+ All Categories
Home > Documents > OSMANLI VAKIF SİSTEMİNDE BOZULMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER

OSMANLI VAKIF SİSTEMİNDE BOZULMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER

Date post: 19-Nov-2023
Category:
Upload: ahbv
View: 0 times
Download: 0 times
Share this document with a friend
17
Türk Dünyası Araştırmaları Sayı: 166           Şubat 2007 OSMANLI VAKIF SİSTEMİNDE BOZULMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER Dr. Mustafa ALKAN * ÖZET İslâm dünyasında çok büyük önem taşıyan vakıf mü- essesesi, en büyük inkişafını Osmanlı devrinde göstermiştir. Bu dönemde devlet, toplumun din, eğitim, sağlık, bayındırlık, şehircilik, belediyecilik, sosyal yardım, sosyal güvenlik ve benzeri tüm içtimaî hizmetlerini vakıf yoluyla karşılamıştır. Bundan dolayı çok büyük iktisadî kaynaklara sahip olan va- kıf müessesesinin denetimi kolay olmamıştır. Vakıfların çoğal- masıyla birlikte, bu kurumun yönetimi ve denetiminde bazı yozlaşmalar da yaşanmıştır. Bunun için mazbut vakıfları yö- netmek, mülhak vakıfların özert yönetimlerini denetim altına almak için Evkaf Nezareti kurulmuştur. Buna rağmen vakıfla- rın yönetimleri üzerindeki şüpheler sürmüştür. Bu makalede, Osmanlı vakıf sisteminde meydana gelen bozulmalar bazı ör- neklerle incelenecektir. Anahtar kelimeler: Vakıf, Mütevelli, Nâzır, Evkaf Ne- zareti, Osmanlı Vakıf Sistemi, Vakıf Sisteminde Bozulma. Giriş Osmanlı'da Vakıf Kurumu Hakkında Vakıflar, uzun asırlardan beri İslâm dünyasının içtimaî ve iktisadî hayatı üzerinde derin tesirler bırakmış olan dinî-hukukî bir müessesedir. Menşei, *  Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, [email protected] 67
Transcript

Türk Dünyası Araştırmaları Sayı: 166                 Şubat 2007

OSMANLI VAKIF SİSTEMİNDE BOZULMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER

Dr. Mustafa ALKAN*

ÖZET

İslâm dünyasında çok büyük önem taşıyan vakıf mü­

essesesi, en büyük inkişafını Osmanlı devrinde göstermiştir.  

Bu dönemde devlet, toplumun din, eğitim, sağlık, bayındırlık,  

şehircilik,   belediyecilik,   sosyal   yardım,   sosyal   güvenlik   ve 

benzeri   tüm   içtimaî   hizmetlerini   vakıf   yoluyla   karşılamıştır.  

Bundan dolayı çok büyük iktisadî kaynaklara sahip olan va­

kıf müessesesinin denetimi kolay olmamıştır. Vakıfların çoğal­

masıyla  birlikte,  bu  kurumun yönetimi   ve  denetiminde  bazı  

yozlaşmalar da yaşanmıştır. Bunun için mazbut vakıfları yö­

netmek, mülhak vakıfların özert yönetimlerini denetim altına 

almak için Evkaf Nezareti kurulmuştur. Buna rağmen vakıfla­

rın yönetimleri üzerindeki şüpheler sürmüştür. Bu makalede,  

Osmanlı vakıf sisteminde meydana gelen bozulmalar bazı ör­

neklerle incelenecektir.

Anahtar kelimeler: Vakıf, Mütevelli, Nâzır, Evkaf Ne­

zareti, Osmanlı Vakıf Sistemi, Vakıf Sisteminde Bozulma.

Giriş

Osmanlı'da Vakıf Kurumu Hakkında

Vakıflar, uzun asırlardan beri İslâm dünyasının içtimaî ve iktisadî hayatı üzerinde derin tesirler bırakmış olan dinî­hukukî bir müessesedir. Menşei, * Gazi Üniversitesi Fen­Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, [email protected]

67

TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI

araştırmacılar   arasında   tartışma konusu olan1  bu  müessesenin,  Osmanlı döneminde çok büyük bir   inkişafa mazhar olduğu, sosyal alanda;  eğitim, sağlık, sosyal yardım ve sosyal güvenlik gibi en temel haklarının ötesinde, mahalle fukarasına sadaka verilmesi2, ihtiyaç sahibi olana “yufka sacı” alın­ması3, şehirdeki güvercinlere yuva (kebûterhâne) tesisi4, gelen gidenlerin ne­hir üzerinden karşıya gerilmesi için nehir kayıkçılığı ihdası5 gibi son derece ayrıntılı   hizmetlere  de   yöneldiği   bilinmektedir.  Şu halde,  Osmanlı  Devleti toplumun tüm sosyal ihtiyaçlarını vakıflar yoluyla karşıladığından, “Osmanlı medeniyeti” için bir “vakıf medeniyeti” tabiri kullanılmaktadır6. Gerçekten de, Osmanlı Devleti’nde vakıf müessesesi, 16. yüzyıldan itibaren toplumun tüm ihtiyaçlarına cevap verebilen bir sosyal kuruluş hâline gelmiştir.

Osmanlı Devleti, “devlet telakkisi” gereği iç ve dış güvenlik hizmetleri dı­şında; din, eğitim, sağlık, bayındırlık, şehircilik, belediyecilik, sosyal yardım, sosyal güvenlik ve benzeri içtimaî  hizmetleri büyük ölçüde, vergiden muaf tuttuğu, mal­mülk sahibi kişilerin kurdukları vakıflar yoluyla yürütüyordu7. Bunun tabii sonucu olarak ülke gelirinin hemen hemen üçte biri, devletin mevcut ve mahsul veren topraklarının bölgelere göre ortalama % 20 ile 30’u vakıfların eline geçmişti8. Bu durum bölgelere göre değişmekle birlikte, ticarî yapılarda daha da yüksek olduğu söylenebilir.  Meselâ,  Adana Sancağında vakıflar 1525 yılında sancak gelirinin % 1,7’sine sahipken, bu gelir 1865 yı­lında % 10,97’ye ulaşmış, vakıfların geliri söz konusu süreçte dokuz kat art­

1 M. Fuad Köprülü, “Vakıf Müessesesinin Hukukî Mahiyeti ve Tarihî Tekâmülü”, İslâm ve Türk Hu­

kuk Tarihi Araştırmaları ve Vakıf Müessesesi, İkinci Baskı, Akçağ, Ankara 2005, s. 294­307.2 Osman Efendi ibn Hacı Süleyman Ağa Vakfiyesi, Adana 1903,  Milli Kütüphane, Adana Şer’iye 

Sicili (AŞS), nu. 148, s. 100.3 Tillioğlu Zevcesi Rabia Hatun ibneti Süleyman Vakfiyesi, Adana 1761, AŞS, 1, s. 10.4 TD. 450 (1525), Adana Mufassal Defteri, s. 998; Tıpkıbasımı için bk. Yılmaz Kurt, M. Akif Erdoğ­

ru, Çukurova Tarihinin Kaynakları IV Adana Evkaf Defteri, TTK, Ankara 2000, s. 102.5 Adana’nın Dündarlı nahiyesi kıyısından akan Seyhan nehiri için, bk. VGMA, 1168/1754, Hurufat 

Defteri (HD) 1056, s. 51, 53, 56, 57.6 Köprülü, a.g.m, s. 327­337; Ziya Kazıcı, Osmanlı Vakıf Medeniyeti, Bilge Yayınları, İstanbul 2003, 

9­30; Vakıflar Genel Müdürlüğü 2006 yılını “Vakıf Medeniyeti Yılı” ilan etmiş ve bir dizi etkinlik 

içindedir. Bk. Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıf Medeniyeti Yılı 2006 (Etkinlik Kitapçığı), VGM Yayını, 

2006 Ankara; www.vgm.gov.tr7 Ömer Lütfi Barkan, “Şehirlerin Teşekkül ve İnkişâfı Tarihi Bakımından: Osmanlı İmparatorlu­

ğunda İmâret Sitelerinin Kuruluş ve İşleyiş Tarzına Ait Araştırmalar”,  İstanbul Üniversitesi İktisat 

Fakültesi Mecmuası, Sayı: 1­2 (1962­1963), s. 239­243.8 Ömer Lütfi Barkan, “H. 933/1527­934/1528 Mali Yılına Ait Bütçe Örneği”, İktisat Fakültesi Mec­

muası, İstanbul, XV, 1­4, s. 268; Mithat Sertoğlu, “Osmanlı Devleti Zamanında Kurulan Vakıflarda 

‘Mektûbiyet’ Meselesi ve Bunun Hukukî Durumu”,  İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih 

Enstitüsü Dergisi, Sayı: 12, (İstanbul 1981­1982), s. 713.

