+ All Categories
Home > Documents > Otoriter Düzenleme Zihniyeti Olarak Anayasacılık

Otoriter Düzenleme Zihniyeti Olarak Anayasacılık

Date post: 10-Nov-2023
Category:
Upload: independent
View: 0 times
Download: 0 times
Share this document with a friend
27
Transcript

Sunuş ... · .................... .15

MURAT BELGE

Türkiye'de Siyası Düşüncenin Ana Çizgileri ..................... .39

üMIT KIVANÇ

Üstüne Ciltler Yazılmış Hayalet .... 63

ŞÜKRÜ ARGIN

Türk Aydınının Devlet Aşkı ve Aşkın Devlet Anlayış!. .... 84

AHMET ÇIGOEM

Entelektüeller ve ideolojiler ....... ............. .

• Baykan Sezer KURTULUŞ KAYALI ..

TANIL BORA

. ................ 112

............. 114

Uzmanlaşma ile Popülarizasyon Arasında Aydın.. ..125

• Mehmet Ali Aybar SEVGi ADAK - ÖMER TURAN ....

• Doğan AvclOğlu ÖMER TURAN ...

.... 132

.................. 159

s o

• Kıvılcımili Söyleminin Vğra,klan: .Tarih, (Gelen.ek ve "Kulsallh.ıilalcilik" NECMiEIWOCAN .... ............. . ...... " ... .

TAN E R Tl iM u R

Ya!kml(ltriilhiimizde Siyaset, ideoloji ve Bilim

....... 180

........ .195

• İsmail IBeşikçi MURAT ÇELİKKAN ........................................... 198

OKTAY ÖZ:E'L

Ömer Ltttji B,arkan .. . ............. 224

H" BAY RAM K AÇ iM AZ OG L U

Bazı Bilim İnsantannın Türkiye'deki Siyasal Düşün Tarihine Katkılan Üzerine Bir Deneme ...................... ...... 233

M" Ş'Ü:KiR Ü HA NJi(j):G:L,U

"1" tti ,'1- t i k" ; i ırı(!l)Çı i . . . . . ........ . ...................................... 249

YASiEMIN ÖZ.GÜN-ÇAKAR

Otoriter Düzenleme Zihniyeti Olarak Anayasacılık ....... 259

• Osmanlı'dan Bugüne Parçalı Kamusal Alanda "Toplum" Meselesi ETYEN MAHÇUiPYAN .. ..................... .273

ORHANGAZI ERTiEKIN

Türkiye'de Hukuk-Siyaset ilişkileri .. ...................... . ..... 285

• Kemalist Rejimin inşası: Takrir-i SükOn Kanunu SEYFi ÖNGiD'ER .............. . . .. . . ........ . ... .312

ALI SOM'EL

Türkiye~de Kalkınma Planlaması EJsanesL ... ................. .319

• Umutlar, Korkular, Kaygılar: Dünya Iktisadi Buhrammn 5.iyasal Düşünce Ortamma Etkileri YIGIT AKIN .................. . ............ .334

ç N D E K L R

Milliyetçilik, ırkçıhk,

TANIL BORA

Türkiye'de Faşist ideoloji .. . .................. .349

• Türkiye'de Siyası Şiddetin· Fikrı Kaynakları HAMiT BOZARSLAN. . . . .. . .. .. .............. . ............. .3 70

M URA T E.R Gl N

Türk Kimliği ve Irksal Sözlükler ................. .

• YalÇIn Küçük SÜREYYA TAMER KOZAKLI ..

TANEL DEMIREL

. .. ..386

.. .394

1946-1980 Döneminde "Sol" ve "Sağ" ............................. 413

• Çetin Altan DENiz TANSEL .. .... 424

YÜKSEL TAŞKIN

Türkiye'de Sağetlık. . .................................... 451

• EroiGüngör KILIÇ BUGRA KANAT .. ................................... ................... 460

• Türk Sağı ve Ekonomi Fikri FERiDUN YILMAZ ........................................ . ......... 4.74

MENDERES ÇiNAR

Merkezsiz Siyaset, Siyasetsiz Merkez ................................ 497

• Süleyman Demirel TANIL BORA.. . . ....................................... . ....... .502

SEVGI UÇAN ÇUBUKÇU

Türkiye'de Merkez Solun "Sosyal Demokratlaş(ama)ma" Yakası ........... . . ... .519

• Turan Güneş CEMAL FEDAYL .................................................................. .528

s o L

Kürt Sorunu AHMET YILDIZ

Kürt Ulusal Hareketinin Üç Tarz-ı Siyaseti: Kemalizm, İslamcılık ve Sol ................................. .

• Orhan Kotan RECEP MARAŞU. . . .. . ............................... .

• Sait Kırmızıtoprak ORHAN MiROClU ............... .

• Kürt Sorunu ve PKK ÖMER LAÇiNER ...

Din, Laiklik, ZERRIN KURTOGLU

k

Devlet Aklı ve Toplumsal Muhayyile Arasında Din ve Siyaset.. ........................ .

• Medreseden Okula

. ........ .545

... .559

.585

.... 606

. .... 617

Osmanlı-Cumhuriyet Modernleşmesi SERDAR ŞENGÜL ............................. . ....................... 634

CIHAN AKTAŞ

İslami Hayat Tarzının Yeniden Keşfi ................................. 651

HALDUN GÜLALP

Türkiye'de Laiklik ve Sol ..

METIN KARABAŞOGLU

. ..... 669

İslam ve Milliyetçilik Arasındaki İlişki ve Etkileşim .. .... . 690

• Geçmişten Günümüze Milli Türk Talebe Birliği ZÜLKÜF ORUÇ .................. , ......... . .... 703

• Milliyetçi-Muhafazakar Bir Dergi Olar~k Türk Edebiyatı Dergisi YILDIZ AKPOLAT ............ . ............. .... 710

ç N D K E R

ÜMIT AKTAŞ

islamcılık ve Sosyalizm . ........................................................ .722

• Türkiye'de İs/am ve So/ veya İs/amcı/ar ve So/cu/ar YAsiN AKTAY ........................................................................... 758

AYHAN YALÇiNKAYA

Siyaset, Din, Alevilik ve Özgürlük Hayaleti. . .... .785

Kadınlar; Toplumsal Cinsiyet YAPRAK ZIHNloGLU

Kadın Kurtuluşu Hareketlerinin Siyasal ideolojiler Boyunca Seyri (1908-2008) ......... 0 •••••• .805

• "Kadm Sorunu" mu, Erkek Egemenliği mi? AKSU BORA ............................................................................ 818

TANIL BORA - ULAŞ TOL

Siyasal Düşünce veErkek Dili ......................................... ' ... .825

Basın-Medya, Edebiyat, M. ALI TUNALI

Siyası Fikir Dergileri .............. .. . ................ .837

A. ÖMER TÜRKEŞ

Toplum ve Kimlik Kurma Kılavuzu Olarak Roman ........ .844

NECMI SÖNMEZ

Türkiye'de Siyası Düşüncenin Görsel Sanatlara Bakışı . .870

TANIL BORA - LEVENT CANTEK

Köşe Yazarlığındaki Değişim ve Politik Düşünce Vasatı ....

• Refik Halid Karay NURAY MERT ........................... .

. '. • Medyamn Siyasal İdeoloji/ere Etki/eri UMURTALU.. . . .................... ..

. ....... .879

.............. 882

...... 902

s o L

LEVENT CANTEK

AzizNesin ... ...................... . . .............. .917

"Çeviri" Düşünce?

ALIERGUR

Türkiye' de Siyasİ Düşüncenin Gelişmesinde Fransız Etkisi ... ............. ...... ....... . ................... :927

• üAcen.faCllık" Kavramı Üzerine AHMET ÇiGOEM. .. . ........ 945

5UAVI AYDIN

Türk Düşüncesinde Alman Etkisi .......... .947

BEKIR BERAT ÖZIPEK

Anglo-Sakson ve Fransız Siyasİ Modelleri Arasında Osmanlı ve Cumhuriyet ModernleşmesL .................... .971

• ~oc!.ernizmin Vaad Edilmiş Cennetinin Kapısmda Iki Ulke: Finlandiya ve Türkiye

...... 981 FUNOA ŞENOL CANTEK.. . ............. .

