Post on 17-Jan-2023
transcript
1
Astronominin Esasları1
Hoca Hasan Tahsin Efendi
(Günümüz Türkçesine aktaran Yavuz Unat)2
Hoca Tahsin Merhum
Eski zamanlardan beri “astronomi” hakkında cereyan eden bilginlerin
fikirlerini ve sistemlerini ve Şemseddîn Sâmî Bey Efendi Hazretleri’nin merhum
Hoca Tahsin Efendi’nin meslek-i ‘âlimânesiyle terceme-i halini mealen “Hafta”
mecmuasına derc ve tahrir buyurdukları mufassal bir makale-i edîbânelerini ve bir
kıymetli bir şâirin adı geçen Hoca hakkında nazım eyledikleri bir mersiyeyi ve
Hoca Tahsin Efendi’nin âhkâm-ı heyet hakkında bir manzume-i dîndârânesini hâkî
ve şâmildir.
Giriş
Ulu padişah, merhametli hükümdar efendimiz hazretlerinin Allah’ın gölgesi hilafeti
nahiyelerinde adil ve himaye edici ümmi ve imanı olan gençlerin istifadeleriyle Tahsin’in adının baki
kalması için, merhumun “Esâs-ı ‘İlm-i Hey‘e” adlı beğenilen bilimsel risalesini halkın nazarına arz
ediyorum.
Meşhur merhumun faydalı eserleri, yayılmış namının pek yüksek bir mevkii işgaline vesile
oluyor.
O erdemli söylediklerine layık olan kıymetli vücudu, mükemmel eserlerini göstermek için ulvî
ışıklar arasında gözden kayboldu. Nazik vücudu fani idi! Göçüp gitti. Fikri ilâhî nur ile ışıklandığından
kıyamete kadar bakidir.
Herkes meşhur üstadın erdem ve olgunluğunu metheder. Özellikle ilim ve fennin değişik
kısımlarını kuram ve tatbikatıyla beraber okuyordu. Güçlü hafızası, anlayışı, kavrayışı, mert tavırları
ve âlicenap fikirleriyle, Doğu ve Batı’nın ilmi ve edebiyatına ilişkin gösterişli ve iftiharlı
toplantılarıyla, hakkıyla bilgin unvanına layık olan erdemli, eşsiz saadetli Na‘îm Bey Efendi
hazretlerinin daima merhum Hoca Tahsin’in güzel vasıflarıyla fazilet ve bilgisini hikâye buyurarak
ebediyete intikal etmesinden dolayı haddinden fazla müteessir olduğu halde müte’eyyise havânidir.3
Hoca’nın hikmet sahibi mesleğinden bilgi almak isteyenlerin yaygın eserlerini incelemelerini
rica ederim. Asrın cenâb-ı padişahı da bu gibi faydalı eserleri incelenmesiyle büyük bir sevinçle iftihar
ettiğimden dolayı cihanı yaratan Allah’a hamd ve şükür ederim.
Karahisar eski amiri Sâlih Bey-zâde
Nâdirî Fevzî4
1 Esâs-ı ‘İlm-i Hey‘et, Mekteb-i Sınâî‘i-i Şâhâne Matbaası, İstanbul 1311 (1893/94); “Hey‘et-i Âlem”, Mecmûa-i
Ulûm, nr. 5, Matba‘a-ı Safâ ve Envar, İstanbul Safer 1297 (1880), s. 1–16. 2 Yavuz Unat (Editör), Osmanlılarda Bilim ve Teknoloji, Nobel Yayınevi, Ankara 2010, s. 533-583.
3 متايسه جوانيدر
4 Muallîm Nâdirî Fevzî (1892’de sağ); Sultan II. Abdülhamid döneminde yaşamıştır. Eski Karahisar
mutasarrıflarından Salih Bey’in oğludur. Türkçe kaleme almış olduğu astronomi eseri Teşekkülât-ı Avâlim
(1890) adlı eserinden öğrendiğimize göre hocası Hoca Tahsin Efendi’nin rasathanesinde tedrisle uğraşmış, Fatih
Camii’nde öğrencilere Rehber-i Muvakkitin isimli risâleyi tartışmıştır. Kitapta yer alan düşüncelerini 1858
yılından sonra Paris Gözlemevi’nde çalışmaya başlayan Camile Flammarion’dan (1842-1925) aldığını söyler.
Eserde modern astronomi konuları anlatılmaktadır (bkz. Ekmeleddin İhsanoğlu, Ramazan Şeşen, Cevat İzgi,
Cemil Akpınar, İhsan Fazlıoğlu, Osmanlı Astronomi Literatürü Tarihi, Cilt II, İstanbul 1997, nr. 509, s. 662–
663).
2
Esâs-ı ‘İlm-i Hey‘e
Saadetlû Sâmî Bey Efendî5 Hazretlerinin efkâr ve meslek Hoca Tahsin hakkında “Hafta”
mecmuasında tahrîr buyurdukları edebi makalesi
– Hoca Tahsin –
Memleketimizde bu ismin sahibini bilmeyen yok gibi ise de kendisini hakkıyla tanıyıp
anlayanlar pek azdır. Zaten aramızda vatandaşlık münasebeti dahi bulunmakla, öteden beri
kendisinden bilgi edinme şerefine ermiş olarak, hayli görüşmüş ve sohbet ve konuşmalarında
bulunmuş olduğumdan, efkâr ve tabiatını bir dereceye kadar öğrenerek, faziletine hayran olmuş idim.
Kendisi hakkın rahmetine kavuşmakla, hakkında yanlış, kötü bir fikir besleyenlerin fikir ve
düşüncelerini düzeltmek için ve merhumun her kelimesi bir bilimler dersi olan filozofça sözleriyle bir
bilgi deryası denecek kadar değerli olan yüksek fikirlerden etmiş olduğu istifadeye karşı bir lütufkâr
bir teşekkür olmak üzere, hakkında bir-iki söz yazmayı vazifeden saydım.
Kendisinin hal tercümesini yazmak, ruhunu memnun edemeyecek bir harekette bulunmak
demektir; çünkü tarihe bile itiraz ederek: “Heyhat! Tarih dediğimiz şey insan soyunun ortaya
çıkışından beri bu toprağın üstünden geçen hesapsız ve milyarlarca insanın yalnız beş-on ferdinin
durumu hakkında bir takım bilgiler verir; bu ise neye yarar”? dediğini defalarca ağzından işitmişimdir.
Bundan dolayı hal tercümesini yazmaktan vazgeçerek, yalnız efkâr ve mesleğinin tarifine zaman
ayıracağız. Zaten Hoca’nın hal tercümesi pek sade ve kısadır: “Beşikten mezara ilim öğreniniz.” kutsal
emrine tamamıyla uygun olup, ömrünü Hz. Muhammed’in bu hadisini hakkıyla yerine getirmek
yoluna sarf etmiş ve bu kelamla yarım asır süren bir ömrü doldurmuş bir adam tasvir buyuran işte
Hoca Tahsin odur. Babası müderris bulunmuş olduğundan, ta çocukluk zamanından yüksek bilimler
eğitimine başlayarak pây-ı taht medreselerinde Arap ilimleri ve İslâmiye ile Doğu edebiyatında
eğitimini tamamladıktan sonra Paris’e gidip Fransızcayla beraber çeşit çeşit yeni bilimlerin hepsini
öğrenmiştir.
Babasının rahlesi önünde veyahut sübyan mektebinde “elif” diyerek başladığı dersi, ruhunu
teslim ederken bırakmıştır. Kitap elinden düşmezdi. Oturduğu yerin, yattığı yatağın etrafı kitaplarla
çevrili idi. Okumaya yalnız okutmak amacıyla kısa bir zaman için bırakırdı. Sohbetten çekinmezdi.
Ancak sohbeti de bir ders ve bir bilim muhasebesi idi. Bir kaideyi gerektirmeyen havai sözlerden ve
özellikle şahsiyata ilişkin vazifeden hariç bahislerden asla hoşlanmaz ve böyle söyleyenlerin sözlerini
hiddet ve tehditle kesip, ilim, fen, hak ve hakikatin haricinde bir şeyden bahis olunmasına asla
tahammül edemezdi; nasıl tahammül etsin? Kendisi ilim, fen, hak ve hakikate âşık idi. Aşığı ile ilişkisi
olmayan sözlerde ne lezzet bulabilir? “Hakikati aramak” kelamı diline dolanmış idi.
5 Şemseddin Sami.
3
Vatanımızda “sâvân”6 yani “’âlim” yahut “’allâme” unvanının asrımızda Hoca Tahsin’e layık
olduğunu iddia etsek, vatanımızın usta, hüner ve bilginleri tasdik eder zan ederim. Hakikaten, bu
unvana hak kazanmak isteyen adam keşfedilmiş ve günümüzde keşfedilen bilim ve fennin hepsinden
pay almış olması gerekir. İbn Sînâ, zamanında keşfedilmiş ve bilinen ilim ve fennin hepsini bilmekle,
bu unvanı hakkıyla kazanmış olduğu gibi, Hoca Tahsin de, bu zamanda malum olan ilim ve fennin
hemen hepsinden pay almış olmakla, bu unvana hak kazanmıştır.
Dini ve şer’i ilimlerde, tefsirde, hadiste, Arap, Fars ve Türk edebiyatında geniş bir bilgi sahibi
olup, pek nükteli ve üstün sanatlı ve tarih söylemeye ve pek büyük bir açıklıkla nesir yazmaya
muktedir olduğu gibi, hikemi ilimler, doğa bilimleri, matematik, astronomi ve felekiyattaki bilgisi de
yüzeysel olmayıp, bu bilimlerin hepsini kuramsal ve kılgısal olarak biliyordu. Bu bilimlerin hüküm ve
kanunlarıyla o kadar alışmış ve bunların içinde öyle hal olunmuştu ki, hiçbir bahis ve meselede kitaba
müracaata ihtiyacı yoktu. Sözü, sohbeti de daima fen bahislerine dair olup, kendisine bilim ve fenne
dair bir şey sorulduğu veyahut bir meselenin hali talep edildiği vakit, ziyadesiyle memnun olur ve
saatlerce uğraşarak, gerçek anlamları çalışmaktan hiçbir vakit usanmazdı.
Bu adamın ömrü yarım asır sürmüş bir dersten başka bir şey değildir, bütün ömrünü okumakla
geçirdi. İki şeye ziyadesiyle hırs ve isteği vardı: Birincisi mevcut ve elde ettiği bilgiyi arttırıp
“hakikate” yakınlaşmada bir adım daha atmak ve ikincisi bildiği şeyleri insanlara da öğreterek, millet
ve vatana hizmet etmek. Bu iki arzuya, bu iki amaca olan düşkünlüğü öyle bir derecede idi ki, bunun
önemini takdir edemeyenler cinnetine hükmedebiliyorlardı. İki şeye aşık idi: “Hakikat” ve “insaniyet”.
Ömrünü, hayatını, çabasını, vaktini, fikrini bu iki aşkının hizmetine hasretmişti. Rahatını, eğlencesini,
zevkini, sefasını, uykusunu bunların hizmeti uğrunda feda etmişti. Kâinatın büyüklüğü, tabiatın
garipliği, mahlûkatın azimeti, halkın kudreti içinde kendi cisim ve şahsını pek küçük görüp,
kaybetmişti. Kendini düşünmeye, kendine bakmaya vakit bulamazdı; zihninde, fikrinde, kalbindeki
büyük şeyleri bırakıp da, kendi cisim ve şahsıyla uğraşmaya tenezzül etmeyi hoş görmezdi. Kendine
bakmıyordu, lakin bilgileri genişletmeye vasıta olan kitaplarına, haritalarına, şekillerine ve bilim
araçlarına çok bakıyordu; hatta oturduğu medresenin duvarlarına dahi kendisinden fazla ehemmiyet
verip, çok defa yanına giden ahbabı kendisini medresesine nizam vermekle meşgul bulurdu. Bir
yükseklik tahtasına, bir gözleme yahut hikmet ve kimyaya şaşılacak derecede ilgi gösterir, bir aleti
yerleştirmek için, kendince uğraşır ve dülgerle beraber çalışırdı. Medreseyi temizlemeye ve
düzenlemeye uğraşırken kendisi tozlar topraklara bulandığını farkında olmazdı. Medresesini,
ikametgâhı olduğu için değil, belki kitaplar, şekilleri, haritaları, bilim araç ve gereçlerini topladığı için
düzeltmek merakında idi. Sarığı perişan, cübbesi toz içinde, şalvarının paçaları çarpık, saçları, birçok
vakitten beri kesilmemiş olan o adam oturduğu yerin yanında duvara bir küçük levha asmıştı ki, şu
ibareyi içeriyordu:
“Une place pour chapue7 chose et chapue
8 chose à sa place”.
6 ساوان
7 Choque.
4
Yani, “Her şeyin bir mekânı ve her mekânda bir şey vardır”.9 Temizlik ve paklığı sevmeyen adam
değildi. Hukema-i kelbiyyunun10
mezhep ve mesleğinde değildi. Lakin kendini düşünmez; vakti yok
idi. Eline para geçince, kitap bilim araçlarına sarf ederdi. Yalnız karnı acıktığı vakit yemek yemeyi
düşünüp, çok defa ekmek peynir yerdi. Yatağının karşısında elektrik makinesi, üstünde uzun bir
gözlem aracı, başında bir dürbün, ayağında bir büyüteç, elinde kitap olduğu halde uyurdu. Duvarlarla
tavan, tabiat tarihi, jeoloji, tabii ve siyasi coğrafya, astronomi, hikmet, kimya resim ve şekilleri ile
örtülü idi. Sanki o medrese tabiat ve kâinatın küçük ölçeğinde bir resmi idi.
Genel olarak insaniyeti sevdiğini söyler, evet, insanlara bir büyük aile ve bütün insan evlatlarına
kardeş gözüyle bakardı. Genelde insanları iyileşmeye muhtaç görüyordu. Avrupa’nın medeni
durumuna tamamıyla vakıf idi. Lakin her hallerini beğenmezdi: “Onların daha pek çok noksanları,
daha pek çok ihtiyaçları vardır” derdi. Saf kalbinde hâsıl olan arzu ve dualar insanların hayır ve
menfaati için idi.
Bununla beraber, vatan ve millet muhabbeti dahi kendisinde pek kuvvetli olduğundan, bilgiyi
anlamak isteyen ve engin fikrini ve cömertliğini, vatanın çıkarlarına hasretmeye mecbur olurdu.
Vatanın çıkarlarını o kadar çok düşünüyordu ki bu uğurda, şahsi çıkarlarını değil, çünkü onun için bu
tabir manasız idi. Belki şahsını feda etmeye hazır idi. Millet ve devlete dair olumsuz bir şeyden bahis
olunduğu vakit, kendine özgü bir tavırla “Yapma Efendi!” derdi. Hele İslâmi gayreti öyle bir derecede
idi ki uzak ülkelerde bulunan Müslüman kavimlerin ikazı veyahut İslâm dininin Asya ve Afrika ile
Flemenk-i Cedîd’in en uzak ve en tehlikeli taraflarına, en vahşi kumlarına kadar genel olarak
yayılması için, elinde bir asa ile gidip, bu uğurda nefsinden feda etmeye her an hazır idi. “İslâm
birliği” amacı en evvel onun zihninde doğup, bir tatlı rüya gibi efkârını okşar idi.
“Bizim amacımız insaniyete, hakikate hizmet etmektir. Medeni Avrupa bizim bu mukaddes
maksadımıza nasıl mani olabilir? Protestan ve Katolik misyonerler dünyanın her tarafında gidip kendi
dinlerini yaymaya çalıştıkları gibi bizim de kendi dinimizi yaymaya çalışmamız doğaldır” derdi. Bu
arzu ve amaç Hoca’nın fikir ve kalbinden ayrılmayıp daima onu düşünür ve ondan bahsederdi.
Nihayet, bu arzuyu sürükleyip mezarın içine götürdü.
Araştırma ve makalelerindeki başlıca konulardan biri de İslâm dininin ve şeriat-ı
Muhammediye’nin tam bir hikmeti olup, medeniyet ve terakkiye engel olmak şöyle dursun medeniyet
ve terakkiye eriştirecek bir sağlam bir yöntem olduğu maddesi idi; bunu şiddetle gerekli görür ve
hadis, ayet ve şer‘i hükümlerle ispat ederdi. İslâm’ın, medeniyete engel olması zannını oluşturup,
bunun aksine bu iddiaya sebebiyet veren şey bazı cahil mutaassıpların, İslâmî hakikatlerden ve Kuran
hükümlerinden habersiz oldukları halde İslâm dinine atıf ve dayandıkları ve hakikatte İslâm dışı ve
şer‘en çürütülmüş ve reddedilmiş olan bazı boş fikirler olduğunu ileri sürmekten asla çekinmeyip, dinî
8 Choque.
9 “Mahallu li-külli şey’in ve küllü şey’in fi mahhallihi”.
10 Kalender olarak yaşama.
5
ve şer‘i ilimlerde ve hadis ve tefsirde olan derin bilgisi münasebetiyle bu bapta derin bahislere ve
dakik meselelere girişmekten çıkmazdı.
Merhum, yüzyıllar ve devirlerin pek güç ve nadir yetiştirebildiği büyük adamlardan idi. Kendisi
vatana hayli hizmetler etti. Her vakit bilgiye hevesli beş-on öğrenci dersinde hazır bulunarak ilim ve
fennin yayılmasına ve bilgisizliğin yok edilmesine hayli hizmetler etmiştir; ancak ettiği hizmetler,
kendisinin erdem ve iktidarıyla uygun olmayıp edebileceği hizmetlere oranı hiç derecesindendir. Hoca
Tahsin’in itikadı tam ve kâmil idi. Sürekli uğraştığı ilim ve fen ve ulaşmış olduğu kâinatın gerçek
durumları geçimsiz haline engel idi.
Bir gün (Paul – Garumfel) isminde Almanyalı ile mübahasesinde hazır bulundum. Bu zat
vatandaşlarının âdeti üzere felsefeyi safsata derecesine kadar ileriye sürüp zamanın da ışık ve ısı gibi
bir hafif bir cisim veya itibari olması fikrini iltizam ediyordu. Hoca bunun batıl bir fikir olduğunu,
doğa felsefesi, kimya, astronomi ve felsefeyi karıştırarak zamanın ne olduğunu ispat ve nihayet
ebediyet ve ezeliyet; kudret ve onun büyüklüğü; ruhun kalıcılığı gibi meselelere girişerek ve gerçek
sonuçları ve esrarı dökerek; uzun uzadıya bir nutuk çekti. Kendisinin zaten nutuğu biraz zayıf
olduğundan hiçbir vakit o kadar akıcı ve güzel ve Fransızcayı o kadar açık söylediğini işitmemiştim.
Sanki o esrar ve hakikat kendisine gizli bir yerden ilham almış gibi gözlerinde fevkalade bir nur,
sesinde bir kuvvet, dilinde bir akıcılık vardı. Karşısındaki ağzını açarak hayran hayran dinliyordu.
Hoca nutkunu tamamlayınca itiraz ve inadı kırılan Almanyalı kendisine elini uzatarak tamamıyla
teslim oldu. Yalnız bir şeyden dolayı şaşırdığını beyan ederek “Sizin itikatsız ve ulûhiyete inanmaz
olduğunuzu işitmiştim. Hâlbuki sizde bunun büsbütün hilafında bir fikir ve itikat gördüm” dedi. Hoca
âdeti üzere hiddetlenerek “İtikatsızım diye kim söyledi? Ulûhiyete inanmayan kimdir?” diye bağırdı.
Bunun üzerine de ayrıca bir bahse girişmeyerek kendi itikadının tamamıyla Kurân’ın hükmüne uygun
olduğunu ispat etti.
Velhasıl, Hoca’nın itikadı tam ve bütün idi. Marifeti Allah’a ulaşan bir adam idi. Dince makbul
olan işlerin en makbulü Allah’ın af ve merhametine güvenmektir. Hoca Tahsin’in de buna itimadı
vardı. Kalbi saf ve temiz idi. Rahmet ve şefkati öyle bir derecede idi ki bir karıncayı bile incitmezdi.
