Dr. Abdülkadir Özbek Psikodrama Enstitüsü
Sahnesel Etkileşim, Grup Psikoterapisi, Sosyometri
Hemşire Hasta İlişkisinde İletişim ve Empatinin Psikodramada Çalışılması
Psikodrama Tezi
Uzm. Psikolog Güzin Uğur
Tez Danışmanı: Uzm. Dr. Emre Kapkın
İzmir 2007
1
İÇİNDEKİLER
sayfa
1.Önsöz ve Teşekkür ..................................................... 2
2.Giriş ve Amaç ............................................................. 4
3.Genel Bilgiler ............................................................. 6
-İletişim ve empati ........................................................ 6
-Hemşire hasta iletişimi ............................................... 8
-Hemşirenin kendini ve başkalarını tanıması ............. 9
-Psikodrama ................................................................. 11
4.Yöntem ve Gereçler ................................................... 14
5.Psikodrama Grup Süreci Örnekleri .......................... 15
6.Tartışma ve Sonuç ..................................................... 49
7.Öneriler ...................................................................... 52
8.Kaynakça .................................................................. 53
9.Özet ............................................................................ 55
10.İngilizce Özet ........................................................... 56
11.Özgeçmiş ................................................................... 57
2
Önsöz ve Teşekkür Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği ................
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla girişeceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
....................
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca bütün benliğinle
Çünkü acılar da sevinçler gibi, olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat sunulmuş bir armağandır insana
Ataol Behramoğlu
Behramoğlu’nun bu çok sevdiğim şiiriyle başlamak istememin nedeni belki
psikodrama sürecimde “yaşadıklarımdan çok şey öğrendiğimi” anlatmak
isteyişimden, belki de psikodrama sahnesinde kazanmaya çalıştığımız spontanlığın,
farklı rolleri deneyimlemenin sağladığı esnekliğin ve yaşattığı coşkunun hayat
sahnesindeki ifadesini bu şiirde bulmamdandır.
Benim psikodramayla tanışma isteğim, bir psikolog olarak farklı yöntemlerle
alet çantamı doldurma çabalarımdan biri olarak başladı. Ancak psikodrama
dünyasına adım atınca kendim ve diğerleri ile ilgili karşılaştığım manzaralar
başlangıçtaki amacımı farklılaştırarak, yolcunun da manzaranın da kendim olduğu
3
içsel dünyama doğru serüvenli bir yolculukta buldum kendimi. Yol boyunca bana
eşlik eden ve serüvenimi gerçekleştirmeme yardım eden, bana çok şey öğreten
başta sevgili ustam Dr. Emre Kapkın’a, ve paylaşımlarıyla beni zenginleştiren tüm
grup arkadaşlarıma, bu tez çalışmasında yer alan hemşirelere ve yönetici
yardımcım Emine Pişmişoğlu’na, benden desteğini esirgemeyen aileme,
arkadaşlarıma sonsuz teşekkürler.
Bu tezi hemşire hasta iletişimi konusunda yapmak istememin sebebi,
çalıştığım kurumda bu konuyla ilgili verdiğim seminerlerin tam anlamıyla amacına
ulaştığı ile ilgili tereddütlerimden kaynaklanmaktadır.
Psikodrama eğitim serüvenimin sonunda hemşire grubuyla hasta iletişimini
çalışarak hem bu grup üyelerine hem de dolaylı da olsa bu hemşirelerle iletişime
geçecek olan hastalara fayda sağlayacağını umuyorum.
4
Giriş ve Amaç
Hayat denen oyunda üstlenmeyi hiç istemediğimiz rollerden bir tanesi hasta
rolüdür. Kimimiz kısa süreli hastalıklar (grip, nezle yada cerrahi bir müdahale),
kimimiz de uzun süreli, kalıcı hastalıklar nedeniyle bu role girmek zorunda kalırız.
Hepimiz zaman zaman bu rolü yaşamak durumunda olsak da başkaları hasta
olduğunda, bazen karşımızdakini anlamakta ve onun ihtiyaçlarını farketmekte
yetersiz kalırız.
Moles’e göre hastaların büyük çoğunluğu “seyyar hastalar” dan oluşur.
Seyyar hastalar birtakım protokolleri, ritleri, ilkeleri izlemek zorundadır. Periyodik
olarak hastane, klinik gibi tapınaklara gidip Tıp Tanrısına başvurarak bir vergi
ödemeleri gerekir. Hastaların kalan kısmı geçici olarak hastaneye yatırılmış olan,
bir bakıma parantez içi yaşam dönemini yaşayan “yataklı” hastalardır. Moles’e
göre yataklı hastanın, hastalığından başka bir “özellik”i yoktur. Yatan hasta hala,
daha bir insan olmak ve bunun işaretlerini algılamak isterse de hemşire ve doktorun
gözünde işleme tabi tutulacak bir nesnedir (Bilgin 2003).
Hastanın, hastalığı yaşayışı sırasında başa çıkmak zorunda kaldığı
psikososyal sorunlar, kişilerarası ilişkiler, toplumda sağlık hizmetlerinin genel
düzeyi, hasta ve hastalığa ilişkin sosyal temsiller, hastanın yaşam kalitesini
doğrudan etkilemekte, bunun sonucunda stres düzeyi yükselmiş tepkisel, öfkeli ya
da kurban rolüne bürünmüş olarak hastaneye yardım almaya gelmektedir.
Hemşirelik ve hemşirenin var olma nedeni, kişilerin karşılaştıkları ya da
karşılaşacakları sağlık sorunlarını çözmede yardıma ihtiyacı olmalarıdır. İnsanlar
sağlıklarını korumak, hasta olduklarında iyileşmek, sağlık ve hastalıkla ilgili
problemlerini çözümlemek için bu alanın “uzman” larına ya da meslek üyelerine
başvururlar ve yardım isterler. Hemşirelik de bu bağlamda, bakım veren, rahatlatan
ve besleyen bir sanat olarak algılanmaktadır. Hastanın günlük bedensel bakım
ihtiyaçlarının karşılanması her kültürde hemşirelik bakımı ile özdeşleştirilmiştir
(Velioğlu, Pektekin, Şanlı 1991).
Hemşirenin hasta ile olan ilişkilerinde neler olduğunu tanıması, açıklaması ve
anlaması onun verdiği hemşirelik bakımının niteliğini etkiler ve hastanın
iyileşmesini kolaylaştırır. Her zaman insanlarla ilişkide bulunması zorunlu olan
hemşirelik mesleğinin üyeleri, bu alanda yetenekli olmak zorundadırlar. Sağlık
ihtiyaçlarının karşılanması ve sağlık sorunlarının çözümünde rol alan hemşirenin,
5
bu rolünü oynayabilmesi birey, aile ve toplumla disiplinli ve entellektüel biçimli bir
tavırla ilişkisi sonucu mümkün olabilir (Velioğlu, Pektekin, Şanlı 1991).
Hemşirelerin hasta ile sağlıklı yardım edici iletişimler kurabilmesi, kendini
tanıması, mesleğine yönelik algısının ne olduğunu fark etmesi, hastanın istek ve
ihtiyaçlarının farkında olması ve hasta ile empati kurabilmesiyle yakından
ilişkilidir. Yapılan çalışmalar, hemşirelerin etkili kişilerarası ilişkiler ve iletişim
becerisi geliştirmesinin hastalar üzerinde olumlu etkiler (hizmetten memnuniyetin
artması, hastalık ve tedaviye uyum, iyileşmeye motivasyonun artması) yarattığını
göstermektedir (Daniels 1988, Evans ve ark.1998).
Bu çalışmada, bir grup hemşirede psikodrama yöntemiyle hemşire hasta
ilişkisinde iletişim ve empati becerilerinin arttırılması amaçlanmıştır. Bu anlamda
hemşirelerin hasta ile iletişimleri sırasında kendi mesleki rollerine bakışları, hastayı
algılama şekilleri iletişimi belirleyici unsurlar olarak incelenmiştir.
6
Genel Bilgiler
İletişim ve Empati:
İletişim kavramı literatürde farklı tanımlamalarla ortaya çıkmaktadır:
• Düşüncenin sözel olarak karşılıklı değiş-tokuşu
• İki kişinin birbirini anlaması, insanın karşısındakine kendini anlatabilmesi
• Organizma düzeyinde bile olsa ortak davranışa olanak veren etkileşim
• Bireyde benlikle ilgili olarak belirsizliğin azaltılması
• Duygu ve düşüncelerin aktarılma süreci
• Bir kişi ya da bir şeyin başka bir kişiye / bir şeye içinden aktarımla, değiş-
tokuşla dönüşme, değişme süreci
• Yaşayan bir evrenin parçalarının ilintilendirilmesi, bağlantılarının
kurulması süreci (Zıllıoğlu 1996).
İletişim geniş anlamda “kişi ve çevresi arasında iki yönlü ilişkiyi ilgilendiren
tüm aşamalar” olarak tanımlanabilir. Dinamik, akıcı, devamlı ve değişken bir
süreçtir. İletişimi “herhangi bir işaret yardımı ile duygu, düşünce ve anlamların
nakli ya da değiş tokuşu” olarak da tanımlayabiliriz (Velioğlu, Pektekin, Şanlı
1991).
Kişilerarası iletişim, kaynağını ve hedefini insanların oluşturduğu iletişimdir.
İçeriği ne olursa olsun, bir sorunu çözmek için insanların düşünce alışverişinde
bulunmaları, bir başka deyişle, iletişim kurmaları gerekir. Uygarca tartışma ve
konuşma becerisinin geliştirilmemiş olduğu toplumda, bir sorunu çözmek amacıyla
başlatılan etkileşim, kısa sürede sürtüşme ve çatışmaya dönüşür. İnsan ilişkileri
içinde sürekli yeniden tanımlanan bir varlıktır. Bir insanın ilişkilerinin niteliği, o
insanın yaşamının kalitesini belirler. İlişki sorunları gerçekte iletişim yani düşünce
alışverişi sorunlarıdır ve yaşamın değişik yönlerinde kendini gösterir (Cüceloğlu
1999).
Her iletişim belirli bir sosyal ortam içinde yer alır ve bu ortamla ilgili birçok
sosyal norm, değer ve beklentiler vardır. Kişi çoğu kez bu sosyal norm, beklenti ve
değerlerin farkında değildir, ne var ki gelen mesajlar bu norm ve beklentiler
çerçevesi içinde yorumlanır. Bir başka deyişle bir mesaj yorumlanırken mutlaka o
mesajın içinde bulunduğu sosyal ortam hesaba katılır. İçinde bulunulan sosyal
7
ortamın uyardığı beklentiler iletişimde bir aksaklığa yol açmazsa farkedilmez. Bu
beklentiler konuşan ve dinleyen arasında ortaksa, ortaya çıkan aksaklıklar kolayca
giderilir. Konuşanların beklentileri farklıysa ve onlar bu değişik beklentilerin
farkında değillerse temel iletişim aksaklıkları ortaya çıkar (Cüceloğlu 1999).
Kişinin kendi var oluş alanını fark etmesi, algılarını, fizyolojik tepkilerini,
görünürdeki ve görünürün altındaki duygularını, düşüncelerini, isteklerini fark
etmesi ile gerçekleşebilir. Görünürdeki (yüzeydeki) duyguların ve düşüncelerin bir
basamak altında, fark edildiğinde bireyi şaşırtacak bir takım duygular ve düşünceler
bulunabilir. Bu istek ve gereksinimleri tanımlamak gerekmektedir. Çünkü
tanışılmayan duygular, istekler, düşünceler ve gereksinimler bireyin davranışlarını
yönetir; tanışıldığında ise bu duygu, istek, düşünce ve gereksinimler yönetilebilir
(Dökmen 2000, Rohrer 2002, Nezlek 2002).
Kişilerarası iletişimde empati en önemli unsurlardan biridir. Diğer insanların,
başka bir deyişle “ötekilerin” iç dünyalarının farkındalığına “empati kurma”
denebilir. Empatiye yönelik birçok tanım yapılmıştır; Morse, Anderson ve ark.
(1992) empatinin dört önemli boyutunun olduğunu belirtmektedirler. Duygusal
boyut; bir kimsenin duygularını hayal yoluyla hissetmedir. Moral boyut; duyguları
anlamak için gerekli olan iç motivasyondur. Bilişsel boyut; diğerlerinin duygularını
anlayabilme yeteneği ile entellektüel ve analitik becerileri içermektedir.
Davranışsal boyutta ise; aktif dinleme, kritik etme (reflection) gibi iletişim
becerileri yer almaktadır. Barrett ve Lennard birey ile empati kurarken bu sürecin
dört aşamada gerçekleştiğini ifade etmiştir. Birinci aşama; bireyin duygularını fark
etmesi ve anlaması, ikinci aşama; iletişim kurması, üçüncü aşama; bireyin
dinlendiğini ve anlaşıldığını hissetmesi, dördüncü aşama ise; bireyin kendini ifade
etmesidir (Mete,Gerçek 2005). Ancak günümüzde üzerinde en fazla uzlaşılan
tanım, Rogers'ın 1970’li yıllarda ulaştığı empati anlayışıdır. Bu anlayışla yapılan
tanıma göre empati; bir kişinin kendisini, karşısındaki kişinin yerine koyarak,
olaylara onun bakış açısıyla bakması, o kişinin duygularını ve düşüncelerini doğru
olarak anlaması, hissetmesi ve bu durumu ona iletmesi sürecidir. Dolayısıyla
empati kurduğumuzda karşımızdaki kişinin var oluş alanını (kendine ve dünyaya
bakış tarzı) fark etmiş oluruz. Empati, empatik eğilim ve empatik beceri olmak
üzere iki yönüyle tanımlanabilir. Empatik eğilim, empatinin duygusal boyutunu
oluşturmakta ve bireyin empati yapma potansiyelini göstermektedir. Empatik
beceri ise bireyin empati kurabilme durumunu ifade etmektedir. Empati kurma
becerisi ve empatik eğilim geliştirilebilir. Empatik eğilim bireylerin duygusal
sorunlarını anlayabilme yeteneği ile bu sorunları olan bireylere yardım etme
isteğini içermektedir (Dökmen 1998).
8
Hemşire Hasta İletişimi:
Hemşireliği tanımlamak ve işlevlerini açıklamak üzere yapılan çalışmalar
Florence Nightingale’e uzanır. Nightingale’in kendi deyişi ile hemşireliğin amacı
“doğanın iyileştirmesini sağlamak üzere hastayı en uygun ortama koymak” dır.
Yirminci yüzyılın başlarında, hemşireliği, hekimlikten ayırmak ve her iki mesleği
eğitsel, işlevsel ve yasal açılardan tanımlamak gereği ortaya çıkmıştır. Hemşire
eğitimciler, hemşireler için tıbbi tanıya değil, ama hastanın gereksinimlerine ve
sorunlarına yönelik bir hemşirelik müfredat ders programı planlamanın gereğini
ortaya atmışlardır. Bu programlar geliştirilirken hemşireliğin tanımlanması ve
programın bu tanım doğrultusunda ele alınması durumu ile karşılaşmışlardır
(Velioğlu, Pektekin, Şanlı 1991).
Hemşirelik üstüne yapılan ilk tanımlardan biri, hemşirelik eğitiminin
öncülerinden Olivia Gowan’a aittir. Olivia Gowan, hemşireliği hem bilim hem de
bir sanat olarak ele almış ve hastaya akılsal, bedensel ve ruhsal açıdan bakım
verilmesi gerekliliğine inanmıştır. Hemşireliği sağlık eğitimi ve sağlığın
korunması, birey, aile ve toplumun sağlıkla ilgili gereksinimlerinin karşılanması
olarak tanımlamıştır. Peplau “Hemşirelikte Kişilerarası İlişkiler” adlı kitabında
hemşireliği şöyle anlatmakta, tanımlamaktadır: “Hemşirelik her şeyden önce bir
süreçtir. Hemşireliğin sürekli ve amaca yönelmiş yapısı, birey ile bireye bakan
arasında belli ve belirli adımlar, faaliyetler, uygulama ve eylem gerektirir.
Hemşireliğin gerektiği ve kullanıldığı durumlara bakacak olursak kolayca görürüz
ki bu süreç kişilerarası ve çoğu zaman terapötik bir süreçtir”. Bu hemşireliğin iki
yada daha fazla kişinin katılmasını gerektiren faaliyetlerden oluşan ve sonunda
katılanların bu ilişkilerden yarar gördüğü bir süreç olduğu anlamına gelmektedir.
Bu düşünceye hemşirelerin yaptıkları işlerin, teknik olduğu ortaya atılarak karşı
çıkılabilir. Şüphesiz, hemşirelik sürecindeki davranışlar hem kişilerarası hem de
teknik davranışları kapsar, ama sürecin kendisi hiçbir zaman teknik olarak
nitelendirilemez (Velioğlu, Pektekin, Şanlı 1991).
Hemşirelik, hasta ya da sağlık hizmetine gereksinimi olan birey ile, bu
yardım gereksinimini algılayıp, onu karşılamak üzere eğitilmiş hemşire arasındaki
insansal ilişkidir. Hasta ve hemşire arasındaki bu insansal ilişkiler, çoğu zaman
hastanın sorununun anlaşılması ve karşılanmasında, günlük teknik işlemlerden daha
aydınlatıcı ve anlamlıdır. Francis Reiter Kreuter ise iyi bir hemşirelik bakımı nasıl
olmalıdır’ı tartışırken, şimdilerde pek çok hemşirenin paylaşmadığı hemşirenin
“annelik rolü” nün önemine işaret etmiştir. Erikson’un çocukluğun gelişim
dönemlerindeki anne rolüne koşut olarak ele aldığı hemşire-hasta ilişkileri
9
incelendiğinde bu tanımlama anlam kazanmaktadır. Kreuter hemşireyi, tıpkı anne-
çocuk ilişkisinde olduğu gibi hastayı koruyan, ona öğreten, kendisinin yapamadığı
öz bakımı veren, onu destekleyen ve rahatını sağlayan bir meslek üyesi olarak
algılamaktadır. Bu temel gereksinimin faaliyetlerini göstermek, öğretmek,
denetlemek, rehberlik etmek ve bunları hasta ile iletişim kurarak planlamak ona
göre hemşireliğin ilgi alanı içine girmekte idi (Velioğlu, Pektekin, Şanlı 1991).
Hemşirenin rolünün önemli bir bölümü, bireyin karşılaştığı engelleri
aşmasını ve potansiyelini üst düzeyde kullanmasını sağlamak üzere yardımcı
olmayı kapsar. Şu halde hemşirelik bireye, günlük yaşam aktivitelerinde temel
ihtiyaçlarını karşılamak ve sağlıkları ile ilgili sorunlarla başedebilmelerine
yardımcı olmak üzere yapılan faaliyetler, iletişim ve ilişkiler sürecidir.
Hemşirelik uygulamalarında amaç, bireylerin hastalık deneyimleriyle
başetmelerinde ve yaşantılarından anlam bulmalarında onlara yardım etmektir.
Umudu sürdürmek ve umutsuzluktan kaçınmada hasta bireye yardım etme
profesyonel hemşirenin görevidir. Birey kendisini umut ve güven atmosferinde
hissederse, kendisini daha güçlü bulur. Hemşirenin davranışları umudu
geliştirmede büyük rol oynar. Çünkü hemşireler, bireylerin hastalık süreçlerinin her
anında, özellikle yeni tanı konulduğunda, tedavi sırasında ve özel gereksinimlerinin
karşılanmasında her zaman yanındadır (Kelleci 2005).
Hemşirenin Kendini ve Başkalarını Tanıması:
Kendini tanımada ön koşul, kişinin olumsuz, beğenmediği yönleriyle
yüzleşebilmesidir. Bir insanın kendi davranışlarını anlaması zor durumlarda
başetmesini kolaylaştırır ve diğer insanları anlamasının temelini oluşturur.
Hemşirelik özveride bulunulan bir meslek olarak görülmektedir. Bazen kişisel
gereksinimler hastaya yeterli bakım vermeyi engeller. Kendini iyi tanıyan hemşire
mesleki sınırlarını öncelikle kendi duygularını kontrol ederek belirler. Hastanın
uygun olmayan davranışlarını engelleyerek, hastaya hitabı ile, bedensel mesafesi ile
ve konuşma kapsamını belirleyerek profesyonel sınırlarını koyar (Kum 1992).
