+ All Categories
Home > Documents > Esad Efendi Atrab 17. Yüzyıl TM Besteciler ve Muzik Estetiği

Esad Efendi Atrab 17. Yüzyıl TM Besteciler ve Muzik Estetiği

Date post: 28-Apr-2023
Category:
Upload: medeniyet
View: 0 times
Download: 0 times
Share this document with a friend
39
MÜZİKOLOJİ ARAŞTIRMALARI 18. YÜZYIL TÜRK MÜZİĞİ ESAD EFENDİ’DE MÜZİK ESTETİĞİ BBu makale 2009’da Musikişinas dergisinde yayınlandı, yazı aynıdır. Recep USLU
Transcript

MÜZİKOLOJİ ARAŞTIRMALARI

18. YÜZYIL TÜRK MÜZİĞİ

ESAD EFENDİ’DE MÜZİK ESTETİĞİ BBu makale 2009’da Musikişinas dergisinde yayınlandı, yazı aynıdır.

Recep USLU

MÜZİK TARİHİ AÇISINDAN ESAD EFENDİ’NİN ATRABU’L-ÂSÂR’I (Veya MÜZİK ESTETİĞİ GÖRÜŞLERİ) Yard. Doç. Dr. RECEP USLU (Makale Musikişinas, sy. 10, 2009, s. 192-232’de yayınlandı. Yoğun

istek üzerine e-makale olarak buraya yüklendi. Dergide yayınlanan sayfalar ilgili yerlerde gösterildiği ve değişiklik yapılmadığı için yayınlanan derginin sayfaları gösterilebilir. RU).

Ebuishakzade olarak da bilinen Şeyhülislam Esad Efendi’nin (d. 1685 -

ö. 1753) yazdığı Atrabu’l-âsâr fî tezkireti urefâi’l-edvâr’ın (yani “müziği bilenlerin

hayatlarındaki eserlerin en güzelleri” veya “müziği bilenlerin hayatlarındaki en

güzel besteler”) bir biyografi eseridir. Pek çok müzik yazarı bu eseri kaynak

olarak kullanmıştır, Esad Efendi’ye atıfta bulunmuştur. Ancak eser üzerindeki,

yayımlanmış ve yayımlanmamış çalışmaların özellikleri ve yaklaşımları üzerinde

biraz sonra durulacaktır. Çalışmaların ortak fikri eserin son derece sanatlı

(bazıları buna ağdalı diyor) bir Türkçeyle yazılmış olmasıdır. Bu nedenle esere ilk

yaklaşımlar metin ya edisyon kritik metoduyla incelenmeli ya yeni harflere

çevirmeli veya özetlenmeli şeklindedir. Daha sonraki çalışmalar içinde Esad

Efendi’nin kitabını bir onsekizinci yüzyıl kaynağı olarak değerlendirmeye çalışan

yazarlar da olmuştur. Eseri değerlendirmeye çalışan yazarlar bu metne üzerinde

durmaya lüzum gördükleri sorunlar yönünden eğilmişler, eserin söz konusu ettiği

dönemin müzik hayatıyla ilgili sonuçlar çıkarmaya çalışmışlardır. Bununla birlikte,

onların yazdıklarında müzik tarihiyle uğraşanların sorabileceği bütün soruların

cevaplarını bulamayız. Bu da doğaldır; her yazar bir metne sınırlı bir açıdan eğilir.

Bu yazıda eseri yeniden incelemedeki amaç Esad Efendi’nin eserini bir bütün

olarak ele almak, metni baştan sona irdelemek, eseri esas alarak ve başka

kaynakların da yardımıyla yazarın söz konusu ettiği bilgilerin ve bestelerin estetik

değerine ve döneme ışık tutmaya çalışmaktır.

Metni yeniden incelerken, araştırmalarda, cevabında çeşitlilik bulunan,

net olmayan veya cevapsız kalan sorular vardır. Esad Efendi bu eseri hangi yılda

yazmıştır? Hangi sebeplerle kaleme almıştır? Eseri hangi zaman dilimlerine

kaynaklık ediyor? Sadece kendi dönemine mi değiniyor, yoksa daha eskilere

kadar uzanıyor mu? Esad Efendi’nin andığı müzik eserlerinin özellikleri nelerdir?

Andığı besteler günümüze kadar gelmiş midir? Bu eserin kaynakları var mıdır?

Esad Efendi’nin eserine aldığı besteleri seçerken kıstasları neydi? Andığı müzik

eserlerini nasıl değerlendiriyor? Değerlendirmelerinde ne gibi terimler

kullanmıştır? Bütün bu sorulara

(xxxxxxxxxx Musikişinas, sy. 10, 2009, s. 192 xxxxxxxxxxxxxxx) Yard. Doç. Dr., İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Müzikoloji Bölümü öğretim üyesi. Bu yazıya değerli katkılarından dolayı Bülent Aksoy’a teşekkür ederim.

cevap aramak hem Atrabu’l-âsâr’ın değeri, hem de yazarı Esad

Efendi’nin müzik bilgisi hakkında daha net bir fikir verebilir. Bu yazıda eser

kronoloji ve istatistik metotlarının yanında tarihi metodolojisiyle sistematik

müzikoloji yaklaşımıyla ele alınacaktır.

Bu sorulara geçmeden önce, Atrab üzerindeki çalışmalara bir göz

atalım. Bu eser Rauf Yekta, Suphi Ezgi, Hüseyin Sadettin Arel, Mahmut Ragıp

Gazimihal, Sadettin Nüzhet Ergun, Yılmaz Öztuna gibi müzik tarihi

araştırmacılarınca da kullanılmıştır. Kitabın metni Veled İzbudak tarafından

Mekteb (no. 1–7, 11, 1311 / 1893–94) dergisinde bazen özetle bazen yeni

ilavelerle1, H. S. Arel tarafından da günümüz Türkçesiyle Musiki Mecmuası’nda

(no. 9–24, 1948–1950) özetlenerek yayımlanmıştır. Veled Çelebi bazı bestekârlar

hakkındaki malumatı özetlerken, bazı bestekârlar hakkındaki malumatı da

genişletmiştir. Bu iki yayında farklı nüshaların kullanıldığı, birinde bestekâr

Çorbacızâde’nin yer alması, öbüründe aynı bestekârın yer almamasından da

anlaşılmaktadır. Arel’in özetle yayıma esas aldığı nüsha Çorbacızâde’nin yer

aldığı İÜ, Yıldız, 13 nolu nüsha ile Süleymaniye Ktp nüshası olmalıdır. Arel

metnin girişinde eserin öneminden, IV. Murad-III. Ahmed zamanlarını kapsayan

1623–1730 yılları arasındaki dönemi aydınlattığından ve yazarın “Tezkire-i

Hânende” adlı başka bir eserinin varlığından da söz etmektedir.2

Walter Feldman 1996’da yayınlanan çalışmasında bu eseri onyedinci

ve onsekizinci yüzyıl müziğinin bir kaynağı olarak ele almıştır. Feldman, eserin

sazendelerden çok, hanende bestekârlardan bahsettiğini,3 bu yüzden “Tezkire-i

Hanendegân” olarak anıldığını, özellikle dindışı fasıl müziği eserleri veren

bestekârları içerdiğini4, bu bakımdan eserin o günlerde de dinî müzik ve fasıl

müziği ayrımının olduğuna işaret ettiğini yazmıştır. Yazar, bestekarların yetiştikleri

çevreye de dikkat etmiş; bu çerçevede, Esad Efendi’nin sadece İstanbul’dan değil

Balkan, Halep, Trablus, Filibe (Bulgaristan’da Plovdiv) gibi başka şehirlerden

gelen bestekarlardan da söz ederek5 “İstanbul şovenliği”nden sakındığını, bu

arada Türk asıllı olmayan bestekârlara yer verildiğini (Avvad Mehmed ve Hacı

1 Nabi Efendi, Parsa Efendi gibi. Türk müziğinde bestekârlar üzerinde çalışırken Veled Çelebi’nin Mekteb’deki makalesi de önemli kaynaktır. 2 Hüseyin Sadettin Arel (Gerigören), “Tarihten Birkaç Satır: Şeyhülislam Esad Efendi”, Musiki Mecmuası, 8, 1948, s. 22. Feldman, s. 48 bu terim için Yılmaz Öztuna, Türk Musikisi Ansiklopedisi, I, 199’u kaynak olarak göstermektedir, halbuki bu terim ondan önce Arel, ve ilk defa ise çağdaşı Ramiz ve Esrar Dede tarafından kullanılmaktadır. Bk. Recep Uslu, Türk Müziği Nadir Eserler Kataloğu (basılmamış çalışma). 3 Feldman, Music of the Ottoman Court, Berlin 1996, s. 33, 48 4 Feldman’a göre bu nedenle sadece dini müzik yapanlara bu eserde yer verilmemiştir, Feldman, s. 50, 51, Buna örnek olarak Nayi Osman Dede’yi gösterir. Ali Şîruganî ve Köçek Derviş Mustafa gibi fasıl müziği yapan dini müzik bestekârlarına ise eserde yer verilmiştir. 5 Feldman, s. 51, Baba Nevayi ve Hacı Kasım gibi

Kasım gibi), ama Kantemiroğlu, Zaharya gibi gayrimüslim bestekârların adlarını

hiç anmadığını, bunun nedeninin o dönemde sadece bir fasıl takımı

besteleyenlere eserde yer verilmesinin olabileceğini6, sadece Türkçe ve nadiren

Farsça sözlü beste yapanlara yer verildiğini7 belirtmiştir. Yazıldığı tarihi

sorgulamayan Feldman’a göre, eser 1620’den 1720’lere uzanan döneme ışık

tutmaktadır. Yazar, bu dönemin anılan bestekârlar eserlerinin başka güfte

mecmualarında ve modern araştırmalarda da yer aldığına dikkati çekmiştir.8

Bestekârların asıl meslekleri hakkında da istatistik bilgileri çıkaran Feldman,

bestekâr arasındaki dervişlerin, kalem erbabının, cami görevlilerinin (imam,

müezzin), ilmiye sınıfı mensuplarının (üniversite okumuş kadılar ve müderrisler),

saray icracılarının ve saray görevlileri oranlarını belirlemiş, kölelerin de hürler

kadar müzikle uğraştıklarını belirtmiştir.9

Atrabu’l-âsâr’ı kaynak olarak kullanan yazarlardan Cem Behar, Aşk

Olmazsa Meşk Olmaz (1999) adlı kitabında eserde bahsedilen bestekârların asıl

meslekleri konusuna dikkatle eğilmiştir. Eserde anılan bestekârlar arasında saray

mensuplarının yüzde 23 oranında olduğunu, ötekilerin din görevlisi ve esnaf

zümresine mensup olduğunu görmüş ve bu müziğin sadece bir saray müziği

sayılamayacağına işaret etmiştir.10 Öte yandan, Behar gayrimüslimlerden

herhangi bir bestekârın anılmadığına da dikkati çekmiş, ama bunun nedeni

üzerinde durmamıştır. Eserin aynı zamanda meşk öğretimi konusuna ışık

tuttuğunu11, müzik öğretiminin meşk ile yürütüldüğü ve meşk öğrenimini

tamamlamış olan zirve kişilerin yetiştiğini, bu kişilerin üstat olarak kabul edildiğine

dair ipuçlarının bulunduğunu12, Koca Osman Efendi gibi kimselerin bestelerin

“kalite kontrolü”nde13 otorite olduğunu belirtmiştir.