Bu son hastalığında hava değişimi için Arnavutluk’taki Tiran’a gidip bir müddet eğlenmek niyetinde
idi. Lakin canı sıkılacağından şikâyet ediyordu. “Ava merakınız varsa hem eğlenirsiniz hem vücutça
bir harekette bulunarak istifade edersiniz” dedim. “Hayvanlara acırım, vuramam” dedi. “Lakin oranın
dağlarında jeolojiye dair bilgileri genişlettirecek pek çok kalıtılar vardır. Bu kalıntıların incelenmesi
hem avdan sıhhatçe olunacak istifadeyi mûcib olur, hem fen ve hakikate bir hizmet olmuş olur, hem de
bizim gibi can taşıyan ve hayatları bizimkinden çok daha mesut ve leziz olan bir takım zavallı
hayvanların özgürlük haklarına dokunmaz.” Ölümüyle sonuçlanacağını pekâlâ bildiği bir illetin
hafifletilmesi için edeceği bir hareketi dahi fen ve hakikate hizmet yolunda etmeyi düşünerek, kendi
şahsının menfaati için bırakarak kuşun rahatını bozmaya razı değildi! Sabırlı, kanaatkâr ve bütün
âlemin hayrını arzu ederdi. Allah’ın rahmeti üzerine olsun.
6
Ünlü bir şairin merhûm Hoca Tahsîn Efendi hakkında nazım buyurduğu edebî mersiyeleridir:
Kemaliyetde mahv olup bitmiş,
Bu da, yâ-Rabb! Nedir, hayat mıdır?
Şu büyük kâinâtın altında
Geçinir bir garîb idi yalnız,
Efkar-ı bî-nasîb idi. Mazlûm,
Hastalanmış tabîb idi, merhûm;
Olmağa pek karîb idi yalnız
Kubbe-i per-sebâtın altında
O kadar âşina-yi hey‘et idi,
Ki yaşardı semâda, yerde değil;
Gökte de tâlib-i hakikat idi,
İştigâlâtı sâde yerde değil
Gökteki hey‘eti değil ancak,
Yerde de hey‘eti severdi o zât,
Yani cemi‘iyyeti sürdü hemân,
Ki ‘umûma bunu murûr-ı zemân
Mutlakâ bir gün eyleyûb isbât,
Yâdı bir yâd sürmedi olacak.
Yalnız fakir de değil, hatta
O semâhatda da yekân idi;
Serveti bir kütüphane idi:
Fikrine bir delîl bî-hem-tâ.
Müteaddid lisâna vâkıf idi,
Meclis-ârâ ve nîg-haslet idi,
Müteressid, hakîm, ‘âlim idi,
Cevher-i zâtdan mücessem idi,
Genz-‘irfân ve kân-hikmet idi,
Belki bir ‘âlim-i ma‘âruf idi.
Feylesof ve edîb ve şâ‘ir idi,
7
Ne sorulsa, cevaba kâdir idi.
Bu kemâlât ile çok olmuştur
Kuru ekmekle doyduğu demler!
Vârî kerrât ile yok olmuştur.
Ânı soymuştu bazı mücrimler.
Kerem-i tabi’î iktizâsından,
Esef etmez buna, demez de fenâ,
Der idi: - mâlımı eden târâh
Belki benden ziyâdedir muhtâc.
Afv ile gösterirdi istingâ,
Bir sitem görse âşinâsından.
Müstefîd eylemek için gayri,
Gördüm, eylerdi nefsini izrâr.
Yine gördüm de, söylerim tekrar:
Olmadı kimsenin ânâ hayrı.
Belki halâ ziyâdedir berden
Ânı nefretle yâd eden, heyhât!
Onu dövüp zikr-i hayr-ı emvâtı.
Olduğu için hemişe zâkir-i hakk,
Cehlen zan ederdi münkir-i hakk.
O siyahla beyaz bahsinde
Halka eylemişti emniyet;
Ta‘n ile i‘tirâz bahsinde
Halka vermez idi ehemmiyet.
Muktezâ-yi nizâm ‘âlimdir,
Kim olur ‘itirâzdan sâlim?
Ezkîyâdan gabî eder nefret,
Hamkâdan zeki âlır ibret.
Haline her bilen eder teslim:
Sağ iken; bunda yoktu mânendi;
Döndü manendiye bu gün kendi;
8
Önce nâdirdi, şimdi oldu ‘adîm!
Bulmadı matlabı fenâda husûl,
Gerçi bir hayli iştigâl etti;
Etmedi arz-ı çehre cânânı,
Ki “hakikat”dır isim ve unvânı;
‘Âkibet-i ‘âşık irtihâl etti,
Nâ’il ve hiddet eylesin mollâ!
Sermediyyette görsün istilâ!
Ey Tahsîn ve yâ fenâ Tahsîn,
Ebeden oldu müfterik Tahsîn,
O kadar ‘ilme âşinâ Tahsîn,
Bu kadar vasfa müstahikk Tahsîn.
Ne imiş bir zaman, nedir hâlâ?
O da bir şu‘ledir, sevinip bitmiş.
Bahr bî-intihâ-yi hilkatte,
Bu siyah perde-i hakikatte
Bir “hayâlet”tir oynamış, gitmiş,
Eylemiş kahkaha ile vâ-veylâ!
Ne ‘aceb bir sadâ imiş ânı!
Şimdi bizce ile-l-ebed fanî!
Gördüğüm diğer bir cihân hülyâ mı?
Bu da, ya Râb! Ne dir, hayat mıdır,
Zulmât-ı şeb mâtem midir,
Yoksa rü’yâ-yı huvâb-ı ‘ukbâ mı?
Dâne-i dest inkılâb olmuş,
Öyle bir ‘âlem-i kemâli düşün!
Ne kadar hoştu dünkü mev‘izesi!
Taşlar altında şimdi mahfazası!
Dünkü Tahsîn Efendi nerede bugün?
İşte, bak, bir avuç turâb olmuş!
9
Böyle bitmiş kemâl-i zâtiyyesi,
‘Ömr-ü mazîsi, hâl ve âtîsi!
Bunda vardır fakat Kemâl Allah.
Gerçi zâhirde hâkk esmerdir;
Nûr-ı vicdân ile mâil Allah
Safha-i makbere muharrirdir.
Hoca Tahsîn olunca dâhil-i hâkk,
Söyleriz Rabb-i kâinata ki biz:
Seni bilmiş o vâr olup bir dem,
Yok olursa, ne öğrenirim âdem?
‘Aklımız ayırmıyor hayata, ki biz
Edelim mevtin aslını idrâk.
Var mıyız, yok muyuz, neyiz? Meçhûl;
Şu kadar var ki rahmetin me’mûl.
Merhûm meşâr aleyhinin hey‘et-i kâinâta dair nazım buyurdukları manzûme-i dîndâr-aneleridir:
Rû-yi murât el-‘avvalimdir bu resim-i delilşeyn
Sûret-i zîbân-ı masnû‘ât hayr el-hâlikeyn
Târim meynâda hoş levn kevn kevn ile
Zeyn olunmuştur mesabih el-semâ menâzereyn
İrtifâ‘ı kadr-i ecrâm-ı felek hakkında hem
Nâzil olmuştur nîce âyât-ı Kurân-ı mabeyn
Sevre-i ve el-şems ve el-necminde bi-âvâv-ı kısım
Onların hak içün hamş-i hak kelâmında yemîn
Hayret-efzâ-i ukûl hel fikretdir nücûm
Habbezâ sına‘a-i bedî‘ ne hissedir ref‘et-i rehîn
Eşref-i cümle mu‘ârifdir bu fenn-i mevzû‘-veş
‘İlm-i hey‘et üzere mevkûf ekser âhkâm-ı dîn
Mihr-i hikmet lem‘a-rîz kişver-i ervâhdır
10
Feyz-i nûr ile bûlûr neşv ü nemâ ‘akl-ı fatîn
Bi-ecnâh ‘ilm-i hey‘et dem bi-dem olmak mehâl
Evc-i idrâk kemâl-i kudret-i hakka karîn
İşte bir âyîne-i hey‘et nemâ kayyum-ı vecihinin
Encümenden münteşirdir yer-tû ‘ilm el-yakîn
Matla‘ı tâ bedendir çeşm-i hakâyîk-ı beyndir
Ahter-i pervîn-ı sıfat her noktası dürr-i semîn
Burc-ı ‘âlî sipihr-i irtikâya neyl içûn
İnkisâmâtı medâric-i hatları habl-i metîn
‘Âlemin âhvâl-i icmâliyesin idrâk içûn
Şekli görmek bîn kitâbın okumaktan bihterîn
Mündericdir leva-i mersûmemizde hâsılı
Zübde-i ersâd ve tedkîkât-ı ‘ayn devr ü beyn
‘Âcizâne ibtidaî Tahsîn i‘tinâ-i ikmâline
Reh-ber-i Tevfîk-i Mevlâ sa‘îne oldı mu‘ayyen
Kevkeb-i tarîhi mısbâh-ı sipihr şeklidir
Resm-i satıh kubbe-i zât el-burûc oldu Güzîn
Muhtasarca şerhini dinle ne hayret-i bahşdir
Ol kitâb sın‘a-ı Mevlâ-i ‘avâlim aferîn
Bu mecrede muhât olmuş nucûm bî-şamâr
Bir mükemmel-i şemsdir her kevkeb çerh-i berîn
Kehkeşân-ı hirman kev-i içre encim-i dânedir
Ânı teşkîl eylemişdir bu hubûb-ı gevherîn
Her güneş havlinde devr eyler nice syyâreler
Neş ü nûr ve nâr ider her hâver merkez-i neşÎn
Şems-i mensûbât ile bu kehkeşânda kutredir
‘Âlem-i şems içinde zerredir cirm-i zemîn
Cümle seyyârât ‘âlem-i ârz gibi meskûndur
Biz gibi ‘âlem-ı sükkânı erzâk ü n‘am ile kâmebeyn
Âlet-i tahlîl-i ihtivâ gösterir erkânını
11
Keşf olunmuştur kevâkibde ne ‘anasırdır mekîn
Mâverâ-i kehkeşânda çeşm-i nezâret ile
Ettiler ta‘yîn dört beş bin sehâbî-i râsıdeyn
Her mecra nice milyûn âfitâbı müştemil
Her güneş kendi tevâbiyle felekde sâbiheyn
Şekl-i mecmû‘-u ‘avâlim bir kere der-i kayyum anın
Merkezi her yerde vâkı‘ sath-ı hâviden emîn
Bir tasavvur-u kîl ne efrât-ı cesâmetdir o kıyem
Cisminin her cevher-i ferdi ola tûb-ı zerrîn
Fart-ı umk ve vüs‘at-ı ecrâmından agreb bu kayyum
Bunca ‘âlem gösterir bir katre-i sevda hurde-bîn
Anların ömr-ü kasîrinde sevânî-i sâldir
Lahzadır ömr-ü medîd-i nemce nisbetle sinîn
Hep müberhendir hesâb ve hendese ile naklimiz
İşte tefsîr-i sahîh-i kavl (rabü’l-‘âlemîn)
Hoca Tahsin
12
Kısa Astronomi Tarihi – Görünen Hareket – Önemli Bilgiler – Günlük Hareket ve Dört Sistem
Astronomi biliminde gökcisimleri ile bunların hareket yasalarından bahsedildiğinden bu bilimin
konusu gökcisimleri ve bunların yasalarıdır. Bu bilim, halkı çoban ve göğün – çoğu zaman – berrak
bulunduğu iklimlerde ortaya çıkmıştır. Gökkürenin yaratılması, burçlar dairesinin on iki burca yani
yıldız suretlerine bölümlenmesi ve bu kısımların her birinin özel bir resim ile isimlendirilmesi dünya
soy ve halklarının çok eskilerinden itibar olunan Keldaniler tarafından zuhura geldiği zannedilir.
Astronomi Doğu memleketlerinden Mısır’a geçmiştir. Mısır topraklarının eski eserleri, bazı
tarihçilerin söz ve işaretleri ve Yukarı Mısır’ın ve o tarafların Teb ve Menfîs ismiyle meşhur
ziyaretgâh ve mabetlerin harabeleri Keldani biliminin ileri derecesine ve itibarına şahadet ediyor.
Yunanlılar, Keldani bilginleri ve Mısır biliminden istifade etmedikten başka filozof
Pythagoras’ın11
– ta okulunda iken Yer’in ekseni üzerinde devir ve Güneş’in etrafında seyir etmesinin
gerekli olduğunu savunan ve ilan eden12
– mezhep ve ayinlerine yakın fikirlerine karışır ve küçük
görürlerdi. Eudoxus,13
Pytheas,14
Eratosthenes,15
adlarıyla meşhur eski astronomlar gözlemsel
astronominin gereğini yerine getirmişler ve hatta Eratosthenes eski bir yöntemle Yer’i ölçmeye
çalışmıştır.
Hipparchos16
adlı astronom Miladi 160 senesinde yetişerek Güneş yılının gerçek uzunluğunu
bularak ılım noktalarının geriye hareketi denilen göğün büyük hareketini17
gözlemlemiş ve 2023 sabit
yıldızdan ibaret bir cetvel düzenlemişti.18
Batlamyus19
adlı meşhur gözlemci zamanında mevcut olan astronomi bilgisini – hala Arapçada
– el-Mecistî ismiyle şöhret olan kitabında topladığı gibi Yerküre’yi bütün gökcisimlerinin hareketinin
merkezi kılmaktan ibaret olan meşhur sistemini de bu kitaba sokarak Miladın sekizinci yüzyılına kadar
kendisine uyulan ve eseri – bilginler arasında itibar gören – değerli ve özenli olmuştur.
11
Pythagoras (M.Ö. 580-500); Ünlü Yunan filozofu ve bilim adamı. Güney İtalya’da mistik ve dini niteliklere
sahip bir bilim topluluğu kurdu. Pythagorasçılar denilen bu topluluğa göre, Yer, Güneş ve diğer gezegenler
Merkezi Ateş adını verdikleri bir cismin etrafında dönmekteydi. 12
Gerçekte Pythagorasçılara göre Güneş de Merkezi Ateş etrafında dönmektedir. 13
Eudoxus (M.Ö. 400-350); Antik Yunan’ın ünlü astronomu. Kurmuş olduğu Ortak Merkezli Küreler Sistemi ile
matematiksel astronominin öncüsü olarak kabul edilir. 14
Pytheas (M.Ö. yaklaşık 380 – 310); Antik Yunanlı ünlü gezgin ve coğrafyacı. 15
Eratosthenes (M.Ö. 276-194); Coğrafyacıdır. En önemli çalışması, Yer’in çevresini ölçmesidir. 16
Hipparchos (M.Ö. 2. yüzyıl); Yaşamı hakkında bilgi sahibi olmadığımız Hipparchos astronomi çalışmalarıyla
ün kazanmıştır. Açıları yaylarla değil kirişlerle ölçmüş, yaklaşık 850 yıldızı içeren bir yıldız katalogu hazırlamış,
ılımların öncelimi denilen hareketi bulmuş ve Güneş ve Ay’ın hareketlerini matematiksel olarak analiz etmeyi
başarmıştır. 17
Ilımların Öncelimi ya da Ekinoksların Presesyonu. 18
Gerçekte Hipparchos’un yıldız katalogu 850 civarında yıldız içermektedir. Ondan sonra gelen Batlamyus bu
sayıyı 1022’ye çıkartmıştır. 19
Batlamyus ya da asıl adıyla Ptolemaios (M.S. 150 yılları); Yer Merkezli Sistem’in gerçek anlamda kurucusu
olarak tanınır. Kendinden önce yapılmış olan gözlemlerden ve Hipparchos’un çalışmalarından da yararlanarak
Hipparchos’un eksik bıraktığı gezegen hareketlerini matematiksel olarak açıklamayı başarmıştır.
13
1473 Miladi senesinde ve Torun adlı şehirde doğan Kopernik20
adlı filozof bilgin Batlamyus’un
sisteminde şüphe ve tereddüt edenlerin ilki olup Güneş’in evrenin merkezinde sabit olduğu halde
Yer’in gezegen gibi Güneş’ten ışık ve ısı aldığına ve onun etrafında dolandığına deliller getirmiştir.
Tycho Brahe21
her ne kadar yanlış bir yol ve hatalı bir kuramda nefsini kayıt altına almış ise de
birçok gözlemler aracılığı ile bu bilimde hayli hizmeti geçtiği inkâr edilemez.
Kepler22
adlı saygıdeğer bilgin bütün gökcisimlerinin hareketini açıklayan üç büyük yasayı
buldu ve bildirdi ve kendi ismiyle ismini ölümsüz kıldı. Ondan bir süre sonra gelen Galilei23
adlı
büyük düşünce sahibi, bu bilimin yenileyen kişi olarak itibar olundu. Mucidi ve icat edeni olduğu
teleskop24
yardımıyla – astronomide – güya yenidünyalar keşfederek Jüpiter’in aylarını ayan ve Yer’in
Güneş’in etrafında dolandığını delil ve kanıtlarıyla ispat ve beyan eyledi.
Huygens,25
Cassini26
ve Helvetius27
iftiharla Kopernik, Galilei ve Kepler ekollerine yine kani ve
tabi oldular. Halley28
adlı astronom doğru bir öngörüyle bir kuyruklu yıldızın geleceğini haber verdi.
1642 senesinde Newton29
adlı bilim adamı doğdu ve Kepler’in yasalarını inceledikten sonra – bu
evrenin esas kanunlarının birincisi denilebilen – Evrensel Çekim Yasası ile onun eseri olan
gezegenlerin hareketini, Yer’in iki kutbunun basıklıklarını ve denizin gel-gitini velhasıl – o yüzyıla
gelinceye değin – eskilerin istenilen surette şerh ve beyandan aciz kalmış oldukları gökcisimlerinin
hareketini keşif ve izahını başararak hakiki usullere tatbik eyledi.
Herchell30
adlı astronomun kendi teleskopunu en üst mertebeye ulaştırıp tamamlamasıyla bizim
gökyüzünü birkaç kat daha arttırıp Uranüs adlı gezegeni keşfetti. Olbers,31
Harding,32
Piazzi,33
20
Mikolaj Kopernik (1473-1543); Güneş Merkezli Sistem’in kurucusu olan Polonyalı bilim adamı. 21
Tycho Brahe (1546-1601); Hem Yer’i hem de Güneş’i merkeze alan Tychonik Sistem adı verilen kuramıyla
tanınan Danimarkalı astronom. 22
Johannes Kepler (1571-1630); Gezegenlerin elips yörüngelerde dolandığı yasasını bulan ve modern
astronominin kurucusu olarak kabul edilen Alman astronom. 23
Galileo Galilei (1564-1642); Fizik, mekanik, matematik ve astronomi alanlarında çalışmaları bulunan ünlü
bilim adamı. Astronomide teleskopu ilk defa gökyüzüne çeviren kişi olarak tanınır. Teleskopla yaptığı
gözlemlerle hem Kopernik’İn haklı olduğunu kanıtlamış hem de o zamana kadar geçerli olan Aristıteles
Kozmoloji’ni sarsmıştır. 24
Teleskopun mucidi Hans Lippershey’dir. Galileo, kendi teleskopunu yapmakla birlikte mucidi değil, bu aracı
astronomik amaçlı kullanan ilk kişidir. 25
Christian Huygens (1629-1695);1672’de kurulan Paris Gözlemevi astronomlarındandır. Astronomi alanında en
önemli keşfi Satürn’ün halkasıdır (1659). 26
Jacques Cassini (1677-1756); Paris Gözlemevi’nin kurucusu ve ilk müdürü. Huygens’in Satürn’ün halkasını
keşfinden sonra halkanın üç parçalı olduğunu belirledi. 27
Johannes Hevelius (1611-1687); Döneminde kurulan gözlemevlerinden bağımsız olarak çalışmış ve 1647’de
Ay yüzeyini tanıtan bir eser kaleme almıştır. 28
Edmond Halley (1656-1742); 1675 yılında kurulan Greenwich gözlemevinin ikinci müdürü. En önemli
çalışması Kuyruklu Yıldızlar üzerinedir. Yaptığı bu çalışmayla Halley Kuyruklu Yıldızı’nı keşfetmiştir (1705). 29
Isaac Newton (1642-1727); Matematik, optik, fizik ve astronomi konularında çalışmış olan ünlü İngiliz bilim
adamı. 30
William Herchel (1738-1822); On sekizinci yüzyılın en önemli astronomu. 1781 yılında Güneş Sistemi’nde o
zamana kadar bilinmeyen Uranüs gezegenini keşfetti. Çift Yıldızlar’ı, Değişken Yıldızlar’ı buldu. 31
Heinrich Olbers (1758-1840); 1802 yılında ikinci asteroit Pallas’ı (2) keşfetti. 1807’de ise Vesta (4) asteroitini
keşfetti. 32
Karl Ludwig Harding (1765–1834); 1804 yılında Juno (3) asteroitini keşfetti. 33
Giuseppe Piazzi (1746-1826); 1 Ocak 1801’de ilk asteroit Ceres’i (1) keşfetti.
