Post on 19-Nov-2023
transcript
Türk Dünyası Araştırmaları Sayı: 166 Şubat 2007
OSMANLI VAKIF SİSTEMİNDE BOZULMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
Dr. Mustafa ALKAN*
ÖZET
İslâm dünyasında çok büyük önem taşıyan vakıf mü
essesesi, en büyük inkişafını Osmanlı devrinde göstermiştir.
Bu dönemde devlet, toplumun din, eğitim, sağlık, bayındırlık,
şehircilik, belediyecilik, sosyal yardım, sosyal güvenlik ve
benzeri tüm içtimaî hizmetlerini vakıf yoluyla karşılamıştır.
Bundan dolayı çok büyük iktisadî kaynaklara sahip olan va
kıf müessesesinin denetimi kolay olmamıştır. Vakıfların çoğal
masıyla birlikte, bu kurumun yönetimi ve denetiminde bazı
yozlaşmalar da yaşanmıştır. Bunun için mazbut vakıfları yö
netmek, mülhak vakıfların özert yönetimlerini denetim altına
almak için Evkaf Nezareti kurulmuştur. Buna rağmen vakıfla
rın yönetimleri üzerindeki şüpheler sürmüştür. Bu makalede,
Osmanlı vakıf sisteminde meydana gelen bozulmalar bazı ör
neklerle incelenecektir.
Anahtar kelimeler: Vakıf, Mütevelli, Nâzır, Evkaf Ne
zareti, Osmanlı Vakıf Sistemi, Vakıf Sisteminde Bozulma.
Giriş
Osmanlı'da Vakıf Kurumu Hakkında
Vakıflar, uzun asırlardan beri İslâm dünyasının içtimaî ve iktisadî hayatı üzerinde derin tesirler bırakmış olan dinîhukukî bir müessesedir. Menşei, * Gazi Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, alkanm@gazi.edu.tr
67
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI
araştırmacılar arasında tartışma konusu olan1 bu müessesenin, Osmanlı döneminde çok büyük bir inkişafa mazhar olduğu, sosyal alanda; eğitim, sağlık, sosyal yardım ve sosyal güvenlik gibi en temel haklarının ötesinde, mahalle fukarasına sadaka verilmesi2, ihtiyaç sahibi olana “yufka sacı” alınması3, şehirdeki güvercinlere yuva (kebûterhâne) tesisi4, gelen gidenlerin nehir üzerinden karşıya gerilmesi için nehir kayıkçılığı ihdası5 gibi son derece ayrıntılı hizmetlere de yöneldiği bilinmektedir. Şu halde, Osmanlı Devleti toplumun tüm sosyal ihtiyaçlarını vakıflar yoluyla karşıladığından, “Osmanlı medeniyeti” için bir “vakıf medeniyeti” tabiri kullanılmaktadır6. Gerçekten de, Osmanlı Devleti’nde vakıf müessesesi, 16. yüzyıldan itibaren toplumun tüm ihtiyaçlarına cevap verebilen bir sosyal kuruluş hâline gelmiştir.
Osmanlı Devleti, “devlet telakkisi” gereği iç ve dış güvenlik hizmetleri dışında; din, eğitim, sağlık, bayındırlık, şehircilik, belediyecilik, sosyal yardım, sosyal güvenlik ve benzeri içtimaî hizmetleri büyük ölçüde, vergiden muaf tuttuğu, malmülk sahibi kişilerin kurdukları vakıflar yoluyla yürütüyordu7. Bunun tabii sonucu olarak ülke gelirinin hemen hemen üçte biri, devletin mevcut ve mahsul veren topraklarının bölgelere göre ortalama % 20 ile 30’u vakıfların eline geçmişti8. Bu durum bölgelere göre değişmekle birlikte, ticarî yapılarda daha da yüksek olduğu söylenebilir. Meselâ, Adana Sancağında vakıflar 1525 yılında sancak gelirinin % 1,7’sine sahipken, bu gelir 1865 yılında % 10,97’ye ulaşmış, vakıfların geliri söz konusu süreçte dokuz kat art
1 M. Fuad Köprülü, “Vakıf Müessesesinin Hukukî Mahiyeti ve Tarihî Tekâmülü”, İslâm ve Türk Hu
kuk Tarihi Araştırmaları ve Vakıf Müessesesi, İkinci Baskı, Akçağ, Ankara 2005, s. 294307.2 Osman Efendi ibn Hacı Süleyman Ağa Vakfiyesi, Adana 1903, Milli Kütüphane, Adana Şer’iye
Sicili (AŞS), nu. 148, s. 100.3 Tillioğlu Zevcesi Rabia Hatun ibneti Süleyman Vakfiyesi, Adana 1761, AŞS, 1, s. 10.4 TD. 450 (1525), Adana Mufassal Defteri, s. 998; Tıpkıbasımı için bk. Yılmaz Kurt, M. Akif Erdoğ
ru, Çukurova Tarihinin Kaynakları IV Adana Evkaf Defteri, TTK, Ankara 2000, s. 102.5 Adana’nın Dündarlı nahiyesi kıyısından akan Seyhan nehiri için, bk. VGMA, 1168/1754, Hurufat
Defteri (HD) 1056, s. 51, 53, 56, 57.6 Köprülü, a.g.m, s. 327337; Ziya Kazıcı, Osmanlı Vakıf Medeniyeti, Bilge Yayınları, İstanbul 2003,
930; Vakıflar Genel Müdürlüğü 2006 yılını “Vakıf Medeniyeti Yılı” ilan etmiş ve bir dizi etkinlik
içindedir. Bk. Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıf Medeniyeti Yılı 2006 (Etkinlik Kitapçığı), VGM Yayını,
2006 Ankara; www.vgm.gov.tr7 Ömer Lütfi Barkan, “Şehirlerin Teşekkül ve İnkişâfı Tarihi Bakımından: Osmanlı İmparatorlu
ğunda İmâret Sitelerinin Kuruluş ve İşleyiş Tarzına Ait Araştırmalar”, İstanbul Üniversitesi İktisat
Fakültesi Mecmuası, Sayı: 12 (19621963), s. 239243.8 Ömer Lütfi Barkan, “H. 933/1527934/1528 Mali Yılına Ait Bütçe Örneği”, İktisat Fakültesi Mec
muası, İstanbul, XV, 14, s. 268; Mithat Sertoğlu, “Osmanlı Devleti Zamanında Kurulan Vakıflarda
‘Mektûbiyet’ Meselesi ve Bunun Hukukî Durumu”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih
Enstitüsü Dergisi, Sayı: 12, (İstanbul 19811982), s. 713.