Bugüne kadar Atrabu’l-âsâr metni üzerinde yapılan akademik

çalışmalardan, TDV İslam Ansiklopedisi’’ndeki “Atrabu’l-âsâr” maddesinin

bibliyografyasında topluca söz edildiği görülebilir.14 Bunlardan birincisi Suat

Ulusoy’un metnin bir lügatçesini hazırladığı Istanbul Üniversitesi

(xxxxxxxxxx Musikişinas, sy. 10, 2009, s. 194 xxxxxxxxxx)

6 Feldman, s. 48-49, 50 7 Feldman, s. 50 8 Feldman, s. 51 9 Feldman, s. 77-78, 80 10 Behar, Aşk Olmayınca Meşk Olmaz, Istanbul 1999, s. 61 11 Behar, a.e., s. 48-49. 12 Behar, a.e., s. 57, 76, 98. 13 Behar, a.e., s. 121-122. 14 Nuri Özcan, “Atrabu’l-âsâr”, TDV İslam Ansiklopedisi, Istanbul 1991, IV, 85-86.

Edebiyat Fakültesi mezuniyet çalışmasıdır (1949). İkincisi Zeynep

Sema Yüceışık’ın eserin iki nüshasını karşılaştırdığı, metni sadeleştirdiği ve

müzik terimlerini çıkardığı doktora tezidir (1990)15. Üçüncüsü de Hakkı Tekin’in

dokuz nüshasını karşılaştırdığı yüksek lisans tezidir (1993). Bununla birlikte Hakkı

Tekin’in, en eski tarih kaydı taşıyan nüshasını (TSMK, Hazine, no. 1298, hicri

1170/ 1756 tarihli) esas metin olarak ele almış olması işi daha karmaşık hale

getirmiştir.16 Metni eleştirel bir görüşle “yayıma hazırlama” amaçlı çalışmalarda

“soyağacı / şecere” çalışması önemlidir, ama asıl nüshanın hangisi olduğuna

karar vermek bazen zordur. Bu amaçla üstünde, yazıldığı yıl kaydı bulunmayan

nüshaların daha eski olması ihtimalini de dikkate almak; kağıt filigran özelliklerine

ve nüshalar arasındaki benzerliklere dikkat etmek gerekir. Bütün bu tezlerde

üzerinde çalışılan nüshaların ne zaman yazıldıkları da doğru dürüst belirlenmiş

değildir. Görülen o ki her üç tez de Atrabu’l-âsâr’ı müzik tarihi açısından

metodolojik bir inceleme ve değerlendirmeyi değil, “metni okuma”yı amaçlayan bir

edebiyat metodolojisi kullanılarak ortaya konan metin incelemesi, yani “baskıya

doğru metin hazırlama” denemesi niteliğindeki çalışmalardır. Bu açıdan Feldman

ve Behar’ın çalışmaları ayrı bir anlam kazanmaktadır.

Metnin yazıldığı zamanı doğru değerlendirebilmek için önce şu sorunun

cevabı üzerinde durmak gerekir: Atrab’da hangi zaman diliminin bestekârları

anılmaktadır? Kısa hayat hikâyesi anlatılan bestekârlardan bir kısmının ölüm yılı

belirtilmediği için eserin verdiği bilgilerden hareket ederek söz konusu zaman

dilimini tespit etmek ilk bakışta mümkün görünmeyebilir. Önce ortaya konan

metinlerden yararlanarak biyografileri verilen kişilerin listesi, yaşadıkları ve

şöhrete kavuştukları dönem padişahların saltanat yıllarına göre düzenlenince,

Atrabu’l-âsâr’ın aslında, onaltıncı yüzyılın sonlarında yetişmiş olan Andelib ile

Sütçüzâde’nin meşhur olduğu 1603 yılından başlayan bir zaman dilimiyle

başladığı ortaya

(xxxxxxxxxx Musikişinas, sy. 10, 2009, s. 195 xxxxxxxxxx)

15 Zeynep Sema Yüceışık, Şeyhülislâm Esat Efendi, Atrabü'l- âsâr fî Tezkiret-i Urefâi'l- Edvâr: Giriş-Metin- Tercüme- Terimler- Dil Notları (doktora tezi, 1990), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, XXIII+304 s. Zeynep Sema Yüceışık, bu doktora tezinde üzerinde tarih bulunmayan İÜ Ktp TY. 6204’dü esas, no. 1739’u yardımcı nüsha olarak kullanmış, metnin edisyon kritiğini yapmış, sadeleştirmiş ve müzik terimlerini listelemiştir. 16 Hakkı Tekin, Atrabü'l- âsâr fî tezkireti urefâi'l- edvâr (yüksek lisans tezi, 1993), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 27, 28. Bu yazı oluşurken ister istemez metin üzerinde yeniden çalışma yapmak gerekti. Esad Efendi için bk. DİA; Celal Hüsrevşahi, “Esad Efendi, Mehmed”, Dairetülmaarif-i Bozork-i İslami, Tahran 1377, VI, s. 306.

çıkmaktadır. Eserde anlatılan Ebubekir Ağa’nın her ne kadar ölüm tarihi

verilmemiş ise de, ölüm yılını veren başka kaynaklardan alınan bilgiye dayanarak

bu sınırın 1759 yılına uzanabileceği de pekâlâ söylenebilir. Ama aslında eserin

yazıldığı yıl ele alınan dönemin son sınırı olmalıdır, bunun tespit edilmesi ilk

bakışta mümkün değildir. Çünkü bazı nüshalarda yazım yılı yoktur, yazım yılı

belirtilenler de Esad Efendi’nin ölümünden sonra yazılmıştır (istinsah edilmiştir).

Yazım yılı olmayanlardan bazıları Esad Efendi hayatta iken yazılmış olmalıdır.

Nitekim Mısır’da yayınlanan Türkçe yazmalar kataloğunda yazarın kendi

kaleminden çıkan nüsha olduğu söylenen bazı tarihsiz nüshalar Kahire

Dârülkütübi’l-Kavmiyye’dedir. O halde yazar nüshasının tarihsizler arasında

aranması daha doğrudur. Böylece elimizdeki nüshalarda araştırdığımız soruların

cevapları hakkında yeterli verinin bulunabileceği kanaati de hâsıl olmaktadır. Bu

açıdan, bestekârların hangi zaman dilimlerinde şöhrete kavuştuklarını belirtmek

de konu hakkında bir fikir verebilir.

Şimdi eseri bu noktadan, yani bestekârların hangi sultanların

döneminde tanındıkları yönünden ele alalım. Atrabu’l-âsâr’da her bestekârın

hangi padişah zamanında şöhret olduğu belirtilmiştir. Ne var ki, bu durum söz

konusu bestekârın daha sonraki padişah zamanında yaşamadığı veya müzikten

koptuğu anlamına gelmemelidir; Itrî gibi. Esad Efendi de hepsini olmasa bile

bestekârlardan bazılarını daha sonraki padişahın dönemine kadar şöhretlerini

koruduklarını özellikle belirtir: Murad Ağa, Itrî, Abdülbaki Arif Efendi gibi. Bu

bilgiler ışığında oluşturulan bestekârların hangi sultanlar döneminde yetişip

parladıklarını gösteren liste Ek 1’dedir.

Sultanlar ve şöhretli müzisyenler veya Esad Efendi’ye göre müzik

tarihinde dönemlerin ne olabileceği düşünülerek oluşturulan listenin (Ek 1)

sonucunda, Esad Efendi’nin doğduğu 1685 yılından önce şöhreti parlayan

bestekârları da eserine aldığı görülmektedir. Bu listeye göre eser 1603-1730

yıllarını kapsamakla birlikte, 1617’den sonra tahta çıkan bazı padişahların adlarını

eserde göremiyoruz. İki kere tahta çıkan I. Mustafa (1617–1618, 1622–1623),

öldürülen II. Osman (1618–1622), II. Süleyman (1687–1691), II. Ahmed (1691–

1695) saltanat sürelerinin kısalığı, saraydaki müzik faaliyetlerinin o yıllarda belki

de aksamış olması, bu padişahlar zamanında özellikle sarayda ünlü bestekârlar

bulunmaması, kimi bestekârların daha sonraki padişahlar zamanında da müzik

çalışmalarına devam etmesi gibi nedenlerle o

(xxxxxxxxxx Musikişinas, sy. 10, 2009, s. 196 xxxxxxxxxx)

dönemlerin sanatkârları olarak adları anılmamış olabilir. Bununla

birlikte Sultan IV. Mehmed zamanında parlayan bazı bestekârların III. Ahmed

zamanında da ünlü olduklarını söylemesi adı geçen müzikçilerin 1687–1703

yıllarında da ünlerini koruduklarını göstermektedir. Bu noktada müzik tarihi

dönemleri açısından dikkati çeken bir başka husus, Esad Efendi’nin eserinde

bestekârları birer padişahla anması, müzik tarihini padişahların saltanat yıllarına

göre algıladığını göstermektedir. Yani, Esad Efendi’nin eserinde “müzik tarihini

sultanların dönemlerine” göre anlatımı ve düzenlemeği tercih etmiştir.

Atrabu’l-âsâr’ın yazım tarihinin tam olarak tespit edilmesi müzik tarihi

açısından çok önemlidir. Eserin ancak bazı nüshalarında yıl kaydı olduğu

belirtilmişti. Bu yüzden, bu soruya cevabı önce yazım yılı bilinenlerden başlayarak

aramak gerekir. Yazım yılı belirtilen nüshalar şunlardır: TSMK, Hazine, nr. 1298

(1170/1757 tarihli olup eskilere göre iki kişi eksik; Çorbacızâde Mustafa ö. 1755?,

Diyarbekirli Mehmed Ağa ilaveli), Kahire Dârülkütübi’l-Kavmiyye, Tarihi Türki-

Mustafa Fazıl, no. 8799/3 (1178/1764 tarihli olup Süleymaniye Kütüphanesinde

mikrofilmi vardır -no. 1715-); İÜ Ktp., TY, no. 6204 (1191/1777 tarihli); Kahire

Dârülkütübi’l-Kavmiyye, Tarihi Türki-Talat, no. 121 (1211/1796’den önce tarihli);

İÜ Ktp., TY, no. 6205 (1247/1831 tarihli); İÜ Ktp., TY, no. 1739 (1248/1832 tarihli

olup bu nüsha M. Reşit Çelebi ilavelidir, 98 kişi); Kahire Dârülkütübi’l-Kavmiyye,

Tarihi Türki-Talat, no. 146 (1254/1838 tarihli); British Library, Or., no. 14269

(1301/1883 tarihli)17; İÜ Ktp., TY, no. 2529 (bu nüshanın haşiyesinde “Cudi

Ahmed Efendi ö. 1700 –ML, III, 90 – , Fethullah Çelebi, Nabi Efendi”nin sonradan

bir başkası tarafından ilave edildiğini Nuri Özcan belirtmektedir); Millet Ktp. Ali

Emiri, Tarih, no. 70618 (XX. yy. Ali Emiri nüshası). Bu nüshaların Esad Efendi’nin

ölümünden sonra istinsah edildikleri yazım yıllarından bellidir.

Yazım yılı bulunmayanların çoğunda 97 sanatkârın biyografisi varken,

birinde Mehmed Reşit Çelebi ilavesiyle 98, birinde Piri Çelebi eksiğiyle 96

sanatkârın biyografisi verilmiştir. Bu nüshalar da şunlardır: TSMK, Hazine, 1301

(Hakkı Tekin çelişik bir ifadeyle, bu nüshada hem 97, hem de 99 kişinin

biyografisi bulunduğunu söylüyor19); İÜ Ktp., TY, no. 2529; İÜ Ktp., Yıldız, no. 13;

Süleymaniye Ktp., Halis Efendi, no. 1594 (bu nüshalarda 97 bestekâr); İÜ Ktp.,

TY, no. 6193 (1739 numaralı nüsha gibi bu nüsha da M.

