+ All Categories
Home > Documents > Ayasofya Hattatı Kadıasker Mustafa İzzet Efendi

Ayasofya Hattatı Kadıasker Mustafa İzzet Efendi

Date post: 18-Nov-2023
Category:
Upload: marmara
View: 0 times
Download: 0 times
Share this document with a friend
36
Ayasofya Müzesi Yıllığı No: 14 AYASOFYA HATTATI KADIASKER MUSTAFA İZZET EFENDİ Talip MERT 1 Hat tarihinin olduğu kadar, musikî tarihinin de en mümtaz şahsiyetlerinden biri olan Mustafa İzzet Efendi bu sanatkâr kişiliğinin yanında ictimaî mevkii bakımından da gerçek bir değerdir. Hat tarihinde mektep sahibi büyük bir hattat, XIX. Asrın en büyük üç ney virtüözünden biri, besteleri itibariyle de yine devrinin en güçlü bestecileri arasında yer almaktadır. Ayrıca şâirdir. Özel hayatı hakkında günümüze kadar gelen rivayetlere göre O, çevresinde çok iyi bir intiba bırakmış, eşinin-dostunun da fevkalade saygı ve sevgi beslediği bir bilge kişidir. İzzet Efendi’yi Tayyar-zâde Ahmet Atâ Bey kısaca şöyle tarif ediyor: "Hutût u mütenevviada Şeyh-i sânî ve İmâd-ı İranî ve Musâbık-ı Pisagor ve Fârabî, ilm-ü kemalde bî-müdânî, Reisü'l-ulemâ, Nakibu'l-eşraf, Kilarî Mustafa İzzet Efendi" 2 Kadıasker Mustafa İzzet Efendi’nin hayatı hakkında evvelâ resmî vazifeleri, daha sonra da günümüze yakın bir zamanda yaşamış olması itibariyle doğru bilgilere sahip olabilmekteyiz. Kadıasker Efendi'nin bildiğimiz hal tercümesini ilk defa Tayyar-zade Ahmet Atâ Bey Tarih-i Atâ'da kendi ağzından kaleme almıştır. 3 Müteâkib yıllarda İbnülemin Mahmud Kemal İnal bu metni esas alarak bazı ilavelerle Son Hattatlar, Hoş Sadâ ve Son Asır Türk Şâirleri adlı eserlerinde yayımlamıştır. Daha sonraları ise A. Süheyl Ünver ile Uğur Derman başta olmak üzere çeşitli kişilerce bu değerli sanatkâr hakkında çeşitli yayınlar yapılmıştır. Atâ Tarihi'nde, kendi ifadelerine göre yazılanlar esas alınmak suretiyle bir kısım arşiv belgelerinin ışığında üstadın hayat hikâyesi şöyledir. 1 Marmara Ünv. FEF. Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü Öğr. Gör. 2 Ahmet Atâ Bey, Tarih-i Atâ, I / 5, İstanbul 1291. 3 Ahmet Atâ Bey, age, III / 16-23.
Transcript

Ayasofya Müzesi Yıllığı No: 14

AYASOFYA HATTATI KADIASKER MUSTAFA İZZET EFENDİ

Talip MERT 1

Hat tarihinin olduğu kadar, musikî tarihinin de en mümtaz

şahsiyetlerinden biri olan Mustafa İzzet Efendi bu sanatkâr

kişiliğinin yanında ictimaî mevkii bakımından da gerçek bir

değerdir. Hat tarihinde mektep sahibi büyük bir hattat, XIX. Asrın

en büyük üç ney virtüözünden biri, besteleri itibariyle de yine

devrinin en güçlü bestecileri arasında yer almaktadır. Ayrıca

şâirdir. Özel hayatı hakkında günümüze kadar gelen rivayetlere

göre O, çevresinde çok iyi bir intiba bırakmış, eşinin-dostunun da

fevkalade saygı ve sevgi beslediği bir bilge kişidir. İzzet Efendi’yi

Tayyar-zâde Ahmet Atâ Bey kısaca şöyle tarif ediyor:

"Hutût u mütenevviada Şeyh-i sânî ve İmâd-ı İranî ve Musâbık-ı

Pisagor ve Fârabî, ilm-ü kemalde bî-müdânî, Reisü'l-ulemâ,

Nakibu'l-eşraf, Kilarî Mustafa İzzet Efendi" 2

Kadıasker Mustafa İzzet Efendi’nin hayatı hakkında evvelâ resmî

vazifeleri, daha sonra da günümüze yakın bir zamanda yaşamış

olması itibariyle doğru bilgilere sahip olabilmekteyiz. Kadıasker

Efendi'nin bildiğimiz hal tercümesini ilk defa Tayyar-zade Ahmet

Atâ Bey Tarih-i Atâ'da kendi ağzından kaleme almıştır.3 Müteâkib

yıllarda İbnülemin Mahmud Kemal İnal bu metni esas alarak bazı

ilavelerle Son Hattatlar, Hoş Sadâ ve Son Asır Türk Şâirleri adlı

eserlerinde yayımlamıştır. Daha sonraları ise A. Süheyl Ünver ile

Uğur Derman başta olmak üzere çeşitli kişilerce bu değerli

sanatkâr hakkında çeşitli yayınlar yapılmıştır. Atâ Tarihi'nde,

kendi ifadelerine göre yazılanlar esas alınmak suretiyle bir kısım

arşiv belgelerinin ışığında üstadın hayat hikâyesi şöyledir.

1 Marmara Ünv. FEF. Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü Öğr. Gör. 2 Ahmet Atâ Bey, Tarih-i Atâ, I / 5, İstanbul 1291. 3 Ahmet Atâ Bey, age, III / 16-23.

Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi

DOĞUMU VE İLK TAHSİLİ

Mustafa İzzet Efendi Tosyalı Destiban Ağa-zâde Mustafa Ağa'nın

oğludur. 1801 (1216) de Tosya'da doğdu. Anne tarafından soyu

Kâdirî tarikatının ünlü kişilerinden İsmail-i Rûmî'ye dayanır.

İsmail-i Rûmî bugün, Tophane'de inşa ettiği Kadirî Dergâhı'nda

medfûndur. Babasını küçük yaşta kaybettiği anlaşılan İzzet

Efendi'yi annesi İstanbul'da cami dersleri veren bir yakınının

yanına gönderdi. Fatih Baş Kurşunlu Medresesi'nde tahsile

başladı.

Yine bu günlerde padişah musahiplerinden ve o zamanın büyük

bestekârlarından olan Kömürcü-zade Hâfız Mehmet [Mustafa]

Efendi'den de musikî meşk ediyordu. Kömürcü-zade gibi bir zâta

talebe olmak onun bahtının açılmasına da vesile oldu. Çünkü

padişahın dikkatini çekmesi, dolayısıyla saraylı olmasını bu

meşkler temin etti. II. Mahmud'un inşa ettirdiği Hidayet Camii'ne

namaza geldiği bir Cuma günü 4 İzzet Efendi'nin okuduğu na't-ı

şerifi çok beğenen padişah, bu çocuğa sahip çıkması için silahtarı

Ali Bey'e 5 talimat verdi. Bu talimat üzerine silahdârın maiyetine

giren Mustafa İzzet Efendi, üç yıl onun dairesinde ilim ve sanat ile

meşgul oldu. Buradan Galatasaray'a gönderilen efendi üç sene de

orada tahsil etti. Bilinen üstün meziyetleri sebebiyle 1820'de

Enderun'a geçti. Burada uzun süre neyzenlik ve hanendelik eğitimi

aldı. Mustafa İzzet Efendinin Enderun'a geçişini Hızır İlyas Efendi

Letâif-i Enderun'da "Çerağ Şoden Hattat Mustafa Efendi Be-

Enderun-i Hümayun" başlığı altında şöyle anlatıyor:

4 Osmanlı Arşivi teşrifat defterlerinden bu tarihin tespiti kesin olarak

mümkün oldu. Bu kayda göre “… Padişah… Bina ve inşa buyurdukları

Bağçekapısı hâricinde… Hidayet ismiyle müsemmâ cami-i şeriflerine âdeten

Cuma namazını edâ için selamlık etmeleri…” 31.07.1814 (13.Ş.1229), BEO

Sadaret defteri 358 / 160. Bu konuda M. Nazmi Özalp’in “… Olay günü

na’ti Mustafa İzzet Efendi’ye Kömürcü-zade Hâfız Efendi okutmuştu.”

İfadesi gerçeği tam tamına ifade etmektedir. (M. Nazmi Özalp, Türk

Mûsikîsi Tarihi C. I / 573, MEB yayını: 3109, M.E Basımevi İstanbul 2000.)

Çünkü padişahın olduğu bir camide ancak hünkârın çok yakını olan

birisinin aracılığı ile böyle bir olay olabilirdi. 5 Silahtar Ali Bey (Paşa) 1811-1817 tarihlerinde bu görevde bulunmuş,

1823’te de on ay sadrazamlık yapmıştır. Hızır İlyas Efendi, Letâif-i Enderun, İstanbul 1276, s.140.

Talip MERT

"Eski silahdârlardan Gazi Ahmet Paşa-zâde Ali Beyefendi'nin bir

şekilde dairesine gelip ve onun yüce himayesi altında kendini ilim

ve sanata adayan Hattat Mustafa Efendi’nin Dâvûdî sesi ve üstün

bir müzikalite ile çaldığı neyin fevkaladeliğini herkes ittifakla

kabul ettiği gibi, hat sanatında da eşi ve benzeri olmayan bir kimse

idi. Bu durumun farkında olan Silahtar Ali Bey onun feyzini daha

da artırması için öncelikle onu Galatasarayı'na göndermişti.

Galatasarayı'nda Allah vergisi kabiliyeti daha da gelişince,

Enderun'a alınması için devrin silahtarı İlyas Ağa'ya Mabeyn'den

haberler gönderilerek;

-Böyle üstün meziyete sahip bir kimsenin Galatasaray'da kalması

Hak'tan revâ mıdır? diye sual olununca, Silahtar Ağa derhal kapı

çukadarını göndererek oradan -İzzet Efendi-'yi getirtmiş. Gelir

gelmez de Enderun'a göndererek orada önce neyi dinlenmiş. O da

Acemaşiran makamından yaptığı fevkalade bir taksimle kendini

ispat etmiş ve her nağmede maharetini de ikrar ettirince huzurda

bulunan bir takım gönül erbabı zevat;

- İzzet Efendi'nin çaldığı neyi Kutbunnâyî Çallı [Derviş Mehmed v.

1798]‘nın dahi çalamadığı bir gerçektir, sözünü diğer dinleyenler

de tasdik edince, kendisine çavuşluk rütbesi ile çok da ihsanlar

verilerek Kiler Odasına gönderildi.6

II. Mahmud'un babası I. Abdülhamid tarafından kurulan

"Hamidiye Vakıfları"nın kaymakamı Çömez Mustafa Vâsıf

Efendi'den sülüs-nesih, Yesârî-zade Mustafa İzzet Efendi'den de

ta'lik meşk ederek icazet aldı. Gerek mûsikî ve gerekse hat

sanatında devrinin en gözde simalarından biri olan Mustafa İzzet

Efendi Yeniçeri Ocağı'nın lağvı ile onun yerine kurulan Asâkir-i

Mansûre-i Muhammediye'ye subay olmak arzusunda idi. Çünkü o

zamanlar pek çok Enderunlu çeşitli rütbelerde subay olarak bu

orduya katılmıştı. Bu sırada çıkan 1828-1829 Osmanlı-Rus seferi

dolayısıyla Padişah da Rami kışlasında bulunuyordu.

