Ayasofya Müzesi Yıllığı No: 14
AYASOFYA HATTATI KADIASKER MUSTAFA İZZET EFENDİ
Talip MERT 1
Hat tarihinin olduğu kadar, musikî tarihinin de en mümtaz
şahsiyetlerinden biri olan Mustafa İzzet Efendi bu sanatkâr
kişiliğinin yanında ictimaî mevkii bakımından da gerçek bir
değerdir. Hat tarihinde mektep sahibi büyük bir hattat, XIX. Asrın
en büyük üç ney virtüözünden biri, besteleri itibariyle de yine
devrinin en güçlü bestecileri arasında yer almaktadır. Ayrıca
şâirdir. Özel hayatı hakkında günümüze kadar gelen rivayetlere
göre O, çevresinde çok iyi bir intiba bırakmış, eşinin-dostunun da
fevkalade saygı ve sevgi beslediği bir bilge kişidir. İzzet Efendi’yi
Tayyar-zâde Ahmet Atâ Bey kısaca şöyle tarif ediyor:
"Hutût u mütenevviada Şeyh-i sânî ve İmâd-ı İranî ve Musâbık-ı
Pisagor ve Fârabî, ilm-ü kemalde bî-müdânî, Reisü'l-ulemâ,
Nakibu'l-eşraf, Kilarî Mustafa İzzet Efendi" 2
Kadıasker Mustafa İzzet Efendi’nin hayatı hakkında evvelâ resmî
vazifeleri, daha sonra da günümüze yakın bir zamanda yaşamış
olması itibariyle doğru bilgilere sahip olabilmekteyiz. Kadıasker
Efendi'nin bildiğimiz hal tercümesini ilk defa Tayyar-zade Ahmet
Atâ Bey Tarih-i Atâ'da kendi ağzından kaleme almıştır.3 Müteâkib
yıllarda İbnülemin Mahmud Kemal İnal bu metni esas alarak bazı
ilavelerle Son Hattatlar, Hoş Sadâ ve Son Asır Türk Şâirleri adlı
eserlerinde yayımlamıştır. Daha sonraları ise A. Süheyl Ünver ile
Uğur Derman başta olmak üzere çeşitli kişilerce bu değerli
sanatkâr hakkında çeşitli yayınlar yapılmıştır. Atâ Tarihi'nde,
kendi ifadelerine göre yazılanlar esas alınmak suretiyle bir kısım
arşiv belgelerinin ışığında üstadın hayat hikâyesi şöyledir.
1 Marmara Ünv. FEF. Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü Öğr. Gör. 2 Ahmet Atâ Bey, Tarih-i Atâ, I / 5, İstanbul 1291. 3 Ahmet Atâ Bey, age, III / 16-23.
Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi
DOĞUMU VE İLK TAHSİLİ
Mustafa İzzet Efendi Tosyalı Destiban Ağa-zâde Mustafa Ağa'nın
oğludur. 1801 (1216) de Tosya'da doğdu. Anne tarafından soyu
Kâdirî tarikatının ünlü kişilerinden İsmail-i Rûmî'ye dayanır.
İsmail-i Rûmî bugün, Tophane'de inşa ettiği Kadirî Dergâhı'nda
medfûndur. Babasını küçük yaşta kaybettiği anlaşılan İzzet
Efendi'yi annesi İstanbul'da cami dersleri veren bir yakınının
yanına gönderdi. Fatih Baş Kurşunlu Medresesi'nde tahsile
başladı.
Yine bu günlerde padişah musahiplerinden ve o zamanın büyük
bestekârlarından olan Kömürcü-zade Hâfız Mehmet [Mustafa]
Efendi'den de musikî meşk ediyordu. Kömürcü-zade gibi bir zâta
talebe olmak onun bahtının açılmasına da vesile oldu. Çünkü
padişahın dikkatini çekmesi, dolayısıyla saraylı olmasını bu
meşkler temin etti. II. Mahmud'un inşa ettirdiği Hidayet Camii'ne
namaza geldiği bir Cuma günü 4 İzzet Efendi'nin okuduğu na't-ı
şerifi çok beğenen padişah, bu çocuğa sahip çıkması için silahtarı
Ali Bey'e 5 talimat verdi. Bu talimat üzerine silahdârın maiyetine
giren Mustafa İzzet Efendi, üç yıl onun dairesinde ilim ve sanat ile
meşgul oldu. Buradan Galatasaray'a gönderilen efendi üç sene de
orada tahsil etti. Bilinen üstün meziyetleri sebebiyle 1820'de
Enderun'a geçti. Burada uzun süre neyzenlik ve hanendelik eğitimi
aldı. Mustafa İzzet Efendinin Enderun'a geçişini Hızır İlyas Efendi
Letâif-i Enderun'da "Çerağ Şoden Hattat Mustafa Efendi Be-
Enderun-i Hümayun" başlığı altında şöyle anlatıyor:
4 Osmanlı Arşivi teşrifat defterlerinden bu tarihin tespiti kesin olarak
mümkün oldu. Bu kayda göre “… Padişah… Bina ve inşa buyurdukları
Bağçekapısı hâricinde… Hidayet ismiyle müsemmâ cami-i şeriflerine âdeten
Cuma namazını edâ için selamlık etmeleri…” 31.07.1814 (13.Ş.1229), BEO
Sadaret defteri 358 / 160. Bu konuda M. Nazmi Özalp’in “… Olay günü
na’ti Mustafa İzzet Efendi’ye Kömürcü-zade Hâfız Efendi okutmuştu.”
İfadesi gerçeği tam tamına ifade etmektedir. (M. Nazmi Özalp, Türk
Mûsikîsi Tarihi C. I / 573, MEB yayını: 3109, M.E Basımevi İstanbul 2000.)
Çünkü padişahın olduğu bir camide ancak hünkârın çok yakını olan
birisinin aracılığı ile böyle bir olay olabilirdi. 5 Silahtar Ali Bey (Paşa) 1811-1817 tarihlerinde bu görevde bulunmuş,
1823’te de on ay sadrazamlık yapmıştır. Hızır İlyas Efendi, Letâif-i Enderun, İstanbul 1276, s.140.
Talip MERT
"Eski silahdârlardan Gazi Ahmet Paşa-zâde Ali Beyefendi'nin bir
şekilde dairesine gelip ve onun yüce himayesi altında kendini ilim
ve sanata adayan Hattat Mustafa Efendi’nin Dâvûdî sesi ve üstün
bir müzikalite ile çaldığı neyin fevkaladeliğini herkes ittifakla
kabul ettiği gibi, hat sanatında da eşi ve benzeri olmayan bir kimse
idi. Bu durumun farkında olan Silahtar Ali Bey onun feyzini daha
da artırması için öncelikle onu Galatasarayı'na göndermişti.
Galatasarayı'nda Allah vergisi kabiliyeti daha da gelişince,
Enderun'a alınması için devrin silahtarı İlyas Ağa'ya Mabeyn'den
haberler gönderilerek;
-Böyle üstün meziyete sahip bir kimsenin Galatasaray'da kalması
Hak'tan revâ mıdır? diye sual olununca, Silahtar Ağa derhal kapı
çukadarını göndererek oradan -İzzet Efendi-'yi getirtmiş. Gelir
gelmez de Enderun'a göndererek orada önce neyi dinlenmiş. O da
Acemaşiran makamından yaptığı fevkalade bir taksimle kendini
ispat etmiş ve her nağmede maharetini de ikrar ettirince huzurda
bulunan bir takım gönül erbabı zevat;
- İzzet Efendi'nin çaldığı neyi Kutbunnâyî Çallı [Derviş Mehmed v.
1798]‘nın dahi çalamadığı bir gerçektir, sözünü diğer dinleyenler
de tasdik edince, kendisine çavuşluk rütbesi ile çok da ihsanlar
verilerek Kiler Odasına gönderildi.6
II. Mahmud'un babası I. Abdülhamid tarafından kurulan
"Hamidiye Vakıfları"nın kaymakamı Çömez Mustafa Vâsıf
Efendi'den sülüs-nesih, Yesârî-zade Mustafa İzzet Efendi'den de
ta'lik meşk ederek icazet aldı. Gerek mûsikî ve gerekse hat
sanatında devrinin en gözde simalarından biri olan Mustafa İzzet
Efendi Yeniçeri Ocağı'nın lağvı ile onun yerine kurulan Asâkir-i
Mansûre-i Muhammediye'ye subay olmak arzusunda idi. Çünkü o
zamanlar pek çok Enderunlu çeşitli rütbelerde subay olarak bu
orduya katılmıştı. Bu sırada çıkan 1828-1829 Osmanlı-Rus seferi
dolayısıyla Padişah da Rami kışlasında bulunuyordu.
6 Hızır İlyas Efendi, a.g.e, s, 169.
Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi
SARAYA VEDA
Mustafa İzzet Efendi'nin saraydan ayrılmasını (çerağ edilmesini)
Letâif-i Enderun " Çerağ Şoden Nayzen Mustafa Efendi Bâ-mâhiye
ez Saray-ı Hümayun" başlığı altında şöyle anlatıyor:
“Hünerli ağalardan kilerde Neyzen Mustafa Efendi'nin nay-ı
nâlânda naziri nâdir ve sesinin de emsali olmadığı zâhir
olduğundan başka yazısı Yâkut-u Müsta'sımî'ye denk, sülüste ise
Şeyh'in hattına mukabil idi. Bu talihsiz savaşın çıktığı günden beri
karşılaşılan birçok acılar herkes gibi onun da şuurunda derin
yaralar açmıştı. İnsanların kafaları iyice karışıktı. İzzet Efendi'nin
bu arzusunu padişaha arz edebilecek kimseler de aynı durumda
idiler. Ancak uygun bir zamanda hacca gitmek için izin
istendiğinde padişah tarafından 100 kuruş aylık ihsan buyrularak
saraydan çerağ edildi.” 7
Haccı müteakip yedi ay Mısır’da kaldı ve daha sonra İstanbul'a
döndü. Mahmud Paşa Hamamı civarında bir ev satın alıp oraya
yerleşti.