Dünya, ENGIN ERKINER

Teori Sol ve "Mahalle Baskısı" . . ......... 987

MEHMET UGUR

Türkiye'de Avrupa Birliği Sorunu.. . .... 999

• Sağ ve Sol Siyasal Düşüncede Emperyalizm KEREM ÜNÜVAR.. ............ ........ .... 1018

MELTEM AHıSKA

Garbiyatçılık: Türkiye'de Modernliğin Grameri.... ...1039

• Celal Nuri ileri CUMHUR ARSLAN .. ....... 1042

ç N D E K L E R

ALEV ERKILET

Modern Türkiye'de Doğu Düşüncesine Yaklaşımlar .... 1066

AKIN ATAUZ

Türkiye'de Siyası Partilerin ve Siyası Düşüncenin Çevre/Ekoloji Sorununa Yaklaşımı Üzerine ............ ....... 1075

METE K. KAYNAR

Totem, Tabu, Mustafa Kemal ve Atatürkçülük ......... 1089

AYŞE HÜR

" /Türk Millı Kimliğinin Kurucu Unsuru Olarak " Ermeni Tabusu................................................ ......... . ...... 1121

TANI,t. BORA - BAYRAM ŞEN

Saklı Bir Aynşma Ekseni: Rumelililer - Anadolulular .1149

NESIM ŞEKER

Milli Mücadele Dönemi ....... 1163

• Kazım Karabekir Ali ÇiFTÇi ............ .. .............................................. 1177

üMIT FıRAT

Dogmalar, Tabular, Siyaset ve Kürtler ............................ .1195

ERDEM DENK

Türkiye Siyasetinin Dış PolitikCa) Tabulan . .............. .. 1207

NERGIS CANEFE

Vatanını Arayan Devlet: Kuzey Kıbns Türk Cumhuriyeti

AYŞEGÜL ALTıNAY

............. 1229

Tabıdaşan Ordu, Yok Sayılan Militarizm ......................... 1245

o

YASIN AKTAY

Halife Sonrası Durumdan Vatandaşlık Siyasetine: İslamcı Politik Teolojinin Seyir Notlan ............................ .1258

MURATHAN MUNGAN

yalpa .................................. ...................................................... .1281

Kaynakça .............................................................................. .1296 Yazarlar Hakkında....... ............... ............... . .1330 Dizin .......................... . ........ .1333

i

Otoriter Düzenleme ihniyeti Olarak Anayasaeılık

YASEMIN ÖZGÜN-ÇAKAR

umhuriyet gazetesinde köşe yazarı ' olan Fikret Otyam 1971'de anaya­saya şöyle sesleniyordu:

. Evladım Anayasa, Nice emek ve gözyaş­seni bu yaşa getirdik, senden ne

umutluyduk ... Bir gün senin sayen­huzura, mutluluğa ve refaha kavuşa­

umut ettik durduk ... Nice badi-

'·uu'~tuıt:f. Ben ve seni doğuran anan iki gözümüz iki çeşme ağlıyoruz günlerdir, kimsenin YÜzÜne bakacak halimiz yok.

Anayasa evladım, Sana son defa sesleniyoruz, gel teslim

ol...

; Anayasalar ve anayasacılık konusu Tür­siyaset alanında ayinleştirilmiş

bütünlerinden birini oluşturmuş Türk siyasal tarihi boyunca anayasalar

ile birey, sermaye ile emek arasın­ilişkilerin egemenlik ilişkileri bo­yeniden düzenlendiği metinler ola­

ortaya çıkmıştır.

Giriş bölümünde, Padişah Abdülaziz'in sözleriyle amacının yalnız din ve' devleti değil aynı zamanda ülkeyi ve milleti kal­kındırmak olduğunu beyan eden Gülha­ne Hattı Hümayunu ile birlikte Türk siya­sal hayatında "yasaya uyma" sözü ilk kez gündeme gelmiş ve "yasa" bu dönemi ta­kiben Tanzimat siyasal kültürünün ve hukukunun baş tacı ettiği bir kavrama dönüşmüştür; hatta Tanör'e göre bu dö­nem bir "yasa yüceltmesi"nden dahi söz edilebilir (1998: 98). Gülhane Hattı Hü­mayunu'nda Kuran ve şeriat ilkelerinden ayrılındığı için ülkenin çöküşe geçtiği tespiti yapılmış, kurtuluşun ancak yeni yasalar/düzenlemelerle mümkün olduğu ileri sürülmüştür; bir başka deyişle, şeri­atın yerini yasa almak zorundadır.

Dolayısıyla Osmanlı aydınlarını özellikle 19. yüzyıldan itibaren meşgul eden en önemli sorun, imparatorluğun çöküşünün nasıl durdurulacağıydI. 1 Yeni tip Osmanlı aydınını geleneksel olandan ayıran özellik bu aydınların toplumsaVsiyasal koşulları acil olarak düzeltmek ve/veya değiştirmek görevini yüklenmiş olmalarıydI.

Tanzimat daha önceleri de var olan Ba­tıcılık, askeri reform, mali sorunları çöz­me, yönetirnde yenilik fikirlerinin bir aşa­mas~ olarak bazı siyasal uygulama ve ge­lişmelerin başlangıcı sayılabilirse Tanzi­mat'ın mantığı Osmanlı devletinin "ulus-

25~

260

D Ö N E M R V E

devlet" modelinin meydan okuyuşuna ya­nıt vermesinin gerekliliğinedayanıyordu. Bu yanıt bir Osmanlı ulusu meydana ge­tirmekti. Bu ulusun doğabilmesi ve mo­dem merkeziyetçi devletin kurulabilmesi için tekçi bir hukuk sistemine, bu siste­min güvence altına aldığı temel insan haklarına ve bu haklara dayalı olarak devleti ile özdeşleşecek ve çok arzu edi­len Batı kapitalist sistemiyle ekonomik bütünleşme sağlayacak ulus çatısı altında birleşmiş insanlara ihtiyaç vardı. Yönet­sel, hukuki ve askeri reformlar da merke­zileşmeyi sağlayacaktı.

Osmanlı İmparatorluğu'nun ancak Ba­tı'ya yönelmesi ve Batı'nın bir parçası ol­masıyla kurtarılabileceğine inanan bir zihniyetin Osmanlı seçkinleri arasında yaygınlaşmaya başlaması ve bu kimsele­rin 1839'danitibaren kısa aralar dışında iktidarı ellerinde bulundurmaları bu alanda önemli etkileri karşımıza çıkarı­yor. Bu grup önce, toplumun dayandığı temel gücün bilim olması gerektiğine inanııııştı ve çöküşü durdurmak için, İt­hal ettikleri kurum ve teknolojileriüreten düşünce çerçevesiyle ilgilenmeye başla­mışlardı. Çöküşten kurtuluşun çarelerini üreten ve Batı'nın üstünlüğü mucizesini

. gerçekleştiren bu çerçeve bilimsel bilgi çerçevesiydi, bu koşullar altında' bilimsel düşünceye hayran olmamak veya en azın­dan etkilenmemek mümkün değildi. Os­manlı aydınlarının bırçoğunun gözünde hayah kolaylaştıran çözümler, teknikler üreten bilim aynı zamanda hayatın bilgi­sinin gerçek kaynağı idi.

1876'ya gelindiğinde ise Kanun-i Esasi süregiden ticari faaliyetlerine ek olarak gittikçe dışa açılan bir ülkenin sermaye birikim koşullarının geldiği noktada sivil bürokrasi, ordu ve din kurumu birlikteli­ğinin "devleti kurtarma" çabasının bir ifa­desidir. Temel sorunları devleti kurtar­mak olan Osmanlı aydınlarının önemli bir bölümü Kanun-i Esasi ve parlamento­ya "Osmanlılık" ve "ortak vatan" temelin-

z H N Y E T

de birleştirici bir unsur olarakbakmışlar­dır. Burada düşünülen temsil, genel ola­rak halkın ve onun içinde gelişen belirli tabakaların temsili ve iktidarı paylaşması değil etnik temele dayalı birtemsil olmuş ve Osmanlı millet sistemine uygun bir yansıma söz konusu kurum içinde oluş, turulmuştur (Hanioğlu, 2000: 248).

Kanun-i Esasi'yi yeniden yürürlüğe koymak isteyen ve bütün Osmanlıların kardeşliği fikrinden yola çıkarak "Osman­lı milleti", "Osmanlı vatanı" ve "Osmanlı- . cılık" kavramları etrafında kenetlenen Jön Türklerin de asıl hedefi özgürlükten imparatorluğun kurtarılmasıydI.

Çok partili hayata geçişle birlikte . anayasa muhalefet partilerinin . durdukları sorunların tek çözüm niteliğine bürünmüştür. 1982 L1H.a y,,~«-

. sı'nın değiştirilmesinin gündemde günümüzde'Prof. Dr. Ergun Özbudun kanlığındaki komisyon tarafından nan AKP'nin yeni anayasa taslağında deflenen, kitlelerin siyasi karar alma kanizmalarından giderek daha fazla masıyla sonuçlanan neoliberal dönüşuın sürecine anayasal nitelik kazandırmaktır.