14
Hencke,34
Hind35
adlı astronomlar yakın zamanda birbirini takip ederek diğer yedi adet gökcismini
keşfettiler.36
Asrımızda Paris Gözlemevi müdürü Monsenyör Le Verrier,37
Uranüs adlı gezegende
gözlemlediği düzensiz hareketleri hesap ederek o zamana kadar bilinmeyen ve Uranüs’ün arkasında
gizli bir büyük yeni gezegenin bulunduğu noktayı anlayıp bu şekilde Neptün adlı gezegeni Dünya’ya
ilan etti ve nefsini meşhur eyledi.
Velhasıl, birçok memlekette meydana gelen hünerli ve bilgili kişiler bu yeni bilimin yapısını
tamamlayarak ve günden güne temelini sağlamlaştırarak en yüksek seviyeye çıkarmışlardır.
Göğün Görünen Hareketi
Eğer yüksek bir yerde – havanın açık olduğu bir gecede – göğe doğru bakılırsa her bir anda
değişen durumlar gözlemlenir. Şöyle ki, yıldızlar yükselirler ve alçalırlar. Bazısı doğu yönünde
görünür ve bazı diğeri batı yönünde kaybolur ve gizli olarak kuzey yönünde olurlar. Büyükayı38
ve
Cassiopeia Takımyıldızı39
denilen takımyıldızların ve bunlara yakın diğer yıldızların – aslen ufka
dokunmayarak ufuk üzerinde dolandığı gözlemlenir.
Bu genel harekette sabit yıldızlar, aralarında olan geçerli durumlara asla uymayarak içlerinden
kendisine Kutup Yıldızı ve Oğlak Burcu40
adı verilen ve özel genel harekete tabi olmayan hareketsiz
yıldızların etrafında daireler çizerler. Sabit yıldızlar kutup yıldızına ne kadar yakın bulunurlar ise
çizdikleri daireler de o kadar küçük olur.
Gökyüzü iki sabit nokta üzerinde dolanır görünmesi sebebiyle bu iki noktaya Evrenin Kutupları
(Evrenin İki Kutbu) adı verilir. Bu genel hareket de bütün gök cisimlerinde müşterektir.
Bu durumda incelenmesi gereken bir takım problemler ortaya çıkar. Örneğin gece gözlemlenen
yıldızlar nereye gider? Gündüz neden görünmezler? Akşam olunca ne keyfiyetle yine görünmeye
başlarlar?
Gökyüzüne dikkat ve imtihan bu türlü meselelerin halinde kâfidir; şöyle ki, fecrin ışığı ufuk
üzerinde görünmeye başlayıp fazlalaştıkça ışın ve yoğunluk yıldıza ansızın iki kat daha fazla gelir.
Bilakis, akşam şafağın ışığı azaldıkça yıldızın ışığı kuvvetlenir. Bu keyfiyet, yıldızın kendi
parlaklığının çoğalması veya azalmasından dolayı olmayıp bilakis Güneş’in ışığı – bunların
ışıklarından daha çok olduğundan – bunlara üstün gelerek bu yıldızları gözlerimiz göremediğinden
ileri gelir.
34
Amatör bir gözlemci olan Prusyalı Karl Ludwig Hencke (1793-1866), 1845 yılında Astraea (5) adlı beşinci
asteroiti keşfetti. 35
John Russel Hind (1823-1895); 1847 yılında sırasıyla Hebe (6), Iris (7) ve Flora (8) asteroitlerini keşfetti. 36
1 Ceres (Piazzi, 1801). 2 Palas (Olbers, 1802). 3 Juno (Harding, 1804). 4 Vesta (Olbers, 1807). 5 Astraea
(Hencke, 1845). 6 Hebe (Hind, 1 Temmuz 1847). 7 Iris (Hind, 13 Ağustos 1847). 37
Urban Jean Joseph Le Verrier (1811–1877); John Couch Adams’tan (1819-1982) bağımsız olarak Uranüs
gezegenini etkileyen yeni bir gezegenin varlığını savundu. 1846’da bu gezegen gözlemlendi ve Neptün adı
verildi. 38
Dübb-u Ekber. 39
Zât el-Kürsî. 40
Cedi.
15
Kutba yakın olup ufka asla ulaşmayan yıldızlar – hareketleriyle – bir takım daireler çizerler ki
yörüngeleri Allah’ın takdiriyle görünür. Doğu yönünden görünen ve Batı yönüne doğru yönelerek
görünmez olan yıldız ufuk üzerinde çizmeye başladıkları daire parçaları görünmez yani gözümüze
görünmez olduktan sonra ufuk altında tamamladıkları sezgisel bir şekilde malumumuzdur. Kuzey
kutbuna gidildiği halde bu özel bir durum kabilinden olur. Şöyle ki seyir olunan mesafelerle uygun
olarak kuzey kutbu yüksekliği ve yıldızlı kürenin o yönde vaki olan yıldız yörüngesi ufkun kesmesi ve
temasından tedricen kurtularak ufuk üzerinde dolandıkları ve iş bu yıldızlar – artık görünmez olmayıp
– daima görünür ve güney tarafındaki yıldızlar – doğamayıp – daima görünmez oldukları açık bir
şekilde gözlemlenir. Güney kutbuna doğru seyir ve sefer olunduğunda durum tam tersi olur, yani
daimi görünen yıldızlar doğup batmaya ve takdiri evvelde görünmeyen yeni yıldızlar müteakiben
görünmeye başlarlar.
Bu yıldızların gözlemlenmesinden Yer bir küre olup göğün onu tüm yönlerden çevrelemiş
olduğu anlaşılıyor. Günlük hareket olarak anılan bu hareketten başka farklı yani Batı’dan Doğu’ya
doğru diğer bir hareket ve hissedilir. Şöyle ki art arda birkaç gün belirli bir zamanda birazcık dikkatle
gökyüzüne bakılırsa bazı yıldızların – Güneş’in batışından sonra – Batı tarafında Güneş’in battığı
noktaya doğru günden güne yakınlaşıp ve nihayet Güneş’in ışığı altına girerek görünmez olduğu
görünür. Güneş’in doğuş ve batış konumu ufukta her gün değiştiği halde bu sabit yıldızlar konumlarını
ve aralarındaki mesafe ve geçerli oranı saklayarak devamlı olarak ufkun bir belirli noktasında doğup
battıklarından Güneş’e yakınlaşan bizzat yıldızlar olmayıp bilakis Güneş Batı yönünde olan yıldıza
yavaş yavaş yakınlaşmış olduğu sonucu çıkarılır. Güneş’in bu özel ve günlük hareketinin aksine olarak
Doğu’dan Batı’ya doğru hareketine Yıllık Hareket adı verilir.
Teşerrük41
ve Önemli Prensipler
Astronomide en önemli ve elzem şey göğün yarı küresinin kutbunu bulup belirlemektir. Bunun
fark ve ayırt edilmesinden daha kolay bir madde yoktur. Yedi yıldızdan oluşan ve genel lisanda Yedi
Kardeş ve astronomi terimlerinde Büyük Ayı ve Benât-ı Na’ş42
olarak adlandırılan meşhur yıldızın
suretini tanıdıktan sonra, bu Büyük Ayı’nın kuyruğundan epey uzak olup bir kare oluşturan yıldızdan
iki yıldız istikametinde bir düz çizgi uzatılıp ulaştırılsa bu uzatılan çizgi, yazın gece gözlemcinin
sağından, kışın solundan, sonbaharda üzerinden ve ilkbaharda altından gelerek kutup yıldızına gider.
Kutup yıldızı bilindiğinde diğer meselelerin tertibi ve semanın diğer durumlarının bilinmesi gayet
kolaydır.
Yıldızların belli bir surette günlük hareketlerinin oluşma biçimlerini belli bir şekilde teşkil ve
genel hareketlerini kolaylaştırmak amacıyla Yer’in merkezi ile evrenin iki kutbundan geçen bir eksene
gereksinim duyulmuştur. Bu evrenin ekseni üzerine dik olan büyük daireye ekvator (muadil nehâr) ve
Güneş’in Yaz Dönencesi’nde ve Kış Dönencesi’nde bu büyük daireye paralel görünür hareketiyle
41
Dört yönün belirlenmesi (Hoca Tahsin). 42
Büyük Ayı’nın kuyruğunun ucunda bulunan, kümenin en sönük yıldızı; Alkaid.
16
çizdiği diğer iki yörüngeye Dönenceler adı verilir. Ekvatora paralel olarak yıldızların günlük
hareketleriyle çizdikleri düşünülen küçük daireler paralel daireler olarak adlandırılır.
Gözlemcinin başucu noktası (semt-i re’s, zenit), bir dik çizginin gök küresine yönelen noktadır.
Ayakucu (semt-i kadem, nadir) noktası, başucu noktasının tersinde olan göğün diğer noktasıdır.
Başucu ve ayakucu noktaları ile evrenin kutbundan geçen büyük daireye meridyen (nısf-ı nehâr) adı
verilir. Bu meridyen dairesi Güneş’in ve diğer yıldızların yörüngelerinde ufuk üzerinde çizdikleri
kısımları iki eşit kısma böler. Gözlemcinin boyuna dik olarak ve aynı şekilde bir durgun suyun
yüzeyine doğru paralel olarak geçen büyük daire gözlemcinin veya o yerin ufuk dairesidir.
Ekvator dairesi evrenin iki kutbunun ortasında olmakla Güneş iki ılım gününde bu dairenin
üzerinde seyrederek evreni eşit olarak iki yarı küreye bölüp birisine Kuzey Yarıküre ve diğerine
Güney Yarıküre denilir. Doğu ve Batı tarafına doğru gidildiği surette gündüzü iki eşit kısma bölen
meridyen dairesi, gözlemcinin her bir adımında değişmiş olur. Meridyen dairesinin – mekânın
değişmesiyle beraber – değişmemesi yalnız kuzeye yahut güneye yani kutuplardan birinin istikametine
doğru gidilmesiyle düşünülebilir.
Günlük Hareket
Söz etmeye gerek yoktur ki, yıldızların kurslarının – bazısında gözlediğimiz – özel
hareketlerinden başka görünen evrenin ilk hareketi gözlemlenir. Yani yıldızların kurslarının tümü
birden bir genel harekete katılarak Doğu yönünde görünmek üzere Batı’ya doğru seyir ve hareket
ederler. Bazısı Batı’da Yer’in altında görünmezler ve yine doğudan daha önceden geçmiş olduğu gibi
doğmaya başlarlar. Kutba yakın bulunanlar ise ufuk altından geçmeyerek yine doğu taraflarında
görülürler. Gerçekte acaba adı geçen kurslar hareketli ve bunları gözlemleyenler sabit midir? Yoksa
aksine bu kurslar sabit ve gözlemleyenler hareketli midir? Yani Yerküre merkez varsayılarak bunun
etrafında Güneş, gezegenler ve sabit yıldızların hepsi Doğu’dan Batı’ya doğru hareket mi ediyor?
Yoksa Güneş sabit olarak Yer ve diğer gezegenlerin her biri kendi eksenleri etrafında seyir ve devir mi
ediyor?
17
Bu mesele eskiden beri tartışmalı ve ihtilaflı ise de bazı
eski astronomlar Güneş’in evrenin ortasında olup Ay, Merkür
ve Venüs dışındaki gezegenlerin merkezi olduğuna ve Ay,
Merkür ve Venüs’ün Yer’in etrafında dolandıkları halde
Yerküre bu üç uyduyla beraber evrenin merkezi olan Güneş’in
etrafında dolandıklarına ve pek çok astronom aynı şekilde
gözlemledikleri ve Şekil 1’de tayin ettikleri gibi yalnız Yerküre
evrenin merkezinde sakin ve geri kalanları onun etrafında
dolandıklarına hüküm ve itikat ederler idi.
İşte Yerküre’nin durumu ve gökcisimlerinin halleri ve
şekillerinin ve tabi oldukları kanunlar ve hareketin araştırılması
ve belirlenmesi güç kanunları hesabıyla ve geometri ile
anlaşılması ve kavranması kabul edilebilir surette ortaya konulup yazılarak astronomi mecmuası
babında Eski Mısırlılar, Batlamyus, Tycho Brahe ve Kopernik adlarıyla meşhur dört sistem kurulmuş
ve kabul edilmiş olmakla bu dört sistemin özet olarak beyanına süratle başlanır.
Eski Mısır Sistemi
Mısır’ın eski rahipleri Güneş’i gezegenlerin merkezi olarak kabul etmişler ise de Güneş
gezegenlerle birlikte sabit ve evrenin merkezi olan Yerküre etrafında dolanır demişlerdir. Fakat bu
sistem meşhur olmayıp çoktan vazgeçilmiştir.
Batlamyus Sistemi
Eski astronomi ustalarından biri Batlamyus adlı bilgindir. Adı geçen gözlemci İsa’nın
doğumundan 140 sene önce gökcisimlerinin konum ve hareketleri üzerine fikirler sarf edildiği
günlerde ortaya çıkmakla gözlemlere başladı. Astronomide gayret
ve çaba ile kendisine tabi olanların katıldığı düşüncelerle sistemi şu
biçimde belirlendi ve çizildi: Şekil 1. (a) ile gösterilen Yerküre
evrenin merkezinde farz edildiğinden ve görünüşte (merkezde)
görünmesinden dolayı gökcisimlerinde dokuz çeşit hareket
gördüklerinden meşhur yedi yıldızı çevreleyen ve onlardan her
birinin özel hareketine sebep olan yedi gök tasavvur edildi. Yedi
göğün üzerinde sabit yıldızları toplayan olmak üzere bir sekizinci
küre varsayıldı. Hepsinin genel hareketine sebep olan dokuzuncu
bir küre olmak üzere bir Felek el-Eflâk hayal eyleyip43
her birisinin
43
Şer’i lisanda gezegenlerin kürelerine Yedi Gök, sabit yıldızlar küresine Kürsî ve çevreleyen büyük küreye
(Felek el-‘Âzim) ‘Arş denilmiştir (Hoca Tahsin).
a
k
e
r
sm
il
yn
Şekil 1
Güneş
Yer
Dış merkez
Apoje
Perije
Ortak Merkezli Küre
Şekil 2
18
kuşağı Felek el-‘Âzim’in kuşağına paralel ve teğet olduğundan yedi gezegenin her birinin cüzî
kürelerden ibaret olan küllî küresini Ortak Merkezli Küre (Felek el-Mümessil)44
adıyla isimlendirdiler.
Bu küreleri soğan tabakaları gibi birbirinin içine yerleştirerek dokuz adet ortak merkezli içi boş ve
şeffaf kürelerin varlığına razı oldular. Bunların – merkezlerinde olan ve sabit – Yerküre’nin etrafında
hepsi birden Doğu’dan Batı’ya En Büyük Küre (Felek el-‘Âzim) ve Ay’ın Eğimli Küresi (Felek el-
Mâil)45
ve Ortak Merkezli Küresi hariç, özel hareketleriyle Batı’dan Doğu’ya doğru devir ve hareket
eyledikleri zannına kapıldılar. Yıldızların bazısının diğer bazısını örtmesine dayanarak bütün
gezegenlerin gelecekteki sırası üzerine muntazam olduğu sonucuna vardırlar. Evrenin ortasında sabit
ve dört elementten oluşan Yer (a) harfiyle gösterilmiştir. Sonra Yer’e yakın (k) harfiyle işaret edilenin
Ay, sonra (e) harfiyle gösterilenin Merkür, ondan sonra (r) harfi ile gösterilenin Venüs, daha sonra (s)
harfiyle gösterilenin Güneş, (m) harfiyle gösterilenin Mars, (i) harfiyle gösterilenin Jüpiter ve yedinci
katta (l) harfiyle beyan olunanın Satürn olmasına karar verdiler.
En yukarıdan başlayarak bu yedi göğü
Zuhal şeri Merîh’e min Şems’e
Fe-tezâhürat li-Utâridin Âkmâr
beytinin ifadesi üzere varsaydılar ve kurdular. Bunların üzerinde (y) ile gösterilen ve sabit yıldızlar ile
süslenen tabaka Burçlar Küresi ve Sabit Yıldızlar Küresi
olup onun üzerinde yani kainatın sonunda (n) harfiyle
gösterilen ve Felek el-‘Âzim, Âtlas ve Muhaddid-i Cihât
denilen Felek el-Eflâk’ın bulunduğunu hayal ve hükmettiler.
Eski astronomi kitaplarında etraflıca açıklandığı üzere
gözlemlenen harekete uydurmak ve görünen durumları
gerçeğe tatbik hayaliyle yedi gezegenin adı geçen ortak
merkezli küresinden – Merkür’ün küresi ve Ay’dan başka –
her birinin dışbükey yüzeyiyle içbükey yüzeyi arasında,
Yerküre’yi çevreleyen çeşitli merkezlerde diğer bir içi boş
(oyuk) küre ve Merkür için biri diğeri içerisinde dışmerkezli
iki boş küre varsaydılar. İçine alana Müdîr46
ve içine alınana
Hâmil47
ve bu kılıflı cüzî kürelerin merkezleri, zarfları olan
kürelerin merkezleri ile ortak olmaması sebebiyle bu kürelere dış merkezli (hâric el-merkez) tabirlerini
kullandılar. Ay’ın küresi için biri Ay küresi ile Merkür küresi arasında olan ve merkezi evrenin
merkezine intibak eden Cevzeher adıyla isimlendirilmiş ve diğeri Cevzeher’in boşluğunda olarak
44
Felek el-mümessil; Ortak Merkezli küre (Lat. concantricus): Merkezi ekliptiğin merkezi (Yer) olan küre. 45
Felek el-mâîl: Eğimli küre; (İng. oblique sphere, Lat. obliquus, deflectens): 1) Gezegenin üzerinde hareket
ettiği, ekliptiğe belli bir açı ile eğimli olan küre; gezegenin yörüngesi. 2) Ay’ın ikinci küresi. 46
Müdîr: Merkür gezegeninin ± 120 derecelerde episiklinin görünen çapının büyümesini açıklamak üzere
varsayılan, bu amaçla episiklin merkezini taşıyan ve merkezi evrenin merkezinden farklı olan küre. 47
Felek el-hâmil: Taşıyıcı Küre; (Lat. deferens): Episiklin merkezini dışmerkezli küre üzerinde taşıyan küre.
Yer
Ortak Merkezli Küre
Gezegen
Episikl
Mütemmim
Mütemmim
Hâmil Küre
Şekil 3
19
Mâil48
adıyla tanınan ve adı geçen iki cüzî kürenin varlığından ve oluşumdan şüphelendiler ve –
seçilen sistemlerine göre – Güneş’ten başka altı gezegeni içine alan dışmerkezleri taşıyan küreye
Hevâmil ve Güneş’inkini ise dışmerkez isimleriyle andılar. Altı gezegenin dışmerkezlerinin
kalınlığına saplanmış ve iç ve dış yüzeyine dokunan, Yer’i çevrelemeyen bir küre dahi bulunduğuna
hükmedip her birine episikl küresi (felek el-tedvîr) adını vermişlerdir ki yedi gezegenin kurslarının
çevreleri dahi episiklin çevrelerini birer noktalarında temas ettikleri halde içlerinde bulunur. Bu surette
küllî küreler ve cüzî küreler toplam yirmi beş adete ulaşmış olur. Bu yirmi beş adet kürenin her birine
– kendisine özgü – birer hareket yüklenerek hissedilen, gezenlerin ileri, geri ve durma ve günlük, yıllık
ve küresel hareketlerini bu şekilde hayal ile uydurmaya çalışmışlar ve inanmışlar idi (Şekil 2, 3 ve 4).
