic

3Institute of Animal Science Praha Uhrineves, Czech Republic

The aim of this study is determination the effect of selenium supplementation on certain egg properties and zootechnical aspects of laying hens.

Laying hens of genotype Bovans Brown in age 19 weeks were divided in 6 groups. Groups T1 – T5 were fed with diets supplemented with sodium selenite, selenium yeast I, selenium yeast II, Se-Methionine, selenium yeast type I plus sodium selenite and the control group was fed with the basal diet. After 21 days of treatment the eggs were collected and certain properties of eggs were determined. Properties of freshness were determined in fresh eggs and in eggs after 14, 28 and 35 days of storage.

The results showed the concentration of selenium in albumen was statistically the lowest in group T1 and T6 (p<0,01). The lowest selenium content in yolk was detected in group T6 (p<0,001). There are no significant differences neither in the values of egg weight, in the value of yolk weight, nor in the egg productivity among the groups. The highest values of albumen pH after 35 day of storage was observed in a control group (p<0,05). The group T1 showed the lowest values of yolk pH after 35 days of storage (p<0,05). The values of HU were significant higher in fresh eggs from the group T1 according to fresh eggs from control group.

This study showed the treatment need to last more time to show more significant differences between effects of mentioned selenium forms on egg properties. This work was supported by the project 2350 - 96 – SM242352.


Bulgaristan’da Bulunan Paenibacillus larvae Suşlarının Konvansiyonel Karakterizasyonu

Neşet Can Özdemir1, Yanitsa Rusenova2, Alexander Atanasoff1, Dimitrinka Zapryanova1, Nikolina Rusenova1

1Trakya Üniversitesi,Veteriner Fakültesi, Stara Zagora, Bulgaristan2Sağlık Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Sofya, Bulgaristan

Bu çalışmanın amacı klinik Amerikan yavru çürüklüğü hastalığı olan bal arılarından izole edilen Paenibacillus larvae suşlarının konvansiyonel yaklaşımlarla karakterize edilmesidir.

Yapılan deneylerde toplam 107 adet Paenibacillus larvae suşu bulunmaktadır. Konvansiyonel metodlar büyüklük, morfoloji ve biyokimyasal özellikleri içermektedir. Suşların TSBA besiyerinde kültürü yapılmış ve 37 °C aerobik ortamda 48-72 saat inkubasyona bırakılmıştır. Hemolitik aktivite ve koloni karakteristikleri incelenmiştir. Biyo-sınıflandırma mannitol ve salisinden asit, ve ayrıca nitrat indirgeme yeteneğine göre üç şekilde ayrılmıştır. Pozitif kontrol amaçlı Paenibacillus larvae NBIMCC 8478 suşu referans olarak bulundurulmuştur.

Pigmentsiz ve düzensiz tip (R-tipi) koloniler ve turuncu-kahverengi renkli parlak, düzgün tip (S-tipi) koloniler olmak üzere iki farklı morfolojik türde koloni tespit edilmiştir. S-tipinden yapılan alt kültür örnekler daha az pigmentasyon özelliği göstermiştir. Suşların büyük çoğunluğu β-hemoliz (91%), kalanı ise γ-hemolitik özelliktedir. Beş adet biyotip tespit edilmiş, I, III, IV, VIII ve V, V grubu referans suş olarak kullanılmıştır.

Paenibacillus larvae suşlarının biyotipleri hakkında elde edilen bulgular Bulgaristan’da bulunan Amerikan yavru çürüklüğü hastalığının kontrolü ve infeksiyonun kaynağını araştırma amacıyla kullanılabilir ve aynı zamanda ülkedeki epidemik sorunlara da dikkati çekmektedir.


Conventional Characterization of Paenibacillus larvae Strains in Bulgaria

Neşet Can Özdemir1, Yanitsa Rusenova2, Alexander Atanasoff1, Dimitrinka Zapryanova1, Nikolina Rusenova1

1Trakia University, Faculty of Veterinary Medicine, Stara Zagora, Bulgaria2Medical University, Pharmaceutical Faculty, Sofia, Bulgaria

The purpose of the present study was to characterize the Paenibacillus larvae strains isolated from bee brood with clinical American foulbrood disease by some conventional approaches.

A total of hundred and seven Paenibacillus larvae strains were included in the experiments. Conventional methods were based on their growth and morphology, and biochemical properties. Strains were cultured on tryptic soy blood agar and incubated aerobically at 37 °C for 48-72 h. The hemolytic activity and colony characteristics were examined. Biotyping was based on three substrates: acid from mannitol and salicin and nitrate reduction ability. A reference strain Paenibacillus larvae NBIMCC 8478 was used as a positive control.

Two colony morphology types were established: non-pigmented irregular type (R-colonies) and orange-brown pigmented shiny smooth type (S-colonies). Subculturing of S-type showed lesser degree of pigmentation. The majority of strains gave β-hemolysis (91%), the rest were γ-hemolytic. Five biotypes were detected-I, III, IV, VIII and V for the reference strain.

The obtained information about the biotypes of Paenibacillus larvae strains could address epidemiological issues in Bulgaria with regard to tracing the source of infection and controlling the American foulbrood disease.


Staphylococcus aureus Enfeksiyonunun Köpeklerde Trigliserid Konsantrasyonuna Etkisi

Onur Berber, Dimitrinka Zapryanova, Nikolina Rusenova, Alexander Atanasov, Anton Rusenov, Teodora Mircheva

Trakia University, Faculty of Veterinary Medicine, Stara Zagora, Bulgaria

Bu çalışmanın amacı Staphylococcus aureus enfeksiyonunun köpeklerde trigliserid (TG) consantrasyonuna etkisinin 21 gün zarfında incelenmesidir. Bunun için, 2 yaşında 9 melez erkek köpeğin (deney grubu) ve 6 köpeğin (kontrol grubu) plazmalarındaki TG consantrasyonu belirlenmiştir.

Bu deney Veterinerlik Fakültesinin Etik Komitesi tarafından onaylanmıştır. Enfeksiyon, S. aureus suşunun, 24 saat inkubasyon süreli broth kültürünün suspansiyonunun (5 mL, yoğunluk: 3.1x109 cfu/mL) lumbar bölgeye subkutan enjeksiyonu ile gerçekleştirilmiştir. Kontrol grubunda aynı bölgeye aynı miktarda salin solusyonu enjekte edilmiştir. Kan örnekleri, inokulasyon öncesi, v. cephalica antebrachii delinerek heparinli tüplere alınmış sonra 6., 24., 48., 72. saatlerde ve 7, 14, 21 günlerde alınmış ve Almanya, Human Diagnostics’ten gelen bir kit ile incelenmiştir .