Kendini tanıyan bir hemşire gerçek duygu ve düşüncelerinin farkında olup,
yaşamı boyunca, gerek kişisel gerekse mesleki yönden kendini yönlendirebilmekte
ve çoğu kez başarıya ulaşabilmektedir. Oysa bunun tam tersi kendini tanımayan,
gerçek duygularının farkında olmayan hemşire her zaman sıkıntılı, her an kavga
etmeye hazırdır. İçinde bulunduğu ruhsal durum onu gerek aile bireyleri gerekse
10
meslek arkadaşları ve hastaları ile iyi olmayan ilişkilere sürükler, sonuçta da
mutsuz eder. Hemşireler hem kendi iç dünyalarında oluşan yaşantıların hem de dış
dünyadaki olayların farkında olabilmeli, çevrelerindeki bireyler tarafından nasıl
etkilendiklerini ya da bu bireyleri kendilerinin nasıl etkilediğini bilmelidir. Böylece
hem kişisel ve hem de mesleki yaşamlarını yönetme olanağını bulabilirler.
(Velioğlu, Pektekin, Şanlı 1991).
Birçok hemşire teorisyen hemşireliği; hasta ve hemşire arasında kurulan
iletişim olarak tanımlamaktadır. Kalish (1973), kişilerarası ilişkilerin
geliştirilmesinde empatinin en önemli unsur olduğunu belirtmiştir. Wilson ve
Kneisl, empatik anlayış olmadan kişilerin duygusal dünyalarına girmenin mümkün
olamayacağını ve gerçek anlamda bir yardım yapılamayacağını belirtmektedirler.
Etkili kişilerarası ilişkiler kurma, yardım etme ve danışmanlık becerileri bir
hemşirenin edinmesi gereken davranışlardır ve kaliteli hemşirelik bakımının ön
koşullarıdır. Anlaşılmak temel insan gereksinmelerinden biridir ve bireyi doğru bir
şekilde anlama hemşirenin empati becerisiyle ilişkilidir (Tutuk, Al, Doğan 2002).
Yapılan araştırmalar başkalarıyla empati kuranların onlara yardım etme
ihtimallerinin arttığını göstermektedir (Dökmen 1998).
Sağlık sorunları olan birey, aile ve topluma, disiplinli ve entellektüel bir
tavırla yaklaşan bir hemşire, durum ve olguları analiz ve sentez etme yetisine
sahiptir. Bu yaklaşımla karakterize bir hemşirelik, açık fikirliliği, ön yargıların
asgari düzeye indirilmesini, bakımından sorumlu olduğu kişilere empati ile
yaklaşmayı amaçlar.
La Monica ve Karschmer’e göre hemşireler hastalara empatik bir tutumla
yaklaştıklarında onların gereksinimlerini daha doğru saptayabilir ve olumlu
sonuçlar elde edebilirler. Çünkü hemşire tarafından anlaşıldığını hisseden birey
önemsendiğini, ona güvenildiğini ve değer verildiğini düşünür. Bu durumda
hemşirenin bireye ulaşması ve bireyin hemşirenin bakımını kabul etmesi kolaylaşır.
Dolayısıyla bireyselleşmiş bakım ve olumlu tedavi edici ortam sağlanmış olur.
Bireye verilen bu tür bir hizmet sonrasında iyileşme hızı artar, tedavinin olumsuz
sonuçları azalır. Olson ve Hanchet, Reynolds, Scott ve ark. empatinin etkin
kullanımının hastanın memnuniyetini ve genel sağlık durumunu da olumlu yönde
etkilediğini belirtmişlerdir (Mete, Gerçek 2005).
Empatinin hemşirelik eğitimi süresince ve etkili eğitim yöntemleriyle
geliştirilebilecek bir beceri olduğu kabul edilmektedir. Kalish (1973), 49 hemşirelik
11
öğrencisine insan ilişkilerine duyarlılık, didaktik model, rol yapma, modelden
öğrenme (video gösterimi ve teypten dinleyerek tartışma) ve deneysel grup
egzersizleri uygulamıştır. Uygulamadan hemen sonra ve iki hafta sonra yapılan
değerlendirmede öğrencilerin empati düzeylerinin arttığını belirlemiştir. La Monica
ve Karshmer, hemşirelik öğrencilerine yedi hafta boyunca toplam 8-10 saatlik
empati eğitim programı uygulamıştır. Uygulama sonunda öğrencilerin empati
düzeylerinin arttığını saptamıştır (Mete,Gerçek 2005). Özdağ (1999), hemşirelik
öğrencilerine psikodrama yöntemi kullanarak bir eğitim programı düzenlemiş,
program sonrasında öğrencilerin empati becerilerinin eğitim öncesine göre arttığı
görülmüştür. Yıldırım ve Yazıcı (2001), hemşirelikte kişilerarası ilişkiler dersinin
sınıflara göre empatik beceri puanı üzerindeki etkisini incelemişler, dördüncü sınıf
öğrencilerinin empatik beceri puanlarının diğer üç sınıf öğrencilerine göre yüksek
olduğunu saptamışlardır. Mete ve Gerçek (2005), Probleme Dayalı Öğrenim
yönteminin hemşirelik öğrencilerinin empati becerisine etkisini araştırmış,
yaptıkları araştırma sonucu öğrencilerin eğitimle birlikte empatik becerilerinde artış
olduğunu ortaya koymuşlardır.
Psikodrama:
Psikodrama, Avusturya’lı psikiyatri uzmanı J.L. Moreno’nun yaklaşık yarım
yüzyıl önce geliştirdiği bir psikoterapi yöntemidir. Moreno’ya göre psikodrama,
insan varlığını ve değişik yaşam durumlarındaki gerçeklerini drama yöntemleri ile
araştıran bir yaklaşımdır.
Psikodrama sözcüğü, pysche ve dramadan oluşur. Kelime olarak da ruh
dünyamızın eyleme dönüşmesi anlamına gelir. Psikodrama tedavisi insan
yaradılışından kaynaklanan davranış ve eyleme dayanır. Kişi hem kendisi, hem
tedavici, hem de grup aracılığı ile kendini tanıma, olumsuzları görme ve
değişebilme olanağını bulur (Özbek, Leutz 2003).
Psikodrama insanın üreticiliğinin ve spontanlığının sınırlarını yakalamasını
ve ulaşılan bu noktada eylem ihtiyacını karşılamasını hedefler. Psikodrama grup
psikoterapileri içinde belki de uygulama alanı en gelişmiş olan grup
psikoterapisidir. Tedaviden eğitime, endüstri psikolojisinden tiyatroya uzanan geniş
bir yelpaze içinde kendine uygulama alanları bulur. Doğası gereği hızlıdır. Birçok
önemli çalışmanın bir kaç saatin içine sığdığına tanık olunur. İnsanın üç temel ilişki
kurma biçimi olan empati, tele ve tranferans, tüm ilişkilerde varlığını gösterir.
Psikodrama sağlıksız ilişki kurma biçimi olan transferansların çözümlenmesini,
12
buna karşılık olarak sağlıklı ilişki kurma biçimleri olan tele ve empatinin
geliştirilmesini hedefler. Bu amaçla psikodramada üç temel teknik kullanılır; rol
değiştirme, eşleme ve ayna.
Psikodrama olayların, duygu ve düşüncelerin dramatize edilmesine yani rol
oynamaya dayanan bir ruhsal geliştirme ve tedavi tekniğidir. Psikodramanın yapısı
ve işleyişi büyük ölçüde rol kuramına dayanır. Moreno'nun rol kuramına göre her
birey çeşitli roller sergiler, yani belli bir rol repertuvarına sahiptir ve bu repertuvar
geliştirilebilir. Moreno’ya göre bunun en etkin yolu psikodramadır. Psikodrama
sahnesinde psikodramatik rolleri oynayan kişiler, günlük yaşamlarında diğer rolleri,
özellikle sosyal rolleri oynama konusunda beceri kazanabilirler. Psikodrama
sahnesinde kişiler rol oynama ve rol değiştirme yoluyla yeni rollerle tanışma,
bunları öğrenme şansına sahip olurlar. Rol değiştirmede, karşıdaki kişinin yerine
geçerek, o kişinin rolünü oynar, bir anlamda onunla empati yapmaya çalışır. Bu
hem başka bir insanın gerçeğini ve onun içinde bulunduğu durumu bir bütünlük
içinde kavrama olanağını, hem de bunun sonucu olarak empatiyi yapan kişinin
bilinç alanı kapsamının genişlemesini sağlar. Daha açık bir anlatımla empati yapan
kişi karşıdakinin rolünü yaşamakla, o yaşam deneyimini kendisi de yaşamış,
bilinçlenmiş olur (Dökmen 1995). Rol değiştirme diğer kişiye empatiyi sağlar ama
psikodrama bu yolla surplus reality dediğimiz çok boyutlu bir gerçekliği
yakalamamıza yardımcı olur. Davranışı değiştiren empatiden çok surplus reality
farkındalığıdır.
Empatinin birbirini tamamlayan iki bölümü vardır; birincisi bilme,
kavramayı kapsayan bilişsel olan bölümdür. İkincisi, tasarım ve imgelemeye
dayanan, duygusal olarak diğerinin rolünü almayı, onun rolünü yaşamayı içeren
bölümdür. İşte psikodrama uygulamasında diğer kişinin somut olarak
canlandırılmasında etkin olan bölüm de budur. Bu durumda diğer kişi o sırada ben
kendim olarak yaşanır. Başka insanların rollerini alarak, onlarla empati yaparak
temsil etmek, temsil eden kişinin empati yeteneğini arttırır. Empati kuran
psikodrama başlangıçta diğerini bir algılama nesnesi olarak yaşarsa da ondan sonra
onu artık sen olarak değil, rol değiştirme yoluyla ben kendim olarak ya da en
azından ben gibi yaşar (Özbek, Leutz 2003).
Eşleme tekniğinde kişi, eşleme yaptığı kişinin durumunu, iç yaşantısını
sezip, onları o imiş gibi dile getirir. Eşlemeyi yapan yardımcı-ben terapöt, yardımcı
terapöt ya da grup üyelerinden biri olabilir. Eşlemeyi yapan kişi protagonistin
arkasına geçer ve onun duruşunu ve yürüyüşünü taklit ederek kendini onun yerine
koyar ve protagonistin söyleyemediği, söylemek istemediği ya da o anda bilincinde
13
olmadığı duygularını dile getirir. Eşleme tekniği ile terapöt protagoniste yararlı
olacağına inandığı zaman onu yönlendirme olanağını da bulur. (Özbek, Leutz
2003).
Psikodramada kullanılan tekniklerden bir diğeri de ayna tekniğidir. Moreno
“kendiliğin fark edilmesi” gelişimsel evresini psikodramada ayna yöntemi ile
ilişkilendirir. Gerek Moreno gerekse Lacan çocuğun ayna önündeki davranışında
kendiliğin farkına varış evresinin ortaya çıkışını görürler. Bu anlamda ayna,
psikodramada çok küçük yaşların kalıntılarını, bedende yalnızca viseral düzeyde
duyumsamalar halinde depolanmış ve çağrışımsal bir yoldan imgeler haline
gelebilen anı izlerini ya da geçici olarak “yitirilmiş”, bastırılmış ve bilindışına
gömülmüş daha yakın anıları yüzeye çağırabilen terapötik bir araç olabilir. Ayrıca
bir güvenlik duygusu da verir: protagoniste “bu benim, bunu ben yapıyorum”
duygusunu yaşatır. Grup lideri ayna tekniği ile, protagoniste sözelleştirme ve
konuşmadan çok daha arkaik biçimde resimlerle düşünme yaşantısı sağlayacak bir
aleti elinde tutmaktadır. Anılarımızı temel olarak resimler halinde depolarız, tıpkı
düşte ve gündüz imgelemlerinde olduğu gibi organsal bir düzeyde yaşanmış
duyumsamalar da görsel bir yapıdan yüzeye çıkabilirler. Psikodramatik aynada
görünen tablo doğrudan anıları yüzeye çıkmaya kışkırtır. Aynayı izlerken
protagonistin içinde doğan duygular olabilir, bunlar düşlemlerin görünmesine yol
açabilir ya da doğrudan anıları yüzeye çağırabilir. Ayna tekniği, klasik olarak
protagonistin dışarıdan yardımcı ego temsilcisini kendi rolünde daha önce
kendisinin yarattığı eylem içinde görmesi biçiminde uygulanır. Böylece kendisi ve
kendi davranışı hakkında bir görüş edinir ve örneğin onu düzeltebilir. Kendisini bir
dış gözlemcinin gözleriyle görebilir. Belli olgularda böyle bir ayna görüntüsü
davranış değişikliğinin yer alması için yeterli olabilir, bazı olgularda bir adım ileri
gidilerek protagoniste temsilcisiyle konuşması, ona çözüm önermesi ve sonra bunu
uygulaması talimatı verilebilir (Erdélyi 2001).
Ildiko Erdélyi’nin (2001) “bilinçdışına yönlenlendirme” adını verdiği bir
başka ayna türünde, temel önemli sahnelerden sonra protagonist ve yönetici
olayları birlikte gözden geçirirken yönetici ondan resim ya da sahneyi kendisiyle
ilgili değilmiş sanki bir fotograf, bir sanat yapıtı, bir heykel ya da film izliyormuş
gibi görüntülemesini ve aklına ne gelirse onu söylemesini yani çağrışım yapmasını
ister. Resmin ya da sahnenin adının ne olabileceği, sahnenin kendisine anımsattığı
kişilerin kimler olduğunu sorar. “Aynanın önünde” bizim gizli ya da kısmen gizli
düşlemlerimiz ve anılarımız düşlerimizde ortaya çıkabildiği gibi ortaya çıkar.
14
Yöntem ve Gereçler
Grubun Oluşma Koşulları:
Grup üyeleri aynı askeri hastanede farklı kliniklerde görevli 12 hemşireden
oluşmaktadır. Hemşirelerin her biri gruba kendi istekleri ile katılmışlardır. Tezin
yazımında üye isimleri takma isimlerle değiştirilmiştir.
Grup Çalışması:
Hemşire grubuyla 2006 yılında 4’er saatlik toplam 14 psikodrama oturumu
gerçekleştirilmiştir. Psikodrama grup süreci içinde yer alan, hemşire hasta
iletişimleri ile ilgili protagonist ve grup oyunları bu çalışmada kullanılmıştır.
Tez çalışması, 9’u hasta heykeli, 11 protagonist oyunu ve 1 grup oyunundan
oluşmuştur.
Hemşirelerin iletişim kurdukları hastaları nasıl algıladıklarını ve hastalar
tarafından nasıl algılandıklarını fark etmelerini sağlamak amacıyla gözlerini
kapatmaları, kendilerini serbest bırakmaları ve hasta deyince ne yaşadıklarına,
gözleri önünde canlanan imgelere bakmaları ve bir hasta heykeli oluşturmaları
istendi. Heykelleri çalışılan hemşireler önce heykellerine karşıdan bakarak ne
yaşadıklarını ifade etti. Sonra hasta heykelleri ve onları oluşturan her bir parçayla
yer değiştirerek hasta heykelleriyle empati yaptılar. Hemşirelerin bir kısmının hasta
heykeli hareketli heykellerden oluşmaktaydı.
Grup oyununda, hemşirelerin iletişimde güçlük yaratan farklı hasta
davranışlarıyla karşılaşmalarına ve onlarla iletişim kurmaya yönelik bir çalışma
gerçekleştirilmiştir.
15
Psikodrama Grup Süreci Örnekleri
Psikodrama grup süreci içinde grup oturumlarının başlangıcından itibaren
kendini tanıtma (adının başına olumlu ve olumsuz bir sıfat ekleyerek), empati
oyunu, adım oyunu (sosyometri çalışması), büyüme ve ilişkiler, sihirli ayna, güven
havuzu, kendinin doktoru gibi ısınma oyunları oynanmıştır. Grup üyelerinin
ihtiyaçları doğrultusunda (Açelya’nın teyzesi ile iletişim sorunu, hastaneye yeni
tayin olan Pelin’in dışarıda kalmışlık duygusu, Kardelen’in kızıyla yaşadığı okul
sorunu v.b.) protagonist oyunları çalışılmıştır. Burada, tez çalışmasını oluşturan ve
grup süreci boyunca zaman zaman çalışılan hasta heykelleri, hasta iletişimi ile
ilgili protagonist oyunları ve grup oyununa yer verilmiştir.
1. Hasta heykelleri
Grup süreci içinde grup üyelerinin pek çoğu zaman zaman, hastalarla
yaşadıkları olumsuz deneyimleri ve bunun sonucu hissettikleri olumsuz duygularını
ifade etmelerine rağmen, bir çoğu bir protagonist oyunuyla bunlara bakmaya istekli
olmamıştır. Bu yüzden hemşirelerin hasta algılarına bakmak ve hastayla empati
yapmalarını sağlamak amacıyla hasta heykelleri imgelemeleri istenmiştir. Hasta
heykelleri oluşturmalarına yardımcı olmak amacıyla şöyle yönerge verilmiştir:
“Şimdi gözlerinizi kapayarak rahat ve derin nefesler almanızı istiyorum... Her derin
nefesinizle daha da gevşediğinizi hissediyorsunuz... Gittikçe daha derin daha derin
nefesler alırken bedeniniz daha da gevşiyor... Şimdi geçmişten bugüne kadar
hastalarla yaşadığınız bütün deneyimler bir hasta heykeli oluşturmanız için biraraya
geliyor... Şimdi hasta deyince zihninizde canlanan ilk imgeye bakmanızı istiyorum.
Herhangi bir şekil, nesne veya insan olabilir. Hiçbir eleme yapmadan bırakın
imgeler aksın. Hasta heykeliniz oluştuğunda gözlerinizi açabilirsiniz.”
Kardelen’in hasta heykeli:
Kardelen, masum bakan bir kedi gördüğünü söyledi. Sahnede grup üyelerini
kullanarak kediyi yapması istendi. Kedinin gövdesi için Gül’ü, kuyruğu için
Nergis’i seçti. Gül’e nasıl durmasını istediğini, kendi onun yerine geçerek gösterdi;
hafif boynu sola eğik, arka ayakları üzerine oturmuş, ön patileri üzerinde dik
duruyor pozisyonda. Yaptığı kediyi karşıdan bir süre seyretti. ‘Masum bakan,
yardıma ihtiyacı olan bir kedi’ diye tanımladı. Karşıdan kediye bakarken şefkat,
16
yardım etme isteği hissettiğini ifade etti. Kedinin yerine geçmesi ve yaşadıklarına
bakması istendi.
Kedinin gövdesi yerine geçtiğinde, ‘yardıma ihtiyacım var. Bana yardım
edilmesini istiyorum. Ben zavallı, masum bir kediyim’ diyerek kedinin duygu ve
düşüncelerini seslendirdi.
Yönetici: Sen bir kedisin, gerçekten o kadar masum ve korunmasız mısın? Kendini
korumak için pençelerin de var.
Kedi: Evet pençelerim de var. Eğer beni kızdırırlarsa pençelerimi çıkarır, kendimi
korurum. O zaman hırçınlaşır ve asileşirim. İstediğim yardımı alamazsam
beklediğim gibi davranılmazsa tırmalarım, kendimi korurum.
Daha sonra kuyruğunun yerine geçmesi istendi.
Kuyruk: Ben hareket etmesi için yön veririm. Bir şeyi istediğimde kuyruğumu
dalgalandırırım, anlasınlar diye. Hoşlanmadığım bir şey olursa, üstüme basarlarsa
ona (kediyi göstererek) pençelerini çıkarması için işaret veririm.
Bu kedinin nerede durduğu sorulduğunda; bir evin çimenli bahçesinde
durduğunu söyledi. O evin kedisi olduğunu, hava almak için bahçeye çıktığını
ekledi. Evdekilerle arasının nasıl olduğu sorulduğunda, evdekilerle arasının iyi
olduğunu, evdeki çocukların onunla oynamak istediğini, bazen de onu çok
çekiştirdiklerini ve rahatsız ettiklerini söyledi. ‘O çocukları görebilir miyiz?’ diye
sorulduğunda Kardelen ‘bir kız çocuğu, şımarık. Kedinin orasını burasını
çekiştiriyor, onu rahatsız ediyor. Kedinin üzerinde bazı işlemler yapmak istiyor.