(xxxxxxxxxx, Musikişinas, sy. 10, 2009, s. 197 xxxxxxxxxx)

17 Tanıtımı için bkz. Behar, Musikiden Müziğe, İstanbul 2006, s. 208. 18 XIX. Yyda Ali Emiri tarafından İÜ Ktp. 1739 ve 6193 numaralı nüshalardan yazılmış olup, bu nüshalarda da Mehmed Reşid Çelebi’nin var oluşundan anlaşılmaktadır. 19 Tekin, tez, s. 26-27

Reşit Çelebi ilaveli, 98 bestekâr); TSMK, Hazine, no. 1297 (96

bestekâr, Piri Çelebi yazılmamış).

Bütün bu nüshaların karşılaştırılmasından Esad Efendi’nin eserinde

gerçekte 97 bestekâra yer vermiş olduğu, aynı uslupla yazılan Mehmed Reşit

Çelebi’yi (ö. 1737) kendisinin ilave etmiş olabileceği anlaşılmaktadır; metne

bunun dışında bilgi ilave etmemiş olmalıdır. Anlaşılan, daha sonra başkaları yeni

ilavelerle bu sayıyı artırmışlardır. Bu incelemeyi hazırlarken göremediğim

nüshalar da vardır. Göremediklerim şunlardır: Kahire Dârülkütübi’l-Kavmiyye,

Tarihi Türki-Talat, no. 141 (tarih ?) Hamişlerde ekler ve tashihler var; Mustafa

Fazıl, Mecami, no. 2 (tarih ?), tashihler ve ilaveler var;20 İÜ Ktp., TY, İbnülemin,

no. 3707, nesih 193 vr. Kahire’deki tarihsiz nüshalar (no. 141 ve no. 2) hakkında

bilgi veren kataloglarda, nüshaların kenarındaki notların yazarca eklendiği

kanaatiyle müellif nüshaları olduğu belirtilmektedir. Bu tür notlar kâtipler, kitabı

elde etmek isteyen kişilerce “tashih” maksadıyla eklenmiş de olabilir. Nitekim

tarihli nüshaların kenarlarında da bu tür notların bulunuşu tashih amaçlı notlar

olduğunu göstermektedir. Ne var ki, bu nüshalar üzerindeki yeni çalışmalar

sadece eserin yazım sürecini yeniden sorgulayabilir. Bu yazıda varılmak istenen

sonucu çok fazla etkileyecek gibi görünmemektedir.

Bugüne kadar birçok araştırmacı eserin yazım yılını 1720 olarak kabul

etmiştir; ama bu kabülün gerekçesi belli değildir. Bu tahmin yüzünden

ansiklopedilerde olsun, çeşitli yayınlarda olsun, Atrab’da ölüm yılları verilmemiş

bestekârların 1720 dolaylarında öldükleri yazılmıştır.21 Peki bu tahmin eserin

yazım yılına yakın bir tahmin sayılabilir mi? Bu konuya katkıda bulunacak Esad

Efendi’nin tanıdığı bestekarların kimler olabileceğini araştırdıktan sonra yazım

tarihinin ne olabileceği konusuna tekrar dönülecektir.

Esad Efendi kendi zamanında yaşayan bestekârlardan kimleri

tanıyordu? Müzikte hocaları kimlerdi? Bu soruların cevabını bulabilmek için

öncelikle eserde biyografisi verilenlerin doğum ve ölüm yıllarının Esad Efendi’nin

doğum ve ölüm yıllarına uygunluk göstermesi gerekir. Böyle bir liste yapılmaya

kalkıldığında bazı sıkıntılar ortaya çıkmaktadır. Bunlardan

(xxxxxxxxxx, Musikişinas, sy. 10, 2009, s. 198 xxxxxxxxxx)

20 Fihrisü’l-mahtutati’l-kütübi’l-Osmaniyye, Kahire 1987, I, 36, nr. 141 için müellif nüshası deniyor; Osmanlı Musiki Literatürü, s. 106, nr. 2’nin haşiyesindeki tashihler nedeniyle müellif nüshası denmiş olmalıdır. Cem Behar, Aşk Olmayınca, s. 155’de belirttiğine göre Cem Behar, müellif nüshalarının Kahire’de olduğunu aynı katalogdaki bilgilere bakarak benimsemiş gibidir. 21 Sözgelimi Yılmaz Öztuna (Türk Musikisi Ansiklopedisi, II, 235) Rıfat Süleyman’ın 1720 dolaylarında ölmüş olabileceğini tahmin ediyor. Oysa burada göstermeye çalıştığım gibi, bu bestekâr 1730’dan sonra ölmüş olmalıdır.

ilki eserde hayat hikâyesi verilen her bestekârın ne zaman şöhrete

kavuştuğu dikkatlice verilmiş olmasına rağmen öldüğü yılın belirtilmemiş

olmasıdır. Bu yüzden, kimin hangi padişah döneminde parladığı bilinse bile Esad

Efendi’nin onu tanıyıp tanımadığını tespit etmek güçtür. Esad Efendi, 1685’te

doğduğu bilindiğine göre, bu yıldan sonra yetişen ve kitapta anılan herkes tek tek

ele alınarak tespit etme işlemi yapılabilirdi. Ancak, verilen yılların hayli belirsiz

olduğu görüülünce, bu yöntem yerine önce Esad Efendi’nin çevresini tanıyıp

değerlendirebileceği yaşların zaman dilimlerini göz önünde bulundurmanın daha

doğru olacağı kanaatine varıp Esad Efendi’nin hayatının kısa bir kronolojisi

çıkarıldı.

Ebuishakzade olarak da bilinen Esad Efendi’nin (doğ. 1685) 1710’da

müderrisliğe başladığı, medreseyi bitirip molla olduğu, ünlü bir bestekâr olarak bir

süre bu görevde bulunduğu bazı güfte mecmualarındaki “Beste-i Molla Esad

Efendi” kayıtlarından anlaşılmaktadır. Babasının 1716’da şeyhülislam olduğu,

1718’de bu görevden azledildiği ve Sinop’a sürüldüğü, 1721’de affedildiği, sonra

Istanbul’a döndüğü, 1723’te de öldüğü görülmektedir. Bu kronolojide Esad Efendi

ile babasının sadrazam Damat İbrahim Paşa’yla iyi geçindikleri iki zaman dilimi

dikkat çekmektedir. Babasının azledildiği 1718’den önceki zaman dilimi ile,

babasının affedildiği 1721 yılı. Bu yıl aynı zamanda, İbrahim Paşa’nın başarısının

zirvede olduğu ve Kâğıthane’yi “Sadabad” adıyla imara başladığı yıldır. Atrabu’l-

âsâr’ın 1720’lerde yazıldığına dair kanaatler de Lale devrinin başladığı bu yıla

dayandırılmaktadır22. Ama bunun gerçeği yansıtmadığını daha sonra görülecektir.

Diğer taraftan, Esad Efendi’nin ikbali 1733’te Medine payesini almasıyla başladığı

için, eserin yazım yılı Esad Efendi’nin daha sonraki ikbal günlerinde de

aranmamalıdır. Çünkü eserin yazıldığı zaman dilimi İbrahim Paşa’nın padişaha

damat (kitapta da İbrahim Paşa’nın padişaha akraba ve vezir olduğu belirtilmiştir)

ve sadrazam olduğu 1718’de başlayıp ikbalinin zeval bulduğu 1730 arasında

olmalıdır. İbrahim Paşa görevi dolayısıyla padişah III. Ahmed’le birlikte sık sık

Edirne’ye gitmiştir, Esad Efendi de (Edirneli bestekârlardan söz ettiğine bakılırsa)

büyük ihtimalle onlarla birlikte Edirne’de sık sık bulunmuştur. 1730’dan sonra I.

Mahmud (ö. 1754) zamanında 1736’da Osmanlı-Rus-Avusturya savaşında Ordu

kadısı, 1744’de Rumeli kazaskeri, 1748’de Şeyhülislam, 1749’da bu görevinden

azledilen Esad Efendi 1753’te (h. 1166) ölmüştür. Atrab dışındaki biri Türkçe-

Arapça sözlük olmak üzere dini ilimler hakkındaki eserlerini bu padişah

zamanında yazmıştır. Atrab dışındaki biri Türkçe- Arapça sözlük olmak üzere dini

ilimler hakkındaki eserlerini bu padişah zamanında yazmıştır. Bununla birlikte

Esad Efendi, müzikten ayrı kalmadığını, şeyhülislamlıktan azli hakkında

söylenilenlerden anlıyoruz. Esad Efendi, şeyhülislamlığa

(xxxxxxxxxx, Musikişinas, sy. 10, 2009, s. 199 xxxxxxxxxx)

22 Behar, Aşk Olmazsa, s. 48; Behar, Musikiden, s. 103, 208.

atandığının yılında padişahla görüşmek ister. Ona hediye etmek için

zamanın usta saatçilerinden birine bir saat sipariş eder. Bu saat o zamana kadar

görülmeyen bir saat olacaktır. Saat başlarında saatin zil zembereği çalmaya

başladığında saatin içinden çıkan bir Mevlevi figürü, saatin melodisi eşliğinde

dönecek şekilde tasarlanır. Görüşme saat başında olacak şekilde ayarlanır, I.

Mahmud’un huzuruna çıkar. Konuşma ilerler, ilerledikçe Şeyhülislam hakkında

olumsuz bir hava oluşur, saat başı olduğu halde saat çalmaz. Şeyhülislam bunu

azledileceğine bir işaret sayar. Bütün bunlara ilave olarak ünlü Şair Fıtnat

Hanım’ın onun kızı olduğu da burada hatırlanmalıdır.

Yukardaki kısa kronolojide görüldüğü gibi, Esad Efendi ile İbrahim

Paşa’nın hayatlarındaki kesişen ortak dönüm noktaları eserin yazıldığı yılı açıkça

ortaya çıkarmıyor. Ancak yinede bu kronolojiden hareketle, metnin yazıldığı yılı

kesin olarak tesbit edebilmek için, onun tanıyıp kitabında yer verebileceği,

yaklaşık olarak on yaşındayken, yani 1695’den sonra ünlenen bestekârları ele

almak bir fikir verebilirdi. Böylece Mustafa Han (1695–1703) döneminde

parlayanlarla Sultan Ahmed (1703–1730) döneminin şöhretlerine eğildim, ortaya

yeni bir liste çıkardım. Bizzat tanıyabileceği ile bizzat tanıyamayacağı bestekârları

ayırt etmek ancak bu şekilde mümkün olabilirdi. Ama maalesef yazar, ortaya

çıkan bu yeni listedeki, 1700’den önce parladığını söylediği 50 dolayında

bestekârın ölüm yılını vermemiştir. Oysa ölüm yılını verdiği bestekârlar hakkında

sağlam bilgilere sahip olduğu anlaşılıyordu. Ne var ki, 1730 dolaylarında öldüğü

tahmin edilen, adlarını bu metnin sonunda verdiğim bestekârları tanımış olması

imkân dâhilinde olduğu halde, listemizde adları bulunan bazı bestekârları da

tanımadığı ortaya çıkıyor. Tanıyıp tanımadığı hakkında genellikle belirgin bir

ipucu vermediği için, ölüm tarihi verdikleri hakkında hiç olmazsa kendi yaşadığı

zaman dilimine denk gelenleri tanıdığını söyleyebiliriz (Itrî, Abdülkadir Arif Efendi

gibi). 1695’den önceki dönemlerde yaşadığını belirttiği bestekârları gerçekten

tanımış olamaz. Nitekim Sütçüzâde İsa’nın ölüm tarihini verdiği halde,

Andelib’inkini vermemiştir. Lakabını verdiği ama asıl adlarını veremediği

bestekârları (Andelib, Nevayi gibi) tanımamış olmalıdır. IV. Mehmed döneminin

bazı bestekârlarının III. Ahmed zamanında da şöhretlerini koruduğunu söylemesi

ve hemen hemen hepsinin ölüm tarihini vermesi onları tanıdığına işarettir. Çarşeb

Mustafa Ağa’nın 1714’te (h. 1126’dan sonra) çerağ edildiğinden söz ettiğine göre,

bu bestekârın ölümü eserin yazıldığı tarihten daha sonra olmalıdır,

(xxxxxxxxxx, Musikişinas, sy. 10, 2009, s. 200 xxxxxxxxxx)

dolayısıyla tanıyor olmalıdır.23 Eserin yazıldığı zaman yaşadığı

anlaşılan Mehmed Reşit Çelebi (ö. 1737), İbrahim Paşa tarafından Kâğıt Emaneti

görevine getirilmiştir. Yazar, sadece iki nüshada adı bulunan Mehmed Reşit

Çelebi’yi sonradan ilave etmiş olmalı, bu ilavenin aynı uslupla yazılmış olmasına

bakılırsa, Esad Efendi kendisini tanımış olmalıdır. İÜ kütüphanesindeki 6204.no.lu

tarihsiz yazmada yer alan Çorbacızâde Mustafa (ö. 1755)24 için de aynı şey

söylenebilir.