TG konsantrasyonları staphylococcal enfeksiyondan az etkilenmiştir. Deney grubunda ilk değerler (inokulasyon öncesi) 0,32±0,02 mmol/L olmuş, bundan 24 saat sonra TG değerleri düzenli olarak artmış (0,44±0,03 mmol/L) ve 48. saatte 0,47±0,02 mmol/L değerine ulaşmıştır. 7. gün değerler gözle görülür ölçüde artmıştır-0,58 mmol/L. Tüm deney boyunca bütün değerler tür için güvenli seviyelerde seyretmiştir. Sonuçlar, deneysel olarak S. aureus ile enfekte edilen köpeklerde trigliserid konsantrasyonunun pek etkilenmediğini göstermiştir .


Effect of Staphylococcus aureus Infection on Triglyceride Concentrations in Dogs

Onur Berber, Dimitrinka Zapryanova, Nikolina Rusenova, Alexander Atanasov, Anton Rusenov, Teodora Mircheva

Trakia University, Faculty of Veterinary Medicine, Stara Zagora, Bulgaria

The main purpose of this study was to investigate the effect of Staphylococcus aureus infection on triglyceride concentrations (TG) in dogs during period of 21 days. For that, TG levels were defined in plasmas from 9 mongrel male dogs (in experimental group) and 6 dogs (in control group) at the age of 2 years.

The experiment was approved by the Ethic Committee at the Faculty of Veterinary Medicine. The infection was reproduced by application of a suspension of 24 hours broth culture of S. aureus strain (5 mL, density: 3.1x109 cfu/mL) in the lumbar region subcutaneously in experimental animals whereas the control dogs were injected with the same volume of saline solution. Blood samples were collected from the puncture of the v. cephalica antebrachii into heparinized tubes before inoculation then at hours 6, 24, 48, 72 and on days 7, 14, 21 and were determined by a kit from Human Diagnostics, Germany.

TG concentrations were slightly influenced by staphylococcal infection. In the experimental group, initial levels (before inoculation) were 0,32±0,02 mmol/L and 24 hours after this, the TG concentrations showed consistent upward trend (0,44±0,03 mmol/L) and at 48th h the mean values were 0,47±0,02 mmol/L. On the day 7, the levels reached significant elevation-0,58 mmol/L. Throughout the experiment, the levels remain in the reference ranges for this species.

The results obtained in this study indicated that the concentrations of triglyceride were not significantly affected in dogs with experimentally induced S. aureus infection.


Besin Katkı Biogromsc Maddesinin Litvanya Siyah – Beyaz Sığırlarının Kan Biyokimya ve Süt Kalite Parametrelerine Etkisi

Jurgita Kozeniauskaite, Ruta Budreckiene

Litvanya Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyokimya Bölümü,Kaunas, Litvanya

Besin katkı maddesi Biogromsc nin Litvanya Siyah –Beyaz süt sığırlarında kan biyokimyası ve süt kalite parametrelerine etkisini araştırmak. 20 adet Siyah –Beyaz Litvanya süt sığırı seçilmiş ve kontrol ve araştırma grubu olmak üzere eşit olarak ikiye ayrılmıştır. Her iki gruba da aynı ortam ve çevre koşulları sağlanmış ve araştırma periyodu boyunca aynı yemlerle besleme yapılmıştır. Deney grubunun rasyonuna her gün 40gr olacak şekilde Biogromsc katkı maddesi konsantre yemle karıştırılarak verilmiştir. Deney 90 gün sürmüştür. Her 30 günde bir kez olmak üzere tüm hayvanlardan kan ve süt örnekleri alınmıştır.Bulgular: Biogromsc katkı maddesinin sığır kanı minerallerindeki (kalsiyum, fosfor, magnezyum) konsantrasyonu pozitif yönde artmış, artış değerleri sınırlar içinde kalmış, farklılıkların da istatistik olarak önemsiz olduğu gözlenmiştir. Karoten oranı araştırma süresince eşit bir şekilde arttırılmış, deney grubuna 56.71% (p<0.01) oranında verilmiştir. Deney grubu sığırlarının kanında CO2 oranının gittikçe arttığı görülmüştür. En yüksek ortalama CO2 konsantrasyonu deneyin 60. Gününde deney grubu sığırlarının karakteristiği olarak ortaya çıkmıştır. Kan proteinleri konsantrasyonu standart sınırlar içerisinde kalmıştır. Süt yağı / proteinleri oranı deney grubunda 1’e yaklaşmıştır. Üre konsantrasyonları 13.45% (p<0.01) oranına düşmüş, aynı zamanda deney grubu sığırlarının sütteki somatik hücre sayısı 100.000/ml olarak tespit edilmiştir.

Besin katkı maddesi Biogromsc rumen aktivitesine pozitif etkisi ve sindirim fonksiyonlarını geliştirmesi yönüyle biyokimyasal kan parametreleri yönünden de pozitif bir etki sağlamış, organizma daha faydalı ürünleri kullanmaya başlamıştır. Rumende tespit edilen CO2 konsantrasyonu floranın stabil olduğunu ve sığırların ketozis ya da asidozis yönünden herhangi bir sorun yaşamadıklarını göstermiştir. Biogromsc ın süt kalitesine etkisi pozitif olarak belirlenmiş, üre konsantrasyonları, yağ/protein oranı, somatik hücre sayıları standart sınırlar içerisinde kalmaya devam etmiştir.


The Effect of Feed Additive Biogromsc on Blood Biochemical and Milk Quality Parameters of Lithuanian Black-and-White Cattles

Jurgita Kozeniauskaite, Ruta Budreckiene

Lithuanian Health Science University, Faculty of Medicine, Department of Biochemistry,Kaunas, Lithuania

To assess the influence of the feed additive Biogromsc on blood biochemical and milk quality parameters of Lithuanian Black-and-White dairy cows.