2

68

MUSTAFA ALKAN / OSMANLI VAKIF SİSTEMİNDE BOZULMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER

mıştır. 16. yüzyılda vakıflar ­akar ve hayrât binaları yoluyla­ şehrin fiziki ya­pısının % 70’ine hâkimdi.  1671 yılında şehirde var olan 1090 dükkânın % 45,6’sı,  1901  (1319)  yılında ­Vilâyet  Salnamesine  göre­  1875 dükkânın9  % 33’ü,   hanların   1671’de   %  59’u,   1901’de  nerdeyse   tamamı10,   1901   yılında menzillerin en az % 4,84’ü, mağazaların % 5,64’ü, bağ, bağçe ve bostanların % 11’i, hamamların tamamı, 16. yüzyılda köylerin % 23,40’ı (vakıf veya vakıf hisseli), kırda ve şehirdeki değirmen ve çeltik nehirlerinin önemli bir kısmı, tuzlaların % 6,285’i, bu yüzyıldan itibaren Adana’daki iki büyük çarşısı (Ra­mazanoğlu ve Sûk­ı Atîk) ve pazar yerleri, bedesten ve benzeri, şehrin ticaret, imalât   sektörlerinin   can   damarı   olan   merkezler   vakıfların,   ­özellikle   Ra­mazanoğlu vakıflarının­ tasarrufundaydı11. Hatta 1550’li yıllarda12 halkın pa­muğu Adana’da Pamuk Kapanı’nda satmaya zorlanması, 1570’li yıllarda da vakfın zarar ettiği gerekçesi ile şehre dışardan yağ getirilmesinin önlenmesi isteği13,   önceleri   şehrin   imarına   öncülük   eden   vakıfların   ­özellikle Ramazanoğlu vakıflarının­ burada resmî olarak olmasa bile psikolojik olarak bir ticaret tekeli  oluşturduğunu söyleyebiliriz14.  Osmanlı   İmparatorluğunda vakıflar   çoğaldıkça   gelirlerinin   kontrolü   zorlaşmıştır.   Bunun   için   devlet, vakıfların   denetimini   daha   Orhan   Bey   zamanında   yapmaya   başlamıştır. Birinci Mehmed (1413­1421) zamanında Hâkimü'1­Hükkâmi’l­Osmaniye adını taşıyan birim vakıfları  nezâret  ediyordu.  Evkaf­ı  Hümâyûn Nezâreti  (1826) kuruluncaya kadar merkezde Haremeyn Nezâreti, Vezir Nezâreti, Şeyhülislâm Nezâreti,  Tophane   Ümerâsı  Nezâreti  ve  İstanbul   Kadıları   Nezâreti  gibi nezâretlerce kontrol  edilirken, merkez dışında bu görev mahalli nâzır veya kadılar tarafından yürütülüyordu15. Kısaca vakıfların idaresi oldukça dağınık ve   usulsüzlüklere   açık   bir   görünüm   sergiliyordu;   özerk   yönetim   ve denetimlerde   meydana   gelen   usulsüzlüklere   birde   vakıf   hukukundaki değişim de eklenince sistemde bozulmanın arttığı kanaati vardır.9 Salnâme­i Vilâyet­i Adana, Adana 1319/1901, s. 71.10 1901 yılında Adana Salnâmesinde 27 han kayıtlıdır. Aynı yıllarda Adana’nın merkezinde 27 vakıf 

han kayıtlıdır. Bk. Aynı Salnâme, s. 71.11 Mustafa Alkan, Adana’nın Bütüncül Tarihi Çerçevesinde Adana Vakıflarının Analizi ­TÜSOKTAR 

Veri Tabanına Dayalı Bir Araştırma­ Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,  Yayımlanmamış 

Doktora Tezi, Ankara 2004, s. 129­198.12 TD. 258 (1547), Adana Mufassal Tahrir Defteri, s. 6; Bu Tahrir Defterinin tıpkıbasımı için bk. Yılmaz Kurt, 

Çukurova Tarihinin Kaynakları II­ 1547 Tarihli Adana Sancağı Mufassal Tahrir Defteri, TTK, Ankara 2005, s. 4.13 “Mezkûr ma’sarada yağ var iken âherden gelüb yağ satılmak vakfa zarardır, satılmaya”, ED. 538 

(1572), s. 20b; Kurt­Erdoğru, a.g.e, s. 41.14 Alkan, a.g.t, s. 200­201.15  İbnülemin Mahmud Kemal İnal­Hüseyin Hüsameddin,  Evkaf­ı Hümâyûn Nezâreti’nin Tarihçe­i  

Teşkîlâtı ve Nuzzârın Terâcim­i Ahvâli, İstanbul 1335, s. 25­26; Ali Akyıldız, Osmanlı Merkez Teşki­

lâtında Reform 1836­1856, Eren Yayıncılık, İstanbul 1993, s. 144­148.

3

69

TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI

Vakıf hukukuna göre “vakf­ı sahîh” olarak kabul edilen vakıflar, bir kişi­nin  (vâkıf)  sahip  olduğu gayrimenkullerden  bir  bölümünü  (mevkûf)  kendi iradesi ile mülkünden ayırarak, belirli hukuk kuralları içerisinde  (vakfiye), tahakkuk ettirmeyi tasarladığı bir amaca tahsis etmesi sonucu meydana ge­tirilen ve malın kendini temsil ettiği, tek dereceli kiralama biçimi (icâre­i vâ­hide) ile işletilen, toplum ve devlete katkı sağlayan özel hukuk tüzel kişilikle­ridir.

Bu tanıma göre, vakıf kuracak kişinin bir mal veya mallara sahip bulun­ması, bu malların gayrimenkul (taşınmaz) cinsinden olması, tahakkuku ta­sarlanan amacın, vakıf kurucusu veya aile fertlerine birtakım imkânlar sağ­laması yerine, toplumun genel menfaatinin esas alınması; gelir getirici, akar taşınmazların “icâre­i vâhide” olarak adlandırılan tek dereceli ve kısa süreli kiralama veya benzer usullerle işletilmesi gerekmektedir. Çok genel hatlarıyla sıralanan  bu   çerçevenin  dışına   çıkan  uygulamalar,   birtakım  zorlamalarla meşrûiyeti onaylansa bile vakıf müessesesinde bir çözülmeyi veya bir yozlaş­mayı hatta bir bozulmayı ifade eder16. Dahası Osmanlı’nın klasik yapısından modernleşme dönemine doğru bakıldığında da bir değişimden söz edilebilir. Bu açıklamadan hareketle,  Osmanlı  vakıflarındaki  yozlaşmayı  veya bozul­mayı şu iki temel noktada toplamak mümkündür: A. Vakıf hukuku ve uygu­lamasındaki bozulmalar, B. Vakıfların yönetim ve denetiminde görülen usul­süzlükler17.

A. Vakıf Hukukunda ve Uygulamasındaki Bozulmalar

Temel ilke olarak vakıf hukukuna uymayan gelişme ve düzenlemeler, her ne amaç taşırsa taşısın bir bozulmayı ifade eder. Devletlerin veya kurumların gerileme veya yıkılmaları ne bir tek sebebe, ne de bir kurumdaki yozlaşmaya bağlıdır. Devlet veya kurumların yapısı insan organizmasına benzetilmiştir. Nasıl vücudun bir organındaki rahatsızlık tüm bedeni etkisi altına alıyorsa, bir   kurumdaki   bozulmanın   da,   devletin   diğer   tüm   kurumlarına   sirayet edeceği   düşünülmüştür18.  Şu   halde,   vakıf   hukuku   ve   uygulamalarındaki bozulmanın sebeplerini, devletin karmaşık yapısı içinde aramak gerekir. Bu bağlamda Osmanlı vakıflarında görülen bozulmanın bazı temel sebeplerini şöyle sıralayabiliriz:

1. Tımar/mîrî arazilerinin vakıf haline getirilmesi2. Evlatlık/zürrî vakıfların yaygınlaşması3. Vakıfların “gayrimenkul” olma şartının kalkması

16 Nazif Öztürk,  Türk Yenileşme Tarihi Çerçevesinde Vakıf Müessesesi,  TDV Matbaacılık, Ankara 

1995, s. 247.17 Ali Hikmet Berki, “Vakıflar ve Vakıfların Maruz Kaldığı Tecâvüz ve İhmâller”  Vakıflar Dergisi, 

Sayı: VIII, Olgu Matbaası, Ankara 1969, s. 336.18 İbni Haldun, Mukaddime, I, (Çeviren: Zakir Kadiri Ugan), MEB, İstanbul 1990, s. 431­436.