Kedi yaptırmak istemiyor, huysuzlanıyor, huzursuzlaşıyor’ dedi. Yönetici, bu kız
çocuğu için gruptan birini seçmesini istedi. Kız çocuğu olarak Nilüfer’i seçti.
Nilüfer, Kardelen’in ifade ettiği gibi kediyle oynamak için onu çekiştirmeye, ona
bir şeyler bağlamaya, orasını burasını kurcalamaya başladı. Kedi huzursuzlanmaya
başladı. Küçük kız bu arada kedinin rahatsızlık duyduğuna aldırmadan canının
istediğini yapıyordu. Kardelen'den küçük kızın yerine geçmesi istendi. Küçük kızın
yerine geçerek sahne tekrarlandı.
Yönetici: Bu hasta bir kedi. Sen kimsin?, ne yapıyorsun?
Küçük kız: Genç bir hemşireyim, ona istemediği şeyleri uyguluyorum, onu
hırpalıyorum.
Yönetici: Neden onu hırpalıyorsun?
Küçük kız: Aslında ona iyilik yapmaya çalışıyorum, yardım etmeye çalışıyorum
ama çok tecrübesizim, nasıl davranacağımı tam olarak bilemiyorum.
17
Kedinin yerine geçtiğinde ise küçük kızın kendisine aldırmadığını, sevecen
davranmadığını söyledi.
Oyun sonlandırıldığında Kardelen o küçük kızın davranışlarının, kendisinin
ilk hemşire olarak işe başladığı zamanı hatırlattığını, o zamanlar işi yapma telaşı ve
tecrübesizliği yüzünden hastanın ne hissettiğine bakmadığını söyledi. Hastayı
yardıma ihtiyacı olan masum bir kedi gibi görüyordu. Ama zaman içinde kedinin
pençelerini de görmüştü ve ona karşı kızgınlıkları oluşmuştu. Gül, kedi rolünde
iken kendini o kadar masum ve korunmasız hissetmediğini, zaman zaman hırçın
olabilen ve kendini pençeleriyle koruyabilen bir kedi olduğunu ifade etti. Ancak
kendisine bir saldırı olduğunda ya da canı yandığında hırçınlaştığını söyledi.
Nergis, kuyruk olarak üzerine basılmadığı sürece bir problem olmadığını belirtti.
Bu imajinasyon çalışmasında hemşirenin kendi mesleki süreci içinde
hastayla ilişkisini, başta olumlu ancak üzerinde birtakım işlemlerin yapıldığı bir
oyuncak gibi algıladığı, zaman içinde mesleki deneyimleriyle birlikte hastalara
karşı negatif yargılar oluşturduğu fark edildi. Grup üyeleri paylaşımları sırasında,
hemşirenin hastayı üzerinde işlemler yapılacak bir nesne olarak algılamasının,
hastanın öfkeli ve saldırgan yönünü kışkırttığını fark ettiklerini ifade ettiler.
Kardelen, daha ileriki bir grup toplantısında, kendisinin tepkisel bir insan
olduğunu ama şimdi hastalarla iletişiminde daha sakin davranabildiğini ifade etti.
Nilüfer’in hasta heykeli:
Nilüfer, gözünde iki farklı imaj canlandığını ifade etti. Birinci imajı bir Zeus
heykeli, ikincisi ise yerde baygın uzanmış bir kuştu. Önce Zeus heykelini yapması
istendi. Kaidenin üzerinde duran heybetli bir heykel. Menekşe’yi Zeus olarak seçti;
bir sandalyenin üzerine çıkarttı. Kolları yanlarda, hafif yukarı doğru kalkmış,
omuzları dik, göğsü kabarık, üstten bakan bir heykel. Nilüfer, heykeli karşıdan
seyrederken ‘heybetli, kibirli, üstten bakıyor, güçlü görünüyor’ diye tanımladı.
Yönetici: Neden yapılmış bu heykel?
Nilüfer: Çok kolay kırılacak bir maddeden yapılmış, gri alçıdan, kırılgan bir yönü
var. ‘Herşeyi ben yarattım’ edasıyla duruyor.
Yönetici: Ona bakarken ne hissediyorsun?
18
Nilüfer: Tedirginlik, korku hissi var.
Yönetici: Neden korkuyorsun?
Nilüfer: Yanlış yapmaktan.
Yönetici Nilüfer’in Zeus’un yerine geçmesini isteyerek şimdi ne hissettiğini sordu.
Zeus: Ben güçlüyüm. Herkese tepeden bakarım. Bana yardım etmek zorundalar.
Yönetici, Zeus’u eşleyerek ‘ben bir tanrıyım, her şeyi ben yarattım. Benim
sayemde buradasınız, benim sayemde böylesiniz’ dedi. Nilüfer bu eşlemeyi
onayladı ve devam etti.
Zeus: Ben olmazsam siz bir hiçsiniz. Sizi var eden benim. Bu yüzden ben
önemliyim. Bana itaat etmek ve hizmet etmek zorundasınız. Eksik yada yanlış
yaparsanız cezalandırılırsınız.
Yönetici: Çok güçlüyüm, tanrıyım diyorsun ama bak alçıdan yapılmışsın. Alçı
kolayca kırılır, o kadar sağlam değildir.
Zeus: Evet aslında güçlüyüm ama bu benim hiç zayıf noktam olmadığı anlamına
gelmiyor. Yapıldığım madde benim zayıf noktam. Kırılmaya da çok müsaitim.
Nilüfer tekrar kendi yerine geçip heykeline karşıdan baktı. Bu güçlü ve
otoriter tavrının kendisini korkuttuğunu, tedirgin ettiğini, kendini zayıf ve güçsüz
hissettirdiğini belirtti.
İkinci imaj olarak gözünün önünde yerde baygın olarak uzanmış bir kuş
canlandığını söyledi. Kuş için Nergis’i seçti. ‘Bayılmış, öyle sere serpe yatıyor,
yardıma ihtiyacı var’ diyerek nasıl göründüğünü tanımladı. Kuşun yerine
geçtiğinde, ‘bir serçeyim ben, bayılmışım. Beni kaldırmalarını, yardım etmelerini
bekliyorum. Kendimi zayıf ve güçsüz hissediyorum’ dedi.
Grup paylaşım için halka oldu. Menekşe, Zeus rolünde kendini güçlü ve
umursamaz hissettiğini, Zeus’a aşağıdan bakınca (Nilüfer Zeus olduğunda)
görkemli, hükmeden ve “küçük dağları ben yarattım, sizi ben yarattım” edasını fark
ettiğini ama buna aldırmadığını, ‘kendini öyle mutlu hissediyorsa öyle davransın’
diye düşündüğünü belirtti. Nilüfer bazı hastalar karşısında neden paniğe kapıldığını
fark ettiğini, onların rütbelerinden ve otoriter tavırlarından dolayı onları tanrı gibi
gördüğünü anladığını ifade etti. Yönetici, tıpkı onun heykelinin kırılabilir alçıdan
yapıldığı gibi ne kadar güçlü görünürlerse görünsünler onların da kırılgan
yönlerinin olduğunu söyledi. ‘Alçıdan bir heykel dışarıdan ilk bakışta sert ve
güçlüdür ama kırılmaz değildir’ dedi ve ‘hiç kimse o kadar güçlü değildir’ diye
ekledi.
19
Nilüfer’in hasta heykeli denilince gözünde iki imaj canlanmıştı; birincisi
güçlü, hükmedici ve etrafındakileri tebası, hizmetçisi olarak gören tanrı heykeli,
diğeri yerde yatan, yaralı, yardıma muhtaç bir serçe. İlk bakışta bu iki imaj
birbirine tezat iki farklı algıyı ifade ediyor gibi gözükse de güçlü tanrı Zeus’un
kırılgan, en ufak darbede bile parçalanacak alçıdan yapılmış yapısı ve özen ve
ilgiye olan ihtiyacı aslında yerde yatan serçenin zayıf, yardıma muhtaç haliyle
eşdeğer gibiydi. Sadece tek fark yaralı serçe yardım etme isteği uyandırırken,
kırılgan tanrı korku ve kızgınlık duygusunu ortaya çıkartıyordu.
Yasemin’in hasta heykeli:
Yasemin gözünü kapattığında, anne, baba ve çocuk üç kişilik bir penguen
ailesi gördüğünü söyledi. Penguenlerin nasıl göründüğü sorulduğunda,
penguenlerin hepsinin siyah beyaz renkleri olduğunu ifade etti. Her penguen için
siyah ve beyaz renkli kısımları olarak ikişer kişi seçmesi istendi.
Baba penguenin beyaz kısmı ---- Papatya
Babanın siyah kısmı -------------- Nergis
ve sahneye yerleştirdi. Siyah kısmı beyaz kısmın sırtına yapışık ve omuzlardan öne
doğru sarkıyor.
Anne penguenin beyaz kısmı ----- Kardelen
Annenin siyah kısmı --------------- Pelin
Anne pengueni aynı şekilde baba penguenin solunda ayakta durur pozisyonda
yerleştirdi.
Çocuk penguenin beyaz kısmı ----- Nilüfer
Çocuğun siyah kısmı ---------------- Menekşe
Çocuk pengueni anne penguenin yanına yerleştirdi ve onunla elele
tutuşturdu. Karşıdan onları seyrederken onları nasıl gördüğü sorulduğunda, baba
pengueni heybetli, suratsız, ciddi, biraz da öfkeli bakan biri şeklinde tanımladı.
Anne penguenin daha sevimli, kabullenici göründüğünü söyledi. Çocuk penguenin
ise meraklı baktığını ifade etti. Baba penguenin her şeyden kendisinin de haberdar
olmasını, kendisine bilgi verilmesini, eşinin yerine kendisinin dikkate alınmasını
istediğini, anne penguenin daha pasif göründüğünü sözlerine ekledi.
Baba penguenin siyah kısmı yerine geçtiğinde kendisinin nasıl bir penguen
20
olduğu sorulduğunda; siyah beyaz renkli penguenlerden olduğunu söyledi. Ailenin
diğer üyelerinin de öyle olduğunu ekledi. Baba penguen olarak her şeyin kontrolü
altında olmasını isteğini, her şeyden haberdar olmak istediğini söyledi. Penguenin
siyah kısmı olarak, ‘bana bu hizmeti vermek zorundalar, beni bilgilendirmek
zorundalar ama bu hemşireler bilgi vermiyor. Yeterince ilgi göstermezlerse
sinirlenir, onlara hadlerini bildiririm. Eşimle ben de muayenelere girmek istiyorum.
Onu yalnız bırakmak istemiyorum. Bana bu hakkı tanımak zorundalar. Bu benim
en doğal hakkım’ dedi. Beyaz kısmı yerine geçtiğinde, ‘benle iyi yönde iletişim
kurarlarsa iyi yanıt veririm. Benim de eşimle ilgili endişelerim var. Eşim ve yeni
doğacak bebek için kaygılıyım. Bir problem çıkar diye korkuyorum. Panik halim
nedeniyle sinirli davranıyorum, acele ediyorum. Aslında rütbemi kullanmak
istemiyorum. Aslında iyi bir insanım. Benim de insancıl yönlerim var ama öyle
davranmak zorunda kalıyorum’ diye kendini ifade etti.
Anne penguenin yerine geçtiğinde ve siyah kısmı olduğunda, ‘ben rütbeli
eşiyim. Bana düzgün davranmak, hizmet vermek zorundalar. Bu eşimin konumu
bana biraz da yük, sırtımda taşımam gereken bir şey ama iyi yardım ve hizmet
almam için kullanmam gerekiyor.’ Beyaz rengin yerine geçtiğinde ‘zaman zaman
eşimin konumunun yarattığı yükten kurtularak bağımsız olmak, kendim olarak
varolmak istiyorum. Bu sırtımdaki yük nedeniyle kendimi ezik hissediyorum’ dedi.
Çocuk penguenin siyah kısmı yerine geçtiğinde, ‘yeni bir kardeşim geleceği
için meraklıyım. Nasıl olacak, acaba beni eskisi gibi sevecek, ilgilenecekler mi? Ya
onu daha fazla severlerse?’ diyerek endişelerini dile getirdi. Beyaz rengi yerine
geçtiğinde, ‘kardeşim olacağı için sevinmeliyim, onunla birlikte oynayabiliriz,
biraz büyüyünce babam ikimizi birlikte parka götürür. Evde kardeşim olunca hiç
canım sıkılmaz, onunla oynarım’ dedi.
Grup halka olduğunda Yasemin, kendisi kadın doğum kliniğinde
çalıştığından oraya gelen hamilelerin yürüyüşünü, tavrını penguenlere benzettiğini
ve aileyi de penguen ailesi gibi gördüğünü, bu yüzden böyle bir heykel hayal
ettiğini belirtti. Yönetici yardımcısı Emine, penguende beyaz kısmın, özellikle de
baba penguendeki beyaz kısmın sanki onun yumuşak karnı olduğunu hissettiğini
söyledi. Belki de verdikleri mesajın, ‘benim hangi yönüme hitap ederek
davranırsanız size o yönümle karşılık veririm’ olabileceğini belirtti. Nilüfer
hastalarla iletişim kurarken biraz politik davranmak gerektiğini ifade etti. Yönetici,
hastalarla iletişim kurarken bu penguen heykelini akılda bulundurmanın herkese
faydası olacağını, her hastada siyah ve beyaz yönlerin olabileceğini fark etmenin
onların gerçekte neye ihtiyaç duyduklarını anlamada yardımcı olabileceğini belirtti.
21
Her iyinin içinde kötü, her kötünün içinde iyilik barınabilir (Yin Yang).
Gül de benzer olaylarla karşılaştığını, çocuk polikliniğinde çalıştığını, bütün
çocukların babalarının rütbeleri ne olursa olsun eşit olduğunu, hepsinin hastalığının
aynı derecede önemli olduğunu düşündüğünü söyledi ve ‘bir albayın rütbelerini
göstererek öncelikle kendi çocuğunun alınmasını istemesi bende kızgınlık yaratmış,
kendimi çok rahatsız hissetmiştim. Ama şimdi onun çocuğu ile ilgili endişelerini
daha iyi anlıyorum’ dedi.
Yasemin’in hasta heykeli tüm grup üyeleri için hastayla ve hasta yakınıyla
iletişim kurarken onu anlamaları ve nasıl davranmaları gerektiği konusunda ipucu
veren, her hastanın dıştan görünen öfkeli tavrının nedenleri ve yumuşak karnı
olabileceği konusunda farkındalıklar yaşatan örnek bir çalışma oldu.
Yasemin bir hafta sonraki grup oturumunda geçen bir haftalık süre boyunca
poliklinikte hamile hastaların ve onlarla birlikte gelen eşlerinin endişe ve
meraklarını daha iyi anlayabildiğinden, gergin davranan hamile eşlerine daha sakin
davranarak ve açıklayıcı konuşmalar yaparak onları rahatlatabildiğinden, bunun
kendisini daha iyi hissetmesine neden olduğundan bahsetti. Aynı grup oturumunda
Nilüfer de hem kendi heykel çalışmasının (Zeus ve serçe heykelleri) hem de
Yasemin’in çalışmasının (penguen ailesi heykelleri) hastalarla ilişkisi sırasında
faydası olduğunu söyledi. Özellikle yüksek rütbeli hastalarla muhatap olurken,
penguenin beyaz kısmını ve kendi Zeus heykelinin kırılgan alçıdan oluşunu
hatırlamasının onlar karşısında işini daha rahat, emin yapmasına ve daha olumlu
diyaloglar kurabilmesine neden olduğunu sözlerine ekledi.
Menekşe’nin hasta heykeli:
Çorak dağda bir dağ lalesi, yanında bir çalı. Çalı olarak Gül’ü seçti ve onu
toprak zeminde yuvarlak, açık soluk yeşil olarak tanımladı. Lale olarak Nergis’i
seçti. Çalının altından çıkan açmış bir lale olduğunu söyledi. Önce hangisinin
yerine geçmek istediği soruldu. Çalının yerine geçmek istediğini söyledi. Çalıya
‘burada görevin ne? Ne yapıyorsun?’ diye soruldu.
Çalı: Ben onu kötülüklerden koruyorum, güneşin zararlı etkisinden koruyorum.
Yönetici, grup üyelerinden birine (Açelya) güneş olması için işaret etti. Açelya
güneş olarak sandalyenin üzerine çıkarak lale ve çalının karşısına geçti. Tekrar
22
çalıya, kökleri kendi altında olan lale ile aralarında nasıl bir ilişki olduğu
sorulduğunda;
Çalı: Hayvanların yaklaşarak zarar vermelerinden, onu koparmalarından, güneşin
etkisiyle solmasından koruyorum. Onun bir parçasıyım ben, koruyan yönüyüm.
Lalenin yerine geçmesi istendiğinde, ‘ben güzel, zarif, narin bir çiçeğim, kırmızı bir
laleyim. Çalının burada olması bana güven veriyor, beni koruyor, bana zarar
vermelerine engel oluyor’ dedi.
Yönetici: Yeni, genç bir lale misin, yoksa daha yaşlı mı?
Lale: Yapraklarım açtığına göre daha olgunum.
Yönetici: Renginin kırmızı olmasının bir anlamı var mı?
Lale: Canlı olduğum için kırmızıyım, kırmızı canlılıktır. Çalı beni koruyor, güneşin
zararlı etkisinden de beni koruyor. Gölgesinden faydalanıyorum.
Çalı rolüne tekrar geçmesi istenir.
Çalı: Ben onu koruyorum, dikenlerim ona yaklaşıp koparmalarına engel oluyor.
Benim yanımda güvende, canlı.
Yönetici: Sen nesin, kimsin?
Çalı: Ben sağlıkçıyım, hemşireyim.
Güneşle rol değiştirmesi istendiğinde;
Güneş: Buradan lale çok zavallı görünüyor, Ona acıdım. Ben burada görevimi
yapıyorum. Çalı onu koruduğunu söylüyor ama aslında o da benim ışınlarıma
maruz kalıyor. Benim ışınlarıma yaşamaları için ihtiyaçları var ama aynı zamanda
onlar için zararlı da olabilirim. Aslında ikisi de aynı konumda. Sadece çalı biraz
daha güçlü, lale daha narin.
Menekşe, güneş rolünden çıkıp tekrar dışarıdan bakınca lalenin o kadar zayıf
görünmediğini, ama güneşin yerine geçtiğinde onu aciz gibi gördüğünü ifade etti.
Güneşe dışarıdan bakınca onun güçlü, her şey onun elindeymiş gibi
hissettiğini, lale ve çalıya yararı da zararı da olduğunu ekledi. Yöneticinin ‘yaşam
ve ölüm gibi mi?’ sorusuna; ‘evet yaşam ve ölüm’ gibi diye yanıt verdi. Yönetici
‘tanrı gibi, yaşam gibi’ diye ekledi.
Grup paylaşım için halka olduğunda, Yönetici Menekşe’ye ‘role girenlerin
rol geri bildirimlerini dinler misin?’ diye sordu. Menekşe dinlemek istediğini
söyledi.
Gül, çalı rolündeyken laleye yardım etmek istediğini ama yapabileceği şeyin
23
sınırlı olduğunu, onu tek bir yönden koruyabileceğini, ama diğer yönlerden
koruyamadığını, diğer yönlerden tehlikeye açık olduğunu söyledi. Çalı olarak da
hemşire olarak da hayatının bir yanında var olduğunu ve yardım edebileceğini ama
hayatın her yönünde, her an olamayacağından, onun için yapacaklarının, onu
korumasının sınırlı olduğunu, lalenin diğer yönlerden tehlikeye açık olduğunu
ekledi. Nergis, lale olarak çalının yanında kendini iyi hissettiğini, güvende
hissettiğini ifade etti.