Tycho Brahe Sistemi
Adı geçen gözlemci yakın zamanda Danimarka’da yetişti. Doğa yasalarında gaflet ve fakat
öncüleri olan Batlamyus ve Kopernik sistemlerine muhalefet ederek gök cisimlerinin hem şer’i kitaba
ve hem de astronomi gözlemlerine uygunluğunu göstermek hülyasıyla bir üçüncü sistem icat ve güya
iki yanlış sistemden birini seçmeden – kendine göre – doğru bir sistem kurmak düşüncesiyle
sisteminin esasını büsbütün berbat eylemiştir. Tycho Brahe’nin sistemini Şekil 5 açıklar:
Bu şekle göre, Yerküre yine evrenin merkezi
olmak üzere Yer kelimesiyle gösterilen noktada sabit
olduğu halde onun etrafında
Güneş ve bütün gök
cisimleri 24 saatte Doğu’dan
Batı’ya doğru dolanırlar.
Venüs ve Merkür dışındaki
gezegenlerin kendilerine
özgü hareketleri Yer’in
çevresinde icra olunmakla
beraber Güneş bu iki kendisine mensup gezegenle
birlikte bir gece ve gündüz miktarında Yer’in
etrafında dolaşır.
Bundan başka adı geçen gözlemci, evrenin
boşluğunun bir akıcı madde ile dolu olduğunu farz ve
itibar ve Batlamyus’un zannettiği katı maddeyi kabul etmeyip ve kırılmalardan çekinip ve kaçsa da
başka bir tehlikeye yakalandı ve bu sistemi de Batlamyus’a ulaşan eleştirilere aynı şekilde tutsak oldu.
Gerek Batlamyus ve gerekse Tycho Brahe’nin astronomideki sistemleri genel yasalara ve
astronomi gözlemlerine muhalif batıl itikatlar olmakla yorum ve beyanları babında bu kadarıyla
48
Felek el-mâîl: Eğimli küre; (İng. oblique sphere, Lat. obliquus, deflectens): 1) Gezegenin üzerinde hareket
ettiği, ekliptiğe belli bir açı ile eğimli olan küre; gezegenin yörüngesi. 2) Ay’ın ikinci küresi.
Episikl
Gezegen
Şekil 4
YerAy
Güneş
Merkür
Venüs
Mars
Jüpiter
Satürn
Şekil 5
20
yetinilerek ve ayrıntılı bir incelemeden vazgeçilerek şu anda zümrelerin aklen rağbet ettikleri ve
filozoflar sınıfı tarafından geçerli olan Kopernik isimli araştırmacının sistemine başlandı.
Kopernik Sistemi
Evrenin görünüşünü yenileyen ve gerçek sistemini
çizen Kopernik isimli araştırmacı 19 Şubat 1473 Miladi
tarihinde Prusya’da bulunan Torun şehrinde muteber bir
aileden yetişmiş ve felsefe bilimlerine başlamış, – doktor
rütbesine erişinceye kadar – tıp bilimine devam etmiş ve
sonra matematiksel bilimlerle ve özellikle adının
devamlılığına vesile olan astronomi bilimiyle
uğraşmıştır. İtalya’daki John Müller49
ve Polonya’daki
Domenico Maria50
adlarındaki astronomların ün ve
şöhretleri Kopernik’e kadar ulaşmış olduğundan,
zamanla o memleketlere gitti ve bunların dersleriyle
iştigal ve tahsil derecesini bu suretle dahi ikmal eyledi. Şurası gariptir ki, adı geçen öğretmenler de
henüz genç olan Kopernik’in ilmi ve ameli zekâ ve olgunluğuna hayret ederek gelecekte sistem sahibi
olacağını anladılar. Kopernik gurbette bir müddet ustalık tahsiline güç sarf etti ve astronomi aletlerini
kullanma yatkınlığını kazandıktan sonra – tam yetkin olduğu halde – vatanına döndü. Orada önceki
sistemleri araştırma ve inceleme sırasında Yerküre’nin iki türlü hareketini ispat ediyordu. Şöyle ki,
Phythagoras’ın sözündeki yıllık hareketi Yerküre’ye vererek ve diğer bazı filozofların fikirlerinden –
gece ve gündüzün ardı sıra oluşumu için – Yer’in hareket ekseni sonucunu çıkararak bu iki sözü uygun
biçimde tatbik eyleyerek gök mekaniği biliminin kurucusu oldu. Bu astronom ömrünü güzel gözlemler
ile geçirdi ve sistem sahibini teyit eyleyen eserlere dikkat ederek ve sayısız gözlem yaparak
yayımladıklarını sonunda sundu ve itibarının güçlenmesiyle de sevindi. Ve nihayet 24 Mayıs 1543
tarihinde yıldız ömrü son dairesine ulaştı ve öğrencileri ve halefleri ile kendi arasına mezar taşı girdi.
49
John Müller (Johannes Müller, Regiomontanus); Regiomontanus 1436 yılında Königsberg yakınlarındaki
Lowar Franconia’da (günümüzde Almanya’da Bayern) doğdu ve 1476’da İtalya’nın Roma şehrinde öldü.
Öldüğünde Kopernik üç yaşındaydı. Regimontanus, Peurbach’ın (1423-1461) tamamlayamadığı Epitome in
Ptolemai Almagestum (Batlamyus’un Almagest’inin Özeti) adlı eseri tamamladı. Bu eser ölümünden sonra
1496’da basıldı. Kitap basıldığında Kopernik 23 yaşındaydı ve Cracow Üniversitesi’ndeydi. Kopernik burada
Peurbach’ın Theoricae Novae Planetarum (Yeni Gezegen Kuramları) adındaki kitabına şerh yazan Albert
Brudzewski’den matematik ve astronomi dersleri aldı. 1496 yılında Kopernik, Bologna’da hukuk eğitimine
başladı; 1501 yılında eğitimini tamamlayarak Padua’ya döndü ve rahiplik görevine atandı. Bologna’da kaldığı
süre içerisinde Regimontanus’un Epitome’si ilgisini çekti. Burada Regimontanus, Batlamyus astronomisinin her
ne kadar Yer’i merkeze alsa da, gezegen hareketlerinde Güneş’le olan yakın ilişkisini kurmuştu. Ayrıca
Kopernik bu süre zarfında dönemin önemli astronomlarından Dominico Maria da Novaro’dan (1454-1504)
dersler aldı ve Batlamyus astronomisinin yetersizliği ve düzeltilmesi konusunda fikir alışverişinde bulundu. 50
Domenico Maria da Novara (1454-1504); Ferraralıdır. Bologna Üniversitesi’nde astronomi dersleri verdi ve
Kopernik’in hocası oldu. Kopernik daha sonra onun asistanı oldu ve bir süre sonra da birlikte çalışmaya
başladılar. 9 Mart 1497’de Kopernik’in ilk gözlemine tanık oldu. Kopernik’in haklılığına ve Batlamyus
Sistemini yıkacağına inananlardan biridir.
akersm
il
y
n
Teleskopik
gökcisimleri
Şekil 6
21
Kopernik, Galilei ve Newton vasıtalarıyla ve onlardan sonra iki yüz sene müddette yapılan
gözlemlerden Kopernik kuramını o kadar ikna edici olumlu kanıt toplanmıştır ki, geceleyin
gökyüzünün manzarası seyredildiğinde – eğer akılsal görüş, görme duyusunun izlenimlerinin üstün
gelmesinden kurtarılır ise – kısmi düşünmeye muktedir olan kişiler için idraki pek de kolay olmayan
bu hareketin oluşumunda asla tereddüt ve şüphe kalmaz.
İşte Kopernik ve takipçilerinin keşif ve tahkik eylemiş oldukları evrenin şeklinin düzeni (Şekil
6) gelecek bölümlerde beyan olunacaktır.
Yer’in Vaz’iyye51
ve Âynîye52
Hareketi
Konuya başlamadan önce hareketin muhtaç olduğu cisim, kuvvet ve şiddetin durum ve
özelliklerine dair bazı dinamiklerin zikri uygun görüldüğünden fizik, mekanik ve geometriden ödünç
alınarak bu makamda söylenmiştir.
Eylemsizlik (‘acz), mutlaka cismin gerekli özelliklerindendir. Yani bir cisim – doğal olarak –
durağan (sükûn) durumunu harekete dönüştürmeye veyahut hareketini sükûna çevirmeye kabil
değildir. Hareket ve sükûndan her birinin bir cisme arızı mutlaka dış bir sebebe muhtaçtır. Bu dış
sebebe – genel olarak – kuvvet denilir. Kuvvet de yalnız cisimlere tatbik ettiği etki nispetleriyle
düşünülebilir. Kuvvetin cisim üzerine etkisi kuvvetin belli bir zamanda belli bir mesafeyi kat etmek
üzere o cisme verdiği şiddetten ibaret olduğundan bir kuvvetin icra eylediği şiddet miktarıyla
hareketin kuvvetini takdir etmek kabil olur.
Bilinmelidir ki, kuvvetin etkilenen cisim üzerine icra ettiği etkinin yönü, geçerli hadiselerdendir.
Cisme etki eden bir kuvvet etkisini ya bir anda yani birden veyahut aralıksız olarak arka arkaya
(sürekli) icra eyler. Birinci surette yani birden cisimde oluşan şiddet bir tarzda bir karar olduğundan
ivmesiz hareket (hareket-i müteşâbihe) ve ikinci surette yani arka arkaya oluşan şiddete ivmeli hareket
(hareket-i muhtelife) denilir.
Bu iki çeşit hareketin durumları aşağıda anlatılacağı üzeredir.
Kepler’in Yöntemleri
Önceki bahislerde açık olacağı üzere gezegenler evreni ışıklandıranın (afitâb-ı cihânât, Güneş)
etrafında seyir ve devir eylediklerinden dolayı bu gök cisimlerinin hareket yöntem ve kanunlarını
hakkıyla gözlemek için gözlemcilerin hareketin merkezi olan Güneş küresi üzerinde bulunmaları
gerekir gibi görünür. Gerçekten de iyice gözlemlemek için evrende en müsait olan yer Güneş’in
merkezidir. Ne var ki, bu dahi oturmaya elverişli değildir. Eğer mümkün olsaydı bile ışığın şiddeti
gözleme engel olurdu… Ancak Yerküre’nin çeşitli durumlarına göre bunun üzerinde bulunan gözlem
ustaları dahi bir belirlemede bulunabiliyor ki güya tam Güneş’in merkezinden gözlem yapar gibi adı
geçen gök cisimlerinin her bir durumunu gözleyerek gerçek durumlarını idrake muktedir olabiliyor.
51
Hareket-i vaz’iyye; cismin her bir kısmının konumsal hareketi. 52
Hareket-i âynîye; bir yerden bir yere bütün olarak hareket.
22
Örneğin gezegenlerden biri Güneş ve Yer’in bulundukları düz çizgi üzerine geldiği zaman,
gözlemcinin adeta Güneş’in merkezinde bulunup güya o noktadan gözetler bir durumda bulunacağı
açıktır. İşte bu örnekte oluşan göksel olgudan yararlanarak gezegenlerin durumlarına vaki oldular,
hareketlerinin gerçek yöntem ve yasalarını bildiler ve kâşif oldular.
Kepler adındaki hünerli matematikçi zanaat ürünü aletlerden yararlanmaksızın – soyut düşünme
kabiliyetine dayanarak – aşağıda yazılı yasalara ve değerli doğa kanunlarının keşfine muvaffak
olduğundan Gökyüzünün Fatihi (Fatih-i İlliyyîn) onurlu unvan nişanıyla lakaplı olmaya layık görüldü
ve parmakla gösterilen bir kişi oldu.
Kanun 1 – Gezegenlerin yörüngeleri elips şeklinde olup, Güneş bu elipslerin odak
noktalarındadır.
Yani gezegenlerin – kendilerine özgü devir ve
seyirleriyle – çizdikleri eğriler daire olmayıp belki bir takım
oval şekillerdir ki Güneş (Neyyir-i A’zam)53
her eğrinin odak
noktası olarak adlandırılan yerde bulunur.
Kanun 2 – Alanlar zamanlar ile orantılıdır. Yani
Güneş’in merkezi ile gezegenlerin merkezleri arasında bulunan
mesafeden ibaret olup taşıyıcı eksen (kutr-ı hâmil)54
adı verilen
bir kavramın – hareketiyle – çizdiği alanlar, hareketin zamanı ile orantılı olurlar. Bundan dolayı adı
geçen oranı araştırmak için gezegenlerin zamanları belli bir düzende olmayıp, yörüngesinde
bulunduğu nokta Güneş’ten ne kadar uzak olursa hareketin o kadar yavaş ve mesafesi yakın oldukça
oluşan hareketin hızlı olması gerekir. Şöyle ki, Şekil 7’de oluşan ABC, ADH, AVR alanları, BC, VR55
yaylarından her birini kat etmek için cismin sarf ettiği zamanlar ile orantılıdır. Belli bir zamanda
taşıyıcı eksenin yer değiştirmesiyle çizilen alanlar birer üçgen şeklindedir ki, iki kenar taşıyıcı eksenin
iki konumundan ve üçüncü kenar gezegenin o zamanda kat ettiği yayı çevrelemesinden oluşur.
Bundan anlaşılır ki, gezegenin yörüngesinden bir mesafeyi kat etmek için sarf ettiği zamanın – taşıyıcı
eksenin konumuna göre – kâh az, kâh çok olması lazım gelir (Şekil 7).
Örneğin şekilde gösterilen üç alanın yayları birer saatlik yaylar varsayılırsa bu üç durumda
alanlar saatler gibi eşit olmak için gezegen böyle muhtelif mesafeler kat etmiş olur.
Kanun 3 – Zamanların kareleri mesafelerin küplerine eşittir.
Yani, gezegenlerin zamanlarının karelerinin birbirine oranı o gezegenlerin Güneş’ten olan
ortalama uzaklıklarının küplerinin bir diğerine oranı gibidir. Bu kanun genel olarak bir gezegenin
dolanım süresi bilindiğinde bu bilinen zamanın karesini alıp sonucun küp kökü [üçüncü kuvvetten
kökü] alınırsa o gezegenin Güneş’ten uzaklığı çıkarılmış olur.
53
Neyyir-i A’zam Güneş; Neyyir-i Asgar Ay. 54
Büyük eksen (semimajor axis) ve küçük eksen (semiminor axis). 55
Metinde dv olarak verilmiş. Doğrusu vr olmalı.
AB
C
V
R
D
H
Şekil 7
23
Örneğin Jüpiter Güneş’in etrafında 12 yıl sürede dolanımını tamamladığından bu zaman karesi
olan 144 adedin küp kökü 0,2 olmakla Yer’in 1 itibar olunan uzaklığının kıyası ile Jüpiter’in
Güneş’ten uzaklığı Yer’in Güneş’ten uzaklığının 5 misli ve 20 kadarı (5,20) olmuş olur.56
Şimdi bu
mesafenin kilometreye dönüştürülmesi istenirse adı geçen adet yani 0,2 Yer’in Güneş’ten uzaklığı
olan 150 milyon kilometre ile çarpımının sonucu olan 780 milyon kilometre Jüpiter’in Güneş’ten
uzaklığıdır.
Aynı şekilde dolanım süresi Yer’in dolanım süresinde az olan Venüs’ün uzaklığı istendiğinde
Yer’in dolanım günü olan 365’in karesinin Venüs’ün dolanım günü olan 224’ün karesine oranını, 150
milyon mil küpünün bilinmeyen Venüs’ün uzaklığının kilometre ölçeği ile küpüne oranı gibi
olduğundan hesap edildiğinde 0,72, yani Yer’in 7 onda bir ve 2 onda bir, diğer bir ifade ile 100
kısımda 72 kısmı olduğu anlaşılır.57
İşte bu kaide gezegenlerin aylarında dahi aynı şekilde geçerlidir.
Çekim Kuvveti ve Genel Ağırlık (Sıklet-i Umumiye)
Cisimlerin kısımlarının çekim kuvvetleri sebebiyle her şeyden önce hissedilen ve anlaşılan,
cisimlerin etkilerinin zeminin yüzeyine düşüş hızlarıdır.
Göreli büyüklük ve ağırlık ne derecede farklı olursa olsun toplam ecsam (kütle) denizden
itibaren (boşlukta) bir saniyede 4,9 metre mesafe kat ederek düşerler. Fakat düşme zamanı 1 saniyeden
fazla olursa diğer saniyelerde farklılık oluşur. Şöyle ki, düşme zamanının birinci saniyesinde 4,9 yani
5 metreden biraz noksan, düştükten sonra onu takip eden ikinci saniyede önceki mesafenin 3 misli,
üçüncü saniyede 5 misli, dördüncü saniyede 7 misli ve beşinci saniyede 9 misli ve bu şekilde devam
eden suretle tek adet oranında kat eder. Bundan anlaşılıyor ki, cismin düşmeye başladığı noktadan
itibaren kat eylediği mesafeler düşme için sarf ettiği saniyelerin kareleri oranındadır. Yani örneğin, 1,
2, 3, 4, 5, 6, 7 ve 8 saniyeler zarfında kat edilen mesafeler bu adetlerin kareleri olan 1, 4, 9, 16, 25, 36,
49, 64, … adetlerinin 4,9 ile çarpımının sonucuna eşittir. Bundan dolayı, zemine ulaşıncaya değin
örneğin 10 saniye zamanda düşen bir cismin saniyelerin miktarı olan 10 adedinin karesi yani kendi
misline çarpımının sonucuna eşit metre kat eylemiş olacağından hesapla 490 metre kat ettiği meydana
çıkar.
İşte Galilei’nin birinci olarak sezdiği ve idrak eylemiş olduğu bu genel kanun sonraları deneysel
yöntemle dahi ispat olunmuştur.
Yer’in küre şekli ve ağırlığın etkisi Yer’in her tarafında oluştuğundan başka küresel şekli bile
çekim kuvvetinin eseri ve cisimlerin Yer’in bütün yönlerinden Yer’in merkezine yönelmelerinin
56
T bir gezegenin Güneş etrafındaki dolanım süresi; a Güneş’e olan uzaklığı olsun; 323 2 aTaT dır.
Diğer bir deyişle 13
2
a
T , yani sabittir.
57
Venüsa
milyon3
2
2 150
224
365 . 150 milyon 1 birim olarak alınırsa; 6551,2
16551,2
224
3652
2
Venüsa
birim birimaVenüs 72,0
3,10815072,0 milyonaVenüs milyon km elde edilir.
24
gerekli sonucudur. Çünkü Yer’in tüm parçaları denge durumlarını bulmak için her taraftan ortaya
almış oldukları bir merkeze doğru meyil etmeleri ve yönelmeleri Yer’in çekiminden ötürüdür.
Diğer bütün gezegenlerde de Yer’in yüzeyinde hissedilen çekime benzer bir kuvvet
bulunduğuna – şahit olunan küresel şekilleri – yeterli delil ve kanıttır.
Bundan dolayı cisimleri kendisine doğru çekmek ve tutmak özelliği yalnız Yerküre’ye ait
olmayıp genel cisimlerin parçalarında olan bir tuhaf durum olduğu ve genel olarak maddenin olduğu
yerde elbette çekim kuvvetinin de mevcut olacağını çıkarmak doğal hususlardandır.
Eski düşünürlerden Anaksagoras,58
Demokritos59
ve Hipparchos adlı bilginler de o asırlarda
cisimlerin bir ortak merkeze meyilleri olduğunu söylemişlerdi ve Kopernik bile bu görüşte müttefikti.
Kepler adındaki matematikçi geçerli çekim dairesini genişletmekle Güneş’in çekim kuvvetini Yer’den
başka diğer gezegenlere de uygulamış ve hepsinde çekimin karşılıklı etkisi olduğunu bildirmiştir.
Bu hususta Fermat60
, Bacon,61
Galilei ve Hooke62
adlı sonraki filozoflar buna dair ayrıntılı
bahisler dile getirmişler ve bu kuvvetin olduğuna bağımsız olarak itikat etmişlerdir. Artık çekim
meselesinin doğruluğu belli oldu ise de bu kuvvetin azalma, artma, zayıflama ve şiddetlenme biçimi
kanun üzerine meydana geldiğinin keşif ve ispatı dikkatli bir matematikçinin etraflıca düşünmesi ve
araştırmasına kalmıştır. Nihayet bu şan ve şeref ile Newton adlı bilim adamı müşeref ve mümtaz oldu.