6 Hızır İlyas Efendi, a.g.e, s, 169.

Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi

SARAYA VEDA

Mustafa İzzet Efendi'nin saraydan ayrılmasını (çerağ edilmesini)

Letâif-i Enderun " Çerağ Şoden Nayzen Mustafa Efendi Bâ-mâhiye

ez Saray-ı Hümayun" başlığı altında şöyle anlatıyor:

“Hünerli ağalardan kilerde Neyzen Mustafa Efendi'nin nay-ı

nâlânda naziri nâdir ve sesinin de emsali olmadığı zâhir

olduğundan başka yazısı Yâkut-u Müsta'sımî'ye denk, sülüste ise

Şeyh'in hattına mukabil idi. Bu talihsiz savaşın çıktığı günden beri

karşılaşılan birçok acılar herkes gibi onun da şuurunda derin

yaralar açmıştı. İnsanların kafaları iyice karışıktı. İzzet Efendi'nin

bu arzusunu padişaha arz edebilecek kimseler de aynı durumda

idiler. Ancak uygun bir zamanda hacca gitmek için izin

istendiğinde padişah tarafından 100 kuruş aylık ihsan buyrularak

saraydan çerağ edildi.” 7

Haccı müteakip yedi ay Mısır’da kaldı ve daha sonra İstanbul'a

döndü. Mahmud Paşa Hamamı civarında bir ev satın alıp oraya

yerleşti.

Adı geçen 1828-1829 Osmanlı-Rus seferi dolayısıyla 15 Eylül 1828-

25 Mayıs 1829 arasında 617 gün müddetle Rami Kışlası'nda kalan

II. Mahmud bu yılın Ramazan Ayı'nın ilk teravihini kışla camiinde

kılmış namaz sonunda hassa müezzinlerine çeşitli ilahiler, İzzet

Efendi'ye de bir na't-ı şerif okutmuştur. Bu na't-ı şerifi pek güzel

okuyan İzzet Efendi ile diğer müezzinlere padişah atıyyeler

vermiştir.8

Bu olayın cereyan ettiği gün Abdülhak Molla’nın Tarih-i Liva adlı

eserindeki kayda göre 28 Şubat 1829 Cumartesi günüdür.9

Letaif-i Enderun (Vekaayi-i Letâif-i Enderûniye) müellifi Hafız

Hızır İlyas Efendi bu eserinin başka yerlerinde de yine Kadıasker

Efendi’den bahsetmektedir. Bu kayıtlar da tarih sırasına göre

şöyledir:

7 Hızır ilyas Efendi, a.g.e, s, 465-466. 8 Hızır İlyas Efendi, a.g.e, s, 457. 9 Mehmet Yıldız Abdülhak Molla, Tarih-i Liva, Yüksek Lisans tezi, Marmara

Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, İst. 1995. s, 52

Talip MERT

1820 senesi güz mevsiminde II. Mahmud Sultaniye mesiresine

gider. Burada tertip edilen bir fasılda Suyolcu-zade Salih Efendi ve

Rifat Bey’le icra ettikleri enfes Bûselik (Puselik) eserlerden dolayı

ihsana nail olmuşlar. (s. 195-196)

1823 senesi Nisan’ında icra edilen Rast makamından bir küme faslı

sonunda Hazineli Mukallid Aziz Bey, Rifat Bey ve Mustafa İzzet

Efendi çavuş mülazımlığına veda ederek çavuşluk unvanı ile

mesrur oldular. (s. 264)

1. II. MAHMUD'UN VEFASI

Mustafa İzzet Efendi evinde dervişane bir hayat sürerken, bir gün

bu kıyafetiyle Bayezid Camii müezzin mahfelinde kendi hatmini

okuyordu. Bu sırada birkaç zat namazda ikamet almasını rica

ettiler.

- Padişah çoğu zaman bu camiye gelir, benim sesimi işitecek olursa

iyi olmaz dedi ise de, Padişahın bugün İstanbul'a gelmediğini ve

gelmeyeceğini te'min ettiler. İkindi namazında yüksek sesle ve tam

bir letâfetle kamet alırken Padişah camiye girip namaza durdu. Bu

sırada Padişahın geldiğini İzzet Efendi anlayamadı. Namaz ve

tesbih bittikten sonra II. Mahmud yaverlerinden Aşkar Ali Bey'i

[Paşa] 10 müezzin mahfeline gönderip;

-Şevketli efendimiz sual buyuruyorlar, kaamet alan kimdir?

Demesiyle Müezzinbaşı, efendiyi gösterdi. Aşkar Ali Bey, kapu

yoldaşlarından olduğu halde oruç haliyle onu tanıyamayıp,

kaamet alanın bir Özbek dervişi olduğunu arz eyleyince de -bir

kerre gördüğü insanı ve bir kerre işittiği sesi bir daha unutmayan-

padişah;

-Mustafa Efendi’nin sedasını ben bilmez miyim, Özbek’dir diye

beni mi aldatıyorsunuz? dedi. Müezzin mahfelinde bulunanların

10 Aşkar Ali Paşa, Enderun’un hazine koğuşu ağalarından iken 1243

(1827/1828)’ de Anadolu sipahilerine binbaşı olmak suretiyle saraydan

çerağ olmuş, 1835 yılında vezir rütbesi ile çeşitli valiliklerde bulunmuştur.

Son çalıştığı yer olan Meclis-i Vâlâ azalığından emekli olmuş 1868’de de

vefat etmiştir. Mezarı Eyyübsultan’da Taşlıburun tekkesi haziresindedir.

Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi

birer birer aşağı inmelerini emretti. İnenler arasında efendi

görünmediğinden diğer bir adam göndererek onu da indirtti ve;

- Mustafa Efendiyi ben bilmez miyim? dedi. Hizmetini terk ederek

bu kıyafete girdiğine pek ziyade kızdı. Derhal imhasını parmağıyla

işaret edince -o günlerde serasker olan -Hüsrev Paşa;

-Ferman efendimizin, dedi. Padişahı daima hayra sevk eden

Musahip Said Efendi11

-Paşa sen çocuk musun, ne yapıyorsun? Diye eteğinden çekti,

Padişah aşırı hiddetinden camide durmayıp Dolmabahçe Sarayı'na

gitti. O gece teravih namazından sonra musahiblerden

Şehlevendim Hafız Abdullah Efendi'nin biraderi ve meşhur

hanende Rifat Bey'in amcası Kömürcü-zade Hâfiz [el-Hac Mustafa]

Efendi'ye;

-Senin Hac arkadaşına ne dersin? Özbek kıyafetiyle Bayezid Cami'i

mahfeline çıkıp;

- Ey cemaat-i müslimin, işte beni gördünüz mü? Devrin padişahına

uzun yıllar hizmet eyledim. Emeğimin karşılığı ise işte şu kıyafet

diyerek beni halka teşhir ediyor. Bunun için öldürülmesi

hakkındaki fermanı, Said Efendi'nin istirhamı ve Hüsrev Paşa'nın

da arzı ile affedip cezasını sürgüne çevirdim, dedi.

Kömürcü-zade ertesi gün Bayezid Camii muvakkithanesinin

önünde Mustafa Efendi'ye tesadüf ederek;

-Şevketli padişahımız, Özbek kıyafeti ile göründüğüne infial

buyurdular. Elbiseni değiştir ve başına fes giy! Demesiyle;

- Ben sikkeyi başka kıyafetle değişemem! Cevabını aldı. Kömürcü-

zade Mustafa Efendi de cevaben;

11 Mehmet Said Efendi (?-1855) III. Selim ve II. Mahmut devirlerinde

sarayda bulunmuş neyzen, giriftzen, ressam, hattat, bestekâr ve

karagözcüdür. Hattat Hüseyin Abdürrauf Bey’in anneden dedesi,

Şeyhülislam Veliyyüddin Efendi’nin oğlu Kadıasker Mehmet Emin

Efendi’nin de musahibi idi… (İbnülemin M. K. İnal, Hoş Sadâ, İstanbul

1958, s, 256, Talip Mert, “Musâhib Said Efendi” VI. Eyüp Sultan Sempozyumu Tebliğler s. 330-336, İstanbul 2003.)

Talip MERT

- Öyle ise bir daha padişahın görebileceği yerlerde bulunma! Zira

senin zararına olur." dedi. Mustafa İzzet Efendi, bu nasihati kabul

ederek evine gitti. O gece teravihten sonra yine Padişah, Kömürcü-

zade'yi huzura çağırarak;

- Gerçi sürgün cezasını da affettim. Amma şu kıyafetle beni ilan

edişine pek canım sıkıldı" dediğinde Kömürcü-zade;

-Bu gün Bayezid Cami-i Şerif'i muvakkithanesinin önünde gördüm

ve onu ağır bir şekilde tenkit ettim deyince;

- Bir kul, veli nimetine halini arz eder mi, etmez mi? Dedi.

- Evet, eder dedim.

-Bu kıyafeti seçmemin sebebi, veli nimetimize halimi arza vesile

olur düşüncesinden kaynaklanıyordu. Aczimi anlatamadığımdan

dolayı da çok üzüldüm dedi ve ağlayarak evine gitti deyince

padişah, önüne baktı ve bir şey söylemeksizin odasına gitti.

Ertesi gece yine teravihten sonra;

-Hafız Efendi! Mustafa Efendi ne demişti? Diye sormasıyla da

Kömürcü-zade evvel ki arzını tekrar etti. Padişah ise;

- Benim ona dargınlığım yoktur. Ancak hüner ve kadrini yok etme

sevdalarında gördüğümden canım sıkılıyor dedi.

Huzurda bulunanların hepsi teşekkürlerini sunarak Mustafa İzzet

Efendi'yi övdüler.

II. Mahmud Han'ın bilhassa bu son sözü, kim ne derse desin onun

bir sanatkâra ve onun meziyetlerine ne kadar değer verdiğini çok

net bir biçimde ifade etmektedir. Bu hadise muhtemelen Kavalalı

Mehmet Ali Paşa gâilesinin yaşandığı günlerde cereyan etti. 12

12 Daha sonra çıkan bir belgeden bu hâdisenin tarihini günü gününe tespiti

mümkün olabildi. Bu belge devletin resmî yayın organı Takvîm-i Vekâyi

gazetesidir. Bu gazetenin 15. Sayısının 19.02.1832 (17.N.1247) tarihli

nüshasında yani bu olaydan bir hafta sonra II. Mahmud’un Bayezid Cami-i

şerifine gelişi ve sonrası şöyle hikâye ediliyor:

“Padişah… İşbu Ramazan’ın 10. Cumartesi günü Âsitane-i Aliyye’yi tebdilen teşrif ve ikindi namazını Bayezid Cami-i şerifinde edadan sonra mutad olduğu üzere fukaraya sadaka [dağıtıp] en zaruri ihtiyaç maddesi olan [nümune] bir ekmeği maiyetinde bulunan Serasker paşa [padişaha] getirdi o da pişkinlik ve haslığını teftişten sonra… Akşama yakın Çırağan Sarayı’na döndü…”

Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi

Öyle olmasa bile II: Mahmud devri Osmanlı Devleti'nin en zor

günlerini yaşadığı bir zaman dilimidir. Böyle müşkülatlı bir

zamanda bir devlet başkanının henüz otuz- otuz beş yaşlarında bir

sanatkâra bu derece yakınlık gösterip, onun bu kabiliyetlerini

kaybetmesinden endişe duyması tarihin pek ender kaydedeceği bir

vak'adır. Bir padişah için sanatkâr mı yok?