2
68
MUSTAFA ALKAN / OSMANLI VAKIF SİSTEMİNDE BOZULMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
mıştır. 16. yüzyılda vakıflar akar ve hayrât binaları yoluyla şehrin fiziki yapısının % 70’ine hâkimdi. 1671 yılında şehirde var olan 1090 dükkânın % 45,6’sı, 1901 (1319) yılında Vilâyet Salnamesine göre 1875 dükkânın9 % 33’ü, hanların 1671’de % 59’u, 1901’de nerdeyse tamamı10, 1901 yılında menzillerin en az % 4,84’ü, mağazaların % 5,64’ü, bağ, bağçe ve bostanların % 11’i, hamamların tamamı, 16. yüzyılda köylerin % 23,40’ı (vakıf veya vakıf hisseli), kırda ve şehirdeki değirmen ve çeltik nehirlerinin önemli bir kısmı, tuzlaların % 6,285’i, bu yüzyıldan itibaren Adana’daki iki büyük çarşısı (Ramazanoğlu ve Sûkı Atîk) ve pazar yerleri, bedesten ve benzeri, şehrin ticaret, imalât sektörlerinin can damarı olan merkezler vakıfların, özellikle Ramazanoğlu vakıflarının tasarrufundaydı11. Hatta 1550’li yıllarda12 halkın pamuğu Adana’da Pamuk Kapanı’nda satmaya zorlanması, 1570’li yıllarda da vakfın zarar ettiği gerekçesi ile şehre dışardan yağ getirilmesinin önlenmesi isteği13, önceleri şehrin imarına öncülük eden vakıfların özellikle Ramazanoğlu vakıflarının burada resmî olarak olmasa bile psikolojik olarak bir ticaret tekeli oluşturduğunu söyleyebiliriz14. Osmanlı İmparatorluğunda vakıflar çoğaldıkça gelirlerinin kontrolü zorlaşmıştır. Bunun için devlet, vakıfların denetimini daha Orhan Bey zamanında yapmaya başlamıştır. Birinci Mehmed (14131421) zamanında Hâkimü'1Hükkâmi’lOsmaniye adını taşıyan birim vakıfları nezâret ediyordu. Evkafı Hümâyûn Nezâreti (1826) kuruluncaya kadar merkezde Haremeyn Nezâreti, Vezir Nezâreti, Şeyhülislâm Nezâreti, Tophane Ümerâsı Nezâreti ve İstanbul Kadıları Nezâreti gibi nezâretlerce kontrol edilirken, merkez dışında bu görev mahalli nâzır veya kadılar tarafından yürütülüyordu15. Kısaca vakıfların idaresi oldukça dağınık ve usulsüzlüklere açık bir görünüm sergiliyordu; özerk yönetim ve denetimlerde meydana gelen usulsüzlüklere birde vakıf hukukundaki değişim de eklenince sistemde bozulmanın arttığı kanaati vardır.9 Salnâmei Vilâyeti Adana, Adana 1319/1901, s. 71.10 1901 yılında Adana Salnâmesinde 27 han kayıtlıdır. Aynı yıllarda Adana’nın merkezinde 27 vakıf
han kayıtlıdır. Bk. Aynı Salnâme, s. 71.11 Mustafa Alkan, Adana’nın Bütüncül Tarihi Çerçevesinde Adana Vakıflarının Analizi TÜSOKTAR
Veri Tabanına Dayalı Bir Araştırma Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış
Doktora Tezi, Ankara 2004, s. 129198.12 TD. 258 (1547), Adana Mufassal Tahrir Defteri, s. 6; Bu Tahrir Defterinin tıpkıbasımı için bk. Yılmaz Kurt,
Çukurova Tarihinin Kaynakları II 1547 Tarihli Adana Sancağı Mufassal Tahrir Defteri, TTK, Ankara 2005, s. 4.13 “Mezkûr ma’sarada yağ var iken âherden gelüb yağ satılmak vakfa zarardır, satılmaya”, ED. 538
(1572), s. 20b; KurtErdoğru, a.g.e, s. 41.14 Alkan, a.g.t, s. 200201.15 İbnülemin Mahmud Kemal İnalHüseyin Hüsameddin, Evkafı Hümâyûn Nezâreti’nin Tarihçei
Teşkîlâtı ve Nuzzârın Terâcimi Ahvâli, İstanbul 1335, s. 2526; Ali Akyıldız, Osmanlı Merkez Teşki
lâtında Reform 18361856, Eren Yayıncılık, İstanbul 1993, s. 144148.
3
69
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI
Vakıf hukukuna göre “vakfı sahîh” olarak kabul edilen vakıflar, bir kişinin (vâkıf) sahip olduğu gayrimenkullerden bir bölümünü (mevkûf) kendi iradesi ile mülkünden ayırarak, belirli hukuk kuralları içerisinde (vakfiye), tahakkuk ettirmeyi tasarladığı bir amaca tahsis etmesi sonucu meydana getirilen ve malın kendini temsil ettiği, tek dereceli kiralama biçimi (icârei vâhide) ile işletilen, toplum ve devlete katkı sağlayan özel hukuk tüzel kişilikleridir.
Bu tanıma göre, vakıf kuracak kişinin bir mal veya mallara sahip bulunması, bu malların gayrimenkul (taşınmaz) cinsinden olması, tahakkuku tasarlanan amacın, vakıf kurucusu veya aile fertlerine birtakım imkânlar sağlaması yerine, toplumun genel menfaatinin esas alınması; gelir getirici, akar taşınmazların “icârei vâhide” olarak adlandırılan tek dereceli ve kısa süreli kiralama veya benzer usullerle işletilmesi gerekmektedir. Çok genel hatlarıyla sıralanan bu çerçevenin dışına çıkan uygulamalar, birtakım zorlamalarla meşrûiyeti onaylansa bile vakıf müessesesinde bir çözülmeyi veya bir yozlaşmayı hatta bir bozulmayı ifade eder16. Dahası Osmanlı’nın klasik yapısından modernleşme dönemine doğru bakıldığında da bir değişimden söz edilebilir. Bu açıklamadan hareketle, Osmanlı vakıflarındaki yozlaşmayı veya bozulmayı şu iki temel noktada toplamak mümkündür: A. Vakıf hukuku ve uygulamasındaki bozulmalar, B. Vakıfların yönetim ve denetiminde görülen usulsüzlükler17.
A. Vakıf Hukukunda ve Uygulamasındaki Bozulmalar
Temel ilke olarak vakıf hukukuna uymayan gelişme ve düzenlemeler, her ne amaç taşırsa taşısın bir bozulmayı ifade eder. Devletlerin veya kurumların gerileme veya yıkılmaları ne bir tek sebebe, ne de bir kurumdaki yozlaşmaya bağlıdır. Devlet veya kurumların yapısı insan organizmasına benzetilmiştir. Nasıl vücudun bir organındaki rahatsızlık tüm bedeni etkisi altına alıyorsa, bir kurumdaki bozulmanın da, devletin diğer tüm kurumlarına sirayet edeceği düşünülmüştür18. Şu halde, vakıf hukuku ve uygulamalarındaki bozulmanın sebeplerini, devletin karmaşık yapısı içinde aramak gerekir. Bu bağlamda Osmanlı vakıflarında görülen bozulmanın bazı temel sebeplerini şöyle sıralayabiliriz:
1. Tımar/mîrî arazilerinin vakıf haline getirilmesi2. Evlatlık/zürrî vakıfların yaygınlaşması3. Vakıfların “gayrimenkul” olma şartının kalkması
16 Nazif Öztürk, Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi, TDV Matbaacılık, Ankara
1995, s. 247.17 Ali Hikmet Berki, “Vakıflar ve Vakıfların Maruz Kaldığı Tecâvüz ve İhmâller” Vakıflar Dergisi,
Sayı: VIII, Olgu Matbaası, Ankara 1969, s. 336.18 İbni Haldun, Mukaddime, I, (Çeviren: Zakir Kadiri Ugan), MEB, İstanbul 1990, s. 431436.
4
70
MUSTAFA ALKAN / OSMANLI VAKIF SİSTEMİNDE BOZULMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
4. Mukataa, icâreteyn ve gedik sistemlerinin suiistimali5. Vakıf Kurumları: İnşa, bakım ve tasfiye.
1. Tımar/Mîrî Arazilerinin Vakıf Haline Getirilmesi:
Osmanlı Devleti’nde mîrî toprakların idaresi tımar sistemine dayanır. Osmanlı Devleti’nde tımar sisteminin ne kadar önemli olduğu bilinmektedir. Bu sistem, hem devletin gelirlerinin toplanmasına hem de maliyeye bir yük getirmeden ülkenin yönetilmesine büyük katkı sağlamaktaydı. Devlet idarî yapısını bu sistem üzerine kurmuştu. Toplum herhangi bir sipahiden piramidin üstündeki padişaha kadar bu sistem içinde yer almaktaydı19. Tımar sistemini bozacak her türlü yeni gelişme ve uygulama, sistemle birlikte ülkenin tüm kurumlarına da yansımıştır. Tımar topraklarının vakıflaştırılması, sadece bu kurumun bozulmasına değil, aynı zamanda vakıf müessesesinde hem hukukî olarak hem de uygulama alanında bozulmanın (yozlaşmanın) başlangıcı kabul edilmektedir. M. Fuad Köprülü bu bozulmaları 15. ve 16. yüzyıllara kadar götürmekte ve 17. yüzyıldaki vakıf bolluğunun Osmanlı hazinesini zora soktuğunu belirtmektedir20. Devletin gelir kaynaklarından bir kısmını tamamıyla kurutan bu namütenahi vakıflar, çok defa dinî ve hayrî bir gaye ile tesis edilmekle beraber, bir çok defa da, zâhirî bir hayır perdesi altında sırf şahsî menfaatleri gözeten aile vakıfları mahiyetinde kurulmuşlardır. Kuruluş ve yükseliş dönemlerinde, sadece fethettikleri topraklardan bir bölümünü gazilere21, diğer bir bölümünü de devletin ihtiyaç duyduğu sipahi birliklerini besleyen ve örnek ziraî işletmecilik yapan tımar erbabına verilmekteyken, 17. yüzyılda saray mensupları ile büyük ricale vakıf tesis etmesi için verilmesi, Osmanlı ekonomisini oldukça etkilemiştir22.