Türkiye siyasal hayatında anayasalar farklı toplumsal kesimlerin katılımıyla' oluşturulmadığı ve dolayısıyla t"rıı11 tnSi1ı bir ürün olmadığı için her seferinde hipsiz kalmış ve sık sık değişik "i"·''''f'r.cı; lerin ağzından işittiğimiz şu sözler ganmamıştır: "Bu anayasayla bu yönetilemez", "bu anayasa fazladır, tür, boldur." Hatta kimi zaman şu varılmıştır: "Bu anayasayı yapanları h." Dolayısıyla anayasa, Türk siyasal yatında tarihsel olarak farklı içinde farkh sınıfsal ve toplumsal ların sonucu olarak gündeme beraber genel olarak bir otoriter .. me aygıtı olarak işlev görmüş ve projesinin göstergesi2 gibi algılanmıştır.

Bu çerçevede, bu yazıda esas 1961 Anayasası'nın hangi lumsal çelişki ve gerilimlerden

DÜZ E N L E M E Z i H N i Y ET i . OLA RA K A N AYASAC i L i K

nasıl bir siyasal ve ekonomik iktidar deği­şimini hedeflediği ve anayasa aracılığıyla kurulması planlanan "otoriter düzen"in temel öğelerinin neler olduğu dönemsel bağlamları ve "anayasacıhk zihniyeti" çerçevesinde tartışılacaktır.

1939 yılında Cumhuriyet Halk Parti­si'nin s. Kurultayı açış konuşmasında İs­met İnönü ilk kez "halk iradesi"nden, hal­kın seçimlere katılmasından söz etmişti:

Siyaset hayatında tecrübe geçinnişadam­

lar olarak, memleketimizin ihtiyacına ve bünyesine uygun olan halk idaresi usulü­nü kemale erdirmek niyetindeyiz. Bu yol­

da temiz yürekle çalışıyoruz. Bizden son­ra gelecek vatandaşlara milletimizin siya­

sı hayatında ilerlemiş bir seviye bırakmak başlıca emelimizdir. ıyi bir halk idaresic

nin siyası idarede ana ilkesini, her çeşit seçimıiTe halkın· samimi olarak katılma­sıyla, hükümetin Büyük Millet Meclisi fa­

aliyetinde hakiki bir milIf denetim ile

özetleyebiliriz: (CHP Programı)

İsmet İnönü'nün sözleri o dönemin egemen demokrasi anlayışının ipuçlarını veriyordu. Buna göre demokrasi, basitçe, bir yönetim biçimi, bir hükümet. kurına yöntemi ya da "toplum~ yönetmek" için birbirleriyle rekabet eden gruplar arasın­da seçim dönemlerinde sandıkta dile ge­len bir seçim olanağı ve Millet Meclisi'nin denetlenmesinden oluşan bir toplumsal­siyasal örgütlenme tarzı olarak düşünülü­yordu. Bir başka deyişle o dönem "halk idaresi usulü" olarak dile getirilen de­mokrasi terimi, İkinci Dünya Savaşı son­rasında, Batı toplumlarında varolan siya­sal kurumları, bu kurumların varoluşları­nı güvence altına alan hukuk kurallarını ve bu kurum ve kurallar içinde işlemekte olan siyasal süreci· anlatmak üzere kulla­nılmaktadır.

19S0'deki iktidar değişikliği, ne iktidar bloğuiçinde ne de bu blok ve kitleler ara­sındaki sınıf güçlerinin dengesinde bir değişiklik içerıniyordu, aksine Cumhuri­yefin kuruluşundan beri hüküm· süren

261

262

DÖNEMLER V E

otoriter devlet biçimi aynen devam edi­yordu. Bu anlamda 1946-50 geçişi emek­çilerin örgütlü siyasi mücadelelerini en­gelleyen, 1950 iktidar değişimi iddia edil­diği gibi "sözün halka geçmesi" olarak görülmemelidir (Yalman, 2002: 14). De­mokrat Parti döneminde "milli irade" bu kez kapitalist çiftçileri ve burjuvaziyi te-· mel alan ama bunların çıkarlarına küçük köylülük gibi sınıfları da eklernlemeye çalışan bir hegemonya projesinin önceki iktidar karşısında halkı bütünleştirmek için kullandığı bir söylem olarak ortaya çıkmıştır (Dinler, 2003: 40).

Demokrat Parti'nin iktidarı devraldığı 1950'den 27 Mayıs 1960'a kadar olan sü­reç sanayi burjuvazisinin yükselmesi ve burjuvazinin öteki dilimlerine karşı kendi özgül çıkarlarını savunmaya başlaması dönemidir. Türkiye'de sanayiye dayalı ka­pitalistleşmenin temelleri 1930'lu yıllarda devlet öncülüğünde atılmasına karşılık, gerçek anlamda bir sanayi burjuvazisinin oluşması ancak 1950'li yıllarda başlamış, sanayi burjuvazisinin egemen hale gelme­si ise 1960'lı yıllarda gerçekleşebilmiştir.

Bu süreç aynı zamanda sınıf farklarının artması, karşıtlıkların derinleşmesi anla­mına geliyordu. Kapitalizm, kırsal kesim­de bir mülksüzleşme, şehirde yarı iş sahi­bi yarı işsiz büyük yığınların toplanması demekti ve bunlarla beraber toplumsal, ekonomik ve coğrafi anlamda zihniyet değişikliklerini de beraberinde getinnişti.

Ikinci Dünya Savaşı'nın ertesinde, Tür­kiye'de ticari burjuvazinin egemenliği söz konusudur. DP'nin oluşumunda s~nayi burjuvazisinin tabi rolünü açıklayan da budur. Ama '50'li yıllarda, özellikle 1954 sonrasındaki dış ödemeler açığından do­ğan otomatik koruma etkisinin yarattığı ortamda, başta İstanbul'da olmak üzere büyük ticaret sermayesi kitlesel biçimde sanayiye dönmüştür. Bu donemde gerçek­leşen hızlı sermaye birikimi sermayenin siyasal bilinç gibi niteliksel yönlerinin de gelişimi anlamına gelmiş ve sınıf mücade-

z H N Y E T E R

leleri sennaye birikim sürecinin temel di­namiği olmuştur (Tuna, 2006: 194) ..

Esas olarak 1950-60 DP dönemi, hem iktisadi hem de siyasal açıdanbüyük bir "başarısızlıkla" kapanırken, aynı zaman­da, bu başarısızlık, 1961 Anayasası'nın da genel felsefesine temel oluşturuyordu. On yıllık süre içinde ekonominin karşı­laştıgı sorunlara çözüm bulmak ve eko­nomiyi belirli bir raya oturtmak, 1960'lar politikalarının temel hedeflerini oluştu­ruyordu. Bu sorunlar; ekonomik kalkın­manın sağlanması, bunun için gerekli in­san gücünün oluşturulması, böylece dış ödemelerde rahatlama gibi konuları içe­riyordu. Bütün bu düşüncelerin sonu­cunda ekonomik kalkınma yanında sos­yal amaçların gerçekleştirilmesi için Dev­let Planlama Teşkilatı kurulması ve beş yıllık kalkınma planlarının hazırlanması

gündeme gelmiştir. Ayrıca ülke koşulları-· nın gelişimi içinde işçi kesiminin daha. özgürleşmesi a~acı da vardı. Dayanışma içinde olması düşünülen bu üçlü eksen, sermaye-emek-bürokrasi ekseni üzerinde' Türkiye'nin koşullarına uygun bir kal­kınma ve kaynakları harekete geçirme politikasını yaşama geçirmek amaçlan­mıştı (Kili, 1998: 67).

1961 Anayasası ile, iki kutuplu bir dünyanın Batı yörüngesinde yüzen ve 1950'nin politika ve uygulamaları ile bu yörüngedeki yerini pekiştiren bir ekono­mi de uygulamaya konulmuştur. Başka bir deyişle Batılılaşma hedefleri doğrultu­sunda 1961 Anayasası, Türk ekonomisini rasyonalize ederek, t~m kapitalist Batı dünyası içinde etkinliği sağlama işlevi ile de yükümlü kılınmıştır (Önder, 1998: 87). Bu açıdan 27 Mayıs'ın tarihsel anlac mının, tarımsal/ticari sermaye birikimin­den sanayiye dayalı sermaye birikimine

i geçişin koşullarının yaratılması ve bu yönde düzenlemelere gidilmesi olduğU söylenebilir.