Güneş rolündeki Açelya tepeden lale ve çalıya bakarken kendini çok güçlü,
hakim, aşağıdakileri zayıf algıladığını ifade etti. Emine (yönetici yardımcısı)
kendini güneş yerine koyduğunda, bunun lalenin süreci olduğunu, bu sürece
kendisinin bir etkisinin olamayacağını, her canlı gibi onun da kendi sürecini
yaşayacağını, ‘birşey zamanı gelince olur’ şeklinde düşündüğünü söyledi. Güneşi
tanrı gibi algıladığını ekledi. Menekşe bunu onayladı.
Yönetici, Menekşe’ye neden çalıyı seçtiğini fark edip etmediğini
sorduğunda, Menekşe bilmediğini söyledi. Çalı hareketsiz tek taraftan
koruyabiliyordu. Bunun kendi hemşirelik rolüyle ilgisi olup olmadığı, kendini
hemşire olarak böyle algılayıp algılamadığı soruldu. Menekşe ‘tam farkında
değilim ama bazı durumlarda çok yapılacak bir şey olmuyor’ diye ekledi. Hangi
klinikte ve hangi hastalarla çalıştığı sorulunca nöroloji hastalarıyla çalıştığını
söyledi ve niçin böyle bir imaj canlandığını şimdi daha iyi anladığını ifade etti.
Menekşe’nin hasta heykeli, hem hasta ile olan ilişkisinde hastayı nasıl
algıladığını (zayıf, korunmasız, yaşamak için yardıma muhtaç) hem de hemşirelik
rolüne bakışını ortaya koymaktadır. Çalıyı kendi mesleki rolüyle özdeşleştirmesi,
hastayla ilişkisinde güçlü, daha sağlam, koruyucu rolde olduğunu, lalenin
köklerinin çalının altında olması, yaşamak için gerekli gıdasını ona veren, hayatta
tutan rolünü de üstlendiğini gösteriyordu. Ancak güneş imajı ile yaşam ve ölüm
karşısındaki çaresizliğini de dile getiriyordu.
Menekşe bir sonraki grup toplantısında hemşirelik rolü açısından kendini
çalıyla özdeşleştirdiğini, Gül’ün verdiği geri bildiriminde olduğu gibi, hastaya
yapılan yardımın bir yere kadar olduğunu, bazı durumlarda yetersiz kalındığının,
çaresizlik yaşandığının farkına vardığını, bazen hastayı yaşamda tutmak için çalı
gibi koruyucu bir rolde ne kadar çaba harcadığını anladığını, bunun zaman zaman
kendisini yıprattığını ancak kendi heykel çalışmasıyla yaşam sürecine müdahalede
herkes gibi kendisinin de yapabileceklerinin sınırlı olduğunu farkettiğini söyledi.
24
Ama yine de lalenin çalının varlığından olan memnuniyetini, çalışırken hastalarla
iletişiminde hissettiğini ve bunun kendisini daha faydalı olarak algılamasına neden
olduğunu ekledi.
Açelya’nın hasta heykeli:
Kum (ıslak toprak) kümesinin üzerine dikilmiş bir mezar taşı gördüğünü
söyledi. Mezar taşının duruşunu gösterirken üzerinde ‘1911-1935’ yazdığını şimdi
fark ettiğini, ama bunun nereden geldiğini bilmediğini söyledi.
Mezar taşı olarak Nergis’i, önündeki ıslak toprak olarak Yasemin’i seçti.
Yönetici: Buna bakarken ne hissediyorsun?
Açelya: Üzüntü hissediyorum ama hafif bir üzüntü, öyle çok değil.
Açelya: Bu mezar taşı bana göre biraz yüksekte, ben biraz aşağıdan bakıyorum ona.
Mezar taşının yerine geçti.
Yönetici: Sen kimsin? Nesin?
Açelya: Ben bir erkeğin mezar taşıyım. 1911’de doğup 1935’de ölen. Ama ben
yeni dikildim.
Yönetici: Neden dikildin?, neden şimdi?
Açelya: Beni görsünler, fark etsinler, mezarımın üstüne basmasınlar diye, onların
dikkatini çekmek için.
Yönetici: Nasıl birinin mezar taşısın sen?
Açelya: Genç, kumral bir delikanlının mezar taşıyım.
Yönetici: Neden ölmüş?
Açelya: Bir motosikletle kaza yapmış, çok hareketli bir genç, kumral, uzun boylu.
Mezar taşının rolünden çıkarılarak bu delikanlıyı seçmesi istendi. Gül’ü seçti.
Toprağın yerine geçtiğinde:
Toprak: Bu mezar taşını tutan ıslak toprağım ben.
Yönetici: Senin burada bulunma amacın nedir?
Toprak: Taşı tutmak. İnsanlar görsün diye.
Kendisinin yerine birini seçerek (Nilüfer’i seçti) mezar taşının yerine tekrar
geçmesi istendiğinde.
Yönetici: Açelya'ya mezar taşı olarak söylemek istediğin bir şey, vermek istediğin
bir mesaj var mı?
Mezar taşı: Yaşam çok değerli, yaşamın değerini bil. İnsan hayatına önem ver.
25
Hastalara dikkatli ve özenli davran, insan hayatı önemlidir. Hata yapma, dikkatli ol.
Yanlış yapma. Burada genç biri yatıyor ama sen de olabilirdin.
Açelya kendisinin de motosiklete merakı olduğunu ama bir türlü cesaret
edemediğini söyledi. Daha sonra tekrar mezar taşı olarak konuşmaya devam etti.
Mezar taşı: Ölüm var, yaşam hata kabul etmez.
Kendisi olarak işinde de hata yapmaktan, hastaya yanlış tedavi uygulamaktan,
hastanın kaybından her zaman endişe duyduğunu söyledi.
Ölünün yerine geçtiğinde ‘ben genç, motosiklet kazasında ölen biriyim’ dedi.
Yönetici: Açelya'nın tanıdığı biri misin?
Açelya: Bu babam, babamın gençliği. O da motosikleti ve hızlı yaşamayı severmiş.
Ama 42 yaşında kalp krizinden öldü. Evet Açelya'nın babasıyım.
Yönetici: Söylemek istediğin bir şey var mı?
Baba: Kendine dikkat et, kendini koru, yaşam değerli.
Yönetici: Hemşire Açelya'ya bir şey söylemek ister misin?
Baba: Hastalara karşı dikkatli ol. Onlara önem ver. Ben kalp krizi geçirdiğimde
uzun süre hastanede yattım ama yeterince ilgi görmedim.
Yönetici: Sana nasıl davrandılar?
Baba: Bana bir vaka olarak baktılar, hasta olarak değil hastalık olarak gördüler.
İnsanlara hastalık olarak bakmayın, onlara özen gösterin, dikkat edin. Onlardan
bahsederken hastalık olarak değil, isimleriyle hitap edin. İnsan hayatına saygı
gösterin.
Açelya rolden çıktıktan sonra sahneye tekrar dışardan baktı. Yönetici yeterli
olup olmadığını sordu. Açelya tamam anlamında başını salladı ve paylaşım için
grup tekrar halka oldu.
Paylaşım için ilk Açelya konuşmaya başladı. Açelya son zamanlarda
kendisinin hastalara yeterince özen göstermediğini fark ettiğini, bir bıkkınlık içinde
olduğunu, bunu yanlış bulduğunu, ‘iyi davranmak gerekir’ diye kendine söylediğini
ama hastane ortamına gelip hastalarla karşılaştığında yine yakın davranmadığını,
gerçekten de artık hastalardan oda numaralarıyla bahsettiğini ve bunun kendisini
rahatsız ettiğini söyledi. Ayrıca en son izlediği ‘içimdeki deniz’ filminden çok
etkilendiğini, belki de bunun böyle bir imajın canlanmasının sebebi olabileceğini
ifade etti.
Gül, ölünün yerine geçtiğinde kendisinin ölümden korkmadığını
düşünmesine rağmen rahatsız olduğunu ve orada olmak istemediğini fark ettiğini
26
söyledi.
Yasemin, mezar taşını tutan ve ölüyü örten kum olarak “o kadar yaşlı hasta
varken niye bu genç” diye düşünerek toprak olarak bile bunu kabullenemediğini
belirtti.
Nilüfer, Açelya’nın yerine geçip mezar taşının söylediklerini işitirken sanki
kendi babasından gelen bir mesaj olarak algıladığını ve kendini kötü hissettiğini
ifade etti.
Nergis, mezar taşı olarak kişilere ölümü işaret etmek için orada olduğunu
hissettiğini söyledi ve ekledi; ‘bir yüzüm yaşama dönüktü ama köküm topraktaydı
ve ölüme bağlıydı. Yaşamla ölüm arasında ince bir çizgi olduğunu işaret
ediyordum. Yaşamın değerini bilmeleri gerektiğini söylüyordum ve burayı da
unutmayın arada ince bir çizgi var diyordum.’
Emine (yönetici yardımcısı) bu mezar taşı imgesinde yaşam ve ölüme dair
çift anlam olduğunu, aynı zamanda Açelya'nın kendi yaşamı açısından da çift
anlamı olduğunu söyledi.
Yönetici, Açelya’nın hastalardan uzak durmasının, yakınlaşmamasının
nedeninin ölümü hatırlatmaları (aynı zamanda babasının ölümünü de) ve ölümle
yüzleşmek istememesi olabileceğini, hastadan kaçmanın, uzak durmanın ölümden
uzak durma ile bağlantısı olabileceğini söyledi.
Bu imajinasyonda protagonistin bilinçdışının tıpkı rüyalarda olduğu gibi
ipuçlarını dönüştürerek, değiştirerek sunduğu görülmekte; mezar taşının üzerindeki
tarihlerden orada yatan kişinin 24 yaşında ölmüş olduğu anlaşılıyordu. Ancak daha
sonra motosikletten hoşlanan birisine ait olduğunu söyleyen protagonist o anda
babasıyla olan bağlantıyı kurdu ve onun babası olduğunu söyledi. Babası da
motosikleti severdi ama 42 yaşında ölmüştü yani 24'ün tersi. Burada protagonistin
bilinçdışı, muhtemelen babasının mezarı ile karşılaştığında yaşayacağı sıkıntıyı
hesap ederek böyle bir şifrelemeyi uygun görmüş olabilir. Aslında daha da önemlisi
Açelya da çok gençti ve motosikletten hoşlanmasına rağmen ölüm korkusu
nedeniyle kullanmıyordu. Yani ölen genci kendisi ile de özdeşleştirdiği ve kendi
ölüm korkusunun ifadesi olabileceği düşünülebilir.
27
Gül’ün hasta heykeli:
Gül ‘bir ağaç gördüm’ dedi. ‘Nasıl bir ağaç?’ diye sorularak biraz daha
ayrıntılandırması istendiğinde Gül, ‘heybetli, geniş gövdeli bir ağaç, çınar ağacı
gibi, önünde çit var’ diye tanımladı. Ağacı oluşturması için grup üyelerini seçti.
Ağacın gövdesi ------------- Pelin
Kalın kökü ------------------ Menekşe
Yeşil güçlü dallar ---------- Açelya
İnce kurumuş dallar ------- Itır
Çitler soldan sağa ---------- Kardelen, Nilüfer, Nergis
Gül, önce ağacın parçalarını yerleştirdi. Menekşe kalın kök olarak yere
oturdu, sırtını gövdeye dayadı. Kol ve bacaklarını yere doğru kök gibi açtı. Ağacın
gövdesi olan Pelin ayakta dimdik durdu. Açelya yukarıdaki yeşil güçlü dallar
olarak gövdeden çıkarak göğe doğru yükseliyordu. Zayıf kurumuş dallar olarak Itır,
yeşil dalların arasına karışmış ama daha aşağıda duruyordu. Çit rolündeki
Kardelen, Nilüfer ve Nergis, dizlerinin üzerinde, ağaçla aralarında biraz mesafe
bırakarak düz bir hatta yan yana dizildiler.
Gül, ağacı önce karşıdan seyrederken ‘büyük ve görkemli bir ağaç ama
rüzgarla birlikte dallar sallandıkça kurumuş dallar aradan görünüyor, rahatsız
ediyor’ dedi. Ağacın parçalarıyla rol değiştirmesi istendiğinde önce gövdenin
yerine geçti. Gövde olarak, ‘ben bu ağacın en görkemli, en güçlü parçasıyım.
Gücümün ve görkemimin farkındayım. Dışarıdan bakanlar da benim görkemimin
farkında. Dallarım güzel ve görkemli, ben güzel bir ağacım’ dedi.Yönetici, ‘diğer
parçalarınla ilişkin nasıl?’ diye sorduğunda, gövde olarak ‘kökle aramda güçlü bir
bağ var, beni besliyor. Zayıf kurumuş dallar benim güzelliğimi biraz bozuyor,
onları kesebilirler’ diyerek kurumuş dallardan rahatsızlığını ifade etti. Kök yerine
geçtiğinde ‘güçlü bir köküm’ dedi. Yöneticinin ‘buradaki işlevin ne?’ sorusunu
‘Gövdenin ayakta durmasını sağlıyorum’ diye cevapladı. Yönetici kökü eşleyerek
‘kollarım toprakta çok derinlere uzanıyor, gövde ve dallar benim sayemde
besleniyor’ derken kök rolündeki Gül, gülümseyerek başıyla onayladı ve ‘ben
geliştikçe gövde beslenip büyüyor, gövde büyüdükçe ben daha derinlere iniyorum,
birbirimizi etkiliyoruz’ dedi. Zayıf kurumuş dalların yerine geçtiğinde ‘Ben bu
ağacın kuru kalmış birkaç dalıyım. Aslında arada kalıyorum ama rüzgar estikçe
görünüyorum' dedi ve ekledi ‘Kendimi güçsüz ve çirkin hissediyorum; sararmış ve
inceyim’ dediğinde neden sararıp inceldiği soruldu. Zayıf dal ‘ya dış etkenler
28
nedeniyle ya da yeterince beslenemediğimden, güneş alamadığımdan zayıf kalıp
kurumuşum. Böyle olmak bana üzüntü veriyor. Yeşil dalların arasındayken iyi ama
rüzgar estiğinde dışardan gözükünce rahatsızlık duyuyor, insanların beni
beğenmediğini, küçük gördüğünü düşünüyorum’ diye yanıtladı. ‘Diğer dallarla
ilişkilerin nasıl?’ diye sorulduğunda kurumuş dal ‘ben bu ağacın hastalıklı
dallarıyım. Diğer dallarla aramda bir sorun yok. Onların arasında çirkin
görünüyorum ama onlar beni gizliyor’ dedi. Yüksekteki yeşil dalların yerine
geçmesi istendi. Yeşil dal olarak ‘ben bu ağacın en güzel, en yeşil, en görkemli
dallarıyım. Burada kendimi mutlu hissediyorum. Güzel göründüğümü biliyorum’
dedi. ‘Kuru dallar rahatsız ediyor mu?’ diye sorulduğunda, yeşil dal olarak ‘hayır
etmiyor, ona yakınım’ diye yanıtladı.
Protagonist, ağacın parçaları yerine geçerken kendisinden her bir parça için
bir de slogan bulması istenmişti. Parçaların sloganlarını şöyle söyledi:
Gövde: Ağacın en güçlü ve en görkemli parçasıyım.
Kök: Ağacı besleyip büyütüyorum, güçlüyüm.
Kuru dallar: Böyle olduğum için rahatsızım, üzülüyorum. Dışarıdan güzel
görünmediğimin farkındayım.
Yeşil dallar: Güzelim, canlıyım, mutluyum, en yüksekte, en çok göze çarpan
parçasıyım.
Daha sonra çitlerin yerine geçti. Önce sol baştaki çitin (Kardelen) yerine
geçti ve ‘buraya herkesin geçmesini engelliyorum. Çocukların ve başka zarar
verecek şeylerin geçmesine engel olup koruyorum’ dedi. Ortadaki çitin (Nilüfer)
yerine geçtiğinde ‘ben öncelikle güzel bir çitim. Burada hem süs olarak
bulunuyorum hem de ağacın önünde engel oluşturuyorum. Ama onu her yönden
koruyamam. Ben o kadar güçlü değilim’ dedi. Sağ baştaki çitin (Nergis) yerine
geçince ‘ben buraya geçiş için kapıyla bağlantılıyım. Aslında önümdeki yolla
arkamdaki ağacı ayırıyorum. Arkamdaki yeşil ağaç çok güzel, önümdeki yol çirkin
ve düzgün değil’ diyerek gördüğü yolu tanımladı. Yönetici yol ile ilgili ayrıntıları
ifade etmesi için ‘nasıl bir yol?’ diye sorduğunda çit olarak ‘ağaca paralel olarak
uzanan çok düzgün olmayan bir yol’ dedi. Çitin rolünden çıkarak kendi yerine
geçtiğinde ‘hafif kıvrımları olan, taşlı bir yol, asfalt değil’ diyerek yolu tekrar tarif
etti. Yönetici, ‘bu yola bakarken ne hissediyorsun?’ diyerek yolun onda uyandırdığı
duyguyu fark etmesini sağlamaya çalıştı. Gül ‘yolu görünce sıkıntı duyuyorum ama
ağaca bakınca içim rahatlıyor’ dedi. Yolun yerine birini seçmesi istendiğinde Lale’
yi seçerek ondan ağaca paralel boylu boyunca uzanmasını istedi. Bir süre baktıktan
sonra yolun yerine geçip asfalt olmayan taşlı bir yol olduğunu söyledi. ‘Nereden
29
geliyorsun?, nereye doğru uzanıyorsun?’ diye sorulduğunda, yolun bir ucunda
bahçeli evlerin, eski Rum evlerinin bulunduğu bir köy olduğunu, yolun diğer
ucunun nereye doğru gittiğini bilmediğini ifade etti. Tekrar kendi yerine geçtiğinde
yola ve ağaca bakması istendi. Yol boyunca yürürken ‘yol düzgün değil, taşlı
topraklı. Bu ağacın önünden geçerken hemen oraya girmek istiyorum. Burası bana
kendimi iyi hissettiriyor. Burada canlılık var. Yolun sonunda ne olduğunu
bilmiyorum. Burası kadar güzel olmayabilir’ dedi. Yönetici ‘yola bir bakalım’
dediğinde ‘oraya gitmek istemiyorum, burada kalmak istiyorum’ diyerek ağacın
olduğu yeri işaret etti. Ağacın parçaları ve çitlerin her biri kendi slogan cümlelerini
söylediler. Yol rolündeki Lale de ‘ben o kadar güzel görünmeyebilirim ama beni
asfaltlayarak, kaldırımlar yaparak, etrafına ağaçlar dikerek beni güzelleştirebilirler’
diyerek spontan bir şekilde kendi cümlesini söyledi. Bu manzaraya tekrar bakan
Gül, ‘ağacım çok güzel, o kuru dallar da dursun, onlar da güzel, çitler de. Sanki
hepsi benden bir parça’ dedi. Yol hakkında ise başka yorum yapmadı.
Grup paylaşım için halka olduğunda Gül aslında gördüğü Rum evleri ve
köyün, kendi çocukluğunun geçtiği yer olduğunu ve bunu şimdi farkettiğini
söyledi. Ağaç imajında kendini en çok kök gibi hissettiğini sözlerine ekledi.
Ağaç kavramı, doğrudan doğruya bitki, odun ve bazen meyva sağlama işlevi
dışında yaşam ağacı, yerden göğe yükselen yaşamsal direk, ormandaki ağaçların
kardeşçe ve eşitlikçi birliği, bir kökten gelişerek gökyüzüne doğru serpilip gelişme
ve yayılma, uzun ve verimli bir yaşam,v.b. gibi pek çok çağrışımı da hissettirmesi
nedeniyle çeşitli çağlar boyunca, çeşitli kültürlerde birey, yaşam, toplum ve evren
gibi kavramlar arasında bağ ve ilinti gibi kavramları anlatan bir simge özelliği de
yüklenmiştir (Babaoğlu 1998). Gül’ün hasta heykelinde, hem mesleki rolünü ve
hastayı değerlendirişi, hem yaşam içinde sosyal olarak üstlendiği roller, hem de
hayatın getireceklerine duyulan endişeleri konusunda yansımalar vardı. Ağacın
hayatta o anda durduğu yeri; yaşamını, yeşil ve kurumuş dalların sağlık ve hastalığı
temsil ettiği düşünülebilir. Protagonist kendisini en fazla kök gibi hissettiğini ifade
etmişti. Hemşire olarak görevini bakım veren, besleyen, canlı tutan olarak
görmekte, bu hemşirelik mesleğini bir bakıma “anne” rolüyle eşdeğer kılan klasik
bakış açısını yansıtmaktadır.