4

70

MUSTAFA ALKAN / OSMANLI VAKIF SİSTEMİNDE BOZULMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER

4. Mukataa, icâreteyn ve gedik sistemlerinin suiistimali5. Vakıf Kurumları: İnşa, bakım ve tasfiye.

1. Tımar/Mîrî Arazilerinin Vakıf Haline Getirilmesi:

Osmanlı Devleti’nde mîrî toprakların idaresi tımar sistemine dayanır. Os­manlı Devleti’nde tımar sisteminin ne kadar önemli olduğu bilinmektedir. Bu sistem,   hem  devletin   gelirlerinin   toplanmasına   hem  de  maliyeye   bir   yük getirmeden ülkenin yönetilmesine büyük katkı sağlamaktaydı.  Devlet  idarî yapısını bu sistem üzerine kurmuştu. Toplum herhangi bir sipahiden pira­midin üstündeki padişaha kadar bu sistem içinde yer almaktaydı19. Tımar sistemini bozacak her türlü yeni gelişme ve uygulama, sistemle birlikte ülke­nin tüm kurumlarına da yansımıştır. Tımar topraklarının vakıflaştırılması, sadece bu kurumun bozulmasına değil, aynı zamanda vakıf müessesesinde hem hukukî  olarak hem de uygulama alanında bozulmanın (yozlaşmanın) başlangıcı kabul edilmektedir. M.  Fuad Köprülü  bu bozulmaları 15. ve 16. yüzyıllara kadar götürmekte ve 17. yüzyıldaki vakıf bolluğunun Osmanlı ha­zinesini zora soktuğunu belirtmektedir20. Devletin gelir kaynaklarından bir kısmını tamamıyla kurutan bu namütenahi vakıflar, çok defa dinî ve hayrî bir gaye ile tesis edilmekle beraber, bir çok defa da, zâhirî bir hayır perdesi altında sırf şahsî menfaatleri gözeten aile vakıfları mahiyetinde kurulmuşlar­dır. Kuruluş ve yükseliş dönemlerinde, sadece fethettikleri topraklardan bir bölümünü gazilere21, diğer bir bölümünü de devletin ihtiyaç duyduğu sipahi birliklerini besleyen ve örnek ziraî  işletmecilik yapan tımar erbabına veril­mekteyken, 17. yüzyılda saray mensupları ile büyük ricale vakıf tesis etmesi için verilmesi, Osmanlı ekonomisini oldukça etkilemiştir22.

Koçi Bey, Sultan IV. Murad (1623­1640)'a sunduğu meşhur lâyihâsında bu mesele şöyle anlatmaktadır:

"Şeriat mûcebince câiz olan vakıflar, geçmişteki pâdişâhların fethettikleri  memleketlerden bütün Müslümanlar için yaptıkları güzel vakıflar ve hayırlı  işlerdir. Geçmiş zamanda gazi beyler ve beylerbeyiler, Allah rızası için gazâ­lar edip, Osmanlı devletinin uğuru ile nice memleketler fethedip, din ve dev­lete lâyık nice hizmetlerde bulunmakla, ulu hakanlar dahi hizmetleri karşılı­ğında, fethettikleri memleketlerden kendilerine bazı köy ve tarlalar verirlerdi.  Onlar da pâdişâhların izniyle bütün müslümanlara faydalı hayırlar ve güzel işler   yapıp,   câmiler   ve   imâretler,   tekkeler   yaparak   bu   gibi   işlere   vakfe­derlerdi”.

19 Ömer Lütfi Barkan, “Tımar”, İA, XII, (1990), s. 287­333.20 Köprülü, a.g.m, s. 330.21 Koçibey, Koçibey Risâlesi (1041/1631), (Sadeleştiren: Zuhuri Danışman), MEB. Devlet Kitapları, 

İstanbul 1972, s. 57­59; Köprülü, a.g.e, s. 330­331.22 Köprülü, a.g.m, s. 330.

5

71

TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI

Gazi  Evranos  Bey,  Turhan Bey,  Mihaloğlu  ve  diğer  Allah  yolunda  gazâ  eden beyler ve gaziler gibi… Bu çeşit vakıfları din imamaları câiz görmüşlerdir.  Bunların başkası meşru değildir.

"Bir adam ki din ve devlete lâyık hizmet görmeye… Memleket değil hattâ  bir   köy  dahi   fethetmeye...  Yalnız  pâdişah  yakını   olmakla  nice  yüzyıl  önce  fetholunmuş memleketten devlet hazinesine âit birçok köy ve tarlaları birer yo­lunu bulup, kendine ve evladına mülk ettirse, sonra diledikleri yeri vakfedip,  bâzılarını dahi vakıf adiyle evlâtlarına gelir sağlayan mal ve temlik yaparsa, o  çeşit vakıf nasıl sahih olur? Ve onu bismillâh diye yemek nasıl câiz olur? Ev­velâ o çeşit kimselere hazine hakkını temlik, şer’an câiz olmak gerektir ki, va­kıf olunması sahih ola. Bir işin aslı bâtıl olursa, fer’i nasıl sahih olur? Bu çeşit  temlikler hazine hakkıdır. Gazilerin ve döğüşenlerin hakkıdır. Din ve devlete lâyık olan budur ki, iki yüzyıldan beri temlik ve vakıf olan köyler hak ve ada­let üzere yoklanıp, meşrû olan temlik ve vakıf köyleri olduğu gibi bırakılırsa,  meşrû olmayıp, hazine hakkı olanlar, ulûfeli asker taifesine dağıtılarak, nice bin kılıç meydana gelmesine sebep olur… Böyle olunca kılıç çokluğuna ve ha­zinenin bolluğuna ve fazlalaşmasına sebep olup, pek çok menfaatler görünür.  Ammâ şöyle ki, o çeşit vakıflar da câmiler, mescidler ve zâviyeler ola… Onla­rın dahi boş bırakılması doğru olmaz. Nihayet devlet tarafından vazifeliler ta­yin olunup, o hayır ve güzel iş dahi saâdetlû pâdişâhın ola… Ve tarlalar ve  köyler dahi sipahilerini bula…”23.

Koçi Bey’in bu açık tespitleri, yalnız 17. yüzyıl başında vakıf müessesesi­nin, devlet bütçesini ihlâl edecek derecede suiistimal edildiğini göstermekle kalmıyor; tımarlar aleyhine iki yüzyıldan beri yapılan temliklerin, vakıfların büyük nispette  aile  vakıflarına dönüştüğünü  anlatıyordu.  Ayrıca,  kuruluş amacı Allah'a yakın olma (kurbiyet) ve onun rızasını kazanma olması gereken vakıfların giderek bu amaçtan uzaklaşışından açıkça şikâyet ediliyordu.

Osmanlı mîrî gelirleri ile birlikte tımar arazilerinin de azalmasına sebep olan bu mîrî arazinin vakıflaştırılması (irsâdî vakıf24), sistemde bir tür bozul­mayı ifade etmektedir. Fâtih Sultan Mehmed (1451­1482) bu kabil vakıfları ortadan kaldırmış,  fakat oğlu  İkinci Bâyezid devrinde (1482­1512), söz ko­nusu vakıflar, tasarruf sahiplerine iâde edilmiştir25. Koçi Bey’e göre bu vakıf­

23 Koçibey, a.g.e, s. 58­59; Köprülü, a.g.m, s. 331.24 İrsâdî vakıflar; irsâd­ı sahih ve irsâd­ı gayri sahih olarak ikiye ayrılmıştır. Eğer mîrî arazi eğitim, 

din ve sosyal hizmetler gibi devletin yapılmasını istediği bir gayenin tahakkuku amacıyla tesis edil­

mişse, bu vakıflara  irsâd­ı sahih  denilmiştir. Bu vakıflar, sistem itibariyle sahih vakıflar gibidir. 

Kurallara uygun olarak yapılmışsa müdahale edilmez. Mîrî arazi aile bireylerini veya özel menfaat­

leri korumak maksadıyla vakfa dönüştürülmüşse bu vakıflara irsâd­ı gayri sahih denilmiştir. Böyle 

vakıflar iptal edilebilir. Ahmed Akgündüz, İslâm Hukuku ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, 

İkinci Baskı, OSAV, İstanbul 1996, s. 442.25 Halil İnalcık, “Mehmet II”, İA, VII, s. 533.