'1960 yıllarının "özgürlük rejimi, toplu sözleşme ve grev düzeni, öğrenci ve ay-

o R i TER DÜZ E N L E M E Z i H N i Y E T i OLA RAK ANA YAS A Ci L i K

haklarını arayan, yüksek ücret koşan işçilerin etrafında kenet­Türkiye kapitalizminin bir bU-

aşama kaydetmesi için gerekli olmuş­Küçük'ün altını çizdiği gibi DİSK'in

ücret düzeyi sağlayan sendikal ça­olmasaydı, büyük sermaye, da­

tüketim malları üretiminde büyük '.L''''' ....... gerçekleştiremezdi (1985: 86).

yandan ekonomik gereklilikler kadar diğer önemli görüş de demokrasi ve

kler sağlanmadan izlenecek bir K~ll~'U'U" programının aşırı farklılaşmalar

;V."'''"''"'' anarşi ve toplumsal çatışmalara açacağı iddiasıdır. Sendikalar, grev ve

yasalarının yürürlüğe sokulması,

sosyal adalet ilkeleri ile uyumlu olduğu kadar, gelişme halindeki emekçi hareketi­nin düzenlenmesi ve örgütlenmesi olarak da yorumlanabilir. Bunun da ötesinde,

, emekçi gelirlerinin yükseltilmesi iç piya-sayı genişletirken, emeğin işe uyumunu

, sağlar. Zaten ilk örgütlenmeler de devlet 'işletmelerinde gerçekleştiğinden, bu ha­, reketten özel kesim çok fazla etkilenme-miştir. Toplu sözleşme ve grev hakkının sadece işçilere verilmesi de sistem dina­miklerinin hakimiyetini göstermektedir. Bir yandan da bu olgu kentsel koa1isyo­nun ve onun siyasal temsilcisi CHP 'nin işçi sınıfını pasif bir destek sınıfı olarak kazanma çabasının ifadesidir.

Özellikle Türk iş aleminin, gerek Tek Parti döneminin son yılları gerekse de 1950'li yıllarda, siyası iktidarlardan eko­nominin yönetimine ilişkin konularda se­çilmiş temsilcilerin katılacağı karar or­ganlarının oluşturulması yönünde talep­lerde bulundukları (Yalman, 2002: 17) göz önüne'alınırsa esas olarak o dönemde yükselen sanayi sermayesinin taleplerine yanıt vermek anayasa hazırlayıcılarının temel amaçlarından biri olınuştur.

27 Mayıs müdahalesi sonrasındaki ana­yasa çalışmaları, daha doğrusu bu çalış­malardan genelde beklenenler, Türki­ye'nin önemli sayılan bütün sorunlarını

anayasaya konacak maddelerle çözmek eğilimini taşımıştır. 3 Preuss'a göre anaya­sa ve kurucu güç arasındaki ilişkide, hal­kın örgütsüz kurucu gücünün siyası alan­dan bütünüyle ya da geçici bir süre dış­lanması kurucu güçleri katı bir biçimsel­lik üretmeye yöneltir (1994: 52). Tabii ki anayasaların yapılış süreçlerine geniş kit­lelerin "doğrudan doğruya" katılabilmele­rini sağlamak olanaksızdır, ancak bu du­rum geniş katıhmh tartışma sürecinin önemini azaltmaz. 1961 Anayasası'nın hazırlanışında, sınıfsaVtoplumsal dina­miklerin belirleyici olmaması sonucu bi­çimsellik ön planda tutulmuş ve anayasa kendini her şeyi tanımlayan son derece ayrıntılı bir metin olarak kurmuştur. 1961 Anayasası'nın hazırlayıcılarından olan Sıddık Sami Onar anayasanın temel özelliklerini şu sözlerle belirtir:

Başlıca arzumuz ihlal edilemez bir ana­yasa yapmak ... Bu anayasa, memlekette­ki bütün müesseseler arasmda muvazene kuracak, şahsi nüfuz ve tahakküme mani olacak ve insan haklannı teminat altına alacaktır. .. Anayasa, buhranZı günler ya­ratmayacak bir anayasa olacaktır (Va­tan, 31 Mayıs 1960).

Bu sözlerde ifadesini bulan zihniyet anayasanın belli bir temel noktada ulaşı­lan sabit ve değişmez bir anlaşma düze­neği olarak ele alınmasıdır. Oysa, Tully'nin Wittgenstein'ı izleyerek belirtti­ği üzere anayasalar karşılıklı tanımaya da­yalı geleneklerin, sürekliliğin ve rızanın yeniden kurulup bozulabildiği sürekli bir kültürler, toplumlar ve gruplar arası mü­zakereler ve anlaşmalar zinciri gibi anlaşı­labilir (1995: 183).

Wolin'e göre bir anayasa, siyasete sınır­lar çizerken toplumdaki egemen güç odaklarını meşrulaştırarak ve onları uy­gun bir biçimde kurarak siyaseti de sınır­lamış olur. Anayasalar sadece siyasal eyle­min yasalolup olmadığı hakkında olmak­la kalmayıp aynı zamanda siyaset mikta-

263

l

264

D Ö N E M R v

rını, siyasetin geçici ritmlerini ya da dö­nemselliğini de düzenler ve ona ritüelis­tik biçimler verirler (1996: 32). Temel ar­zu, "buhranlı günler yaratmamak" ve "ih­lal edilemez bir anayasa yapmak" olarak kondüğunda ortada belirecek her türlü duruma karşı kurumlkuralların son dere­ce ayrıntılı olarak çizildiği bir anayasa çı­kacaktır. Böylelikle de elbette "çatışma ve çelişkilerin toplumsal mücadeleler yoluy­la çözümlenmesinin araçlarını geliştir­mek" yerine "birlik, bütünlük, dayanışma­nın" söz konusu edildiği bir toplumsal ve siyasal alan imgesi ön plana çıkacaktır.

Derrida'nın "Amerikan Bağımsızlık Bil­dirisi"ne ilişkin olarak ortaya koyduğu "gerekli karar verilernezlik" vurgusu da keskin ve değişmez bir belirleyiciliğin ye­rine bir tür toplumsallsınıfsal mücadele­ler boyunca devinen bir biçimlenmenin altını çizmektedir: "Akıllı halk" kendini halihazırda özgürleştirerek kurtuluşu bu Bağımsızlık Bildirisi'nde mi dile getirmiş­tir yoksa ancak bu bildiriyle mi özgürleş­mişlerdir?" (1986: 9). Derrida, edimsel (yürütmeye ilişkin) yapılar ve kurucu ya­pılar arasındaki bu belirsizliğin arzu edi­lir bir sonuca ulaşmak için gerekli oldu­ğunu öne sürer.

1961 Anayasası yapıcılarından Enver Ziya Karaı, "Anayasalar, onları hazırla­yanların aracılığıyla belli bir devirde ve belli bir yönde halkın eğilim ve inançları­nı gösterirler," demiştir (Öztürk, 1966: xII). Ne var ki, halkın farklı kesimlerinin söz sahibi olamamasınedeniyle 1961 Anayasası Karaı'ın sözünu ettiği gibi hal­kın eğilim ve inançlarİnİ göstermekten çok, o dönemde söz sahibi olan sermaye­nin sözcüleri, ordu ve aydinların eğilim­lerinin bir göstergesi durumunda olmuş, irade ve akla dayalı ama asla uzlaşmaya dayalı olmayan bit anayasa hazırlama yo­luna gidilmiştir. Karal şöyle devam eder:

Cumhuriyet devrinin ilk anayasası akılcı bit duşüncenin ve laikbır zihniyetin sem-

z H N Y E T

boıüdür. Böyle olduğu için de . mazlık ilkesine bürünmüş yesine. yükselmiş bir vesika sine uygarlığın gelişmesi, nın değişmesi ve medeni insan nin olgunlaşması ile beraber zorundadır. Bu zorunluluk, 1 yıllan arasında çeşitli

siyle kendisini gösterdiği halde, madığı için Anayasada gerekli ğişmeler yapılamamıştır.

da 27 Mayıs devrimi meydana 1961 anayasasını meydana

Karal'a göre 1945-1960 arası sorunların nedenini kavramaya mayan siyasal aktörlerin bunu başarabilecek olanlar iş Anayasa daha önce ki de bugünlere gelinmezdi, varolan durumun nedeni

Darbeden bir gün sonra Orı,.eıtler·aı çağırdığı hukuk profesörlerine hal bir anayasa yapın, çünkü üç derhal seçimlere gidip yönetimi' bırakacağız," dediğinde Prof.

o T o R i TER DÜZ E N L E M E Z.i H N i Y E T i OLA RAK ANA Y AS A C i L i K

Nail Kubalı, yapılan ihtilalin tamamen hukuksalolduğunu söylemiştir:

Gerçek güç sizdedir. Bu bakımdan mev­cut hukuksal mevzuatta, başta anayasa olmak üzere her türlü değişikliği yapma konusunda meşru yetkileriniz vardır (Öztürk, 1966: 65).