Adı geçen 1828-1829 Osmanlı-Rus seferi dolayısıyla 15 Eylül 1828-
25 Mayıs 1829 arasında 617 gün müddetle Rami Kışlası'nda kalan
II. Mahmud bu yılın Ramazan Ayı'nın ilk teravihini kışla camiinde
kılmış namaz sonunda hassa müezzinlerine çeşitli ilahiler, İzzet
Efendi'ye de bir na't-ı şerif okutmuştur. Bu na't-ı şerifi pek güzel
okuyan İzzet Efendi ile diğer müezzinlere padişah atıyyeler
vermiştir.8
Bu olayın cereyan ettiği gün Abdülhak Molla’nın Tarih-i Liva adlı
eserindeki kayda göre 28 Şubat 1829 Cumartesi günüdür.9
Letaif-i Enderun (Vekaayi-i Letâif-i Enderûniye) müellifi Hafız
Hızır İlyas Efendi bu eserinin başka yerlerinde de yine Kadıasker
Efendi’den bahsetmektedir. Bu kayıtlar da tarih sırasına göre
şöyledir:
7 Hızır ilyas Efendi, a.g.e, s, 465-466. 8 Hızır İlyas Efendi, a.g.e, s, 457. 9 Mehmet Yıldız Abdülhak Molla, Tarih-i Liva, Yüksek Lisans tezi, Marmara
Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, İst. 1995. s, 52
Talip MERT
1820 senesi güz mevsiminde II. Mahmud Sultaniye mesiresine
gider. Burada tertip edilen bir fasılda Suyolcu-zade Salih Efendi ve
Rifat Bey’le icra ettikleri enfes Bûselik (Puselik) eserlerden dolayı
ihsana nail olmuşlar. (s. 195-196)
1823 senesi Nisan’ında icra edilen Rast makamından bir küme faslı
sonunda Hazineli Mukallid Aziz Bey, Rifat Bey ve Mustafa İzzet
Efendi çavuş mülazımlığına veda ederek çavuşluk unvanı ile
mesrur oldular. (s. 264)
1. II. MAHMUD'UN VEFASI
Mustafa İzzet Efendi evinde dervişane bir hayat sürerken, bir gün
bu kıyafetiyle Bayezid Camii müezzin mahfelinde kendi hatmini
okuyordu. Bu sırada birkaç zat namazda ikamet almasını rica
ettiler.
- Padişah çoğu zaman bu camiye gelir, benim sesimi işitecek olursa
iyi olmaz dedi ise de, Padişahın bugün İstanbul'a gelmediğini ve
gelmeyeceğini te'min ettiler. İkindi namazında yüksek sesle ve tam
bir letâfetle kamet alırken Padişah camiye girip namaza durdu. Bu
sırada Padişahın geldiğini İzzet Efendi anlayamadı. Namaz ve
tesbih bittikten sonra II. Mahmud yaverlerinden Aşkar Ali Bey'i
[Paşa] 10 müezzin mahfeline gönderip;
-Şevketli efendimiz sual buyuruyorlar, kaamet alan kimdir?
Demesiyle Müezzinbaşı, efendiyi gösterdi. Aşkar Ali Bey, kapu
yoldaşlarından olduğu halde oruç haliyle onu tanıyamayıp,
kaamet alanın bir Özbek dervişi olduğunu arz eyleyince de -bir
kerre gördüğü insanı ve bir kerre işittiği sesi bir daha unutmayan-
padişah;
-Mustafa Efendi’nin sedasını ben bilmez miyim, Özbek’dir diye
beni mi aldatıyorsunuz? dedi. Müezzin mahfelinde bulunanların
10 Aşkar Ali Paşa, Enderun’un hazine koğuşu ağalarından iken 1243
(1827/1828)’ de Anadolu sipahilerine binbaşı olmak suretiyle saraydan
çerağ olmuş, 1835 yılında vezir rütbesi ile çeşitli valiliklerde bulunmuştur.
Son çalıştığı yer olan Meclis-i Vâlâ azalığından emekli olmuş 1868’de de
vefat etmiştir. Mezarı Eyyübsultan’da Taşlıburun tekkesi haziresindedir.
Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi
birer birer aşağı inmelerini emretti. İnenler arasında efendi
görünmediğinden diğer bir adam göndererek onu da indirtti ve;
- Mustafa Efendiyi ben bilmez miyim? dedi. Hizmetini terk ederek
bu kıyafete girdiğine pek ziyade kızdı. Derhal imhasını parmağıyla
işaret edince -o günlerde serasker olan -Hüsrev Paşa;
-Ferman efendimizin, dedi. Padişahı daima hayra sevk eden
Musahip Said Efendi11
-Paşa sen çocuk musun, ne yapıyorsun? Diye eteğinden çekti,
Padişah aşırı hiddetinden camide durmayıp Dolmabahçe Sarayı'na
gitti. O gece teravih namazından sonra musahiblerden
Şehlevendim Hafız Abdullah Efendi'nin biraderi ve meşhur
hanende Rifat Bey'in amcası Kömürcü-zade Hâfiz [el-Hac Mustafa]
Efendi'ye;
-Senin Hac arkadaşına ne dersin? Özbek kıyafetiyle Bayezid Cami'i
mahfeline çıkıp;
- Ey cemaat-i müslimin, işte beni gördünüz mü? Devrin padişahına
uzun yıllar hizmet eyledim. Emeğimin karşılığı ise işte şu kıyafet
diyerek beni halka teşhir ediyor. Bunun için öldürülmesi
hakkındaki fermanı, Said Efendi'nin istirhamı ve Hüsrev Paşa'nın
da arzı ile affedip cezasını sürgüne çevirdim, dedi.
Kömürcü-zade ertesi gün Bayezid Camii muvakkithanesinin
önünde Mustafa Efendi'ye tesadüf ederek;
-Şevketli padişahımız, Özbek kıyafeti ile göründüğüne infial
buyurdular. Elbiseni değiştir ve başına fes giy! Demesiyle;
- Ben sikkeyi başka kıyafetle değişemem! Cevabını aldı. Kömürcü-
zade Mustafa Efendi de cevaben;
11 Mehmet Said Efendi (?-1855) III. Selim ve II. Mahmut devirlerinde
sarayda bulunmuş neyzen, giriftzen, ressam, hattat, bestekâr ve
karagözcüdür. Hattat Hüseyin Abdürrauf Bey’in anneden dedesi,
Şeyhülislam Veliyyüddin Efendi’nin oğlu Kadıasker Mehmet Emin
Efendi’nin de musahibi idi… (İbnülemin M. K. İnal, Hoş Sadâ, İstanbul
1958, s, 256, Talip Mert, “Musâhib Said Efendi” VI. Eyüp Sultan Sempozyumu Tebliğler s. 330-336, İstanbul 2003.)
Talip MERT
- Öyle ise bir daha padişahın görebileceği yerlerde bulunma! Zira
senin zararına olur." dedi. Mustafa İzzet Efendi, bu nasihati kabul
ederek evine gitti. O gece teravihten sonra yine Padişah, Kömürcü-
zade'yi huzura çağırarak;
- Gerçi sürgün cezasını da affettim. Amma şu kıyafetle beni ilan
edişine pek canım sıkıldı" dediğinde Kömürcü-zade;
-Bu gün Bayezid Cami-i Şerif'i muvakkithanesinin önünde gördüm
ve onu ağır bir şekilde tenkit ettim deyince;
- Bir kul, veli nimetine halini arz eder mi, etmez mi? Dedi.
- Evet, eder dedim.
-Bu kıyafeti seçmemin sebebi, veli nimetimize halimi arza vesile
olur düşüncesinden kaynaklanıyordu. Aczimi anlatamadığımdan
dolayı da çok üzüldüm dedi ve ağlayarak evine gitti deyince
padişah, önüne baktı ve bir şey söylemeksizin odasına gitti.
Ertesi gece yine teravihten sonra;
-Hafız Efendi! Mustafa Efendi ne demişti? Diye sormasıyla da
Kömürcü-zade evvel ki arzını tekrar etti. Padişah ise;
- Benim ona dargınlığım yoktur. Ancak hüner ve kadrini yok etme
sevdalarında gördüğümden canım sıkılıyor dedi.
Huzurda bulunanların hepsi teşekkürlerini sunarak Mustafa İzzet
Efendi'yi övdüler.
II. Mahmud Han'ın bilhassa bu son sözü, kim ne derse desin onun
bir sanatkâra ve onun meziyetlerine ne kadar değer verdiğini çok
net bir biçimde ifade etmektedir. Bu hadise muhtemelen Kavalalı
Mehmet Ali Paşa gâilesinin yaşandığı günlerde cereyan etti. 12
12 Daha sonra çıkan bir belgeden bu hâdisenin tarihini günü gününe tespiti
mümkün olabildi. Bu belge devletin resmî yayın organı Takvîm-i Vekâyi
gazetesidir. Bu gazetenin 15. Sayısının 19.02.1832 (17.N.1247) tarihli
nüshasında yani bu olaydan bir hafta sonra II. Mahmud’un Bayezid Cami-i
şerifine gelişi ve sonrası şöyle hikâye ediliyor:
“Padişah… İşbu Ramazan’ın 10. Cumartesi günü Âsitane-i Aliyye’yi tebdilen teşrif ve ikindi namazını Bayezid Cami-i şerifinde edadan sonra mutad olduğu üzere fukaraya sadaka [dağıtıp] en zaruri ihtiyaç maddesi olan [nümune] bir ekmeği maiyetinde bulunan Serasker paşa [padişaha] getirdi o da pişkinlik ve haslığını teftişten sonra… Akşama yakın Çırağan Sarayı’na döndü…”
Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi
Öyle olmasa bile II: Mahmud devri Osmanlı Devleti'nin en zor
günlerini yaşadığı bir zaman dilimidir. Böyle müşkülatlı bir
zamanda bir devlet başkanının henüz otuz- otuz beş yaşlarında bir
sanatkâra bu derece yakınlık gösterip, onun bu kabiliyetlerini
kaybetmesinden endişe duyması tarihin pek ender kaydedeceği bir
vak'adır. Bir padişah için sanatkâr mı yok?
Gerek II. Mahmud, gerekse diğer Osmanlı hükümdarlarının ilim
ve sanat erbabından himayelerini eksik etmedikleri tarihî bir
gerçektir. Bu husus Osmanoğulları için ataları Osman Gazi'nin
vasiyeti telakki edilirdi ve Osmanlı tarihi boyunca da hep bu
vasiyete uyuldu. Bu konunun en açık ve net delili Osmanlı
hukukunda âlimlere idam cezasının verilmemesidir. İnsanlık tarihi
boyunca bunun başka örneği de yoktur. İki yüz sene öncesine
kadar Avrupa'da pek revaçta olan bilginleri ateşte yakma,
hapsetme, giyotinle baş kesme âdet ve usulleri Osmanlı
Devleti'nde revaç bulmadı. 13 Bir-kaç idam vakasının dışında
bunun örneği de görülmedi. Gariptir bu idam vakalarının ikisi IV.
Murad zamanında olmuştur. Osmanlı hakanları bayramlaşma
(muayede) törenlerinde ulemâyı, bu arada diğer dinlerin rûhanî
liderlerini ayakta kabul ederlerdi. "Saçak öpme" adı verilen ve
diğer bütün ricalin yapa geldiği, merasimlerden ulemâ efendiler
muaf idiler. Ulemaya ceza olarak sadece sürgün cezası verilir,
resmî rütbe ve pâyeleri alınırdı.
Daha önce İzzet Efendi’nin padişahın Bayazid Cami-i şerifine gelip
gelmeyeceğini sormasından padişahın gelmediği söylenmişti. Çünkü
padişah resmî gelse gelişi koşuşturmalardan mutlaka bilinirdi. Çünkü
padişah çok sayıda korumalar ile gelirdi. Ayrıca padişahın namazı hünkâr
mahfilinde değil, cemaatin içinde kıldığı anlaşılıyor. Nitekim yaverini
müezzin mahfiline göndermesi, kendisinin de caminin içinde olduğunu
gösteriyor. Yoksa resmi geliş olsa hünkâr mahfilinde namazını kılar ve
oradan da merasimle giderdi. Resmî gelişlerde padişahın halkla teması
mümkün olamazdı. Bir de arada geçen konuşmalardan o gün II.