Gerek II. Mahmud, gerekse diğer Osmanlı hükümdarlarının ilim

ve sanat erbabından himayelerini eksik etmedikleri tarihî bir

gerçektir. Bu husus Osmanoğulları için ataları Osman Gazi'nin

vasiyeti telakki edilirdi ve Osmanlı tarihi boyunca da hep bu

vasiyete uyuldu. Bu konunun en açık ve net delili Osmanlı

hukukunda âlimlere idam cezasının verilmemesidir. İnsanlık tarihi

boyunca bunun başka örneği de yoktur. İki yüz sene öncesine

kadar Avrupa'da pek revaçta olan bilginleri ateşte yakma,

hapsetme, giyotinle baş kesme âdet ve usulleri Osmanlı

Devleti'nde revaç bulmadı. 13 Bir-kaç idam vakasının dışında

bunun örneği de görülmedi. Gariptir bu idam vakalarının ikisi IV.

Murad zamanında olmuştur. Osmanlı hakanları bayramlaşma

(muayede) törenlerinde ulemâyı, bu arada diğer dinlerin rûhanî

liderlerini ayakta kabul ederlerdi. "Saçak öpme" adı verilen ve

diğer bütün ricalin yapa geldiği, merasimlerden ulemâ efendiler

muaf idiler. Ulemaya ceza olarak sadece sürgün cezası verilir,

resmî rütbe ve pâyeleri alınırdı.

Daha önce İzzet Efendi’nin padişahın Bayazid Cami-i şerifine gelip

gelmeyeceğini sormasından padişahın gelmediği söylenmişti. Çünkü

padişah resmî gelse gelişi koşuşturmalardan mutlaka bilinirdi. Çünkü

padişah çok sayıda korumalar ile gelirdi. Ayrıca padişahın namazı hünkâr

mahfilinde değil, cemaatin içinde kıldığı anlaşılıyor. Nitekim yaverini

müezzin mahfiline göndermesi, kendisinin de caminin içinde olduğunu

gösteriyor. Yoksa resmi geliş olsa hünkâr mahfilinde namazını kılar ve

oradan da merasimle giderdi. Resmî gelişlerde padişahın halkla teması

mümkün olamazdı. Bir de arada geçen konuşmalardan o gün II.

Mahmud’un gazete haberinde de olduğu gibi tebdil suretiyle Bayezid Cami-i

şerifine geldiği ve namaz sonrasında da o civarda dolaştığı net olarak

görülüyor. 13 1789 Fransız İhtilali’nden sonra giyotinle katledilen çok sayıda ilim

adamından birisi, hatta modern kimyanın kurucusu kabul edilen meşhur

Lavoisier (1743-1794)’dir. Lavoisier’nin öldürülmesi için verilen kararda

“Cumhuriyet’in bilginlere ihtiyacı yoktur” gibi bir gerekçe ileri süsülmüştür.

(A. Adnan Adıvar, Tarih Boyunca İlim ve Din, Yücelen Matbaası, İstanbul

1969, s. 269,

Talip MERT

Bilindiği gibi II. Mahmud, III. Selim'in katli olayını bütün

dehşetiyle yaşamış, kendi canını bile çok sâdık iki adamının

fedâkârlığı sayesinde kurtarabilmişti. Zamanla bu kanlı vak'ada eli

olanların hepsini bir şekilde ortadan kaldırdığı halde, bu cinayetin

esas elebaşılarından olan eski Şeyhülislâm Topal Atâullah

Efendi'yi sadece ecdadının kanunu icabı Eskizağra'ya sürgün

etmiştir. Bu uğursuz hâdisenin baş aktörü mesabesinde olan

Şeyhülislam Ataullah Efendi'nin sürgün yeri 1806-1812 Osmanlı-

Rus seferi sırasında işgal tehlikesine ma'ruz kalınca da ikamet

mahallini Mihalıç'a çevirmiştir.

Daha eski yıllarda Sultan İbrahim'in katline sebep olan

Şeyhülislam Kara Çelebi-zade Abdülaziz Efendi Bursa'ya,

Abdülaziz Han'ın canına mal olan meş'um ihtilali

hazırlayanlardan Şeyhülislam Hayrullah Efendi ise Medine-i

Münevvere'ye sürgün edilmişlerdir. Osmanoğullarının bu hususa

ışık tutan çok sayıda tatbikatları gerek tarih kitaplarında ve

gerekse yeni yeni bulunan arşiv belgelerinde apaçık

görülmektedir. Çeşitli vesilelerle devletin en uzak köşelerindeki

ulemâ ve şeyhleri zaman zaman İstanbul'a davet etmişler, onlara

medrese ve dergâhlar kurup çok zengin vakıflarla da bu

müesseseleri beslemişlerdir. Gelemeyen veya mazeret beyan

edenlere ise, hediyeler göndermek sûretiyle aynı şekilde ikramda

bulunmuşlardır.

Burada konu hat sanatı olunca bununla ilgili II. Mahmud'un bir

hatt-ı hümayunundan bahsetmek şart oldu. II. Mahmud'a üç tane

levha hediye eden Hattat Mahmud Celaleddin'e ödül olarak

verdiği oldukça yüklü bir paradan başka bizzat kaleme aldığı şöyle

bir yazı (hatt-i hümayun) ile de duygu ve düşüncelerini dile

getirmiş:

“Benim Vezirim,

Mûmâileyh meşhur hattatlardan olduğu ma’lum-i

hümayunumdur. Güzel yazmış. Tarafına dört keselik altın

Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi

gönderilmiş olmakla atiyye-i hümayunum olarak mûmâileyhe

veresin”.14

Kadr-i zer zerger şinâsed,

Kadr-i gevher gevherî.15

Bu hâdise cereyan etmemiş olsaydı, belki de Mustafa İzzet Efendi

dervişlik cezbesiyle silinip gidecekti. Bu olay her ne kadar acı ilaç

içmek gibi bir şey ise de, netice itibariyle ilaç ilaçtır. Ve o ilaç

vazifesini hakkıyla yapmıştır. Bünyenin hücre, doku, gen yapısı,

kan gurubu... da bu ilaca teşne imiş ki, onu alır almaz hemen

özüne zerk etmiş. "Şifa bulacak hastanın hekim ayağına gelirmiş"

hikmeti de bu vak'a ile Hazreti Kadıasker üzerinde tecellî etmiş.

Hem de devrin padişahı eliyle. Böylece Kadıasker hem kendini

muhtemel bir meskenetten kurtarmış oldu, hem de onun torunları

mesabesinde olan bizler onun eserlerinden istifade ederek bu şanlı

bayrağı burcuna mıhlama iradesine ve şuuruna sahip olduk. Bu

bahiste Necip Fazıl Kısakürek’in şu beytini zikretmek vâcib oldu.

"Ustada kalırsa bu öksüz yapı

Onu sürdürmeyen çırak utansın."

Türkiye’de söylenen şöyle bir deyim vardır: "Vermezse Ma'bud,

neylesin Sultan Mahmud." Eğer bu deyimi daha farklı bir şekilde

dile getirmek icap ederse "Verirse Ma'bud, sebep olur Sultan

Mahmud" Zaten İzzet Efendi'nin padişahla Hidayet Cami-i

Şerifi'nde karşılaşması da bu hikmetin tecellisinden başka ne

olabilir? Çünkü hünkârın bulunduğu camide hünkâr müezzinleri

ve hünkâr imamlarının dışında kimse vazife yapamaz. Böyle bir

şey Osmanlı teamüllerine de uymaz. Ama ALLAH vermek isterse

on, on bir yaşındaki bir çocuk bülbül olup dile gelir ve netice

itibariyle de bu çocuk kültür tarihimizin elmas sütunlarından

Kadıasker Mustafa İzzet Efendi olur.

14 B.O. Arşivi, Hatt-ı Hümayun tasnifi (HAT )17772. 15 Altının kıymetini kuyumcu, cevherin kıymetini mücevherci bilir.

Talip MERT

Bu makalenin birinci muhatabı olan hattatlar ve hat sanatına

meraklı kimseler Osmanlı tarihi hakkında çok şey bilmeseler de, II.

Mahmud'u iyi tanırlar. Sebebi ise, onun iyi derecede bir hattat

oluşu. Her ne kadar bazı yazıları alenen ben "Râkım yazısıyım"

diye feryat etse de, kendisi de bu sanatta cidden varlığı inkâr

edilemez bir kıymettir. Sultan Mahmud'un hem hat sanatına

yaptığı unutulmaz hizmetleri, hem de onun sahib olduğu vefa

duygusuna bir başka örnek olarak şu vakayı yazmadan

geçemeyeceğim. Olay, III. Selim'in katledildiği o uğursuz günde

kendi canını ortaya koyarak II. Mahmud'a taht yolunu açan

Enderun ağalardan Tayyar Efendi (1731-1834) ile ilgilidir. Yani

bizim Kadıasker Efendi’nin hayatını ilk kaleme alan ve onu

çağdaşlarına göre oldukça iyi tanımamıza vesile olan Tayyar-zade

Ahmet Atâ Bey’in (1810-1880?) babası olan Tayyar Efendi.

Mahmud Han 1825 Ramazan ayında kendisi kâtip, yanında

bulunan Said Efendi ise subay kıyafeti ile Divanyolu’nda tebdil

gezerken o tarihte 94 yaşında olan Tayyar Efendi ile karşılaşır.

Padişahı tanıyan Tayyar Efendi gayet nâzikane kaldırımdan inip

ona yol verir. Padişah da ona yaklaşıp;

- Said Efendi, Tayyar Efendi pek ihtiyarlamamış, onu görmekten

memnun oldum, deyince;

- Efendim bu şâhane iltifatınız sizin için yapmış olduğum duaların

semeresidir. Rabbim bütün arzu ve isteklerinizi kabul buyursun!

Dediğinde II. Mahmud;

- Üç çocuğun olduğunu... Duydum, onları saraya alalım, demiş bu

tekliften son derece memnun olan Tayyar Efendi tekrar padişaha

dua ve niyazda bulunurken ayrıca, 1000 Rub'iye de altın ihsan

etmiştir. 16

- Bu hadisenin en cazip tarafı padişahın tebdil gezerken kendisini

açığa vurmasıdır. Padişahlar bu durumda kimseye kendilerini

tanıtmazlar, onu tanıyanlar ise bir şekilde oradan uzaklaşır ve

16 Ahmet Atâ Bey, age, III / 105.

Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi

herhangi bir şekilde durumu hissettirmezlerdi. Çünkü padişahı

tebdil gezerken ifşa etmenin cezası çok ağırdı.

II. Mahmud'un yine III. Selim vak'asında kendisini eşkıya elinden

kurtaran birinci kahraman ve kendisinin hazinedar ustası Cevrî

Kalfa için yaptırdığı mektep ise halen ayaktadır. Sultanahmed'de

kitabesinin bir kısmı ile tuğrası kazınmış olan mektep.

İHSAN İHSAN ÜSTÜNE

Mustafa İzzet Efendi, çoğu zaman Necip Paşa'nın17 Konağında

bulunurdu. Bir bayramdan sonra oraya bir adam geldi ve;

-Bu gün Mabeyn'de saz faslı olacağından Mustafa Efendi'nin

sarayda bulunması emir buyuruldu, dedi. İzzet Efendi, o sırada

Kuruçeşme'de Esma Sultan'ın Baş ağası -hoş sohbet ve ârif bir

kimse olan- Hâfız Dilaver Ağa'nın konağında misafirdi. 18 O sırada

Dilaver Ağa'ya Sadiye Tarikatı'ndan hilafet verilecekti. İzzet

Efendi de bu hilafet-nâmeyi nesih ile yazmak üzere orada

bulunuyordu. Necip Paşa'nın oğlu Ahmet Şükrü Bey İzzet

Efendi'ye yeni bir elbise ile ney gönderdi. M. İzzet Efendi saraya

götürüldü. II. Mahmud'un huzurunda ney taksim etti. Atiyyeye

nail oldu.