Türk siyasal yaşamı boyunca anayasaile beraber dillendirilen temel temalardan bi­ri de "hukukun üstünlüğü" terimi olmuş­tur. 1961'deki anayasa hazırlık çalışmaları sırasında İstanbul ve Ankara grupları ara­sındaki tartışmalarda, hukukun üstünlüğü daha çok yasanın üstünlüğü olarak algı­lanmıştıf ve anayasa, "hukukun üstünlüğü­nün" güvencesi olarak sunulmuştur.

MBK'ye hem yasama hem yürütme or­ganı olma yetkisini verdikten sonra, Gür­sel'in Onar Komisyonu'ndan yapacakları anayasanın gerekli durumlarda askeri müdahaleye meşruiyet zemini hazırlama­sını istemesi üzerine Ordu İç Hizmet Ya­sası'nın 34. maddesini, sonraki darbeleri de anayasalaştıracak biçimde bir "hukuk­sal formül"e dönüştürenleıA yine hukuk­çulardan oluşmaktadır (Mazıcı, 200l: 555-569). Bir başka hukukçu Ragıp Sarı­ca ise MBK'ye kendisine böylesi bir fırsatı sağladığı için şükranlarını sunar:

Bir hukukçu için, meslek hayatında, eri­şebileceği en şerefli vazifenin: Memleketi­nin hukuk devleti rejimine kavuşmasını sağlayacak bir anayasanın vücuda geti­rilmesi yolundaki çalışmalara katılabil­mesi olduğunu göz önünde tutarak, evvel emirde, bana bu imkanı bahşeden MBK'ye şükranlanm! sunmayı bir vazife bildiğimi kaydetmek isterim (Öztürk, 1966: 141).

Türkiye'de anayasanın tarihi böylesine sabideme arzusuna bir tepki olarak İdris Küçükömer "anayasa tarihe akma diyen bir vesikadır," demişti. Hukuk, tarihin pek çok döneminde siyasetteki antago­nizmayı aşma, kopuklukları gidenne, diz-

ginlenmemiş şiddeti haklı kılma bir başka deyişle tarihin akışını durdurma çabası uğrunda bir araç olarak kullanılmıştır. Tarihsel olarak merkezi iktidarların olası bir başkaldırıyı bertaraf etmek için meş­ruluklarını hukukla bağdaştırma yoluna gitmeleri de sıkça yaşanılan bir. durum­dur (Takış, 2001: 5). iktidarı kurumları arasında organize biçimde yayma ve kuv­veti hukuksallaştırma tekniği kapitalist devlet projesinin gizli bir başarısıdır. Dev­letin oluşum sürecini toplumsal üretim ilişkilerinin ayrılmaz bir parçası ve devlet alanını da bu ilişkiler üzerinden gelişen sınıfsal ve toplumsal mücadeleler alanı olarak tanımlarsak "yasa devletini", so­runların ve çatışmaların toplumsal ve si­yasal mücadele içinde ve süreçte çözül­mesi yerine, yargısal yöntem ve mekaniz­malarla "halledilmesi" esasına dayanan otoriter-düzenlemeci bir düzenin simgesi olarak değerlendinnek mümkündür.

12 Eylül askeri darbesinin ürünü olan ve halen yürürlükte bulunan 1982 Ana­yasası'nda oldukça belirgin olarak görül­düğü üzere Türkiye'de anayasa hazırlayı­cılarının hukukun üstünlüğüne olan de­rin inançları devletin siyaseti düzenlemeye olan inancından kaynaklanmaktadır ve özellikle kriz zamanlarında anayasanın gücünün takıntılı bir idealleştirmesine götürmektedir. "1982 Anayasası halkın oyunu almazsa ne yaparsınız?" sorusuna 12 Eylül askeri yönetimi, askeri düzenle anayasanın sağlayacağı "demokratik" ya­pıyı adeta eşitleyen şu yanıtı vermişti: "Halk bu anayasayı kabul etmezse, askeri yönetimden memnun oldukları anlamına gelir, bizler de yönetmeye devam ederiz" (Enniş, bianet.org, 4 Eylül 2007). Bu ko­şullarda kabul edilen 1982 Anayasası ya­pıldığı günden bu yana neredeyse toplu­mun bütün kesimlerince eleştiriImiş, de­mokratik bir hukuk devleti ve insan hak­larına dayalı sosyal devlet düzeninin sağ­lanamamasının "antidemokratik", "otori­ter" bir düzen öngören 1982 Anayasa-

265

266

D Ö N E M E R V E

sı'ndan kaynaklandığı ileri sürülmüştür. Ne var ki, yapıldığı günden bu yana IMF ve AB'ye uyum yasaları adı altında 13 kez değişiklik geçirmesine karşın hem bu de­ğişikliklerin yasalara yansımasında so­runlar yaşanması hem de uygulamadaki baskıcı anlayışın değişmemesi nedeniyle özlenen demokratik hukuk devletine da­yalı düzen bu değişikliklere rağmen sağ­lanamamıştır.

2007 yılında başlayan anayasa değişik­lik taslağının gerek hazırlanış süreci ge­rekse de içeriği yukarıda sözü edilen "otoriter-düzenlemeci" ve aynı zamanda dayatmacı anlayıştan muaf olamamıştır. Anayasa taslağının hükümetin belirlediği akademisyenler tarafından hazırlanarak yine AKP parti grubu tarafından gereken değişiklikler yapıldıktan sonra kamuoyu­na sunulmasının bu defa "sivil bir anaya­sa"yı ortaya çıkaracağı iddia edilmiş, sivil bir anayasanın ancak en geniş zeminde demokratik katılım ve tartışma süreci so­nucunda yapılabileceği gerçeği göz ardı edilmiştir.

Üstelik sözü edilen anayasa taslağı sa­dece hazırlanış süreci itibariyle değil aynı zamanda içeriğiyle de "otorİter devletçi­lik" yönünde iki önemli adım atmaktadır. Oğuz'a göre, ilk olarak, cumhurbaşkanlı­ğı karşısında başbakanlık ve bakanlar ku­rulu güçlendirilerek, yürütme aygıtı için­de iktidarın merkezileşmesi ve tek elde toplanması amaçlanmıştır. Ikincisi, ba­kanlar kurulunun kanun hükmünde ka­rarname çıkarma yetkisi genişletilerek yürütme aygıtı yasama karşısında güçlen­dirilerek, demokratik hesap verebilirlik ilkesinden uzaklaşılmaktadır. Bu iki deği­şiklikle, 1980 sonrasında devletin yeni­den yapılanmasının iki önemli boyutunu oluşturan yasama karşısında yürütmenin güçlendirilmesi ve yürütme içinde de ik­tidarın merkezileşmesi eğilimleri anaya­sada daha sağlam dayanaklara kavuşturu­larak yapısal hale getirilmektedir (Oğuz, bianet.org, 27 Eylül 2007). Sağlık ve sos-

z H N y T E R

yal güvence hakkı başta olmak üzere pek çok hak gaspına geçit verecek bu anayasa taslağına ilişkin tartışmalar ise daha çok değiştirilmesi öngörülen ve rejimin temel niteliklerini tanımlayan "genel esaslar" kısmı ile sınırlandırılmış ve büyük ölçüde "laiklik" ve "türban sorunu" üzerinde odaklanmıştır.

DIN ALANININ "OTORlTER DÜZENLENMESI"

1961 Anayasası hazırlık tartışmalarında, Demokrat Parti'nin dini siyasete alet ettiği ve vatandaşları din ekseninde ayrıma tabi tuttuğundan bahsedilmiş ve bu tür bir is­tismarın bir daha olmaması için kesinlikle önüne geçilmesi ve gerekli hukuki önlem­lerin alınması gerektiği o dönem gazete yazarlarınca, CHP'li siyasetçi ve ordu mensuplarınca sıkça öne sürülmüştür:

Demokrat Parti tam manası ile dini istis­mar ederek ve siyasetine alet yaparak, eski Anayasanın kifayetsiz hükümlerini de ihlalden kaçınmamış; vatandaşları, Müslüman, Hıristiyan oluşlarıyla değil, dinin icaplarını yerine getiren ve getirme­yenler olarak tasnife kalkışmıştır. Şimdi bütün bu yakın tecrübelerin verdiği ibret­le, tekrar aynı hıyanete uğramamak için, cemiyeti emin kolları arasına alacak bir anayasanın, din istismarcılığına mani olacak hükümleri üzerinde düşünüyoruz. Hangi hareketlerin dini istismar etmek olduğunu ve dini siyasete alet etmenin hangi şartlar altında vukua geldiğini say­mak, bir kaçamak noktası bırakmamak lazımdır sanıyoruz. Dini neşriyatın kont­rol altına alınmasını icap ettiren bir hük­mün de faydasına inanıyoruz. (Sadun Tanju, Vatan, 22 Haziran 1960).