Mahmud’un gazete haberinde de olduğu gibi tebdil suretiyle Bayezid Cami-i
şerifine geldiği ve namaz sonrasında da o civarda dolaştığı net olarak
görülüyor. 13 1789 Fransız İhtilali’nden sonra giyotinle katledilen çok sayıda ilim
adamından birisi, hatta modern kimyanın kurucusu kabul edilen meşhur
Lavoisier (1743-1794)’dir. Lavoisier’nin öldürülmesi için verilen kararda
“Cumhuriyet’in bilginlere ihtiyacı yoktur” gibi bir gerekçe ileri süsülmüştür.
(A. Adnan Adıvar, Tarih Boyunca İlim ve Din, Yücelen Matbaası, İstanbul
1969, s. 269,
Talip MERT
Bilindiği gibi II. Mahmud, III. Selim'in katli olayını bütün
dehşetiyle yaşamış, kendi canını bile çok sâdık iki adamının
fedâkârlığı sayesinde kurtarabilmişti. Zamanla bu kanlı vak'ada eli
olanların hepsini bir şekilde ortadan kaldırdığı halde, bu cinayetin
esas elebaşılarından olan eski Şeyhülislâm Topal Atâullah
Efendi'yi sadece ecdadının kanunu icabı Eskizağra'ya sürgün
etmiştir. Bu uğursuz hâdisenin baş aktörü mesabesinde olan
Şeyhülislam Ataullah Efendi'nin sürgün yeri 1806-1812 Osmanlı-
Rus seferi sırasında işgal tehlikesine ma'ruz kalınca da ikamet
mahallini Mihalıç'a çevirmiştir.
Daha eski yıllarda Sultan İbrahim'in katline sebep olan
Şeyhülislam Kara Çelebi-zade Abdülaziz Efendi Bursa'ya,
Abdülaziz Han'ın canına mal olan meş'um ihtilali
hazırlayanlardan Şeyhülislam Hayrullah Efendi ise Medine-i
Münevvere'ye sürgün edilmişlerdir. Osmanoğullarının bu hususa
ışık tutan çok sayıda tatbikatları gerek tarih kitaplarında ve
gerekse yeni yeni bulunan arşiv belgelerinde apaçık
görülmektedir. Çeşitli vesilelerle devletin en uzak köşelerindeki
ulemâ ve şeyhleri zaman zaman İstanbul'a davet etmişler, onlara
medrese ve dergâhlar kurup çok zengin vakıflarla da bu
müesseseleri beslemişlerdir. Gelemeyen veya mazeret beyan
edenlere ise, hediyeler göndermek sûretiyle aynı şekilde ikramda
bulunmuşlardır.
Burada konu hat sanatı olunca bununla ilgili II. Mahmud'un bir
hatt-ı hümayunundan bahsetmek şart oldu. II. Mahmud'a üç tane
levha hediye eden Hattat Mahmud Celaleddin'e ödül olarak
verdiği oldukça yüklü bir paradan başka bizzat kaleme aldığı şöyle
bir yazı (hatt-i hümayun) ile de duygu ve düşüncelerini dile
getirmiş:
“Benim Vezirim,
Mûmâileyh meşhur hattatlardan olduğu ma’lum-i
hümayunumdur. Güzel yazmış. Tarafına dört keselik altın
Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi
gönderilmiş olmakla atiyye-i hümayunum olarak mûmâileyhe
veresin”.14
Kadr-i zer zerger şinâsed,
Kadr-i gevher gevherî.15
Bu hâdise cereyan etmemiş olsaydı, belki de Mustafa İzzet Efendi
dervişlik cezbesiyle silinip gidecekti. Bu olay her ne kadar acı ilaç
içmek gibi bir şey ise de, netice itibariyle ilaç ilaçtır. Ve o ilaç
vazifesini hakkıyla yapmıştır. Bünyenin hücre, doku, gen yapısı,
kan gurubu... da bu ilaca teşne imiş ki, onu alır almaz hemen
özüne zerk etmiş. "Şifa bulacak hastanın hekim ayağına gelirmiş"
hikmeti de bu vak'a ile Hazreti Kadıasker üzerinde tecellî etmiş.
Hem de devrin padişahı eliyle. Böylece Kadıasker hem kendini
muhtemel bir meskenetten kurtarmış oldu, hem de onun torunları
mesabesinde olan bizler onun eserlerinden istifade ederek bu şanlı
bayrağı burcuna mıhlama iradesine ve şuuruna sahip olduk. Bu
bahiste Necip Fazıl Kısakürek’in şu beytini zikretmek vâcib oldu.
"Ustada kalırsa bu öksüz yapı
Onu sürdürmeyen çırak utansın."
Türkiye’de söylenen şöyle bir deyim vardır: "Vermezse Ma'bud,
neylesin Sultan Mahmud." Eğer bu deyimi daha farklı bir şekilde
dile getirmek icap ederse "Verirse Ma'bud, sebep olur Sultan
Mahmud" Zaten İzzet Efendi'nin padişahla Hidayet Cami-i
Şerifi'nde karşılaşması da bu hikmetin tecellisinden başka ne
olabilir? Çünkü hünkârın bulunduğu camide hünkâr müezzinleri
ve hünkâr imamlarının dışında kimse vazife yapamaz. Böyle bir
şey Osmanlı teamüllerine de uymaz. Ama ALLAH vermek isterse
on, on bir yaşındaki bir çocuk bülbül olup dile gelir ve netice
itibariyle de bu çocuk kültür tarihimizin elmas sütunlarından
Kadıasker Mustafa İzzet Efendi olur.
14 B.O. Arşivi, Hatt-ı Hümayun tasnifi (HAT )17772. 15 Altının kıymetini kuyumcu, cevherin kıymetini mücevherci bilir.
Talip MERT
Bu makalenin birinci muhatabı olan hattatlar ve hat sanatına
meraklı kimseler Osmanlı tarihi hakkında çok şey bilmeseler de, II.
Mahmud'u iyi tanırlar. Sebebi ise, onun iyi derecede bir hattat
oluşu. Her ne kadar bazı yazıları alenen ben "Râkım yazısıyım"
diye feryat etse de, kendisi de bu sanatta cidden varlığı inkâr
edilemez bir kıymettir. Sultan Mahmud'un hem hat sanatına
yaptığı unutulmaz hizmetleri, hem de onun sahib olduğu vefa
duygusuna bir başka örnek olarak şu vakayı yazmadan
geçemeyeceğim. Olay, III. Selim'in katledildiği o uğursuz günde
kendi canını ortaya koyarak II. Mahmud'a taht yolunu açan
Enderun ağalardan Tayyar Efendi (1731-1834) ile ilgilidir. Yani
bizim Kadıasker Efendi’nin hayatını ilk kaleme alan ve onu
çağdaşlarına göre oldukça iyi tanımamıza vesile olan Tayyar-zade
Ahmet Atâ Bey’in (1810-1880?) babası olan Tayyar Efendi.
Mahmud Han 1825 Ramazan ayında kendisi kâtip, yanında
bulunan Said Efendi ise subay kıyafeti ile Divanyolu’nda tebdil
gezerken o tarihte 94 yaşında olan Tayyar Efendi ile karşılaşır.
Padişahı tanıyan Tayyar Efendi gayet nâzikane kaldırımdan inip
ona yol verir. Padişah da ona yaklaşıp;
- Said Efendi, Tayyar Efendi pek ihtiyarlamamış, onu görmekten
memnun oldum, deyince;
- Efendim bu şâhane iltifatınız sizin için yapmış olduğum duaların
semeresidir. Rabbim bütün arzu ve isteklerinizi kabul buyursun!
Dediğinde II. Mahmud;
- Üç çocuğun olduğunu... Duydum, onları saraya alalım, demiş bu
tekliften son derece memnun olan Tayyar Efendi tekrar padişaha
dua ve niyazda bulunurken ayrıca, 1000 Rub'iye de altın ihsan
etmiştir. 16
- Bu hadisenin en cazip tarafı padişahın tebdil gezerken kendisini
açığa vurmasıdır. Padişahlar bu durumda kimseye kendilerini
tanıtmazlar, onu tanıyanlar ise bir şekilde oradan uzaklaşır ve
16 Ahmet Atâ Bey, age, III / 105.
Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi
herhangi bir şekilde durumu hissettirmezlerdi. Çünkü padişahı
tebdil gezerken ifşa etmenin cezası çok ağırdı.
II. Mahmud'un yine III. Selim vak'asında kendisini eşkıya elinden
kurtaran birinci kahraman ve kendisinin hazinedar ustası Cevrî
Kalfa için yaptırdığı mektep ise halen ayaktadır. Sultanahmed'de
kitabesinin bir kısmı ile tuğrası kazınmış olan mektep.
İHSAN İHSAN ÜSTÜNE
Mustafa İzzet Efendi, çoğu zaman Necip Paşa'nın17 Konağında
bulunurdu. Bir bayramdan sonra oraya bir adam geldi ve;
-Bu gün Mabeyn'de saz faslı olacağından Mustafa Efendi'nin
sarayda bulunması emir buyuruldu, dedi. İzzet Efendi, o sırada
Kuruçeşme'de Esma Sultan'ın Baş ağası -hoş sohbet ve ârif bir
kimse olan- Hâfız Dilaver Ağa'nın konağında misafirdi. 18 O sırada
Dilaver Ağa'ya Sadiye Tarikatı'ndan hilafet verilecekti. İzzet
Efendi de bu hilafet-nâmeyi nesih ile yazmak üzere orada
bulunuyordu. Necip Paşa'nın oğlu Ahmet Şükrü Bey İzzet
Efendi'ye yeni bir elbise ile ney gönderdi. M. İzzet Efendi saraya
götürüldü. II. Mahmud'un huzurunda ney taksim etti. Atiyyeye
nail oldu.
Yine bir gün, ahenk arasında Padişah, kendi şarkılarının
okunmasını ve Mustafa Efendi'nin de dinlemesini emretti. Birkaç
şarkı okunduktan sonra,
Nasıl! Olmuş ise fikrini söylesin" deyince,
-Padişahımızın şarkıları da şarkıların padişahıdır. Takdirden başka
bir şey denebilir mi? tarzında cevap verdi.
Padişah II. Mahmud, faslın nihayetinde;
17 Gürcü asıllı Osmanlı devlet adamlarındandır. Hüseyin Paşa ordusunda
defterdarlık, Baruthane Nazırlığı, Surre Eminliği, Baş muhasebecilik, Çavuş
başılık, Meclis-i Vâlâ azalığı, Şam ve Bağdat Valiliklerinde bulunmuş
1851’de ise vefat ederek Eyyub Sultan’a defnedilmiştir. (M. Süreyya Bey,
Sicill-i Osmanî IV / 236, İstanbul 1308-1311 ) 18 Dilaver Ağa [Paşa] 02.06.1855 (16.N.1271)’de Şeyhü’l-Harem-i Nebevî
hizmeti ile Medine-i Münevvere’ye tayin olunmuş (İ. DH 1581), işbu görevde
iken 09.05.1857 (15.L.1273)’de orada vefat etmiştir (EV. 12420 / 230)
Talip MERT
- Üç defadır Mustafa Efendi'yi dervişane davet ve hakkında olan
hüsn-ü teveccühümüzü gösterdik. Bundan sonra bir işi olmadığı
zamanlar ba'zan saz nevbetlerine gelsin! Dediği İzzet Efendi'ye
tebliğ olununca Efendi, biraz hayret ve tereddüt gösterdi.