Koçi Bey, Sultan IV. Murad (16231640)'a sunduğu meşhur lâyihâsında bu mesele şöyle anlatmaktadır:
"Şeriat mûcebince câiz olan vakıflar, geçmişteki pâdişâhların fethettikleri memleketlerden bütün Müslümanlar için yaptıkları güzel vakıflar ve hayırlı işlerdir. Geçmiş zamanda gazi beyler ve beylerbeyiler, Allah rızası için gazâlar edip, Osmanlı devletinin uğuru ile nice memleketler fethedip, din ve devlete lâyık nice hizmetlerde bulunmakla, ulu hakanlar dahi hizmetleri karşılığında, fethettikleri memleketlerden kendilerine bazı köy ve tarlalar verirlerdi. Onlar da pâdişâhların izniyle bütün müslümanlara faydalı hayırlar ve güzel işler yapıp, câmiler ve imâretler, tekkeler yaparak bu gibi işlere vakfederlerdi”.
19 Ömer Lütfi Barkan, “Tımar”, İA, XII, (1990), s. 287333.20 Köprülü, a.g.m, s. 330.21 Koçibey, Koçibey Risâlesi (1041/1631), (Sadeleştiren: Zuhuri Danışman), MEB. Devlet Kitapları,
İstanbul 1972, s. 5759; Köprülü, a.g.e, s. 330331.22 Köprülü, a.g.m, s. 330.
5
71
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI
Gazi Evranos Bey, Turhan Bey, Mihaloğlu ve diğer Allah yolunda gazâ eden beyler ve gaziler gibi… Bu çeşit vakıfları din imamaları câiz görmüşlerdir. Bunların başkası meşru değildir.
"Bir adam ki din ve devlete lâyık hizmet görmeye… Memleket değil hattâ bir köy dahi fethetmeye... Yalnız pâdişah yakını olmakla nice yüzyıl önce fetholunmuş memleketten devlet hazinesine âit birçok köy ve tarlaları birer yolunu bulup, kendine ve evladına mülk ettirse, sonra diledikleri yeri vakfedip, bâzılarını dahi vakıf adiyle evlâtlarına gelir sağlayan mal ve temlik yaparsa, o çeşit vakıf nasıl sahih olur? Ve onu bismillâh diye yemek nasıl câiz olur? Evvelâ o çeşit kimselere hazine hakkını temlik, şer’an câiz olmak gerektir ki, vakıf olunması sahih ola. Bir işin aslı bâtıl olursa, fer’i nasıl sahih olur? Bu çeşit temlikler hazine hakkıdır. Gazilerin ve döğüşenlerin hakkıdır. Din ve devlete lâyık olan budur ki, iki yüzyıldan beri temlik ve vakıf olan köyler hak ve adalet üzere yoklanıp, meşrû olan temlik ve vakıf köyleri olduğu gibi bırakılırsa, meşrû olmayıp, hazine hakkı olanlar, ulûfeli asker taifesine dağıtılarak, nice bin kılıç meydana gelmesine sebep olur… Böyle olunca kılıç çokluğuna ve hazinenin bolluğuna ve fazlalaşmasına sebep olup, pek çok menfaatler görünür. Ammâ şöyle ki, o çeşit vakıflar da câmiler, mescidler ve zâviyeler ola… Onların dahi boş bırakılması doğru olmaz. Nihayet devlet tarafından vazifeliler tayin olunup, o hayır ve güzel iş dahi saâdetlû pâdişâhın ola… Ve tarlalar ve köyler dahi sipahilerini bula…”23.
Koçi Bey’in bu açık tespitleri, yalnız 17. yüzyıl başında vakıf müessesesinin, devlet bütçesini ihlâl edecek derecede suiistimal edildiğini göstermekle kalmıyor; tımarlar aleyhine iki yüzyıldan beri yapılan temliklerin, vakıfların büyük nispette aile vakıflarına dönüştüğünü anlatıyordu. Ayrıca, kuruluş amacı Allah'a yakın olma (kurbiyet) ve onun rızasını kazanma olması gereken vakıfların giderek bu amaçtan uzaklaşışından açıkça şikâyet ediliyordu.
Osmanlı mîrî gelirleri ile birlikte tımar arazilerinin de azalmasına sebep olan bu mîrî arazinin vakıflaştırılması (irsâdî vakıf24), sistemde bir tür bozulmayı ifade etmektedir. Fâtih Sultan Mehmed (14511482) bu kabil vakıfları ortadan kaldırmış, fakat oğlu İkinci Bâyezid devrinde (14821512), söz konusu vakıflar, tasarruf sahiplerine iâde edilmiştir25. Koçi Bey’e göre bu vakıf
23 Koçibey, a.g.e, s. 5859; Köprülü, a.g.m, s. 331.24 İrsâdî vakıflar; irsâdı sahih ve irsâdı gayri sahih olarak ikiye ayrılmıştır. Eğer mîrî arazi eğitim,
din ve sosyal hizmetler gibi devletin yapılmasını istediği bir gayenin tahakkuku amacıyla tesis edil
mişse, bu vakıflara irsâdı sahih denilmiştir. Bu vakıflar, sistem itibariyle sahih vakıflar gibidir.
Kurallara uygun olarak yapılmışsa müdahale edilmez. Mîrî arazi aile bireylerini veya özel menfaat
leri korumak maksadıyla vakfa dönüştürülmüşse bu vakıflara irsâdı gayri sahih denilmiştir. Böyle
vakıflar iptal edilebilir. Ahmed Akgündüz, İslâm Hukuku ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi,
İkinci Baskı, OSAV, İstanbul 1996, s. 442.25 Halil İnalcık, “Mehmet II”, İA, VII, s. 533.