Adı geçen kişi – Kitâb el-Usûl63
adlı güzel eserinde yazdığı üzere – 1666 senesinde ağırlık
hakkında oluşan düşünceler ve aklına gelenlerle dedi ki, “Yeryüzünde bulunan dağların en yüksek
tepelerinde bile ağırlık kuvvetinin etkisi – hissedilen bir değerde – azaldığı ve boşluğun aniden ortaya
çıkarak kesildiği halde çekim dediğimiz zincir düşünülenden (daha öteye) Ay’a kadar uzanmış
olmasın? Herhalde Ay’ı yörüngesinde tutan Yer’e hapis ve mahkûm eden şey çekim kuvveti adıyla
isimlendirilmiş olan bu gizli sırdır.”
Her ne kadar Ay’ın uzaklığı kadar bir büyük mesafede yerçekimine hayli zayıf maruz kalarak
Ay’ın merkezkaç kuvveti (‘an el-merkez) etkisiyle Ay’ın kütlesinin, yörüngesine teğet bir düz çizgi
yönünde doğal olarak kaçmaya meyilli ise de merkezçek (câzibe-i zemîn) onu yörüngesinde alıkoyup
etrafında dolaştırmaya kâfidir. Newton, Ay’ın yörüngesinin eğrilmesine sebep olanın yerçekimi
olduğunu ve Yer’in, Ay’ın uzaklığındaki çekim kuvvetinin64
kendi yüzeyi üzerine olan çekim kuvveti
miktarından 3600 kere zayıf olduğunu zan ve tahmin etmiştir. Bir müddet sonra adı geçen bilgin
yerçekiminin Ay’a uyguladığı etki miktarını doğru hesapla şu şekilde çıkarmıştır.
58
Anaksagoras (M.Ö. 500–428); İyonyalı bilim adamlarının sonuncusu, Atina’da doğa felsefesinin ilk
öğretmeni. Platon ve Aristoteles’in de öncüsüdür. Evrenin oluşumuna ilişkin ilginç görüşleri vardır. 59
Demokritos (M.Ö. 460–370); Her şeyin bölünemeyen atom adı verilen varlıklardan oluştuğunu söyleyen
Atomcu filozof. 60
Pierre de Fermat (1601–1665); Modern sayılar kuramının kurucusu olan ve matematik alanında çalışmaları
bulunan Fransız bilim adamı. 61
Francis Bacon (1561–1626); Aydınlanma döneminin önemli filozoflarındandır. Bu dönemde bilimin önemini
ve insanlığın refahı yönünde vaat ettiği olanakları ilk kavrayan düşünürlerdendir. 62
Robet Hooke (1635–1703); Mikroskop ile ilgili çalışmalarıyla tanınan Hooke, bugünkü mikroskobun ana
prensiplerini bulan bilim adamlarındandır 63
Philosophiae naturalis principia mathematica, 1687. 64
Ay’a uyguladığı çekim kuvvetinin.
25
“Yer yüzeyi üzerinde bulunan bir kütle bir saniye zarfında takriben 5 metre süratle düşer.
Hâlbuki Ay’ın kütlesinin Yer’in merkezinden uzaklığı bizim Yer’in merkezinden uzaklığımızın 60
mislidir. 60’ın karesi ise 3600’dür. Bu hesabın doğal sonucundan çekim uzaklığının mesafesi, kare ile
aynı ölçüde olması gereklidir.”
Bu kanun ise gerek Yer’in kütlesinin çekimini ve gerek Ay’ın bir gezegen olan Yer’in (seyyâre-i
arzın) etrafında devamlı dolanımını beyan eylemeye kafidir.
İşte Newton adlı ilim sahibi, adı geçen hesaba dayanarak iki hükmü içine alan bu kanununu
aşağıdaki cümle ile ifade eylemiştir.
“Çekim kuvveti mesafenin iki katının ters oranına ve kütlenin doğru oranına göre etki eder.”
Demek oluyor ki 10 defa uzak olan mesafede çekim kuvveti 100 defa küçük ve 10 kere ağır olan
bir kütlenin çekim kuvveti yalnız 10 kere fazla olur.
Bu makamda Ay’ın kütlesinin hareketiyle çizdiği yörüngesiyle 1 saniye zarfında oluşan eğilme
miktarını tayinle Ay’ın düşme miktarının beyan ve ispatını içeren bir amel hesabı icra ve tatbik
edelim.
Şöyle ki, geçen ifademizden anlaşılacağı üzere 1 saniye zarfında Yer’e doğru düşmeden ibaret
olan eğri Ay yörüngesi, 5 metrenin 3600 parçasından bir parçadır. İmdi, teğet çizgisinin
istikametinden ortaya çıkan eğri yörünge, zamanın karesi oranında ortaya çıkarsa 60 saniyede 3600
kere fazla yani 3600 x 5 ÷ 3600 = 5 metre ve 1 saatte 3600 kere yani 18.000 metre ve 24 saatte 24 kare
veyahut 576 kere 18 kilometre yani 10.368 kilometre ve takriben çeyrek çevre kat ettiği 7 günde ondan
49 kere büyük yani 508.032 kilometre eder ki bu adet gerçekten Ay’ın yörüngesinin yarıçapının
uzunluğudur. Bu daire çizildiğinde Ay’ın Yerküre etrafında dolanım müddetinin çeyreğinin kat ettiği
zamanda adı geçen hâsıl kadar eğrilmiş olacağı bir mikyas vasıtasıyla müşahede olunur.
Bu incelemeye uygun olarak, bir saniye süresince Yer üzerine ağır
cisimlerin düşme miktarlarının Ay’ın yörüngesinin adı geçen süre
zarfındaki eğrilmesine oranı bilindiğinde bu peykin (uydunun) Yer’den
uzaklığının hesap ve istihracı kolaydır. Çünkü Yer’in yarıçapı ölçüsüyle
eğrilmenin niceliğinin karekökü, Ay’ın yörüngesinin Yer’den uzaklığının
miktarını ifade eder. Mesela yörüngenin eğimi (ki yayın sinüsü yani
infirâc-ı mümâs) Yer’in üzerine düşen cisimlerin kat ettiği mesafenin
3600 kere küçük olmakla bu adedin karekökü olan 60 adet, Yer ile Ay’ın
arasında bulunan Yer yarıçapı emsalini göstermiş olur.
Çekim kuvvetinin etkisini iyice anlamak için uzayda bir M küresi
varsayalım. Bu M küresi, Şekil 8’de görüldüğü gibi benzer hareketle MB
düz çizgisi çizer. Fakat adı geçen cisim, A noktasına gelir gelmez S
merkezine doğru sevk ve tahrik edici bir etkiye (sadme) maruz kaldığı
tahayyül olunur. Şöyle ki, adı geçen cisim biri AF yönüne diğeri AS
S
M
A
B
D
H
C
R
E
F
U
Şekil 8
26
istikametine yönlendirilir. İki hareket ettirici kuvvete tabi olmaya mecbur olur. İmdi, cisimlerin
hareket yöntemi biliminde kesin olduğu üzere bu hareketli cismin iki hareketli kuvvete tabi olması
sebebiyle aşağıda geçeceği üzere tayini mümkün olan AC ortalama yolunu alması lazım gelir. Şöyle
ki, hareketli cisim iki kuvvetin her birisiyle birer birer sevk olunmuş olmakla eşit zamanlarda çizeceği
AC, AD çizgileri alınsa bu iki nicelikten her birinin ayrı ayrı eş birer farz olunmuş zamanda kat ve
resmeder idi. Bu zaman zarfında yetişeceği yerin tayini için ABCD paralel kenar tamamlanırsa görülür
ki hareketli cisme birden etki eden iki doğal kuvvet vasıtasıyla paralel kenarın AC köşegenini
resmederek birer birer etkide C veyahut D noktalarına ulaşması için muhtaç olduğu varsayılan
zamanın sonunda C noktasına ulaşmış olur. Ancak C noktasına ulaşmasında adı geçen cismin S
noktasına doğru sevk ve tevcih edeceği yeni bir etkiye tesadüf eder ise de hareketin yönünün
değişmesi nedeniyle CH istikametinde diğer bir CURH paralel kenarı resmedip bu saniyenin sonunda
CR köşegeni istikametiyle R noktasına ulaşır. Burada da üçüncü bir etkiye maruz kalır ve aynı şekilde
yönü değişir. Velhasıl M cismi değişik nicelik ve yönde olan çekim kuvveti ve itme kuvvetinden doğal
hesapla bu iki kuvvet gayet küçük paralel kenarın köşegenleri yönlerinde ortaya çıkan hareket
vasıtasıyla zorla Kepler’in birinci yasası uyarınca bu cisim küçük bir eğriden oluşan bir oval şekil
çizmiş ve oluşturmuş olur.
Adı geçen kuvvetlerin mesela çekimin etkisi bir anda kesilse gezegen derhal – yörüngesine teğet
düz bir çizgi ve eşit hareket üzerine – karara mecbur olur.
Merkezçek ve merkezkaç eşit şiddetle olursa bu kuvvetleri oluşturan AD AC eşit şekilde artarsa
AC doğrultusu sabit ve kuvvet hızları oranında artar ve hareket dairesel ve eşit olur. Ancak
kuvvetlerden birisi belli bir oranda diğerinden fazla olursa o halde hareket dairesel ve eşit olmaz.
Diyelim ki, çekim kuvveti itme kuvvetinden aslında fazla bulunmuş veyahut sonradan bir miktar
fazlalaşmış olursa – kuvvetlerin taarruzu azalacağından ve kuvvetler hemen tek bir yönde etki eder
gibi olacağından – AD CH kenarları S merkezine yakınlaşırlar ve hız kazanırlar. Ancak çekim kuvveti
uzaklıkların karesinin ters orantısında azaldığı mesela 3 kere yakın olan bir mesafede çekim kuvveti 9
defa büyük olduğu dakik hesapla ve tecrübeyle müspet ve aynı şekilde kaçma kuvveti mesafelerin
karesinin ters orantısında çoğalacağı yani üç kere yakın olan mesafede bu kuvvet 27 defa fazla olacağı
muhakkaktır. Bundan anlaşılır ki, gezegenin yörüngesinin eğimi taşıyıcı eksene dik oluncaya değin
Güneş yıldızına (kevkeb-i şems) yakın ve hızını çekim hızından pek fazla bir oranda icra eylemiş olur.
Ve bu halde gezegenin hareketi – yerçekimi kuvvetinin yönünün tersinde – Güneş’ten uzaklaşarak ve
gide gide itme kuvvetinin etki yönünün tersinde olarak hızının oranı artar ve yine yakınlaşır.
Kuvvetlerin bu şekilde terkibi sebebiyle gezegen kuvvet merkezinde daire değil belki bir elips
çizmekle gezegenin merkezine bazen yakınlaşır bazen merkezden uzaklaşır. Yakın olduğunda hareketi
hızlı ve uzak olduğunda yavaş hareket eder. Şöyle ki, AB, AC, AD taşıyıcı eksenler ile taranan alanlar
daima eşit olurlar (Şekil 8).65
65
İkinci Kepler Yasası (Alanlar Yasası).
27
Bundan açıkça görünür ki, alanların yani ABC, ADH üçgenlerinin bir diğerine eşit olması için
BC yayı DH yayından büyük ve bundan dolayı gezegen kendi seyriyle adı geçen elipsi çizerken
yörüngesinde vaki b perije (hadid)66
noktasında olduğu zamanda hareketi dahi apoje (evc)67
noktasında
bulunduğu zamandan daha hızlı olması gerekir.
Tecrübe ile müspet olduğu üzere havası alınmış yerlerde doğal olarak düşen farklı ağırlıktaki ve
kütleli68
cisimlerin eşit hızlar ile hareket ettiklerine nazaran bir gezegenin çekime uğradığı kuvvet
onun hususi ağırlığına aslen bağlı olmayıp belki çekime kapılmalarının şiddeti çekime uğramış cismin
hacmine göre olduğu malum olmuştur.
İmdi gezegenlerin kütleleri yani çevreledikleri madde parçası genel çekim yasası yönteminden
elde edilebilir ve bu miktar yardımıyla cisimlerin yoğunlukları yani bağıl ağırlıkları (sıklet-i izâfîye)
kolaylıkla çıkarılabilir. Mesela büyüklüğü ve diğer usulü bize malum olan Yerküre’nin hacmini ve
çekim kuvvetini mukayese aracı hükmünde tutarak bunun bilinen kütleye oranla Jüpiter gezegeninin
bilinmeyen kütlesini keşif ve elde etme yollarını arayalım. Adı geçen gezegenin dört uydusundan ilki
Ay’ın Yer’den olan uzaklığının takriben 1 metre kadar uzak olduğu halde adı geçen uydu Jüpiter’in
etrafındaki dolanımını icra etmektedir. Eğer Jüpiter’in bu ayı devrini tamamlamak için sarf ettiği
zamanı Ay’ın Yer gezegenimizin etrafında dolanımını tamamlamak için sarf ettiği kadar olmuş olsaydı
Jüpiter uydusunu yörüngesinde tutmak için muhtaç olacağı kuvvet, Yer kendi ayını aynı şekilde
yörüngesinde alıkoymak için muhtaç olduğu kuvvet kadar bir çekimi olması icap eder ve çekim
“kütlenin eşit oranıyla ve mesafenin karesinin ters oranına göre” etkilediği hatırlanırsa Jüpiter’in
kütlesinin Yer’in kütlesine eşit olması gerekirdi.
İmdi bu iki gezegenin büyüklüklerine bakılırsa Yer’in yoğunluğu yani bağıl ağırlığı
Jüpiter’inkinden 1474 kere büyük olması lazım gelir. Çünkü Yerküre Jüpiter’den 1474 defa küçük
olduğu halde yine uydusu üzerine olan etkisi Jüpiter’in kendi uydusuna olan etkisine eşit olurdu.
Ancak Jüpiter’in uydusu Ay’ımızdan 16 kere daha hızlı olduğundan [ve mademki merkezi kuvvet
hızın karesi oranında olduğundan] Jüpiter uydusunu yörüngesinde tutmak için 256 kere büyük bir
kuvvete muhtaç olacağı ve halbuki 256 adedi 1474 adedinden 5 defa küçük olmakla Jüpiter’in ağırlığı
5 kere az olup Yer’in bağıl ağırlığı Jüpiter’inkinden 5 defa fazla olması gerekir. İşte Yer’in ağırlığı 1
itibar olunarak bir gezegenin bağıl ağırlığının hesap edilmesi ve çıkarılması amacıyla kullanılan bütün
kuralların faydası aşağıda geçtiği üzeredir. “Bir gezegenin kütlesinin yani eczâ-i cevheriyesinin”
“Güneş’in kütlesine” oranı, “bu gezegene mensup bir uydunun en uzak mesafesinin küpünün, o
66
Perije; gezegenin yörüngesinde Güneş’e en yakın olduğu nokta. 67
Apoje; gezegenin yörüngesinde Güneş’e en uzak olduğu nokta. 68
Metinde “hacim” denilmiş. Ancak burada söz konusu olan kütledir.
28
uydunun dolanım devrinin karesiyle bölümünün sonucunun” “Yer’in Güneş’ten en uzak mesafesinin
küpünün, Yer’in Güneş etrafındaki dolanımının karesine”69
oranı gibidir.70
Örneğin Jüpiter’in dördüncü ayı Jüpiter’den 429.000 km uzaklıkta olduğu ve 16 gün ve 18 saatte
devrini tamamladığı bilindiğinde ve adı geçen kanun uygulandığında, uzaklığın küpü dolanım
süresinin karesi üzerine bölünüp çıkan sonuç, Yer’in Güneş’ten uzaklığı olan 150 milyon km’nin
küpünün Yer’in dolanım süresi olan 365 ¼ 71
(‘in karesine) oranına bölündüğünde elde edilen sonuç,
Jüpiter’in kütlesinin Güneş’in kütlesine oranı gibi olur.
İşte buna benzeyen uydunun hesabıyla Yer’in kütlesinin Güneş’in kütlesinin 354.956 oranında
olduğu çıkarılır.72
Şöyle ki, Ay’ın Yer’den uzaklığının küpü bu uydunun dolanım süresinin karesi
üzerine bölündüğünde elde edilen sonuç, Yer’in Güneş’ten olan uzaklığının aynı şekilde küpünün
merkez kürenin (Yer’in) dolanım süresinin karesi üzerine bölündüğünde çıkan sonuç, Yer’in
(kütlesinin) Güneş’in (kütlesine) oranına bakılırsa, adı geçen adet bulunur.
Ve aynı şekilde Güneş’in cesameti itibar olunup ve bir gezegenin aynı şekilde kütlesi kendi
cesameti üzerine bölünmesiyle çıkan sonuçlar nispet olunsa Güneş’in bağıl ağırlığına oranla o
gezegenin bağıl ağırlığı (vezin-i izafiye) elde edilir. İşte bu amaç için bu sebeple aşağıda iki örnek
verilir.
1. Güneş’in kütlesi Yer’in kütlesinden 354.956 kere büyük ve yoğunluğu (cesamet) da
Yer’inkinden 5 kere. Gezegenin yoğunluğu s, Güneş’in yoğunluğu ş, uydunun dolanım zamanı n,
uydunun gezegenden uzaklığı m, Yer’in dolanım zamanı t ve Yer’in Güneş’ten uzaklığı l harfleriyle
gösterilirsin. Buna göre genel düstur;
2
3
2
3
tl
nm
ş
s = 1.407.124 biçiminde olur. Birinci adet ikinci üzerine
nispet olunduğunda çıkan sonuç 1/5 bulunur ki Yer’in yoğunluğu 1 varsayılırsa, Yer’in Güneş’ten 5
kere küçük olduğu belirlenir.73
2. Jüpiter’in kendi ayı üzerine olan etkisinden bilinmiştir ki, bu gezegenin kütlesi Yer’in
(zemin) 256 mislidir. İmdi, bu adedin Yer’in yoğunluğundan 1414 misli olan Jüpiter’in yoğunluğu
69
Metinde “Yer’in Güneş’ten en uzak mesafesinin küpüne oranı gibidir” biçiminde verilmiş. Doğrusu “Yer’in
Güneş’ten en uzak mesafesinin küpünün, Yer’in Güneş etrafındaki dolanımının karesine oranı gibidir” olmalıdır.
Yani;
yer
yergüneş
gezegen
T
a
Ta
M
M
2
3
2
3
’dir.
70 Gezegenin bağıl ağırlığı s ve Güneş’inki ş ve dolanım zamanı n ve uydusunun gezegene uzaklığı m ve Yer’in
Güneş’ten en uzak mesafesi l (Hoca Tahsin; metin burada kesiliyor - “Hey‘et-i Âlem”, Mecmûa-i Ulûm, nr. 5,
Safer 1297 (1880), s. 1–16). 71
Metinde 165 1/6 yazılmış; doğrusu 365 ¼ olmalı. 72
Güneş’in kütlesi Yer’in kütlesinin 330.000 katıdır. 73
“Güneş’in kütlesi Yer’in kütlesinden 354.956 kere büyük ve yoğunluğu (cesamet) da Yer’inkinden 5 kere.
Gezegenin bağıl ağırlığı (yoğunluk) s ve Güneş’inki ş ve dolanım zamanın n ve uydunun gezegenden uzaklığı m
ve Yer’in Güneş’ten uzaklığı m harfleriyle gösterilirse genel düstur; s / ş = m3 / n
2 / m
3 1.407.124 defa büyük
olmakla birinci adet ikinci üzerine nispet olunduğunda çıkan sonuç 1/5 bulunur ki Yer’in bağıl ağırlığı 1
varsayılırsa Güneş’in bağıl ağırlığı olduğundan Yer’in Güneş’ten 5 kere küçük olduğu belirlenir.” biçiminde
yazılmış. Doğrusu yukarıdaki gibi olmalı.
29
üzerine bölünmekle çıkan sonuç 1/5 olup ve bundan Yer’e oranla bu gezegenin bağıl ağırlığının
(yoğunluğu) 1/5 olduğu açık olur.
Kaldı ki, Merkür, Venüs ve Mars gezegenlerinin çekimlerini gösterecek ayları olmadığından
bağıl ağırlıklarının yukarıdaki yöntemle çıkarılması kabil değildir. Ancak bunların civarlarından çıkan
diğer gökcisimlerine uyguladıkları çekimler ve farklı hareketler aracılığı ile bu istenilen hesapların
tahminine ulaşılabilir. Ay’ın ağırlığı Yer’inkinden 1/7 kadar olduğu ve kütlesinin Yer’in kütlesinden
49 defa az ve Gel-Git’teki etkisi 68 kere küçük olduğu tahmini bir hesap ile bilinmiştir.