Gül, ağacın kuru dallarının dışarıdan kötü göründüğünü, kendisini zayıf
hissetmesine yol açtığını söylemişti. Hastalanan kişinin temel güçlüklerinden biri
diğer insanlarla ilişkilerinde yaşadığı sorunlardır. Eğer hastalık göze çarpan bir
belirtiye sahip değilse, hastanın rutin olarak ilişkide bulunduğu kişiler bir süre
sonra ondan hasta değilmiş gibi davranmasını beklemektedir. Bu gerçekten zor bir
30
ikilemdir. Hastalanan kişi, olan bitenin dışında kalmamayı -yani yaşamın içinde
olmayı-, “adam yerine” konmayı istediği ölçüde hastalığını sergilememek
durumundadır. Çünkü sürekli eksiklik, kusur, mazeret belirtmek bir süre sonra
sıkıcı olmakta, insanları uzaklaştırmaktadır (Bilgin 2003). Bu imajinasyon
çalışmasında hasta, üzgün, kendinden hoşnutsuz ama yaşam akışı içinde
sağlıklıların arasına karıştığında hastalığı farkedilemeyen, ancak rahatsızlığı
arttığında ya da hastalık nüksettiğinde diğer insanlardan farklı algılanmaktadır.
Çitler, hemşirelik mesleğinde kendini aynı zamanda koruyucu, kollayıcı bir
rolde; yaşamla ölüm arasındaki çizgide gördüğünün ifadesi olarak düşünülebilir.
Hepsinde kendinden bir parça olduğunu söylerken aynı zamanda yaşam
içinde zaman zaman farklı rollere girdiğimizin ifadesiydi. Bazen besleyen ve
büyüten, bazen beslenen, bazı durumlarda zayıf ve güçsüz, bazen daha güçlü ve
canlı. Aynı zamanda Gül bu imajinasyonuyla kendi süreci hakında da bilgi
veriyordu; tayinleri çıkmıştı ve yeni bir hayata başlayacaklardı. Bulunduğu yeri,
şimdiki yaşamını bırakmak istememesi ve gideceği yer ile ilgili endişelerini de
yansıtmıştı.
Yolun ne olduğunu görebildiği tarafı Gül’ün geçmişiydi. Ne olduğunu
bilmediği ve endişe duyduğu diğer taraf ise geleceğiydi ve yolun sonundan
duyduğu tedirginliği ifade etmişti, yani ölümden.
Pelin’in hasta heykelleri:
Pelin, hasta heykeli deyince gözünün önüne farklı yüz ifadeleri olan üç
bebek geldiğini ifade etti. Pelin’den bebekleri seçmesi ve sahneyi oluşturması
istendi.
Birinci bebek, pembe ve mavili giysisi olan, sürekli gülümseyen, neşeli bir
bebekti. Bunun için Nilüfer’i seçti. İkinci bebek, siyah beyaz kareli giysi giymiş,
öfkeli, kızgın bakan bebekti. Onun için Kardelen’i seçti. Üçüncü bebeğin yerine
Yasemin’i seçti; endişeli ve telaşlı bir yüz ifadesi vardı ve yeşil bir giysi giymişti.
Bebekler diz çökmüştü. Birinci ve ikinci bebeğin birbirine yakın oturduğunu,
üçüncü bebeğin ise onlardan biraz daha uzakta olduğunu söyledi. Pelin,
31
gülümseyen bebeğin yerine geçtiğinde ‘ben hipertansiyon hastasıyım ama hep güler
yüzlüyüm; gözlerimdeki ışıltı ve neşe başkalarına geçebilir, onlara yansıyabilir’
dedi. Yönetici yardımcısı ‘ben bir bebeğim ama yaşlıların hastalığına sahibim’
diyerek eşlediğinde Pelin ‘ben yaşlıları da bebek gibi görüyorum herhalde, ondan’
diyerek onayladı. Yöneticinin ‘neşeli, canlı olursam bu etrafımdakilere de yansır.
Hastalığımla da başa çıkmanın bir yolu bu benim için’ şeklindeki eşlemesini de
kabul etti. Pembe mavi kıyafetinin bir anlamı olup olmadığı sorulduğunda, birinci
bebek yerine geçmiş olan Pelin ikisinin de sevdiği renkler olduğunu, ona huzur
verdiğini, canlılık kattığını söyledi. Pelin’in yerinde duran Nilüfer’i göstererek ‘bu
hemşireye bir mesajın var mı?’ diye sorulduğunda, ‘hayatta sıkıntılar olabilir ama
hep gülümsemek lazım. Her zaman güler yüzlü ol. Benim hastalığım olmasına
rağmen gülüyorum. Sen de gül. Bu insana iyi geliyor, sanki tedavi ediyor. Sana da
iyi gelecek’ dedi.
Yanındaki öfkeli bebekle arasında bir ilişki olup olmadığı sorulduğunda, bir
ilgisinin olmadığını, hatta görmezden geldiğini söyleyerek onunla ilgili
rahatsızlığını belirtti.
İkinci bebekle rol değiştirdiğinde, ‘ben öfkeli ve kızgın olan bebeğim,
herkese kızıyorum, kendime kızıyorum. Hastalıklarımdan dolayı sıkıntılarım var.
Tansiyon, kalp, şeker hepsi var.’ Yöneticinin eşlemek için ‘öfkeliyim çünkü bu
hastalıklarla nasıl başedeceğimi bilmiyorum’ diyerek başladığı cümleye, ‘öfkeliyim
çünkü çok uzun ve bitmeyen bir koşu gibi hep mücadele etmek zorundayım. Bu
beni yoruyor ve kızdırıyor. Bu hastalıklar niye benim başıma geldi? Bu yüzden
öfkeliyim. Hasta olmak hasta muamelesi görmek de istemiyorum. Hayatım bu
yüzden buralarda geçiyor. Artık yoruldum ve sıkıldım’ diyerek devam etti.
Üzerindeki kıyafeti sorulduğunda, bu siyah beyaz kareli kıyafetin içinin
sıkıntısını yansıttığını söyledi. Ona da hemşireye bir mesajı olup olmadığı
sorulduğunda, ‘ben farkedilmek, önemsenmek istiyorum. Ben kızgın ve öfkeli
görünsem de sen bana gülümse, belki gülümsemen bana iyi gelir. Bana bir birey
olarak davran’ diyerek yanıtladı.
Yönetici ‘yanındaki gülümseyen bebekle ilgili ne düşünüyorsun, niye ona bu
kadar yakınsın?’ dediğinde, ‘O sürekli gülüyor, onun hiç derdi yok gibi görünüyor.
Bu kadar neşeli olması sinirime dokunuyor’ diyerek karşılık verdi ve birinci bebeğe
niye bu kadar neşeli olduğunu sordu. Karşılıklı konuşmaya başladılar;
Birinci bebek: Ben tansiyon hastasıyım, benim de sıkıntım var ama ben
32
gülümsüyorum. Bu bana ve karşımdakilere iyi geliyor. Sen de dene.
İkinci bebek: Benim bir sürü sıkıntım var. Ben nasıl güleyim.
Birinci bebek: Herkesin sıkıntısı var ama hayat devam ediyor. Öfkeli, kızgın olmak
bir şey değiştirmiyor. Sen niye renkli giyinmiyorsun? Canlı renkler beni daha da
canlandırıyor. Sana da bu pembe çantayı veriyorum.
Öfkeli bebek pembe çantayı alınca gülümsedi ve bunun ona iyi geldiğini
söyledi. Zaten beklediği ilgi ve içtenlikti.
Pelin üçüncü bebekle rol değiştirdiğinde, kendini tedirgin, huzursuz ve telaşlı
hissetttiğini belirtti ve tahlil sonuçlarını doktora göstermek için beklediğini
sözlerine ekledi. Rahatsızlığının ne olduğu sorulduğunda daha belli olmadığını,
beklemenin, gerginliğini ve sıkıntısını arttırdığını söyledi. Yönetici ‘ya sonuç kötü
çıkarsa ya kötü bir şey söylerlerse diye korkuyorum’ şeklinde eşlediğinde,
‘korkuyorum, endişeliyim, sonuçtan korkuyorum’ dedi. Yönetici, ‘bu korku sanki
ölüm korkusu gibi. Ben şu yandakilerden farklıyım; benim durumum daha ciddi.
Onların hastalıkları belli. Ben onlardan ayrı duruyorum. Sanki her an hayattan
ayrılacakmışım gibi’ diyerek eşledi ve bu yeşil elbisenin neyi hatırlattığını
sorduğunda, doğayı hatırlattığını söyledi. Yönetici ‘...ve ölümü’ diye ekledi. Sözleri
onaylayarak ‘çok korkuyorum ve huzursuzum. Bir an önce ne olacaksa olsun.
Beklemek çok zor’ dedi. Hemşireye mesajı olup olmadığı sorulduğunda, ‘sonuçlar
kötü de çıksa benimle ilgileneceğinizi, daima yanımda olacağınızı ve yardım etmek
için elinizden geleni yapacağınızı duymak istiyorum’ dedi. Heykelin altında
‘yardıma, sevgiye, ilgiyle uzanan ellere muhtaç’ yazdığını söyledi. Pelin daha sonra
kendi yerine geçerek hasta heykellerine baktı ve her birinin ona olan mesajlarını
dinledi.
Grup tekrar halka olduğunda Pelin, bebekler gözünde canlandığında böyle
şeyler çıkacağını düşünmediğini söyledi. Nilüfer, hem birinci bebek olarak hem de
Pelin’le rol değiştirdiğinde karşılıklı bir etkileşim hissettiğini ifade etti. Birinci
bebek olarak hemşireye gülümsemesinin hemşireyi olumlu etkilediğini, hemşirenin
gülümsemesinin de ona iyi geldiğini fark ettiğini söyledi. Yaşamın içinde de
böyleydi. Karşımızdakine yardım ederken bazen onun da bizim bir yaramızın
sarılmasında yardımcı olduğunu fark ediyoruz.
Emine (yönetici yardımcısı), hasta deyince neden bebek imajının geldiğini
düşünmek gerektiğini söyledi ve ‘aslında hastalara bazen bebek gibi davranıyoruz.
Onlar için “hiç bir şey anlamazlar, bir şey söylemeye gerek yok” diye düşünüyoruz.
33
Ama aslında onlar bizden açıklama yapmamızı, bir birey olarak onları
önemsememizi bekliyor’ diyerek sözlerini tamamladı.
Kardelen, öfkeli ve kızgın bebek olarak yanındaki neşeli bebeğe önce sinir
olduğunu ve kendisinin hastalığının herkesinkinden önemli olduğunu hissettiğini,
bu yüzden de kendisine daha fazla dikkat edilmesi ve önem verilmesini beklediğini
söyledi.
Üçüncü bebek rolündeki Yasemin telaşlı ve tedirgin hissettiğini, Pelin gibi
ölümü hissetmediğini, telaş ve sıkıntısının beklemekten, bir an önce işinin
halledilip gitmek istemesinden ve tahlil sonuçlarını merakından kaynaklandığını
belirtti. Bunun üzerine Nilüfer, ‘ama ne denirse densin basit bir hastalık bile olsa
yıkılacak, kendini bırakacak gibi gördüm seni’ dedi.
Pelin bu oyunda çok şeyler fark ettiğini ve kendisini çok etkilediğini söyledi
ve hastaları daha iyi anlayabildiğini ve onlara daha yakın, daha ilgili davranması
gerektiğini fark ettiğini sözlerine ekledi. Yönetici, ‘onları anlayan bir ilgi; onlarla
empati yaparak ne yaşadıklarını hissetmek ve anladıklarını onlara aktarabilmek’
diye ekledi.
Birinci bebeğin Pelin’e verdiği mesaj aynı zamanda Pelin’in poliklinik
oyununda (bu oyun sayfa 41’de verilmiştir.) nasıl davranması gerektiği ile ilgili
farkettiği şeydi. Bebeklerin üçü de yaşadıkları hastalık karşısında farklı tutumlar
sergiliyorlardı. Birincisi, hayata daha sıkı sarılarak, olumlu yönden bakarak
hastalığıyla başa çıkmaya çalışıyordu. İkinci bebeğin hastalık karşısında tutumu
negatif, başkalarını suçlayıcıydı. Hastalığıyla baş etmede öfkesi nedeniyle zaman
zaman yetersizlik yaşıyordu. Üçüncü bebek de negatif ancak kaderine razı sadece
bekliyor gibiydi, bilinmeyenin yarattığı korku ve tedirginlikle.
Pelin’in bu heykel çalışmasında, mesleki yaşamında karşılaştığı ve iletişimde
bulunduğu, hastalık karşısında farklı tavırlar geliştiren hasta tipleriyle rol
değiştirme ve onlarla empati yapma imkanı oldu. Ayrıca hasta imgelerinin
bebeklerden oluşması hastayı bir birey gibi algılamak yerine başkalarına bağımlı,
aciz, korunmasız olarak algılayışının da bir ifadesiydi.
34
Nergis’in hasta heykeli:
Nergis, hareketli, neşeli, ona ağır gelen şeylerden kurtulmak isteyen, kendine
iyi gelecek şeylere ulaşmak isteyen 11 yaşında bir erkek çocuğu hayal ettiğini
söyledi.
Çocuk ---------------------------------------------- Açelya
Sıkıntı veren, kurtulmak istediği şeyler ------ Manolya
İhtiyaç duyduğu, ulaşmak istediği şeyler ---- Papatya
Çocuk ayakta duruyor, sağ bacağına kollarıyla sımsıkı sarılmış şeyler hareket
etmesini, adım atmasını engelliyor. Diğer tarafta ulaşmak istedikleri var. Yüzü
onlara dönük, değecek mesafede ama tam ulaşamıyor. Nergis önce çocuğun yerine
geçti. ‘Bu bacağımdaki engel hareketlerimi kısıtlıyor, sinirlerimi bozuyor, sıkıntı
hissettiriyor’ dedi. Daha sonra ‘sanki bu çocuk oğluma da benziyor’ dedi. Sıkıntı
veren, engel olan şeyler yerine geçtiğinde kendisinin iş yoğunluğu, iş stresi
olduğunu, iş sırasında yaşanan sıkıntıları temsil ettiğini ve çocuğa ayak bağı
olduğunu, rahat hareket etmesine, istediklerine ulaşmasına engel olduğunu söyledi.
İhtiyacı olan şeyler yerine geçtiğinde burada ilgi, şefkat, bakım, destek olduğunu
söyledi.
Paylaşım sırasında Nergis, bu heykelin iki anlamı olduğunu fark ettiğini
söyledi: ‘Her hasta ayrı bir ilgi ve yardım bekliyor, kendisinin özel olmasını istiyor
ama iş stresi ve yoğunluk bekledikleri ilginin tam olarak verilmesine engel oluyor.
Benim stresim yetiştirme kaygısı. O kadar sıkıntı yaşıyorum ki belki bu konuda
hastanın benden beklediği ilgi ve şefkati tam olarak veremiyorum’ dedi. Çocuğun
aynı zamanda oğlunu da anımsattığını, yaşadığı iş yoğunluğu ve stresinin oğluyla
da yeterince ilgilenmesine engel olduğunu fark ettiğini sözlerine ekledi. Yönetici,
kendisinin vip hastalarıyla çalıştığını ve onların çoğunlukla yaşlılar olduğunu,
oğlunu ve çocuk gibi davranan hastaları, yaptıkları kapris ve ihtiyaç duydukları ilgi
ve bakım yönünden özdeşleştirmiş olabileceğini söyledi. Açelya, her hastanın
bireysel ilgi beklediğini, ancak her hasta ile tek tek ilgilenildiğinde, zaman
sıkışıklığı nedeniyle stres yaşadıklarını ve bunun da gerekli ilgiyi hepsine yeterince
göstermeyi engellediğini ifade etti.
35
Itır’ın hasta heykeli:
Itır, hayal ettiği heykeli şu şekilde tanımladı; ‘kurtlar tarafından saldırıya
uğramış bir geyik yerde can çekişiyor. Kurtlar sadece açlıklarını gidermek için
saldırıyorlar.’ Itır’dan hayal ettiği sahneyi oluşturması için grup üyelerini
kullanması istendi.
Geyik------Manolya
Kurtlar----Açelya, Menekşe, Kardelen
Itır, sahne canlandırıldığında önce izledi. Yönetici, ‘ne görüyorsun?’ diye
sorduğunda, ‘geyik güçsüz, çaresiz, kurt gibi güçlü ve saldırgan güdülere sahip
değil, birçok yerinden yara almış. Her bir ısırıkta, tırnak geçirişte önemli bir
parçasını kaybediyor. Kurdun ise tek amacı karnını doyurmak’ diye yanıtladı. Önce
geyiğin yerine geçti. Yerde yatıp sadece kurtların onu ısırmasını beklerken bu
sırada ne yaşadığı sorulduğunda ‘ben can çekişiyorum, hiç gücüm kalmadı. Gelip
her defasında bir parçamı yiyip gidiyorlar, yok olmak üzereyim’ dedi. Yönetici ‘şu
diğer tarafa götürüp yedikleri parçalara bakalım’ dedi ve kopan parçaları
tanımlayıp bunun için grup üyelerini seçmesini istedi. Itır bir tanesinin büyük bir
parça olduğunu söyledi ve bunun için Yasemin’i seçti. İkincisi orta büyüklükteki
parçaydı ve onun için Papatya’yı seçti. Diğeri en küçük olan parçaydı. Onun için de
Lale’yi seçti. Daha sonra bu parçalarla rol değiştirmesi istendiğinde, büyük
parçayla rol değiştirdiğinde, kendisinin kopan en büyük parça olduğunu, geyiğin
bacaklarından biri olduğunu söyledi. Yönetici ‘sen ne işe yarıyorsun?’ diye
sorduğunda, ‘ben onun ayakta durmasını sağlıyordum. Ben sabırım, beni koparıp
yediler. Ben onun en önemli parçasıydım’ dedi. Diğer parçanın yerine geçtiğinde
‘ben o büyük parçaya göre daha küçüğüm, ben onun sağ koluyum’ dedi. Başka bir
adı olup olmadığı sorulduğunda, adının güven olduğunu söyledi ve ‘sürekli hakaret
ederek, saldırarak kopardılar. Ben olmadan o artık kendini güvensiz hissediyor,
doğru yapıp yapmadığı konusunda tereddütleri var’ dedi. Daha sonra en küçük
parçanın yerine geçti. ‘Ben bu geyiğin saygı parçasıyım. Sürekli hakaret ederek,
küçük görerek saygıyı alıp kopardılar’ dedi. Sonra Yönetici kurtlardan birinin
yerine geçmesini istedi. Kurtlardan birinin yerine geçtiğinde ‘onu yiyorum, ondan
besleniyorum. Doğanın kanunu bu. Bu benim doğal davranışım, yaşamak için bunu
yapmam gerekiyor’ dedi ve ‘etrafta bir sürü kurt var, çok kalabalık o yüzden
kendimi kurtarmak, karnımı doyurmak için acele etmem, saldırgan olmam lazım’
diyerek sözlerini tamamladı.