6
72
MUSTAFA ALKAN / OSMANLI VAKIF SİSTEMİNDE BOZULMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
lar 17. yüzyılda mîrî hazineyi tehdit edecek bir boyuta ulaşmıştır. Koçi Bey’in bahsettiği türden vakıflar, vakfiyeleri incelendiğinde anlaşılmaktadır. Söz konusu vakfiyelerde, mîrî kaynaklı vakıfların padişahın vâkıfa temlikiyle gerçekleştiği kayıtlıdır26. Bu kabil vakıfların en büyüklerinden birini gelir kaynakları Anadolu, Rumeli ve Adalara dağılmış vaziyette olan ve gelirinin büyük bir kısmı Haremeyn fukarâsına tahsis edilen, yönetimi ailevî olmak şartıyla Ünlü Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa (165661) kurmuştur27. Bu kabil vakıflardan dokuzunu da zeyl vakfiyelerle 17021711 yılları arasında Adana’da Vâli Zülkâdiri’lâlî elHac Mehmed Paşa ibn Derviş Ağa28 kurmuştur29. Aslen Adanalı olan Mehmed Paşa, 16981712 yılları arasında Emiri Hac, Adana Beylerbeyliği, Şam, Rakka valilikleri yapmıştır. Bir ara görevden alınarak Kırım’a sürgün edilen Paşa, affedildikten sonra da Emiri Hâc, Kudüs, Şam ve Maraş valiliği görevlerini sürdürmüştür30. Bu görevlerde iken oluşturduğu oldukça önemli sayılabilecek servetini ölmeden vakfa dönüştürmüştür. Hayrî ve zürrî amaçlarla kurulan bu vakıfların mevkûfâtının kaynaklarının önemli bir kısmı belliyse de,31 Yüregir Kazası’na tâbi Tirkeşan adlı çiftliğin nereden geldiği belli değildir. Bu çiftlik bütün müştemilâtıyla birlikte32 vakfedilmiştir. Çiftliğin müştemilâtı içinde 90 baş öküzün bulunması dikkat çekicidir. Klasik hesaplamaya göre bir çift öküz ile 60150 dönüm33 arası bir yer ekilipbiçildiği dikkate alınırsa bu çiftliğin 2700 ila 6750 dönüm arasında bir büyüklüğe sahip olması ya da öküzlerin köylüye kiralanma veya satılma amacıyla üretilmiş olması beklenir. Paşa, bu çiftliği evlâdiyet üzere vakfetmiştir. Mehmed Paşa, bu çiftliğin dışında, Adana ve Şam’da bulunan pek çok dükkân, han, menzil ve köşkü vakıflarına katmıştır34. Bu vakıfların gelirlerinden, çocukları, eşleri ve atikalarına şart koşulmasının yanın
26 Ramazanoğlu Halil Bey ve Pirî Mehmed Paşa Vakfiyesi, Adana 946/1540, VGMA, nu. 646/12;
1961/413314; Bezmi Âlem Valide Sultan Vakfiyesi, İstanbul 1256/1840, VGMA, 634/8313;
634/9618.27 Köprülü Mehmed Paşa Vakfiyesi, VGMA, 1071/1660, AB 580, s. 127.28 AŞS. 101/280; AŞS 39/48.29 AŞS. 101/280; AŞS 39/48.30 Mehmed Süreyya, Sicili Osmani, IV, (Yeni Yazıya aktaran Seyit Ali Kahraman), İstanbul 1996,
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, s. 1062.31 AŞS, 41, s. 59.32 Tirkeşan Çiftliği içinde 2 Köşk, 1 ahır ve samanlık, 1 çırçırlık, 1 deve ahırı, 1 oda, 1 kahve odası,
1 yeni oda, 1 koza mağazası, 1 huğ, 1 ev; 1 avlu içinde Harem menzili, Çiftlik içinde 44 Camız ve
90 adet Öküz’den müteşekkildir: AŞS, 41, s. 59.33 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, 13001600, (Çeviren: Halil
Berktay), Eren Yayıncılık, İstanbul 2000, s. 442.34 AŞS, 41/59; AŞS, 104/17; AŞS 54/47; AŞS 104/19; AŞS 101/280; 39/48; AŞS 41/56; ŞS
39/44.
7
73
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI
da, Adana, İstanbul ve Şam’da değişik hayrât kurumlarına da pay ayrılmıştır35. Sonraki dönemlerde bu vakfın muhasebelerinde bu çitlik geçmemektedir. Dolayısıyla Paşanın bir ara tutuklanmasını da dikkate aldığımızda birtakım işlerin kanunî yolla yürümediği anlaşılmaktadır.
Netice itibariyle, özel mülkiyetten vakıf haline getirilen toprakların büyük kısmı, genellikle kişi ve aile çıkarlarına hizmet ediyordu. Daima devlet kontrolü altında olmasına rağmen vakıf arazisi, belirli bir vakıf belgesi vakfiye çerçevesinde, çoğu zaman vakıf kurucusunun soyundan gelme bir mütevellinin bağımsız tasarruf ve idaresinde bulunurdu36. Bu tür vakıflar vergiden muaf tutulduklarından devlet çok büyük ekonomik kayıplara uğruyordu. Devlet kayıplarını diğer reâyâdan karşılamaya yönelince de iş içinden çıkılmayacak bir hâl almıştır.
2. Evladlık (Zürrî) Vakıfların Yaygınlaşması:
Evladlık (Zürrî) vakıf, vakfedilen malın tamamı veya tamamına yakınını vâkıfın evlad ve ahfâdına tahsis edilmesidir. Bu tür vakıflarda hayır şartı ya sembolik veya nesebin yok olması hâlinde söz konusudur37. Vâkıfın ölümünden sonra, aile fertlerine kalacak olan mallardan bir bölümünün vakfedilmesinin aile menfaatine dokunacağı açıktır. Fakat vâkıflar, vakfiyeye koydukları doğrudan veya dolaylı hükümlerle aile menfaatlerini korumasını bilmişlerdir. Bu tür vakıflarla vâkıflar, aile fertlerini hukukî ve siyasî yollarla gelebilecek taarruzlardan koruyorlardı. Türkler çoğu zaman evlatlık vakıfları, aile gelirlerini kız ve erkek çocuklar arasında eşit şekilde dağıtmak için kullanıyorlardı38. Bu çeşit vakıfların İslâm hukukuna ters düştüğünü iddia ederek sahih olmadığını savunanlar da vardır39. Evlatlık vakıflar, devletçe yapılan müsadereleri önleme40 miras konusunda istendiği gibi davranma hürriyetini sağlama, mallarını yakın akrabalarından daha çok çocuklarından birine ya da birkaçına vakfetme, malın miras yoluyla parçalanmasını önleyip, bütünlüğünü koruma gibi düşüncelerle hızla çoğalmıştır (17. ve 18. yüzyıllar). Evladlık vakıf kurucuları, vakıf hukukunu kullanarak, İslâm'ın miras hukukunu devre dışı bırakarak, miras paylaşımında olan kadın erkek eşitsizliğini gidermeye çalışmışlardır41. Filhakika, Ömer Lütfi Barkan H. 982/ M.1574 tarihli İstanbul evkaf defterinden çıkararak tetkik ettiği 200'e yakın vakıfnâme
35 AŞS 41/59.36 İnalcık, a.g.e, I, s. 184.37 Bir örnek için bk. Hacı Yunus Ağa ibni Ahmed Ağa Vakfı, VGMA, Mücedded Anadolu Defteri
(MA), 617, s. 4849.38 Bahaeddin Yediyıldız, XVIII. Yüzyılda Türkiye’de Vakıf Müessesesi Bir Sosyal Tarih İncelemesi,
Türk Tarih Kurumu, Ankara 2003, s. 251255.39 Akgündüz, a.g.e, s. 203.40 Bayram Paşazâde Hacı Mehmed Ağa bin Derviş Ağa Vakfiyesi, VGMA, 951/211163; AŞS 54, s. 47.
8
74
MUSTAFA ALKAN / OSMANLI VAKIF SİSTEMİNDE BOZULMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
sûreti içinde istisnasız her bir “şartı vâkıf”ın, mevcût miras hukukunu herhangi bir suretle tahdît ve tâdil etmiş bulunduğunu kaydetmektedir. Ayrıca vâkıfların mallarını mevcut şeriatın tayin ettiği miras kaideleri hâricinde ve istediği şekilde idare etmek arzusunda olduklarının anlaşıldığını belirtmektedir42. Barkan, bu gibi vakıflardaki hayır maksadının ise umûmiyetle uzak bir istikbale ait bir vaat ve günün birinde gelirin mevzubahis hayır maksadına tahsisi imkânından ibaret kaldığını kaydediyor43. Verdiği bir misalde, mülk sahibi vakfettiği evde oturmak haklarını, sadece karısı ve atikasına (yâni azâd edilmiş câriyesi) bırakıyor ve bu vakıftan evlenmemeleri şartıyla yalnız bu ikisinin yararlanabileceklerini beyan ediyor; daha sonra yararlanma hakkının evlatlara geçmesini ve ancak soyu inkırâz bulduktan sonra, “evin icâreye verilerek alınan para ile mahalle imamının “sûrei ihlâs” okumasını şart koşuyor. Barkan'ın belirttiği gibi sözü edilen evde iki kadının oturması şer'î miras kuralları ile sağlanamazdı. Zirâ mirasçıların yanında sağ kalan zevcenin payı çok önemsiz kalacak, atîkaya ise hiçbir şey düşmeyecekti. Hâkezâ yukarıda bahsedilen Adana Valisi Bayram Paşazâde elHac Mehmed Paşa bin Derviş Ağa, vârisleri arasında bir anlaşmazlığa mahal vermeyecek şekilde mirasının tasarrufunu hanımları, çocukları ve atîkaları arasında taksim ederek vakfetmiştir44. Dolayısıyla Mehmed Paşa hem malını devletin müdahalesinden, hem eş ve çocukları arasında çıkacak anlaşmazlıklardan koruduğu gibi, mirastan hiçbir hak elde edemeyecek olan atîkalarına da bir pay ayırmıştır.