Twenty Lithuanian Black-and-White dairy cows were selected and divided in two groups: control (n=10) and investigative (n=10). Both of them maintained in equal conditions and fed with equal feeds all investigative period. 40g per day of Biogromsc additive was mixed with concentrated feeds to experimental group ration. Experiment lasted 90 days. The blood and milk samples of the researched cows were taken in every 30 days.

Influence of feed additive Biogromsc on dynamic of minerals (calcium, phosphorus, magnesium) concentration in cattle blood was positive and values of rates remained in limits, though differences were statistically insignificant. Amount of carotene was growing evenly during the investigation: concentration of carotene increased 56.71% (p<0.01) in the experimental group. Amount of CO2 was growing in the blood of investigative cows as well. The biggest average concentration of CO2 was characteristic for cattle of investigative group from the 60th day of the experiment. Blood proteins concentration didn’t exceed the limits. Milk fat/proteins ratio was closer to 1 in the investigative group. Urea concentrations decreased 13.45% (p<0.01), while the number of somatic cells ranges about 100 thousand./ml in the milk of investigative cows.

Feed additive Biogromsc positive affects the activity of rumen and improves digestive function throw positive dynamic of biochemical blood parameters, therefore organism assimilates more necessary materials. Established concentration of CO2 shows that rumen microclimate is stabilized and cows do not suffer from acidosis or ketosis. The influence of Biogromsc on the milk quality is positive, either urea concentration, fat/protein ratio, amount of somatic cells remained in recommended limits.


Bakteriler Arasındaki İletişimin Keşfi: Quorum Sensing

Zehra Seda Mavili, Serkan Ikiz, Seyyal Ak

İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, 34320 Avcılar, İstanbul / Türkiye

Quorum sensing (Çekirdek algılama-QS) bakterilerde hastalık oluşturma faktörlerinin salgılanması, biyofilm, biyolüminesans, kültür biyokütle, hareket ve hastalık oluşturma genlerin sentezlenmesinin kontrolü gibi bakterilerde çok sayıda davranışlarını kontrol edilebilir hücre miktarına bağlı olarak mikrobiyal bir iletişim sağlayan mekanizmadır. Hücreler arasındaki iletişim yani ‘’ konuşma ‘’, hücrenin kendi ürettiği sinyal molekülleri olan otoindüktör (AI) tarafından sağlanmaktadır. Üç temel sinyal molekülleri otoindüktör, otoendüktör-2 ve otoendüktör peptidleri, N-asil-homoserin laktonlardır. Bakteriler de özellikle bu sinyal moleküllerini (uyarıcı) ayırt edebilen reseptörler vardır. İndükleyici molekül bu reseptörü hızlandırdığı zaman, bazı genlerin transkripsiyonunu başlattır. Böylece, gen transkripsiyonu aktive edilmesi halinde, hücre aynı zamanda yaşam alanlarında bulunan diğer hücrelere haber vermek için sinyaller yollamaktadır.

Sinyal molekülleri Gram pozitif bakterilerde oligopeptidler, Gram negatif bakterilerde N-asil homoserin laktonlar (AHL) ve hem Gram negatif ve Gram pozitif bakterilerde yer alan otoindüktörlerin-2 (AI-2). Bu sistemlerde sinyal molekülleri özellikleri Gram negatif bakterilerde değişiklik gösterirken, Gram pozitif bakteri N-asil homoserin laktonlar (AHL) ürettiği görülmemektedir.Mikroorganizmaların çevresel algılama mekanizması (QS) ile virülans faktörü üretimi gerçekleştirmesinden dolayı antimikrobiyal çalışmalar için önemli bir buluştur. Hücreler arası sinyal mekanizmasını blokaj edilerek, etkenin hastalık oluşturma yeteneğini engellenmesi sonucu mikroorganizmalar avirülent olması sağlanabilmektedir.

Bu çalışmada, çevresel algılama (QS) ve mekanizması şaşırtıcı dünyasını açıklayan ayrıntılı olarak açıklanmıştır.


Discovery of Bacterial Communication: Quorum Sensing

Zehra Seda Mavili, Serkan Ikiz, Seyyal Ak

Istanbul University Faculty of Veterinary Medicine, Dept. of Microbiology, 34320 Avcilar, Istanbul/Turkey

Quorum sensing (QS) is a mechanism of microbial communication dependent on amount of cell that can control several behaviors in bacteria such as secretion of virulence factors, biofilm formation, bioluminescence, control of culture biomass, motility and the expression of the virulence genes. The ‘’speech ‘’applied for this intercellular communication is based on self-generated signal molecules named autoinducers (AIs). Three main quorum sensing autoinducers are N-acyl-homoserine lactones, autoinducers-2 and autoinducers peptides. Bacteria also have receptors those can specifically discern the signaling molecule (inducer). When the inducer fastens the receptor, it gets start transcription of certain genes. Thus, in order for gene transcription to be activated, the cell also signal molecules secreted by others in its habitat. Common groups of signaling molecules are oligopeptides in Gram positive bacteria, N-acyl homoserine lactones (AHL) in Gram negative bacteria, and a family of autoinducers-2 (AI-2) in both Gram negative and Gram positive bacteria. The properties of the signal molecules in these systems change from Gram negative microorganisms, and no Gram positive bacteria have been shown to produce AHLs. These organisms use quorum sensing to control virulence factor production makes it an interesting aim for antimicrobial therapy. Through blocking cell-to-cell signaling mechanism, pathogenic organisms that use quorum sensing to control virulence could be rendered avirulent.

In this presentation, explaining amazing world of quorum sensing and its mechanism are detailed.


Litvanya’da Bulunan Koyun Çiftliklerinde Antelmentik Direnç Prevalansının In Vitro Metodlar Kullanılarak Belirlenmesi

Tomas Kupčinskas, Saulius Petkevičius, Inga Stadalienė

Litvanya Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Veteriner Akademisi, İnfeksiyöz Hastalıklar Bölümü, Kaunas, Litvanya

Bu çalışma Litvanya‘da bulunan koyun çiftliklerindeki paraziter nematodların antelmentik direnç prevalansını in vitro metodlar kullanarak belirleme amacıyla yapılmıştır.