Buna göre dinin istismar edilmesinin önüne geçebilmek için önerilen yol meş­ru ve meşru olmayan dinsel etkinlikler arasında kesin bir ayrım yapılmasıdır. Bu ayrımı ve dinsel yayınlar gibi dine ait et-

ITER DÜZENLEME ZIHNIYETIOLARAK ANAYASACILIK

. . denetimini yapma görevi biza-tihi devlete ait olacaktır.

İçişleri Bakanı General Kızıloğlu kay­makamlık kursunu bitirenlere memleket­te bir yobazlık kokusu sezildiğinden bah­sediyor ve bunun, dini politikaya alet eden sabıkların memlekete saçtıkları üzüntü verici bir tohum olduğunu söylü­yordu. Kızıloğlu öfke dolu konuşmasını şöyle sürdürür:

Bu yobazlar kimler diyeceksiniz? Onlan hala öğrenemediniz mi? Atatürk'e ve dev­rimlerine düşmanlıklannı yerine göre kah üstü açık kah kapalı şekilde belirt­mekten çekinmeyen bu adamlar. .. Atatürk gençliğine, devrimci aydınlara karalı, kı­zı!!ı lekeler sürerek iğrenç hegemonyala­nnı sürdürmeye çalışırlar (Vatan, 23 Temmuz 1960).

Dolayısıyla o dönemde demokrasinin sınırları çizilirken Demokrat Parti döne­minde oldukça güç kazanarak "hegemon­ya kurdukları" öne sürülen "gerici" "Ata-

türk düşmanları" ya da "aşırı sağ" olarak nitelenen oluşumlar dışarıda bırakılmış­

. tır. SBF seminerlerinde de Ahmet Tahta­kılıç "irtica" tehlikesine karşı önlem alma zorunluluğunu dile getirerek; siyası parti­ler ve halk arasında kesin bir ayrım yapar ve halka güvenilebileceğini ama siyaSİ partilerin dini istismar etmelerine karşı önlemler alınması gerektiğini iddia eder.

Bu tür bir "masum halk-istismarcı siyası partiler" ayrımı o zaman Demokrat Parti dönemini değerlendirenler tarafından sık­ça dile getirilmiştir. Esas olarak bu ayrı­mın işaret ettiği şey şudur: Çok partili ha­yata geçişle beraber devlet yetkilerini si­yası partilere (Demokrat Partiye) devret­miştir. Bu devir ise bir tür güç kaybı ola­rak düşünülmüştür. Devletin (aydın-bü­rokrat seçkinlerin, sermaye sözcülerinin) denetim alanından çıkan din alanı siyası partilerin elinde istismara açık bir hale gelmiştir.

Dolayısıyla demokrasinin teminat altı­na alınmasının bir gereği de "din istis-

267

268

D Ö N E M L R v

marcılarına" karşı yasal ve hukuki önlem­ler almaktı. Bu önlemlere ek olarak MBK'deki çoğunluğun, muhafazakar çı­kar gruplarının ve siyasi partilerin elin­den İslam'ı alarak devletin milli bir aracı­na dönüştünne arzusu da vardı. "Halkın İslamı" ancak milhleştiği oranda muğlak­lığından, tedirgin edici niteliğinden kur­tulacaktı.Bu görüş, halkı, millet olduğu ölçüde, millet olma iradesini ve perfor­mansını gösterdiği ölçüde değerli sayan bir milli-popülizms anlayışının bir göster­gesi olarak da anlaşılabilir (Bora ve Cane­fe, 2002: 639).

Esas ollJ.rak MBK, İslam'ı "gerici unsur­larından" arındırarak bir tür "Türk İslamı" yaratma üzerinde duruyordu ve bu da o dönemki Kemalist söylemin "dindar ve is­tismara açık halk" ile arasındaki gerilimı aşmak üzere geliştirdiği stratejilerden biri- , ni oluşturuyordu. Bu söylemsel stratejiyle İslam "milli ve ilerici" bir ton kazanarak Kemalist ilkelere ters düşmeyecek biçimde ehlileştirilebilecekti. Böylelikle 'siyasetin düzenlenmesi ve "toplumsal kontrol"ün sağlanmasının bir ayağını da "kontrol al­tında bir Islam dini" oluştunnuş olacaktı.

"CAH1L HALKA" KARŞI OTORlTER DÜZENLEME

Anayasa tasarısını hazırlamakla görevli aydınların, anayasayı teminat altına al­mak istemelerinin en önemli nedeni De­mokrat Parti'yi seçmekle nasıl bir gaflete düştükleri ortada olan "cahil halkm" ileri­de ne tür adamları iş başına getireceğine dair kaygıdır.

. Dönemin önemli köşe yazarlarından bi­ri olan Ahmet Emin Yalman, yabancı bir arkadaşının "İnkılap mahkemeleri kurul­ması, münakaşa hürriyeti ile ilgisi olan bazı hareketlerin suç sayılması, demokrasi ve hürriyet yolundan ayrılışın bir işareti değil midir?" diye sonnası üzerine şöyle yanıt vennişti: "Hiç de öyle değil ... Bun­lar demokrasi ve hürriyete devamlı ve sağ~

z H N Y E T R

lam bir temel atmak ve Türkiye'yi bunca menfi denemeden sonra huzura, "istikrara, muvazeneli bir gelişme imkanımi kavuş­tunnak için başvurulmuş tedbirlerdir." Aynı yazıda şöyle devam eder A. E.

Yalman:

nd yüz küsur yıldır yapmaya çalıştığı­mız şey, hazırlıksız, temelsiz bir zemin üzerine lafla bir demokrasi ve hürriyet binası kurmaktan ibarettir. Bugün vakit ve imkan karşımıza çıktığına göre hazır­lığımızı iyice tamamlamalı ve planla işe oturmalıyız ... (A. E. Yalman, Vatan, 23 Ağustos 1960)

Aslında planlama hem ekonomik kal­kınmanın hem de toplumsal adaletin ger­çekleştirilmesinde başat bir roloynadığı ölçüde, yeni bir siyasi uzlaşmanın koşul­larının yaratılmasında da işlevsel olacaktı (Yalman, 2002: 16).

Anayasa hazırlayıcıları tarafından öne çıkarılan "teminatlı demokrasi" temasına göre yapılacak şey, bir zamanlar nasıl "hürriyet ve demokrasi" uğruna İstiklal mahkemeleri kurulduysa şimdi de bu uğurda "teminat mekanizmaları" kurul­ması ve sağlam temellerle demokrasi bi­nası inşa edilmiş olmasıdır. 1960'larda di­le getirilen "teminatlı demokrasi" teması anayasa ve yasaların, hürriyetlerin sınırla­rını ayrıntılı bir biçimde çizerek behrgin­leştirmeleri ve tesadüfe yer bırakmamaları gerektiği düşüncesine dayanır ve yazılı yasaların yol göstericiliği olmaksızın başı­boşluğa düşüleceği imgelemiyle beslenir. Eski bir DP milletvekiliolan Dr. Feridun Ergin 1924 Anayasası'nın yalnız "ıyi ni­yetli insanlar" için yapıldığını,çürikü ikti­darı elde tutanlar delalete sürüklendikleri ya da hukuku çiğnemeye kalkıştıkıtı-rında, 1924 Anayasası'nın bu gidişidurd~racak herhangi bir yaptırım ya da hükme sahip olmadığını ileri sürer ve devam eder:

Idealist zihniyetle hazırlanmış ve yalnız prensipleri koymakla yetinmiş bir ana ya-

. o T o R i TER DÜZ E N L E M E Z i H N i Y E Tl. OLA RAK AN AYASAC i L i K

sanın diktatörlüktemayüllerine karşı mü­essir bir garanti teşkil edemeyeceği acı tecrübeler netiçesinde anlaşılmıştır. Tecrü-

. be/er öğretmiştir ki, demokrasiler yalnız .... ulvi prensiplerle değil aynı zamanda temi­

nat müesseseleriyle ayakta durabilmekte­dir. Demokrasi "teminat rejimidir" (Feri­dun Ergin, Cumhuriyet, 31 Mayıs 1960).

Yeni anayasa ve diğer yasalardan bekle-nen de "hürriyetlerin teminatmı" sağlaya­cak hükümler getirmesidir. Ergin'e göre demokrasinin temel ilkelerini belirtmek yeterli değildir, Cumhuriyet ilkelerinden sapmalara karşı birtakım güvencelerin konulması zorunludur. Demokrasinin te­minata kavuşturulması öğesi sadece dö­nem gazetelerinde yazan o sırada Demok­rat Parti'ye muhalif yazarlarca değil, Siya­sal Bilgiler Fakültesi'nde düzenlenen ana­yasa tartışmalarında aydınlar tarafından da dillendirilen konulardan birisidir.