Esad Efendi’nin bestekârlar hakkında verdiği bilgilerden, IV. Mehmed

zamanında parladığını söylediği halde bizzat tanıdığı bestekârlar da olduğu

anlaşılıyor. Itrî (ö. 1711) bunlardan biridir. Esad Efendi 1710 yılında hayata

atılmıştı; Itrî öldüğünde yirmi yedi yaşındaydı. Bu da aralarındaki ilişkiyi gün

ışığına çıkaran önemli bir noktadır. Atrab’da ölüm tarihi verilmemiş bestekârların

bir kısmının ölüm tarihlerini başka kaynaklardan öğreniyoruz; böylece Esad

Efendi’nin tanıyabileceği bestekârları elemek biraz daha mümkün olabiliyor.

Bunlardan biri olan Ebubekir Ağa’nın ölüm tarihinin 1759 olması Atrab’ın o

yıllarda yazılmış olabileceği ihtimalini akla getirirse de, kitabın adına yaıldığı

İbrahim Paşa’nın 1730’da öldürüldüğü bilindiği için böyle ihtimal yanlış olur. Ama

Esad Efendi’nin Ebubekir Ağa’yı iyi tanıdığı, doğum tarihinin 1685 olması

dolayısıyla kendisiyle aynı yaşta olmasından da çıkarılabilir. Eserde ölüm tarihi

verilmemiş olan Abdülbaki Parsazâde, başka kaynaklarda 1734’te öldüğü

belirtildiği için, tanıdıkları arasında sayılmalıdır. Bu durum Atrab’ın yazım tarihinin

1734’ten önceki bir tarihte aranması gerektiğine işaret etmektedir.

Esad Efendi’nin bestekârları tanıyıp tanımadığını incelerken eserin

yazım yılını kesinleştirebilecek bir husus ortaya çıkmaktadır. Birçok metinde

“Enfî” diye kaydedilmiş olan Serhanendegân Hasan Ağa’nın, Atrab’ın bütün

nüshalarında bulunduğunu, 1729’da (h. 1141) öldüğünün yazılı olduğunu

görüyoruz. Böylece Esad Efendi kitabını, ölüm tarihini kaydettiği bu bestekârın

öldüğü yıldan daha önce yazamayacağına göre, eserini kırk dört yaşındayken,

1729–1730 yıllarında yazıp bitirdiğini

(xxxxxxxxxx, Musikişinas, sy. 10, s. 201 xxxxxxxxxx)

23 Eymen Gürtan’ın elinde bulunan, yararlanmamız için bize getirilen, üzerinde bir önçalışma yaptığımız, daha sonra E. Gürtan’ın bitirme ödevi yaptığı, Mustafa Ağa güfte mecmuası bu zatın olmalı. Mustafa Ağa’nın Güfte Mecmuası (haz. Recep Uslu, 1991, basılmamış bir önçalışma), İTÜ TMDK Kütüphanesi. 24 Meydan Larousse, c. IX, s. 92’de ö. 1735; Öztuna, TMA’da Mustafa Efendi Çorbacızâde ö. 1755?

ve isyandan çok kısa bir süre önce İbrahim Paşa’ya sunduğunu

anlayabiliriz.25

Esad Efendi eserini Damat İbrahim Paşa’ya sunduğu yıl ortaya çıkınca

başka bazı gerçekler de ortaya çıkıyor... Esad Efendi, babasının görevi

dolayısıyla çocukluk çağından beri saray müzisyenlerinin çevresindeydi. Daha

sonra 1710’da hayata atılmasından itibaren saraylılarla birlikte eğlencelere

katılmış, Lale devrinin başından beri Sadabad eğlencelerini görmüş, bizzat

katılarak içinde bulunmuştur. Kendi döneminde yaşayan Nâyî Osman Dede (ö.

1729) gibi saray şenliklerinden uzak duran bir bestekâra kitabında yer vermemiş

olması da ancak böyle izah edilebilir. Daha başka mevlevîleri kitabına aldığı

halde Osman Dede’yi almamıştır; oysa Osman Dede saray müzisyenlerini

yakından tanıyan bir neyzen ve dinî müzik bestecisidir. Bir başka gerçek şudur:

Esad Efendi bu eserini İbrahim Paşa’ya sunmakla elde etmeyi tasarladığı

mansıba ulaşamamıştır. Çünkü eserini İbrahim Paşa’ya sunduktan çok kısa bir

süre sonra isyan çıkmış, önce İbrahim Paşa öldürülmüş, daha sonra III. Ahmed

tahttan indirilmiş, yerine I. Mahmut (1730–1754) geçirilmiştir. Ancak Esad Efendi,

yeni padişah zamanında tamamladığı dini eserleriyle umduğu mansıba tayin

edilebilmiştir. Fakat isyan Esad Efendi’nin müzik hakkında bir daha eser

yazmasına herhalde imkân vermemiştir.

Türk müziği tarihinin mühim kaynaklarından biri olan Atrab’da adları

geçen beste şekilleri şunlardır: nakış, şarkı, murabba (bugünkü anlamıyla

“beste”), semai, savt, tesbih, ilahi, kâr, müstezad. Bunların çoğu fasıl müziği,

birkaçı da dinî müziğin beste şekilleridir. Demek ki, eğildiği asıl müzik fasıl

müziğidir. Fakat Esad Efendi’nin Çarşeb Mustafa Ağa’dan bahsederken bu

bestekârın “Türkmanî vadisinde sazende”26 olduğunu belirtmesi sarayın

(xxxxxxxxxx, Musikişinas, sy. 10, 2009, s. 202 xxxxxxxxxx)

25 Nüshalar içinde en eskisi hangileri olabilir? Saray kitaplarının bulunduğu Topkapı Sarayı nüshalarından ilki TSMK, Hazine, 1302 eksiksiz 97 kişi iken diğeri TSMK, Hazine, 1297, 96 kişiden ibarettir ve müstensih Piri Çelebi’yi yazmamıştır. Yıldız sarayından intikal eden tarihsiz nüshalar da eski tarihli olabilirse (İÜ Ktp., Yıldız, 13; İÜ Ktp., 6204) de Topkapı Sarayı kütüphanesi nüshaları daha eski olmalıdır. 26 Esad Efendi, Atrabu’l-âsâr, İÜ Ktp., TY, 6204, vr. 11a. W. Feldman da bu tarzın farkına varmıştır. İncelediğimiz Çarşeb Mustafa Ağa’nın güfte mecmuasının sonunda Köroğlu, Gevheri, Türkmen Ali gibi söz sahipleri bilinen ve bilinmeyen türküler yer almakta oluşu bu bilgiyi doğrulamaktadır. Mustafa Ağa (Uslu), s. 214-247.

çevresindeki halk müziği zevkine büsbütün kayıtsız kalınmadığını da

gösterir (Mustafa Ağa’nın, hakkında sadece bir önçalışma hazırlanmış olan

Mecmua-yı Güfte’sinde pek çok türküye yer verilmiş olması da Esad Efendi’nin

verdiği bilgiyi doğrulamaktadır). Gerçi “müstezad”, “murabba”, “semai” terimlerinin

halk müziği geleneğinde (âşık müziğinde) kullanıldığını Ali Ufki’nin (ö. 1675?)

verdiği örneklerden biliyoruz, ama Esad Efendi’nin bu terimleri bu anlamda

kullandığı söylenemez. Hafız Post mecmuasında “amel” olarak anılan formun,

Esad Efendi’nin Atrabu’l-âsâr’ında “kâr” terimiyle anıldığını görüyoruz: Koca

Osman’ın “Niyazname”si gibi. Bu da eskiden kullanılan “amel” teriminin artık

yerini, “kâr”a bıraktığını göstermektedir.

Kitapta anılan ve örnekleri verilen besteler hep sözlü eserlerdir.

Güftelerin büyük bir çoğunluğu Türkçe, çok azı Farsçadır. Esad Efendi’nin Türkçe

örneklere yer vermeye özen gösterdiğini, eserde övdüğü “Niyazname”nin

güftesini bile vermemesinden çıkarabiliriz. Atrab’da da verdiği 164 güftenin

sadece 12’si Farsçadır. Dolayısıyla bu dönemde Türkçe güfteli eserlerin

repertuvarda kesin bir şekilde ağır bastığını görüyoruz.27 Ancak, anılan eserlerin

ortaya koyduğu en çarpıcı sonuç Esad Efendi’nin güftesini verdiği eserlerin hiçbiri

günümüze ulaşamamış olduğu gerçeğidir. Bu da son derece gariptir. Güfteler

listesinin incelenmesiyle eserde anılan 13 güftenin değişik bestekârlarca da

kullanıldığı tespit edilmiştir.

Eser her ne kadar dindışı müziğe, yani fasıl müziğinin bestekârlarına

yer vermişse de, dini müzik tarihine de ışık tutmaktadır. Esad Efendi’den pek çok

imam, hatip, hafız, müezzinin aynı zamanda dindışı müzik dersleri alıp dindışı

müzikte de eser verecek hale geldiklerini, fasıl müziği yaptıklarını öğreniyoruz.

Mevlevi, halveti, bektaşi gibi tarikatların şeyhleri ve dervişlerinin fasıl müziği ile

uğraştıklarını görüyoruz. Tiznam Yusuf Çelebi’den bahsederken “Mevlid-i Şerif’e

nazire olarak merhum Abdülbaki Arif Efendi’nin Miraciyye’sini bestelemiştir”

ifadesi bize Istanbul’daki Sultan Selim Camii’nin imamı Tiznam Yusuf Çelebi’nin

görevli olduğu camide zaman zaman, hatta kutsal gecelerde bestesi

“Miraciyye”yi, başka camilerde de besteli Mevlid’in okunduğunu göstermektedir;

bunlar müzik tarihi bakımından çok önemli kayıtlardır.

Atrabu’l-âsâr’da kimin ne kadar bestesi olduğu hakkında bilgiler

verilmiştir. Hayat hikâyesi anlatılan bestekârların bestelerinin toplamları hakkında

bir fikir vermek için yer yer sayı verilmiş; eserlerinden

(xxxxxxxxxx, Musikişinas, sy. 10, 2009, s. 203 xxxxxxxxxx)

27 Buna Türkçe sözlük çalışmasına verdiği önemi de ilave edersek, Esad Efendi’nin o günlerin siyasi ve kültür hareketleri içinde Türkçenin hakim dil olması için gayret edenlerin arasına girdiği, müzikte de bu hareketin etkilerini eserindeki güfte seçimleriyle gösterdiği söylenebilir.

çoğunlukla ikişer, bazılarından birer beste örnek olarak anılmıştır.

Bununla birlikte beste sayısı verilmemiş olan az sayıdaki bestekârın da

bazılarından ikişer, bazılarından birer eser örnek alınmış olması tesadüf değildir.