6

72

MUSTAFA ALKAN / OSMANLI VAKIF SİSTEMİNDE BOZULMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER

lar 17. yüzyılda mîrî hazineyi tehdit edecek bir boyuta ulaşmıştır. Koçi Bey’in bahsettiği   türden   vakıflar,   vakfiyeleri   incelendiğinde   anlaşılmaktadır.   Söz konusu   vakfiyelerde,   mîrî   kaynaklı   vakıfların   padişahın   vâkıfa   temlikiyle gerçekleştiği  kayıtlıdır26.  Bu kabil  vakıfların en büyüklerinden birini  ­gelir kaynakları Anadolu, Rumeli ve Adalara dağılmış vaziyette olan ve gelirinin büyük bir kısmı Haremeyn fukarâsına tahsis edilen, yönetimi ailevî olmak şartıyla­ Ünlü Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa (1656­61) kurmuştur27. Bu kabil  vakıflardan dokuzunu da zeyl vakfiyelerle 1702­1711 yılları  arasında Adana’da Vâli Zülkâdiri’l­âlî el­Hac Mehmed Paşa ibn Derviş Ağa28 kurmuş­tur29.  Aslen Adanalı  olan Mehmed Paşa, 1698­1712 yılları  arasında Emir­i Hac, Adana Beylerbeyliği, Şam, Rakka valilikleri yapmıştır. Bir ara görevden alınarak Kırım’a sürgün edilen Paşa, affedildikten sonra da Emir­i Hâc, Ku­düs, Şam ve Maraş valiliği görevlerini sürdürmüştür30. Bu görevlerde iken oluşturduğu oldukça önemli sayılabilecek servetini ölmeden vakfa dönüştür­müştür. Hayrî ve zürrî amaçlarla kurulan bu vakıfların mevkûfâtının kay­naklarının önemli bir kısmı belliyse de,31 Yüregir Kazası’na tâbi Tirkeşan adlı çiftliğin nereden geldiği belli değildir. Bu çiftlik bütün müştemilâtıyla birlik­te32  vakfedilmiştir.  Çiftliğin  müştemilâtı   içinde  90  baş  öküzün bulunması dikkat çekicidir. Klasik hesaplamaya göre bir çift öküz ile 60­150 dönüm33 arası bir yer ekilip­biçildiği dikkate alınırsa bu çiftliğin 2700 ila 6750 dönüm arasında bir büyüklüğe sahip olması ya da öküzlerin köylüye kiralanma veya satılma amacıyla üretilmiş olması beklenir. Paşa, bu çiftliği evlâdiyet üzere vakfetmiştir. Mehmed Paşa, bu çiftliğin dışında, Adana ve Şam’da bulunan pek çok dükkân, han, menzil ve köşkü vakıflarına katmıştır34. Bu vakıfların gelirlerinden,   çocukları,   eşleri   ve   atikalarına   şart   koşulmasının   yanın­ 

26 Ramazanoğlu Halil Bey ve Pirî Mehmed Paşa Vakfiyesi, Adana 946/1540, VGMA, nu. 646/12; 

1961/413­314;  Bezm­i   Âlem   Valide   Sultan   Vakfiyesi,   İstanbul   1256/1840,   VGMA,   634/83­13; 

634/96­18.27 Köprülü Mehmed Paşa Vakfiyesi, VGMA, 1071/1660, AB 580, s. 127.28 AŞS. 101/280; AŞS 39/48.29 AŞS. 101/280; AŞS 39/48.30 Mehmed Süreyya,  Sicil­i Osmani,  IV, (Yeni Yazıya aktaran Seyit Ali Kahraman), İstanbul 1996, 

Tarih Vakfı Yurt Yayınları, s. 1062.31 AŞS, 41, s. 59.32 Tirkeşan Çiftliği içinde 2 Köşk, 1 ahır ve samanlık, 1 çırçırlık, 1 deve ahırı, 1 oda, 1 kahve odası, 

1 yeni oda, 1 koza mağazası, 1 huğ, 1 ev; 1 avlu içinde Harem menzili, Çiftlik içinde 44 Camız ve 

90 adet Öküz’den müteşekkildir: AŞS, 41, s. 59.33 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, 1300­1600, (Çeviren: Halil 

Berktay), Eren Yayıncılık, İstanbul 2000, s. 442.34  AŞS,  41/59; AŞS,  104/17; AŞS 54/47; AŞS 104/19; AŞS 101/280; 39/48; AŞS 41/56; ŞS 

39/44.

7

73

TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI

da, Adana, İstanbul ve Şam’da değişik hayrât kurumlarına da pay ayrılmış­tır35. Sonraki dönemlerde bu vakfın muhasebelerinde bu çitlik geçmemekte­dir. Dolayısıyla Paşanın bir ara tutuklanmasını da dikkate aldığımızda birta­kım işlerin kanunî yolla yürümediği anlaşılmaktadır.

Netice itibariyle, özel mülkiyetten vakıf haline getirilen toprakların büyük kısmı, genellikle kişi ve aile çıkarlarına hizmet ediyordu. Daima devlet kont­rolü altında olmasına rağmen vakıf arazisi, belirli bir vakıf belgesi­ vakfiye çerçevesinde, çoğu zaman vakıf kurucusunun soyundan gelme bir mütevelli­nin bağımsız tasarruf ve idaresinde bulunurdu36. Bu tür vakıflar vergiden muaf   tutulduklarından  devlet   çok  büyük  ekonomik  kayıplara  uğruyordu. Devlet kayıplarını diğer reâyâdan karşılamaya yönelince de iş içinden çıkıl­mayacak bir hâl almıştır.

2. Evladlık (Zürrî) Vakıfların Yaygınlaşması:

Evladlık (Zürrî)  vakıf, vakfedilen malın tamamı veya tamamına yakınını vâkıfın evlad ve ahfâdına tahsis edilmesidir. Bu tür vakıflarda hayır şartı ya sembolik veya nesebin yok olması hâlinde söz konusudur37. Vâkıfın ölümün­den sonra, aile fertlerine kalacak olan mallardan bir bölümünün vakfedilme­sinin aile menfaatine dokunacağı açıktır. Fakat vâkıflar, vakfiyeye koydukları doğrudan veya dolaylı hükümlerle aile menfaatlerini korumasını bilmişlerdir. Bu tür vakıflarla vâkıflar, aile fertlerini hukukî ve siyasî yollarla gelebilecek taarruzlardan   koruyorlardı.   Türkler   çoğu   zaman   evlatlık   vakıfları,   aile gelirlerini kız ve erkek çocuklar arasında eşit şekilde dağıtmak için kullanı­yorlardı38. Bu çeşit vakıfların İslâm hukukuna ters düştüğünü iddia ederek sahih olmadığını savunanlar da vardır39.  Evlatlık vakıflar, devletçe yapılan müsadereleri önleme40 miras konusunda istendiği gibi davranma hürriyetini sağlama, mallarını yakın akrabalarından daha çok çocuklarından birine ya da birkaçına vakfetme, malın miras yoluyla parçalanmasını önleyip, bütün­lüğünü koruma gibi düşüncelerle hızla çoğalmıştır (17. ve 18. yüzyıllar). Ev­ladlık vakıf kurucuları, vakıf hukukunu kullanarak, İslâm'ın miras hukuku­nu devre dışı bırakarak, miras paylaşımında olan kadın erkek eşitsizliğini gi­dermeye çalışmışlardır41. Filhakika,  Ömer Lütfi Barkan H. 982/ M.1574 ta­rihli İstanbul evkaf defterinden çıkararak tetkik ettiği 200'e yakın vakıfnâme 

35 AŞS 41/59.36 İnalcık, a.g.e, I, s. 184.37 Bir örnek için bk. Hacı Yunus Ağa ibni Ahmed Ağa Vakfı, VGMA, Mücedded Anadolu Defteri 

(MA), 617, s. 48­49.38 Bahaeddin Yediyıldız, XVIII. Yüzyılda Türkiye’de Vakıf Müessesesi ­Bir Sosyal Tarih İncelemesi­, 

Türk Tarih Kurumu, Ankara 2003, s. 251­255.39 Akgündüz, a.g.e, s. 203.40 Bayram Paşa­zâde Hacı Mehmed Ağa bin Derviş Ağa Vakfiyesi, VGMA, 951/211­163; AŞS 54, s. 47.