Bir gezegenin kütlesi ve çapı bilindiğinde onun yüzeyi üzerine ağırlığın durumu yani o gezegen
üzerine düşen cisimlerin hızlarını hesap etmek ve çıkarmak zor değildir. Mademki, düşme hızını
etkileyen çekim kuvvetinin şiddeti (gezegenin kütlesinin oranı eşit ve çapının oranı bilindiğinden) ve
ölçek olarak alınan Yerküre’nin ekvatorunda düşen cisimlerin hızları 4,9 metre olduğu bilindiğinden,
bu hızı istenen gezegenin kütlesiyle çarpımının sonucu o yıldızın yarıçapının karesi üzerine
bölündüğünde çıkan sonuç 1 kıyas olan kütle Yer’in yarıçapına oranı istenene malum olmuş olur.
Örneğin, zemin üzerine cisimlerin düşme zamanlarında ilk saniyede 4,9 metre kat ettiklerinden
bu adet Jüpiter’in kütlesi olan 256 niceliği ile çarpımının sonucu bu gezegenin yarıçapı olan 11 adedin
karesi yani 121 niceliği üzerine bölünüp çıkan sonuç olan 10,65 metre adedi hesabıyla Jüpiter’in
yüzeyi üzerine ilk saniye adedinde düşen bir cismin hızı yani kat ettiği mesafe olur.
Eğer Güneş’in kütlesinin (cirmi) Ay’ın dolanımına etkisi hesap etmek istenirse, Ay’ın kütlesini
yörüngeden atmaya zorlayan Güneş’in çekimi ile (Ay’ı) yörüngesinden alıkoymaya çalışan Yer’in
çekimi arasındaki oranı hesap etmek yeterli olduğundan adı geçen oran aşağıda geçeceği üzere tayin
ve istihraç olunur.
Güneş’in Ay üzerine olan çekim etkisi Yer’in yine Ay üzerine olan çekim etkisine oranı (Güneş)
ile Ay arasındaki mesafenin karesi üzerine bölünen Güneş’in kütlesi, Ay ile Yer arasındaki mesafenin
karesi ile bölünen zeminin kütlesine oranı gibidir.74
Yine, Güneş’in çekimi, Yer’in çekimi, Güneş’in
kütlesi ve mesafenin karesi dışında Yer’in yıllık hareketinin ve her bir saniye zarfında 1665 metre olan
hareketinin de hesap edilip hesaba dahil edilmesi gerekmektedir.75
Bu uydunun Yer’in etrafında seyri her bir saniye müddette 56 metredir. Hâlbuki iki kere daha
hızlı olan bir hareketle dengelemek için 4 misli şiddetli bir çekim kuvvetine gerek duyulur.
İşte Kepler adlı bilginin usulü ve Newton adlı ilim sahibinin genel çekim kuvvetini
keşfetmezden önceki durumu, mümkün olmayan çok sayıda astronomi meselelerinden biridir.
74
Fga Güneş’in Ay’a uyguladığı çekim kuvveti, Fya Yer’in Ay’a uyguladığı çekim kuvveti, Mg Güneş’in kütlesi,
My Yer’in kütlesi, Ma Ay’ın kütlesi, aga Güneş-Ay uzaklığı ve aya Yer-Ay uzaklığı olsun. Buna göre
Aa
MMF
ga
agga
2ve B
a
MMF
ya
ayya
2
ya
y
ga
g
a
M
a
M
B
A
2
2
olur.
75 “Yine, Güneş’in çekimi, Yer’in çekimi, Güneş’in kütlesi bu Güneş’in karesi şu kadar var ki, Yer’in yıllık
hareketi doğal olarak Ay her bir saniye zarfında 1665 metre olarak hareketini hesap tutup derc edilmesi
lazımdır.” biçiminde yazılmış.
30
Aşağıda söz edileceği üzere burçlar dairesinin ılım noktalarının geri hareketi (hareket-i
kahkarîyye), Yer’in salınım hareketi (hareket-i tezebzübiye), sabit yıldızların ışıklarının sapıncı
(ihtilaf-ı ziya), her bir yerde Gel ve Git’i - kısacası hesapları insan aklından uzak görünen bunca olay
ve gökcisimlerinin hareketleri bir oluş ve bozuluş evrenini (âlem-i kevn ü fesad) idare ile düzen ve
denge oluşturan genel çekimin (eserleri) ki – incelenmiş ve belirlenmiştir. ABC istikameti evvelki gibi
sabit kalıp, hızların kuvvetleri oranında artan ve dairesel harekete sebep olur. Lakin birisi aynı oranda
diğerinden fazla olur ise o halde mesele diğerini kabul eder.
Güneş Sistemi
Âfitâbın (Güneş) etki ve çekiminden kurtulmaksızın Neptün adlı gezegenin uzaklığının 10 misli
Güneş’ten uzak olan bazı kuyruklu yıldızların (zevât el-eznâb) gökyüzü bölgelerini hesaba dâhil
etmediğimiz halde milyon fersah yarıçapı kadar genişliğindeki Güneş sistemi dairesi, hâkimleri
bulunan Güneş’ten başka Merkür, Venüs, Yer, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs76
ve Neptün isimleriyle
adlandırılan sekiz gezegen ile bu güne gelince Mars ile Jüpiter arasında bulunan bir dairede bugüne
değin keşfedilmiş 157 teleskopik gezegen (seyyârât-ı teleskûbiyye), yirmi kadar uydu ve gezegenlerin
hepsinden ibarettir.
Güneş, evrenimizin merkez ve eşitliği olduğunda ilkin onun durumu beyanına girişip ve sonra
bu yıldızın oluşturduğu gezegenlere merkez konumunda (merkez-nişîn) olan Güneş’e oranla
bulundukları konum dâhilinde durumları ve sıralarınca gezegenlerden bahis olunacaktır:
Günlük hareketten başka mevsim farklılıkları ile gecelerin kısalıp uzamalarına sebep olmakla en
çok zahir olan günlük olaylardan birisi evreni aydınlatan Güneş’in (âfitâb-ı âlem-tâb) yıllık
hareketidir.
Güneş kendinden ışıklı, Yer ile diğer gezegenlerin merkezi ve hareketlerini düzenleyen bir
küresel cisimdir. Güneş, evrenin ışığının başlıca kaynağı ve bitkilerin yetişip büyümesinin sebebi
olduğu gibi, bizim için mümkün âlemde olan bütün yıldızlar Güneş gibi aşikâr olduğundan, her gün
durumlarını değiştiren yıldızların en çok bilineni olduğundan, Güneş’in durumuyla nizam ve
tertiplerine göre merkez ile gezegenlerin durumundan bahis olunması münasip görülmüştür.
Güneş ışınlarına dayanıklı göz olmayıp, renkli veyahut merceği yeşilimsi bir cam vasıtasıyla
neşir ettiği parlaklığa bakmaya tahammül edebilir. Güneş’in kursuna görüşü kuvvetli mercekler
(mercimek camlar), büyücek bir teleskop yani büyük dürbün ile bakıldığında kurs üzerini siyah
noktalarla (şâme) düzensiz bir takım beneklerin kapladığı ve gezegen benzeri bir perde ile çevrelendiği
keşif olunur. Bu peykler bir kenarından diğerine değin takriben on dört gün sonunda hareketle
gizlenirler ve yine on dört gün sonra evvelki kenarında görünmeye başlarlar ve tekrar hareket ederler.
Bu eserlerin görünüşüne (göre) Güneş, Yer gibi sert ve katı olup etrafında olan esir ve ışık rüzgârının
76
Metinde, Uranüs gezegenin kâşifi olan Herchell’in adı, yedinci gezegenin adı olarak “Herşel” biçiminde
verilmiş.
31
(nesîm-i ziyaiyye) hareketi nedeniyle bazı taraflarının tutulduğunu Herschell adındaki meşhur
astronom bulmuştur. Çoğunun bulunduğu yerlere göre ve günümüzde geçerli olan görüş üzere bu
benekler Güneş’in kursunda olup, bir yerden diğer yere geçme hareketleri Güneş küresinin kendi
ekseni üzerine hareketinin sebebiyledir. Gerçekte birçok gözlem ile bütün uyduların dolanım
hareketlerinin tek bir şekilde devam etmelerinden, takriben 20 ½ gün zarfında bir konumsal hareketi
olduğu çıkarılmış olur.
Güneş, bütün göksel cisimlerin en büyüğü olup kursu gezenlerin toplam kursundan 765 kere
büyüktür ve gezegenlerin çizdiği elipsin odak noktasında bulunur. Yerküre de yıllık hareketinde
yörüngesi olan elipsin değişik noktalarında bulunacağından Güneş’in görünen yarıçapı tek miktar
üzere görülüp senenin çeşitli günlerinde farklı olmak üzere gözlemlenir.
Beyan olunduğu üzere Güneş ekvator dairesine paralel olduğu halde uzayda her gün birer daire
çizer görünüp ufkun üzerinde bulundukça gündüz, altında olduğu müddette gece olur.
Fakat sabit yıldızların yörüngeleri çizdikleri yörüngeler gibi tek olmayıp Güneş’in
yörüngelerinin kâh küçük ve kâh büyük olduğu ve çeşitli zamanlarda konumu araştırılsa gök kürede
yerini art arda değiştirdiği pek az dikkat ve kolaylıkla anlaşılır. Çünkü her gün Güneş’in en yüksek
olduğu nokta (gaye el-irtifa) eşit olmayıp artıp azalmaktadır. Aynı şekilde ufukta olan doğuş ve batış
yeri sabit bir noktada olmayıp sürekli değişmesi ve başkalaşması sebebiyle gündüz ve gece süreleri her
günün öğle zamanının gölgesi değişip ve farklılaşması gözle görüldüğünden, Güneş’in görünen
hareketinin bir özelliği olduğunda şüphe yoktur.
İmdi Güneş özel hareketiyle gökküresinde çizdiği yolu şöyle gözlemler ile incelense ve gökte
sabit yıldızların konumuna nispet ve mukayese olunsa günlük hareketinden başka her gün Batı’dan
Doğu’ya takriben bir derece miktarı ilerlediği görülür. Bu günlük hareket sabit yıldızların hareketiyle
oluşmayıp Güneş’e mensup olduğu kesin olarak anlaşılmıştır. Belirli bir sabit yıldızın meridyen
dairesine ulaşma anına doğru hareket eder.
Bir ayarlı saatin işaret etmiş olduğu saat ve dakikadan takriben 4 dakika, ikinci77
gecede 8 ve
aynı şekilde geri kaldığı ve dört dakika zamandan ibaret olan birer derece seyir ettiği aşikâr olur. Bu
da gizli olmadığından bu gökcisminin (Güneş’in) meridyene art arda iki varışı arasında olan süre
astronomik gün (yevm-i nücumî, yıldızıl gün)78
ve Güneş’in art arda iki varışının arası Güneş günü
(yevm-i şemsî)79
olarak adlandırılır.
Güneş günü, astronomik günden takriben 14 (dakika) uzun olur. Kaldı ki, ekvator ile Güneş’in
merkezinden geçen eğim dairesi arasında mahsur kalsa yani Güneş’in sabit yıldızlar ile olan konum ve
oranı ve ekvator ile Güneş’in merkezi arasında oluşan uzaklık hurafe sahiplerince Güneş’in eğimi
kabul edilerek bunların her günde gözlemlenen miktarlarıyla yani her gün zeval vaktinde Güneş’in
merkezinin gökte bulunduğu çeşitli noktaları bir gök küre üzerinde belirlenip konulduğunda iş bu
77
Metinde “üçüncü” denilmiş; doğrusu “ikinci” olmalı. 78
Yevm-i kevkebî: Yıldız günü; (İng. sideral day): Bir yıldızın meridyenden art arda iki geçişi arasındaki zaman
süresi; 23 saat 56 dakika. 79
Yevm-i şemsî: Güneş günü: Gerçek Güneş merkezinin meridyenden art arda iki geçişi arasındaki zaman farkı.
32
çeşitli konumlardan oluşan daireleri Burçlar Kutbu olarak adlandırılan iki noktadan eşit uzaklıkta
olduğu gözlemlenir. Böylece Güneş, günlük hareketin tersine yani Batı’dan Doğu’ya olan görünen
özel hareketiyle bir sene zarfında boylamsal olarak gökyüzünde Burçlar Dairesi denilen bir büyük
daire çizmiş olur.80
Daha sonra sözü edileceği üzere bütün Ay ve Güneş tutulmaları bir dairede meydana
geldiğinden buna Tutulum Dairesi (dâire el-küsûf) de denilir. Bu ekvator dairesi ılım dairesi (daire-i
meyl-i itidâleyn)81
denilen iki karşılıklı noktada sapan iki nokta ve iki taraflarında takriben 23,5 derece
miktarında bir eğimli açı oluşturup bunlara Tutulum Dairesi ve En Büyük Eğim (meyl-i ‘azam) adını
verirler. Takriben böyle tabir eylediğimizin sebebi şudur: Bu eğim daima bu miktarda olmayıp
Delambre82
adındaki bir astronoma göre 100 senede zarfında 48 miktarı kat etmektedir. En büyük
eğim gayet dikkatli gözlemle tayin edilip bu sene 230 27
ı 33
ıı miktarında olduğu cetvellerde tayin
olunmuştur.
Ilım (İtidâlyen) ve Dönence (İnkilâbeyn) Noktaları
Burçlar dairesi üzerine en çok dikkati çeken dört nokta belirlenir ve işaretlenir şöyle ki:
Şekil 7 dört noktadan ikisi ekvatordan daha uzak bulunan 2 ve 7 noktalarıdır. İş bu dört
noktadan bu ikisine ılımlar denilir. Zira Güneş bu iki noktanın birisinde bulunduğunda günlük
hareketiyle ekvator dairesi 12 saat ufkun üzerinde ve 12 saat ufkun altında bulunduğundan gündüz ve
gece eşit olur.
Bu iki noktadan A noktasına İlkbahar Ilımı (itidâl-i rebî‘î)83
ve C noktasına Sonbahar Ilımı
(itidâl-i harîfî)84
tabir olunur. Diğer ikisine dönenceler denilir.
Zira Güneş, bu iki noktanın birisine geldiğinde bu sınırı geçmeyip bir miktar durur görünür yani
bu olayda özel hareketine asla halel gelmediği halde üç dört günden fazla bir yoldan gitmek üzere
güney veya kuzeye meyli fark olunmayarak bu yerde durmuş ve karar eylemiş gibi zan olunmakla iş
bu durmaya Güneş’in Kararı (istikrâr-ı şems) denilir. Yengeç’in başına gelse kuzeysel şehirlere göre
Yaz Kararı (istikrâr-ı sayfî) ve Oğlak’ın başına geldiğinde Kış Kararı (istikrâr-ı şitavî)85
tabir olunur.
İlki Haziran’ın 9’una, ikincisi Kânûn-u Evvel’in86
9’una doğru vaki olur. İşte son defa gözlemlenerek
Güneş’in gökyüzünde çizdiği görünen yörüngesi bu vadidedir.
80
“İmdi, bilmesi günlük hareketin tersinde yani Batı’dan Doğu’ya olan görünen özel hareketiyle bir sene
tamamında boylamsal olarak yolu yani yörüngesi küre-i fekârîs-i semâda Burçlar Dairesi denilen bir büyük daire
çizmiş olur.” 81
Dâire-i ‘itidal: Ilım dairesi: Gece ve gündüzün eşit olduğu noktalardan ve ekvatorun kutuplarından geçen
büyük daire. 82
والمير 83
İtidâl el-rebî‘î: İlkbahar ılımı; (İng. vernal equinox): Güneş’in ilkbahar noktasına (Koç burcuna) gelmesi ve
bu andaki ılım. 84
İtidâl el-harîfî: Sonbahar ılımı; (İng. autimnal equinox): Güneş’in sonbahar noktasına (Terazi burcuna)
gelmesi ve bu andaki ılım. 85
“İstikrâr-ı seneviye” biçiminde yanlış yazılmış. 86
Aralık.
33
Merkür’den gözlemlenmiş olsa bu gökcisminin hareketi Yer’in hareketinden takriben dört mil
hızlı olduğundan Güneş’in hareketini dört defa hızlı ve Merkür’ün gece-gündüzü takriben 10/4,
60/2487
zamanda tamamlanacağı, yıllık hareketi Yer’in hareketinden takriben 12 kere yavaş olan
Jüpiter’den bakılsa 10 saatten 5 dakika müddetinde icra olunduğu ve her birisinde Güneş’in
yörüngesinin başka başka sabit yıldızlar uğrayacağı görülür idi.
Şöyle ki: Ekser gözlem sonuçları(na göre) sabit yıldızlar ve Güneş mensup olduklarıyla beraber
gökyüzünde topu birden hareketlidir. Güneş’in bu genel hareketi Herkül88
Takımyıldızı’nda bulunan
bir noktaya doğrudur ki, 797 adet sabit yıldızın gözlem sonuçlarından hesap olunduğu üzere
sağaçıklığı89
2590 9
ı, dikaçıklığı
90 + 34
0 36
ı olan bir göksel noktaya doğru hareket ettiği bilginlerin
eser-i tetkikatıdır. Lakin gerek görünen yıldızlarımız ve gerekse diğer yıldızlı bölgelerdeki bütün
cisimler şeffaf veya kesif bir bilinmeyen bir cismin içinde hareket edip dolanımları hala keşfedilmemiş
ve belirlenmemiştir.
Gezegenlerin Genel Durumları
Gezegenlerin feleklerinde yani seyir ettiği yörüngesinde Merkür ve Venüs’ün yörüngeleri Yer’in
yörüngesiyle gezegenlerin merkezi olan Güneş’in arasında bulunduğundan bu iki gezegenlere alt
gezegenler (sufliyye) denilir. Mars, Jüpiter ve diğer gezegenlerin yörüngeleri Yer’in yörüngesinin
dışında olduğundan bunlara üst gezegenler (‘ulviyye) adı verilir. Bütün gezegenlerin özel hareketleri
Batı’dan Doğu’ya olduğu halde tutulum dairesi ile enlemsel olarak iki eşit kısma bölünür ve
gökküresinin kemeri hükmünde tutulan burçlar kuşağının91
sathı dâhilinde vaki olup adı geçen
kemerden dışarı çıkmazlar. Geçip gitme hareketlerinden başka küremizin92
hareket eksenine benzer,
bütün gezegenlerin eksenleri üzerinde birer konumsal hareketleri olarak dolanım sürelerini çeşitli
zaman zarflarında tamamlarlar.93
Bu sebeple hepsi Yer gibi ekvatorlarından yani kendi kuşakları
tarafından kabarıp94
cihetle hareket hızlarına göre salınırlar (mütelâtım).
Bernoulli95
adındaki geometrici bu eksensel hareketin doğal nedenini dinamik kurallarına tatbik
ederek araştırmış ve hareketli gezegenlerin oluş zamanlarında (hîn-i tekevvün) kendilerini göğe
fırlatan (remy eden) kuvvetin her birisinde uygun gelen noktalarını hesap ve tayin etmiştir.
Şöyle ki: Adı geçen atıcı kuvvetin hareket ettirici noktası (nokta-i teveccüh) meselâ Yer’in
merkezine tesadüf etmeyip belki Güneş’e dönük olan taraftaki ekvatorunda, yarıçapının merkezden
87
.olmalı ٤٢ / س د / ي olarak verilmiş; doğrusu ٤٢ / س ه / و 88
.olmalı الجاء على رتبه yazılmış; doğrusu الجاث على ركبتيه 89
Metali: Sağaçıklık, rektesansion, bahar açısı; (İng. right ascension): bir gökcisminden geçen meridyen
dairesinin ilkbahar noktasından (Koç noktası) geçen meridyen dairesine göre açısal uzaklığı. 90
Meyl, eğim, deklinasyonu, dikaçıklık, yükselim: Bir gökcisminin gök küresinde ekvator düzlemine göre açısal
uzaklığı. 91
Nokta el-burûc yazılmış; doğrusu mıntıka el-burûc olmalı. 92
Yerküre. 93
Gezegenlerin kendi eksenleri etraflarındaki hareketleri. 94
قباروب 95
برتويلى
34
1/150 cüzüne96
ve Mars’ın etki noktaları 1/418 ve Jüpiter’in 7/19 cüzlerine97
tesadüf eder. Bu etkilere
göre eğimleri yani hareket yönleri çeşitli ve hızları sabit olmuştur. Diyelim ki, adı geçen atıcı kuvvet,
merkezlerden uzak adı geçen yerlerden başka bir uzak mesafeye tesadüf etseydi bu uzaklık ona göre
kısa, hareketlerinin kutupsal ve eksenlerinin yönleri çeşitli olmuş olurdu. Gözlemcinin kütlesinin98
Güneş’in merkezinde bulunduğunu ve oradan gezegeni gözlediğini farz edersek, dolanım süreleri,
burçlar kuşağının hizasında bulundukları bir noktadan başlayarak tayin, yine ol noktaya ulaşıncaya
değin geçen süreden ibaret olup bu da sabit yıldızlar vasıtasıyla takdir ve tayin olunur. Merkür ve
Venüs’ün dolanım süreleri Yer’in dolanım süresi olan yıllık hareketinden daha az ve adı geçen
gezegenler Güneş’in arkasında oldukları halde ileriye doğru Batı’dan Doğu’ya kadardır.