- Efendimiz, haremi teşrif buyurmak üzeredir. Ne durursun cevap
ver! Denildiğinde;
- Padişaha bu kadar yakın olan bir kimse, şevketli padişahımızın
dualarından başka ne düşünebilir? Bunun dışında acaba benim ne
maksadım var ki böyle buyuruluyor? Dedi. Bu sözü Padişah işitti,
çok mahzuz oldu ve tekrar atiye ile İzzet Efendi'yi taltif etti.
M. İzzet Efendi, Sultan Mahmud'un ölümüne kadar saz
nevbetlerine devam ederek onun nice lütuf ve iltifatına nail oldu.
II. Mahmud'un kulağı gibi gözü de çok keskin idi. Bir gördüğünü
yıllar sonra hatırlardı. Cevdet Paşa buna bir misal olmak üzere
şöyle bir olay naklediyor.
"Sultan Mahmud Han'ın insanları tanımakta fevkalade bir hafızası
olup, ömründe bir kere gördüğü adamı nice seneler sonra uzaktan
görse tanırmış. Hatta III. Selim vakasına karışan kâtillerden birisini
hayli müddet sonra kendi sandalında görüp benzetmiş. Yapılan
incelemeler sonunda da o şahsın suçlu olduğu anlaşılınca
Bostancıbaşı vasıtasıyla idam ettirmiştir.19
SULTAN ABDÜLMECİD DEVRİ
Mustafa İzzet Efendi Sultan Abdülmecid'in cülusunu müteakip -
meslek değiştirmek maksadıyla- Eyüp Camii hitabetini niyaz etti.
Müsaade olundu. Maişetine yardımcı olmak maksadıyla, Lâleli
Cami-i Şerif'i vakıflarının kaymakamlığı da Mustafa İzzet
Efendi’nin memuriyetine ilave edildi.
1845 [Muharrem 1261]’de Sultan Abdülmecit, bir cuma günü Eyüp
Câmii'ne gitti. Hutbeyi İzzet Efendi'ye okuttu. Pek ziyade takdir
ederek kendine ikinci imam yaptı.
19 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet VIII / 425, İst. 1288.
Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi
Bu kayıtta İzzet Efendi'nin Eyüp Cami-i Şerif'i hatipliği 1845 senesi
görünüyor ise de, elde mevcut iki belgeye göre Kadıasker
efendinin hem Eyüp Sultan hatipliği, hem de hünkâr ikinci
imamlığını 1840 yılında yaptığı anlaşılıyor. Yine bu belgeye göre
Mustafa İzzet Efendi bu görevinin yanında Bahriye Mektebi meşk
hocalığını da deruhte etmekte imiş. Bu görevle ilgili Bahriye
Meclisi'nde müzakere edilip kararlaştırılan söz konusu belge
şöyledir:
"Bahriye mektebinin bütün ihtiyaçları karşılanmış ve mevcut
talebenin yazılarını Hoca Ali Efendi talim etmekte bulunmuş ise de
Ali Efendi'nin -daha çok- Bahriye Mektebi litografya yazısı ile
meşguliyeti hasebiyle meşk hocalığına münasib bir başkasının
gelmesi uygun bulunmuştur. Ebâ Eyyube'l-Ensari Cami-i Şerif'i
hatibi olan ve maarifteki dirayeti ile de meşhur bulunan el-Hac
Mustafa Efendi'nin hat sanatındaki liyakatı malum bulunmak
hasebiyle adı geçen Efendi'nin 750 kuruş aylık ve kaptan mülazımı
(teğmen) tayinatı gibi bir tayinat tahsisiyle tatil günleri dışındaki
günlerde devam etmek üzere hem Bahriye Mektebi
Basmahanesi'ne musahhih ve hem de meşk hocası olarak memur
edilmesi hususu meclisce müzakere edilip uygun bulunmuştur. Bu
teklif sadaretçe kabul gördüğü takdirde icabının yapılması
hususunda emir ve ferman yüce makamınıza aittir." 24.06.1840
(23.Ra.1256).
Reis-i Meclis, Müfti-i Meclis, Mirliva, Miralay, es-Seyyid Ahmed Tevhid, es-Seyyid, Hasan Servet, İbrahim Rahmi, İbrahim Edhem,
Serkâtib-i Meclis, Hâce-i Kapudan, Hâce-i Kapudan, Hâce-i Kapudan es-Seyyid, Osman, Mahmud, Yusuf Ziya İzzet İsmail
Bahriye Meclisi'nin bu kararını Sadaret bir tezkire haline getirerek
padişahtan irade talebiyle ve şu ifadelerle Mabeyn'e sunmuş.
Yalnız bu belge başka konuları da içine aldığından farklı bazı
hususlar mevcuttur.
Talip MERT
"... Ebâ Eyyub-el Ensâri Camii Şerifi hatibi el-Hac Mustafa
Efendi'nin aylık 750 kuruş maaş ve kaptan mülazımı tayinatı
tahsisiyle Harbiye Mektebi'ne meşk hocası, basmahanesine ise
musahhih nasp ve tayini hususlarına dair Bahriye Meclisi
tarafından tanzim edilip kaleme alınan dört adet mazbata ile bir
defter kaptan paşanın tezkiresiyle beraber Sadaret'e gönderilmiş
bulunmaktadır. Bu sayılan maddelerin yapılabilmesi için
padişahın iradesi gerekli olduğundan durumu bilgilerinize
sunmak için bu sadaret tezkiresi kaleme alındı."
Mabeyn'den Sadaret'e gelen cevap ise şöyleydi:
"Göndermiş olduğunuz bu tezkire ve diğer ekli evrak padişah
tarafından görülmüş ve aynen yapılmasını da tasvip etmiştir.
Diğer hususların da ifade edildiği gibi yapılması için irade
çıkmıştır. Bu hususta gerekli işlemlerin icrası yüce makamınıza
aittir." 24.6.1840 (23.R.1256) 20
1840 yılı Şubat ayında yapılan Atıyye Sultan ile Ahmet Fethi
Paşa'nın düğünü münasebetiyle verilen ziyafetlerin 4 Şubat
gününe müsadif olan ziyafete İzzet Efendi de davet edilmiş. Bu
davetiyede İzzet Efendi şu şekilde kayıtlı:
"Müderrisin-i kiramdan Rabia (?) Tevfik Efendi müderrisi İmam-ı
Sânî-i Şehriyârî Seyyid Mustafa İzzet Efendi." 21
Kadıasker Efendi'nin gözde ve güzîde talebesinden Mehmed Şefik
Bey'e vermiş olduğu 1255 (1839) tarihli icazetnâmede kendisinin
Eyyüb Sultan hatibi olduğu kayıtlıdır. O zamanın şartlarında -
maalesef bugün de öyle- gitmesi ve dönmesi bir güne mal olan, bu
sebeple de Cuma günü hiç yazı yazamayan Efendi'mizin şu sözü
tarihe bir ibret vesikası olarak geçmiştir:
"Cumartesi günlerinde yazdığım yazıları kırk yıl sonra görsem
ensesinden tanırım." Bizler de; Üstad'ın imzasını taşıyan ancak ona
lâyık göremediğimiz yazıları için "Gâlibâ hazret bunu Cumartesi
günü yazmış" diyerek dirayetimizi (!) gösteriyoruz.
20 Dâhiliye iradeleri (İ. DH) 750. 21 Hariciye Mütenevvia (HR. MTV) 231.
Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi
İZZET EFENDİ'NİN İLMÎ RÜTBE VE PÂYELERİ
Rabia-i Tevfik Efendi Medresesi Müderrisliğine ibtida-yı
hâriç rütbesi ile kırktan münfasıl İmam-ı sani Mustafa İzzet
Efendi’nin tayini 22.01.1845 (13.M.1261). 22
12 Haziran 1846 tarihinde şeyhülislam Mekkî-zade Mustafa Asım
Efendi imzasıyla sadarete gelen bir yazıda şöyle deniyordu:
"Padişahtan alınan irade mucibince muvakkaten Selanik
Kadısı ve Padişahın ikinci imamı es-Seyyid Mustafa İzzet Efendi'ye
işbu 1262 senesi Cumade'l-âhiresi'nin 17. gününden itibaren
Mekke pâyesi tevcih ve ihsan buyurulması rica olunur. " 12.06.1846
(17.C.1262)
ed-Dâî Mekkî-zade Mustafa Asım ufiye anh Meşihat’ten gelen bu yazının üstüne Sadaret şu buyruldu
kaydını düşmüş: ”İşaretleri mucibince tevcih ve emr-i âlisi isdar
olunmak buyuruldu. 16.06.1846 23
"Mekke-i Mükerreme pâyesiyle muvakkaten Selanik Kadısı,
hünkâr ikinci imamı Seyyid Mustafa İzzet Efendi'ye İşbu 264
senesi Rebiu'l-evveli (06.02.1848) başından zabtetmek üzere
zikrolunan Selanik Kadılığı uhdesine tevcih kılınmış ise de,
selefine iki ay müddet zam olunduğundan daha önce çıkarılan
emr-i şerifin değiştirilerek adı geçen senenin Cemaziye'l-evvel ayı
gurresinden (ilk günü) zaptetmek üzere yeni baştan emr-i ali
çıkarılması Şeyhülislamlık tarafından işaret buyurulmuş olmakla
mûcibince amel olunmak bâbında yazılan tarih ile nişan
kaleminden emr-i âlî…" 03.02.1847(16.S.263)
Yukarıdaki emr-i âlî ile ilgili olarak da 26.05.1847
(10.C.1263) tarihinde Dîvan-ı Hümayunda şöyle bir kayıt
düşülmüş:
22 Rüus defteri 224 / 120. 23 Sadaret, Divan-ı Hümayun Mühimme Kalemi (A. DVN. MHM) 2-A / 85.
Talip MERT
"Mekke-i Mükerreme pâyesi olup Selanik Kadısı hünkâr
ikinci imamı Seyyid Mustafa Efendi'ye işbu 63 senesi Cemaziye'l-
âhır'ının 10. gününden itibaren İstanbul Payesi uhdesine tevcih
olunması." 24
MUSTAFA İZZET EFENDİ’NİN MECLİS-İ VÂLÂ AZALIĞI
Hattat, Neyzen ve Bestekâr Mustafa İzzet Efendi Sultan
Abdülmecid’in Baş İmamı Hafız Mehmed İzzet (1798-1849) 25
Efendi’nin 15.08.1849’da vefatını müteakip baş imam oldu.
Mustafa İzzet Efendi’nin bu görevi yaklaşık dört sene sürdü.