Bu aydınlardan biri olan Mümtaz Soy­sal, 1924 Anayasası'nın Tek Parti döne­mindeki uygulanışı boyunca Meclis dışın­da bir "milli irade" arayışı olanağı olma­dığından sözeder. Parlamento ile milli irade aynılaştırılmıştır. 1924 Anayasa­sı'nın yapıcıları ya da onlardan önce 1921 Sistemi'ni getirmiş olanlar "çoğunluk­azınlık" , "iktidar-muhalefet" ikiliği üze­rinde durmuş değillerdir. Soysal'a göre

. düştükleri yanılgı:

Parlamentoyu, içindeki güçlerin neler ol­duğunu ya da olabileceğini düşünmeden soyut bir kavram olarak almak, "parla­mento egemenliği", "parlamento üstünlü­ğü" gibi kavramlann gerçekte kimlerin egemenliği ve üstünlüğü anlamına gelebi­leceğini düşünmemek. Bu yaklaşım; söz konusu ilkelerin nitelendirilmesinin "mu­halefet-iktidar" ikiliğine göre ne ifade edeceğinin belirlenmesini önlemiştir. Öyle. ki, çok partili hayata geçildikten sonra, milll irade ile meclis üstünlüğü arasında­ki özdeşlik, kolaylıkla; parlamentodaki çoğunlukla milli irade arasında bir öz-

.deşliğindoğuşuna ve çoğunluğun sınırsız egemenliği yönünde bir anlayışın yerleş­mesine yolaçmıştır (1969: 12).

Soysal'ın ifade etmeye çalıştığı, esasın­da, milli irade ile parlamento arasında bir özdeşhk sağlandığında ortaya çıkanın her zaman Ergin'in "iyi niyetli insanlar" dedi­ği Cumhuriyet'in idealist kurucu kadro­sunun ve yükselmekte olan sanayi burju­vazisinin egemenliğinin olmayacağı, DP döneminde ortaya çıktığı iddia edilen "ayak takımının devleti istila etmesi" biçi­minde olacağıdır. Siyasi partiler ve devle­tin birbirine karşıt ve birbirinden ayrı iki oluşum olarak konumlandığı bu seçkinci demokrasi anlayışına göre, bu ayrılığın sona erdirilmesi ve Cumhuriyet idealleri­ningüvence altında olduğu Tek Parti dö­neminde olduğu gibi, siyasi parti (ler ) nin devleti temsil eden seçkinlerden farklı si­yasi görüş ve tutumlara sahip bulunmadı­ğı bir ortamın yasal güvencelerle sağlan­ması gerekmektedir:

Ankara'da birinci sınıf yerlere gidiyorsu­nuz. Eskisi kadar kalabalık değiL. Tayya­relerde, Yataklı Ekspres'de daha rahat yer bulabiliyorsunuz. Hissediyorsunuz ki, şehrin hayatında bir değişme olmuş; da­ha mütevazı bir yaşayış başlamış. Lokan­talarda, otellerde, eğlence ·yerlerinde eski zengin hovarda tipler kalmamış (Sadun Tanju, Vatan, 29 Ağustos 1960).

27 Mayıs Darbesfyle beraber Cumhuri­yet, "zengin hovardalar"dan temizlenerek kurucuları olan ve Kemalist ilkeleri özümsediği düşünülen Batılı seçkinlere yeniden teslim edilmelidir. Cumhu.riyet Türkiyesi, meşruti monarşinin çözemedi­ği bütün "muasırlaşmak, Türkleşmek, 1s­lamlaşmak" muadelesini "laik bir toplum yapısı içinde Batılılaşmak" formülü ile çözme yolunu tutmuştu. Fakat hızlı geliş­me dalgalanmaları içinde, hem "cahil, eh­liyetsiz çoğunluklar" olarak nitelendirilen halkın hem de onu yönetenlerin, bu ilke-

269

270

D Ö N E M E R V E

yi, bütün gerekleri ile beraber bir yaş<J,m felsefesi halinde kavramaları mümkün olamamıştır. Halk, kendisini yöneten DP'lilerin Kemalist zihniyeti keSİIHiye uğ­ratan tutumları sonucu .laik bir toplum içinde Batılılaşmak formülünü benimse­yememiş ve aşırı tutucu dilek ve istemler ileri sürmekte devam etmiştir.

SOLAKARŞI

OTORİTER DÜZENLEME

1945'te TBMM'nin açılışı nedeniyle verdi­ği söylevde "Memleketin güvenliğine, bünyesine ve ihtiyaçlarına göre doğru öl­çüler aranmalı ve bulunmalıdır," derken, "çok partili demokrasinin" sınırlarını da çizmektedir. Böylelikle İnönü, daha işin başında yıllarca süren Tek Parti rejimi alışkanlığı ile, CHP güdüm ve denetimi­nin kabulünü önkoşul olarak getirmekte, sol siyasal örgüdere yaşam hakkı tanın­mayacağını dolaylı birbiçimde açıkla­maktadır (Güzel, 1997: 122).

1945'lerde hükümet tarafında sola karşı bu tedirginliğin, daha doğrusu, bu türden yasaklayıcı ve çoğu zaman da baskıcı zih­niyetin nedenlerinden biri muhalefetin ta­lebi olan evrensel anlamda ifade, örgütlen­me vb. hak ve özgürlüklerin güvence altı­na alınması ve çoğulcu bir demokratik sis­temin oluşturulmasının o dönem için teh­like oluşturabileceği' kaygısıydı. Çünkü Batı'yla ve özellikle de ABD ile ittifaklar içine girilmeye başlanmış ve bir anlamda Tek Parti zihniyetiyle tanımlanan kurum ve kurallarla da olsa liberal kapitalist siste­min oturtulması hedefi benimsenmişti. Böyle bir dönemde "aşırı sol" olarak nite­lenen ve aslında Sovyetçi sol denebilecek Türk solunun bir kanadının Sovyetler Bir­liği'nin de desteğiyle güçlenmesi -bir baş­ka deyişle sosyalist bir sistem arayışı- var olan sistemi tehdit edebilirdi. Bunun için de aşın solun güçlenmesine meydan vere­cek yurttaş hak ve özgürlüklerinin tam an­lamıyla gerçekleştirilmesi düşünülemezdi.

z H N y T R

Dolayısıyla ulaşılması hedeflenen demok­ratik rejim "aşırı sol" olarak nitelenen bu oluşumlara kapalı olmak durumundaydı.

1945-46 yıllarında hükümet ve basının büyük bölümü, solculuğun bir nebze de olsa sesini duyurmasının sebebini; mane­vi ve ahlaki terbiye eksikliğine, maddi yoksunluklara, aile bağlarının gevşemesi­ne bağlıyordu. Gerçekte antikomünist söylemin en dikkat çekici unsurlarından biri, yoğun bir ahlak-namus vurgusuydu. Çarpıcı olan, Müslüman çocuklarının hem ahlaklı, irfanlı gençler olarak "baştan çıkarılamayacaklarına" yapılan iman taze­leyici vurguların, hemde "komünistle­rin" cinsel serbestlik silahıyla bu gençleri kolayca tuzaklarına düşürdükleri türün­den yakınmaların sıklıkla karşımıza çık­masıdır (Taşkın, 2002: 632).

Tek Partili dönemde CHP'nin Sovyet korkusu, filizlenmeye başlayan muhalefe­tin sola kayması endişesi, rejimden hoş­nutsuz bir halkın solun cazibesine kapıl­ması korkusu vb. nedenlerle rejimin sı­nırları "aşırı solu" dışarıda bırakacak bi­çimde çizilmiştir. 1950'lerde milliyetçi­muhafazakar kesimlerin de bu sınırı canı gönülden benimsemeleri ve sınırın ko­runması konusunda gereken katkıları vermeleri sonucunda . 1960'larda bütün kesimlerin uzlaştıkları yegane konu reji­min "aşırı sola kapalı" olması gerektiği­dir. 27 Mayıs müdahalesini izleyen birkaç ay içinde yapılan anayasa tartışmalarında sosyal adaletin sağlanması, toprak refor­mu vb. konuların gündeme gelmesiyle beraber "aşırı sol fobisi"nin belirtileri ye­niden ortaya çıkmıştır:

Milli Birlikçilerin Sosyalist Parti'den, toprak reformundan, hekimliğin devlet­leştirilmesinden yana olduğunu ileri sü­ren yazılar ve haberler çıkıyor. Bütün bu davranışlar, toplum düzenini sola götü­rür. Toplumbilimde bu.görüşleri savunan-Oj

lara "sol" görüşlü derler. Şu halde ya bU:~1 haberler, demeçler, yazılar gerçekten 11

OTORITER DÜZENLEME ZIHNIYETIOLARAK ANAYASAelLIK

uzak. Ya da Başbakanlık Müsteşan o gö­rüşmede kendi düşüncelerini belirtiyor ve otuz sekizler çoğunluğundan daha başka düşünüyor. (Burhan Arpad, Vatan, 18 Temmuz 1960).