Yer ile Güneş’in arasında bulundukları zamanda hareketleri, Yer’in hareketinden hızlı olarak
takriben Doğu’dan Batı’ya doğru geri ve bu zikrolunan iki konumun ortalarında bulunduklarında
hareketler hissedilmeyip (Merkür ve Venüs’ün) adeta durdukları görünür. Onların üzerinde
Yerküre’nin hareketi gözlemlendiğinde adı geçen durumların oluşması lazım gelir. Zira her bir
gezegenden diğer gezegenlerin ileri hareketinin değişmesine bakıldığında üzerinde gözlem yapılan
gezegen ve gözlemlenen gezegenlerin hızlarına göre yönleri değişir. Örneğimizde Merkür ve
Venüs’ün hareketleri99
daha hızlı olduğundan hareket yönü çeşitli ve ters görünmüş olur.
Merkür
Bu gezegen bütün gezegenlerden Güneş’e daha yakın bulunup Güneş’in merkezinden uzaklığı
13.453.000 km’dir.100
Güneş’in gerek doğusal ve gerek batısal yönlerinde gökküresi derecelerinden 27
dereceden fazla ayrılamadığından yalnız ışığı Güneş’in doğuşundan önce ve akşamları batıştan sonra
yani fecir, şafak ve geceleyin görünebilir. Çoğu zamanda kavuşum (içtima) halinde bulunduğundan
bilinme ve cisminin durumlarının keşif ve anlaşılmasına Güneş’in ışığı mani olur. Güneş’i önünde
olduğu zaman Merkür, Güneş’in kursunun üzerindeki tarafta (bulunması) halinde çapının gözlem ve
takdir olunması müsait olabilir. Ve bu yöntemle Merkür’ün çapı 1247’ye101
ulaştığı çıkarılmıştır.
Eksen hareketini 26 saat 5 dakika102
zarfında icra ve Güneş’in çevresinde olan devrini de 88 gün
müddetinde ikmal ve ifa eder. Bu gezegenin kursu Yer’in cesametine oranla 1/17 cüz ve Yer’in berrak
havada olan ışığının103
1/7 misli104
ve harareti aynı şekilde Yer’in yaz şiddetinde olan hararetinin aynı
şekilde 7 misli olduğu hesapla bilinmiştir.
96
جرأتده 97
جرلرنده 98
.yazılmış حجم ناطر 99
امتكلدن 100
Günümüz değeri (gd): 58 milyon km. 101
Gd: 4878 km. 102
Gd: 58,65 gün. 103
Aklık derecesi. 104
“7 misli” yazılmış; doğrusu “1/7 misli” olmalı. Merkür’ün aklık derecesi 0,058; Yer’in aklık derecesi
0,39’dur.
35
Keskin gözlemler ile bakıldığında safhaları Ay’ın şekillerine benzer olur. Güneş’e yakın ve uzak
olmasına göre ışığı artıp azalır. Güneş’in yakınında olduğu zaman Ay gibi ışığı daha fazla ve uzak
olduğundan çok (az) ışık olur. Güneş’in arkasında ve üst kavuşumda bulunduğunda Güneş’e
yakınlaştıkça ışığı Güneş’in etkisiyle mahvolur. Ay’ın aksine, Güneş ile aydınlanan yarı bize dönük
olmakla ondan uzak oldukça aydınlık yarısı görünür ve aydınlık olmayan yarısı ışık ile görünmez olur.
Venüs
Güneş Sistemi’ne ait olan gezegenlerin ikincisi Venüs olup bütün gezegenlerin en parlağıdır.
Hatta çok kere gündüz vaktinde görülür. Milâdî 1849 tarihinde birkaç gün doğuştan batışa kadar
görülmüştü. Güneş’ten 47 derece kadar uzaklaştığından çoğunlukla ya Güneş’in doğuşundan önce ve
batışından105
sonra görünme süresi ve parlak görünmesi 3 veya 4 saat(tir). Güneş Sistemi içerisindeki
gezegenlerden Merkür’e benzese de bunun şekilleri daha çok kendine özgüdür. Bütün konumları
Merkür’ün konumlarından daha görünürdür. Hilâl konumları çeşitli şekiller üzere gözlemlenir. Hilâlin
keskin noktalarına106
ve içbükey tarafının uç kısımlarına bakılırsa, Venüs’ün üzerinde yüksek dağlar
ve kendisini çevreleyen bir hava küresi olduğu sonucu çıkarılır. Bu durum, ışığı çok (olduğunda) yani
dördün durumlarında da olup dolun olduğu zamanda olmaz. Çünkü dolun halinde Güneş’in arkasında
ve Yer’den çok uzakta olur.
Güneş’in etrafında olan dolanım hareketi 224 gün 16 saat müddette tamamlanır. Uygun
durumlarda bu gezegenin yüzeyi üzerine, Ay yüzeyi üzerinde gözlemlenen şekillere benzer görünen
bir takım şekiller ve alametlerin dolanım hareketine göre Venüs’ün 23 saat 21 dakika107
zarfında bir
eksen hareketi olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Venüs ile Güneş’in arasında olan uzaklık ve mesafe takriben 25 milyon km108
olup bu gezegenin
çapı hemen hemen Yerküre’nin çapına eşittir.109
Venüs ve Merkür’ün adeta his olunacak mertebe
farklılıkları110
yoktur.
Yerküre
Meskenimiz Yeryüzü, Güneş Sistemi’nin merkezi olan Güneş’in gezegenlerinden biri olup
sıralamaya göre üçüncü gezegendir. Aşağıda beyan edileceği üzere Yerküre’nin birkaç türlü hareketi
vardır. En açık olarak dikkate değer olan hareketlerinden birisi kendi ekseni üzerinde icra olunan
günlük hareketi ve diğeri Güneş’in etrafında oluşan yıllık hareketidir. Eskiler binlerce seneler Yer’in
evrenin ortasında hareketsiz ve bir karar olduğunu itikat ve itibar ve günümüzde pek çok adamlar bu
çocukça111
fikirler üzere kalem oynatmakta ısrar etmekte olduklarından, bu batıl fikri mahvetmek ve
105
.yazılmış; doğrusu “batışından” olmalı قسمدندن 106
تاو رائينك كسكين نقطه لره مثال اولورلر بوندن و 107
Gd: 241,01 gün. 108
Gd: 108 milyon km. 109
Gd: Yer’in ekvatoral çapı 12.756 km, Venüs’ün ekvatoral çapı 12.104 km’dir. 110
“tefrîtleri” yazılmış; doğrusu “tefrîk” olmalı. 111
“tufey-lâne” yazılmış; doğrusu “tufû-lâne” olmalı.
36
etkisiz hale getirmek amacıyla zikrolunan iki hareketini ispat eden inandırıcı delillerin ve kesin
kanıtların beyanına girişelim.
Yer’in Günlük Hareketi Olasılığının Üstünlüğü
Gökcisimlerinin bazısına mahsus olarak itibar olunan özel hareketlerden başka bu cisimlerin
hepsinin birden genel bir hareket ile Doğu’dan Batı’ya doğru hareketli oldukları eskiden beri
gözlemlenmiş ve her gün gözle görülür ise de onların bu görünen genel hareket ile gerçekte de
hareketli olmaları akıl terazisi ve hikmete uymadığı çeşitleri ile müspettir.
İlkin, bu sonsuz uzayda etrafa yayılmış olan sayısız gökcismi ve özellikle sabit yıldızlar
matematik ve geometrinin açık delilleriyle Yerküre’mizden oldukça uzak ve çeşitli mesafelerde vaki
olarak zikrolunan görünen hareketleri gerçek farz ve takdir olunduğu surette dolanımlarını 24 saatte
tamamlamak için hareketlerine o kadar mertebe çok hız lazım gelir ki adı geçen gökcisimleri hareket
kuvvetlerinin tesirine birinin ve hepsinin tahammülünün olması ihtimali hikmet yardımı ve mekanik
yasalarına uygun olmasının imkânı yoktur.
İkincisi, yukarıda beyan olunduğu üzere Güneş’in Yer’den ortalama uzaklığı 37 milyon
(kilometre)112
olmakla yörüngesini 24 saatte kat etmek için her bir dakikada 150.000 kilometre ve her
bir saniye zarfında 2.500 kilometre seyretmesi lazım gelir. Sabit yıldızlardan ekvator civarında ve
Yerküre’ye en yakın olan Ricl-i Kantûrûs ( Centauri)113
adlı sabit yıldız, her bir saniyede 517 milyon
kilometre ve daha uzakta bulunan sabit yıldızlar bir saniyeden de küçük bir anda 70 milyar km kat
etmelerini gerektirir ki, her birisinde ortaya çıkan şiddetin gezegenlerin bozulmasına sebep olmaması
mümkün değildir.
Üçüncüsü, zihinlerde daha kolay tasavvur eylemekle için sapan gibi bir ipin ucuna bir ağır
cisim raptedilip ve diğer taraf el ile tutulup hızla dolandırıldığında merkezkaç kuvvetiyle ol cismin
çizdiği dairenin noktalarından her hangi (birinde) bulunacağı noktanın tanjant istikametinde kaçmaya
eğimli ve tutan el buna karşılık bu cismi daire çevresinde alıkoyup tutarak kaçmaya mani olduğu açık
ise de merkezkaç kuvvetinin, cismin durağan kütlesi ve hızının karesi oranında arttığı, ağır cisimler
bilgisinin (ilm-i cirm-i eskâlde)114
delilleriyle ispat olunmuştur.
İmdi, hesap edilemeyen ve gökcisimlerine oranla bir zerre derecesinde kalan küremiz çok büyük
olan cisimlerin merkezi olarak etrafında o kadar uzak mesafede ve şiddetli kuvvetle hareketli olan
cisimlerin Güneş’in kuvvet ve gücüne mukavemet edebilmesi yukarıdaki kuvvetler ve akli
yöntemlerin hiç biriyle uyuşmaz.
Dördüncüsü, astronomi gözlemleriyle incelendiği üzere gezegenlerin her biri belirli bir
zamanda eksenleri üzerinde hareket ederek dolanırlar.
112
Gd: 150 milyon km. 113
Erboğa Takımyıldızı’nın alfa yıldızı. 114
انقالجر علم
37
İmdi, adı geçen gezegenlerin meskûn olduklarını veyahut kendimizi onların birisi üzerinde
odluğumuzu varsayalım. Her hangisi üzerine sakin olan ve etrafı seyreden şahıs elbette gözlem yeri
kurmuş olduğu gezegeni evrenin merkezinde sabit ve Güneş ile diğer gezegenler ve uyduları bizim
gibi meskûn küresine mahsus olan eksensel hareketinin süresinde kendi etrafında hareketli olacaklarını
açık olarak hissetmiş olması doğal ve zaruridir. Bu surette o gezegenin sakinlerinin zanları, olguya
mutabık olmayan bir algı yanılmasından ibaret olup bu zan ve hislerine itimat olunamayacağı gibi
Yer’in sakinleri de zemin küre sabit ve diğer gökcisimleri görünürdeki gibi hareketli olmaları
hükmünün, derece-i itibardan hükümsüz olduğu açıktır. Günlük hareketler için oluşan itimatsız
hükümler, yıllık hareketler için de geçerlidir.
Beşincisi, Güneş yakın gezegenler için itibarlı ve feyizli ve Yerküre ondan uzak ve feyiz alıcı
olduklarına nazaran şüphesiz evreni aydınlatan Güneş merkezde oturan saadetli taht ve bütün
gezegenler ve onlara tabi olanların onun (Güneş’in) etrafında dolanmaları doğru ve akla uygundur.
Altıncısı, Güneş küresel bir cisim olarak en ağır ve en büyük ve zemin küre (Yer) ondan pek
daha küçük ve hafif olduğu herkesçe bilinen ve cisim, kütle ve ağırlıkları oranında bir diğerini
çekecekleri kesin bir olgu olduğu halde Güneş çeken ve Yer çekilen olarak onun etrafında dolanması
uygun ve akla yakındır.
Yedincisi, Merkür ile Venüs bize oranla Güneş’e yakın olduklarından sanki bazen Güneş’in
önünden geçtiklerinde Güneş’in üzerinde siyah haleler gibi görünüp onu tutar ve bazen Güneş’in
arkasından geçerek onun cismiyle tutulduklarına göre adı geçen gezegenler Güneş’in etrafında
dolandıkları kesin hususlardandır.
Güneş’in kursu bu iki gezegen ve pek çok kuyruklu yıldız (zevat el-eznâb) için merkeziyeti sabit
ve müstahak olduğu halde gerek Yerküre ve gerek diğer gezegenler hakkında dahi merkez olması
elbette tercih olunduğu açıktır.
Bundan başka bazı gezegenler özellikle Güneş’in, cisim olarak Yerküre’den pek aşırı derece
cesameti var iken onlarda hem eksensel hareket ve hem de bir (Güneş’in etrafında) dolanım hareketi
bulunduğu sahih gözlemler ile tahkik edildiği halde boş sözlerden ibaret olan Yer’in diğer cisimlerin
kanunlarından müstesna olması pek uzak bir olasılıktır. Bununla birlikte, Yerküre’ye gerek bir günlük
hareket ve gerek Güneş’in etrafında bir düzlemsel dolanım hareketi isnat olunursa takvim hesabınca
hiçbir mahzur lazım gelmeyeceğinden hareket olasılığının aksinden kat kat galip ve tercih edilebilir
olduğu aşikârdır. Bu cümleye gelince Yerküre’nin hareketli olması üstünlük ve galibiyet ihtimali
sanıların doğruluğu kesin ve ispat edilip bundan böyle bu hüküm üzerine gelen bazı itirazları ret ve def
ile çekme ve itme kuvveti, ışığın bükülmesi (in’itâf-ı ziyâ), ılım noktalarının geri ve ileri hareketi ve
gezegenlerin geri hareketi örneklerinden çıkarılmış olan kesin doğal kanıtlar ve matematiği basit ve
beyan olunacaktır.
Eskiler tarafından sonraki sistemlere yapılan itirazların şekli aşağıdadır.
Şöyle ki, eğer Yerküre iddia olunduğu gibi kendi ekseni üzerine 24 saat süresince bir döner küre
ise 9000 milyondan ibaret olan yüzey alanı yani çevrenin tüm dolanımı kat ve icra etmek için
38
ekvatorda bulunan cisimlerin her bir dakika müddette 6 fersah ve her saniyede 462 metre boyunda bir
mesafe kat etmesi ve top güllesinden daha süratli gitmemiz lazım geldiğinden ilkin bu gibi bir hareket
aklın dışındadır. İkinci olarak, bu hızlı hareketi niçin asla hissedemiyoruz. Üçüncü olarak, her gece
yarısında başımız aşağı, ayaklarımız yukarı ters olarak durup düşmemiz lazım gelir. Dördüncü olarak,
aslı olmayan bir eksen üzerine uzayda dolanan kocaman kürenin kendisinin bile en dibe düşmesi
gerekir. Beşinci olarak, ağır bir cismin buradan ayrılıp dik olarak yükseğe veya herhangi yöne
atıldığında adı geçen cismin velev ki havada durması bir saniye müddette sürse yine Yer yüzeyine
düşünceye kadar Yer’in hızlı dönüşü sebebiyle 462 metre geriye kalıp kurşun gibi Batı’ya doğru
koşması lazım gelir.
Hâlbuki bunların hiç birisi vaki değildir. Bundan dolayı bu mümkün olmayanları gerektiren
sözler batıldır.
Zikrolunan itirazların hepsi doğa yasalarına aşina olmayanlara kuvvetli görünür ise de gerçekte
az bir düşünme ile savuşturulurlar.
Şöyle ki: Birincisi, yukarıda geçtiği üzere Yer’in konumsal hareketini ispat için ileri sürülen
delil üçüncümüz ile defolunmuştur. Onun müfâdiyle mefrûz-ı tezekkür eder ise kendisine “salat ala el-
esed ve belet an el-nakd”115
hitabıyla susturulur.
İkinci itiraz cisimlerin hareketi ile onların ne şekilde idrak olunduklarının anlaşılamamasından
kaynaklanır. Sarsılarak gayet düz ve tatlı bir hareketle giden bir gemi veya bir demiryolu arabasında
bulunanlar kıyılar, ağaçlar ve binaların hareket ve seyir edip kendisi sakin zan ettikleri tecrübe edilmiş
bilinen hususlardır. Sakin gezegenin ayırt edilmesi zordur. “Hayal zan eder sakin keşti116
sahildir
yürür” misali meşhur bu galat hissi ifade etmiştir. İmdi, tam bir sükûnetle seyir eden gemi zeminin
hızlı hareketinin his olunmasını ona kıyas etmelidir.
Üçüncü ve dördüncü itiraz, öncekiler ve sonrakiler ulaşmış ise de itiraz edenler alt ve üst
yönlerin farkının ve cisimlerin çekim ve düşmesini bilmemekten ileri gelir. Bunlardan haberdar olursa
böyle sorular sormaya teşebbüs etmez.
Beşinci itiraz, diğerlerine göre kuvvetli ise de def edilmesi güç bir şey değildir. Bu dahi fizikte
sabit olan cisimlerin genel özelliklerinden sayılan atalet özelliğinin gerektirdiğidir.
Şöyle ki, gerek sükûnet ve gerekse hareket halinde bulunan bir cisim dış veya bilinen bir şeye
tesadüf etmedikçe ne sükûneti harekete ve ne de hareketi sükûnete dönüşebilir. Bundan dolayı
yukarıda bahsi geçen atılan cisim Yer ile devir ve seyirde hissedar olduğu gibi dış bir engel tarafından
mukavemet olunmadıkça Yer’den atılma esnasında dahi aynı şekilde (bu hareketi) muhafaza
ettiğinden Yer ve atılmış cisim harekette ortak olup atıldığı istikameti şaşmak ve Yer sakin olsun
hareketli olsun tek tarz üzerine dik bir düşüş (sükut-ı umudi) halinde görünmek lazım gelir. Ancak
gerçekte Yer ile beraber olursa “gerçek hareketi icabınca Doğu’ya doğru bir eğri çizerek yukarı çıkar
ve düşer”. Bu tuhaf durumu keşif ve izah için sahile yakın hızla seyir eden bir geminin içinde veya
115
Aslana selam, eleştiriye devam. 116
Gemi.
39
demir yolu arabası içinde sakin bir insan elinde bulunan bir cismi havaya dik olarak attığında rüzgâr
olduğu halde sakin gemiye nispetle atılan cisim dik olarak yükselir ve düşer görülür ise de sahilde
veya demir yolunun civarında bulunan gözlemcinin gözüne bu atılan cismin iki suretle hareketi yani
hem içinde bulunduğu taşıt ile ortak olduğu ufki hareketi ve hem de atılmanın kuvvetiyle o cisme
uygulanan dikey hareketi görüneceğinden adı geçen cisim bu iki hareketin birleşmesiyle havada
çizilen birer eğri resme benzeyen bir hareket gözleyecekleri tecrübeyle kabul edilmiştir.
Tuhaflık şurasındadır ki, aşağıda açıklanacağı üzere itiraz, kuvvetli bir zan ile ortaya atılan küll-i
efsun-ı hikmetle itiraz edenlerin sağlamlığına iade ve tahvil ve gayetle bu husus, Yer’in hareketinin
ispatı için kesin bir kanıta dönüştü. Resm-i helâhil diyerek verilen bir madde-i iksir akliyle dava-ı ‘âcil
ölmüştür.