Yine bir gün, ahenk arasında Padişah, kendi şarkılarının

okunmasını ve Mustafa Efendi'nin de dinlemesini emretti. Birkaç

şarkı okunduktan sonra,

Nasıl! Olmuş ise fikrini söylesin" deyince,

-Padişahımızın şarkıları da şarkıların padişahıdır. Takdirden başka

bir şey denebilir mi? tarzında cevap verdi.

Padişah II. Mahmud, faslın nihayetinde;

17 Gürcü asıllı Osmanlı devlet adamlarındandır. Hüseyin Paşa ordusunda

defterdarlık, Baruthane Nazırlığı, Surre Eminliği, Baş muhasebecilik, Çavuş

başılık, Meclis-i Vâlâ azalığı, Şam ve Bağdat Valiliklerinde bulunmuş

1851’de ise vefat ederek Eyyub Sultan’a defnedilmiştir. (M. Süreyya Bey,

Sicill-i Osmanî IV / 236, İstanbul 1308-1311 ) 18 Dilaver Ağa [Paşa] 02.06.1855 (16.N.1271)’de Şeyhü’l-Harem-i Nebevî

hizmeti ile Medine-i Münevvere’ye tayin olunmuş (İ. DH 1581), işbu görevde

iken 09.05.1857 (15.L.1273)’de orada vefat etmiştir (EV. 12420 / 230)

Talip MERT

- Üç defadır Mustafa Efendi'yi dervişane davet ve hakkında olan

hüsn-ü teveccühümüzü gösterdik. Bundan sonra bir işi olmadığı

zamanlar ba'zan saz nevbetlerine gelsin! Dediği İzzet Efendi'ye

tebliğ olununca Efendi, biraz hayret ve tereddüt gösterdi.

- Efendimiz, haremi teşrif buyurmak üzeredir. Ne durursun cevap

ver! Denildiğinde;

- Padişaha bu kadar yakın olan bir kimse, şevketli padişahımızın

dualarından başka ne düşünebilir? Bunun dışında acaba benim ne

maksadım var ki böyle buyuruluyor? Dedi. Bu sözü Padişah işitti,

çok mahzuz oldu ve tekrar atiye ile İzzet Efendi'yi taltif etti.

M. İzzet Efendi, Sultan Mahmud'un ölümüne kadar saz

nevbetlerine devam ederek onun nice lütuf ve iltifatına nail oldu.

II. Mahmud'un kulağı gibi gözü de çok keskin idi. Bir gördüğünü

yıllar sonra hatırlardı. Cevdet Paşa buna bir misal olmak üzere

şöyle bir olay naklediyor.

"Sultan Mahmud Han'ın insanları tanımakta fevkalade bir hafızası

olup, ömründe bir kere gördüğü adamı nice seneler sonra uzaktan

görse tanırmış. Hatta III. Selim vakasına karışan kâtillerden birisini

hayli müddet sonra kendi sandalında görüp benzetmiş. Yapılan

incelemeler sonunda da o şahsın suçlu olduğu anlaşılınca

Bostancıbaşı vasıtasıyla idam ettirmiştir.19

SULTAN ABDÜLMECİD DEVRİ

Mustafa İzzet Efendi Sultan Abdülmecid'in cülusunu müteakip -

meslek değiştirmek maksadıyla- Eyüp Camii hitabetini niyaz etti.

Müsaade olundu. Maişetine yardımcı olmak maksadıyla, Lâleli

Cami-i Şerif'i vakıflarının kaymakamlığı da Mustafa İzzet

Efendi’nin memuriyetine ilave edildi.

1845 [Muharrem 1261]’de Sultan Abdülmecit, bir cuma günü Eyüp

Câmii'ne gitti. Hutbeyi İzzet Efendi'ye okuttu. Pek ziyade takdir

ederek kendine ikinci imam yaptı.

19 Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet VIII / 425, İst. 1288.

Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi

Bu kayıtta İzzet Efendi'nin Eyüp Cami-i Şerif'i hatipliği 1845 senesi

görünüyor ise de, elde mevcut iki belgeye göre Kadıasker

efendinin hem Eyüp Sultan hatipliği, hem de hünkâr ikinci

imamlığını 1840 yılında yaptığı anlaşılıyor. Yine bu belgeye göre

Mustafa İzzet Efendi bu görevinin yanında Bahriye Mektebi meşk

hocalığını da deruhte etmekte imiş. Bu görevle ilgili Bahriye

Meclisi'nde müzakere edilip kararlaştırılan söz konusu belge

şöyledir:

"Bahriye mektebinin bütün ihtiyaçları karşılanmış ve mevcut

talebenin yazılarını Hoca Ali Efendi talim etmekte bulunmuş ise de

Ali Efendi'nin -daha çok- Bahriye Mektebi litografya yazısı ile

meşguliyeti hasebiyle meşk hocalığına münasib bir başkasının

gelmesi uygun bulunmuştur. Ebâ Eyyube'l-Ensari Cami-i Şerif'i

hatibi olan ve maarifteki dirayeti ile de meşhur bulunan el-Hac

Mustafa Efendi'nin hat sanatındaki liyakatı malum bulunmak

hasebiyle adı geçen Efendi'nin 750 kuruş aylık ve kaptan mülazımı

(teğmen) tayinatı gibi bir tayinat tahsisiyle tatil günleri dışındaki

günlerde devam etmek üzere hem Bahriye Mektebi

Basmahanesi'ne musahhih ve hem de meşk hocası olarak memur

edilmesi hususu meclisce müzakere edilip uygun bulunmuştur. Bu

teklif sadaretçe kabul gördüğü takdirde icabının yapılması

hususunda emir ve ferman yüce makamınıza aittir." 24.06.1840

(23.Ra.1256).

Reis-i Meclis, Müfti-i Meclis, Mirliva, Miralay, es-Seyyid Ahmed Tevhid, es-Seyyid, Hasan Servet, İbrahim Rahmi, İbrahim Edhem,

Serkâtib-i Meclis, Hâce-i Kapudan, Hâce-i Kapudan, Hâce-i Kapudan es-Seyyid, Osman, Mahmud, Yusuf Ziya İzzet İsmail

Bahriye Meclisi'nin bu kararını Sadaret bir tezkire haline getirerek

padişahtan irade talebiyle ve şu ifadelerle Mabeyn'e sunmuş.

Yalnız bu belge başka konuları da içine aldığından farklı bazı

hususlar mevcuttur.

Talip MERT

"... Ebâ Eyyub-el Ensâri Camii Şerifi hatibi el-Hac Mustafa

Efendi'nin aylık 750 kuruş maaş ve kaptan mülazımı tayinatı

tahsisiyle Harbiye Mektebi'ne meşk hocası, basmahanesine ise

musahhih nasp ve tayini hususlarına dair Bahriye Meclisi

tarafından tanzim edilip kaleme alınan dört adet mazbata ile bir

defter kaptan paşanın tezkiresiyle beraber Sadaret'e gönderilmiş

bulunmaktadır. Bu sayılan maddelerin yapılabilmesi için

padişahın iradesi gerekli olduğundan durumu bilgilerinize

sunmak için bu sadaret tezkiresi kaleme alındı."

Mabeyn'den Sadaret'e gelen cevap ise şöyleydi:

"Göndermiş olduğunuz bu tezkire ve diğer ekli evrak padişah

tarafından görülmüş ve aynen yapılmasını da tasvip etmiştir.

Diğer hususların da ifade edildiği gibi yapılması için irade

çıkmıştır. Bu hususta gerekli işlemlerin icrası yüce makamınıza

aittir." 24.6.1840 (23.R.1256) 20

1840 yılı Şubat ayında yapılan Atıyye Sultan ile Ahmet Fethi

Paşa'nın düğünü münasebetiyle verilen ziyafetlerin 4 Şubat

gününe müsadif olan ziyafete İzzet Efendi de davet edilmiş. Bu

davetiyede İzzet Efendi şu şekilde kayıtlı:

"Müderrisin-i kiramdan Rabia (?) Tevfik Efendi müderrisi İmam-ı

Sânî-i Şehriyârî Seyyid Mustafa İzzet Efendi." 21

Kadıasker Efendi'nin gözde ve güzîde talebesinden Mehmed Şefik

Bey'e vermiş olduğu 1255 (1839) tarihli icazetnâmede kendisinin

Eyyüb Sultan hatibi olduğu kayıtlıdır. O zamanın şartlarında -

maalesef bugün de öyle- gitmesi ve dönmesi bir güne mal olan, bu

sebeple de Cuma günü hiç yazı yazamayan Efendi'mizin şu sözü

tarihe bir ibret vesikası olarak geçmiştir:

"Cumartesi günlerinde yazdığım yazıları kırk yıl sonra görsem

ensesinden tanırım." Bizler de; Üstad'ın imzasını taşıyan ancak ona

lâyık göremediğimiz yazıları için "Gâlibâ hazret bunu Cumartesi

günü yazmış" diyerek dirayetimizi (!) gösteriyoruz.

20 Dâhiliye iradeleri (İ. DH) 750. 21 Hariciye Mütenevvia (HR. MTV) 231.

Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi

İZZET EFENDİ'NİN İLMÎ RÜTBE VE PÂYELERİ

Rabia-i Tevfik Efendi Medresesi Müderrisliğine ibtida-yı

hâriç rütbesi ile kırktan münfasıl İmam-ı sani Mustafa İzzet

Efendi’nin tayini 22.01.1845 (13.M.1261). 22

12 Haziran 1846 tarihinde şeyhülislam Mekkî-zade Mustafa Asım

Efendi imzasıyla sadarete gelen bir yazıda şöyle deniyordu:

"Padişahtan alınan irade mucibince muvakkaten Selanik

Kadısı ve Padişahın ikinci imamı es-Seyyid Mustafa İzzet Efendi'ye

işbu 1262 senesi Cumade'l-âhiresi'nin 17. gününden itibaren

Mekke pâyesi tevcih ve ihsan buyurulması rica olunur. " 12.06.1846

(17.C.1262)

ed-Dâî Mekkî-zade Mustafa Asım ufiye anh Meşihat’ten gelen bu yazının üstüne Sadaret şu buyruldu

kaydını düşmüş: ”İşaretleri mucibince tevcih ve emr-i âlisi isdar

olunmak buyuruldu. 16.06.1846 23

"Mekke-i Mükerreme pâyesiyle muvakkaten Selanik Kadısı,

hünkâr ikinci imamı Seyyid Mustafa İzzet Efendi'ye İşbu 264

senesi Rebiu'l-evveli (06.02.1848) başından zabtetmek üzere

zikrolunan Selanik Kadılığı uhdesine tevcih kılınmış ise de,

selefine iki ay müddet zam olunduğundan daha önce çıkarılan

emr-i şerifin değiştirilerek adı geçen senenin Cemaziye'l-evvel ayı

gurresinden (ilk günü) zaptetmek üzere yeni baştan emr-i ali

çıkarılması Şeyhülislamlık tarafından işaret buyurulmuş olmakla

mûcibince amel olunmak bâbında yazılan tarih ile nişan

kaleminden emr-i âlî…" 03.02.1847(16.S.263)

Yukarıdaki emr-i âlî ile ilgili olarak da 26.05.1847

(10.C.1263) tarihinde Dîvan-ı Hümayunda şöyle bir kayıt

düşülmüş:

22 Rüus defteri 224 / 120. 23 Sadaret, Divan-ı Hümayun Mühimme Kalemi (A. DVN. MHM) 2-A / 85.

Talip MERT

"Mekke-i Mükerreme pâyesi olup Selanik Kadısı hünkâr

ikinci imamı Seyyid Mustafa Efendi'ye işbu 63 senesi Cemaziye'l-

âhır'ının 10. gününden itibaren İstanbul Payesi uhdesine tevcih

olunması." 24

MUSTAFA İZZET EFENDİ’NİN MECLİS-İ VÂLÂ AZALIĞI

Hattat, Neyzen ve Bestekâr Mustafa İzzet Efendi Sultan

Abdülmecid’in Baş İmamı Hafız Mehmed İzzet (1798-1849) 25

Efendi’nin 15.08.1849’da vefatını müteakip baş imam oldu.