8

74

MUSTAFA ALKAN / OSMANLI VAKIF SİSTEMİNDE BOZULMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER

sûreti içinde istisnasız her bir “şart­ı vâkıf”ın, mevcût miras hukukunu her­hangi bir suretle tahdît ve tâdil etmiş bulunduğunu kaydetmektedir. Ayrıca vâkıfların mallarını mevcut şeriatın tayin ettiği miras kaideleri hâricinde ve istediği şekilde idare etmek arzusunda olduklarının anlaşıldığını belirtmek­tedir42.  Barkan, bu gibi vakıflardaki hayır maksadının ise umûmiyetle uzak bir istikbale ait bir vaat ve günün birinde gelirin mevzubahis hayır maksadı­na   tahsisi   imkânından   ibaret   kaldığını   kaydediyor43.   Verdiği   bir   misalde, mülk  sahibi   vakfettiği  evde oturmak haklarını,  sadece  karısı  ve atikasına (yâni azâd edilmiş câriyesi) bırakıyor ve bu vakıftan evlenmemeleri şartıyla yalnız bu ikisinin yararlanabileceklerini beyan ediyor; daha sonra yararlan­ma hakkının evlatlara geçmesini  ve ancak soyu  inkırâz  bulduktan sonra, “evin icâreye verilerek alınan para ile mahalle imamının “sûre­i ihlâs” oku­masını şart koşuyor.  Barkan'ın belirttiği  gibi  sözü  edilen evde  iki  kadının oturması  şer'î  miras  kuralları   ile  sağlanamazdı.  Zirâ  mirasçıların  yanında sağ kalan zevcenin payı çok önemsiz kalacak, atîkaya ise hiçbir şey düşme­yecekti. Hâkezâ yukarıda bahsedilen Adana Valisi Bayram Paşa­zâde el­Hac Mehmed Paşa bin Derviş Ağa, vârisleri arasında bir anlaşmazlığa mahal ver­meyecek şekilde mirasının tasarrufunu hanımları, çocukları ve atîkaları ara­sında   taksim ederek  vakfetmiştir44.  Dolayısıyla  Mehmed Paşa hem malını devletin müdahalesinden, hem eş ve çocukları arasında çıkacak anlaşmaz­lıklardan koruduğu gibi, mirastan hiçbir hak elde edemeyecek olan atîkala­rına da bir pay ayırmıştır.

M. Fuad Köprülü, evlatlık vakıfların zekât ve müsâderelere karşı ailenin sefalete düşmemesini temin eden bir nevi sigorta vazifesini de gördüğünü, belirtiyor45. Barkan, mevzubahis vakıfların müsâdere korkusundan çok, mi­ras hukukundan kaynaklandığını ifade etmektedir46.

Evladlık vakıflar hiçbir kamu hizmeti görmedikleri halde ­yapılan araştır­malara göre­ vakıf gelirlerinin 18. yüzyılda % 14’ünü47,  19. yüzyılda da % 16,87'sini48 kurucuların ailelerine aktarıldığı anlaşılmıştır. Evlatlık vakıfların 

41 Neşet Çağatay, "İslâm’da Vakıf Kurumunun Miras Hukukuna Etkisi", Vakıflar Dergisi, Sayı: XI, 

Ankara 1975, s. 1­6.42 Bazı örnekler için bk.; el­Hac Hasan Ağa bin Abdullah Vakfı, AŞS, 128, s. 103; Hazma Efendi 

ibni Mehmed Vakfı, AŞS, 128, s. 32, el­Hac Hüseyin bin Mehmed Vakfı, AŞS, 126, s. 44. ilh.43 Ömer Lütfi Barkan, "Şer'î Miras Hukuku ve Evlatlık Vakıflar",  İstanbul Üniversitesi Hukuk Fa­

kültesi Mecmuası, VI, (1940), s. 161­162.44 Adana Şer’iye Sicilleri: AŞS, 41/59; AŞS, 104/17; AŞS, 54/47; AŞS, 104/19; AŞS, 101/280; 

39/48; AŞS, 41/56; AŞS, 39/44.45 Köprülü, a.g.e, s. 332­333.46 Barkan, “…Evladlık Vakıflar”, s. 161.47 Yediyıldız, a.g.e, s. 254.48 Öztürk, a.g.e, s. 56; Tablo: VIII.

9

75

TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI

tesisi, Evkaf Nezâreti’nin kuruluşundan sonra önlenmiştir49. Ancak daha ön­ceki dönemlerde kurulan ve hâlâ geliri olan bu tür vakıflardan, vâkıfın evlad veya ahfâdına düşen intifa hakları ödenmeye devam edilmektedir50.

Netice itibariyle evladlık vakıflar, devlete ait bir gelirin bir dönem “devlet­lû” olmanın gücü veya imtiyazı kullanılarak, vakıf hukuku yoluyla “devletlû”­nun ailesinin tasarrufuna geçirilmesi, yâni vergi dışı bırakılması; yine vakıf hukuku yoluyla miras  hukukuna müdahale  edilmesi;  hatta müsaderelere karşı  ailelerin sefalete düşürülmesini önleyen bir çeşit sigorta vazifesi gör­müş olsa dahi, bir bozulmayı ifade ettiği anlaşılmaktadır.

3. “Gayrimenkûl” Şartının Kaldırılması: Para Vakıflarının Artışı

İslâm hukukunun ilk oluşum sürecinde menkûl mallar müstakil olarak vakfedilemiyordu. Menkûl malların ancak bir gayrimenkûle tâbi olarak veya hakkında dinî bir hüküm ya da teâmülün bulunması hâlinde vakfedilebile­ceğine dâir farklı görüşler mevcuttu. Bu hukukî uygulama zamanla ortaya çıkan zarûretler sonucu yumuşatılmıştır. Osmanlı toplumunda özellikle pa­ranın vakfedilmesi konusunda Hanefî mezhebinin önde gelen fakihlerinden İmam Züfer’in görüşü tercih edilmiştir51. Osmanlı Devleti’nde para vakıfları­nın bilinen ilk örneklerine II. Murad ve Fatih döneminde rastlanmaktadır. Ancak para vakıflarının henüz sayı ve hacim itibariyle vakıf sistemi içinde önemli bir yer işgal etmemesi sebebiyle hukukî yönünün o dönemde tartışıl­madığı anlaşılmaktadır. 16. yüzyılın ortalarına gelindiğinde vakıf sisteminde­ki genişlemeye bağlı olarak para vakıflarında da önemli gelişmeler olmuştur. Bu gelişmelerle birlikte para vakıflarının meşrûiyeti de gündeme gelmiş ve Osmanlı ulemâsı arasında tartışmalara yol açmıştır52. Bu tartışmalar sonun­da paranın vakfedilebileceği neticesine ulaşılarak para vakıfları serbest bıra­kılmıştır53. Para vakıfları, söz konusu tartışmalarla meşrûiyet kazandıktan sonra 16. yüzyıldan 19. yüzyıla doğru artarak yaygınlaşmıştır54. Para vakıf­larındaki  yozlaşmanın öncelikle  vakıf  hukukunda olduğu anlaşılmaktadır. Bir kere menkûlün müstakil olarak vakfının 16. yüzyılın ilk yarısına kadar kabul edilmezken, yapılabilir hâle dönüşmesi, ilk ciddî yozlaşmadır. İkincisi 49 Alkan, a.g.t, s. 258­262.50 Kamıklıkızı Şerife binti İsmail Vakfı, VGMA, Esas 2/1­3203, 8.9.1951 tarih/958­19 sayılı karar; 

Serdengeçti Ağalarından Sallabaş el­Hac Ahmed Ağa bin Mehmed Vakfı,  VGMA, Esas 2/1­1777, 

M.12.11.1960 günü hak sahiplerine; İbrahim Özlü, Niyazi Özlü, Erdal Özlü, Nigar Yıldırım, Güzide 

Nisa Evin’ 1440 para tahsisi yapılmıştır. İlh.51 Yediyıldız, a.g.e, s. 117.52 Tartışmaların bir değerlendirilmesi için bk. Tahsin Özcan, Osmanlı Para Vakıfları ­Kanûnî Döne­

mi Üsküdar Örneği, TTK, Ankara 2003, s. 28­47.53 Elmalılı M. Hamdi Yazır, Ahkâmu’l­Evkaf, (Elmalı Hamdi Gözüyle Vakıflar” adı ile yayına hazır­

layan: Nazif Öztürk), TDV. Yayını, Ankara 1995, s. 77.54 Mustafa Alkan, “Uşak Para Vakıfları (1890­1923)”, Belleten, LXX, Sayı: 258 (Ağustos 2006), s. 755­756.

10

76

MUSTAFA ALKAN / OSMANLI VAKIF SİSTEMİNDE BOZULMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER

ise,   para  vakıflarının   işletme  biçiminde  yaşanmıştır.  Önceleri   vakfiyelerde öngörülen oranlarda istirbâh yoluyla işletilen vakıf paralarının 1880’li yıllar­da Murabaha Nizâmnâmeleri55 ile yıllık faiz oranları % 9 olarak belirlendi ise de halkın “faiz” tâbirine karşı isteksizliği sebebiyle murabaha nizamnâmele­rine iltifat edilmeyerek, “muamele­i şer’iye” usulünde ısrar edilmiştir56. Vakıf paralar, Cumhuriyet döneminde bankacılık sistemiyle işletilmiş, 1954 yılında da  Türkiye  Vakıflar  Bankasına  sermaye   olmuştur57.  Bugün  bu   vakıfların varlığından söz etme imkânı kalmamıştır. Para vakıflarında yaşanan ikinci problem, mütevellileri   tarafından taliplilerine  istirbah edilen vakıf  paranın geri ödenmemesi veya ödenememesidir. Bu durum ilk önce vakıf paraların geliriyle varlığını devam ettiren hayrât kurumlarına yansımıştır58.