36
Itır tekrar kendi yerine geçerek oluşturduğu heykele bir kez daha baktı ve
‘geyik olmak istiyorum ama böyle parçalanmak istemiyorum’ dedi. Bunun üzerine
Yönetici ‘sen de sabrının, güveninin ve saygının azaldığını mı hissediyorsun?’ diye
sorduğunda, Itır ‘evet her parça, her ısırık, hırlama hastalar tarafından uğradığım
hakareti, aşağılamayı hatırlattı. Kopan parçalar hemşire olarak mesleğimin
saygınlığı, kendime olan güvenim ve sabrım gibi’ yanıtını verdi. Yönetici, ‘kendini
böyle hissetmene neden olan olaylardan hatırladığın birine şimdi bakalım’
dediğinde, Itır kan alım merkezinde çalışırken en son yaşadığı olaylardan birini
anlatmaya başladı:
‘Kan alımda yine çok yoğun bir gündü ve hastalar sürekli beklemekten
şikayet ederek söyleniyorlardı. Kan aldığım bir hasta “canım yandı, kolum
moraracak” diyerek öfkeli bir şekilde bağırıp beni idareye şikayet edeceğini
söylüyordu’. Sahne oluşturuldu ve Itır grup üyelerinden birkaç kişinin kan alımı
için bekleyen hastalar olarak sahneye gelmesini istedi. Bunun üzerine dört beş grup
üyesi sahneye geldi. Tartıştığı hasta yerine Açelya’yı seçti ve önce onun da diğer
hastalarla sırasının gelmesini beklemesini istedi. Itır tek tek hastaları içeri alarak
kan almaya başladı. Bu sırada bir erkek hasta ‘hemşire hanım beni ne zaman
alacaksınız?’ diye sorduğunda, Itır ‘sıranız gelince alacağım görüyorsunuz
oturmuyorum, on tane elim yok benim de’ diye sinirli bir şekilde yanıt verdi.
Bunun üzerine hasta ‘tamam da hemşire hanım daha sonuç alıp doktora
götüreceğiz. Öğlen oldu, yetişmeyecek’ diyerek sıkıntısını ifade etti. Bu sırada
Itır’a içinden ne geçtiği sorulduğunda, “hiç saygısı yok. Ukalalık yapıyor. Sanki
ben oturuyorum” diye yanıtladı. Itır’dan erkek hasta ile rol değiştirmesi istenerek
aynı diyalog tekrar edildi ve ‘şimdi burada ne hissediyorsun?’ diye sorulduğunda
“hemşire hanım çok sinirli ve gergin. Sadece bir soru sordum diye beni çocuk gibi
azarladı” dedi. Daha sonra sırası gelen hanım hasta heyecanlı bir şekilde kan alım
koltuğuna oturdu ve ‘ben kan aldırırken biraz korkuyorum. Tansiyonum da
düşüyor, ya yine olursa, lütfen dikkat edin, canım yanmasın’ diyerek kolunu
uzatmak istemedi. Bunun üzerine Itır ‘lütfen hanımefendi kolunuzu uzatın artık,
sizi bekleyemeyiz, bakın daha sırada bekleyen bir sürü insan var’ diye cevap verdi.
Kadın kolunu uzattı ancak Itır kadının damarını bulmakta zorlanınca bu yüzden
iğneyi birkaç kez sokup çıkarmak zorunda kaldı. En sonunda hasta öfkeyle kolunu
çekerek ‘bırakın canımı yaktınız, kolum moraracak. Bir kan almayı beceremediniz.
Sizi idareye şikayet edeceğim’ diyerek kalkıp gitti. Bu sırada Yönetici ‘şu an ne
yaşıyorsun?’ diyerek iç konuşmalarını seslendirmesini istediğinde, Itır, “ne
yaptığım işe saygısı var ne de bana, artık böyle saygısız hastalarla uğraşmaktan
yoruldum. Beni rezil etti” dedi. Şikayetçi olacağını söyleyen hastayla rol
değiştirdiğinde iç konuşmaları sorulduğunda “bu hemşire çok sinirli. Zaten kan
aldırmaktan korkuyorum, biraz beni yatıştıracağına inadına canımı yaktı. Hastalara
37
hiç saygısı yok” dedi. Bu rol değiştirmeden sonra Itır kendi yerine geçtiğinde ‘iyi
de ne yapabilirim? Çok hasta var, nasıl davranayım?’ diye sordu.
Itır’dan kendi yerine birini seçmesi istendi ve Nergis’i seçti. Nergis Itır'ın
yerine geçerek onun gibi davranmaya ve konuşmaya başladı. Bu sırada Itır'ın
olanları dışarıdan izlemesi istendi. Yönetici erkek hastayla olan diyaloğu izledikten
sonra dondurarak ‘ne görüyorsun?’ diye Itır’a sorduğunda ‘tartışıyorlar’ dedi.
Bunun üzerine Yönetici ‘hasta burada sadece bir soru soruyor bir yetişkin tavrıyla
ama hemşire biraz daha azarlayarak konuşuyor, azarlayan anne tavrı gibi değil mi?’
dedi. Bunun üzerine Itır ‘evet’ diyerek onayladı. Yönetici ‘hasta da zaten kendini
azarlanmış bir çocuk gibi hissetti. Sadece burada hastanın sorusuna onu
bilgilendirerek cevap vermek yeterli olabilir.’ Sıra kanını alırken tartıştığı hastaya
geldiğinde sahne tekrar dondurularak Itır’a ‘burada hasta başlangıçta nasıl
görünüyor?’ diye soruldu. Itır ‘çocuk gibi mızmızlanıyor’ diye yanıtladı. Yönetici,
‘o zaman “endişelenmeyin, siz başka tarafa bakın, canınız yanmayacak” diyen
şefkatli bir anne tavrı iyi gelebilir’ diye ekledi. Bu şekilde oyun tekrar oynandı ve
grup tekrar halka olarak paylaşıma geçildi.
Paylaşım sırasında rol alan grup üyelerinden erkek hasta rolündeki Kardelen,
hemşireye soru sorarken amacının işlemlerinin yetişip yetişmeyeceği ile ilgili
endişesini gidermek olduğunu, hemşirenin azarlamasının onda kızgınlık yarattığını,
ancak ikinci oyunda hemşirenin ‘merak etmeyin kanınız öğlene kadar
alınacağından öğleden sonra sonucunuzu alabileceksiniz’ şeklinde bilgi vermesinin
ona iyi geldiğini ifade etti. Şikayetçi olacağını söyleyen kadın hasta rolündeki
Açelya, kan aldırmaktan tedirgin olduğunu, korktuğunu ama hemşirenin onun bu
duygusuna aldırış etmeden onu azarladığını ve bunun da onu öfkelendirdiğini,
ikinci oyunda ise korkusu karşısında, beklediği ilgi ve anlayışı gördüğü için kendini
daha rahat hissettiğini söyledi. Itır hastaların yerine geçince ve oyunu dışarıdan
seyredince kendi tavrını ve hastanın neye ihtiyacı olduğunu daha iyi fark ettiğini
ifade etti.
Belirli bir ben durumundan (ana-baba, yetişkin ya da çocuk) gönderilen
mesaj karşıdakinde beklenen ben durumundan tepkiye neden olursa tamamlayıcı
iletişim sağlanmış olur (Dökmen 1998). Bu oyunda erkek hasta yetişkin ben
durumuyla hemşireye bir soru sormakta ve karşılığında hemşirenin de yetişkin
rolünde davranarak bilgi vermesi beklenmektedir. Ancak hemşire azarlayan ana-
baba rolüyle tepki verdiğinde hasta kendini bir çocuk gibi hissetmekte ve öfke
yaşamaktadır. Hemşireye hastanın duyguları fark ettirildikten sonra yetişkin
tavrıyla hastanın sorduğu soruya cevap vermesi tamamlayıcı iletişimin
38
gerçekleşmesine neden olmuştur. Aynı şekilde kan alınırken hemşirenin hastanın
korkusunu ve ihtiyacını farketmesi ve beklediği ilgiyi göstermesi, hastayla daha
olumlu ilişki kurmasını sağlamıştır.
2. Hasta ve yakınıyla iletişim
Açelya’nın hasta yakını oyunu:
Açelya, bir hasta yakınının hemşire deskine gelip masa başında oturan
Açelya’ya ‘güzelim bakar mısın?’ dediğini, önce bunun kendisine söylendiğini
sandığını, ama daha sonra hemşire arkadaşına (Hediye abla) söylendiğini
anladığını, çok sinirlendiğini, saygısızlığa tahammül edemediğini söyledi.
Klinikte hemşire deski ve arkasında iki hemşireyle birlikte kendisi
oturuyordu. 1. hemşire olarak Papatya’yı, 2. hemşire olarak Gül’ü seçti.
Arkalarında Hediye hemşire ayakta sigara içiyordu. Hediye hemşire olarak
Yasemin’i seçti ve eşledi; ‘ben bu kliniğin en kıdemli hemşiresiyim. Diğer
hemşireler beni sever ve sayar, onların ablası gibiyimdir. Açelya ile de aramız
iyidir. Bazen ufak tefek tartışmamız olur ama birbirimizi severiz ve kırgınlık
yaşamayız’ dedi. Hasta yakını olarak da Kardelen’i seçti ve ‘ben bir hasta
yakınıyım. Annem ürolojiyle ilgili bir rahatsızlığından dolayı yatıyor. Karnesi
dosyasına karışmış, onu sormaya geldim’ diyerek eşledi.
Açelya ve diğer iki hemşire masa başında hastalar hakkında konuşuyorlar,
Hediye hemşire arkada ayakta sigara içiyor. Hasta yakını deske yaklaşıp, ‘güzelim
bakar mısın bir dakika?’ diyor. Açelya önce kendisine söylenildiğini düşünüp
sinirleniyor, iç konuşmaları; “ne saygısız kadın, nasıl böyle hitap edebiliyor, bizi
küçük görüyor, bu samimiyet nereden çıktı?”şeklinde oluyor.
Sonra hasta yakını ‘hey baksana, sana söyledim güzelim’ diyerek Hediye
hemşireyi işaret ediyor. Hediye hemşire ‘efendim, ne istemiştiniz?, geliyorum’
diyerek yanına gidiyor ve hasta yakını ‘güzelim’ diyerek konuşmasını sürdürüyor.
O sırada Açelya'nın iç konuşmaları; “bana söylüyor olsaydı haddini bildirirdim;
lütfen önceden tanışmıyoruz, bu şekilde hitap etmeyin derdim. Hediye ablaya,
koskoca kadına da öyle hitap ediyor. Ne kadar saygısız kadın. Hediye ablaya da
kadına karşı yumuşak davrandığı için kızdım. Haddini bildirmeliydi” şeklinde oldu.
39
Yönetici oyunu baştan alarak hasta yakınının birkaç kere “güzelim” lafını
tekrar etmesini işaret etti. Açelya’ya ‘ne yaşıyorsun, ne hissediyorsun?’ diye sordu.
Açelya, ‘küçümsüyor, dışarıda olsa böyle davranamaz’ dedi. Yönetici eşleme
yaparak, ‘hemşire olduğumuz için böyle davranıyor, doktor ya da dışarıda başka bir
meslekte olsaydık böyle davranamaz’ dediğinde Açelya eşlemeyi onayladı ve
devam ederek, ‘O kim oluyor ki, saygısızlığa hiç tahammülüm yok, kim yaparsa
yapsın tahammül edemem’ dedi. Yönetici, ‘bu sana bir şeyi hatırlatıyor mu, daha
önceden yaşadığın bir şeyi?’ Açelya bulamadı ve ‘hayır’ deyince ‘ben bu güzelim
lafına gıcık oluyorum, bu lafa takıldım. Bana bir şey hatırlatıyor’ diye tekrar
eşleme yapıldı. O zaman Açelya, ‘evet acilde çalışan hemşire arkadaş X’i hatırlattı.
O da herkese ve bana “güzelim” diye hitap eder, ne zaman dese gıcık oluyorum’
dedi.
Telefonda X hemşire (diğerlerinin tanıdığını düşünerek bu adı taktı) ile
konuşmasını hatırladı. X hemşire rolüne Kardelen’i seçti. Onu eşledi; ‘ben X
hemşire, herkese “güzelim” diye hitap ederim, üniversitede hemşirelikte okuyorum.
Kendime güvenirim, biraz üstten bakarım’ dedi ve telefon konuşması oynanmaya
başlandı.
Açelya: Efendim, ben Açelya hemşire
X hemşire: Açelya güzelim size bir hasta yatırdık, ilaçlarını düzenledik.
Açelya: Damar yolunu açtınız mı?
X hemşire: Açamadık, burası çok yoğun güzelim. Artık siz açarsınız.
Açelya’nın telefon görüşmesi sırasındaki iç konuşmaları: “Yine ‘güzelim’
diye hitap ediyor, ben ona mesafeli davranıyorum, O bu samimiyeti nereden
buluyor. ‘Güzelim’ deyişinde üstten bakma ve yapmacıklık var. Öyle dediği an
kopuyorum. Çok kötü bozacağım, ama kötü olacak. Ona gıcık oluyorum. Herkese
bu şekilde hitap ediyor, bir küçümseme, saygısızlık var”. Yönetici Açelya’yı
eşleyerek ‘bu duyguyu daha eskilerden hatırlıyorum. Geçmişte, belki daha küçük
iken sanki buna benzer bir duyguyu yaşadım. Bu daha eskilerden birşeyleri
çağrıştırıyor’ Açelya gözlerini kapattı ve ‘hatırlayamıyorum’ dedi. Yönetici
yardımcısı ‘onun böyle saygısızca davranmasından rahatsızlık duyuyorum. Çünkü
sınırlarıma girildiğini hissediyorum, kişisel alanıma giriyor. Ben istemiyorum.
Onunla bu konuda konuşmak istiyorum’ diyerek eşleme yaptı.
Karşılıklı sandalyeler kondu. X hemşirenin karşısına Açelya oturdu. Açelya,
‘Onunla bu konuyu derinlemesine konuşmak istemiyorum, telefonda ya da bir ara
bundan hoşlanmadığımı söyleyebilirim’ dedi. Yönetici X hemşirenin sandalyesini
40
ters çevirerek, sırtı dönük şekilde oturttu. Yönetici ‘şimdi X hemşire sana
saygısızlık yaptığını ve sınırlarına girdiklerini düşündüğün kişileri temsil ediyor.
O’na ve diğerlerine söyleyeceklerin olmalı’ dedi.
Açelya, ‘ben sizinle arama belli bir mesafe koyuyorum, belli bir saygı ile
hitap ediyorum. Siz de bana aynı şekilde hitap etmek zorundasınız. Sınırlarıma
girilmesinden hoşlanmıyorum. Ben nasıl ilişkide saygıyı koruyorsam, mesafeli
davranıyorsam sizden de aynı mesafeyi korumanızı bekliyorum. Samimiyetimiz
olmadığı halde bana “güzelim” diye hitap edemezsiniz. Ben nereden sizin güzeliniz
oluyorum. Sınırınızı bilin ve benim sınırıma da girmeyin’ diyerek bu konudaki
öfkesini boşalttı.
Grup halka olup paylaşıma geçildiğinde Kardelen, hasta yakını olarak
kendisinin hemşirelere bakışının üstten olduğunu, küçümseyen bir bakışı olduğunu,
hitabının da öyle olduğunu söyledi. ‘Bana yardım etsinler, onların görevi bu’ diye
düşündüğünü sözlerine ekledi.
Kardelen X hemşire rolündeyken de yakınlık kurma çabası içinde olduğunu
söyledi. Gül, Açelya’nın yerine kendisini koyduğunda ‘güzelim’ lafının rahatsız
ettiğini, küçümsenme hissettiğini belirtti. Menekşe, X hemşirenin ‘güzelim’ diye
hitap etmesinin samimiyetsiz bir hitap olduğunu söyledi.
Yönetici Açelya’ya ‘istersen bu hitaptan neden bu kadar rahatsızlık
duyduğuna bak. Örneğin Hediye hemşire bu kadar rahatsızlık duymadı da sen
duydun, bütün gününün zehir olduğunu söyledin’ dedi.
Açelya: Saygısızlık olarak görüyorum, saygısızlığa tahammülüm yok.
Yönetici: Bu saygısızlık duygusunun daha önce yaşadığın bir şeyle ilgisi olabilir
mi?
Açelya: Saygısızlık dediğimde şimdi erkek kardeşim aklıma geldi. Benden 1 yaş
küçüktür ve sürekli kavga ederiz. Onun saygısızlıkları çok fazladır bana karşı. Hiç
tahammül edemiyorum, öfke hissediyorum. ‘Kendisinde bu hakkı nasıl buluyor?’
diye düşünüyorum. Hep çekişiriz, sınırlarıma çok rahat girer. Yolda giderken bile
‘yavaş ol kızım düşeceksin’ diye durdurur. ‘Hep sen mi varsın yanımda? Sen mi
koruyorsun?’ diye kızarım. Onun da böyle hitap şekline, üstten bakmalarına,
küçümsemelerine gıcık oluyorum. Ne hakkı var? Üstelik ben onun büyüğüyüm.
Eve geldiği zaman ‘yine geliyor’ diye stres oluyorum.
Yönetici: Evde annenle ilişkileri nasıl?
Açelya: Anneme de kızıyorum. Onun her dediğini yapıyor ona yüz veriyor.
Anneme, ‘ikimiz birden tepkimizi gösterirsek böyle şımaramaz, haddini bildirmek
lazım’ diyorum ama yine onun isteklerini yerine getiriyor.
41
Yönetici: Hediye hemşireye de hasta yakınına yumuşak davrandı diye kızmıştın.
Geçen hafta da çay molasında O’na kliniğin annesi demiştin.
Açelya: Evet onu da galiba annemin yerine koyup, anneme kızdığım gibi kızdım
Yönetici: Belki hasta yakınının ve X hemşirenin hitap tarzı ve tavrı da sana
kardeşini hatırlattı. Bu kadar yoğun öfke hissetmenin nedeni bu olabilir mi?
Açelya: Evet, sanırım öyle.
Yönetici: Peki annen ve kardeşinle ilişkine bakmak ister misin?
Açelya: Şimdi bakmak istemiyorum.
Bol transferanslı bir oyun. Açelya’nın oyununda iletişim kurarken
karşımızdakinin söylediği bir sözcükten, onu söyleyiş şeklinden ve beden
duruşundan iletişimimizin ne kadar etkilendiğini ve hattâ bir sözcük ya da bir tavrın
bile başkalarıyla olan ilişkilerde yaşadığımız duyguyu hatırlatarak bu yeni ilişkiye
nasıl aktarıldığını görmüş olduk.
Daha sonraki oturumların birinde Açelya, son haftalarda kendini daha iyi
hissettiğini, artık insanların saygısızlığına fazla takılmadığını, onların kendileri ile
ilgili bir şey olduğunu düşünerek umursamadığını, daha rahat olduğunu ve
hastalarla daha yakın ve olumlu iletişimler kurduğunu ifade etti.
Pelin’in poliklinik oyunu:
Pelin, poliklinikte çok sinirlendiğini belirterek söze başladı; ‘ben dahiliye
polikliniğinde Dr. Ahmet beyle çalışıyorum. Orada sevkli hastalar bakılıyor ama
Ahmet beye aileler de geliyor (askeri hastane olduğu için sevkli rütbeliler, erler ve
aileler olarak ayrılıyor). Önce sevkli hastalar sırasıyla bakılması gerekirken Ahmet
bey kendi kafasına göre aileleri alıp, onlara reçete yazdı, raporlarını yeniledi. Bu
arada bir hasta ikide bir “ben ne zaman gireceğim?” deyip durdu. Bir diğeri hiç
bana sormadan doktorun arkasından odaya girip muayene oldu' diyerek buna ne
kadar öfkelendiğini ifade etti. En sonunda ‘ne zaman beni alacaksınız? Sabahtan
beri bekliyorum’ diyen hastaya ‘isterseniz siz de girin. Bu şekilde muayene
olabilecekseniz geçin’ diyerek sinirli bir şekilde konuşmuştu. Yönetici Pelin’e,
‘buna bakalım istersen’ dediğinde Pelin ‘yine böyle bir şey olacak. Ben yine
sinirleneceğim. Bakalım’ dedi.
Önce polikliniği yapması istendi. İç içe iki oda. Kapıdan ilk girişte
42
hemşirenin kayıt yaptığı içinde bir masa ve sandalyenin bulunduğu, hastaların
beklediği koridora bakan penceresi olan bir oda ve bu odayla bağlantılı doktorun
muayene yaptığı diğer oda.
Dr. Ahmet bey olarak Yasemin’i seçti ve eşledi; ‘ben Dr. Ahmet, çok yoğun
çalışıyorum. Hastalar genelde bana muayene olmak istiyorlar ve beni seviyorlar.