21 koyun çiftliği ivermektin aglycone (IVM-Ag) antelmentik direnci, 25 koyun çiftliği ise tiyabendazol antelmentik direnci amacıyla test edilmiştir. 2013 Ağustos‘tan 2014 Kasım‘a kadar hayvanların benzimidazol ve ivermektin ile tedavi edildiği bu çiftliklerden örnekler alınmıştır. Antelmentik direnci tespit etmek amacıyla Yumurta ayrımı doz testi (EHDDT) ve Micro-agar larva gelişme testi (MALDT) kullanılmıştır.

25 çiftlikte tiyabendazole dirençli gastrointestinal nematodlar bulunmuştur. 9 çiftlikte (36%) yüksek derecede direnç (>40% ) ve 10 çiftlikte (40%) düşük derecede dirençli (<20% ) nematodlar görülmüştür. 21 çiftliğin 13‘ünde IVM-Ag dirençli populasyonlar bulunmuştur. 11 çiftlikte (52.4%) düşük dereceli (<30% ) ve 2 çiftlikte (9.5%) yüksek dereceli direnç (>30% ) gözlenmiştir. 8 çiftlikte ise (38.1%) IVM-Ag direncine rastlanmamıştır.

EHDDT ve MALDT test sonuçları Litvanya‘daki koyun çiftliklerinin antelmentik direnciyle uzun süreli bir problemi olduğunu ortaya koymuştur.


Prevalence of Anthelmintic Resistance on Sheep Farms in Lithuania Using In Vitro Methods

Tomas Kupčinskas, Saulius Petkevičius, Inga Stadalienė

Lithuanian University of Health Sciences, Veterinary Academy, Department of Infectious Diseases, Kaunas, Lithuania

The aim of performed study was to determine the prevalence of anthelmintic resistance (AR) in parasitic nematodes on sheep farms in Lithuania using in vitro methods.

21 sheep farm was tested for anthelmintic resistance (AR) to ivermectin aglycone (IVM-Ag) and 25 sheep farms were tested for AR to thiabendazole (TBZ). The samples, where animals were treated with benzimidazoles and ivermectins were taken from August 2013 to November 2014. To estimate AR Egg hatch discrimination dose test (EHDDT) and Micro-agar larval development test (MALDT) were used.

TBZ-resistant gastrointestinal nematodes were found on all 25 farms. Nine (36%) farms had high levels of resistance (>40% of hatching) and only 10 farms (40%) had low levels (<20% of hatching) of resistant nematodes. IVM-Ag resistant populations were found on 13 of 21 sheep farms. Eleven (52.4%) farms had low level of resistance (<30% development) and 2 (9.5%) farms had high level of resistance (>30% development). No resistance to IVM-Ag was detected on only 8 (38.1%) farms.

The results of EHDDT and MALDT showed that sheep farms already have problems with AR in Lithuania.


Keçilerde Döl Verimini Etkileyen İnhibin Genlerindeki Polimorfizmler

Ulaş Akkaya1, Abbas Sercan Topcan1, Emel Zeytünlü2

1Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, 3. Sınıf Öğrencisi, Burdur, Türkiye2Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Zootekni Anabilim Dalı, Burdur, Türkiye

İnhibin birçok memelide ön hipofiz bezinden folikül uyarıcı hormonun (FSH) salınımının başlıca düzenleyicisidir. Granulosa hücrelerinde üretilen inhibin heterodimerik gonadal glikopeptiddir. İnhibin geni, TGF- β gen süper ailesine aittir. İnhibin; disülfit bağlarıyla bağlı α ve β olmak üzere 2 alt ünite içermektedir. İnhibinin alt birimlerinden olan INHA biyosentezi normal oosit ve folikül olgunlaşması ile bağlantılıdır. Ayrıca reprodüksiyonda INHA ve INHB genleri çoklu doğum için aday gen olarak işaret edilmektedir. Farklı türlerde bu genlerin polimorfizmi ile ilgili çeşitli çalışmalar yapılmıştır, ancak keçilerde bu genlerle ilişkili sınırlı sayıda çalışma mevcuttur. Bu derlemenin amacı keçilerde döl verimini etkileyen inhibin genlerindeki polimorfizmler ile ilgili bilgileri derlemektir.


Polymorphisms in Inhibin Genes and Their Effects on Fecundity in Goat

Ulaş Akkaya1, Abbas Sercan Topcan1, Emel Zeytünlü2

1Mehmet Akif Ersoy University, Faculty of Veterinary Medicine, 3rd Class Student, Burdur, Turkey2Mehmet Akif Ersoy University, Institute of Health Sciences, Department of Animal Science, Burdur, Turkey

Inhibin is a major regulator of the secretion of follicle-stimulating hormone (FSH) by the anterior pituitary gland in various mammals. Inhibin, produced by granulosa cells, is a heterodimeric gonadal glycopeptides. Inhibin belongs to the transforming growth factor β (TGF-β) superfamily. Inhibin consists of two subunits, α and β, linked by disulphide bonds. Biosynthesis of the INHA is associated with normal oocyte and follicle maturation. The important roles of the INHA and INHB genes in reproduction make it a strong candidate gene for multi-births in mammals. Various studies have been made concerning the polymorphism of this gene in different species, but there are limited numbers of studies done on polymorphisms of this gene in goats. In this review, we focus on to review the data of the inhibin genes polymorphisms that effect fecundity.


Sentetik Beta – Carotene ile Dişilerde Ovarian Fonksiyon Bozukluklarının Düzenlenmesi

Vera Ivanova1, Taisia Dmitrieva2



Üreme siklusunun düzeltilmesi üzerine çok sayıda kullanılan metod bulunmasına rağmen, köpeklerin seksüel siklusunun düzenlenmesinde beta-karotenoidlerin etkisi araştırılmamıştır. Bu çalışmanın amacı hormon terapisiyle kombine olarak vitamin düzenlemelerinin erken patolojik dönemlerde ovaryum fonksiyonun stabilize edilmesine etkisini değerlendirmektir.

Deney sırasında, yaşları 12 ± 3 ay arasında olup üreme siklusunda bozukluk görülen 45 adet köpek incelenmiştir. Her grupta 15 hayvan bulunmak üzere birinci ve ikinci deney grupları ve bir adet kontrol grubu oluşturulmuştur. Birinci deney grubuna 5 kilograma 0.25 ml, 5-15 kilograma 0.5 ml ve 15 kilogram üzeri hayvanlara 1ml olacak şekilde 7 gün boyunca (toplam 5 enjeksiyon) “Karofertin” ilacı intramuskular olarak uygulanmıştır. İkinci ilaç “Trivit” her hayvana 1ml olacak şekilde, 7gün ara verilip toplamda 5enjeksiyon olarak uygulanmıştır. İkinci diöstrusun sonunda tüm hayvanlara tek doz olarak gonadotropin uygulanmıştır.