4. Mukataa, İcâreteyn ve Gedik Müesseselerinin Suiistimali

Vakıf   hukukunda   “uzun süreli   kira”nın  Osmanlı  uygulamasındaki   adı “mukataa”dır. Arsası vakıf ve üzerindeki bina ve ağaçlar kiracıya ait mülk olan bir akarda, tasarruf eden tarafından her yıl vakfa verilmek üzere, arsa için belirlenmiş olan yıllık kira bedeline “mukataa” veya “icâre­i zemin”dir.59 İcâreteyn  ise  icâre­i  muaccele  ve  icâre­i  müecceleden oluşmaktadır.   İcâre­teynli vakıflarda kiraya verilecek vakıf için önemli bir miktar para, kiracı ta­rafından peşin (muaccele) ödenir, bu para genellikle vakfın tamir ve termîmi­ne harcanırdı. Bunun dışında yıllık cüz’î bir kira da (müeccele) alınırdı.60 Bu tür vakıflar uzun süreli kiralandığı için zamanla, cüz’î bir bedel mukabilinde (mukataalı ve icâreteynli vakıfların) mutasarrıflarına temliki vakıf müessese­sine   büyük   zararlar   ettirmiştir.   Vakıfların   kira   biçimleri   olan   icâreteyn61, mukataa62  ve gedik63  adı  verilen biçimleri  vakıf  müessesesinin bozulması­nın64 yanında vakıf mallarının zamanla yağmalanmasının da yolunu açmış­

55 BOA/MD 1303/1885, 78/891­899.56 VGMA, Tafsil­i Nizâmât: 949, 1332/1913, s. 187­188; Öztürk, a.g.e, s. 140.57 Ömer Hilmi Efendi, İthaf­ül Ahlâf Fî Ahkâm­il Evkaf, VGM. yayını, Ankara (Tarihsiz), s. 167­168.58 İsmail Kurt, Para Vakıfları Nazariyat ve Tatbikat, Kerem Matbaası, İstanbul 1996, s. 126­127.59 Ömer H. Efendi, a.g.e, s. 81.60 Ömer Hilmi Efendi, a.g.e, 17, 82­83.61 Mukataalı Vakıf: Üzerine bina yapmak veya ağaç dikmek ve bunlara karşılık olarak her sene ecri misle müsavi bir ücret­kira vermek üzere bilâ müddet icar olunan vakıf yerdir. Toprağın mülkiyeti vakfa, bina vs.ninki ise kiracıya ait olup miras bırakabilirdi.62 İcâreteyn müessesesi: "Çift kira" anlamına gelen bu tarz icarda kira karşılığı iki defada alınır. 1­İcâre­i mu'accele (Peşin kira) denilen ve umumiyetle vakıf emlâkin yarısı değerinde olup, tamir veya imarında kullanılan meblağ ile 2­  İcare­i mü'eccele  (tecil edilmiş) denilen normal kira bedelinden çok düşük olup, değiştirilmeyen yıllık bir ücret. Yediyıldız, a.g.e, 134­141.63 Gedik: Arazi­i mîrîye ve mevkûfe üzerinde yetkililerin izni ile inşa edilen bina ve meydana getiri­len bahçe anlamına gelen "girdâr"dan, tamir ve benzeri bir destek sonucu bir akarın rakabesi üze­rinde sahip olan mücerret bir menfaat anlamına gelen "hulûv"e kadar uzanan bir tasarruf şeklidir. Öztürk, a.g.e, s. 263.64 Yediyıldız, a.g.e, s. 139­141.

11

77

TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI

tır. Bunu biraz açmak gerekirse, vakıf akarlarının işletilme biçimi bir yıldan en fazla üç yıla kadar uzanan sürelerle kiralama esasına dayanmaktadır65. Kiracıya uzun süre ­“icâre­i tavîle”­ kullanım hakkı sağlayan icâreteyn,  mu­kataa ve gedik uygulaması, vakıf müessesesinin bozulmasında etkili olmuş, zamanla vakıf ve mîrî taşınmazların işgaline ortam hazırlamıştır. Hatta bazı vakıflara (Sultan II. Mahmud Han Vakıfları) gelir kaynağı bulmak düşünce­siyle adı var kendisi olmayan gedikler icat edildi. Bu gediklerin bazıları sınır­lıydı. Mesela İstanbul’da 180 kalaycı gediği kurulup esnafa satılmıştı. Bu sa­yıdan daha fazla kalaycı dükkânı açılamazdı ki, bu bir tür inhisar imtiyazı demekti. Bazıları da, kunduracı gediği gibi, sınırsız gediklerdir ki, her kim talep ederse ona verilir, hiç kimse gediksiz kunduracılık yapamazdı. Bu ge­dikler, esnaf arasında alınıp satılmakla adeta evkaf musakkafâtı gibi ferağ, intikal ve icâre harçları alınırdı. Bununla birlikte bir dükkân veya bostanda birkaç yıl kiracı olarak bulunanlar, mal sahibinin haberi olmaksızın Hazine­i Evkaf’tan birer gedik alırlar, sonra mal sahibi kiracıyı çıkarmak veya kirayı artırmak istediğinde, kiracı: “burada benim gediğim var, daha önce kararlaş­tırılan kiradan başka bir şey talep etmeye hakkınız yoktur”, diye iddiaya kal­kışıp istediğini de yaptırmaktaydı. Bu ve benzeri yollarla vakıf akarları, kira­cıları tarafından müsadere edilerek, vakıflar zarar ettirilmişlerdir. Ayrıca fe­rağ ve intikal harçlarının ve tahliyelerde ödenen mahlûlât muaccelâtının ya­rısının mütevelli, câbî ve kâtiplere, diğer yarısının da Hazine­i Evkaf’a veril­mesi vakıfları “tamir ve termim” itibariyle zor bir duruma düşürmüştür66.

5. Vakıf Kurumları: İnşâ, Bakım ve Tasfiye

Osmanlı Devleti’nde başta İstanbul, Bursa ve Edirne olmak üzere pek çok şehirde ihtiyaç ve lüzumun üzerinde câmi ve mescid yapılmış, bu câmi ve mes­cidlerin giderlerini karşılamak içinde bazı mîrî gelir kaynakları vakfa dönüştü­rülmüştür. Padişah ve hanedan mensuplarının kurduğu hayrât kurumlarının etrafına bir de, diğer zümrelerden mal­mülk sahiplerinin yaptırdığı câmi ve mes­cidler, hem şehrin dokusunu etkilemiş hem de pek çok önemli gelir kaynağının, gerekmediği halde bu tür vakıf kurumlarına gitmesine sebep olmuştur67. Ayrıca plansızlık veya “devletlü” olmanın gücü  şehirlerde yapılaşmanın mekânını da etkilemiştir. Nitekim Süleymaniye ile Şehzâde câmilerinin arası oldukça yakın olduğu halde bu iki selâtin câminin etrafına, daha pek çok câmi ve mescidin inşâ edildiğini görmekteyiz. Bu bölge, Osmanlı döneminde mektep ve medrese bölgesi ve nüfus itibariyle epeyce yoğun olmasına rağmen yapılaşmanın yine de fazlalığı dikkat çekicidir. Hâkezâ Nûr­ı Osmanî, Yeni Câmi, Eyüp Sultan ve Fâtih câmilerinin etrafında da benzer bir durum söz konusudur68.

65 Akgündüz, a.g.e, s. 447­522.66 Mustafa Nuri Paşa, Netayicü’l­Vukuât, IV, Ahval Matbaası, İstanbul 1327, s. 100­101.67 Mustafa Nuri Paşa, a.g.e, II, s. 103­106.68 Wolfgang Muller­Wiener, İstanbul’un Tarihsel Topografyası­ 17. Yüzyıl Başlarına Kadar, Byzanti­

on,  Konstantinopolis­   İstanbul,   (Çeviren: Ülker  Sayın),  YKY,  İstanbul 1998,  s.  29­35, 368­491; 

12

78

MUSTAFA ALKAN / OSMANLI VAKIF SİSTEMİNDE BOZULMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER

Ülke genelinde ihtiyaç fazlası, fakat tamamen dinî duygularla yapılan ki­mi hayrât kurumlarına tahsis edilen vakıfların devlet hazinesine zarar verdi­ği,  16.  yüzyıldan beri  düşünülmektedir.  Evkaf  Nezâreti’nin kuruluşundan itibaren başta selâtin vakıfları ile mîrî kaynaklı vakıflar olmak üzere vakıfla­rın idaresi zaptedilmeye başlanmış, bütün vakıfların denetimi ise bu nezâre­te verilmiştir. Vakıfların denetim altına alınması Tanzimat’tan sonra vakıfla­rın   gider   fazlalarının   merkezde   evkaf   hazinesinde   toplanması69,   vakıflara olumsuz olarak yansımıştır. Önceden gider fazlaları mütevellileri tarafından muhafaza edilmekte ve gerektiğinde ilgili yere harcanmaktayken, merkezde toplanan paralar, bazı vakıflara yapılan zarurî harcamaların dışında kalan birikmiş miktarların, devletçe kullanılması, pek çok vakıf kurumunun sonu­nu hazırlamıştır. Gerekli tâmirât ve bakım yapılamadığından bu kurumlar, zamanla işlevlerini yitirmiştir70. Tanzimat’tan itibaren Cumhuriyet dönemine kadar modernleşme sürecinde yönetim ve denetimi yeniden yapılanan vakıf­lar, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren, ya Osmanlı dönemindeki işlevinin paralelinde yeni kurumlara devredilmiş veya satılarak tasfiye edilmiştir. Bu süreçte pek çok câmi, mescid, medrese, tekke ve benzeri vakıf kurumlarının müze ve müze deposu gibi temel kuruluş amaçlarının dışında kullanıldığı da görülmüştür71.