Bu örneklerin bile belirli bir değerlendirmeyle seçildikleri hissedilmektedir. Bunun

daha iyi anlaşılması ve değerlendirilebilmesi için eserde verilen bilgilere göre

bestekârların kaç eser verdiklerini gösteren bir liste hazırlanmıştır (bk. Ek 2).

Esad Efendi’nin eserinde verdiği bestelerin makam sayılarına bakarak

o günlerde en çok kullanılan makamların tespit edilebileceğini varsayabiliriz.

Sayısal değerler dikkate alınarak makamların dağılımı şöyledir: hüseyni (26),

neva (16), aşiran (10), segâh (10), bayati (9), saba (8), acem (8 eser), ırak (8),

uşşak (7), eviç (7), babatahir (6), muhayyer (6), kürdi (6), hicaz (5), nişabur (4),

mahur (3), arazbar (3), uzzal (3), nikriz (2), nühüft (2), rast (2), rehavi (2),

muhayyerbuselik (2), acemaşiran (2), ısfahan (2), bestenigâr (1), buselik (1),

hisar (1), hüzzam (1), ırak-muhalif (1), nevruzacem (1), şehnaz (1). Bu rakamlara

göre 1718-1730’larda sarayda en sevilen makamlar hüseyni, neva, aşiran, segâh,

bayati, acem, ırak, saba, uşşak ve eviçtir (7).

Üzerinde durulması gereken noktalardan biri de Esad Efendi’nin ve

saray müzisyenlerinin buluştukları ortak müzik zevkidir. Bu kitaptan çıkarılacak

ortak müzik zevkini yansıtan bilgiler günümüz anlayışıyla “müzikte estetik”

açısından da değerlendirilebilir. Nitekim Cem Behar, bu duruma işaret eden

“meşkte kalite kontrolü” başlıklı yazısında Musikinaibi Mustafa Efendi’nin

bestelerin denetimini “yaratıcılık” açısından mı, yoksa bestelerin “usûl, vezin,

güfte taksimatı, form düzgünlüğü” gibi biçimsel kurallara uygunluğu açısından mı

estetik değer yargısı kullandığını28 Atrabu’l-âsâr’a dayanarak sorgulamaktadır. Bu

sorgulamaya ilave olarak akla gelen ilk soru, Esad Efendi, bestekârların değeri

hakkında bilgi verirken, eserlerinin çokluğunu mu yoksa sanat kalitesini mi göz

önünde tutmuştur? Ek 2’de bestekarlar ve bestelerinin sayılarını bir araya

getirilen bilgiler yazarın bestelerin değerini belirtirken, bestelerin sayılarından

daha çok, bestekârların verimliliğini ve yeteneklerini göz önünde tuttuğu fikrini

uyandırmaktadır. Her bestekâra sadece eserlerinin çokluğuna göre değer biçmeyi

tercih etmiş olsaydı, binlerce eseri olduğunu söylediği üç bestekâr için de aynı

övgü sözlerini kullanmış olması beklenirdi. Hafız Post için “mucib-i kavaid ve

istihsan”; Itrî için “istihsan ve musanna” demesi, Esad Efendi’nin, Hafız Post’un

öğrencisi olan Itri’nin bestelerini hocasınınkilere

(xxxxxxxxxx, Musikişinas, sy. 10, s. 204 xxxxxxxxxx)

28 Behar, Aşk Olmayınca, s. 121.

göre daha sanatkârca ve daha süslü bulduğunu gösteriyor. Kitabında

andığı eserlerin tamamı ve bu eserler hakkında söylediği sözlerin, bu arada

övgülerin iyice irdelenmesi, Esad Efendi ve saray müzisyenlerinin kıstaslarına ışık

tutabilir.

Atrabu’l-âsâr’da yazar bazen sadece beste sayısını vermekle yetiniyor,

özellikle 200’den fazla bestesi olanlar için herhangi bir övgü sözü kullanmıyor,

demek ki, bu eserlerin güzel eserler olduğunu peşinen kabul ediyor. Ama eser

sayısı vermediği bestekârlardan “daha az sayıda bestesi olanlar” için aynı şeyi

söyleyemiyoruz. Çünkü bu gurupta olanlar arasında çoğunluk için “beğenilen bir

miktar eseri dahi vardır” ifadesini kullanmakla beraber, bir kısmı hakkında övücü

sözler, bir kısmı için hiçbir övücü söz kullanmaması (yaklaşık yedi bestekâr için)

üç ihtimali akla getirmektedir. Birincisi, ya kendisi besteleri beğenmemiş ama aynı

eserler bestecinin çevresinde beğenilmiştir. İkinci ihtimal, kendisi beğenmiş

olmakla birlikte başka bestelere göre övgüye değer bulmamıştır. Üçüncü ihtimal

de kimi besteler hakkında yeterince fikir edinememiş olmasıdır. Bu ihtimallerden

hangisinin daha gerçekçi olduğu sorusuna bir cevap aramak istersek, ilkin, Esad

Efendi’nin kişisel zevkini dile getirmekten kaçındığını, birçok bestekârın müzik

çevrelerinde ittifakla üstat olarak kabul edildiklerini vurguladığına dikkat etmeliyiz.

Âmâ İbrahim Çelebi, Enfî Hasan Ağa, Ayntabi Mehmed Bey bunlardan üçüdür.

Öte yandan, besteleri överken kullandığı “özel söz”ler Esad Efendi’nin besteleri

müzik değeri açıdan nasıl sınıflandırdığını gösterir. Eserde, bestelerin sanat

değerleri belirtilirken şu sözler kullanılıyor:

Pesendide: müzik üstatlarınca beğenilen anlamında kullanılmıştır.

Hoşâyende: müzik üstatlarının hoşuna giden..

Makbul: “fenn-i musiki” üstatlarının kabul ettiği, beğendiği, müzik

biliminin kurallarına uygun, ehil kimselerce makbul, fennin zeki temsilcilerince

makbul eserler.

Muvafık-ı kavaid (kaidelere uygun): Bestelerin önemli bir kısmı için

“kaidelere uygun” ifadesini kullanmakla birlikte, bu tür eserleri “mutabık-ı kavaid-i

edvar (16 kişi), mucib-i kavaid-i ilm-i elhan (7 kişi), muvafık-ı kavaid-i edvar (11

kişi), minval-i kavaid (3 kişi), muktaza-yı kavaid (6 kişi), nehc-i kavaid (4 kişi)”

sözleriyle ayrı ayrı belirtmiştir. İlk bakışta bu sözlerin, kaidelere uygunluğun

derecelerini ifade ettiği izlenimi uyandırıyor.

Müstahsen, istihsan, tahsin: güzel bulunan eser anlamında istihsan,

güzel olmasına çalışılmış; müstahsen-i urefa-i ilm-i nağam: müstesna denecek

güzel eser anlamındadır. Çoğunlukla “istihsan” kelimesi kullanılmıştır.

(xxxxxxxxxx, Musikişinas, sy. 10, s. 205 xxxxxxxxxx)

Lâtif veya letafet: yumuşak, hoş eser anlamında latif eser, letafet-

güster; yani letafet gösteren eser, letafet ortaya koyan, letafet-efgen: letafet

yayan eserler.

Musanna: usta işi, çok süslü, sanatkâr işi, sanatlı. Sadece Mehter

Ahmed Ağa’nın eserleri için “nev-musanna: yeni tip sanat işi” sözü kullanılmıştır.

Müzik eserlerinin değerini ifade ettiğini düşünebileceğimiz bu yedi

terimin sırası yukarıdaki gibi olmayabilir; söz gelimi, önce kaidelere uygunluk,

sonra öteki ölçüler gelebilir. Terimler bu açıdan ayrıca incelenebilir. Bazı

bestekârların besteleri için de birden çok sıfat kullanılmış olduğu dikkati çekiyor.

Osman Efendi’nin besteleri hakkında “hoşâyende, müstahsen, makbul, mutabık-ı

kavaid-i fen” olduğu söylenirken; üstat kabul edilen Musikinaibi Mustafa Efendi

için yalnızca “pesendide ve istihsan” denilmiş ve buna ilave olarak sadece bir

eseri örnek verilmiştir.

Kitaptaki bestekârların eserlerinin tümü yukardaki yedi kümede

toplanan sıfatlarla anılmaktadır. Bütün bu sözler kendi içinde belli bir tutarlılık

göstermektedir. Hep benzer sözlerin tercih edilmesini, bir başka deyişle, bu sıfat

tutarlılığını öncelikle Esad Efendi’nin müzik zevkine bir işaret sayabiliriz. Ancak,

notaların günümüze ulaşamaması bu ölçülerin keyfiyetinin tespitini imkânsız

kılmakta, o günlerin zevkini, estetik ölçülerini sorgulamak zorlaşmaktadır. Ne var

ki ortaya konan bu müzik zevkine, kendi kişisel zevkini yansıttığı kadar, o

dönemin müzik çevrelerinin genel zevkini de yansıtmaktadır diyebiliriz. Çünkü

Esad Efendi her şeyden önce “kaidelere uygunluk” ölçüsünü kullanmıştır, bu da

genel bir ölçüdür. Öte yandan, Esad Efendi’nin kitabına aldığı bestekârların

günümüze ulaşan eserlerinden bir fikir edinebiliriz. Ancak bu ayrı bir araştırmayı

gerektirmektedir. Burada onun kitabından bulup çıkardığımız, bestelerin sanat

değerlerini belirten sözler, günümüzdeki repertuvarın değerlendirilmesi yönünde

de bir fikir verebilir. Yani günümüzde besteleri değerlendirirken hangi ölçütlere

dikkat edilmelidir, ölçütlere işaret eden hangi terimleri, hangi anlamda

kullanmamız gerektiğini çıkarabiliriz. Nitekim yukarda anılan müzik zevkini

yansıtan terimlerin eserde nasıl bir bütünlük içinde kullanıldığını bir arada görmek

için ayrı bir çalışmayı gerektirmektedir ki bu sonuçları çıkarmak için tarafımızdan

böyle bir çalışma yapılmıştır.

Bu eseri değerlendiriken Esad Efendi’nin sadece müzikle ilgili bir

kitabın yazarı olmadığını, onun aynı zamanda bir bestekâr olduğunu asla

unutmamalıyız. Atrabu’l-âsâr’ı yazdığı zaman kırk dört yaşında olgun,

(xxxxxxxxxx, Musikişinas, sy. 10, s. 206 xxxxxxxxxx)

çok tanınmış bir bestekârdı. Daha o hayatta iken yazıldığı tespit edilen

bazı güfte mecmualarında, onun ünlenmiş bestelerinin güfteleri de kaydedilmişti.