O kadar ki 1961 yılında Devlet Bakanlı­ğı'nın isteği üzerine Ankara Radyosu'nda "Vatandaş dikkat! su uyur komünizm uyu­maz", "komünist Türk ve Müslüman kıya­fetine girerek arana girer", "komünizm tatlı dille arkadan sokan bir yılandır" vb. "ka­mu yararı spotları" yayımlanmıştır (Koca­başoğlu, 1980: 419). O dönem Türki­ye'nin kapitalist dünya ile özellikle de ABD ile olan ilişkilerinin geniş kitlelere yansıyacak biçimde eleştiri süzgecinden geçirilmeye başlanması bu antikomünist kampanyanın desteklenmesine yol açan bir başka etken olarak değerlendirilebilir.

27 Mayıs döneminde sağlanmaya çalışı­lan düzen, "aşırı sağ"dan gelebilecek teh­ditlere olduğu gibi "aşırı sol"dan gelecek­lere karşı da kırılgandı. Bu defa bu kırıl­ganlığın arkasında Taşkın'ın (a.g.y.; 618) deyişiyle sosyalist projelerin, zar zor ka­zanılmış bir türdeşliği tehdit eden sınıf vurgusunun ve "oyunbozanhğı"nın döne­min egemenleri arasında yarattığı büyük alerji yaratıyordu. Cumhuriyet'in kurucu kuşağı olan "asli seçkin unsur"larında gözlenen antikomünizm, ideolojik planda ve mücadele ekseninde, "sözde türdeş" toplum imgeleminin kırılganlığının ve kolayca inandırıcılığını yitirme ihtimali­nin yarattığı, beslediği bir tepkiydi.

SONUÇ

"Kurtuluş"un (ama aynı zamanda da "fe­laket"in); "mükemmel düzen"in (aynı za-

manda da "düzensizliğin") göstereni ol­ması dolayımıyla anayasa, Türk siyaSİ ha­yatı boyunca toplumun tarihsel koşulla­rından kaynaklanan çelişkiler ve özgül si­yasal süreçlere bağlı olarak farklı anlam­lar edinmiş ve buna bağlı olarak anayasa yapma işi farklı devlet politikaları ve kav­ramsallaştınnalarının söz konusu olduğu değişik dönemlerde siyasal tartışma te­rimlerini yeniden tanımlamış olması ne­deniyle bir tür hegemonik söylemin taşı­yıcısı olmuştur.

27 Mayıs dönemi ticari sennayeden sa­nayi sermayesine geçişin koşullarının ve ona paralel toplumsal kodların yaratılma­sı için bütün bir toplumun yeniden yapı­landırılmasının başlangıç tarihi olarak ele alınırsa böylesine bir yeni baştan kurma söz konusu olunca bunun yazılı belgesi ve "toplumsal sözleşmesi" niteliğindeki anayasa da siyasal alanda önemli bir yer edinmiştir. 1961 Anayasası, topl]ımsal sı­nıflar arasındaki uzlaşmanın bir belgesi olarak ortaya çıkmamış, bu uzlaşmayı oluşturmak üzere, sınıflar arası çatışmala­rın olmadığı bir düzlem kurmak üzere gelmiştir. Anayasa, bir yandan ordunun ve Kadro-Yön çizgisindeki aydınların ye­niden siyasal özne konumuna yükselir­ken Kemalizmin demokrasi söylemiyle eklemlenmesinin manifestosu olarak ni­telendirilebilirken, diğer yandan içe dö­nük sermaye birikiminin ve uluslararası koşulların bir gereği olarak kısmen de ol­sa demoknaik temsil mekanizmalarına yer veren bir nitelik taşımaktadır ve bazı sınırlar dahilinde de olsa, siyasal alanın dışında kalan toplumsal kesimlerin eko­nomik ve siyaSİ örgütlenmelerine zemin hazırlamıştır. O

271

272

D Ö N E M L R V E z H N Y E T

DiPNOTLAR

Nuray Mert, bu dönemin.aydınlarını "entelek­tüel" teriminin karşılığı olan "aydın"dan ziya­de, ayrı bir kavram olarak üretilen entelijansi­ya diye tanımlamanın daha doğru olacağın­dan söz eder. Bu terim öncelikle 19. yüzyılda Almanya, Polonya ve Rusya'daki aydınları ta­nımla.mak üzere üretilmiştir. Bu tanıma göre entelijansiya"toplumun geri kalanından eği­timleri ve ilerici tavırlarıyla ayrılan bir grup­tur". Bak. Mert: 1994: 62.

2 Psikanalitik kuramda, babalığın simgesel ya­nıyla ilgilidüşünceleri geliştiren Lacan'a göre simgesel baba, babanın hakiki biyolojik işle­vinden farklılaşmıştır ve birçok durumda kur­tarma senaryosunda en sonunda başvurulanın bu işlevolduğunu görebiliriz. Hakiki baba im­gesi bir nedenle bozulmuşsa, simgesel unsur bunupekiştirebilir. Anayasanın bir tü~ simge­sel baba yerini aldığını söylemek çoHa abar­tılı olmaz sanırım. Hakiki kurtarıcı yoktur artık, o zaman simgeseli yüceltmenin zamanıdır şim­di. Simgeler dünyası yatıştırıcı olabilir ve hu­kuk ağını somutlaştırabilir, ama merkezinde her zaman korkutucu ve talepkar, sonsuza ka­dar doyumsuz ve yıkıma eğilimli, uyumsuz bir şeyolacaktır (Leader, 1997: 85).

3 O dönemde Yön hareketinin önde .gelen ismi Hikmet Kıvılcımlı'nın da hazırladığı anayasa taslağında benzer bir yaklaşım içinde olması manidardır. Kıvılcımlı, 27 Mayıs'ın hemen erte­sinde yayımlayıp, dağıtarak hayata geçirmeye çalıştığı bir "Anayasa Teklifi" hazırlamıştır. Kı­vılcımlı'nın anayasa teklifi, gizli ya da açık her türlü enflasyon ve bütçe açığını yasaklarken, vergilerin kimlerden nasıl alınacağını detayla­rıyla anlatır. Asgari ücretten çalışma saatleri­ne, doğum izninden işten çıkarılma yöntemle-

rine, kreş hizmetine kadar çalışma hayatının her türlü ayrıntısı anayasal madde haline rilmiştir. Doktor, adeta, Türkiye'nin i

sosyal, siyasal tüm sorunlarını yirmi dokuz say­falık tasarısı ile çözümler. Tasarı, sorunları çö­zümleyecek kurumları ve ilişkileri düzenleyen bir metin olmaktan ziyade çözümlerin kendi.si­ni anayasa maddesi haline getirmiştir (Keres- . tecioğlu, 20.0.0.: 68).

4 1935 tarihli Ordu Iç Hizmet Yasası'nın 34. maddesinde şu ifade vardı: "Ordunun vazifesi Türk yurdunu ve Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (Anayasa) iletayin edilmiş olan Türkiye Cum-' huriyeti'ni kollamak ve korumaktır. Ordu, as- , kerlik sanatını öğrenmek ve öğretmekle va.zi­felidir. Bu vazifenin ifası için lazım gelen tesis­ler ve teşkiller kurulur ve tedbirler alınır.".4 Ocak 1961 günü MBK'nin yaptığı bir dizi yasa değişikliğinden biriyle değişen bu madde "Ör­du Dahili Hizmet Kanunu"'nun Umumi Vazife­ler Bölümü'nün 35. maddesinde yer almıştır ve şöyle der: "Silahlı Kuvvetler'in vazifesi, Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Tür­kiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır" Bak. Özdemir, .1989: 215.

5 Bora ve Canefe; Cumhuriyet'in kuruluş dönemi­nin halkçılığını, bir milli-popülizm olarak t;;ınım­larıar. Bu anlayış halkı, milletleştiği ölçüde, mil­let olma iradesini ve performansını gösterdiği., ölçüde değerli sayar. Bir bakıma, halkı, milletin -rüşeymi olarak görür. Bu milliyetçilik-popülizm simbiyozunda, sürekli bir halk-millet gerilimi vardır. Halk, milletin rüşeymi gibi düşünüldü­ğünde, ortada bir olgunlaş(tır)ma sorunu var demektir. Millileştirilmediği oranda halk, muğ­laklıklarının, tekinsizliklerinin olumsuz yüzünü gösterecektir (Bora ve Canefe, 200.2: 639).


Recommended