Mustafa İzzet Efendi’nin bu görevi yaklaşık dört sene sürdü.

01.03.1853’te ise Meclis-i Vâlâ azalığına tayin edildi. Bu tayinle

ilgili çıkan divan tezkiresi şudur:

“Rumeli Kadı askerliği payelilerinden sabık Baş İmamım

olup bu defa ehil uhdesine Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye azalığı

tevcih ve ihsan kılınan es-Seyyid Mustafa İzzet –Allah onun

faziletlerini artırsın- [Efendi’ye] hüküm ki:

Sen ki; ilim ve maarifte, dirayette, üstün zekâ ile muttasıf

olman ve bilhassa değerli eserlerine [mukabil] benim ihsanlarıma

layık [sın.] Bu cihetle hakkında âtıfet ve taltiflere müstahak olman

cihetiyle işbu 1853 Mart’ının birinci (1269 senesi Cumâde’l-

ûlâsı’nın yirminci) gününde… Sadır olan irade-i seniyyem

gereğince adı geçen Meclis-i Vâla… Azalığı sana ihale ve tevcih

kılınmıştır… [Böylece bu] memuriyetini gösteren işbu yüce emrim

çıkarılmış ve sana verilmiştir. İmdi adı geçen Meclis-i Vâlâ

azâlığına yukarda geçen [01 Mart] tarihinden itibaren başlayıp

bundan böyle [yeni] memuriyetinin icap ettirdiği dirayetle ve

diğer azâlarla da iş birliği yaparak devletin mühim işlerini yürütüp

[hal yoluna koyasın ve bu konuda] dirayet ve hamiyetle görevini

yapasın…” 26

MAD 9156 / 32, 44, Mehmed İzzet Ef. nin vefatı ve 26x533,4 =

13.866 son alacağı 26.09.1265.

24 A. DVN. 22 / 47. 25 Eyyüb Sultan Nüfus Defteri (NFS.d) 157 / 2. 26 A. DVN. MHM 10 / 76, NGG 344 / 309.

Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi

A. DVN. MHM 10 / 76, NGG 344 / 309, Mustafa İzzet Efendi’nin

Meclis-i Vâlâ azalığına tayini 20.Ca.1269 (01.03.1853)

AYASOFYA LEVHALARI

Hat tarihimizin mektep sahibi Üstadlarından Kadıasker Mustafa

İzzet Efendi'yi hat sanatında ölümsüz kılan her halde Ayasofya

Cami-i Şerifi'ni süsleyen kubbedeki Nur Ayeti'nden bir bölüm ile

sekiz adet ismi ihtiva eden muhteşem levhalardır. Bu cesâmette,

bu güzellikte ve bu mükemmellikte 600 senedir henüz hiçbir yazı

da yazılabilmiş değildir.

Yuvarlak olan işbu levhaların çapı 7,5 metre, harf kalınlığı ise 35

cm’dir. Bu levhalarla ilgili Erdem Yücel’in makalesinde çap olarak

8 metreden söz ediliyor. 27 Harf kalınlığı ise yine 35 cm. Bu konuya

ışık tutan arşiv vesikalarına göre ise bu çap 6,94 metredir. Çünkü

bu vesikada sekiz tane levhanın çevre uzunluğu 230 zira’ 6 parmak

(174,34 m.+ 18,6 cm. = 174,52 m.) olarak kayıtlı.28 Bu rakamlardan

hareketle yapılan hesaplama neticesi ortaya 6,94 rakamı

çıkmaktadır.

Mimar Aras Neftçi, bu işe delalet ederek modern usullerle

yaptırdığı ölçümlerle de 7,5 m. rakamını verdi ki, bu rakam önceki

bilgilerin tasdiki anlamına gelmektedir.

Bu levhalar hat sanatının ihtişam ve azametini yansıtan gerçek

birer âbidedir. Celî sülüsün Mustafa Râkım eliyle kat ettiği

merhale ve aldığı mesafe en bâriz şekilde bu levhalarda

görülebilmektedir.

Ayasofya’yı süsleyen bu levhalar, hacim itibariyle daha önce aynı

yerde bulunan Tekneci-zâde İbrahim Efendi’ye (?–1688) ait

yazıların aşağı–yukarı tekrarı ise de, yazıların nefaset ve necâbeti

bakımından onlardan çok üstündür. Bu birinci şık, ikinci şık ise,

onlar dört köşe iken, bunlar yuvarlaktır. Ayrıca Tekneci-zâde’nin

levha sayısı altı olduğu halde Kadıasker Mustafa İzzet Efendi’nin

27 Erdem Yücel, “Ayasofya Levhalarının Hikâyesi”, Türk Dünyası Tarih

Dergisi sayı 45, Eylül 1990. 28 Evkaf Defterleri (EV) 13486.

Talip MERT

yazdığı levha adedi sekizdir. Hz. Hasan ve Hüseyin (R.A)

isimlerinin bu tamir sırasında yazıldığını yine bu belgelerden

anlıyoruz.

Bu yazılarla ilgili Osmanlı arşivinde önce iki belge çıktı. Üç-dört

sene sonra ise esas tamir kayıtlarını ihtiva eden defterlerin bir

kısmı bulundu. Bu defterlerdeki bilgilere göre 3 Mart 1847

tarihinde devrin padişahı Abdülmecid Han’dan alınan bir irade ile

Ayasofya’nın tamirine karar verildiği anlaşılmaktadır.29 Ama bu

irade alınmadan önce de birtakım keşiflerin yapılıp defterlerin

tanzim edildiği görülüyor. Bu tamir sırasında yapılan masrafların

çok ciddî bir şekilde defterlerinin tutulduğu aşağıda verilecek

cetvellerden anlaşılmaktadır. Kaldı ki bu cetveller sadece

Ayasofya’nın yazılarından ibaret değildir. Diğer kısımlarla ilgili

olarak da çok zengin ve etraflı bilgiler mevcuttur. Fırça yapmak

için kaç dirhem kıl alındığına kadar. Kaç kişinin çalıştığı, geldiği-

gelmediği gün sayısı... gibi birçok teferruatı günbegün görmek

mümkün olmuştur.

Haftalık olarak tutulan bu defterlerin birincisi 18-25.07.1847 (6-

11.Ş.1263) 30 arası haftayı, sonuncusu ise 07.11.1849 (21.Z.1265) 31

tarihini taşımaktadır. Cami-i Şerif’in resmen tekrar ibadete açılışı

10.07.1849 (19.Ş.1265) olduğuna göre 32 Kasım ayına kadar yapılan

masraflar muntazam bir şekilde kayda geçirilmiştir.

Bu yevmiye defterlerinin hat bakımından talihsiz tarafı; bu işte

çalışan İzzet Efendi’den başka iki hattattan birinin adının

olmamasıdır. Hattatların ücretleri yevmiye değil aylık olarak

ödenmiş. İsmi bilinen zat Ömer ama diğeri mechul. Ömer

Efendi’nin maaşı 100 kuruş, diğerinin ki ise 750 kuruş. Bu miktar

bir ödeme ilk önce 27 Ekim- 2 Kasım 1847’de (29.Za1263-05.Z.1263)

yapılmış.33 Dolayısıyla bu levhaların yazılmasına başlangıç olarak

bu tarihi kabul edebiliriz.

29 İrade, Mesâil-i mühimme (İ. MES. MHM) 670 30 EV, 13132. 31 EV, 13505 32 Sadaret Teşrifat (A. T.Ş.F) 7 / 1. 33 EV, 13171

Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi

750 kuruş maaşlı zatın Şefik Bey olma ihtimali var. Çırçırlı Ali

Efendi’nin de bu işte çalıştığı rivayeti var ise de, mevcut belgelere

göre bu rivayeti doğrulamak mümkün görünmemektedir. Gerçi

belgelerde “Şefik Beyefendi” şeklinde bazı kayıtlar var ise de bu

zat o günlerde Evkaf nazırı olan “ Rütbe-i ûla sınıf-ı evvel (ferik,

tümgeneral) ricalinden” Ali Şefik Bey (?–18.06.1867)’dir. Bu zat

14.09.1848’den Mart 1850’ye kadar Evkaf Nezareti’nde, daha

sonraları ise vezir (paşa) rütbesi ile birçok devlet hizmetinde

bulunmuş bir kişidir.34 Hattat Mehmet Şefik Bey değildir.

Bu belgelerde hattat kelimesi kullanılmamış. Hattat yerine, çok

eski zamanlarda hattat anlamına gelen ve arşiv belgelerinde de

zaman zaman görülen muharrir sözü geçiyor. Buna benzer ve

bunu hatırlatan bir başka isim bahriye vesikalarında görüldü ki, bu

ismi de hat sanatı adına bir çeşni, bir zenginlik saymak lazım. 1775

tarihli bir belgede hattat Süleyman Râtip Efendi’nin memuriyet

unvanı olarak “ muharrir-i kıç “ tabiri yer alıyor. Bu zat o

tarihlerde tersanede inşa olunan gemilerin kıç tarafına gemi

isimleri, tuğralar ile bazı âyet-i kerime ve hadis-i şerifler yazmakla

görevli imiş. 35

Bu levhaların yapımında emeği geçen diğer kişiler ise

nakkaşlardır. Nakkaşbaşı Abdullah isminde bir zatın

başkanlığında beş kişi bu işe emek vermiş. Bunların isimleri:

Osman, Mehmet, Bekir, Arap Said ve Mısırlı diye kayıtlı bir zat.36

Yalnız nakkaş adedi sabit değil. Nakkaş başı olarak bazen da

Hüseyin ismi geçmektedir. Levha nakkaşlarının tamamı

müslüman. Gerek Ayasofya restorasyonunun çeşitli alan ve

safhalarında ve gerekse levhaların bazı kısımlarının

hazırlanmasında birçok gayr-i müslim çalıştığı halde, yazıların

bizzat nakşedilmesi işini yukarda adları geçen zevat yaparken

Dimitri ve Andon isminde iki kişi de levhaların kenar oymalarını

yapmış.

34 Maliyeden Müdevver Defterler (MAD) 8867 / 69, İbnülemin Mahmut

Kemal (İnal), Evkaaf-ı Hümayun Nezaretinin Tarih-i Teşkilatı ve Nuzzârın

Tarihçe-i Hayatı,Evkaf-ı İslamiye Matb. 1335, Daru’l Hilafet-i Aliyye 35 O. A. Cevdet Bahriye 8423 36 EV. 13205

Talip MERT

Levhaların marangozu belli olmamakla birlikte, levhaların ıhlamur

ağacından yapıldığı; ıhlamur kerestesinin de tersaneden sağlandığı

kayıtlarda görülüyor. Mevcut defterlerin noksan olması en çok bu

ıhlamur ağacıyla ilgili kayıtlarda ortaya çıkıyor. Bu levhaların bel

kemiği mesabesinde olan ıhlamurdan bahis oldukça az. “Levhalar

için emaneten ambar-ı âmireden ahz olunan zükak 3 adet “ kaydı

levhaların kaba işçiliğinin Ayasofya dışında yapılıp hazır parçalar

halinde Ayasofya’ya getirildiği ve orada monte edildiği anlaşılıyor.