Ben de onları geri çeviremiyor, onlara yardımcı olmak istiyorum. Bugün oğlum da
hasta, gastroenterit oldu. Acilde yatıyor ama burada hasta çok, onun yanında
olamıyorum.’
Bekleyen Albay yerine Açelya’yı, ikide bir ne zaman içeri alınacağını soran
hasta yerine Manolya’yı, ona sormadan doktorun peşinden gidip içeri giren hasta
yerine Papatya’yı seçti.
Pelin poliklinikte doktor gelmeden önce ne zaman muayene olacağını soran
hastaları ‘doktor birazdan gelecek. Sizi sırayla alacağım’ diyerek bekletir. Bu
sırada doktor gelir ve masada duran karneleri görünce ‘çok hasta varmış. Hemen
başlayalım, sırayla alalım’ der ve tanıdığı bir hastanın karnesini alıp hastayla göz
teması kurarak içeri alır. Hemşire masasının üzerinde bir hastanın reçetesini yazar.
O sırada başka bir hasta içeri girerek karnesini masanın üstünden alıp şikayetlerini
söyler. Dr. Ahmet bey onu da dinleyerek tahlil yazar. Bu sırada Pelin’in iç
konuşmaları “burası benim bulunduğum yer. Hastalar hiç içeri alınmadan ayaküstü
reçeteleri yazılıp gönderiliyor” şeklindedir. Doktor içeri girip (hastaları muayene
ettiği odaya) hastaları çağırmasını ister. Bir hasta çağırır, muayene eder ve ‘hemşire
hanım ben acile gidip çocuğa bakıp geleceğim’ diyerek çıkar. Hastalar tekrar
sabırsızlıkla doktorun ne zaman geleceğini sorarlar. Onları sabırla cevaplamaya
çalışır. Doktor polikliniğe tekrar geldiğinde arkasına takılan bir hasta onunla
birlikte hemşirenin yüzüne bakmadan, kaçarcasına içeri girer. Bu sırada Pelin’in
tekrar iç konuşmalarına bakması istendiğinde, Pelin “Ben burada niye duruyorum?
Hiç kimse beni dikkate almıyor, hastalar hiç beni dikkate almadan doktorun
odasına gidiyorlar. Doktor da tanıdığı hastayla göz teması kurarak içeri alıyor.
Bana saygısızlık yapıyorlar” diyerek iç konuşmalarını seslendirdi. Dr. Ahmet
içeride hastayı muayene ederken Pelin ‘doktor bey önce sevklileri sırayla alacağız
değil mi?’ diyerek olması gerekeni hatırlatmak için seslenir. Dr. Ahmet ‘evet
hemşire hanım sevklileri sırayla alacağız’ der ama söylediğine uymaz. Bu arada
hasta içeriden çıkar, reçeteyi kayıt ettirmek için gelir ve ‘bir şey olacak mı bu
hemşire hanım’ diye sorar. Pelin “ben kendimi boşuna üzüyorum. Hasta bana
sorma gereği duymadan girdi, işini halletti ve çıktı” diye içinden geçirir. O sırada
bir Albay gelip Pelin’e uzun zamandır beklediğini söyler ve sırasının ne zaman
43
geleceğini, sırayla alınıp alınmadığını sorar. Pelin ‘evet sırayla alınıyor, birazdan
sizi alacağım’ diyerek bekletir. Albay’ı içeri alıncaya kadar her dışarı baktığında
onunla göz göze gelir ve hastalar sıra gözetilmeksizin alındığı için rahatsızlık
duyar. Bu arada bir hanım hasta ‘hemşire hanım beni ne zaman alacaksınız? Sabah
karnemi bıraktım ama hala bekliyorum’ diyerek sıkıntılı bir şekilde konuşur. Pelin
‘önce sevklilerin bakıldığını, zaman kalırsa size bakılacağını, isterseniz
bekleyebileceğinizi size daha önce de söylemiştim. Ama bu şekilde muayene
olabileceğinizi düşünüyorsanız siz de girin’ diyerek öfkesini bastırmaya çalışarak
konuşur. Hasta ‘biraz önce giren bayan size saygısızlık yaptı, ben yapmak
istemiyorum’ diyerek karşılık verir. Pelin’in tekrar iç konuşmalarını seslendirmesi
istendiğinde “kaç kere anlattım ama beni anlamıyorlar, bana kızıyorlar. Sevkliler
önce alındığını söylüyorum ama hiç de öyle olmuyor” dedi ve “sanki burada hiçbir
fonksiyonum yok. Sadece bir engel, bir duvar gibiyim. Hastaların içeri girmesini
engelleyen bir duvar. Ama hiçbiri beni dikkate almıyor, yokmuşum gibi
davranıyorlar. Bu yüzden onlara kızıyorum” diyerek öfkesini dile getirdi.
Pelin’den oyundaki her bir kişiyle rol değiştirmesi istendi. Önce poliklinikte
uzun süre bekleyen hastayla rol değiştirdi. İç konuşmalarına bakması istendiğinde
“burası doğru dürüst işlemiyor. Ne zamandır bekliyorum, çağıran yok” diye ifade
etti. Doktorun arkasından kaçarcasına içeri giren ve ona bakmayan hastanın yerine
geçtiğinde (o sırada kendi yerine daha önce seçtiği Lale oturdu) “benim acelem var,
işimi halledip gideceğim. Zaten işim uzun değil. Doktoru önceden tanıyorum” dedi.
Neden kaçarcasına içeri girdiği sorulduğunda, ‘hemşireye bakarsam belki beni
engeller, bana kızabilir. Ona da ayıp oldu. Beklememi istemişti. Aslında bu kadar
bekleyeni atlatıp girdiğim için de suçluluk duyuyorum’ dedi. Yönetici ‘hemşireyi
dikkate alıyorsun demek. Dikkate almadığın birinin kızmasını önemsemezsin’
deyince Pelin hasta rolünde iken, fark ettiğini belirtircesine gülümsedi. Albay’ın
yerine geçtiğindeki iç konuşmaları “güya sırayla alıyorlar ama kaç saattir
bekliyorum. Sıraya bakmadan herkesi aldılar. Beni dikkate alan yok burada”
şeklinde oldu. Sabahtan beri bekleyen ve en önce karnesini veren kadın hastanın
yerine geçtiğinde ne hissettiği sorulduğunda “çok kızgınım. Sabahtan beri
bekliyorum. Hatırlatmasam beni unutacaklar” dedi.
Dr. Ahmet Bey ile rol değiştirdiğinde, “daha bakılacak çok hasta var. Beni
seviyorlar, benim bakmamı istiyorlar. Hiçbirine hayır diyemiyorum. Benim de
kendi hastam (oğlu) var. Onunla bile ilgilenemiyorum. Ama hastalara da yardımcı
olmak istiyorum. Akşama kadar zamanımız var. Hepsine bakarım” şeklinde iç
konuşmalarını ifade etti.
44
Pelin dikkate alınmadığını ve bu nedenle öfke hissettiğini söylediğinde ‘bu
daha önceden tanıdık bir duygu mu? Geçmişinde buna benzer bir şey yaşamış
olabilir misin?’ diye sorulduğunda cevabı ‘hayır’ oldu. ‘Burası dışında herkes beni
dikkate alır’ dedi.
Pelin’e kendi yerine geçtiğinde ne hissettiği sorulduğunda, ‘şimdi daha farklı
görüyorum. Onların ne hissettiğini anladım. Herkes kendince haklı’ dedi. Başta
kendisini bir engel, bir duvar gibi gördüğü hatırlatılarak gözlerini kapatması, nasıl
bir engel, duvar olduğuna bakması istendi. Pelin, beyaz bir duvar olduğunu ama
çok yüksek olmadığını söyledi. Üç kişi seçti ve onları yan yana omuzları birbirine
değecek şekilde sıraladı. ‘Ben böyle bir duvarım. Doktorla hasta arasındayım’
diyerek duvarın bir parçası oldu. Karşısında hastalar duruyordu. Buradaki görevinin
ne olduğu sorulduğunda, ‘burada durarak hastanın içeride rahat muayene olmasını
sağlıyor, diğer hastaların içeri girmesini engelliyorum’ dedi. Tekrar nasıl bir duvar
olduğu sorulduğunda, ‘beyaz bir duvarım ama dikkate alınmadan geçip gidilen bir
duvar gibiyim.’ Açelya duvar rolünde, Pelin ile birlikte dururken onu eşleyerek
‘ben soğuk ve uzak bir duvarım ve böyle olarak onların soru sormalarına engel
olabilirim’ diye ekledi. Yönetici ‘duvar tepki vermez, onunla iletişim kurulamaz.
Kendinde değişiklik yapmak ister misin?’ diye sorduğunda Pelin, ‘biraz daha
aralıklı olabilir, arada boşluklar olabilir’ diyerek sütunlar şeklinde kendisi ile
birlikte diğer üç kişiyi dizdi. Sonra ‘bu da olmadı, böyle olmasın’ diyerek diğer üç
kişiyi gönderdi. Nasıl olmak istediğini göstermesi istenildiğinde, Pelin
gülümseyerek hastaya baktı ve ‘tabii sizi de birazdan içeri alacağım’ dedi.
Grup halka olduğunda paylaşımlarda Albay rolündeki Açelya beklerken çok
sıkıldığını, ama muayene eden doktor da Albay olduğu için ses çıkaramadığını
söyledi. Doktor rolündeki Yasemin, işini sevdiğini, hastaları kırmak, onları geri
çevirmek istemediğini, onlara yardım ettiğini ve hastaların onu tercih ettiğini
görmenin ona iyi geldiğini ifade etti. Doktorun peşinden hemşireye sormadan içeri
giren hasta rolündeki Papatya, işini hemen halletmek zorunda olduğunu, acelesinin
olduğunu ancak hastaları ve hemşireyi atlatarak içeri girdiği için rahatsızlık
hissettiğini söyledi. Lale, Pelin’in rolüne girdiğinde ne yapacağını bilemediğini,
sıkıntı duyduğunu belirtti.
Kardelen de kendi yaşadığı bir poliklinik deneyimini aktararak randevusuz
hasta olduğu halde sırf yüksek rütbeli diye kendisini almasını isteyen hastaya;
‘acilse acile gidin. Biz randevusuz hasta kabul etmiyoruz’ dediğini ama kuralı
koyan doktorun albayı görünce ‘hastayı içeri al’ demesinin kendisini kötü
hissettirdiğini söyledi ve ‘belki çoğu zaman hastayla doktor arasında kalıyoruz.
45
Poliklinikte hem düzeni sağlamak görevi bize veriliyor hem de aslında hiç yetkimiz
olmadığını farkediyoruz. Belki bu kötü hissetmemize neden oluyor’ diyerek
sözlerini tamamladı. Grup üyelerinin hemen hepsi bu görüşe katıldıklarını ifade
ettiler.
Pelin paylaşımları dinledikten sonra, hastaların ve doktorun yerine geçerek
olayları tekrar yaşayınca öfkesinin geçtiğini söyledi. Hastaların karşısında bir duvar
olmak yerine daha saydam, geçirgen, esnek, güler yüzlü ve rahat olmak istediğini
farkettiğini ifade etti. Yönetici, Pelin’e duvar rolünde iken yüzünün ifadesiz ve
ağzının bir çizgi şeklinde sımsıkı kapalı olduğunu, zaten bir duvarsa iletişim
kurulamayacağını ama olmak istediği kendisini gösterdiğinde yüzünün
yumuşadığını, hastaya bakışının da daha hoşgörülü olduğunu, daha iyi ve
kendinden emin iletişim kurabildiğini söyledi.
Pelin son grup oturumlarının birinde kendi oyunlarından ve diğerlerinin
oyunlarından çok faydalandığını, artık tüm sorumluluğu kendi üzerine almak yerine
sorumluluğu o anda işi yapacak diğer kişilere paylaştırabildiğini, kazandığı yeni
bakış açılarıyla hastalarla daha rahat iletişim kurabildiğini ifade etti.
3. Grup Oyunu
İletişimde güçlük yaratan farklı hasta tavırlarıyla karşılaşma:
Grup üyelerinden ayağa kalkarak her birinin yanındakiyle eşleşmesi istendi.
Eş olanların birinin hasta, diğerinin hemşire rolüne girmesi; hasta rolündeki
kişilerin daha önce tanık oldukları ya da şu an uyduracakları olumsuz bir hasta
tutumu -öfkeli hasta, tedaviyi reddeden hasta, ağlayan ya da sürekli isteklerde
bulunan hasta gibi- sergilemeleri, hemşire rolündekilerin de kendi oldukları, olmak
istedikleri ya da olduklarından çok farklı tarzda iletişim kurmaları istendi. Daha
sonra rol değiştirerek hemşire rolündekinin hasta, hasta rolündekinin hemşire
rolüne girerek tekrar iletişime geçmeleri söylendi.
Yasemin - Nergis
Itır - Gül
Açelya - Manolya
46
Menekşe - Kardelen
Nilüfer - Lale
Her çift kendisine bir ortam hazırlayarak oynamaya başladı. Bütün herkesin
oyunu tamamlandıktan sonra paylaşım için grup halka oldu.
Kardelen: Ben diyabeti olan yaşlı bir erkek hasta rolündeydim. Hemşire ikide bir
gelip kanımı alıyordu. Günlerdir sürekli kan aldırmaktan kollarım mosmor olmuştu.
Hemşireye ‘kaç gündür şekerimi bir düzene sokamadınız, delik deşik ettiniz beni,
yeter artık’ diyerek bağırdım. O sırada çok öfkeliydim. Hiçbirşey düzelmiyordu.
Hemşire de karşıma geçip ‘tamam ama bunu yapmak zorundayız. Siz de yemenize
içmenize dikkat ederseniz, bir daha buraya gelip eziyet çekmezsiniz’ deyince iyice
sinirlenerek bağırdım ve atışmaya başladık.
Menekşe: Ben o diyabetli hastanın hemşiresiydim. Bana o kadar öfkeyle saldırdı ki
ne yapacağımı şaşırdım, kendimi kötü hissetttim. Ona iyilik olsun diye bir şeyler
yapmaya çalıştığımız halde böyle davranması beni sinirlendirdi.
Kardelen: Benim orada ihtiyacım daha dikkatli yemem için öğüt almak değildi.
Zaten bu kronik hastalıktan sıkılmıştım. Öfkem biraz da sanki hastalığıma ve
kendime gibiydi. Beni anladığını belirten bir iki söz belki daha iyi gelirdi.
Menekşe: Senin rolüne girip ben hasta olunca bunu ben de farkettim. Ben hasta
rolündeyken soğukkanlı davranarak, ‘haklısınız sürekli kan aldırmak zor, canınızı
biraz yaktık ama endişelenmeyin hepsi düzelecek. Burada uzun süredir yatmak da
sizi sıktı galiba’ diye yanıt vermen öfkemin sönmesine neden oldu.
Kardelen: Aslında hemşire rolündeyken bana bağırdığında ben de gerildim ama
sonra aklıma o roldeyken kendimin ne hissettiği geldi.
Açelya: Ben sürekli problem çıkaran, ilacını içmeyen, tedaviyi kabul etmeyen,
ayağı dizinden aşağı ampute edilen, genç bir erkek hastaydım. Sürekli hemşirenin
verdiği ilaçları içmeyi reddediyor, problem çıkarıyordum. Kolumdaki serumu
çıkarmalarını istiyordum. Çünkü tedavi olmak istemiyordum. Hemşirenin ‘bu
ilaçlar ve serum sizin iyileşmeniz için gerekli. Sizin iyiliğiniz için’ dediğinde yine
de ilacı içmemek için direndim. Ben ilaç içmek de iyileşmek de istemiyordum.
Bundan sonra hayatımı böyle nasıl yaşayacağımı düşünüyordum.
Manolya: Ben Açelya’nın hemşiresiydim ve tedavi için yapmam gerekenleri
yapamıyordum. Kendimi çok çaresiz hissettim.
Yönetici: Belki onun duygularını ifade etmesi için izin vermen, canının neden
sıkkın olduğunu ona sorman, endişelerini dile getirmesini yardımcı olup, ona iyi
gelebilirdi.
47
Açelya: Evet bu yeni durumu kabullenemiyordum. Sadece üzerinde birtakım
tedaviler, işlemler yapılan makine gibi görülmek beni rahatsız etmişti. Anlaşılmaya
ve konuşmaya ihtiyacım vardı.
Yöneticinin bu önerisinden sonra aynı sahne hemşirenin değiştirilmiş
tepkileriyle tekrar oynatıldı. Hasta rolündeki Açelya, böyle hemşireye daha yakın
olduğunu, kendini anlaşılmış hissettiğini ifade etti. Manolya ise hemşire olarak,
hastanın duygularını ona ifade etmesinin en azından “onun için bir şey yapamadığı”
duygusunu hafiflettiğini belirtti. Daha sonra paylaşımlara kalınan yerden devam
edildi.
Manolya: Ben poliklinikte fazla beklemekten sıkılmış bir hastaydım. Sabahtan beri
beklemekten canım sıkılmıştı. Randevu saatim geçmiş olmasına rağmen hâlâ
alınmadığım için hemşireye biraz çıkıştım. Açelya sakin bir şekilde haklı olduğumu
ancak çok hasta olduğunu ve muayenelerin bazen uzayabildiğini ama mutlaka
bakılacağımı söyleyince biraz sakinleştim. Eğer öfkeyle cevap verseydi kesin
kavga edecektik.
Itır: Ben hemşire rolündeyken karşımdaki hasta sürekli ağlıyordu. Önce onu
susturmaya çalıştım ama olmadı. Sonra teselli etmeye çalıştığımda cevap
alamadım. Ben de en sonunda kendi haline bıraktım. Bir süre sonra sustu.
Gül: Itır karşımda beni susturmaya çalışırken hiç umurumda değildi. Ben
göğsümde kitle olduğunu yeni öğrenmiştim. Hiçbir söylediği beni teselli
etmiyordu. Sadece ağlamak istiyordum. Belki o sırada sadece elini omzuma
koyması ya da sarılması yeterli olabilirdi.
Itır: Ben hasta rolündeyken troidinde nodül olan ve ertesi gün ameliyata girecek bir
hastaydım. Ameliyatla ilgili endişelerim vardı ve sürekli hemşireyi çağırıp
ameliyatla ve hastalıkla ilgili sorular soruyordum. Gül’ün hastalık ve ameliyat
konusunda beni aydınlatması, bilgi vermesi endişelerimi biraz hafifletti.
Gül: Hemşire rolündeyken hastanın korkuları olduğunu ve çaresizlik yaşadığını
farkedince ona yapılacak işlemler konusunda bilgi vermenin iyi olacağını
düşündüm.
Yasemin: Ben hasta olarak sürekli ağrım olduğundan yakınıyor, herşeyden
şikayetçi oluyor, en ufak bir şey için bile -örneğin yastığımı düzeltmesi için-
hemşireyi yanıma çağırıyordum. Yeni histerektomi ameliyatı olmuştum.
Refakatçim de yanımda değildi. Aslında ihtiyacım olan, birilerinin yanımda olup
benimle ilgilenmesiydi. Nergis'in ilgisi iyi geldi. Ben hemşire rolündeyken sürekli
48
benden isteklerde bulunması beni biraz kızdırmıştı. Beni hizmetçisi gibi
kullanmaya çalıştığını düşünmüştüm. Ama hasta rolündeyken hem hemşireyi
hizmetçi gibi görmediğimi farkettim, hem de sadece yanımda kalması ve beni
rahatlatmasını beklediğimi anladım.
Nergis: Ben sürekli isteklerde bulunan bir hasta iken karşımdaki hemşirenin
sıkıntısı, öfkesi ve işi zoraki yaptığı yüz ifadesinden anlaşılıyordu. O sırada benim
sıkıntılarımı önemsemediğini hissettim.
Nilüfer: Ben öfkeli bir hastaydım. Ultrasonografi çekimim vardı ve idrara sıkışıp
gelmemi söylemişlerdi. Ama sıra bir türlü bana gelmiyordu. Çok sıkışmıştım.