Birinci deney grubunda tedavi sonrası anöstrus fazının süresi dişilerin %90’ında sabitlenmiş ve ortalama 7,23 ± 1,31 ay olmaya başlamış, kalan %10 ise 3,34 ± 0,47 (p <0,05) ay olmuştur. İkinci deney grubunda ortalama anöstrus süresi hayvanların %70’inde 7,38 ± 1,21 ay, %30’unda 3,34 ± 0,47 ay olmuştur (p <0,05). Kontrol grubunda ise %53’te 7,06 ± 1,14 ay ve %36’da 3,36 ± 0,48 ay olmuştur (p <0,05). Deney gruplarında kandaki karoten seviyesi kontrol grubuna oranlar 1.5 kat artmış (p <0,001), kandaki vitamin A oranı önemli derecede yükselmiştir (p <0,05).

Dişi köpeklerde “Karofertin” kullanımı ovarian fonksiyon bozukluklarının önlenmesi ve tedavisi amacıyla kullanılabilir


Correction of Ovarian Dysfunction in Females by Synthetic Beta - Carotene

Vera Ivanova1, Taisia Dmitrieva2


Petersburg, Russian Federation2Federal State Budgetary Educational Institution of Higher Professional Education “St.Petersburg State

Academy of Veterinary Medicine”, Veterinary Faculty, department of obstetrics and operative surgery, Saint-Petersburg, Russian Federation

Despite the significant amount of the proposed methods of reproductive cycle correction, role of beta-carotenoids in the regulation of dogs sexual function still isn’t investigated . The purpose of this study was to evaluate the effect of vitamin preparations in combination with hormone therapy in the ovarian function stabilization in the early pathology. During the experiment, 45 dogs at the age of 12 ± 3 months with reproductive cycle violation were examined. They were distributed in the first and second experimental and a control group with 15 animals in each. The first experimental group was administered drug “Karofertin” intramuscularly in a dose of 0.25 ml at a weight of 5 kg, 0.5 ml - 5-15 kg and 1 ml - over 15 kg every 7 days for a total of 5 injections. The second - drug “Trivit” 1 ml per head, 7 days interval, 5 injections totally. In diestrus stage of the second cycle all animals were given a single injection of gonadotropin. In the first experimental group duration of anestrus stage after treatment was stabilized in 90% of females and began to be an average of 7,23 ± 1,31 months, and 10% - 3,34 ± 0,47 (p <0,05). In the second experimental group, the average duration of anestrus - 7,38 ± 1,21 months in 70%, and 3,34 ± 0,47 in 30% of females (p <0,05). In the control group - 7,06 ± 1,14 in 53% and 3,36 ± 0,48 in 47% of females (p <0,05).

The concentration of carotene in the blood in the experimental groups was 1.5 times greater than in the control (p <0,001), level of vitamin A in the blood increasing was statistically significant (p <0,05). The use of “Karofertin” in brood bitches is justified for prevention and treatment of ovarian dysfunction.


Antikoagulant Rodentisit İle Zehirlenen Hayvanların Tespit Edilmesi

Veronika Doubková, Petr Maršálek, Helena Modrá, Vladimír Večerek

Department of Public Veterinary, Animal Welfare and Protection, Faculty of Veterinary Hygiene and Ecology, University of Veterinary and Pharmaceutical Sciences Brno, Czech Republic

Bu çalışmanın amacı liquid chromatography ve electrospray ionization tekniğinin mass spectrometryile birlikte kullanımı ile 10 çeşit antikoagulant rodentisidi hayvan dokusunda tespit edebilecek hızlı, duyarlı ve etkili bir metod geliştirmektir.

Doku örnekleri tartılıp, test tüpüne alınıp üzerlerine metanol eklendi. Örnek 5 dakika karıştırıdıktan sonra 800 × g ‘de 15 dakika boyunca 20°C’de santrifüje tabii tutulmuştur. Ekstrakt daha sonra cam test tüpüne aktarılmıştır. Dokudan tekrar metanol ile ekstrakt alınmış ve iki ekstrakt birleştirilmiştir. Daha sonra ekstrakt 0.45–µm regenerate cellulose filterdan geçirilmiş, su ile dilüe edilmiş (40/60; v/v) ve analiz için kullanılmıştır. Numune isocratic flow mobile phase water/methanol (70:30,v/v)’e enjekte edilmiştir. Analitler yakalama sütununda birikmiş, beyaz polar bileşikler yakalama sütununu geçip atılmıştır. Analitler elution gradient ile ayrıştırılmış ve analytic sütuna geçmiş, wve burda ayrılmışlardır. Son analitler spektrofotometreye ayrıştırılmıştır. Binary gradient 5mM ammonium formate buffer ve metanol ile yapılmıştır.

Doku örnekleri için ekstraksiyon alınımı ve işlenme verimi 84 – 105% oranındadır. Tüm 10 rodentisidde de lineer tepki gözlenmiştir. Korelasyon katsayısı 0,999’dan yüksektir. Tespit limiti 0,001 ile 0,028 ng.g-1 arasında nicel ölçüm limiti 0,003 ile 0,092 ng.g-1 arasındadır.

Amacımız dokularda antikoagulant rodentisidi iki boyutlu chromatography kullanarak tespit edebilecek hızlı ve etkili bir yöntem bulmaktı. Bu metod son derece hassastır ve hızlı numune hazırlama yöntemine sahiptir.


Detection of Animal’s Posidoning of Anticoagulant Rodenticides

Veronika Doubková, Petr Maršálek, Helena Modrá, Vladimír Večerek

Department of Public Veterinary, Animal Welfare and Protection, Faculty of Veterinary Hygiene and Ecology, University of Veterinary and Pharmaceutical Sciences Brno, Czech Republic

The purpose of this study was created a new fast, sensitive and effective method for determination of 10 anticoagulant rodenticide in animal tissue by liquid chromatography combined with electrospray ionization tandem mass spectrometry.