Bunlardan biri olan tarihsiz ama Esad Efendi hayatta iken ve henüz şeyhülislam

olmadığı bir dönemde yazıldığı tespit edilen bir başka Mecmua-i Güfte’de29

dügâh, hüseyni, nevasünbüle ve segâh makamlarındaki besteleri vardır. Buradan

Esad Efendi’nin daha “Molla” iken yani 1710’larda besteler yapmağa başladığını

çıkarmak mümkündür. Edirne’de yaşamış, Hasan Sezaî’nin 1734 tarihli Mecmua-i

Güfte’sinde30 “Esad Molla” adıyla kayıtlı babatahir, hüseyni, maye makamlarında

besteleri vardır. Bu bestelerden birinin güftesi kendisine ait olması kendi şiirlerini

de bestelediğini göstermektedir. Ayrıca Hasan Sezaî’nin mektuplarında geçen

nadir bestekâr adlarından biridir31. Mektuplaşma Esad Efendi ile Hasan Sezaî’nin

bir şekilde tanışıyor olduklarını da göstermektedir. 1735 (h. 1151) tarihli Mustafa

Ağa’nın Mecmua-i Güfte’sinde “Esad Molla” adına hüseyni ve segâh

makamlarında iki eseri kayıtlıdır. Böylesine ünlü bir bestekâr olduğu halde,

kendisini eserine almamış, büyük bir alçakgönüllülük göstermiştir. İncelenen

mecmualarda yer alan besteleri şunlardır:

Dügâh, yürük semai: Sayd eder bin dilber muy ile zülf-i siyehin/

Düşürür bin diliber-i dame şikenci külehin.32

Hüseyni, çenber: Mah-ı nevsal erdi hüsnün şu'le babında yar senin/

Afitab ahşama can attı hicabından senin.33

Hüseyni, semai: Sâgar-ı nâz işve-i ol iki çeşm-i mestedir/ Hançer-i

çeşm-i kîne-i gamze-i tiz destedir.34

Isfahan, nakış: Ey nesim, sihr-i canda yerin var.35

(xxxxxxxxxx, Musikişinas, sy. 10, s. 207 xxxxxxxxxx)

29 Mecmua-i Güfte: Millet Ktp Manzum 759/1 (haz. Tolga Duran, yüksek lisans tezi, 2004), İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 10. 30 Hasan Sezai, Mecmua-i Güfte (haz. Serçin Erden, yüksek lisans tezi, 2004), İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü 31 Mektubat-ı Hazreti Sezai (sad. Cezair Yarar), İstanbul 2001, s. 75, 82, 92. Hasan Sezai Gülşeni’nin mektuplarında, bestekârlardan Çömlekçizâde, Derviş Ali ve Esad Molla’nın isimleri geçmektedir. 32 Mecmua-i Güfte: 759/1, vr. 60b, Esad Efendi. 33 Mustafa Ağa, Mecmua-i Güfte, vr. 56/2a, s. 126, Güfte Revnaki’nin; Hasan Sezai, Mecmua-i Güfte, vr. 149b; Mecmua-i Güfte: 759/1, vr. 63a, Esad Efendi Molla. 34 Hasan Sezai, Mecmua-i Güfte, vr. 167b; Mecmua-i Güfte: 759/1, vr. 66a, Esad efendi. 35 İÜ ko, Y.204/2, s. 187’den Jäger, 42.

Mâye, devrirevan: Nâr-ı hicrânınla ey şûh-ı cihan/ Derdinâkım ben

helâkım sîne çâkım.36

Nevasünbüle, semai, nakış: Yetmez mi temaşa-i cemal elde sunarsın /

Ey âşık-ı mihnetzede buldukça bunarsın.37

Nevasünbüle, fer: Tercüman oldu nigah-ı leb dilcusundan/ Aldım agız

haberin çeşm-i suhengusundan.38

Segâh, semai: Gül gonca gibi dürme yüzün olma cefacu / Bir pare açıl

ey gül-i ra'na nice bir bû.39

Babatâhir, semai: Benim âfet-i cihânım yoluna fedâ bu canım/ İşit âh ile

figânım yeter etme bu cefâyı (Hasan Sezaî, Mecmua-i Güfte, vr. 130b).

Dügâh, hafif: Nigâha hayralanur çeşm-i afitab sana/ Meger ki saye-i

zülfün ola nikap sana (Mecmua-i Güfte: 759/1, vr. 60b).

Dügâh, semai: Bend oldum o zülf ü anberine/ Dil verdim gaddarın

birine (Mecmua-i Güfte: 759/1, vr. 60b).

İncelediğimiz güfte mecmuaları dışında, Hekimbaşı (ö. 1198 / 1783),

Abdülkadir Naili (1808 tarihli) ve Ahmed Avni Konuk’un (1899) mecmualarında da

bestelerine rastlanır. Esad Efendi’nin günümüze notası gelen, biri saz semaisi,

ikisi ilahi olmak üzere yedi bestesi vardır. R. Martin Jäger’in hamparsum

katalogunda görülen dört bestesinden biri Dârülelhan Külliyatı’nda

yayımlanmıştır. Hüseyin S. Arel’in yazısının girişinde40, Yılmaz Öztuna’nın müzik

ansiklopedisinde bestelerinin bir listesi vardır. Araştırmamız aslında Atrabu’l-âsâr

eserinin verdiği bilgileri Esad Efendi’nin döneminde yazılan başka eserlerle

desteklemek olduğu için burada onun günümüze gelen besteleri üzerinde durmak

değildi. Konu bu noktaya gelmişken Esad Efendi’nin notası günümüze gelen

bestelerini de sıralayalım:

Hüseyni, Yürüksemai, Nakış: Ey şeh- i kişver–i naz u nahvet/ Ey meh- i envar–ı evc u Behçet

Aşık–ı zarına lutfeyle medet/ Eyle şayeste–i bezm–i vuslat41

Arazbar, Yürüksemai, Nakış: Ta nam–i cemal–i yar bürdim/ Reng – i ruh-ı lalezar bürdim

Men dilfitgar, üftade-i naçar/ Bürdim gamet be halvet-i has42.

(Uslu, Musikişinas, sy. 10, 2009, s. 208)

36 Hasan Sezai, Mecmua-i Güfte, vr. 249b, Güfte-i Esad Molla. 37 Mecmua-i Güfte: 759/1, vr. 39b, Esad Molla. 38 Mecmua-i Güfte: 759/1, vr. 39a, Esad Efendi. 39 Mustafa Ağa, Mecmua-i Güfte, vr. 91b, segâh, remel usûlünde, Esad Molla Efendi; Mecmua-i Güfte: 759/1, vr. 104a, Esad Efendi. 40 Musiki Mecmuası, sy. 8, 1948, s. 22. 41 Ezgi, TM, IV, s. 88; Pandora, II, 80; Efterpi, 81; Lesbia, 283’den Bardakçı, Fener, 39, 48; Yüceışık, Şeyhülislam Esad Efendi (Doktora Tezi, 1990), s. 22 42 Yüceışık, Şeyhülislam Esad Efendi (Doktora Tezi, 1990), s. 22; Ezgi, TM, IV, s.89’de bu eseri Abdülkadir Meragi’ye ait göstermektedir

Dügâh, Çenber, Beste: İzarın gül gül olmuş buseden, dil, dağdarındır/ Hased ol bağ-ban-ı aşka

kim, güçlün-i bağındır,

Nümayan olmadıkça subh- ı vuslat sönmesin yansın/ Fitil-i dağ-ı firkat

sinede ey dil çerağındır,43

Dügâh, Yürüksemai, Beste: Sayd eder bin dili bir dam ile zülf- i siyehin/ Düşürür bin dili bir dame

şikene- i külehin

Sad hased merdümin çeşmime kim mahremdir/ Kasr–ı didemde

hayalin gibinin padişehin44

Dügâh, Yürüksemai, Beste: Der yemeni piş–i meni/ Piş–i meni der yemeni

Der çemeni verd-i meni/ Verd–i meni der çemeni45

Dügâh, Devrirevan, Beste: Nigah lutf ederek sana hayran olduğumu bilsen/ Yapardın hatırım

kuyinde mihman olduğum bilsen

Olurduk ıyd-ı vaslında senin bir buse ile şad/ Benim çok sevdiğim

yolunda kurban olduğum bilsen46

Isfahan, nakış: Ey nesim, sihr-i canda yerin var47

Rast, Sofyan, İlahi (söz: Nesimi):

Çünki bildin müminin kalbinde Beytu’llah var/ Arif olur anın virdinde

zikru’llah var

Her ne var ademde var ademden iste hattı sen/ Olma iblis-i şaki

ademde sırru’llah var48

(xxxxxxxxxx, Musikişinas, sy. 10, 2009, s. 209 xxxxxxxxxx)

43 İÜ ko, Y.204/2, s. 184’den Jäger, s. 41 44 Darülelhan Külliyatı, No. 142 45 Darülelhan Külliyatı, No. 144b 46 Yüceışık, Şeyhülislam Esad Efendi (Doktora Tezi, 1990), s. 22 47 İÜ ko, Y.204/2, s. 187’den Jäger, 42 48 Ezgi, TM, III, s.80

Rast, Düyek, İlahi: Milk-i cihan sultânı Abdülkadir Geylâni49

Nühüft, Sazsemaisi50 Yukarda bir araya getirmeğe çalıştığımız Esad Efendi’nin günümüze

gelen bestelerinden bazıları klasik Türk müziğinin seçkin örneklerinden sayılır.

Mesela Bülent Aksoy’un da belirttiği gibi dügâh makamındaki eserleri (1 beste, iki

yürük semai) radyolardaki ciddi klasik musiki programlarında hâlâ zaman zaman

okunur. Esad Efendi’nin zamanında yaşayan hangi şairlerin eserlerini bestelediği

ayrı bir araştırma konusudur. Siirlerini besteleyenler içinde sadece Nane Ahmet

Çelebi’yi tespit edebildik: Tahir, Aksaksemai: Cânım yerine geldi ki cânânımı

gördüm, söz Esat Efendi.51 Bu yazıda incelemeye alınan eserin adı konusunda araştırmacılar

arasında herhangi bir fikir ayrılığı bulunmamakla birlikte, Tezkire-i Hânende’nin

ayrı bir eser olduğunu söyleyenler ve yazıldığı yıl konusunda farklı fikirler ileri

sürenler olmuştur. Tam adı Atrabu’l-âsâr fî tezkirei urefâi’l-edvâr olan eser

hakkında kimi metinlerde kullanılan Tezkire-i Hânende veya Tezkire-i

Musikîşinâsân adları birer yakıştırmadır. Esad Efendi’nin Atrabu’l-âsâr’dan başka

müzikle ilgili bir kitabı yoktur. Burada göstermeye çalışıldığı gibi, Esad Efendi,

eserini 1729-1730’da yazmış ve İbrahim Paşa’ya sunmuştur. Kitaptaki

müzikçilerin çoğunluğunun hanende olmasından dolayı (kitapta sazendelerden

def, çenk, keman, kudum, nakkare, neyzen, nefir, rebap, tambur, ud çalanlardan

da söz edilmiştir) tespit edilebildiği kadarıyla, bu eser ilk defa Esrar Dede

tarafından Tezkire-i Hânende olarak da anılmıştır. Yakıştırma, buradan

kaynaklanıyor olsa gerektir.

Eserin önemi hakkında çeşitli yerlerde belirtilen dağınık ifadeleri bir

araya getirmek gerekirse Atrabu’l-âsâr Türk müziği tarihinin ilk bestekarlar

tezkiresi, hem hanende hem de hanende-sazende bestekarlar için bir biyografi

eseridir. Kitap, Sultan I. Ahmed’den III. Ahmed’e kadar olan zamanı, yani 1603–

1730 yıllarında fasıl müziği eserleri veren bestekârları tanıtıyor. Bu bestekârların

bazıları şöhretinden dolayı, bazıları da kendisinin bizzat tanıyıp takdir ettiği, hatta

icralarını dinlediği için bu kitaba alınmış bestekârlardır. Bununla birlikte kitapta

özellikle hem hanende hem de bestekâr olanlara da yer verilmiştir. Bu durum,

kendisi de bir hanende-bestekâr olan Esad Efendi’nin çevresiyle ilgili olmalıdır.

(xxxxxxxxxx, Musikişinas, sy. 10, 2009, s. 210 xxxxxxxxxx)

49 Bazı repertuvar listelerinde Esad Efendi’ye ait olduğu belirtilir. 50 Yüceışık, Şeyhülislam Esad Efendi (Doktora Tezi, 1990), s. 22 51 Ezgi, TM, IV, s.9

Kitapta söz konusu olan zaman dilimi H. S. Arel’in ve W. Feldman’ın

yazdıklarından biraz daha geniştir. Eser özellikle onyedinci yüzyılla onsekizinci

yüzyılın ilk çeyreğinde parlayan fasıl müziği bestekârları, onların biyografileri,

dönemin müzik repertuvarına, kısacası dönemin müzik tarihi ve müzik zevki

(buna “müzik estetiği anlayışı” da denebilir) konusunda önemli bir kaynaktır.