M. Fuad Köprülü, evlatlık vakıfların zekât ve müsâderelere karşı ailenin sefalete düşmemesini temin eden bir nevi sigorta vazifesini de gördüğünü, belirtiyor45. Barkan, mevzubahis vakıfların müsâdere korkusundan çok, miras hukukundan kaynaklandığını ifade etmektedir46.
Evladlık vakıflar hiçbir kamu hizmeti görmedikleri halde yapılan araştırmalara göre vakıf gelirlerinin 18. yüzyılda % 14’ünü47, 19. yüzyılda da % 16,87'sini48 kurucuların ailelerine aktarıldığı anlaşılmıştır. Evlatlık vakıfların
41 Neşet Çağatay, "İslâm’da Vakıf Kurumunun Miras Hukukuna Etkisi", Vakıflar Dergisi, Sayı: XI,
Ankara 1975, s. 16.42 Bazı örnekler için bk.; elHac Hasan Ağa bin Abdullah Vakfı, AŞS, 128, s. 103; Hazma Efendi
ibni Mehmed Vakfı, AŞS, 128, s. 32, elHac Hüseyin bin Mehmed Vakfı, AŞS, 126, s. 44. ilh.43 Ömer Lütfi Barkan, "Şer'î Miras Hukuku ve Evlatlık Vakıflar", İstanbul Üniversitesi Hukuk Fa
kültesi Mecmuası, VI, (1940), s. 161162.44 Adana Şer’iye Sicilleri: AŞS, 41/59; AŞS, 104/17; AŞS, 54/47; AŞS, 104/19; AŞS, 101/280;
39/48; AŞS, 41/56; AŞS, 39/44.45 Köprülü, a.g.e, s. 332333.46 Barkan, “…Evladlık Vakıflar”, s. 161.47 Yediyıldız, a.g.e, s. 254.48 Öztürk, a.g.e, s. 56; Tablo: VIII.
9
75
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI
tesisi, Evkaf Nezâreti’nin kuruluşundan sonra önlenmiştir49. Ancak daha önceki dönemlerde kurulan ve hâlâ geliri olan bu tür vakıflardan, vâkıfın evlad veya ahfâdına düşen intifa hakları ödenmeye devam edilmektedir50.
Netice itibariyle evladlık vakıflar, devlete ait bir gelirin bir dönem “devletlû” olmanın gücü veya imtiyazı kullanılarak, vakıf hukuku yoluyla “devletlû”nun ailesinin tasarrufuna geçirilmesi, yâni vergi dışı bırakılması; yine vakıf hukuku yoluyla miras hukukuna müdahale edilmesi; hatta müsaderelere karşı ailelerin sefalete düşürülmesini önleyen bir çeşit sigorta vazifesi görmüş olsa dahi, bir bozulmayı ifade ettiği anlaşılmaktadır.
3. “Gayrimenkûl” Şartının Kaldırılması: Para Vakıflarının Artışı
İslâm hukukunun ilk oluşum sürecinde menkûl mallar müstakil olarak vakfedilemiyordu. Menkûl malların ancak bir gayrimenkûle tâbi olarak veya hakkında dinî bir hüküm ya da teâmülün bulunması hâlinde vakfedilebileceğine dâir farklı görüşler mevcuttu. Bu hukukî uygulama zamanla ortaya çıkan zarûretler sonucu yumuşatılmıştır. Osmanlı toplumunda özellikle paranın vakfedilmesi konusunda Hanefî mezhebinin önde gelen fakihlerinden İmam Züfer’in görüşü tercih edilmiştir51. Osmanlı Devleti’nde para vakıflarının bilinen ilk örneklerine II. Murad ve Fatih döneminde rastlanmaktadır. Ancak para vakıflarının henüz sayı ve hacim itibariyle vakıf sistemi içinde önemli bir yer işgal etmemesi sebebiyle hukukî yönünün o dönemde tartışılmadığı anlaşılmaktadır. 16. yüzyılın ortalarına gelindiğinde vakıf sistemindeki genişlemeye bağlı olarak para vakıflarında da önemli gelişmeler olmuştur. Bu gelişmelerle birlikte para vakıflarının meşrûiyeti de gündeme gelmiş ve Osmanlı ulemâsı arasında tartışmalara yol açmıştır52. Bu tartışmalar sonunda paranın vakfedilebileceği neticesine ulaşılarak para vakıfları serbest bırakılmıştır53. Para vakıfları, söz konusu tartışmalarla meşrûiyet kazandıktan sonra 16. yüzyıldan 19. yüzyıla doğru artarak yaygınlaşmıştır54. Para vakıflarındaki yozlaşmanın öncelikle vakıf hukukunda olduğu anlaşılmaktadır. Bir kere menkûlün müstakil olarak vakfının 16. yüzyılın ilk yarısına kadar kabul edilmezken, yapılabilir hâle dönüşmesi, ilk ciddî yozlaşmadır. İkincisi 49 Alkan, a.g.t, s. 258262.50 Kamıklıkızı Şerife binti İsmail Vakfı, VGMA, Esas 2/13203, 8.9.1951 tarih/95819 sayılı karar;
Serdengeçti Ağalarından Sallabaş elHac Ahmed Ağa bin Mehmed Vakfı, VGMA, Esas 2/11777,
M.12.11.1960 günü hak sahiplerine; İbrahim Özlü, Niyazi Özlü, Erdal Özlü, Nigar Yıldırım, Güzide
Nisa Evin’ 1440 para tahsisi yapılmıştır. İlh.51 Yediyıldız, a.g.e, s. 117.52 Tartışmaların bir değerlendirilmesi için bk. Tahsin Özcan, Osmanlı Para Vakıfları Kanûnî Döne
mi Üsküdar Örneği, TTK, Ankara 2003, s. 2847.53 Elmalılı M. Hamdi Yazır, Ahkâmu’lEvkaf, (Elmalı Hamdi Gözüyle Vakıflar” adı ile yayına hazır
layan: Nazif Öztürk), TDV. Yayını, Ankara 1995, s. 77.54 Mustafa Alkan, “Uşak Para Vakıfları (18901923)”, Belleten, LXX, Sayı: 258 (Ağustos 2006), s. 755756.
10
76
MUSTAFA ALKAN / OSMANLI VAKIF SİSTEMİNDE BOZULMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
ise, para vakıflarının işletme biçiminde yaşanmıştır. Önceleri vakfiyelerde öngörülen oranlarda istirbâh yoluyla işletilen vakıf paralarının 1880’li yıllarda Murabaha Nizâmnâmeleri55 ile yıllık faiz oranları % 9 olarak belirlendi ise de halkın “faiz” tâbirine karşı isteksizliği sebebiyle murabaha nizamnâmelerine iltifat edilmeyerek, “muamelei şer’iye” usulünde ısrar edilmiştir56. Vakıf paralar, Cumhuriyet döneminde bankacılık sistemiyle işletilmiş, 1954 yılında da Türkiye Vakıflar Bankasına sermaye olmuştur57. Bugün bu vakıfların varlığından söz etme imkânı kalmamıştır. Para vakıflarında yaşanan ikinci problem, mütevellileri tarafından taliplilerine istirbah edilen vakıf paranın geri ödenmemesi veya ödenememesidir. Bu durum ilk önce vakıf paraların geliriyle varlığını devam ettiren hayrât kurumlarına yansımıştır58.