Tissue samples was weighed to the glass test tube and methanol was added. Sample was mixed for 5 min and centrifuged at 800 × g for 15 min at 20°C. Extract was transferred into glass test tube. The tissue was extracted with methanol again and both extract were combined. Afterwards, extract was filtered through 0.45–µm regenerate cellulose filter, diluted by water (40/60; v/v) and used for analysis. The sample was injected into the isocratic flow mobile phase water/methanol (70:30,v/v). Analytes were retained on trapping column while polar compounds passed through the trapping column into the waste. The analytes were eluted by elution gradient to the analytic column, where they were separated. Final the analytes were eluted into the mass spectrometry. Binary gradient was composed by 5mM ammonium formate buffer and methanol.

Extraction recovery and process efficiency were 84 – 105% for tissue samples. Linear response was observed for all ten rodenticides. Correlation coefficient was more than 0,999. The limits of detection were from 0,001 to 0,028 ng.g-1 and the limits of quantification were form 0,003 to 0,092 ng.g-1.

Our aim was to develop a simple, rapid method for the anticoagulant rodenticide with a two-dimensional chromatography. This method has high sensitivity and precision and rapid sample preparation.


Vahşi ve Evcil Domuzlarda Halothane Geninin Araştirilması

Veslava Kaikariene, Ilona Miceikiene

Lithuanian University of Health Sciences, Veterinary faculty, Biological Systems and Genetic Research Institute of K. Janusauskas Animals Genetic Laboratory, Kaunas, Lithuania

Bu çalışmanın amacı vahşi ve evcil domuzlarda halothane geninin araştırılmasıdır.

DNA testi için vahşi ve evcil domuzlardan örnekler toplanmıştır. Toplam 137 domuz (45 yaban domuzu, 5 Vietnamese domuz, 12 Pecari, 25 Landrace, 25 Yorkshire ve 25 Pietrian) halothane genotipi için test edilmiştir. HAL geninin besiye çekme ve etg üretimi üzerindeki etkilerinin araştırılması için, Devlet Domuz Üretimi Tesislerinden 45 melez tür (LxJxP) seçilmiştir.

Genomic DNA koparılmış tüyler kullanılmıştır. HAL geni için polymerase chain reaction (PCR) yöntemini takiben, restriction endonuclease tartımı yapılmıştır. Sonuçlar: Test edilen 75 evcil domuzdan, 88 %‘i NN, 12 %‘i Nn genotipinde çıkmıştır. Test edilen tüm 62 vahşi domuz NN genotipinde çıkmıştır. n allelinin frekansı (p<0.01) Petrian domuzlarda (n için 0.25), Landrase (n için 0.1) ve Yorkshire‘a (n için 0.05) göre daha yüksek görülmüştür. N aleli frekansı Yorkshire türü domuzlarda, diğer evcil domuzlara göre daha yüksek çıkmıştır.

Çalışmamız, test edilen tüm 62 vahşi domuzda da NN genotipi tespit etmiştir. Buna dayanarak vahşi domuzlarının strese daha dayanıklı olduklarını kabul edebiliriz. Evcil domuzlardaki çalışma hayvanların 88 %’inin NN genotipinde,12 %’nin Nn genotipinde olduğunu göstermiştir. Farklı halothane genotipindeki hayvanların besiye çekme ve et kaliteleri göz önüne alınınca HAL geninin et kalitesini etkilediğini söyleyebiliriz.


Research of Halothane Gene in Wild and Domestic Pigs

Veslava Kaikariene, Ilona Miceikiene

Lithuanian University of Health Sciences, Veterinary faculty, Biological Systems and Genetic Research Institute of K. Janusauskas Animals Genetic Laboratory, Kaunas, Lithuania

The aim of present study was to research halothane gene in wild and domestic pigs.

Samples for DNA testing were collected from wild and domestic pigs. A total of 137 pigs (45 wild boars, 5 Vietnamese pigs, 12 Pecari, 25 Landrace, 25 Yorkshire and 25 Pietrian) were tested for halothane genotype. For the effect of HAL gene on meat and fattening properties, 45 crossbreeds (LxJxP) from State Pigs Breeding Station were selected.

Plucked hair was used as a source of genomic DNA. HAL gene using the polymerase chain reaction (PCR), followed by a restriction endonuclease assay. Results: In 75 tested domestic pigs, 88 % were NN and 12 % were Nn genotype. In 62 tested wild pigs all animals were NN genotipe. The frequency of n allele was higher (p<0.01) in Petrian pigs (0.25 for n) than in Landrase (0.1 for n) and Yorkshire (0.05 for n). The frequency of N allele was higher in Yorkshire than in the rest of the tested domestic pigs breeds.

Our study has shown that all 62 investigated wild pigs had NN genotipe so, we can be assumed that they are more resistant to stress. Investigation domestic pigs has shown that 88 % of animals were NN genotipe and 12 % Nn genotipe. Examination of animals of different halothane gene genotypes for fattening and meat quality rates, we can assume that HAL gene affects meat quality.


Acı Bakla ve Soya Proteinlerinin Sindirilebilirliği ve Biyojenik Aminlerin Oluşumunda Laktik Asit Fermentantasyonunun Etkisi

Vita Krungleviciute1, Elena Bartkiene1, Vytaute Starkute1, Grazina Juodeikiene2, Daiva Vidmantiene2, Zita Maknickiene3

1Litvanya Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Gıda Güvenliği ve Kalitesi Bölümü, Kaunas, Lithuania

2Kaunas Teknoloji Üniversitesi, Kimya Fakültesi, Gıda Bilimi ve Teknolojileri Bölümü, Kaunas, Lithuania3Litvanya Tarım ve Orman Araştırma Merkezi,Voke Şubesi, Vilnius, Lithuania

Çalışmamızın amacı seçilen laktik asit bakterileri (LAB) ile acı bakla ve soya proteinlerinin sindirilebilirlik özelliği ve biyojenik aminlerin (BAs) oluşması üzerinde fermentasyonun etkisini değerlendirmektir..