Kitapta dini müzik eserleri veren bestekârlara yer verilmemiştir; Nayi

Osman Dede, Şeyh Abdülhay Celveti52 gibi. Öte yandan, bestekâr olduğu halde,

saz eseri besteleyenlere de yer verilmemiştir. Her ne kadar eserde “fasıl müziği”

terimi geçmemiş ise de, eser daha o zamanlarda dini müzik ve fasıl müziği

ayrımının var olduğuna işaret etmektedir. Receb Çelebi anlatılırken “defaatle

huzur-ı hümayunda fasl-ı musannaat” okuduğuna değinilmesini böyle

değerlendirmek mümkündür.

Esad Efendi eserinde sadece Istanbul doğumlu bestekârları değil,

Erzurum, Halep, Trablus gibi şehirlerden gelen bestekârlara da yer vermiştir. Bu

bilgiler o dönemde Istanbul dışındaki müzik merkezleri hakkında da bir fikir

vermektedir. Bununla birlikte Türk asıllı olmayan bestekârlardan birkaçını almıştır

kitabına; Avvad Mehmed, Hacı Kasım gibi.

Kitapta gayrımüslim bestekârlara yer verilmemiştir. Hiç olmazsa

Kantemiroğlu ile Zaharya gibi iki önemli bestekâra yer verilmemesi yadırgatıcıdır.

Kantemiroğlu’na yer verilmemesi bu bestekârın saz eserleriyle tanınmış olmasına

bağlanabilir, ama Zaharya’ya neden yer verilmediğini anlamak kolay değildir.

Acaba Zaharya eserin yazıldığı tarihte henüz tam bir fasıl takımı bestelememiş

miydi? Eserde anılmamasının sebebi bu olabilir mi?

Eserin ilk nüshasında 97 bestekârın hayatı yer almaktadır; 98. bestekâr

Mehmed Reşit (ö. 1737) ile ötekiler daha sonra ilave edilmiştir. Şair ve bestekar

Baba Nevayi, Avvad Mehmed Ağa gibi ünlü bestekârlar başka tezkirelerde sözü

edilmeyen isimlerdir. Bu istisnai örnekler Atrâb ‘a ayrı bir önem kazandırmaktadır.

(xxxxxxxxxx, Musikişinas, sy. 10, 2009, s. 211 xxxxxxxxxx) Esad Efendi eserinde tanıdığı ve tanımadığı bestekârların büyük

çoğunluğunun seslerinin, okuyuşlarının ve bestelerinin değeri hakkında bir fikir

52 Molla Mehmed Emin’den söz ederken, aynı zamanda bir dini müzik bestekarı olan, günümüze kadar bestesi tekkelerde okunan Kaside-i Bürde’yi nazmen Türkçeye çeviren Şeyh Abdülhay Celveti’nin –ö.1117/1705- oğlu olduğunu ifade etmekle yetinmiştir. Şeyh Abdülhay için bk. Erdemir, s. 14. Busiri’nin Kaside-i Bürde’si ve besteleri için bk. Recep Uslu, “Kaside-i Bürde ve Besteleri”, Musiki Mecmuası, sy. 473/1, 2005, s. 51-53.

belirtmektedir. Bu durum eserine müzik tarihi açısından ayrı bir önem

kazandırmıştır. Esad Efendi’nin hanendelerin sesleri hakkındaki yorumları onları

tanıyormuş izlenimi vererek araştırmacıları zaman zaman hataya düşürmektedir.

Gerçekte ise Esad Efendi’nin Atrabu’l-âsâr’da bu değerlendirmeleri yaptığı bazı

bestekarları tanımadığı anlaşılmaktadır. Mesela Sultan I. Ahmed (1603–1617)

devrinin şöhretlerinden Andelib’in sesi hakkında fikir belirtirken kendisine gelen

rivayetleri nakletmiş olmalıdır. Eserindeki böyle bir ses değerlendirmesine

bakarak Nazmi Özalp, Esad Efendi’nin Küçük İmam’ın “sesini dinlediğini”

yazmıştır. Oysa Esad Efendi, ölüm tarihini vermediği Küçük İmam’ı eserine almış

ve onun IV. Mehmed zamanında ünlendiğini belirtmiştir. Itrî’nin Küçük İmam için

verdiği 1674 ölüm tarihine göre53, Nazmi Özalp’in yazdığının aksine, Esad

Efendi’nin Küçük İmam’ı tanıyor olması mümkün değildir. Ölüm tarihlerini

vermediği 40’dan fazla bestekâr için aynı şey söylenebilir. Esad Efendi’nin beğenilen bestelerinin sayıca çokluğuyla mutlaka takdir

edilmesi gerektiğine özellikle işaret ettiği bazı bestekârlar vardır: Bunlar, binlerce

eseri olduğunu söylediği Hafız Post, Itrî, Çömlekçizâde Recep Çelebi; 600

besteyle Derviş Ali Şîruganî Gülşenî; 500’den fazla bestesiyle Küçük İmam

Ahmed ve Yahya Nazîm Çelebi; 300 civarında eseri olan Nalçe Efendi; 200’den

fazla bestesi olanlardan Âmâ İbrahim Çelebi, Tosunzâde Abdullah, Enfî Hasan

Ağa (Serhanendegân), Koca Osman Çelebi ve Âmâ Kadri; 100’den fazla bestesi

olanlardan Taşçızâde Recep, Şive Ahmed Çelebi, Durmuş Ağa, Şeştarî Murad

Ağa ve Mehmed Bey Antâbi; 50 civarında eseri olanlardan Tesbîhîzâde Mehmed

Emîr Çelebi, Sütçüzâde İsa, Şerif Çelebi, Osman Efendi, Osman Çelebi, Memiş

Ağa, Yusuf Çelebi; 40’dan fazla Edirneli Mehter Ahmed Ağa; 30 bestesi olan

Ahenî Çelebi, Hafız Kumral Mehmed Efendi, Hafız Kömür, Halil Efendi’nin, Derviş

Ali Kudümzen Filibeli Mevlevi, Seyyid Nuh Amidi, Tomtom İmamı, Kazzaz Hasan

Çelebi, Musalli Efendi, Mahmut Çelebi; 20 bestesi olan Ahmed Ağa Selanikî,

Odabaşızâde Mehmed Efendi Eyyubi, Hasanefendizâde Ahmed, Andelib,

Kapudanzâde Ahmed, Müezzin Mustafa Ağa, Serhanende Mustafa Ağa,

Nasuhpaşazâde Ömer Bey, Molla Mehmed Efendi, Tamburi Hacı Kasım ve Hafız

Rıf'at Süleyman’dır.

Esad Efendi bir kısım bestekârların öldükleri yılı vermiş, bir kısmını da

vermemiştir. Bunun sebeplerinden biri, kitabın yazıldığı sırada bazılarının hâlâ

yaşıyor olmasıdır. Yaşayan bestekârlar hakkında başka kaynaklardan ölüm yılı

tespit edilenlerin yanında tespit edilemeyenler de vardır. Esad Efendi’nin eserini

1730’un başında yazdığını tespit

(xxxxxxxxxx Musikişinas, sy. 10, 2009, s. 212 xxxxxxxxxx)

53 Nazmi Özalp, Türk Musikisi Tarihi, İstanbul 2000, I, s. 382, Ahmed Efendi, ö. 1085/1674; Esad Efendi, Atrab, vr. 27b-28a. Bu tür bir diğer örnek Sadayi’nin (ö. 1655) sesi hakkında yapılan değerlendirmedir.

etmek, hayatını anlattığı ve tanıdığı anlaşılan bestekârların öldükleri yıl

konusunda gerçeğe daha yakın tahminlere imkân vermektedir. Ölüm tarihleri

verilmeyen ve kendinden önceki sultanlar zamanında yaşadığı belirtilmeyen

bestekarların besteleri için verdiği sayıların azlığına bakarak da bu konuda bir fikir

edinmek mümkündür, ama yazıldığı tarih daha önemlidir. Eserde yer alan

Abdülbâki Pârsâzâde Efendi (“bir miktar”), Ahmed Çelebi Diyarbakırlı, Ahmed

Kapudanzâde (20 beste), Mehmed Efendi Molla (20 beste, Atrab’da Şeyh

Abdülhay Celveti’nin [ö. 1117/1705] oğlu olduğu belirtilir, ayrıca bk. Erdemir, s.

14), Tesbîhîzâde Mehmed Emîr Çelebi (50 civarında), Mustafa Ağa Çarşeb (“bir

miktar”, Sultan III. Ahmed’in müezzinbaşısı, 1126 / 1714’da çerağ olduğu

belirtilmiş, ama öldüğü yıl belirtilmemiştir), Mustafa Çelebi Şehla (10 beste), Vaiz

Rıf'at Süleyman Efendi (20 civarında), Tiznam Yusuf Çelebi (50 civarında beste)

1730’dan sonra ölmüştür denebilir. Ancak, Sultan Mustafa zamanında parlamış

ve öldüğü belirtilmeyen Memiş Ağa, Osman Ağa, Tomtom İmam veya Kazzaz

Hasan Ağa hakkında aynı sonucu çıkarmak mümkün değildir.

Eserde Esad Efendi’nin müzik hocalarına da kitabında yer vermiş

olması herhalde akla yatkındır. Ama bunlarla ilgili herhangi bir ipucu vermiyor.

Ölüm tarihlerinden ve ya sarayda bulunmalarından veya sarayla ilişkili

olmalarından hareket ederek Esad Efendi’nin, sadece şu bestekârlarla tanışmış

olduğunu söyleyebiliriz: Abdülbâki Arif Efendi (ö. 1713), Abdülbâki Pârsâzâde

Efendi (ö. 1734), Kapudanzâde Ahmed (ö. 1730’dan sonra, Öztuna’nın tahmini ö.

1725?), Buhurîzâde Itrî (ö. 1711), Derviş Ali Kudümzen Filibeli (ö. 1730’dan

sonra), Ebubekir Ağa (ö. 1759), Serhanendegân Enfî Hasan Aga (ö. 1729), İsmail

Ağa (ö. 1724, Bazı yerlerde Abdülbâkî Arif Efendi’nin öğrencisi olduğu

belirtilmiştir), Mehmed Çelebi Küçük Müezzin (ö. 1717), Molla Mehmed Efendi (ö.

1730’dan sonra, Öztuna’nın tahmini ö. 1780?), Nazîrizâde Mehmed Emin (ö.

1712), Tesbîhîzâde Mehmed Emîr Çelebi (ö. 1730’dan sonra, Öztuna’nın tahmini

ö. 1750?), Odabaşızâde Mehmed Efendi (ö. 1730’dan sonra), Kazasker Mehmed

Mecdi Efendi (ö. 1722), Mehmed Reşit Çelebi (ö. 1737), Çarşeb Mustafa Ağa (ö.

1730’dan sonra), Hânendebaşı Müezzin Mustafa Ağa (ö. 1730’dan sonra),

Mustafa Çelebi Şehla (ö. 1730’dan sonra), Rıf'at Süleyman Efendi (ö.

1730?lardan sonra), Seyyid Nuh Amidi (ö. 1714), Tomtom İmamı (ö. 1711),

Tosunzâde Abdullah (ö. 1715), Yahya Nazîm Çelebi (ö. 1726), Yusuf Nabi Efendi

(ö. 1714), Tiznam Yusuf Çelebi (ö. 1730’dan sonra). Rıfat Süleyman Efendi’nin

20 dolayında bestesinin olduğundan söz etmekle birlikte, beğendiği bir

bestekârdır; bununla birlikte güfte mecmualarında daha fazla bestesinin kaydı

vardır. Adlarını veremediği Hafız Kömür, Hubyarzâde, Baba Nevayi, Piri Çelebi’yi

tanıma ihtimali hiç yoktur, bunlar

(xxxxxxxxxx, Musikişinas, sy. 10, 2009, s. 213 xxxxxxxxxx)

hakkındaki bilgileri başkalarından nakletmiştir. Bu bestekârlar tahminen

1690’dan önce ölmüş olmalılar. Nâyî Osman Dede (ö. 1729), Zaharya, Hasan

Sezaî gibi adını hiç vermediği, o dönemde yaşamış bestekârlardan da

tanıdıklarının olması kuvvetle muhtemeldir. Kendisinden önce ölen Hafız Post (ö.