4. Mukataa, İcâreteyn ve Gedik Müesseselerinin Suiistimali
Vakıf hukukunda “uzun süreli kira”nın Osmanlı uygulamasındaki adı “mukataa”dır. Arsası vakıf ve üzerindeki bina ve ağaçlar kiracıya ait mülk olan bir akarda, tasarruf eden tarafından her yıl vakfa verilmek üzere, arsa için belirlenmiş olan yıllık kira bedeline “mukataa” veya “icârei zemin”dir.59 İcâreteyn ise icârei muaccele ve icârei müecceleden oluşmaktadır. İcâreteynli vakıflarda kiraya verilecek vakıf için önemli bir miktar para, kiracı tarafından peşin (muaccele) ödenir, bu para genellikle vakfın tamir ve termîmine harcanırdı. Bunun dışında yıllık cüz’î bir kira da (müeccele) alınırdı.60 Bu tür vakıflar uzun süreli kiralandığı için zamanla, cüz’î bir bedel mukabilinde (mukataalı ve icâreteynli vakıfların) mutasarrıflarına temliki vakıf müessesesine büyük zararlar ettirmiştir. Vakıfların kira biçimleri olan icâreteyn61, mukataa62 ve gedik63 adı verilen biçimleri vakıf müessesesinin bozulmasının64 yanında vakıf mallarının zamanla yağmalanmasının da yolunu açmış
55 BOA/MD 1303/1885, 78/891899.56 VGMA, Tafsili Nizâmât: 949, 1332/1913, s. 187188; Öztürk, a.g.e, s. 140.57 Ömer Hilmi Efendi, İthafül Ahlâf Fî Ahkâmil Evkaf, VGM. yayını, Ankara (Tarihsiz), s. 167168.58 İsmail Kurt, Para Vakıfları Nazariyat ve Tatbikat, Kerem Matbaası, İstanbul 1996, s. 126127.59 Ömer H. Efendi, a.g.e, s. 81.60 Ömer Hilmi Efendi, a.g.e, 17, 8283.61 Mukataalı Vakıf: Üzerine bina yapmak veya ağaç dikmek ve bunlara karşılık olarak her sene ecri misle müsavi bir ücretkira vermek üzere bilâ müddet icar olunan vakıf yerdir. Toprağın mülkiyeti vakfa, bina vs.ninki ise kiracıya ait olup miras bırakabilirdi.62 İcâreteyn müessesesi: "Çift kira" anlamına gelen bu tarz icarda kira karşılığı iki defada alınır. 1İcârei mu'accele (Peşin kira) denilen ve umumiyetle vakıf emlâkin yarısı değerinde olup, tamir veya imarında kullanılan meblağ ile 2 İcarei mü'eccele (tecil edilmiş) denilen normal kira bedelinden çok düşük olup, değiştirilmeyen yıllık bir ücret. Yediyıldız, a.g.e, 134141.63 Gedik: Arazii mîrîye ve mevkûfe üzerinde yetkililerin izni ile inşa edilen bina ve meydana getirilen bahçe anlamına gelen "girdâr"dan, tamir ve benzeri bir destek sonucu bir akarın rakabesi üzerinde sahip olan mücerret bir menfaat anlamına gelen "hulûv"e kadar uzanan bir tasarruf şeklidir. Öztürk, a.g.e, s. 263.64 Yediyıldız, a.g.e, s. 139141.
11
77
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI
tır. Bunu biraz açmak gerekirse, vakıf akarlarının işletilme biçimi bir yıldan en fazla üç yıla kadar uzanan sürelerle kiralama esasına dayanmaktadır65. Kiracıya uzun süre “icârei tavîle” kullanım hakkı sağlayan icâreteyn, mukataa ve gedik uygulaması, vakıf müessesesinin bozulmasında etkili olmuş, zamanla vakıf ve mîrî taşınmazların işgaline ortam hazırlamıştır. Hatta bazı vakıflara (Sultan II. Mahmud Han Vakıfları) gelir kaynağı bulmak düşüncesiyle adı var kendisi olmayan gedikler icat edildi. Bu gediklerin bazıları sınırlıydı. Mesela İstanbul’da 180 kalaycı gediği kurulup esnafa satılmıştı. Bu sayıdan daha fazla kalaycı dükkânı açılamazdı ki, bu bir tür inhisar imtiyazı demekti. Bazıları da, kunduracı gediği gibi, sınırsız gediklerdir ki, her kim talep ederse ona verilir, hiç kimse gediksiz kunduracılık yapamazdı. Bu gedikler, esnaf arasında alınıp satılmakla adeta evkaf musakkafâtı gibi ferağ, intikal ve icâre harçları alınırdı. Bununla birlikte bir dükkân veya bostanda birkaç yıl kiracı olarak bulunanlar, mal sahibinin haberi olmaksızın Hazinei Evkaf’tan birer gedik alırlar, sonra mal sahibi kiracıyı çıkarmak veya kirayı artırmak istediğinde, kiracı: “burada benim gediğim var, daha önce kararlaştırılan kiradan başka bir şey talep etmeye hakkınız yoktur”, diye iddiaya kalkışıp istediğini de yaptırmaktaydı. Bu ve benzeri yollarla vakıf akarları, kiracıları tarafından müsadere edilerek, vakıflar zarar ettirilmişlerdir. Ayrıca ferağ ve intikal harçlarının ve tahliyelerde ödenen mahlûlât muaccelâtının yarısının mütevelli, câbî ve kâtiplere, diğer yarısının da Hazinei Evkaf’a verilmesi vakıfları “tamir ve termim” itibariyle zor bir duruma düşürmüştür66.
5. Vakıf Kurumları: İnşâ, Bakım ve Tasfiye
Osmanlı Devleti’nde başta İstanbul, Bursa ve Edirne olmak üzere pek çok şehirde ihtiyaç ve lüzumun üzerinde câmi ve mescid yapılmış, bu câmi ve mescidlerin giderlerini karşılamak içinde bazı mîrî gelir kaynakları vakfa dönüştürülmüştür. Padişah ve hanedan mensuplarının kurduğu hayrât kurumlarının etrafına bir de, diğer zümrelerden malmülk sahiplerinin yaptırdığı câmi ve mescidler, hem şehrin dokusunu etkilemiş hem de pek çok önemli gelir kaynağının, gerekmediği halde bu tür vakıf kurumlarına gitmesine sebep olmuştur67. Ayrıca plansızlık veya “devletlü” olmanın gücü şehirlerde yapılaşmanın mekânını da etkilemiştir. Nitekim Süleymaniye ile Şehzâde câmilerinin arası oldukça yakın olduğu halde bu iki selâtin câminin etrafına, daha pek çok câmi ve mescidin inşâ edildiğini görmekteyiz. Bu bölge, Osmanlı döneminde mektep ve medrese bölgesi ve nüfus itibariyle epeyce yoğun olmasına rağmen yapılaşmanın yine de fazlalığı dikkat çekicidir. Hâkezâ Nûrı Osmanî, Yeni Câmi, Eyüp Sultan ve Fâtih câmilerinin etrafında da benzer bir durum söz konusudur68.
65 Akgündüz, a.g.e, s. 447522.66 Mustafa Nuri Paşa, Netayicü’lVukuât, IV, Ahval Matbaası, İstanbul 1327, s. 100101.67 Mustafa Nuri Paşa, a.g.e, II, s. 103106.68 Wolfgang MullerWiener, İstanbul’un Tarihsel Topografyası 17. Yüzyıl Başlarına Kadar, Byzanti
on, Konstantinopolis İstanbul, (Çeviren: Ülker Sayın), YKY, İstanbul 1998, s. 2935, 368491;
12
78
MUSTAFA ALKAN / OSMANLI VAKIF SİSTEMİNDE BOZULMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
Ülke genelinde ihtiyaç fazlası, fakat tamamen dinî duygularla yapılan kimi hayrât kurumlarına tahsis edilen vakıfların devlet hazinesine zarar verdiği, 16. yüzyıldan beri düşünülmektedir. Evkaf Nezâreti’nin kuruluşundan itibaren başta selâtin vakıfları ile mîrî kaynaklı vakıflar olmak üzere vakıfların idaresi zaptedilmeye başlanmış, bütün vakıfların denetimi ise bu nezârete verilmiştir. Vakıfların denetim altına alınması Tanzimat’tan sonra vakıfların gider fazlalarının merkezde evkaf hazinesinde toplanması69, vakıflara olumsuz olarak yansımıştır. Önceden gider fazlaları mütevellileri tarafından muhafaza edilmekte ve gerektiğinde ilgili yere harcanmaktayken, merkezde toplanan paralar, bazı vakıflara yapılan zarurî harcamaların dışında kalan birikmiş miktarların, devletçe kullanılması, pek çok vakıf kurumunun sonunu hazırlamıştır. Gerekli tâmirât ve bakım yapılamadığından bu kurumlar, zamanla işlevlerini yitirmiştir70. Tanzimat’tan itibaren Cumhuriyet dönemine kadar modernleşme sürecinde yönetim ve denetimi yeniden yapılanan vakıflar, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren, ya Osmanlı dönemindeki işlevinin paralelinde yeni kurumlara devredilmiş veya satılarak tasfiye edilmiştir. Bu süreçte pek çok câmi, mescid, medrese, tekke ve benzeri vakıf kurumlarının müze ve müze deposu gibi temel kuruluş amaçlarının dışında kullanıldığı da görülmüştür71.