BLIS üreten Lactobacillus sakei KTU05-6, Pediococcus acidilactici KTU05-7 ve Pediococcus pentosaceus KTU05-8 suşları daha sonra örnek bakliyatların fermentasyonu için kullanılmak üzere 25-35 °C‘de 48 saat boyunca MRS agarda bekletilerek (CM0359, Oxoid Ltd, Hampshire, UK) kültür işlemi yapılır. Protein sindirilebilirliğinin değerlendirilmesi Lqari ve ark.1 tarafından geliştirilen ekstraksiyon yöntemlerine, biyolojik aminlerin değerlendirilmesi ise Ben-Gigirey ve ark.2 tarafından geliştirilen yöntemlere göre yapılmıştır. Her durumda fermente edilen örneklerde bakla ve soya protein sindirilebilirliği 18.9% (L. luteus) ve 17.7% (L. albus), 16.9% (soybean Rudoji) ve 14.9% (soybean Progress) şeklinde yüksek oranlarda bulunmuştur. En yüksek protein sindirilebilirliği P. pentosaceus acı baklası (ortalama 86.9%) ve soya (89.3%) olarak gözlemlenmiştir. En düşük in vitro protein sindirilebilirliği P. acidilactici fermente L. albus örneğinde (83.4%) ve soya Progress ile fermente L. sakei örneğinde (87.2%) bulunmuştur. Acı bakla ve soyanın feniletilamin, spermin ve spermidin biyojenik aminlerini indirgeme yeteneğine sahip olduğu gözlenmiştir. Ayrıca L. sakei, P. acidilactici ve P. pentosaceus ile fermente acı bakla ve soya ürünlerinde putressin, tiamin ve histamin oranları sağlık riskine yol açabilecek şekilde düşük oranlarda tespit edilmiştir.

Lakto-fermentasyon ile L. sakei KTU05-6 gibi BLIS üreten laktik asit bakterilerinin soya ve acı bakla besinlerinin besin değerini arttırmak amacıyla kullanılması tavsiye edilebilir.


The Influence of Lactic Acid Fermentation on Proteins Digestibility and Biogenic Amines Formation in Lupine and Soybean

Vita Krungleviciute1, Elena Bartkiene1, Vytaute Starkute1, Grazina Juodeikiene2, Daiva Vidmantiene2, Zita Maknickiene3

1Lithuanian University of Health Sciences, Veterinary faculty, Department of food safety and quality, Kaunas, Litvanya

2Kaunas University of Technology, Faculty of Chemistry, Department of Food Sciences and Technology, Kaunas, Litvanya

3Voke Branch, Lithuanian Research Centre for Agriculture and Forestry, Vilnius, Lithuania

The aim of our study was to evaluate the influence of fermentation with selected lactic acid bacteria (LAB) on lupine and soybean protein digestibility and biogenic amines (BAs) formation.

The BLIS-producing Lactobacillus sakei KTU05-6, Pediococcus acidilactici KTU05-7 and Pediococcus pentosaceus KTU05-8 strains were cultured at 25-35 °C for 48 h in MRS broth (CM0359, Oxoid Ltd, Hampshire, UK) prior to be used for legumes fermentation. Determination of protein digestibility was carried out according to Lqari et. al.1 Extraction and determination of BAs were carried out according to the procedures developed by Ben-Gigirey et al.2

In all cases lupine and soybean protein digestibility was found higher by 18.9% (L. luteus) and 17.7% (L. albus), and by 16.9% (soybean Rudoji) and 14.9% (for soybean Progress) in fermented samples. The highest protein digestibility was found in fermented with P. pentosaceus lupine (average 86.9%) and soybean (89.3%). The lowest in vitro protein digestibility was determined in with P. acidilactici fermented L. albus sample (83.4%) and with L. sakei fermented soybean Progress (87.2%). Fermentation of lupine and soybean have ability to degrade BAs such as phenylethylamine, spermine and spermidine. Moreover, putrescine, tyramine and histamine in with L. sakei, P. acidilactici and P. pentosaceus fermented lupine and soybean products were found at levels lower those causing a health risk.

Lacto-fermentation with BLIS producing LAB such as L. sakei KTU05-6 could be recommended for legume treatment on purpose to improve their nutritional value.


Kaynatılmış Zingiber officinale’nin Antibakteriyel Aktivitesinin Araştırılması

Zafer Çam1 ,Bekir Kaan Ceylan1, Gökçenur Sanioğlu2, Zeki Aras2 , Aslı Sakmanoğlu3

1Aksaray Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Öğrenci, Kampüs, 68100, Aksaray,Türkiye2Aksaray Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı , Kampüs, 68100,Aksaray, Türkiye

3Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı , Kampüs, 42075,Komya, Türkiye

Zingiber officinale, çoğunlukla zencefil bitkisi olarak bilinir. Taze zencefil kökü geleneksel bitkisel tedavide ve ayrıca baharat olarak kullanılır. Kaynatılmış zencefil üst solunum yolu enfeksiyonlarında, bronşitis,öksürük ve de gastrointestinal hastalıklarda yaygın olarak kulllanılır. Bu çalışmanın amacı yedi farklı patojen bakteri ve bir fırsatçı maya üzerinde antibakteriyel etkisini belirlemektir ; bunlar Staphyloccus aureus, Methicilin-resistance Staphyloccus aureus (MRSA), Pasteurella multocida, Klebsiella pnemonia, Candida albicans, Pseudomonas aeruginosa, Escherichia coli, Salmonella spp.’dir. Bu bakteriler genellikle solunum ve gastrointestinal system hastalıklarına sebep olur.

Zencefilin antibakteriyel etkisi disk difüzyon ve çukur agar metodlarıyla denendi. Taze zencefil steril distale suyla (1/1) 1dk, 5 dk, 10 dk kaynatıldı. Kaynatılan zencefi suyu santrifüj edildi ve antimikrobiyol test için süpernatant kısmı kullanıldı. Suşlar kanlı agar üzerine inoküle edildi ve 37°C de 24 saat inkübe edildi.

Bunun sonucunda , taze zencefil örnekleri test edilen hiçbir bakteriye ve mayaya antibakteriyel etki göstermedi. Bizim çalışmamızda; test edilen taze zencefil kökü 1dk, 5 dk ve 10 dk kaynatma sonrasında etkisini kaybetti. Isı uygulanan zencefil negatif yönde etkilenmiş ; bu bitkinin antimikrobiyal bileşenleri bozulmuş olabilir. Sonuç olarak baharat bitkileri ısı dayanıksız olabilir.