Nitekim listede görülecek bir kayıtta ıhlamur desteleri nakliyesi

için yapılan bir ödemeden söz edilmekte. Bu ıhlamur destelerinin

monte işinde büyük mengeneler kullanıldığı ise yine mevcut

belgelerde kayıtlı. Ambar-ı âmirenin nerede olduğuna dair

herhangi bir bilgi yok ise de, o tarihte Kasımpaşa, Çukurhamam ve

Üsküdar’da üç büyük ambar olduğunu biliyoruz.37 Burada sözü

edilen ambarın Kasımpaşa ambarı olması lazım geliyor. Çünkü

tersane o zaman Kasımpaşa’da idi.

Bu levhaların ıhlamurdan yapılmasının başlıca sebepleri ise:

Evvela bu ağacın hafif olmasıdır. Diğer sebep ise; neme karşı

dayanıklı oluşu ve kısa zamanda çarpılıp bozulmadan uzun yıllar

sağlam kalabilmesidir.

Belgelerde yine bu levhalara işaretle “levhalar için, elvâh-ı şerîfe

mesarifine mahsûben, muhalledât için, hutût u şerife için...” gibi

başlıklar altında bir takım malzeme ve masraflar yazılı. Ancak net

bir şekilde levhalara işaret etmeyen veya benzeri bir adın yer

almadığı kayıtlar şüphelere sebep oldu. Çünkü bu malzemeler

koca bir inşaat sırasında başka işlerde de ortaklaşa kullanılmış

olabilir. O bakımdan yukarıdaki kayıtların bulunmadığı, yazı ve

levhalara kesin bir atfın yapılmadığı malzemeler listeye alınmadı.

Ama ne yazık ki bu defterler hem tamam değil, hem de bir kısmı

çürük. Kayıtta görülen defter sayısı 52, çürük defter sayısı ise 3’tür.

Bazı defterlerde ise bu levhalarla alakalı herhangi bir kayıt yoktur.

37 EV. 13483

Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi

BELGELERİN MAHİYETİ

Levhalara veya muhalledâta dair bulunan ilk iki belgede Mustafa

İzzet Efendi'nin ismi açık bir şekilde zikredilmemektedir. Zaten bu

tip belgeler arşivde çok fazladır ve şöhreti daha az olan şahısları

teşhis de bir hayli güç, çoğu zaman da imkânsızdır. Sadaret'e

hitaben yazılan bu belgelerden birincisi şöyledir:

"Tamiri hâlen devam eden büyük Ayasofya Cami-i

Şerifi'nde Lafza-i Celal, İsm-i Celil-i Hazreti Nebevi ve Çehar-ı Yâr-

ı Güzin Hazretlerinin isimlerinin yazılı olduğu büyük levhaların

yenilenmesi lazım geliyordu. İşbu mübarek levhaların yeni baştan

yazılıp asılmak üzere ikinci İmam [Mustafa İzzet] efendi hazretleri

celi yazıları yeniden yazıp resmetmiş olup Hasan ve Hüseyin (RA)

isimlerini de ayrıca ilave etmiş bulunmaktadır.

Bu hususta adı geçen efendi birkaç aydan beri doğrusu çok

çalışmış ve şu anda levhaların hepsini de bitirmiş vaziyettedir. Adı

geçen bu mübarek levhaların hem çok büyük olmaları hem de

efendinin bunların tanzimi hususunda gösterdiği gayret padişahın

ihsanına lâyık bulunmuştur. Cami-i Şerif tahsisatından veya

oradan olmazsa Evkaf Hazinesi'nden ismi geçen efendiye [M.

İzzet] münasip miktar atıyye ihsan buyurulmak üzere durum

padişahın bilgisine sunulmuştur. Sadaret'çe icabına bakılması..."

03.03.1848 38

İkinci belge ise Sadaret'in durumu saraya arzıdır.

"Hünkâr ikinci imamı efendi hazretleri padişahın büyük

hayır eserlerinden olup halen tamiri devam etmekte olan Büyük

Ayasofya Cami-i Şerifi'nin en bahtiyar süsü-mesabesinde- olan

mübarek levhaları yazıp resmetmeğe muvaffak olmuş

bulunmaktadır. Bu büyük ve hayırlı işten dolayı padişahın

ödülüne layık olduğunu da ispat etmiş olan Efendi, padişahın en

has duacılarından ve maarif işlerine de hakkıyla vâkıf bir kişidir.

Her cihetle padişahın ihsanına da lâyıktır. Mezkûr camiin 64 senesi

Mart’ı mizanına konulacak yeni tahsisatından adı geçen Efendiye

38 İ. MES. MHM 692.

Talip MERT

100.000 Kuruş atiyye ihsanı için irade-i seniyye alınması lüzûmu

Reis Paşa [Meclis-i Vâlâ reisi], Maliye Nazırı ve müsteşarı efendi ile

görüşülmüştür. Bu hususta padişah iradesi nasıl çıkarsa ona göre

muamele yapılacağı beyanı ile işbu Sadaret tezkiresi yazıldı.”

06.03.1848 (30.Ra.1264)

Sadaret'in bu arzına saraydan şu cevap gelmiştir:

“Almakla bahtiyar olduğum sadaret tezkiresi Abdülmecid

Han tarafından görülmüştür. Gerçekten de mezkûr efendinin bu

hayırlı hizmetinden dolayı padişahın mükafaatına layık görülmesi

padişahın şânından olduğu muhakkaktır. Kendisi, ayrıca

padişahın en has duacılarından ve maarif işlerine de cidden vâkıf

bir kişidir. Düşünüldüğü ve istenildiği şekilde Cami-i Şerif'in yeni

tahsisatından Efendi'ye 100.000 Kuruş atiyye verilmesi için

padişahtan irade çıkmış bulunmaktadır. Mucibine göre

gerekenlerin yapılması.” 08.03.1848 (02.R.64) 39

Üzerinde tarih olmamakla beraber bir başka belgede 13.07.1848’de

veya buna yakın bir tarihte İzzet Efendi’ye 200 kese (100.000 kuruş)

ihsan olunduğu kaydı bulunmaktadır. Bu paranın 8 Mart’ta verilen

100.000 Kuruş’la aynı olup – olmadığı da tam anlaşılamadı ise de 40, bu 200 kesenin maliye hazinesinden verildiği görülüyor.

27.10.1849’da hünkâr Başimamı olan Kadıasker Mustafa İzzet

Efendi’ye Sultan Abdülmecit Han aldığı yalının borcunu

ödeyebilmesi için 207.314 Kuruş ihsan etmiştir.41

Mustafa İzzet Efendi mezkûr yalıyı adaşı ve ta’lik hocası Yesârî-

zade Mustafa İzzet Efendi’nin veresesinden almış idi.42 Daha

önceki tarihlerde ise Mustafa İzzet Efendi’nin yine Boğaz’da

Akıntıburnu’nda oturduğu bilinmektedir. 43

DİĞER MASRAFLAR

39 İ. MES. MHM 693. 40 EV. 13451 / 18 b. 41 Hazine-i Hassa defterleri 697 sny. 42 M. Kemal İnal, Son Hattatlar, Maarif Basımevi, İstanbul 1955, s. 563. 43 Beşiktaş Mahkemesi 156 / 41 b.

Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi

Osmanlı Arşivi’nde yapılan araştırmalar sonucu ele geçen bir

takım belgelerde levhalar için yapılmış masraflar ortaya çıktı.

Mustafa İzzet Efendi’ye verilen meblağ hariç toplam maliyeti

112.989 kuruş 20 para olarak çıkan bu masrafları cetvel halinde

yazmak icab ederse durum şöyledir:

Defter numarası Masrafın cinsi Ödenen miktar Kuruş / para

EV. 13171 (08- 14. 11.

1847)

Maaş-ı muharrir 750.00

EV. 13180 (07- 11. 12.

1847)

Maaş-ı muharrir 750.00

EV. 13295 (03- 8. 01.

1848)

Oymacı Dimitri’ye 1000.00

EV. 13302 (10- 15. 01.

1848)

Oymacı Dimitri’ye 750.00

Levha muharriri 100.00

EV. 13306 (18- 23. 07.

1848)

Levha (baş) nakkaşı (6

gün x 12 Kuruş)

82.00

Levha nakkaşları, 3 kişi

(6 günx11kr.)

198.00

EV. 13322 (28. 02 –

04.03. 1848)

Levhalar masrafına

mahsuben

5000.00

EV. 13325 (06- 11. 03.

1848)

Levha muharriri 100.00

Maaş-ı muharrir 750.00

EV. 13330 (13- 18. 03.

1848)

?

EV. 13372 (20- 25. 03.

1848)

Yok

EV. 13376 (03 – 8. 04.

1848 )

?

EV. 13386 (10 –15. 05.

1848 )

Maaş-ı muharrir 750.00

Levha muharriri 100.00

Talip MERT

Cenova isfidacı

(üstübec)

240.00

Fırça kılı (1 okka ) 80.00

EV. 13397 (01- 6. 05.

1848 )

Ihlamur deste nakliyesi

(50 x 3,5)

175.00

EV. 13403 (08- 13. 05.

1848 )

Maaş-ı muharrir 750.00

Levha muharriri 100.00

Nemçeli Marinevek’ten

levhalara yelken bezi

(15 top x 320)

6300.00

Levha masraflarına

mahsuben ale’l hesab

3000.00

EV. 13405 (15 – 20. 05.

1848)

M ?

EV.13422 (05 – 10. 06.

1848)

Maaş-ı muharrir 750.00

Levha muharriri 100.00

EV. 13414 ve 13451numaralı bu iki defterin kayıtları aynı

olduğundan ortak olarak yazıldı.44

(25. 07. 1848 ) [İzzet Efendi’nin]

tezkiresi mucibince

muhalledât ve yazıların

tanzimi masrafı

9000.00

(24. 09. 1848 ) [İzzet Efendi’nin] talebi

üzerine altın varak ve

muhalledat masrafı

olarak verilen

10000.00

(13. 12. 1848 ) [İzzet Efendi’nin]

tezkiresi üzerine altın

varak ve muhalledat

masrafı olarak verilen

15000.00

44 23.10.1847 tarihli bir kayıtta ”Ayasofya Cami-i Şerifi yaldızcısı Arif isimli

şahsın 40 tefelik varak parasını almak için” yaptığı bir müracaat

bulunmaktadır. (MVL 1021) Bu mevzu için çok değerli olduğu anlaşılan bu

müracaatın mahiyetini öğrenmek başka belge çıkmadığından bu safhada

mümkün olmadı. Bir tefe altın 20 destedir. Bir deste ise on yaprak altına

verilen addır.

Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi

EV. 13456 (08- 13. 08.

1848)

Levha [baş] nakkaşı, bir

kişi (5 günx12 kr.)

60.00

Levha nakkaşları,üç

kişi (3x 5 gün x 11 kr.)

165.00

Maaş-ı muharrir 750.00

Levha muharriri 100.00

EV. 13505 (18. 11. 1848) Sekiz kıt’a kebir

levhaların etrafına

(yapılan) avadanlıklı

oymaların yaldız

mesarifi

20160.00

EV. 13433 (07- 12. 04.