B. Vakıfların Yönetim ve Denetiminde Meydana Gelen Usulsüzlükler
Evkaf Nezareti’nin kuruluşundan önce vakıflar üç kategoride işlem görmüştür. Bunlar, Osmanlı Devleti öncesindeki İslâm devletlerinden intikâl eden “evkafı kadîme”, mîri arazinin temliki suretiyle kurulan “evkafı irsâdiye” ve Osmanlı tebaasının kendi emlaklerinden kurdukları “evkafı sahîhai lâzıme”dir. Bu vakıfların yönetiminde sorumluluk sahibi olarak başta padişah olmak üzere, vakfın kurulduğu kazanın kadısı, “ashâbı cihet”, “ashâbı vezâif”, “hademei evkaf” gibi toplumun her kesiminden görevliler bulunmaktaydı72. Merkezde Padişah, eyâlet ve sancaklarda kadı piramidin üzerinde fiili yönetici değillerdi. Tanzimat’a kadar vakıflar, fiilen “ashâbı cihet”, “ashâbı vezâif” ve “hademei evkaf”dan oluşan mütevelli ve nâzırların idaresinde vâkıfların özel şartlarına göre, özerk bir şekilde yönetilmişlerdi. Bir şi
Mehmet Nermi Haskan, Eyüpsultan Tarihi, Eyüp Belediyesi, İstanbul 1996, s. 1440; câmi ve mes
cidler için bk. s. 2592; Aynı Yazar, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, c. 1, 2, 3, Üsküdar Belediyesi Ya
yını, İstanbul 2001, s. 11507, Câmi ve mescidler, s. 55379.69 VGMA, Ahkâm, 968/114; Bu sırada vakıf eserlerin malî sıkıntıları için bk. Mehmet İpşirli, “II.
Mahmud Döneminde Vakıfların İdaresi”, Sultan II. Mahmud ve Reformları Seminerleri, (2830 Hazi
ran 1989) Bildiriler, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul 1990, s. 4957.70 Öztürk, a.g.e, s. 285299.71 Bu konuda geniş bir değerlendirme için bk. Öztürk, a.g.e, s. 379516.72 Yazır, a.g.e, s. 163168.
13
79
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI
kâyet söz konusu değilse merkezî bir denetim de yapılmazdı. Vakıf gelirlerinin toplanmasını, zarurî harcamalarının yapılmasını ve muhasebelerinin tutulmasını mütevellisi; bütün bu işlemlerin denetimini de nâzırı yapıyordu. Vakıfların yönetim ve denetimi ihmâl ve ihânete açık bir yapıdaydı. Dolayısıyla;
1. Bazı mütevellilerin ihmâl ve ihâneti,2. Nezâret vazifesiyle mükellef olanların vazifelerini yapmaması, Osmanlı
vakıf sistemini olumsuz etkilemiştir.Evkaf Nezâreti’nin kuruluşundan (1826) önce, vakıfların yöneticilerini va
kıf kurucuları (vâkıflar), vakıf hukukuna dayanarak, kendileri tayin ediyorlardı. Vâkıflar genellikle ilk yönetici olarak kendilerini, sonra ya “evlâdiyet” sistemine göre nesilden nesle kendi çocuklarını veya vakfın hayratının görevlilerine tayin ediyorlardı73. Mütevellilerin vakıfları yönetmeleri lâyüs’el (sorumsuz) değillerdi. Mütevelliler öncelikle vakfın nâzırına, sonra kaza kadısına karşı sorumluydu. Tanzimat’tan sonra, Evkaf Nezâreti’ne bağlı, Evkaf Müdürleri’nin denetimlerine tâbiydiler. Buna rağmen, mütevellilerin ihmâl ve ihanetleri, vakıflara zarar vermiştir. Mütevellilerin, vakıfların özel hukukuna dayalı olarak, vakıfların gelirlerinin toplanması, görevlilere dağıtılması ve artan gelirlerin yatırıma dönüştürülmesi işiyle uğraşması gerekmektedir. Aksi durumlarda vakıflar âtıl duruma düşmüşlerdir. Nitekim bu meyanda dikkate değer bir yolsuzluk Adana’da Ramazanoğlu Vakıflarının yönetiminde yaşanmıştır. Bu olay Hicrî 1157 (M.1744) yılında önce Adana’da dava konusu olmuş, sonra Divânı Hümayûn’a arz edilmiştir.
Davacı, Ramazanoğlu Halil Bey ve Pirî Mehmed Paşa Evkafına evlâdiyet üzere sâbık mütevelli olan Hüseyin Bey bin Mehmed Bey, davâlı o sırada evkafı mezbûreye mütevelli olan Erzurumî Hacı Mehmed’tir. Davacı, davalının huzurunda;
“…Vakfı mezkûrenin evlâdından ve akrebi akrabâi zükûrundan olub tevliyeti merkûmeye ehâkk ve evlâ olduğumla… işbu evkâfı mezbûreye berâtı âlişân ile mütevellî olan işbu evlâdiyetde asla alakası yoktur… Erzurum Sancağından olan Hacı Mehmed hîle ve tezvîr ve tertîb ile “ben evlâdı vâkıfdanım” deyu tevliyeti mezbûr üzerimden ref’ ve kendüye berât ittirmekle bana gadrı küllî ittikten sonra da eyyâmı tevliyette: Evkâf harâb olub ve değirmenler ve şehir içine su sağlayan dolabı kebir ve câmiler, dükkânlar ve hanlardan bazısı harâb olub tâmir ve termim etmedi... su‘al olunup, tahrîri tahrîr sâdır olan emri âlî mantukunca bi’lmuvâhecesinde i’lâm ve hücceti şer’iyye i’tâ olunmak matlûbumdur...” sözleriyle meramını anlatmıştır.
Davacı Hüseyin Bey, haklılığını ispat etmek için başta Kadı Ali Efendi ve Müderris esSeyyid Sadi bin Hüseyin Efendi olmak üzere Adana’nın eşrâfından 30 kişiyi şâhit göstermiştir. Şahitlerin Ramazanoğlu Hüseyin Bey’i doğ
73 Bu konuda geniş bir değerlendirme için bk. Alkan, a.g.t, s. 90101.
14
80
MUSTAFA ALKAN / OSMANLI VAKIF SİSTEMİNDE BOZULMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
rulaması üzerine, Erzurumî Hacı Mehmed görevinden alınarak (ref’ ile) yerine tekrar Hüseyin Bey bin Mehmed Bey tayin edilmiştir74. Bu olay Divânı Hümâyûn’a arz edilmiş, Payitaht’tan da bir ferman gönderilerek, aynı kararla Hüseyin Bey’e bir tevliyet berâtı verilmiş ve vakfın harâb olan kısımlarının tâmir edilmesi istenmiştir75.
Ramazanoğlu vakıfları gibi oldukça titizlikle yönetilen ve tevliyeti ailevî bir vakfın bile yönetiminde mûteber bir arzla usulsüzlük yaşanabilmektedir. Mezbûr belgeye göre, bu süreçte vakıflar kötü yönetilmiş, akar ve hayrâtta gerekli tâmirâtlar yapılmayarak vakıf zarar ettirilmiş, boşalan cihâta gerekli tayinler yapılmayarak hayrât müesseseleri işlevini yapamaz hâle gelmiş, 12 yıl muhasebe tutulmayarak gelir ve gider üzerinde şüphe oluşmuştur. Ayrıca harcamadan artan gelir fazlası Ramazanoğlu ailesine dağıtılmadığından aile de müşkül duruma düşürülmüştür76.