01.03.1853’te ise Meclis-i Vâlâ azalığına tayin edildi. Bu tayinle
ilgili çıkan divan tezkiresi şudur:
“Rumeli Kadı askerliği payelilerinden sabık Baş İmamım
olup bu defa ehil uhdesine Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye azalığı
tevcih ve ihsan kılınan es-Seyyid Mustafa İzzet –Allah onun
faziletlerini artırsın- [Efendi’ye] hüküm ki:
Sen ki; ilim ve maarifte, dirayette, üstün zekâ ile muttasıf
olman ve bilhassa değerli eserlerine [mukabil] benim ihsanlarıma
layık [sın.] Bu cihetle hakkında âtıfet ve taltiflere müstahak olman
cihetiyle işbu 1853 Mart’ının birinci (1269 senesi Cumâde’l-
ûlâsı’nın yirminci) gününde… Sadır olan irade-i seniyyem
gereğince adı geçen Meclis-i Vâla… Azalığı sana ihale ve tevcih
kılınmıştır… [Böylece bu] memuriyetini gösteren işbu yüce emrim
çıkarılmış ve sana verilmiştir. İmdi adı geçen Meclis-i Vâlâ
azâlığına yukarda geçen [01 Mart] tarihinden itibaren başlayıp
bundan böyle [yeni] memuriyetinin icap ettirdiği dirayetle ve
diğer azâlarla da iş birliği yaparak devletin mühim işlerini yürütüp
[hal yoluna koyasın ve bu konuda] dirayet ve hamiyetle görevini
yapasın…” 26
MAD 9156 / 32, 44, Mehmed İzzet Ef. nin vefatı ve 26x533,4 =
13.866 son alacağı 26.09.1265.
24 A. DVN. 22 / 47. 25 Eyyüb Sultan Nüfus Defteri (NFS.d) 157 / 2. 26 A. DVN. MHM 10 / 76, NGG 344 / 309.
Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi
A. DVN. MHM 10 / 76, NGG 344 / 309, Mustafa İzzet Efendi’nin
Meclis-i Vâlâ azalığına tayini 20.Ca.1269 (01.03.1853)
AYASOFYA LEVHALARI
Hat tarihimizin mektep sahibi Üstadlarından Kadıasker Mustafa
İzzet Efendi'yi hat sanatında ölümsüz kılan her halde Ayasofya
Cami-i Şerifi'ni süsleyen kubbedeki Nur Ayeti'nden bir bölüm ile
sekiz adet ismi ihtiva eden muhteşem levhalardır. Bu cesâmette,
bu güzellikte ve bu mükemmellikte 600 senedir henüz hiçbir yazı
da yazılabilmiş değildir.
Yuvarlak olan işbu levhaların çapı 7,5 metre, harf kalınlığı ise 35
cm’dir. Bu levhalarla ilgili Erdem Yücel’in makalesinde çap olarak
8 metreden söz ediliyor. 27 Harf kalınlığı ise yine 35 cm. Bu konuya
ışık tutan arşiv vesikalarına göre ise bu çap 6,94 metredir. Çünkü
bu vesikada sekiz tane levhanın çevre uzunluğu 230 zira’ 6 parmak
(174,34 m.+ 18,6 cm. = 174,52 m.) olarak kayıtlı.28 Bu rakamlardan
hareketle yapılan hesaplama neticesi ortaya 6,94 rakamı
çıkmaktadır.
Mimar Aras Neftçi, bu işe delalet ederek modern usullerle
yaptırdığı ölçümlerle de 7,5 m. rakamını verdi ki, bu rakam önceki
bilgilerin tasdiki anlamına gelmektedir.
Bu levhalar hat sanatının ihtişam ve azametini yansıtan gerçek
birer âbidedir. Celî sülüsün Mustafa Râkım eliyle kat ettiği
merhale ve aldığı mesafe en bâriz şekilde bu levhalarda
görülebilmektedir.
Ayasofya’yı süsleyen bu levhalar, hacim itibariyle daha önce aynı
yerde bulunan Tekneci-zâde İbrahim Efendi’ye (?–1688) ait
yazıların aşağı–yukarı tekrarı ise de, yazıların nefaset ve necâbeti
bakımından onlardan çok üstündür. Bu birinci şık, ikinci şık ise,
onlar dört köşe iken, bunlar yuvarlaktır. Ayrıca Tekneci-zâde’nin
levha sayısı altı olduğu halde Kadıasker Mustafa İzzet Efendi’nin
27 Erdem Yücel, “Ayasofya Levhalarının Hikâyesi”, Türk Dünyası Tarih
Dergisi sayı 45, Eylül 1990. 28 Evkaf Defterleri (EV) 13486.
Talip MERT
yazdığı levha adedi sekizdir. Hz. Hasan ve Hüseyin (R.A)
isimlerinin bu tamir sırasında yazıldığını yine bu belgelerden
anlıyoruz.
Bu yazılarla ilgili Osmanlı arşivinde önce iki belge çıktı. Üç-dört
sene sonra ise esas tamir kayıtlarını ihtiva eden defterlerin bir
kısmı bulundu. Bu defterlerdeki bilgilere göre 3 Mart 1847
tarihinde devrin padişahı Abdülmecid Han’dan alınan bir irade ile
Ayasofya’nın tamirine karar verildiği anlaşılmaktadır.29 Ama bu
irade alınmadan önce de birtakım keşiflerin yapılıp defterlerin
tanzim edildiği görülüyor. Bu tamir sırasında yapılan masrafların
çok ciddî bir şekilde defterlerinin tutulduğu aşağıda verilecek
cetvellerden anlaşılmaktadır. Kaldı ki bu cetveller sadece
Ayasofya’nın yazılarından ibaret değildir. Diğer kısımlarla ilgili
olarak da çok zengin ve etraflı bilgiler mevcuttur. Fırça yapmak
için kaç dirhem kıl alındığına kadar. Kaç kişinin çalıştığı, geldiği-
gelmediği gün sayısı... gibi birçok teferruatı günbegün görmek
mümkün olmuştur.
Haftalık olarak tutulan bu defterlerin birincisi 18-25.07.1847 (6-
11.Ş.1263) 30 arası haftayı, sonuncusu ise 07.11.1849 (21.Z.1265) 31
tarihini taşımaktadır. Cami-i Şerif’in resmen tekrar ibadete açılışı
10.07.1849 (19.Ş.1265) olduğuna göre 32 Kasım ayına kadar yapılan
masraflar muntazam bir şekilde kayda geçirilmiştir.
Bu yevmiye defterlerinin hat bakımından talihsiz tarafı; bu işte
çalışan İzzet Efendi’den başka iki hattattan birinin adının
olmamasıdır. Hattatların ücretleri yevmiye değil aylık olarak
ödenmiş. İsmi bilinen zat Ömer ama diğeri mechul. Ömer
Efendi’nin maaşı 100 kuruş, diğerinin ki ise 750 kuruş. Bu miktar
bir ödeme ilk önce 27 Ekim- 2 Kasım 1847’de (29.Za1263-05.Z.1263)
yapılmış.33 Dolayısıyla bu levhaların yazılmasına başlangıç olarak
bu tarihi kabul edebiliriz.
29 İrade, Mesâil-i mühimme (İ. MES. MHM) 670 30 EV, 13132. 31 EV, 13505 32 Sadaret Teşrifat (A. T.Ş.F) 7 / 1. 33 EV, 13171
Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi
750 kuruş maaşlı zatın Şefik Bey olma ihtimali var. Çırçırlı Ali
Efendi’nin de bu işte çalıştığı rivayeti var ise de, mevcut belgelere
göre bu rivayeti doğrulamak mümkün görünmemektedir. Gerçi
belgelerde “Şefik Beyefendi” şeklinde bazı kayıtlar var ise de bu
zat o günlerde Evkaf nazırı olan “ Rütbe-i ûla sınıf-ı evvel (ferik,
tümgeneral) ricalinden” Ali Şefik Bey (?–18.06.1867)’dir. Bu zat
14.09.1848’den Mart 1850’ye kadar Evkaf Nezareti’nde, daha
sonraları ise vezir (paşa) rütbesi ile birçok devlet hizmetinde
bulunmuş bir kişidir.34 Hattat Mehmet Şefik Bey değildir.
Bu belgelerde hattat kelimesi kullanılmamış. Hattat yerine, çok
eski zamanlarda hattat anlamına gelen ve arşiv belgelerinde de
zaman zaman görülen muharrir sözü geçiyor. Buna benzer ve
bunu hatırlatan bir başka isim bahriye vesikalarında görüldü ki, bu
ismi de hat sanatı adına bir çeşni, bir zenginlik saymak lazım. 1775
tarihli bir belgede hattat Süleyman Râtip Efendi’nin memuriyet
unvanı olarak “ muharrir-i kıç “ tabiri yer alıyor. Bu zat o
tarihlerde tersanede inşa olunan gemilerin kıç tarafına gemi
isimleri, tuğralar ile bazı âyet-i kerime ve hadis-i şerifler yazmakla
görevli imiş. 35
Bu levhaların yapımında emeği geçen diğer kişiler ise
nakkaşlardır. Nakkaşbaşı Abdullah isminde bir zatın
başkanlığında beş kişi bu işe emek vermiş. Bunların isimleri:
Osman, Mehmet, Bekir, Arap Said ve Mısırlı diye kayıtlı bir zat.36
Yalnız nakkaş adedi sabit değil. Nakkaş başı olarak bazen da
Hüseyin ismi geçmektedir. Levha nakkaşlarının tamamı
müslüman. Gerek Ayasofya restorasyonunun çeşitli alan ve
safhalarında ve gerekse levhaların bazı kısımlarının
hazırlanmasında birçok gayr-i müslim çalıştığı halde, yazıların
bizzat nakşedilmesi işini yukarda adları geçen zevat yaparken
Dimitri ve Andon isminde iki kişi de levhaların kenar oymalarını
yapmış.
34 Maliyeden Müdevver Defterler (MAD) 8867 / 69, İbnülemin Mahmut
Kemal (İnal), Evkaaf-ı Hümayun Nezaretinin Tarih-i Teşkilatı ve Nuzzârın
Tarihçe-i Hayatı,Evkaf-ı İslamiye Matb. 1335, Daru’l Hilafet-i Aliyye 35 O. A. Cevdet Bahriye 8423 36 EV. 13205
Talip MERT
Levhaların marangozu belli olmamakla birlikte, levhaların ıhlamur
ağacından yapıldığı; ıhlamur kerestesinin de tersaneden sağlandığı
kayıtlarda görülüyor. Mevcut defterlerin noksan olması en çok bu
ıhlamur ağacıyla ilgili kayıtlarda ortaya çıkıyor. Bu levhaların bel
kemiği mesabesinde olan ıhlamurdan bahis oldukça az. “Levhalar
için emaneten ambar-ı âmireden ahz olunan zükak 3 adet “ kaydı
levhaların kaba işçiliğinin Ayasofya dışında yapılıp hazır parçalar
halinde Ayasofya’ya getirildiği ve orada monte edildiği anlaşılıyor.
Nitekim listede görülecek bir kayıtta ıhlamur desteleri nakliyesi
için yapılan bir ödemeden söz edilmekte. Bu ıhlamur destelerinin
monte işinde büyük mengeneler kullanıldığı ise yine mevcut
belgelerde kayıtlı. Ambar-ı âmirenin nerede olduğuna dair
herhangi bir bilgi yok ise de, o tarihte Kasımpaşa, Çukurhamam ve
Üsküdar’da üç büyük ambar olduğunu biliyoruz.37 Burada sözü
edilen ambarın Kasımpaşa ambarı olması lazım geliyor. Çünkü
tersane o zaman Kasımpaşa’da idi.