1848)

Revgan-ı neft (neft,

petrol yağı) (12,5 kıyye

x 8 kr.)

102.00

Revgan-ı bezir-i

matbuh (fırınlanmış

bezir yağı) 11,5 kıyye

(okka) x 6 kuruş

Revgan-ı bezir-i ham

(ham bezir yağı) (8,5

Kıyye x 5 Kuruş )

43,50.10

Frenk sandalosu

(sandalyesi ?) (30 x 4)

120.00

Mısır sandalosu (40 x

5 )

200.00

Yeşil? ( 6 top x 12

krş )

72.00

Mordeseng (kurşun

asiti) (4 kıyye x 8 kr.)

32.00

Sülyen (4 kıyye x 7

kr.)

28.00

A’lâ sarı (2 kıyye x

30 kr.)

60.00

Fırça kılı (10 Para x 200

dirhem = 2000: 40)

50.00

Kubbe isfidacı (40 kıyye 29.00

Talip MERT

x 30 para= 1200: 40 )

Saplı fırça (5 adet x

10 kr.)

50.00

Cenova isfidacı (1

sandık x 110 kr.)

110.00

Levha nakkaşlarının

mesarifi

40.00

Levha bezlerine terzi

ücreti (6 kişix50)

300.00

EV. 13443 (11- 16.07.

1848)

Maaş-ı muharrir 750.00

Levha muharriri 100.00

Levha nakkaşbaşısı 1

kişi (6 gün x 12 kr. )

72.00

Levha nakkaşı 3 kişi (18

gün x 11 kr.)

198.00

Cenova isfidacı

Toz yeşil

A’lâ yeşil

Malta siyahı (dört

kalem malın toplamı)

1078.00

EV. 13454 (16.08.1848) Levha nakkaşı 4 kişi (25

gün x 11 kr.)

275.00

EV. 13459 (15- 20.08.

1848)

1 Levha nakkaşı 4

kişi (17 gün x 12

kr.)

204.00

E.V.13462 (22- 27.08.

1848)

Levha nakkaşı 3 kişi (18

gün x 12 kr.)

216.00

Yazılara battal kâğıt 45

340 x 25 para = 8500:

40)

212,5 “

EV. 13466 (29.08 -

3.09.1848)

Levha nakkaşı 4 kişi

(10 gün x 12 kr.)

120 “

Oymacı amelesi 4 kişi 96 “

45 Kâmus-u Türkî’de battal kağıt ebadı olarak 82 x 57 cm. rakamı veriliyor s.

265

Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi

(8 gün x 12 kr.)

EV. 13487 (24. 11. 1848) Oymacıbaşı Andon ve

Dimitri’ye

2000 “

(05. 10. 1848 ) Kırtasiye parası, Hacı

Mehmed Ağa

aracılığıyle

32 “

(20. 10. 1848 ) Boya çömleği ve tutkal 102, “ 10 p.

(26. 10. 1848 ) Levha bezi hamaliyesi 6 “

(04. 11. 1848 ) Kırtasiye ücreti 100 “

(14. 11. 1848) Levha bezleri için iplik

parası

5 “

(18. 11. 1848) Fossati Kalfa

ma’rifetiyle levhalar

için alınan Moskov bezi

pahası

?

(20. 11. 1848) Levhalar için Amerikan

bezi

16 “

(27. 11. 1848) Kırtasiye ücreti (100 x

2)

200 “

(27. 11. 1848) Levha Muharriri Ömer

Efendi’nin aylığı (Eylül

ayı)

100 “

(28. 11. 1848) Levha bezleri için terzi

ücreti

50 “

(29. 11. 1848) Levha bezleri ücreti,

çadırcıya

100 “

(29. 11. 1848) Levha Muharriri Ömer

Efendi (Teşrin-i Evvel

/ Ekim ayı)

96 “

(23. 01. 1848) Levha bezi terzi

üstadiyesi

70 “

(24. 12. 1848) Levhalara mahsuben

Kabasakal bezir yağı

parası

50 “

(15. 01. 1849) Levhalara mahsuben

Kabasakal bezir yağı

parası

67 “

Talip MERT

(02. 01. 1849) Kırtasiye parası, Hacı

Mehmed Ağa aracılığı

ile

12 “

(19. 01. 1848) Oymacı Dimitri’ye 500 “

(20. 01. 1849) Levha muharriri Ömer

Efendi’nin

aylığı,(Teşrin-i Sâni /

Kasım ayı )

100 “

(29. 01. 1849) Levhalara pûşîde (örtü)

için Amerikan bezi

87 “

E.V. 13483 (14. 12- 12. 10.

1848)

Levhalar için mu’tad

masraf

20 “

E:V. 13486 (17. 12- 22. 12.

1848)

Daire şeklinde 8 adet

levhanın kenar

oymalarını yapan

Dimitri’ye verilen para.

Bu paranın 1006 kuruşu

12.05. 1848’de verilmiş

5756 “

Dimitri’ye ödenen 5756

Kuruş; ( 500, 500, 750,

500, 1000, 1000, 500

olarak 7 taksitte

verilmiş)

8 adet levhanın tezhibi

için altın varak

12663 “

Ömer Efendi... Levha,

meclis tarafından

100 “

Kubbe yazıları için

verilen para

7000 “

Hünkâr mahfeli

kapısının yazıları için

verilen para

1470 “

Hünkâr mahfeli sokak

kapısı üzerindeki tarih

taşının yazıları için

(3,79 x 0,76m). (Bu

paranın 400 kuruşu

600 “

Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi

mermer, 200 kuruşu

yazı için)

HATTAT ÖMER EFENDİ

Ayasofya’yı süsleyen ve her biri bir “kurs-u ufuk ârâ-yı kamer”

olan bu levhalarda emeği geçen bu zatı bu vesile ile tanımak nasib

oldu. Şahsen herhangi bir yazısını görmedim. Hat sanatındaki

derecesini de bilmiyorum. Bu zatın herhangi bir memuriyette

bulunup- bulunmadığı, bulundu ise nerede çalıştığı, maaşının

miktarı ne kadardı? Bu levhalardaki hizmeti ek bir iş mi, yoksa asıl

işi miydi? Bu suallerin cevabı da şu anda yoktur. Ömer Efendi

veya Ömer efendiler hakkındaki mevcut ise bilgiler şöyle:

1. 1846-1848 (H.1262-64) yıllarında merhum olduğu anlaşılan bir

Hattat Ömer Efendi var. Ama bu zatın bu işle bir ilgisinin

olamayacağı kesin. Bu zatın zevcesi Emine Hanım mezkûr yıllarda

aylık 150 Kuruş maaş alıyormuş.46

2. 30.03.1851 tarihine yakın bir zamanda vefat eden Hattat Ömer

Efendi’nin eşi Emine Hanım’a 150 Kuruş maaş bağlanmış.47

Bu Ömer Efendi'nin Sivaslı Ömer Vâsıf Efendi olması

muhtemeldir. Sivas mahkemesi sicillerinde şöyle bir kayıt vardır:

"Sivas'ın Köhnecivân Mahallesi ahâlîsinden olup İstanbul'da

hastanede vefât eden Kayalıoğlu Ömer Vâsıf bin Ali bin Osmân'ın

verâseti kızları Şefika, Şerife, Esma, Zeyneb ve eşi Emine binti Ebu

Bekir ile amcazadesi Osman bin Hasan'a ait olmakla 12.06.1853

(05.L.1269)... "48

3. 30.05.1853’den kısa bir müddet önce vefat etmiş başka bir

Hattat Hafız Ömer Efendi daha var. Bu kayda göre ise, bu zatın

kızı Fatma Hanım’a bu tarihte 125 Kuruş maaş bağlanmış.49 Bu

hanımın o tarihte Şehzadebaşı’nda ikamet ettiği de kayıtlı. Bu üç

46 MAD 12508 / 256. 47 MAD 9337 / ? 48 Sivas Şeriye Sicilleri, Cilt 28 / 224, 237. 49 MAD 12517 / 289.

Talip MERT

Ömer Efendi’nin arasında net bir yakınlık görülmüyor. Sadece bu

Fatma Hanım ikinci maddedeki Emine Hanım’ın kızı olabilir. Eğer

Mayıs 1853’te bu hanım öldüyse onun maaşından 125 Kuruş’un

kızına bağlanmış olduğu akla geliyor.

Mezkûr Ömer Efendi’nin 100 kuruşun dışında başka bir maaşı

yoksa, bu üçünün de bu levha Muharriri Ömer Efendi ile bir ilgisi

olamaz. Çünkü ailelere bağlanan maaşlar bilinen arşiv kayıtlarına

göre, çoğu zaman esas maaştan belli bir miktar düşük veya aynı

olabiliyordu.

Bu şıkta bahsi geçen Hattat Hafız Ömer Efendi, Rağıb Paşa

Mektebi meşk hocası olan Ömer Efendi olabilir. Çok yaşlı olduğu

için 23.05.1826’da bu işten feragat eden Hafız Ahmet Efendi’nin

yerine bu göreve gelmiş ve bu vazifeyi 29.07.1827’ye kadar ifa

etmiştir.

23.05.1826 günü Rağıb Paşa vakfının mütevelliyesi ve Paşanın da

kızı Lebibe Hanım’dan torunu Nebile Hanım’ın arzı ve

şeyhülislam Kadı-zade Mehmet Tahir Efendi’nin de işaretleriyle

bu göreve gelmişti. Mezkûr tarihli muhasebe kaydı şöyle:

“ [Ragıb Paşa] vakfından almak üzere yevmiye 10 Akçe vazife ile

haftada iki gün mekteb çocuklarına talim şartıyle meşk hocası olan

Hafız Ahmet Efendi yaşlı ve bu hizmeti yapmaktan da âciz

olduğuna binaen kendi rızasıyla elindeki tezkireyi vermiştir.

Mutasarrıf olduğu bu görevi erbab-ı istihkaktan Hattat Hafız Ömer

Halife ibni Halil’e feragatla bu işten el çekmiştir. Vakıf nazırı

Şeyhülislam Kadı-zâde Mehmet Tahir Efendi’nin işaretleri

mucibince rüus da verilerek [Ömer Efendi’ye bu görevin] tevcih

olunduğuna şerh verildi.”50

Hafız Ömer Efendi bu görevde on dört ay kalmış bu süre sonunda

bu görevden o da feragat etmiştir. Bu husustaki Evkaf

Müfettişliği’nin arzı şöyledir:

50 Cevdet Maarif 2378 / A.

Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi

“Şeyhülislam olan zevatın nezaretinde bulunan vakıflardan eski

vezir-i a’zam merhum Mehmet Ragıb Paşa vakfından almak üzere

günde 10 akçe ücret ile İstanbul’da Koska yakınlarında inşa

eylediği mektebde haftada iki gün çocuklara hat hocalığı cihetine

mutasarrıf olan... Ömer Halife bin Halil mutasarrıf olduğu bu

görevini kendi rızası… ile hattatlardan bu konuda bir arz sunmuş

olan Hâfız Ahmedü’l-Yesârî bin Hâfız Mustafa Halife duacılarına

ferağ ve el çekmek suretiyle elinde bulunan tezkiresini teslim

etmiştir. Ömer Efendi’nin feragatıyla boşalan bu vazifenin

Ahmedü’l-Yesârî’ye tevcih ve eline de berat verilmesi... Arz

olunur. 29.07.1827 (05.M.1243)

Meşreb-zâde Mehmet Arif

Evkaf müfettişi

İşbu talep Şeyhülislam Tahir Efendi tarafından Sadaret’e arz

olunmuş, Sadaret ise 31 Temmuz’da Ahmedü’l- Yesârî’ye berat

verilmek üzere bir buyruldu çıkarmıştır.51

Bundan sonrası ile ilgili başka henüz herhangi bir belge ele

geçmemiştir.