Düşen Cisimlerin Deneyleriyle Yer’in Hareketinin İspatı
Engellenmeksizin yüksek mahallelerden doğal olarak düşen cisimler tamamıyla dikey düşmeyip
daima o yerin yüksekliğine göre Doğu yönüne eğimli olarak düştüğü birçok (kez) ve açık tecrübe ile
tahkik olunmuştur.
Mesela 200 zira yükseklikte bir binanın tepesinden veya bir miktar derin bir bayırın ağzından
düşen ağırca bir cisim o yerin dikey doğrultusu istikametine tamamıyla uyuşmayıp Doğu’ya doğru
yönelerek sapmadan 3 veya 4 hat kadar uzakta olan bir noktaya düşer. İşte zikrolunan itirazın icabınca
Batı yönüne düşeceği sanılmış iken sanki buna rağmen itiraz edenlerin aksine yani Doğu’ya doğru
yönelerek düşer. Bunun sır ve hikmeti odur ki, dikey hat Yerküre’nin merkezine yönelir. Ve ekseni
üzerine hareket eden bir küre veya topun parçaları ekseninden ne kadar uzak bulunursa onun
hareketinin hızının o kadar fazla olduğunu herkes bilir.
İmdi, Yerküre hareketli olduğundan o bina veya bayırın varsayılan dibi ile üst tarafları Yer’in
ekseninden uzaklıkları mukayeseye göre elbette birbirlerinden farklıdır. Minarenin zirvesi diplerinden
daha uzak ve bundan dolayı hareketleri daha hızlı olduğundan ve o noktalarda bulunduğu varsayılan
cisimler Yer’den kendisine uygun olan hareketle aynı şekilde (hareket ederler). Şöyle ki, Kepler
Yöntemleri’nden açık olduğu üzere bütün gezegenlerin yörüngeleri elips olup Güneş’in merkezi bu
oval şekillerin odak noktalarının birisini işgal eder. Yörüngede Güneş’e yakın bulunan noktaya yerberi
(hadîd, perije) ve ondan uzak olana yeröte (evc, apoje) denilir. Bu iki noktayı birleştiren çizgi büyük
eksen (mihver-i kebîr) ve onu dik olarak kesmekle yörüngenin iki orta noktasını birleştirene küçük
eksen (mihver-i sagîr) olarak adlandırılır.
Yer’in yörüngesinin yeröte ve yerberi noktaları bir yerde bir kararda olmayıp burçlara göre bir
sene zarfında 12 ve 1744 sene müddette 3 derece kadar hareketle Burçlar Dairesi’nin tam devrini
20.931 sene müddette tamamlar.
Bazı bilginlere göre bu hareket Jüpiter ve Venüs gezegenlerinin Yerküre üzerinde oluşan
çekimlerinden kaynaklanır. Yer’in elips yörüngesinin hareketi bilindiğinde eski zamanlarda büyük
eksen çizgilerinin uygun ve dik olarak kestiği düğümleri hesap etmek ve çıkarmak mümkündür.
40
Mesela, Miladın 1250 senesinde Yer yörüngesinin yerberisi Kış Dönencesi ile uygun olmakla
ilkbahar mevsimi yaz mevsimi ile ve sonbahar kış ile eşit olmuş idi. Milat aleyhi el-selâmdan 4000
sene önce Yer’in elips yörüngesinin büyük ekseni ılım (ekinoks) çizgisi üzerine uygun gelmiş olduğu
adı geçen hesap ile çıkarılır.
Bulunduğumuz asırda büyük eksen adı geçen ılım çizgisi ile kesişir ki burçlar dairesini bölmekle
dört mevsimi oluşturan ve belirleyen dört yayın miktarları birbirine muhalif olarak dört mevsimi bu
suret üzere taksim eder:
GÜN ONDALIK117
İlkbahar 92 906
Yaz 93 566
Sonbahar 89 700
Kış 89 670
Bu asırlarda olduğu gibi ilkbahar ekvator taraflarında olduğu müddetçe ilkbahar ile yazın
toplamı sonbahar ile kışın toplamından uzundur. Miladın 6463 tarihlerinde perije noktası sonbahar
ılım noktasına intikal ederek dört mevsimin süreleri eşit olacaktır.
Yer’in yörünge eksenlerinin bu intikalden tertip eden eserleri yalnız mevsim sürelerinin
farklılığına neden olmayıp belki pek dikkate değer olan garip derecede eserler Yer’in doğal heyetinin
küre gibi dönüp değişmesini gerektirir.
Şöyle ki: Küremiz yerberi noktasında bulunacağı zaman Güneş’ten uzaklığı yeröte noktasında
bulunduğu yazın uzaklığından 500.000 km kadar az olması sebebiyle Güneş’in çekim kuvvetinin
etkisi 1/5 miktarı kadar azalır. Ve Yer, yeröte yönünde iken yıllık hareketini tadil için kat ettiği 57ı’lik
günlük hareket ve 59ı’lık ortalama hareketini 61
ı olarak çizmiş olur.
Güneş’in çekim gücünün az veya çok etkisi ile zaruri olarak sular baharları çekilir; bu itaat ile
Yer’in paralel dairelerinden adı geçen kuvvetin karşısındaki ve etki altında olduğu iklimlerde eğimin
biçimi azalır118
ve güney enlemlerinin kırk derecesini tecavüz ile Güney Kutbu dairesi bir su kütlesi ile
çevrelenmesi ve toplanmasıyla adı geçen zeminin o taraflarında bulunan geniş bir kısmın su altında
kalması gerekir.
Bundan 10.462 sene miktar yerberi noktası sonbahar ılım noktası ile uygun olduğu gibi yine
bundan 6483 sene sonra yerberi noktası ilkbahar ılımının karşısında olacaktır. Ve sonra güneyden
kuzeye günden güne dönerek Yer’in güney yarısında icra olunan olaylara benzer bir takım hadiseler
tekrar eder.
Yeröte ve yerberinin hareketlerinin matematiksel hesapları ve doğal olguları herkes için
anlaşılması kolay bir şey olsa idi mevcut eski eserlerden kuzey arazilerinde bulunanların bir zamanlar 117
92,906; 93,566; 89,700; 89,670 biçiminde. Toplam olarak 365,842’dir. 118
صورت ميل و تراكن تنقيص
41
su altında kalmış oldukları ve Hint iklimlerinin, Keldanilerin ve Mısırlıların bazı eski eserleri
zikrolunan doğal sebeplere isnat olunur idi.
4 – Burçlar dairesinin eğiminin azalmasını gerektiren Yerküre’nin tedirginlik hareketi (hareket-i
tezebzübiyye) ve ekseninin hareketinin titremesidir (ihtizâzât-ı tezelzele). Bu hareketin yüz sene
zarfında miktarı 1,11540 saniye ve 6700 senede takriben 1 derecedir. Bu hareket burçlar kuşağını
ekvatora ve biri diğerinden uzak bulunan dönence dairelerinin119
takribi olarak devirlerin geçmesiyle
burçlar dairesi ekvator ile intibak ederek bu zamanlarda dört mevsim birbirine eşit olmakla (ne kerem
ve ne sered ve hemîşe bahâr)120
mukavemete uzun zaman bir itidal süreceğini sanmışlar. Lakin yeni
araştırmalara göre burçlar dairesinin eğimi hem artıp ve hem de azalmayıp ortasından uzaklaşıp
dönerek ancak 3 veya 4 derecelik bir açı miktarı kadar tecavüz eder bir tedirginlik hareketi vardır. Adı
geçen batıl inanç gereğince Yer’in ekseninin121
tekrar tekrar ekvator üstünden geçerek Hatt-ı İstivâ
(Ekvator) unvanını haiz ve bu hareketin tam dolanımı 2.412.000 sene uzun zamanda icra olunması
lazım gelir idi. Bu sanının taraftarları, denizden pek uzak ve hatta dağların tepelerinde bulunan deniz
eserlerinin ve donmuş arazilerde de Yeryüzü’nde keşfoluna gelen ve çoğunun çeşitleri bile tükenmiş
olan sıcak memleketlerin bitki ve hayvanlarının donmuş eserleriyle istidlal ederler.
5 – Yer’in bir diğer hareketi de ılım noktalarının geri hareketine sebep olur ki dolanımın
tamamlanması 25.872 sene zarfındadır. Milattan önceki bir dönemde burçlar 12’ye uygun olan yıldız
şekillerinin isimleriyle değiştirilmediği halde günden güne adı geçen şekiller Doğu’ya doğru ilerlemiş
ve her birinin yerlerini diğer yıldız şekilleri zapt eylemiştir. Zamanımızda ilkbahar ılımının burcu olan
şekil Koç’un sonlarına122
ve bu anlamda tecavüzler vuku bulmuştur ki buna ılım noktalarının öncelimi
adı verilir. Bu hareketin bir görünen sonucu olarak genel olarak sabit yıldızlar Batı’dan Doğu’ya bir
sene zarfında 15 saniye yani ¼ derece kat ederler gibi görünürler.123
Bu hareketin sebebi de Yer’in
şekli daha önce geçtiği üzere bir küre benzeri olmakla ekvator ile tutulum dairesinin ortak kesit ve
uygun yerlerindeki hat Güneş ile Ay’ın birden çekim tesirlerinden oluşan bir etkiye maruz kaldığından
burçların aksi istikameti yönünde tedirginlik (tezebzüb) halinde bir hareket oluşmuştur.
6 – Yer’in titreme hareketi (hareket-i ihtizâziyye) denilen küçük bir hareket. Güneş ve Ay’ın
çeşitli durumlarında aynı şekilde çekimlerinin paralel cüzi etkilerinden ortaya çıkan bu hareketin
sonucu olup Ay’ın düğümü denilen 19 senelik bir dolanımı (adı daha önce zikrolunan) astronomun
keşfidir.
7 – Güneş, kendine bağlı bütün gezegenlerle Yer’in ortak olduğu bir genel hareketle hareket
eder. (Bu hareket), Güneş Sistemi’nin bir sene zarfında 600.000 km kat ederek Herkül (el-Câsî alâ el-
Rukbetihi) takım yıldızının belirli bir noktasına doğru oldukları halde yürüyüp gitmesidir.
119
Metinde “miktâr-ı inkılâbları” yazılmış; doğrusu “medâr-ı inkılâbları” olmalı. 120
“Ne asalet, ne sertlik; daima bahar (güzellik).” 121
? چميم 122
“cümle-i sûrun sonlarına ve hiddet-i hamelin sonlarına” 123
Metinde “bir sene zarfında 15 saniye ve 31 sene zarfında 4/1 (ا/د) derece kat ederler gibi görünürler.”
yazılmış.
42
Yer’in Ölçüsü, Enlem, Boylam ve İklimler
Eskiden beri Yer’in küreselliğini keşif ve ispat edip en büyük dairesini 360 derece itibar ve bir
derecelik uzunluk yani çevrenin 1/360 parçasını ölçerek 25 km olduğuna coğrafyacılar ittifak ve karar
ettiklerinden Yer’in çevresi 360 x 25 = 9000 olmuş olur. Yer üzerine Güneş’in ışığının derecesine
nazaran Yer yüzeyi doğal olarak beş mıntıkaya taksim olunup güneysel ve kuzeysel dönence daireleri
ile ekvator arasında vaki iki mıntıkası daima Güneş’in hararetine tutulmuş olduklarından “sıcak
kuşak” (mıntıka-i hâre) denilip enlemsel mesafesi 460 56
ı, dönence daireleri ile kutuplar arasında olan
iki mıntıkaya “ılıman kuşak” (mu‘tedile) adı verilir. Her birinin enlemsel mesafesi 43,4 derece ve
dakika itibar olunmuştur. Kutup daireleri ile iki kutup arasında mahsur olan yerlere, şiddetli
soğukluklar nedeniyle “soğuk kuşak” (müncemid)124
tabir olunur. Her birisinin yüzey alanını bilmek
için yarıçapa yakın oranı olan 3,14160 adedi n, Yer’in yarıçapının eşit olduğu 1432,4 km uzunluk s,
(yarıçapın) iki katını yani Yer’in çapını r ve kesitin uzunluğu d işaretleriyle ifade olunursa s = 4 n r2 s
2
½ d düsturu ile hesap olunur. İşte soğuk kuşakların her birisi 1.066.224 ve ılıman kuşakların her biri
6.691.752 ve tüm olarak sıcak kuşak 10.627.308 km2 olup ve baştanbaşa zeminin yüzeyi 25.783.300
km2 olduğu çıkarılmıştır. Bundan dolayı ılıman kuşak soğuk kuşağın altı kat, sıcak kuşaklar soğuk
kuşakların on kat büyük ve geniştir.
Yer’in şekli daha önce geçtiği üzere bir küre şeklinde olmakla çeşitli yerlerde tam bir dikkatle
birer derecesi ölçüldüğünde kutup taraflarında ölçülen bir derecelik yerin uzunluğu ekvatorunkinden
1344 metre fazla bulunmuştur. Yer’in küreye benzemesi belirli bir boylamda olan bir sarkaçlı saatle
dahi çıkarılmıştır.125
Yer’in kutup taraflarının yarıçapı, ekvator yarıçapından küçük ve Yer’in merkezine yakın
olduğu anlaşılmıştır. (Mekânın enlemi); bir yerin enlemi onun derece olarak ekvatordan uzaklığı ve
aynı şekilde ekvatordan o yerin zenitinin miktarı sebebiyledir. Kutup yıldızının ortalama yüksekliği o
yerin enlemine eşittir. Ekvatorun kuzeyinde kuzeysel enlem ve güneyinde güneysel enlem olup iki
yönün enlem dereceleri 90 derece kadar sayılır. (Mekânın boylamı); birinci – itibar olunan bir
meridyen dairesi ile bir yerin meridyen dairesi arasında ekvator derecesinden mahsur olan yaydır ki
doğusal, batısal iki yönde her birisinden 180 dereceye kadar sayılır.
Eskiler bu yönde olan bayındır memleketlerin alanını kutuplar yönündeki bayındır yerlerin
alanından daha çok bulduklarından doğudan batıya olan yönü boylam ve ekvatordan iki kutba doğru
enlem itibar ediyorlarmış. Ve boylam başlangıcını batı taraflarında seçmekle bayındır parça
zannedilen Cezâir-i Hâlidât’ın126
(Teymûr) batı ucundan saymışlar idi. Lakin günümüzde Fransa
Fevke Paris Gözlemevi’nden ve İngiltereliler Greenwich Gözlemevi’nden ve İstanbul’da Ayasofya
camii-i şerifinin vasat-ı kabesinden (kıble-gâhından) geçen meridyen dairelerini boylam başlangıcı
itibar edip doğusal ve batısal yüz seksen derece sayıyorlar. Güneş ve kubbe başından ibaret olan
124
Buz halinde olan; buzlu, donmuş. 125
اصنك ظرفنده عددندا بانيله دخى استدالل اولنمشدربر ساعت رق 126
Metinde Cezâir-i Hâldân yazılmış. Doğrusu Cezâir-i Hâlidât’dır (Kanarya Adaları).
43
Güneş Sistemi’nin asli üyeleri ile her birinin özel durumlarını tek bir görüşte belirlemek üzere bazı
yeni kitaplardan alınan bu mahalde vaz ve irad olunmuştur:
Sabit gezegenler (seyyârât-ı sâbite) yani uydu (peyk) ve sâil de denilen kırmızı gezegenler; bazı
asli gezegenlerin etrafında bir takım felekler dolanır ki bunlara tabi olanlar anlamına gelen (sâbite) adı
verilir. Yukarıda beyan ettiğimiz üzere birisi Yer’in hareketine tabi olarak etrafında dolanan Ay’dır.
Dördü Jüpiter’in, sekizi Satürn’ün bunlardan tertiplerinde birinci vaki olan sâbitesinde Milattan 1848
senesinde keşfolunmuştur. Altısı Hercshell’in (Uranüs), ikisi Neptün’ün etrafında devir ve hareket
ederler. Şimdiye kadar bu çeşit yıldızların adedi yirmi bire ulaşmıştır.
Aşağıda beyan olunacağı üzere bunlar bağlı bulundukları gezegenlerin etrafında özel
hareketlerini icra eyledikleri halde tabi oldukları gezegen ile beraber Güneş’in etrafında dolanıp kendi
eksenleri üzerinde hareketleri yoktur. Bir cisim hareketli bir ip ile bağlanıp idare olunduğu halde
hareket merkezine (göre) daima bir yay çizdiği gibi bu uydular da her bir konumlarında tabi oldukları
asli gezegenin merkezine çevre yüzeylerinin bir yarılarını gösterip öbür yarılarını daima karşı
yönlerinde olarak kendisine tabi olduklarıyla birlikte uzayda sürünüp giderler. İşte bu çeşit hareketler
pek açık olarak Ay’ımızda daima gözlemlenmiştir. Lakin bu görüş Laplace adlı dikkatli şahsın
yöntemine ve pek çok astronomun sözüne muhalif görünür. Bunlara göre uyduların bir eksensel
hareketi var ise de asli gezegenlerin eksensel hareketlerine benzemeyip bu çeşit yıldızlar gezegenlerin
etrafında hem dolanım hareketlerini ve hem de eksensel hareketlerini günler biçiminde tamamlarlar.
Ay da meskenimiz olan Yerküre’ye tabi ve bütün yıldızlardan bize yakın ve konumları görünür ve
Güneş’ten başka tümünden ışık aldığından bazı ayrıntılarına girişilmemiştir.
Ay’ın özel hareketinin mevcut cisimlerin hareketlerinden fazla hızlı olduğu hissedilir. Ay’ın, her
ay zarfında şekli değişir ve genel hareketinin ters yönündeki dolanımını Yerküre etrafında ve 27 gün
zarfında tamamlar. Günlük hareketini diğer yıldızlar gibi doğudan batıya doğru ettiği halde her gün
doğu yönünde yıldızlardan birer miktar geri kaldığı gözlenip Ay’ın iş bu gerilemesine ve geri
hareketine Anomalistik Hareket (Hareket-i Hasse)127
ve Dönencel Hareket (Hareket-i Medâriyye)
denilir.
Ayküre’nin ışıklı ve ışıksız konumlarından oluşan Ay şekilleri pek açık olarak görünen ve özel
alametlerdendir.
Mesela Yeni ayın başlangıcında Ay Güneş’ten takriben 12 derece kadar ayrıldığında Güneş’in
batışından sonra ufuk üzerine dışbükey tarafı Güneş’e doğru uçları ters yöne doğru olduğu halde bir
ışın kavsi görünmekle başlayıp bu konum ve heyetine (Hilâl) adı verilir. Sonra her gün Güneş’in doğu
tarafında kalarak ondan geriledikçe bize doğru olan Ay’ın evresinin ışığı artarak yedi – sekiz gün
sonunda Güneş’ten 900 kadar uzak olması sebebiyle bir yarım daire şeklinde görünür. Ve bu konuma
İlk Dördün (Terbî‘-i Evvel) denilir.
Bu dördünden sonra aynı şekilde Güneş’ten uzaklaşarak azar azar ışığı artar ve iki hafta sonra
Güneş’in 1800 yani altı burç kadar uzağında olarak Güneş ile mukabele yani Güneş’in batış zamanında
127
Anomalistik Ay: Ay’ın perije noktasından iki geçişi arasındaki süre; 27,5546 gün.
44
Ay’ın doğuşu ve gece yarısında Ay meridyen dairesine ulaşır. İşte bu hale Dolunay (Bedr) adı verirler.
Doğu tarafında aheste aheste Güneş’e yaklaşmakla ışığı azalarak üç haftalık olduğunda yine Güneş ile
uzaklığı 900 yani üç burç kadar kaldığında aynı şekilde bir yarım daire şeklinde gözlenir. Ay’ın bu
konumuna Son Dördün (Terbî‘-i Sânî) derler. Dördüncü haftasında yakınlaştıkça doğuşu erteleyip ve
ışığını arttırıp gide gide Güneş’e yine on iki derece yakılaştığında başlangıçta olduğu gibi bir tersine
dönmüş Hilâl şeklinde kalıp ve nihayet Güneş’in ışığına yakınlaşır, ışıklı tarafı yukarı olup ışıksız
yarısı bize doğru olduğundan ışığı bütün bütün azalarak bize görünmez olur. Ay’ın bu konumuna
(İmhâk) tabir olunur. Tamam.