Vakıfların yönetimindeki dağınıklık, denetimindeki şüphe dolayısıyla, Tanzimat’tan sonra bu kurumların idaresi hızlı bir şekilde merkezî kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. Bunun için merkezde Evkaf Nezâreti, taşrada bu nezârete bağlı Evkaf Müdürlükleri kurulmuştur. Bu süreçte Adana Evkaf Müdürlüğüne tayin edilen (Aralık 1848) Müderris Abdulfettah Niyazi Efendi’ye, Adana ve Maraş eyâletleri ile İçel ve Tarsus sancaklarında görev yapan mülkî erkânın, yardımcı olmalarını isteyen fermanda vakıfların o günkü vaziyeti şöyle tespit edilmiştir;
1. Mütevellilerin çoğu vakıf gelirlerini yerinde harcanmayıp kendileri yemekte,2. Vakıfhayrât görevlilerinin çoğu doğrudürüst iş yapmamakta,3. Vakıfhayrât binâları harâb ve perişân durumdadır.Vakıflardaki bu dağınıklığa son vermek, gelir ve giderlerini zabt u rabt al
tına almak, tamire muhtaç vakıf binalarını tamir ettirmek, ehil olmayan veya göreve gelmeyen vazifelileri değiştirmek, vâkıfların ve padişahın hüsni iradelerini yerine getirmek amacıyla diğer eyâlet ve sancaklarda olduğu gibi, Adana Sancağı’na da müstakil bir evkaf müdürü tayin edilmiştir. Fermanda Evkaf Müdürünün görevleri şöyle sıralanmıştır:
1. Vakıflar, vakfiyeleri ve yürürlüğe konulan talimat esaslarına göre idare edilecek,
2. Her sene tutulan muhasebe kayıtlarına uygun olarak çıkarılan bilânço ve tasdikli defterlerle birlikte, “mürettebatı hazine”nin “harcı ferâğ ve intikâlat ve “rüsûmatı sâire” olarak zamanında vakıflarına ve “Hazinei Evkafı Hümâyûn”a gönderilecek,
74 AŞS 17, (İlâm) s. 54.75 AŞS 17, (Ferman), s. 83.76 AŞS 17, (Ferman), s. 83; Alkan, a.g.t, s. 107108; Göynük’te görülen benzer usulsüzlükler için
bk. Zeynel Özlü, “Göynük Kent Merkezinde Bulunan Vakıflar ve Vakıf Görevlileri”, EKEV Akademi
Dergisi, Sayı: 26, (Kış 2006), s. 207.
15
81
TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI
3. Hesap sonucu gelir fazlasıyla, mütevelli ve diğer görevliler dâhil kime meşrut olursa olsun öncelikle tâmire muhtaç hayratın imâr ve ihyâsı sağlanacak, müessesâtı hayriye temiz tutulacak,
4. Hademei hayrât arasında, ilmî kariyer itibâriyle yetersiz olanlar veya tevdi edilen görevi yerine getirmede kusurlu bulunanların tespiti halinde, hiçbir şekilde hatır ve gönüle bakılmadan, bunların görevlerine son verilerek, yerlerine ehil kimseler tayin edilecek,
5. Bu ve diğer konularda mülki erkân ve sancakta görevli diğer yetkililer, evkaf müdürüne yardımcı olacaktır. Müdür dahi “hilâfı emir” ve “mugâyirı lâyîha” yapılacak işlemlere müsaade etmeyecek, mesûliyet mücazât anlayışıyla görev yapacaktır77.
Evkaf Nezâreti bünyesinde merkezî yapı oluşturulduktan sonra, bundan sonra “idaresi on yıldan fazla açık kalan” her vakıf zaptedilerek78, “mazbut” hâle getirilmiştir. İlk yıllarda zaptedilen vakıflardan oldukça önemli gelirler elde edilmiştir79. Ancak suiistimaller nedeniyle devlet sürekli yeni nizâmnâmeler80 çıkararak kontrolünü artırmaya çalışmıştır. Buna karşın İmparatorluğun son elli yılında vakıfların özerk yönetimden merkezî yönetime geçiş sürecinde, mukataalı, icâreteynli ve öşürlü olarak vakıflara gelir getiren kaynaklar, mülkiyet sisteminin değişmesi ile mutasarrıfına temliki ve devlet bütçesinin büyük açıklar vermesi sebebiyle vakıf imkânlarının devletçe kullanılması da vakıf kurumunun zararına ve hayrat kurumlarının da bakımsız kalmasına görevlilerinin maaşlarının ödenememesine yol açmıştır81. Evkafı Hümâyûn Hazinesinin imkânlarının merkezî hazine tarafından kullanılmasında yapılan suiistimallerin yanında Osmanlı Devleti’nin meşgul olduğu savaşlar, isyanlar ve işgaller sebebiyle meydana gelen birtakım zorlamaların da etkisini düşünmek gerekir. İşin bu yönü imparatorluğun tüm birimleri ile birlikte ele alınmalıdır.
SONUÇ
Osmanlı Devleti’nde vakıflar, daha önce kurulanların üzerine yenileri eklenerek inkişaf etmiştir. Bu kurumlar, Osmanlı toplumu için asırlarca her türlü sosyal ve kültürel alanda hizmet üretmişlerdir. Bu hizmetlerin oldukça ayrıntılı alanlara kadar da yayıldığı görülmüştür. 16. yüzyılın ikinci yarısında, devletin siyasî ve iktisadî yükselişinin durması, vakıfları fikrî ve idarî açı
77 VGMA, Ahkâm, 968/114.78 Bir örnek içim bk. Ramazanoğlu Halil Beyoğlu Piri Mehmed Paşa Vakfı, VGMA, Esas 2/160,
26.8.1943 tarih ve 666/643 sayılı karar ile zaptedilmiştir.79 BOA, Ev. 18086/117. H. 20.C.1279/6.N.1283 yıllarında muhasebelerde bu mesele açık bir şe
kilde görülmektedir.80 Düstur I/VIII, 1943; Düstur III/I, 1929; Düstur III/XVII, 1936.81 Bu konuda geniş bir değerlendirme için bk. Öztürk, a.g.e, s. 285299.
16
82
MUSTAFA ALKAN / OSMANLI VAKIF SİSTEMİNDE BOZULMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
lardan birtakım değişime zorlamıştır. Bu değişimlerin bir kısmını vakıf hukuku (sistem), bir kısmını da vakıfların idaresinde yaşanan aksamalar yol açmıştır. Fikrî olarak meydana gelen değişimi sistem zorlamıştır. Mîrî toprakların vakıflaştırılması ile para vakıflarının kurulması fikri sistemin zorlamasının bir sonucudur. Vakıfların mukataalı, icâreteynli ve gedikli olarak kiralanması, mütevellilerin ve nâzırlarının ihmâl ve ihânetleri ise idarede meydana gelen aksaklıkların bir sonucudur. Bunlara vakıfların imkânlarının devletçe kullanılması da eklenirse, Osmanlı Devletinin kuruluş ve yükseliş dönemlerinde ülkenin imâr ve iskânında, cemiyet hayatının yükselişinde çok büyük bir yere sahip olan bu kurumların önce yozlaşması sonra çöküşü daha iyi anlaşılacaktır.
Netice itibariyle eski vakıf sistemini yeniden teşkilatlandırmak ve bütün vakıfları merkezî bir yönetim ve denetim altında toplamak için Evkaf Nezâreti kurulmuştur. Bu tarihe kadar, Osmanlı vakıflarının idaresinden sorumlu merkez ve taşrada olan nâzırlar, Evkaf Nezâreti’ne bağlandı. Merkezî bir yapılanma olduğu halde yeni değişim ve gelişimlere ayak uyduramayan vakıfların idaresindeki kötü yönetim, yapılan reform mahiyetindeki girişimleri de boşa çıkarmıştır. Ayrıca vakıf gelirlerinin merkezde Evkafı Hümâyûn Nezâreti Hazinesi’nde toplanması, dara düşüldükçe de merkezî hazineye aktarılması, vakıf kurumlarının sonunu hazırlamıştır. Eski vakıflar için son aşama tasfiye çalışmalarıdır.
17
83