Bu levhaların ıhlamurdan yapılmasının başlıca sebepleri ise:
Evvela bu ağacın hafif olmasıdır. Diğer sebep ise; neme karşı
dayanıklı oluşu ve kısa zamanda çarpılıp bozulmadan uzun yıllar
sağlam kalabilmesidir.
Belgelerde yine bu levhalara işaretle “levhalar için, elvâh-ı şerîfe
mesarifine mahsûben, muhalledât için, hutût u şerife için...” gibi
başlıklar altında bir takım malzeme ve masraflar yazılı. Ancak net
bir şekilde levhalara işaret etmeyen veya benzeri bir adın yer
almadığı kayıtlar şüphelere sebep oldu. Çünkü bu malzemeler
koca bir inşaat sırasında başka işlerde de ortaklaşa kullanılmış
olabilir. O bakımdan yukarıdaki kayıtların bulunmadığı, yazı ve
levhalara kesin bir atfın yapılmadığı malzemeler listeye alınmadı.
Ama ne yazık ki bu defterler hem tamam değil, hem de bir kısmı
çürük. Kayıtta görülen defter sayısı 52, çürük defter sayısı ise 3’tür.
Bazı defterlerde ise bu levhalarla alakalı herhangi bir kayıt yoktur.
37 EV. 13483
Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi
BELGELERİN MAHİYETİ
Levhalara veya muhalledâta dair bulunan ilk iki belgede Mustafa
İzzet Efendi'nin ismi açık bir şekilde zikredilmemektedir. Zaten bu
tip belgeler arşivde çok fazladır ve şöhreti daha az olan şahısları
teşhis de bir hayli güç, çoğu zaman da imkânsızdır. Sadaret'e
hitaben yazılan bu belgelerden birincisi şöyledir:
"Tamiri hâlen devam eden büyük Ayasofya Cami-i
Şerifi'nde Lafza-i Celal, İsm-i Celil-i Hazreti Nebevi ve Çehar-ı Yâr-
ı Güzin Hazretlerinin isimlerinin yazılı olduğu büyük levhaların
yenilenmesi lazım geliyordu. İşbu mübarek levhaların yeni baştan
yazılıp asılmak üzere ikinci İmam [Mustafa İzzet] efendi hazretleri
celi yazıları yeniden yazıp resmetmiş olup Hasan ve Hüseyin (RA)
isimlerini de ayrıca ilave etmiş bulunmaktadır.
Bu hususta adı geçen efendi birkaç aydan beri doğrusu çok
çalışmış ve şu anda levhaların hepsini de bitirmiş vaziyettedir. Adı
geçen bu mübarek levhaların hem çok büyük olmaları hem de
efendinin bunların tanzimi hususunda gösterdiği gayret padişahın
ihsanına lâyık bulunmuştur. Cami-i Şerif tahsisatından veya
oradan olmazsa Evkaf Hazinesi'nden ismi geçen efendiye [M.
İzzet] münasip miktar atıyye ihsan buyurulmak üzere durum
padişahın bilgisine sunulmuştur. Sadaret'çe icabına bakılması..."
03.03.1848 38
İkinci belge ise Sadaret'in durumu saraya arzıdır.
"Hünkâr ikinci imamı efendi hazretleri padişahın büyük
hayır eserlerinden olup halen tamiri devam etmekte olan Büyük
Ayasofya Cami-i Şerifi'nin en bahtiyar süsü-mesabesinde- olan
mübarek levhaları yazıp resmetmeğe muvaffak olmuş
bulunmaktadır. Bu büyük ve hayırlı işten dolayı padişahın
ödülüne layık olduğunu da ispat etmiş olan Efendi, padişahın en
has duacılarından ve maarif işlerine de hakkıyla vâkıf bir kişidir.
Her cihetle padişahın ihsanına da lâyıktır. Mezkûr camiin 64 senesi
Mart’ı mizanına konulacak yeni tahsisatından adı geçen Efendiye
38 İ. MES. MHM 692.
Talip MERT
100.000 Kuruş atiyye ihsanı için irade-i seniyye alınması lüzûmu
Reis Paşa [Meclis-i Vâlâ reisi], Maliye Nazırı ve müsteşarı efendi ile
görüşülmüştür. Bu hususta padişah iradesi nasıl çıkarsa ona göre
muamele yapılacağı beyanı ile işbu Sadaret tezkiresi yazıldı.”
06.03.1848 (30.Ra.1264)
Sadaret'in bu arzına saraydan şu cevap gelmiştir:
“Almakla bahtiyar olduğum sadaret tezkiresi Abdülmecid
Han tarafından görülmüştür. Gerçekten de mezkûr efendinin bu
hayırlı hizmetinden dolayı padişahın mükafaatına layık görülmesi
padişahın şânından olduğu muhakkaktır. Kendisi, ayrıca
padişahın en has duacılarından ve maarif işlerine de cidden vâkıf
bir kişidir. Düşünüldüğü ve istenildiği şekilde Cami-i Şerif'in yeni
tahsisatından Efendi'ye 100.000 Kuruş atiyye verilmesi için
padişahtan irade çıkmış bulunmaktadır. Mucibine göre
gerekenlerin yapılması.” 08.03.1848 (02.R.64) 39
Üzerinde tarih olmamakla beraber bir başka belgede 13.07.1848’de
veya buna yakın bir tarihte İzzet Efendi’ye 200 kese (100.000 kuruş)
ihsan olunduğu kaydı bulunmaktadır. Bu paranın 8 Mart’ta verilen
100.000 Kuruş’la aynı olup – olmadığı da tam anlaşılamadı ise de 40, bu 200 kesenin maliye hazinesinden verildiği görülüyor.
27.10.1849’da hünkâr Başimamı olan Kadıasker Mustafa İzzet
Efendi’ye Sultan Abdülmecit Han aldığı yalının borcunu
ödeyebilmesi için 207.314 Kuruş ihsan etmiştir.41
Mustafa İzzet Efendi mezkûr yalıyı adaşı ve ta’lik hocası Yesârî-
zade Mustafa İzzet Efendi’nin veresesinden almış idi.42 Daha
önceki tarihlerde ise Mustafa İzzet Efendi’nin yine Boğaz’da
Akıntıburnu’nda oturduğu bilinmektedir. 43
DİĞER MASRAFLAR
39 İ. MES. MHM 693. 40 EV. 13451 / 18 b. 41 Hazine-i Hassa defterleri 697 sny. 42 M. Kemal İnal, Son Hattatlar, Maarif Basımevi, İstanbul 1955, s. 563. 43 Beşiktaş Mahkemesi 156 / 41 b.
Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi
Osmanlı Arşivi’nde yapılan araştırmalar sonucu ele geçen bir
takım belgelerde levhalar için yapılmış masraflar ortaya çıktı.
Mustafa İzzet Efendi’ye verilen meblağ hariç toplam maliyeti
112.989 kuruş 20 para olarak çıkan bu masrafları cetvel halinde
yazmak icab ederse durum şöyledir:
Defter numarası Masrafın cinsi Ödenen miktar Kuruş / para
EV. 13171 (08- 14. 11.
1847)
Maaş-ı muharrir 750.00
EV. 13180 (07- 11. 12.
1847)
Maaş-ı muharrir 750.00
EV. 13295 (03- 8. 01.
1848)
Oymacı Dimitri’ye 1000.00
EV. 13302 (10- 15. 01.
1848)
Oymacı Dimitri’ye 750.00
Levha muharriri 100.00
EV. 13306 (18- 23. 07.
1848)
Levha (baş) nakkaşı (6
gün x 12 Kuruş)
82.00
Levha nakkaşları, 3 kişi
(6 günx11kr.)
198.00
EV. 13322 (28. 02 –
04.03. 1848)
Levhalar masrafına
mahsuben
5000.00
EV. 13325 (06- 11. 03.
1848)
Levha muharriri 100.00
Maaş-ı muharrir 750.00
EV. 13330 (13- 18. 03.
1848)
?
EV. 13372 (20- 25. 03.
1848)
Yok
EV. 13376 (03 – 8. 04.
1848 )
?
EV. 13386 (10 –15. 05.
1848 )
Maaş-ı muharrir 750.00
Levha muharriri 100.00
Talip MERT
Cenova isfidacı
(üstübec)
240.00
Fırça kılı (1 okka ) 80.00
EV. 13397 (01- 6. 05.
1848 )
Ihlamur deste nakliyesi
(50 x 3,5)
175.00
EV. 13403 (08- 13. 05.
1848 )
Maaş-ı muharrir 750.00
Levha muharriri 100.00
Nemçeli Marinevek’ten
levhalara yelken bezi
(15 top x 320)
6300.00
Levha masraflarına
mahsuben ale’l hesab
3000.00
EV. 13405 (15 – 20. 05.
1848)
M ?
EV.13422 (05 – 10. 06.
1848)
Maaş-ı muharrir 750.00
Levha muharriri 100.00
EV. 13414 ve 13451numaralı bu iki defterin kayıtları aynı
olduğundan ortak olarak yazıldı.44
(25. 07. 1848 ) [İzzet Efendi’nin]
tezkiresi mucibince
muhalledât ve yazıların
tanzimi masrafı
9000.00
(24. 09. 1848 ) [İzzet Efendi’nin] talebi
üzerine altın varak ve
muhalledat masrafı
olarak verilen
10000.00
(13. 12. 1848 ) [İzzet Efendi’nin]
tezkiresi üzerine altın
varak ve muhalledat
masrafı olarak verilen
15000.00
44 23.10.1847 tarihli bir kayıtta ”Ayasofya Cami-i Şerifi yaldızcısı Arif isimli
şahsın 40 tefelik varak parasını almak için” yaptığı bir müracaat
bulunmaktadır. (MVL 1021) Bu mevzu için çok değerli olduğu anlaşılan bu
müracaatın mahiyetini öğrenmek başka belge çıkmadığından bu safhada
mümkün olmadı. Bir tefe altın 20 destedir. Bir deste ise on yaprak altına
verilen addır.
Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi
EV. 13456 (08- 13. 08.
1848)
Levha [baş] nakkaşı, bir
kişi (5 günx12 kr.)
60.00
Levha nakkaşları,üç
kişi (3x 5 gün x 11 kr.)
165.00
Maaş-ı muharrir 750.00
Levha muharriri 100.00
EV. 13505 (18. 11. 1848) Sekiz kıt’a kebir
levhaların etrafına
(yapılan) avadanlıklı
oymaların yaldız
mesarifi
20160.00
EV. 13433 (07- 12. 04.
1848)
Revgan-ı neft (neft,
petrol yağı) (12,5 kıyye
x 8 kr.)
102.00
Revgan-ı bezir-i
matbuh (fırınlanmış
bezir yağı) 11,5 kıyye
(okka) x 6 kuruş
Revgan-ı bezir-i ham
(ham bezir yağı) (8,5
Kıyye x 5 Kuruş )
43,50.10
Frenk sandalosu
(sandalyesi ?) (30 x 4)
120.00
Mısır sandalosu (40 x
5 )
200.00
Yeşil? ( 6 top x 12
krş )
72.00
Mordeseng (kurşun
asiti) (4 kıyye x 8 kr.)