4- 1840’lı yıllarda hayatta olan ve 1840 Şubat ayında Salıpazarı’nda

oturan Hattat Ömer Rıfkı Efendi.52 1847 yılına ait bir kayıtta ise bu

zatın Tophane’de sakin olduğu yazılıdır.53 Zaten Tophane ile

Salıpazarı birbirine uzak ve farklı yerler de değiller.

5- Beşinci sırada yer alan Hattat Ömer Efendi biraz eski tarihte

olmakla beraber, bu güne yetişmiş olma ihtimali de vardır. Bu

Ömer Efendi ile ilgili Sadaret arzı ve II. Mahmud’un hatt-ı

hümayunu şöyledir:

“... Beylerbeyi ve İstavroz’da bulunan sıbyan mektebi talebesi,

Kebeci-zade Vasfi Efendi merhumdan yazı meşk etmekte iken

Vasfi Efendi’nin vefatı cihetiyle hocasız kalmış bulunmaktadırlar.

Beylerbeyi’nde sakin Silahdar-zade müteveffa Mehmed Bey’in

51 Cevdet Maarif 2378 / B. 52 HR. MTV 231. 53 A. TŞF 286 / 15.

Talip MERT

imamı Hattat Ömer Efendi yazı talimine muktedir bulunduğundan

o mekteplere meşk hocası olarak tayini hususu ahali tarafından

arzuhalle istida olunmuştu. Bunun için lüzumlu kayıtlar çıkartılıp

evkaf nazırına havale olunmuştur. Buna göre Humbarahane

civarında yeni inşa olunan mektebe yevmiye 30 Akçe, Beşiktaş’ta

Yahya Efendi civarında yapılan mektebe yevmiye 40 Akçe ile meşk

hocaları tayin olunduğu da kayıtlardan anlaşılmış bulunmaktadır.

İşbu kayıtlar doğrultusunda... irâde buyrulacak miktar maaş ile

meşk hocası tayini... de i’lam olunmuştur. Halkın verdiği arzuhal

de görülmek üzere arz ve takdim kılınmış olmakla... Ömer

Efendi’nin sözü edilen mekteplere ferman buyurulacak miktar

maaş ile meşk hocası olmak üzere gereken tayin işlemlerinin

yapılacağı arz olunur... Ferman yüce padişahımızındır.”

Bu arzın üzerine II. Mahmud şu hatt-ı hümayunu derc

etmiştir:

“ Kaymakam Paşa,

İşbu takririn ve ilam olunmuş olan arzuhal manzûr ve

malumum... olmuştur. Mumaileyh Ömer Efendi’ye emsaline

tatbikan kendi vakıflarımdan günlük 40 akçe vazife tahsisiyle

istid’â olunduğu gibi o mekteplere meşk hocası olarak tayini, lazım

gelen ilm ü haberi verilerek tanzimine ibtidar olunsun.” 54

LEVHALARIN TALİHSİZ GÜNLERİ

Kadıasker Efendi tarafından yazılan bu muhteşem levhalar 1849

yılından Ayasofya'nın müze yapıldığı Şubat 1935 yılına kadar

yerlerinde kalmış, bu tarihten bir müddet sonra ise indirilerek bir

köşeye terk olunmuştu. Bu yıllarda levhaların ne durumda

olduğunu Erdem Yücel Bey’in makalesinden özetle takip edelim: 55

Ayasofya’nın müzeye tahvili çalışmaları yapılırken levhaların

durumu gündeme gelmiş. Durumu Kültür Bakanlığı’na yazan

İstanbul Müzeleri Genel Müdürü Aziz Ogan levhaların

54 HAT 27031, tarih (1247) 55 Erdem Yücel, “Ayasofya Levhalarının Hikâyesi”, Türk Dünyası Tarih

Dergisi sayı 45, Eylül 1990.

Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi

yerlerinden indirilmesinin hem zor hem de nakledilmesi

düşünülen Sultan Ahmet Camii’nin kapılarından içeri

sokulamayacağını belirtip, indirme işinin “ bu işte ehil bir kimse

bulununcaya kadar“ bir müddet de tehirini talep etmiş. Bu arada

komisyon “...bu eserlerin çok kıymetli olduklarını ve Sultan Ahmet

Camii’nin mimarî yapısına da uygun düşmeyeceğini...” belirten bir

de rapor hazırlamış. Bu, gerçekten çok dikkate şâyan ve bu heyet

için de yüz akı sayılması lazım gelen bir rapor. Bu yazışmalar

sırasında vakıflar mezkûr ehil kimseyi Bekir Şükrü Egeli’yi bularak

levhaları indirtmiş. Bu arada levhaların birisi de kırılmış. Sultan

Ahmed Camii’ne de taşınamayan bu levhalar Ayasofya’nın içinde

yerde, tahta iskeleler üzerine terk edilmiş. 1949’da tekrar yerlerine

asılıncaya kadar böylece kalmışlar.

LEVHALARIN YENİDEN ASILMASI

Bu dev sanat eserlerine reva görülen bu muamele birçok

sanatseveri yaralamıştı. Bu işe bir çare aranırken İbnülemin

Mahmut Kemal İnal Müze Müdürü Muzaffer Ramazanoğlu Bey’le

görüşüp levhaların yeniden eski yerlerine asılmasını rica etmiş. O

da bu işe hazır olduğunu ancak lüzumlu para bulunması halinde

mümkün olabileceğini söylemiş. Bu iş için lüzumlu olan parayı

hayırsever işadamı Nazif Çelebi sağlamış. Bunun üzerine Ekrem

Hakkı Ayverdi işin mimarî tarafını deruhde ederek işe koyulmuş.

Levhalar yeni baştan tamir edilerek 28 Ocak 1949 tarihinde

yerlerine tekrar asılmışlardır.56

İbrahim Alaeddin Gövsa bu işten haberdar olmadan tam da bu

günlerde bu levhaların mutlaka yerlerine asılmasını talep eden bir

yazı kaleme almış.57

Ayasofya’yı tenvir eden bu anıt levhaların bizlere intikalini

sağlayan ama bugün hepsi de merhum olan bu dört hamiyyetli

şahısdan biraz söz etmeği hat sanatı adına bir minnet ve şükran

borcu olarak kabul ediyorum.

56 İbnülemin Mahmud Kemal İnal, age, s: 161. İst. 1955. 57 Hürriyet gazetesi, 25.01.1949.

Talip MERT

İşbu zevattan İbnülemin Mahmut Kemal İnal (1870-1957) ile Ekrem

Hakkı Ayverdi (1900-1984) benim anlatmama gerek olmayan

kişiler. Kısaca bu iki zat-ı muhterem bu memleketin taşına

toprağına, bu ülkenin insanlarına olan sevdalarını ortaya

koydukları eserlerle ispat etmiş gerçek birer vatanseverdirler.

Onlar verdikleri muhteşem ve muhalled (ebedî) eserleri ile her

zaman yaşayacaklar. Bu iki değerli büyüğümüz, tek kişilik birer

akademi hüviyetini haiz vasıfları ile de kültür ve medeniyet

tarihimizde hakkıyla yerlerini almışlardır.

1945-1955 yıllarında Ayasofya’da müdürlük yapan Muzaffer

Ramazanoğlu’nun Adanalı yüzlerce yıllık meşhur

Ramazanoğulları’na mensup olduğunu tesbit ettim. Aile binlerce,

belki on binlerce kişiden oluşunca akrabalar artık birbirlerini

tanıyamaz olmuşlar. Dolayısıyla şu anda direkt olarak onun

soyundan gelenlere ulaşamadım. Bu bakımdan onunla ilgili ciddi

bir şey yazamıyorum. Ama her şeye rağmen bu zatın öyle bir

zamanda gösterdiği gayret, hamiyyet ve cesaret hakikaten takdire

şâyandır.

Nazif Çelebi’ye (İsparta 1907-İstanbul 1988) gelince, bu kıymetli

insan daha çok kayınbiraderleri ile beraber gençlere, muhtaçlara...

Kısaca her türden yardıma muhtaç insanlara sunduğu

hizmetleriyle bilinen hayırsever bir kişidir. Bizzat verdiği,

verilmesine sebep olduğu binlerce burs ve bağışlarıyla bu ülkenin

ilim, irfan hayatında imzası olan mechul kimselerden birisidir. Çok

sosyal, sahip olduğu nimetleri çevresine, muhtaçlara dağıtmaktan

zevk alan (diger-kâm, diger-bin) bir kişi.

Oğlu Vefa Çelebi Bey’in ifadesine göre Nazif Çelebi merhum bir

zamanlar Anıtlar Yüksek Kurulu’nda çalışmış. Bu çalışmaları

sırasında çok sayıda tarihî eserin tamir edilip kurtarılmasına da ön

ayak olmuş.

Nazif Çelebi bu meziyetlerine ilaveten hat sanatının da hakiki

sevdalılarından birisidir. Refikası Müşerref Hanım ile beş kızına

bu sanatı kazandırmak için 1953’ten itibaren Hattat Halim

Efendi’den dersler aldırmağa başlamış. Bu hususta çok da titizmiş.

Ayasofya Hattatı: Kadıasker Mustafa İzzet Efendi

O kadar ki; karlı bir kış gününde, çocuklardan birisi yüksek ateşten

muzdarip olduğu halde onları alıp Hattat Halim Özyazıcı’ya derse

götürmüş. Halim Efendi’nin vefatından sonra da 1965’ten 1973’e

kadar Hattat Hâmid Bey’i Salı günleri evinde ağırlayarak bu

hassasiyetini sürdürmüş. Bu tarihten sonra gerek Hâmid Bey’in

ihtiyarlığı ve gerekse kerimeleri hanımların evlenip yazıya pek

zaman ayıramamaları sebebiyle iş aksamış.

Nazif Çelebi’nin Eyyub Sultan’da vefatından yıllar önce yaptırdığı

âile kabristanındaki Halim Efendi’nin yazıları da Halim Efendi’nin

hat sahasında verdiği ebedi şaheserlerindendir.

SON SÖZ

Hat tarihimizin bu ölümsüz şaheserleri olan Ayasofya Levhalarını

bize kazandıran ve ilk yazıldığı günden bu güne emeği geçen,

onlara hizmet veren herkesi rahmetle anıyorum.

Son olarak XIX. asrın şâir-i mâderzâdı (anadan doğma şâiri) İsmail

Safâ Bey’in (1866- 1900) Ayasofya’yı tavsif eden şiirinden işbu

levhalarla ilgili mısraları naklederek bitiriyorum. Bu levhalar

haşmet ve azametleriyle bir şâire de ilham kaynağı olmuşlar.

Evvel nazara hak ve hakikat gibi çarpar

Elvah-ı celî, hutbe-i ervâh medârı

Lâhût ile sükkânını durmuş kılar işhâd.

Bir dâhiye-i manzar

Her levh-ı cidârı

Her levhası kurs-u ufuk ârâ-yı kamerdir

Avize-i rahşendesi âveng-i kevâkib

Mihrab ise hem şa’şaa-i neyyir-i vekkâd

Pür sun’u hüner

Etraf-ı cevânib.58

58 İsmail Safa, Hissiyat s, 8- 9, Kâinat Kitaphanesi, Müşterekü’l- Menfaa

Osmanlı Matbaası İstanbul 1328.


Recommended