B. Vakıfların Yönetim ve Denetiminde Meydana Gelen Usulsüzlükler

Evkaf Nezareti’nin kuruluşundan önce vakıflar üç kategoride işlem gör­müştür.  Bunlar,  Osmanlı  Devleti  öncesindeki   İslâm devletlerinden   intikâl eden “evkaf­ı kadîme”, mîri arazinin temliki suretiyle kurulan “evkaf­ı irsâdi­ye” ve Osmanlı tebaasının kendi emlaklerinden kurdukları “evkaf­ı sahîha­i  lâzıme”dir. Bu vakıfların yönetiminde sorumluluk sahibi olarak başta  padi­şah olmak üzere, vakfın kurulduğu kazanın kadısı, “ashâb­ı cihet”, “ashâb­ı  vezâif”,   “hademe­i   evkaf”  gibi   toplumun her  kesiminden görevliler  bulun­maktaydı72. Merkezde Padişah, eyâlet ve sancaklarda kadı piramidin üzerin­de  fiili  yönetici  değillerdi.  Tanzimat’a  kadar  vakıflar,   fiilen  “ashâb­ı  cihet”,  “ashâb­ı vezâif” ve “hademe­i evkaf”dan oluşan mütevelli ve nâzırların idare­sinde vâkıfların özel şartlarına göre, özerk bir şekilde yönetilmişlerdi. Bir şi­

Mehmet Nermi Haskan, Eyüpsultan Tarihi, Eyüp Belediyesi, İstanbul 1996, s. 1­440; câmi ve mes­

cidler için bk. s. 25­92; Aynı Yazar, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, c. 1, 2, 3, Üsküdar Belediyesi Ya­

yını, İstanbul 2001, s. 1­1507, Câmi ve mescidler, s. 55­379.69 VGMA, Ahkâm, 968/114; Bu sırada vakıf eserlerin malî sıkıntıları için bk. Mehmet İpşirli, “II. 

Mahmud Döneminde Vakıfların İdaresi”, Sultan II. Mahmud ve Reformları Seminerleri, (28­30 Hazi­

ran 1989) Bildiriler, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul 1990, s. 49­57.70 Öztürk, a.g.e, s. 285­299.71 Bu konuda geniş bir değerlendirme için bk. Öztürk, a.g.e, s. 379­516.72 Yazır, a.g.e, s. 163­168.

13

79

TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI

kâyet söz konusu değilse merkezî bir denetim de yapılmazdı. Vakıf gelirleri­nin toplanmasını, zarurî harcamalarının yapılmasını ve muhasebelerinin tu­tulmasını mütevellisi;  bütün bu işlemlerin denetimini de nâzırı yapıyordu. Vakıfların yönetim ve denetimi ihmâl ve ihânete açık bir yapıdaydı. Dolayı­sıyla;

1. Bazı mütevellilerin ihmâl ve ihâneti,2. Nezâret vazifesiyle mükellef olanların vazifelerini yapmaması, Osmanlı 

vakıf sistemini olumsuz etkilemiştir.Evkaf Nezâreti’nin kuruluşundan (1826) önce, vakıfların yöneticilerini va­

kıf kurucuları (vâkıflar), vakıf hukukuna dayanarak, kendileri tayin ediyor­lardı. Vâkıflar genellikle ilk yönetici olarak kendilerini, sonra ya “evlâdiyet” sistemine göre nesilden nesle kendi çocuklarını veya vakfın hayratının gö­revlilerine   tayin   ediyorlardı73.  Mütevellilerin   vakıfları   yönetmeleri   lâ­yüs’el (sorumsuz) değillerdi. Mütevelliler öncelikle vakfın nâzırına, sonra kaza kadı­sına karşı  sorumluydu. Tanzimat’tan sonra, Evkaf Nezâreti’ne bağlı,  Evkaf Müdürleri’nin denetimlerine tâbiydiler. Buna rağmen, mütevellilerin ihmâl ve ihanetleri, vakıflara zarar vermiştir. Mütevellilerin, vakıfların özel hukukuna dayalı   olarak,   vakıfların   gelirlerinin   toplanması,   görevlilere   dağıtılması   ve artan   gelirlerin   yatırıma   dönüştürülmesi   işiyle   uğraşması   gerekmektedir. Aksi  durumlarda vakıflar âtıl  duruma düşmüşlerdir.  Nitekim bu meyanda dikkate değer bir yolsuzluk Adana’da Ramazanoğlu Vakıflarının yönetiminde yaşanmıştır. Bu olay Hicrî 1157 (M.1744) yılında önce Adana’da dava konusu olmuş, sonra Divân­ı Hümayûn’a arz edilmiştir.

Davacı, Ramazanoğlu Halil Bey ve Pirî Mehmed Paşa Evkafına evlâdiyet üzere sâbık mütevelli olan Hüseyin Bey bin Mehmed Bey, davâlı o sırada ev­kaf­ı mezbûreye mütevelli olan Erzurumî Hacı Mehmed’tir. Davacı, davalının huzurunda;

“…Vakf­ı mezkûrenin evlâdından ve akreb­i akrabâ­i zükûrundan olub tev­liyet­i merkûmeye ehâkk ve evlâ olduğumla… işbu evkâf­ı mezbûreye berât­ı  âlişân ile mütevellî olan işbu evlâdiyetde asla alakası yoktur… Erzurum San­cağından olan Hacı Mehmed hîle ve tezvîr ve tertîb ile “ben evlâd­ı vâkıfdanım” deyu tevliyeti mezbûr üzerimden ref’ ve kendüye berât ittirmekle bana gadr­ı  küllî ittikten sonra da eyyâm­ı tevliyette: Evkâf harâb olub ve değirmenler ve şehir   içine   su   sağlayan   dolab­ı   kebir   ve   câmiler,  dükkânlar   ve   hanlardan bazısı harâb olub tâmir ve termim etmedi... su‘al olunup, tahrîr­i tahrîr sâdır olan emr­i  âlî  mantukunca bi’l­muvâhecesinde i’lâm ve hüccet­i  şer’iyye i’tâ  olunmak matlûbumdur...” sözleriyle meramını anlatmıştır.

Davacı Hüseyin Bey, haklılığını ispat etmek için başta Kadı Ali Efendi ve Müderris es­Seyyid Sadi bin Hüseyin Efendi olmak üzere Adana’nın eşrâfın­dan 30 kişiyi şâhit göstermiştir. Şahitlerin Ramazanoğlu Hüseyin Bey’i doğ­

73 Bu konuda geniş bir değerlendirme için bk. Alkan, a.g.t, s. 90­101.

14

80

MUSTAFA ALKAN / OSMANLI VAKIF SİSTEMİNDE BOZULMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER

rulaması üzerine, Erzurumî Hacı Mehmed görevinden alınarak (ref’ ile) yeri­ne tekrar Hüseyin Bey bin Mehmed Bey tayin edilmiştir74. Bu olay Divân­ı Hümâyûn’a arz edilmiş, Payitaht’tan da bir ferman gönderilerek, aynı kararla Hüseyin Bey’e bir tevliyet berâtı verilmiş ve vakfın harâb olan kısımlarının tâmir edilmesi istenmiştir75.

Ramazanoğlu vakıfları gibi oldukça titizlikle yönetilen ve tevliyeti ailevî bir vakfın bile yönetiminde ­mûteber bir arzla­ usulsüzlük yaşanabilmektedir. Mezbûr belgeye göre, bu süreçte vakıflar kötü yönetilmiş, akar ve hayrâtta gerekli tâmirâtlar yapılmayarak vakıf zarar ettirilmiş, boşalan cihâta gerekli tayinler yapılmayarak hayrât müesseseleri işlevini yapamaz hâle gelmiş, 12 yıl muhasebe tutulmayarak gelir ve gider üzerinde şüphe oluşmuştur. Ayrıca harcamadan artan gelir fazlası Ramazanoğlu ailesine dağıtılmadığından aile de müşkül duruma düşürülmüştür76.