32.00
Sülyen (4 kıyye x 7
kr.)
28.00
A’lâ sarı (2 kıyye x
30 kr.)
60.00
Fırça kılı (10 Para x 200
dirhem = 2000: 40)
50.00
Kubbe isfidacı (40 kıyye 29.00
Talip MERT
x 30 para= 1200: 40 )
Saplı fırça (5 adet x
10 kr.)
50.00
Cenova isfidacı (1
sandık x 110 kr.)
110.00
Levha nakkaşlarının
mesarifi
40.00
Levha bezlerine terzi
ücreti (6 kişix50)
300.00
EV. 13443 (11- 16.07.
1848)
Maaş-ı muharrir 750.00
Levha muharriri 100.00
Levha nakkaşbaşısı 1
kişi (6 gün x 12 kr. )
72.00
Levha nakkaşı 3 kişi (18
gün x 11 kr.)
198.00
Cenova isfidacı
Toz yeşil
A’lâ yeşil
Malta siyahı (dört
kalem malın toplamı)
1078.00
EV. 13454 (16.08.1848) Levha nakkaşı 4 kişi (25
gün x 11 kr.)
275.00
EV. 13459 (15- 20.08.
1848)
1 Levha nakkaşı 4
kişi (17 gün x 12
kr.)
204.00
E.V.13462 (22- 27.08.
1848)
Levha nakkaşı 3 kişi (18
gün x 12 kr.)
216.00
Yazılara battal kâğıt 45
340 x 25 para = 8500:
40)
212,5 “
EV. 13466 (29.08 -
3.09.1848)
Levha nakkaşı 4 kişi
(10 gün x 12 kr.)
120 “
Oymacı amelesi 4 kişi 96 “
45 Kâmus-u Türkî’de battal kağıt ebadı olarak 82 x 57 cm. rakamı veriliyor s.
265
Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi
(8 gün x 12 kr.)
EV. 13487 (24. 11. 1848) Oymacıbaşı Andon ve
Dimitri’ye
2000 “
(05. 10. 1848 ) Kırtasiye parası, Hacı
Mehmed Ağa
aracılığıyle
32 “
(20. 10. 1848 ) Boya çömleği ve tutkal 102, “ 10 p.
(26. 10. 1848 ) Levha bezi hamaliyesi 6 “
(04. 11. 1848 ) Kırtasiye ücreti 100 “
(14. 11. 1848) Levha bezleri için iplik
parası
5 “
(18. 11. 1848) Fossati Kalfa
ma’rifetiyle levhalar
için alınan Moskov bezi
pahası
?
(20. 11. 1848) Levhalar için Amerikan
bezi
16 “
(27. 11. 1848) Kırtasiye ücreti (100 x
2)
200 “
(27. 11. 1848) Levha Muharriri Ömer
Efendi’nin aylığı (Eylül
ayı)
100 “
(28. 11. 1848) Levha bezleri için terzi
ücreti
50 “
(29. 11. 1848) Levha bezleri ücreti,
çadırcıya
100 “
(29. 11. 1848) Levha Muharriri Ömer
Efendi (Teşrin-i Evvel
/ Ekim ayı)
96 “
(23. 01. 1848) Levha bezi terzi
üstadiyesi
70 “
(24. 12. 1848) Levhalara mahsuben
Kabasakal bezir yağı
parası
50 “
(15. 01. 1849) Levhalara mahsuben
Kabasakal bezir yağı
parası
67 “
Talip MERT
(02. 01. 1849) Kırtasiye parası, Hacı
Mehmed Ağa aracılığı
ile
12 “
(19. 01. 1848) Oymacı Dimitri’ye 500 “
(20. 01. 1849) Levha muharriri Ömer
Efendi’nin
aylığı,(Teşrin-i Sâni /
Kasım ayı )
100 “
(29. 01. 1849) Levhalara pûşîde (örtü)
için Amerikan bezi
87 “
E.V. 13483 (14. 12- 12. 10.
1848)
Levhalar için mu’tad
masraf
20 “
E:V. 13486 (17. 12- 22. 12.
1848)
Daire şeklinde 8 adet
levhanın kenar
oymalarını yapan
Dimitri’ye verilen para.
Bu paranın 1006 kuruşu
12.05. 1848’de verilmiş
5756 “
Dimitri’ye ödenen 5756
Kuruş; ( 500, 500, 750,
500, 1000, 1000, 500
olarak 7 taksitte
verilmiş)
8 adet levhanın tezhibi
için altın varak
12663 “
Ömer Efendi... Levha,
meclis tarafından
100 “
Kubbe yazıları için
verilen para
7000 “
Hünkâr mahfeli
kapısının yazıları için
verilen para
1470 “
Hünkâr mahfeli sokak
kapısı üzerindeki tarih
taşının yazıları için
(3,79 x 0,76m). (Bu
paranın 400 kuruşu
600 “
Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi
mermer, 200 kuruşu
yazı için)
HATTAT ÖMER EFENDİ
Ayasofya’yı süsleyen ve her biri bir “kurs-u ufuk ârâ-yı kamer”
olan bu levhalarda emeği geçen bu zatı bu vesile ile tanımak nasib
oldu. Şahsen herhangi bir yazısını görmedim. Hat sanatındaki
derecesini de bilmiyorum. Bu zatın herhangi bir memuriyette
bulunup- bulunmadığı, bulundu ise nerede çalıştığı, maaşının
miktarı ne kadardı? Bu levhalardaki hizmeti ek bir iş mi, yoksa asıl
işi miydi? Bu suallerin cevabı da şu anda yoktur. Ömer Efendi
veya Ömer efendiler hakkındaki mevcut ise bilgiler şöyle:
1. 1846-1848 (H.1262-64) yıllarında merhum olduğu anlaşılan bir
Hattat Ömer Efendi var. Ama bu zatın bu işle bir ilgisinin
olamayacağı kesin. Bu zatın zevcesi Emine Hanım mezkûr yıllarda
aylık 150 Kuruş maaş alıyormuş.46
2. 30.03.1851 tarihine yakın bir zamanda vefat eden Hattat Ömer
Efendi’nin eşi Emine Hanım’a 150 Kuruş maaş bağlanmış.47
Bu Ömer Efendi'nin Sivaslı Ömer Vâsıf Efendi olması
muhtemeldir. Sivas mahkemesi sicillerinde şöyle bir kayıt vardır:
"Sivas'ın Köhnecivân Mahallesi ahâlîsinden olup İstanbul'da
hastanede vefât eden Kayalıoğlu Ömer Vâsıf bin Ali bin Osmân'ın
verâseti kızları Şefika, Şerife, Esma, Zeyneb ve eşi Emine binti Ebu
Bekir ile amcazadesi Osman bin Hasan'a ait olmakla 12.06.1853
(05.L.1269)... "48
3. 30.05.1853’den kısa bir müddet önce vefat etmiş başka bir
Hattat Hafız Ömer Efendi daha var. Bu kayda göre ise, bu zatın
kızı Fatma Hanım’a bu tarihte 125 Kuruş maaş bağlanmış.49 Bu
hanımın o tarihte Şehzadebaşı’nda ikamet ettiği de kayıtlı. Bu üç
46 MAD 12508 / 256. 47 MAD 9337 / ? 48 Sivas Şeriye Sicilleri, Cilt 28 / 224, 237. 49 MAD 12517 / 289.
Talip MERT
Ömer Efendi’nin arasında net bir yakınlık görülmüyor. Sadece bu
Fatma Hanım ikinci maddedeki Emine Hanım’ın kızı olabilir. Eğer
Mayıs 1853’te bu hanım öldüyse onun maaşından 125 Kuruş’un
kızına bağlanmış olduğu akla geliyor.
Mezkûr Ömer Efendi’nin 100 kuruşun dışında başka bir maaşı
yoksa, bu üçünün de bu levha Muharriri Ömer Efendi ile bir ilgisi
olamaz. Çünkü ailelere bağlanan maaşlar bilinen arşiv kayıtlarına
göre, çoğu zaman esas maaştan belli bir miktar düşük veya aynı
olabiliyordu.
Bu şıkta bahsi geçen Hattat Hafız Ömer Efendi, Rağıb Paşa
Mektebi meşk hocası olan Ömer Efendi olabilir. Çok yaşlı olduğu
için 23.05.1826’da bu işten feragat eden Hafız Ahmet Efendi’nin
yerine bu göreve gelmiş ve bu vazifeyi 29.07.1827’ye kadar ifa
etmiştir.
23.05.1826 günü Rağıb Paşa vakfının mütevelliyesi ve Paşanın da
kızı Lebibe Hanım’dan torunu Nebile Hanım’ın arzı ve
şeyhülislam Kadı-zade Mehmet Tahir Efendi’nin de işaretleriyle
bu göreve gelmişti. Mezkûr tarihli muhasebe kaydı şöyle:
“ [Ragıb Paşa] vakfından almak üzere yevmiye 10 Akçe vazife ile
haftada iki gün mekteb çocuklarına talim şartıyle meşk hocası olan
Hafız Ahmet Efendi yaşlı ve bu hizmeti yapmaktan da âciz
olduğuna binaen kendi rızasıyla elindeki tezkireyi vermiştir.
Mutasarrıf olduğu bu görevi erbab-ı istihkaktan Hattat Hafız Ömer
Halife ibni Halil’e feragatla bu işten el çekmiştir. Vakıf nazırı
Şeyhülislam Kadı-zâde Mehmet Tahir Efendi’nin işaretleri
mucibince rüus da verilerek [Ömer Efendi’ye bu görevin] tevcih
olunduğuna şerh verildi.”50
Hafız Ömer Efendi bu görevde on dört ay kalmış bu süre sonunda
bu görevden o da feragat etmiştir. Bu husustaki Evkaf
Müfettişliği’nin arzı şöyledir:
50 Cevdet Maarif 2378 / A.
Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi
“Şeyhülislam olan zevatın nezaretinde bulunan vakıflardan eski
vezir-i a’zam merhum Mehmet Ragıb Paşa vakfından almak üzere
günde 10 akçe ücret ile İstanbul’da Koska yakınlarında inşa
eylediği mektebde haftada iki gün çocuklara hat hocalığı cihetine
mutasarrıf olan... Ömer Halife bin Halil mutasarrıf olduğu bu
görevini kendi rızası… ile hattatlardan bu konuda bir arz sunmuş
olan Hâfız Ahmedü’l-Yesârî bin Hâfız Mustafa Halife duacılarına
ferağ ve el çekmek suretiyle elinde bulunan tezkiresini teslim
etmiştir. Ömer Efendi’nin feragatıyla boşalan bu vazifenin
Ahmedü’l-Yesârî’ye tevcih ve eline de berat verilmesi... Arz
olunur. 29.07.1827 (05.M.1243)
Meşreb-zâde Mehmet Arif
Evkaf müfettişi
İşbu talep Şeyhülislam Tahir Efendi tarafından Sadaret’e arz
olunmuş, Sadaret ise 31 Temmuz’da Ahmedü’l- Yesârî’ye berat
verilmek üzere bir buyruldu çıkarmıştır.51
Bundan sonrası ile ilgili başka henüz herhangi bir belge ele
geçmemiştir.