Investigation of Antibacterial Activity of Boiled Zingiber officinale

Zafer Çam1 ,Bekir Kaan Ceylan1, Gökçenur Sanioğlu2, Zeki Aras2 , Aslı Sakmanoğlu3

1Veterinary Faculty of Aksaray University, Student, Campus, 68100, Aksaray, Turkey.2Department of Microbiology, Veterinary Faculty of Aksaray University, Campus, 68100, Aksaray, Turkey.

3Department of Microbiology, Veterinary Faculty of Selçuk University, Campus, 42075, Konya, Turkey.

Zingiber officinale, mostly known as ginger is a herb. Fresh ginger root has long been used traditionally for the herbal medicine and as a spice. Boiled ginger is commonly used to upper respiratory infections, bronchitis, cough and also gastrointestinal infections. The aim of study was to determine antibacterial effect of boiled ginger on seven different pathogenic bacteria and a opportunistic yeast which were Staphyloccus aureus, Methicilin-resistance Staphyloccus aureus (MRSA), Pasteurella multocida, Klebsiella pnemonia, Candida albicans, Pseudomonas aeruginosa, Escherichia coli, Salmonella spp. They are generally causes of respiratory or gastrointestinal tracts illness.

The antibacterial activity of ginger was tried by agar well diffusion and agar disk diffusion methods. Fresh ginger boiled in sterilized distilled water (1/1) for 1 min, 5 min and 10 min. Boiled ginger water centrifuged and the supernatants were used for antimicrobial testing. Strains was inoculated onto blood agar and incubated at 37°C for 24 h.

As a result this, boiled fresh ginger samples demonstrated no antibacterial activity to all of test bacteria and yeast. In our study, tested fresh ginger root lost its antimicrobial effects within 1 min, 5 min, 10 min. at 100 degrees C. Heat which is effect on ginger negative way that can be spoil this plants antimicrobial composition. Finally ; the spice plant can be heat-labile.


Besinsel Mannan Oligosakkarit ve Organik Asitlerin Hematolojik Kan Parametreleri ve Sazan Balığı Sağlığı Üzerine Etkisi

Zoja Miknienė1, Mindaugas Paleckaitis2

1Litvanya Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Veteriner Akademisi, Veteriner Fakültesi, Bulaşıcı Olmayan Hastalıklar Bölümü, Kaunas, Litvanya

2Litvanya Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Veteriner Akademisi, Hayvancılık Teknolojileri Fakültesi, Hayvancılık Teknolojileri Enstitüsü,Kaunas, Litvanya

Bu çalışmanın amacı, ticari besinsel prebiyotik Agrimos® (MOS) ve Organik asit karşımı Lumance®’nin sazan balığı sağlığı ve hematolojik kan parametreleri değişkenliği üzerindeki etkisini değerlendirmektir.

Bu araştırma, Kasım-Ocak 2014 tarihleri arasında 45 sazan balığı kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Testler, kapalı resirkülasyon sistemi içindeki her birinde 15 sazan balığı bulunan 3 havuzda yapılmıştır. Birinci grup MOS ile, ikinci grup asit karışımı (organic acid mix - OAM) ile beslenmiş, üçüncü grup ise kontrol grubu olarak tutulmuştur. Her gruptan hemolojik kan parametrelerinin [kırmızı kan hücresi (KKH), beyaz kan hücresi (BKH), hematokrit (PCV), MCV, MCH ve MCHC] değerlendirilmesi ve kan sayımının hazırlanması amacıyla kan örnekleri alınmıştır. Kanlar, caudal damardan alınarak heparin uygulanmış vakumlu tüplere aktarılmıştır. Sazan balığı kan testleri, MOS ve OAM’ın besin takviyesi olarak kullanımının balığın hematolojik parametrelerini etkileyebileceğini ve bu konuda yapılan çalışmalara devam edilebileceğini göstermiştir. Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, MOS ve OAM ile beslenen balıkların KKH, PCV ve BKH değerlerinde önemli ölçüde artış (P<0.05) olduğu gözlenmiştir. Ayrıca hematolojik, kontrol grubu ile karşılaştırıldığında tedavi edilen gruplarda MCV, MCH ve MCHC’nin oldukça fazla olduğunu (P<0.05) göstermiştir.

Sonuçlar özetlendiğinde, sazan balıklarının sağlığını ve üretkenliğini artırmak için yemlerini 2kg/t dozunda ticari prebiyotik Agrimos® ve 2kg/t dozunda organik asit karışımı Lumance® ile takviye etmenin uygun olacağı kanısına varılmıştır.


Effect of Dietary Mannan Oligosaccharide and Organic Acids on Blood Hematological Parameters and Health of Common Carp

Zoja Miknienė1, Mindaugas Paleckaitis2

1Lithuanian University of Health Sciences, Veterinary Academy, Faculty of Veterinary Medicine, Department of Non-Infections Diseases, Kaunas, Lithuania

2Lithuanian University of Health Sciences, Veterinary Academy, Faculty of Animal Husbandry Technology, Institute of Animal Husbandry Technology, Kaunas, Lithuania

Was to evaluate the effect of commercial dietary prebiotics Agrimos® (MOS) and Organic acid mix (Lumance®) influence on health, blood hematological parameters variability of common carp.

This research was done in 2014 October-January using 45 common carps. The tests were done in closed recirculating system with three pools with 15 common carp in each. One group was feeding using MOS, another using organic acid mix (OAM) and one control group. The blood samplings were taken from each group carp for assessment blood hematological parameters [red blood cell (RBC), white blood cell (WBC), hematocrit (PCV), MCV, MCH and MCHC] and preparing blood smear. Blood was collected by puncturing the caudal vein with needle into heparinized vacuum tubes.

Carp blood examinations have shown that the use of MOS and OAM as feed additives can affect its hematological parameters and further investigation in this study could be continued. The RBC, PCV and WBC values in the feeding with MOS and OAM fish significantly increased (P<0.05) compared to the control group. Also the hematological indicated that MCV, MCH and MCHC were significantly higher (P<0.05) during the experiment in the treated groups when compared to the control.

After summarising the results it was concluded that in order to improve health and productivity of common carp it is appropriate to supplement its feed by adding 2kg/t of commercial probiotic Agrimos® and 2kg/t organic acid mixture Lumance®




Date post:	08-Mar-2023
Category:	Documents
Upload:	khangminh22
View:	0 times
Download:	0 times

Untitled - İstanbul Üniversitesi

Documents