Vakıfların   yönetimindeki   dağınıklık,   denetimindeki   şüphe   dolayısıyla, Tanzimat’tan sonra bu kurumların idaresi hızlı bir şekilde merkezî kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. Bunun için merkezde Evkaf Nezâreti, taşrada bu nezârete bağlı Evkaf Müdürlükleri kurulmuştur. Bu süreçte Adana Evkaf Müdürlüğüne tayin edilen (Aralık 1848) Müderris Abdulfettah Niyazi Efendi’­ye, Adana ve Maraş eyâletleri ile İçel ve Tarsus sancaklarında görev yapan mülkî erkânın, yardımcı olmalarını isteyen fermanda vakıfların o günkü va­ziyeti şöyle tespit edilmiştir;

1. Mütevellilerin çoğu vakıf gelirlerini yerinde harcanmayıp kendileri yemekte,2. Vakıf­hayrât görevlilerinin çoğu doğru­dürüst iş yapmamakta,3. Vakıf­hayrât binâları harâb ve perişân durumdadır.Vakıflardaki bu dağınıklığa son vermek, gelir ve giderlerini zabt u rabt al­

tına almak, tamire muhtaç vakıf binalarını tamir ettirmek, ehil olmayan veya göreve gelmeyen vazifelileri değiştirmek, vâkıfların ve padişahın hüsn­i ira­delerini yerine getirmek amacıyla diğer eyâlet  ve sancaklarda olduğu gibi, Adana Sancağı’na da müstakil bir evkaf müdürü tayin edilmiştir. Fermanda Evkaf Müdürünün görevleri şöyle sıralanmıştır:

1. Vakıflar, vakfiyeleri ve yürürlüğe konulan talimat esaslarına göre idare edilecek,

2. Her sene tutulan muhasebe kayıtlarına uygun olarak çıkarılan bilânço ve tasdikli defterlerle birlikte, “mürettebat­ı hazine”nin “harc­ı ferâğ ve inti­kâlat ve “rüsûmat­ı sâire” olarak zamanında vakıflarına ve “Hazine­i Evkaf­ı Hümâyûn”a gönderilecek,

74 AŞS 17, (İlâm) s. 54.75 AŞS 17, (Ferman), s. 83.76 AŞS 17, (Ferman), s. 83; Alkan, a.g.t, s. 107­108; Göynük’te görülen benzer usulsüzlükler için 

bk. Zeynel Özlü, “Göynük Kent Merkezinde Bulunan Vakıflar ve Vakıf Görevlileri”, EKEV Akademi 

Dergisi, Sayı: 26, (Kış 2006), s. 207.

15

81

TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI

3. Hesap sonucu gelir fazlasıyla, mütevelli ve diğer görevliler dâhil kime meşrut olursa olsun öncelikle tâmire muhtaç hayratın imâr ve ihyâsı sağla­nacak, müessesât­ı hayriye temiz tutulacak,

4. Hademe­i hayrât arasında, ilmî kariyer itibâriyle yetersiz olanlar veya tevdi  edilen  görevi  yerine getirmede  kusurlu bulunanların  tespiti  halinde, hiçbir şekilde hatır ve gönüle bakılmadan, bunların görevlerine son verilerek, yerlerine ehil kimseler tayin edilecek,

5. Bu ve diğer konularda mülki erkân ve sancakta görevli diğer yetkililer, evkaf müdürüne yardımcı olacaktır. Müdür dahi “hilâf­ı emir” ve “mugâyir­ı lâyîha” yapılacak işlemlere müsaade etmeyecek, mesûliyet mücazât anlayı­şıyla görev yapacaktır77.

Evkaf Nezâreti bünyesinde merkezî yapı oluşturulduktan sonra, bundan sonra “idaresi on yıldan fazla açık kalan” her vakıf zaptedilerek78, “mazbut” hâle getirilmiştir. İlk yıllarda zaptedilen vakıflardan oldukça önemli gelirler elde edilmiştir79. Ancak suiistimaller nedeniyle devlet sürekli yeni nizâmnâ­meler80 çıkararak kontrolünü artırmaya çalışmıştır. Buna karşın İmparator­luğun son elli  yılında vakıfların özerk yönetimden merkezî  yönetime geçiş sürecinde, mukataalı, icâreteynli ve öşürlü olarak vakıflara gelir getiren kay­naklar,   mülkiyet   sisteminin   değişmesi   ile   mutasarrıfına   temliki   ve   devlet bütçesinin büyük açıklar vermesi sebebiyle vakıf imkânlarının devletçe kul­lanılması da vakıf kurumunun zararına ve hayrat kurumlarının da bakımsız kalmasına görevlilerinin maaşlarının ödenememesine yol açmıştır81. Evkaf­ı Hümâyûn Hazinesinin imkânlarının merkezî hazine tarafından kullanılma­sında yapılan suiistimallerin yanında Osmanlı Devleti’nin meşgul olduğu sa­vaşlar, isyanlar ve işgaller sebebiyle meydana gelen birtakım zorlamaların da etkisini  düşünmek gerekir.  İşin bu yönü   imparatorluğun tüm birimleri   ile birlikte ele alınmalıdır.

SONUÇ

Osmanlı Devleti’nde vakıflar, daha önce kurulanların üzerine yenileri ek­lenerek inkişaf etmiştir. Bu kurumlar, Osmanlı toplumu için asırlarca her türlü sosyal ve kültürel alanda hizmet üretmişlerdir. Bu hizmetlerin oldukça ayrıntılı alanlara kadar da yayıldığı görülmüştür. 16. yüzyılın ikinci yarısın­da, devletin siyasî ve iktisadî yükselişinin durması, vakıfları fikrî ve idarî açı­

77 VGMA, Ahkâm, 968/114.78 Bir örnek içim bk. Ramazanoğlu Halil Beyoğlu Piri Mehmed Paşa Vakfı, VGMA, Esas 2/1­60, 

26.8.1943 tarih ve 666/643 sayılı karar ile zaptedilmiştir.79 BOA, Ev. 18086/1­17. H. 20.C.1279/6.N.1283 yıllarında muhasebelerde bu mesele açık bir şe­

kilde görülmektedir.80 Düstur I/VIII, 1943; Düstur III/I, 1929; Düstur III/XVII, 1936.81 Bu konuda geniş bir değerlendirme için bk. Öztürk, a.g.e, s. 285­299.

16

82

MUSTAFA ALKAN / OSMANLI VAKIF SİSTEMİNDE BOZULMA ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER

lardan birtakım değişime zorlamıştır.  Bu değişimlerin bir kısmını vakıf hu­kuku (sistem), bir kısmını da vakıfların idaresinde yaşanan aksamalar yol açmıştır.  Fikrî olarak meydana gelen değişimi sistem zorlamıştır. Mîrî top­rakların vakıflaştırılması ile para vakıflarının kurulması fikri sistemin zorla­masının bir  sonucudur.  Vakıfların mukataalı,   icâreteynli  ve gedikli  olarak kiralanması,  mütevellilerin   ve  nâzırlarının   ihmâl   ve   ihânetleri   ise   idarede meydana gelen aksaklıkların bir sonucudur. Bunlara vakıfların imkânlarının devletçe kullanılması da eklenirse, Osmanlı Devletinin kuruluş ve yükseliş dönemlerinde ülkenin imâr ve iskânında, cemiyet hayatının yükselişinde çok büyük bir yere sahip olan bu kurumların önce yozlaşması sonra çöküşü da­ha iyi anlaşılacaktır.

Netice itibariyle eski vakıf sistemini yeniden teşkilatlandırmak ve bütün vakıfları merkezî bir yönetim ve denetim altında toplamak için Evkaf Nezâreti kurulmuştur.  Bu  tarihe  kadar,  Osmanlı   vakıflarının  idaresinden sorumlu merkez ve taşrada olan nâzırlar, Evkaf Nezâreti’ne bağlandı. Merkezî bir ya­pılanma olduğu halde yeni değişim ve gelişimlere ayak uyduramayan vakıf­ların idaresindeki kötü yönetim, yapılan reform mahiyetindeki girişimleri de boşa çıkarmıştır. Ayrıca vakıf gelirlerinin merkezde Evkaf­ı Hümâyûn Nezâ­reti Hazinesi’nde toplanması, dara düşüldükçe de merkezî hazineye aktarıl­ması, vakıf kurumlarının sonunu hazırlamıştır. Eski vakıflar için son aşama tasfiye çalışmalarıdır.

17

83


Recommended