4- 1840’lı yıllarda hayatta olan ve 1840 Şubat ayında Salıpazarı’nda
oturan Hattat Ömer Rıfkı Efendi.52 1847 yılına ait bir kayıtta ise bu
zatın Tophane’de sakin olduğu yazılıdır.53 Zaten Tophane ile
Salıpazarı birbirine uzak ve farklı yerler de değiller.
5- Beşinci sırada yer alan Hattat Ömer Efendi biraz eski tarihte
olmakla beraber, bu güne yetişmiş olma ihtimali de vardır. Bu
Ömer Efendi ile ilgili Sadaret arzı ve II. Mahmud’un hatt-ı
hümayunu şöyledir:
“... Beylerbeyi ve İstavroz’da bulunan sıbyan mektebi talebesi,
Kebeci-zade Vasfi Efendi merhumdan yazı meşk etmekte iken
Vasfi Efendi’nin vefatı cihetiyle hocasız kalmış bulunmaktadırlar.
Beylerbeyi’nde sakin Silahdar-zade müteveffa Mehmed Bey’in
51 Cevdet Maarif 2378 / B. 52 HR. MTV 231. 53 A. TŞF 286 / 15.
Talip MERT
imamı Hattat Ömer Efendi yazı talimine muktedir bulunduğundan
o mekteplere meşk hocası olarak tayini hususu ahali tarafından
arzuhalle istida olunmuştu. Bunun için lüzumlu kayıtlar çıkartılıp
evkaf nazırına havale olunmuştur. Buna göre Humbarahane
civarında yeni inşa olunan mektebe yevmiye 30 Akçe, Beşiktaş’ta
Yahya Efendi civarında yapılan mektebe yevmiye 40 Akçe ile meşk
hocaları tayin olunduğu da kayıtlardan anlaşılmış bulunmaktadır.
İşbu kayıtlar doğrultusunda... irâde buyrulacak miktar maaş ile
meşk hocası tayini... de i’lam olunmuştur. Halkın verdiği arzuhal
de görülmek üzere arz ve takdim kılınmış olmakla... Ömer
Efendi’nin sözü edilen mekteplere ferman buyurulacak miktar
maaş ile meşk hocası olmak üzere gereken tayin işlemlerinin
yapılacağı arz olunur... Ferman yüce padişahımızındır.”
Bu arzın üzerine II. Mahmud şu hatt-ı hümayunu derc
etmiştir:
“ Kaymakam Paşa,
İşbu takririn ve ilam olunmuş olan arzuhal manzûr ve
malumum... olmuştur. Mumaileyh Ömer Efendi’ye emsaline
tatbikan kendi vakıflarımdan günlük 40 akçe vazife tahsisiyle
istid’â olunduğu gibi o mekteplere meşk hocası olarak tayini, lazım
gelen ilm ü haberi verilerek tanzimine ibtidar olunsun.” 54
LEVHALARIN TALİHSİZ GÜNLERİ
Kadıasker Efendi tarafından yazılan bu muhteşem levhalar 1849
yılından Ayasofya'nın müze yapıldığı Şubat 1935 yılına kadar
yerlerinde kalmış, bu tarihten bir müddet sonra ise indirilerek bir
köşeye terk olunmuştu. Bu yıllarda levhaların ne durumda
olduğunu Erdem Yücel Bey’in makalesinden özetle takip edelim: 55
Ayasofya’nın müzeye tahvili çalışmaları yapılırken levhaların
durumu gündeme gelmiş. Durumu Kültür Bakanlığı’na yazan
İstanbul Müzeleri Genel Müdürü Aziz Ogan levhaların
54 HAT 27031, tarih (1247) 55 Erdem Yücel, “Ayasofya Levhalarının Hikâyesi”, Türk Dünyası Tarih
Dergisi sayı 45, Eylül 1990.
Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi
yerlerinden indirilmesinin hem zor hem de nakledilmesi
düşünülen Sultan Ahmet Camii’nin kapılarından içeri
sokulamayacağını belirtip, indirme işinin “ bu işte ehil bir kimse
bulununcaya kadar“ bir müddet de tehirini talep etmiş. Bu arada
komisyon “...bu eserlerin çok kıymetli olduklarını ve Sultan Ahmet
Camii’nin mimarî yapısına da uygun düşmeyeceğini...” belirten bir
de rapor hazırlamış. Bu, gerçekten çok dikkate şâyan ve bu heyet
için de yüz akı sayılması lazım gelen bir rapor. Bu yazışmalar
sırasında vakıflar mezkûr ehil kimseyi Bekir Şükrü Egeli’yi bularak
levhaları indirtmiş. Bu arada levhaların birisi de kırılmış. Sultan
Ahmed Camii’ne de taşınamayan bu levhalar Ayasofya’nın içinde
yerde, tahta iskeleler üzerine terk edilmiş. 1949’da tekrar yerlerine
asılıncaya kadar böylece kalmışlar.
LEVHALARIN YENİDEN ASILMASI
Bu dev sanat eserlerine reva görülen bu muamele birçok
sanatseveri yaralamıştı. Bu işe bir çare aranırken İbnülemin
Mahmut Kemal İnal Müze Müdürü Muzaffer Ramazanoğlu Bey’le
görüşüp levhaların yeniden eski yerlerine asılmasını rica etmiş. O
da bu işe hazır olduğunu ancak lüzumlu para bulunması halinde
mümkün olabileceğini söylemiş. Bu iş için lüzumlu olan parayı
hayırsever işadamı Nazif Çelebi sağlamış. Bunun üzerine Ekrem
Hakkı Ayverdi işin mimarî tarafını deruhde ederek işe koyulmuş.
Levhalar yeni baştan tamir edilerek 28 Ocak 1949 tarihinde
yerlerine tekrar asılmışlardır.56
İbrahim Alaeddin Gövsa bu işten haberdar olmadan tam da bu
günlerde bu levhaların mutlaka yerlerine asılmasını talep eden bir
yazı kaleme almış.57
Ayasofya’yı tenvir eden bu anıt levhaların bizlere intikalini
sağlayan ama bugün hepsi de merhum olan bu dört hamiyyetli
şahısdan biraz söz etmeği hat sanatı adına bir minnet ve şükran
borcu olarak kabul ediyorum.
56 İbnülemin Mahmud Kemal İnal, age, s: 161. İst. 1955. 57 Hürriyet gazetesi, 25.01.1949.
Talip MERT
İşbu zevattan İbnülemin Mahmut Kemal İnal (1870-1957) ile Ekrem
Hakkı Ayverdi (1900-1984) benim anlatmama gerek olmayan
kişiler. Kısaca bu iki zat-ı muhterem bu memleketin taşına
toprağına, bu ülkenin insanlarına olan sevdalarını ortaya
koydukları eserlerle ispat etmiş gerçek birer vatanseverdirler.
Onlar verdikleri muhteşem ve muhalled (ebedî) eserleri ile her
zaman yaşayacaklar. Bu iki değerli büyüğümüz, tek kişilik birer
akademi hüviyetini haiz vasıfları ile de kültür ve medeniyet
tarihimizde hakkıyla yerlerini almışlardır.
1945-1955 yıllarında Ayasofya’da müdürlük yapan Muzaffer
Ramazanoğlu’nun Adanalı yüzlerce yıllık meşhur
Ramazanoğulları’na mensup olduğunu tesbit ettim. Aile binlerce,
belki on binlerce kişiden oluşunca akrabalar artık birbirlerini
tanıyamaz olmuşlar. Dolayısıyla şu anda direkt olarak onun
soyundan gelenlere ulaşamadım. Bu bakımdan onunla ilgili ciddi
bir şey yazamıyorum. Ama her şeye rağmen bu zatın öyle bir
zamanda gösterdiği gayret, hamiyyet ve cesaret hakikaten takdire
şâyandır.
Nazif Çelebi’ye (İsparta 1907-İstanbul 1988) gelince, bu kıymetli
insan daha çok kayınbiraderleri ile beraber gençlere, muhtaçlara...
Kısaca her türden yardıma muhtaç insanlara sunduğu
hizmetleriyle bilinen hayırsever bir kişidir. Bizzat verdiği,
verilmesine sebep olduğu binlerce burs ve bağışlarıyla bu ülkenin
ilim, irfan hayatında imzası olan mechul kimselerden birisidir. Çok
sosyal, sahip olduğu nimetleri çevresine, muhtaçlara dağıtmaktan
zevk alan (diger-kâm, diger-bin) bir kişi.
Oğlu Vefa Çelebi Bey’in ifadesine göre Nazif Çelebi merhum bir
zamanlar Anıtlar Yüksek Kurulu’nda çalışmış. Bu çalışmaları
sırasında çok sayıda tarihî eserin tamir edilip kurtarılmasına da ön
ayak olmuş.
Nazif Çelebi bu meziyetlerine ilaveten hat sanatının da hakiki
sevdalılarından birisidir. Refikası Müşerref Hanım ile beş kızına
bu sanatı kazandırmak için 1953’ten itibaren Hattat Halim
Efendi’den dersler aldırmağa başlamış. Bu hususta çok da titizmiş.
Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi
O kadar ki; karlı bir kış gününde, çocuklardan birisi yüksek ateşten
muzdarip olduğu halde onları alıp Hattat Halim Özyazıcı’ya derse
götürmüş. Halim Efendi’nin vefatından sonra da 1965’ten 1973’e
kadar Hattat Hâmid Bey’i Salı günleri evinde ağırlayarak bu
hassasiyetini sürdürmüş. Bu tarihten sonra gerek Hâmid Bey’in
ihtiyarlığı ve gerekse kerimeleri hanımların evlenip yazıya pek
zaman ayıramamaları sebebiyle iş aksamış.
Nazif Çelebi’nin Eyyub Sultan’da vefatından yıllar önce yaptırdığı
âile kabristanındaki Halim Efendi’nin yazıları da Halim Efendi’nin
hat sahasında verdiği ebedi şaheserlerindendir.
SON SÖZ
Hat tarihimizin bu ölümsüz şaheserleri olan Ayasofya Levhalarını
bize kazandıran ve ilk yazıldığı günden bu güne emeği geçen,
onlara hizmet veren herkesi rahmetle anıyorum.
Son olarak XIX. asrın şâir-i mâderzâdı (anadan doğma şâiri) İsmail
Safâ Bey’in (1866- 1900) Ayasofya’yı tavsif eden şiirinden işbu
levhalarla ilgili mısraları naklederek bitiriyorum. Bu levhalar
haşmet ve azametleriyle bir şâire de ilham kaynağı olmuşlar.
Evvel nazara hak ve hakikat gibi çarpar
Elvah-ı celî, hutbe-i ervâh medârı
Lâhût ile sükkânını durmuş kılar işhâd.
Bir dâhiye-i manzar
Her levh-ı cidârı
Her levhası kurs-u ufuk ârâ-yı kamerdir
Avize-i rahşendesi âveng-i kevâkib
Mihrab ise hem şa’şaa-i neyyir-i vekkâd
Pür sun’u hüner
Etraf-ı cevânib.58
58 İsmail Safa, Hissiyat s, 8- 9, Kâinat Kitaphanesi, Müşterekü’l- Menfaa
Osmanlı Matbaası İstanbul 1328.