Hemşireye beni almasını söylüyordum. ‘Tamam alacağız, biraz bekleyin’ deyip
duruyordu. Ama benim beklemeye tahammülüm kalmamıştı. O halimden anlamaz
görünüyordu. Çok öfkeliydim. Benim durumumun kimsenin umurunda olmadığını,
hemşirenin de beni anlayamayacağını düşünüyordum. Öfkeyle ‘niye hiç kimse işini
doğru dürüst yapmıyor? İnsanları böyle beklettiğiniz için sizi şikayet edeceğim’
diye bağırdım.
Lale: Ben hemşire rolündeyken hastanın hiç sabrı yoktu. Böyle hastalarla çok
karşılaşıyordum. Onlara laf anlatmaktan artık bıkmıştım. Zaten benim de yapacak
bir şeyim yoktu. ‘Onların da biraz hemşireyi anlaması gerekir’ diye düşünüyordum.
Ama ben aynı role girip hasta olduğumda başta Nilüfer’in ‘tamam bekleyin’
şeklinde konuşması ‘beni geçiştiriyor’ diye düşünmeme neden olup
öfkelendirmişti. Tekrar sıkıntımı söyleyince ‘tamam haklısınız. Böyle beklemek
çok zor. Hasta çıkınca ilk sizi alacağım’ demesi yatışmama neden oldu. Aslında
hasta yerine geçince onu daha iyi anladığımı farkettim. Oysa karşıdan bakınca
hastanın problem çıkardığını ve bencilce, saygısızca davrandığını düşünüyordum.
Ama onun yerine geçince hasta olmanın insanı telaşlı ve sabırsız yaptığını
farkettim.
Bu grup oyunu, hemşirelerin kendilerine zorluk çıkaran ve işlerini
yapmalarını ve iletişimi imkansız kıldığını düşündükleri hasta davranışları
karşısında nasıl iletişim kurarlarsa iyi olacağını, hastanın ihtiyacının o sırada
aslında ne olduğunu onların rolüne girerek fark etmelerine neden oldu: Hastalarla
empatik iletişim kurmanın, hastanın kendini anlaşılmış hissetmesinin ilişkiye
olumlu katkısını, öfkeli hasta karşısında sakinliği koruyarak konuşmanın hastanın
öfkesinin yatışmasındaki etkisini, sürekli ağlayan hastayı susturmak ya da sorular
sormak yerine önce ağlamasına izin verilmesi ve daha sonra empatik iletişim
kurulmasının faydasını, sürekli isteklerde bulunan ve yakınan hastanın bu
davranışının ardında yatan ikincil kazanç arzusunun farkedilmesinin, aslında neyi
iletmeye çalıştığının anlaşılmasının önemini vurgulayan bir çalışma oldu.
49
Tartışma ve Sonuç
İnsanların birbirlerine ve belli gruplara karşı oluşturacakları tutumlarda ve
sergileyebilecekleri iletişim çatışmalarında kişi algısı önemli bir rol oynar.
İnsanların birbirleriyle ne tür iletişimler kuracaklarını, birbirleriyle nasıl
geçineceklerini yordamada ilk adım onların birbirlerini nasıl algıladıklarını
belirlemek olmalıdır. Algı, kişilerarası iletişimin ayrılmaz bir parçasıdır. iletişim
sırasında çok karmaşık algısal yaşantılar geçiririz. Örneğin, kendi davranışlarımızı
algılarız. Karşımızdakinin bizi nasıl algıladığını algılamaya çalışırız. Aynı şeyler
karşımızdaki için de geçerlidir. Bu durumda karmaşık bir algı trafiği söz
konusudur. Bu yüzden de birtakım kazaların, yanlış algılamaların ortaya çıkması ve
bunların da çatışmaya yol açması doğaldır.
Kişilerarası iletişim çatışmalarının önemli kaynaklarından bir tanesi de
kişilerin sahip oldukları rollerdir. Grup içinde belli bir pozisyonda bulunan kişiden
beklenen işe -yani davranışlara- rol adı verilir. İnsanlar üstlendikleri rollerin
niteliğinden ötürü ya da bu rolleri üstleniş biçimlerinden ötürü birtakım çatışmalar
yaşayabilirler (Dökmen 1998).
Bu tezin temelini oluşturan heykel çalışması, bize hem kalitatif anlamda hem
de surplus reality açısından birçok veri sağlayan projektif bir teknik sunmaktadır.
Tek bir imgeyle, hem hemşirenin dışarıdan baktığında algıladığı hasta imajı hem de
kişinin kendi yaşantılarından o imgeye bulaşmış duygusal içeriği görme imkanı
sağlanırken, surplus realityde bir yandan hemşirenin mesleki rolü içinde kendini
algılayışını ve rol değiştirme aracılığıyla hastanın hemşireyi algılayışını, diğer
yandan rahatsızlık duyduğu ya da şikayetçi olduğu hasta davranışlarının altında
yatan duygu ve ihtiyaçları farketmesini aynı anda buluşturan bir çalışma
gerçekleştirilmiş oldu.
Bu çalışmada, her bir heykel oyunundan kişinin hastayla ilgili duygularının
kökenlerine doğru protagonist oyunlarına geçiş yapılabilirdi. Bu sayede hastayla
ilişki biçiminin hemşirenin kendi kişisel tarihindeki izdüşümleriyle bağlantısı
kurulabilirdi. Ancak çalışmanın küçük bir hastanede yapılması ve hemşirelerin
birbirleriyle tanışıklıklarının kendini açma davranışına engel olması, grup
sürecinin pek çok aşamasında kendini gösterdiğinden böyle bir çalışma
gerçekleştirilmemiştir.
Hemşirelik bir yardım mesleğidir. Yardım etmede temel amaç, karşılıklı
güvene dayalı bir iletişim ve etkileşim içinde hizmet verilen bireyi tanımak, bakım
50
gereksinimlerini tanımlamak ve sonuçta sorunları ile daha etkin başedebilir,
gereksinimlerini karşılayabilir hale gelmesini sağlamaktır (Smitherman 1981).
Ancak hemşireliğin doğasında olan yardım etme davranışı hemşirenin kendi
gereksinimlerini yadsıyarak başkalarının gereksinimlerini karşılamaya
dönüştüğünde bağımlılık ilişkileri başlamaktadır. Bağımlı bakımda hemşire sevdiği
için değil mecbur hissettiği için bakım vermektedir. Karşılığında hasta, hasta
yakınları ve yöneticilerden beklediği ödüller ve kabullenme çoğu zaman
gerçekleşmemektedir. Öfke, engellenme, tükenme ve benlik saygısında azalma, ya
bağımlılık davranışlarını arttırmakta ya da hastayla olumsuz iletişimler kurulmasına
neden olmaktadır (Aslantürk 1998).
Hasta ile ilişki sırasında hissedilen sıkıntı, kızgınlık, acizlik ve haksızlığa
uğramışlık duygusu grup süreci içinde gerek oyunlarda gerek paylaşımlarda hemen
hemen tüm grup üyelerinin ortak duygusuydu. Itır’ın takdir ve saygı görmediği
düşüncesi, benlik saygısında azalmaya, hastayla olan ilişkisinde öfkeli ve tepkisel
olmasına yol açmıştı. Hasta heykelinde yaşadığı yoğun negatif duygular rol
değiştirdiğinde de empati yapmasına engel olmuştu. Ancak heykel oyunu
kendisiyle ilgili kayıplarının (sabır, kendine güven, mesleki saygınlık) farkına
varmasına ve bununla ilgili protagonist oyununa geçişi sağladı. Protagonist oyunu,
hastaları anlamaya, onlarla doğru ilişki ve iletişim seçeneklerini farkettirmeye
yarayan bir çalışma oldu.
Hemşireler, sağlık hizmetlerinin sağlanmasında anahtar figür olarak bilinirler
ve kabul edilirler. Onlar, birey ve grupların gereksinimleri doğrultusunda planlanan
sağlık bakımını uygulamak üzere hekim ve diğer sağlık personeli, hasta ve ailesi
arasındaki bağlantıyı sağlayan tek meslek üyesidir. Menekşe ve Gül’ün hasta
heykellerinde ve Pelin’in poliklinik oyununda hemşirelik mesleği ve işlevlerine
bakış yansımakta; hemşirelik bir yandan bakım veren, koruyan anne rolüyle
bağdaştırılırken diğer yandan hasta, ailesi ve hekim arasında bağlantı sağlama
işlevinin, hasta ile doktor arasında bir engel (tampon) olarak da algılandığı
görülmektedir.
Kutuplar küçük oranda da olsa karşıtını içinde barındırır: Yin Yang. Nilüfer,
Yasemin, Kardelen ve Gül’ün hasta heykellerinde zayıf ve güçlü yönlerin farklı
oranlarda bir arada bulunuşu; gece olmadan gündüzün, gündüz olmadan gecenin
anlamının olmadığını hatırlattı. Aynı heykelde iki farklı yön; güçlü, başat,
konumunu kullanan, ezmeye çalışan hasta imajının yerine geçildiğinde kırılgan,
yardıma muhtaç, endişeli hasta profiliyle karşılaşıldı. Kardelen’in heykelinde ise
dışarıdan çok zayıf korunmasız görünenin dahi doğasında kendini savunma
51
düzenekleri olabileceği fark edildi.
Grup süreci içinde ortaya çıkan bir diğer tema ölümdür. Hastalık ve
hastalarla uğraşmak aslında insana ölümü hatırlatan, zaman zaman onunla
yüzleşmeye hazır olmayı gerektiren bir durum. Her hemşirenin ölümle yüzleşmeye
hazır oluş farklılıklarının, hastalarla iletişimi etkileyen önemli faktörlerden biri
olduğu düşünülmektedir. Ölüm ve yaşam döngüsü karşısında duyulan çaresizliğin
kimi zaman hastaya yaklaştırdığı kimi zaman da hasta ile iletişimi, hastaya birey
olarak yaklaşmayı engelleyici olduğu görülmüştür.
W. Goldschmidt etnografik kanıtlar üzerine yaptığı derlemenin temelinde
şunları söylemektedir: “İnsan doğası gereği toplumsal varoluşa bağlanır ve bu
nedenle kaçınılmaz bir biçimde kendi çıkarlarına hizmet etme ve ait olduğu grubun
çıkarlarını tanıma konusunda ikilemle kuşatılır. Bu ikilem çözümlenecek hale
gelene dek insanın kendi çıkarına en iyi biçimde çevresindekilere karşı
yükümlülükleri yoluyla hizmet edebileceği gerçeği çözüm yerine geçer. Olumlu
duyguya gereksinim her bir insanın kendi insan çevresinden tepki alma arzusu
demektir. Bu kendini ilişki, tanınma ve kabul görme, onay görme, saygı görme için
arzu şeklinde, değişen biçimlerde ortaya koyabilir” (alıntı Yalom 1992).
Benzer biçimde William James de şunları söylemişti: “Biz yalnız
çevremizdekilerden anlayış bekleyen sürü halinde yaşayan hayvanlar değiliz, fakat
kendimizi göz önüne almaya ve cinsimizce olumlu biçimde göz önüne alınmaya
doğuştan bir eğilimimiz vardır. Topluluk içinde boşlukta kalma ve diğer üyelerce
mutlak biçimde yok sayılma kadar acımasız bir ceza tasarlanamazdı” (alıntı Yalom
1992).
Pelin’in poliklinik oyununda hastaların kendisini dikkate almasını istemesi,
Açelya’nın hasta heykelinde mezar taşının ve ölünün hemşireye mesajı, Itır’ın hasta
heykelinde kendinde eksikliğini hissettikleri, Açelya’nın protagonist oyunundaki
öfkesi, hep aynı insani ihtiyaçtan, Maslow’un gereksinimler hiyerarşisinde
bahsettiği temel duygusal gereksinimden kaynaklanıyordu; saygı görme, kabul
edilme gereksinimi (Yanbastı 1990). Hasta da hemşire de olsak, birey olarak
tanınmak, kabul edilmek, saygı görmek ihtiyacındayız.
52
Öneriler
Hemşirelik sürecinin her basamağında en etkili araç olarak kullanılan iletişim
tekniklerini etkin olarak kullanabilmek için kişilerarası ilişkiler dersinde lisans
düzeyinde tüm sınıflarda interaktif yöntemler kullanılması, empati, yardım edici
iletişim gibi konularda beceri kazanabilmeleri için birinci sınıftan itibaren, bu
konularda psikodrama grupları oluşturularak eğitim yapılması önerilebilir. Ayrıca
hastanelerde hemşirelere verilen hastayla iletişim konusundaki hizmet içi eğitim
seminerlerinde psikodramatik yöntemler kullanılabilir. Bu sayede ilişkide yaşanan
problemlerin çözümü için bir yandan farklı problem çözme seçeneklerini
deneyimleyerek öğrenmeleri sağlanırken diğer yandan hastayla empati kurmaları
aracılığıyla kendi davranışlarındaki eksik yönlerin farkındalıkları oluşturulabilir.
53
Kaynakça
1.Arslantürk G (1998) “Kadınlık Hemşirelik ve Bağımlılık İlişkileri” Cinsiyet ve
Psikiyatri. 7. Anadolu Psikiyatri Günleri. Malatya, İnönü Ü. Psikiyatri AD &
Psikiyatri Derneği Yayını; s. 214-221.
2.Babaoğlu AN (1998) Tanı ve Terapide İmgesel Görüntü Yaşantısı. İstanbul
Psikoterapi ve Grup Terapiler Derneği Yayını; s. 27.
3.Bilgin N (2003) Hastalık Zor Zanaat. Türk Psikoloji Bülteni Türk Psikologlar
Derneği Yayını; 9:144-149.
4.Cüceloğlu D (1999) Yeniden İnsan İnsana. Yirminci. Baskı. İstanbul, Remzi
Kitabevi, s. 12-13, s. 56-57.
5.Daniels TG, Denny A, Andrews D (1988) Using Microcounselling to Teach RN
Nursing Students Skills of Therapeutic Communication. Journal of Nursing
Education; 27(6): 246-52.
6.Dökmen Ü (1998) Sanatta ve Günlük Yaşamda İletişim Çatışmaları ve Empati.
Dokucuncu Baskı. İstanbul Sistem Yayıncılık, s. 97-119, s. 134-175.
7.Dökmen Ü (1995) Sosyometri ve Psikodrama. İstanbul, Sistem Yayıncılık,
s. 112-114.
8.Dökmen Ü (2000) “Farkına Varmak”. Yarına Kim Kalacak? Evrenle Uyumlaşma
Sürecinde Varolmak Gelişmek Uzlaşmak. İstanbul, Sistem Yayıncılık, s.122-139.
9.Erdélyi, I (2001) Psikodrama Eğitiminde Aynanın Rolü. (Çev. Edit. İnci
Doğaner 2007 Eylül’de basıma hazırlanıyor). Psychodrama Training: A European
View.Edited by Pierre Fontaine. Second Edition. Belgium, Fepto Publications.
10.Evans GW, Alligood MR, O’Neil M (1998) Empathy: A Study of Two Types.
Issues of Mental Health Nursing; 19(5): 453-461.
11.Kalish BJ (1973) What is empathy? American Journal of Nursing; 73(9): 1548-
1553.
12.Kelleci M (2005) Kanser Hastalarının Umudunun Geliştirilmesine Yönelik
Hemşirelik Girişimleri. Anadolu Psikiyatri Dergisi; 6: 41-47.
13.Kum N (1992) Türkiyede Hemşire–Hasta Hekim İlişkisinde Değişen Gelişen
Kavramlar. Sivas, s. 20-23.
14.Mete S, Gerçek E (2005) PDÖ Yöntemiyle Eğitim Gören Hemşirelik
Öğrencilerinin Empatik Eğilim ve Becerilerinin İncelenmesi. C.Ü Hemşirelik
Yüksek Okulu Dergisi; 9(2): 11-17.
15.Nezlek JB (2002) Day to Day Relationships Between Self Avereness, Daily
54
Events and Anxiety. Journal of Personality; 0:2 249-275.
16.Özbek A, Leutz G (2003) Psikodrama Grup Psikoterapisinde Sahnesel
Etkileşim.İkinci Baskı.(Edit.Ülgen H. Okyayuz) A. Özbek Psikodrama Enstitüsü
Yayınları No: 1, s. 21-23, s. 42-43.
17.Özdağ Ş (1999) Psikodrama Gruplarının Hemşirelik Yüksek Okulu
Öğrencilerinin Benlik Saygısı, Atılgan Davranış, Empatik Eğilim ve Empatik
Beceri Düzeylerine Etkisi.Yayınlanmamış Doktora Tezi. Hacettepe Üniversitesi.
18.Rohrer J (2002) “Abc of Awereness” Personal Development As The Meanıng
of Life. Utd Media Book Series “Time for Change” Volume 1; 7-24.
19.Smitherman C (1981) Nursing Action For Health Promotion. F. A. Company;
s. 63-91.
20.Tutuk A, Al D, Doğan S (2002) Hemşirelik Öğrencilerin İletişim Becerisi ve
Empati Düzeylerinin Belirlenmesi. C.Ü. Hemşirelik Yüksekokul Dergisi; 6(2): 37-
41.
21.Velioğlu P, Pektekin Ç, Şanlı T (1991) Hemşirelikte Kişilerarası İlişkiler.
Editör Ramazan Geylan. Anadolu Ü. Açıköğretim Fak. Yayınları, s. 2-106.
22.Yalom ID (1992) Grup Psikoterapisinin Teori ve Pratiği. Üçüncü Baskı (Çev.
Ataman Tangör ve Özgür Karaçam). İstanbul, Nobel Tıp Kitabevleri, s. 17-18.
23.Yanbastı G (1990) Kişilik Kuramları. E.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları No:53,
s. 221-225.
24.Yıldırım Z, Yazıcı S (2001) Marmara Ü. Hemşirelik Yüksek Okulu
Öğrencilerinin Devam Ettikleri Sınıflara Göre Empatik Becerilerinin
Değerlendirilmesi. I. Uluslararası ve VIII. Ulusal Hemşirelik Kongresi Kitabı.
Antalya, s. 259-263.
25.Zıllıoğlu M (1996) İletişim Nedir? İstanbul Cem Yayınevi.
55
Özet
Bu çalışmada, hemşire hasta ilişkisinde iletişim ve empati becerilerinin
psikodrama yöntemiyle geliştirilmesi amaçlanmıştır.
Grup üyeleri, bir askeri hastanede çalışan 12 hemşireden oluşmuştur.
Hemşirelerin her biri çalışmaya kendi isteği ile katılmıştır. Tez çalışmasında 9’u
hasta heykeli 11 protagonist oyunu ve 1 grup oyunu kullanılmıştır.
Bu çalışma, grup üyelerinin mesleki rolleri içinde kendilerini ve hastaları
algılayış biçimlerini ve bu algıların hastayla kurdukları ilişkiye etkisini
farketmelerini sağlamıştır. Diğer taraftan oyunlarda rol değiştirme aracılığıyla
hastayla empati kurmalarını ve bu sayede hastanın gereksinim ve beklentilerinin
farkına varmalarını, etkili yardım edici iletişim seçeneklerini deneyimlemelerini
sağlayan bir çalışma gerçekleştirilmiştir.
56
Summary
In this study, it is aimed to develop the skills of communication and empathy
in the relationship between nurses and patients by Psychodrama Method.
Group members are 12 nurses working at a military hospital. All members
have willingly participated in this study. In this thesis, have been used the
following twelve games; 11 protagonist plays (including 9 patient statue plays) and
a group play.
In this study it is provided to be aware how participants perceive patients and
themselves in their occupational role and the effects of these perceptions to the
relationship with the patients. On the other hand, establishing empathy using role
reversal in plays and noticing the requirements and expectations of the patients, and
experiencing the effective helpful communication alternatives, were achieved.
57
Özgeçmiş
1970 yılında İzmir’de doğdum. İlk, orta ve lise öğrenimimi İzmir’de tamamladım. Üniversite eğitimimi Ege Üniversitesi Psikoloji bölümünde 1987-1991 yılları arasında gördükten sonra aynı üniversitede Klinik Psikoloji alanında Yüksek Lisansımı yaptım. Uzm. Dr. Emre Kapkın’ın psikodrama eğitim grubunda psikodrama grup yöneticisi eğitimimi tamamladım. Halen Güzelyalı Asker Hastanesinde Klinik Psikolog olarak görev yapmaktayım.