1693) gibi bestekârların adının bulunması bu bestekârların eserlerinin saray

fasıllarında hâlâ büyük bir zevkle okunduğunu göstermektedir.

Bazı yazarlar Esad Efendi’nin Atrabu’l-âsâr’ını kaynak gösterip

Ebubekir Ağa’nın bir “edvâr” eseri, yani bir nazariyat kitabı yazdığından

bahsetmişlerdir.54 Oysa Esad Efendi, kitabında Ebubekir Ağa hakkında böyle bir

bilgi vermemiştir. Bu yazarların bahsettikleri kitap olsa olsa Ebubekir Ağa’nın

güfte mecmuası olabilir.

Eserde tekkelerde ve camilerde görevli bestekârlardan söz edilmesi, en

az sarayın müzik okulu Enderun kadar tekkeler (özellikle mevlevi, halveti, gülşeni

tekkeleri) ile camilerin de kendi yapılarına uygun biçimde müziğin gelişmesinde

ve öğretilmesinde rol oynadıklarını, müzik eğitimi ve öğretimi mekânları olduğunu

gösterir. Yazar, söz gelimi, Selanikli Ahmed Ağa’yı anlatırken “tarabhane”den,

Derviş Ömer’i anlatırken “semahane”den; Derviş Ali’yi anlatırken “mutribhane” ve

Galata Mevlevihane’sinden söz etmiştir. Metinde, geleneksel müzik eğitimi

metodu olan meşkin önemine işaret eden bölümler de vardır. Musıkide zirve

sayılan yahut üstat kabul edilen kişiler çok kere meşkini tamamlamış bestekârlar

arasından çıkmaktadır. Bu üstat seviyesine çıkan bu gibi sanatkârlar müzik

ortamında okunan eserlerin değerlendirilmesinde de rol oynamaktadırlar. Esad

Efendi’ye göre, mesela Koca Osman Efendi, Musikinaibi Mustafa Ağa gibi meşk

usulüyle yetişmiş zirve kişiler bestelerin “kalite kontrolü”nde üstat kabul

edilmektedir.

Atrab’dan Osmanlı dünyasının belli başlı müzik merkezleri hakkında da

bilgi edinebiliyoruz. Sadece Istanbul’da değil, ülke sınırları içindeki öteki

şehirlerde de bir müzik çevresi vardır; Trablus, Halep, Şam, Filibe gibi şehirlerde

müzik öğrenimi görenlerin kendi hünerlerini göstermek, daha iyi bir gelir veya

çevre edinmek, kendilerini kabul ettirmek için veya müzik bilgilerini geliştirmek için

İstanbul’a gelmişlerdir. Istanbul’dan ayrılıp başka şehirlere gidenler de olmuştur.

Bunlar ya görev gereği ya da hac maksadıyla başka ülkelere giden

müzisyenlerdir. Bunlardan biri Istanbul’dan ayrılıp Mısır’a giden Şerif Çelebi’dir.

Osmanlı şehirleri arasındaki müzik alışverişi bu müzisyenlerinin getirip

götürdükleri eserlerle sürmüştür denebilir. (Musikişinas, sy. 10, 2009, s. 214)

54 Öztuna, Türk Musikisi Ansiklopedisi, I, 198-200; Meydan Larousse, IV, 37; Özalp, Türk Musikisi Tarihi, I, 465; Osmanlı Musiki Literatürü, İstanbul 2002, s. 107

Eserin önemli bir yönü de müzisyenlerin asıl mesleklerine ilişkin

bilgilere yer verilmesidir. Pek çok bestekârın asıl meslekleri belirtilmiştir. Anılan

66 bestekârın asıl meslekleri veya asıl faaliyetleri şu alanlardadır: şeyh, derviş,

hafız, imam, müezzin; alay beyi, defterdar, kadı, katip, müderris, vali; baltacı,

bostancı, ciltçi, çarşafçı (çarşeb), çorbacı, çömlekçi, çuvalcı, debbağ, ibrikçi,

ipekçi (kazzaz), keseci, kazasker, münşi, odabaşı, ok-yaycı (kemankeş), müzik

hocası, divan hocası, pazarcı, ruznameci, suyolcu, sütçü, şair, tarihçi, taşçı,

tespihçi, kazasker... Bu bilgiler birçok bakımdan değerlendirilebilir. Çoğunun

öncelikle “askeri” ve “dini” görevleri vardır. Bunların yanında esnaf zümresinden

kimselerin de müziğe ilgi duydukları dikkati çekmektedir. Esad Efendi’nin bu

yöndeki gözlemleri, öte yandan, sadece sarayda bulunanların değil, şehir halkının

müziğe duyduğu ilgiyi göstermesi açısından önemlidir. Kitapta anılan

bestekârların önemli bir kısmının doğup yetiştikleri şehirlerle ve asıl meslekleri, bu

bestekârların saray dışında yetiştiklerini; baltacı, hafız, gülcü, buhurcu, hamamcı,

imam gibi saray dışındaki mesleklerle uğraşarak geçimlerini sağladıklarını

gösterir. Burada açıkça görülen bir gerçek de, bestekârların geçimlerini müzikle

değil, başka bir meslekle sağlamış olmalarıdır. Bu açıdan, Türk müziği için kimi

yazarların kullandıkları “saray müziği”, “divan müziği” gibi terimlerin55 çağrıştırdığı

ve kapsadığı anlamlar açısından doğru olmadığı görülebilir. Bu terimleri

kullananların kastettiğinin aksine, Türk müziği sadece bir “elit tabaka” müziği

değildir. Anılan bestekârlardan bazılarının doğum yerlerinin birer müzik merkezi

olması Geleneksel Türk Sanat müziğinin bir “şehir müziği” olduğunun bir başka

ifadesidir. Atrabu’l-âsâr, işaret edilen bu yönleriyle, bir müzik sosyolojisi

çalışmasına kaynaklık edebilecek bir eserdir.

Esad Efendi’nin verdiği güfteler 1603–1730 yılları arasında bestelenmiş

eserlerdir. Bu besteler hem onun kendi müzik dağarcığının değerli bir bölümünü,

hem de saray çevrelerince 1718-1730’larda sevilen, besteleri tutulan bestekârları,

hem de en çok beğenilen fasıl müziği repertuvarını tanıtmaktadır. Bu eserlerin

önemli bir bölümü saray fasıllarında da rağbet gören parçalardır. Atrabu’l-âsâr’da

küçümsenmeyecek sayıda besteli eserin güftesi vardır. Verdiği toplam 164 müzik

eserinden (bk. Ek 3) 40’ı Hafız Post-Itrî’nin, 28’i Hasan Sezai’nin güfte

mecmualarında da vardır. 6 eser aynı beste olduğu için toplam sayıdan

çıkarılınca, geriye kalan en azından 62 eserin Esad Efendi’nin zamanında saray

dışındaki diğer müzik çevrelerince de gerçekten beğenilmiş olduğunu, yine kendi

zamanında yazılmış başka kaynaklar tarafından da destekleniyor demektir.

Verdiği (xxxxxxxxxx Musikişinas, sy. 10, 2009, s. 215 xxxxxxxxxx)

55 Ayrıca terimler açısından da eser bir kaynaktır. Zeynep S. Yüceışık’ın doktora tezinde müzik terimlerinin bir listesi vardır.

güftelerden hiçbirinin notasının günümüze gelmediğini belirtmiştik.

Bununla birlikte Güftesi verilenlerden on üçü farklı bestekârların eserleri olarak

notalarıyla günümüze ulaşmıştır. Bunlar eserdeki güftelerin bir listesinden oluşan

Ek 3’te yıldız işaretiyle gösterilmiştir. Atrabu’l-âsâr’’ın bestelerinden oluşan Ek 3

listesinde alfabetik sıra gözetilmiştir. Güftenin giriş beyitlerinden sonra makam,

usul, bestekâr sırasıyla bilgilerden sonra yapılan bu karşılaştırmalardan ortaya

çıkan bilgiler de ilave edilmiştir. Hemen hemen hepsi için beste anlamında

“murabba” kelimesi kullanıldığı için “beste şekli” belirtilmemiş, ama farklı beste

şekilleri belirtilmiştir. Bestelerin bilgileri kendi dönemine yakın tarihlerde yazılan

Hafız Post-Itri güfte mecmuası56 ile birlikte üç güfte mecmuasındaki57 bilgilerle

desteklenmiştir. Güfte kayıtları arasındaki farklar ve Etem Ruhi Üngör’ün güfteler

antolojisinde bulunanlar ayrıca belirtilmiştir.

Esad Efendi’nin kaynaklarına gelince, kitabın girişinde müziğin doğuşu

hakkında anlattıkları, Taşköprüzâde'nin Mevzûât-ı ulûm'undan ve Kâtip Çelebi’nin

“esami-i kutüb” diye işaret ettiği Keşfü’z-zünûn adlı eserinden aktarılmıştır. Yazar

bu eserleri kaynak olarak gösterip müzik “fenninin kurucusu Süleyman

peygamber hazretlerinin talebelerinden Fisagores'tir” (Pisagor) diyerek yaygın

olarak bilinen deniz kenarında çekiç seslerinden müziğin icat edilişi hikâyesini

anlatmıştır.58 Esad Efendi bir de, bu ilimde ünlü olan Farabî, Muhammed Râzî,

Ebülvefa Cûrcânî, Molla Cami, Hoca Abdülkadir Meragi (Percendî diye geçer),

Hoca Abdülali’nin adlarını anmakta, eserlerinden bahsetmemektedir. Hayatını

anlattığı hiçbir bestekâr hakkında başka bir kaynağın adını vermemiştir. Bu da

onun bestekârları ya tamamen ya anlatılanlara (Diyarbakırlı Ahmed Çelebi, Ali

Paşa için kullandığı “nakledilmiştir” ifadesi de bunu ispatlamaktadır) ya da

(xxxxxxxxxx Musikişinas, sy. 10, 2009, s. 216 xxxxxxxxxx)

56 Hafız Post Güfte Mecmuası (haz. Nilgün Doğrusöz, yüksek lisans tezi, 1993), İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, Itri’nin önemli sayıdaki ilavelerinin bulunması eserin yazarlarını Hafız Post-Itri olarak değerlendirmemize sebep olmuştur. Aşağıdaki listede Hafız Post (Doğrusöz) olarak kısaltılacaktır. Yazım tarihi kesin olmamakla birlikte bu çalışma için en azından mecmuaya ilaveler yapan Itri’nin ölüm tarihini (1711) yazım tarihi kabul edebiliriz. 57 Yukarıdaki dipnotlarda künyeleri verilen 1734 tarihli Hasan Sezai (1), Millet Ktp’deki Anonim (2) ve 1735 tarihli Çarşeb Mustafa Ağa (3) güfte mecmuaları kastedilmektedir. Mecmuanın kendisi özel koleksiyonda olduğu için Mustafa Ağa (Uslu) kısaltmasıyla anılan bu son mecmua üzerine yapılan önçalışma kastedilecektir. Aşağıdaki repertuvar listesinin yazımında yardımcı olan öğrencilerimden Hande Şener ve Volkan’a teşekkür ederim. 58 Bu ve buna benzer hikâyelerin ilk defa müzik mitolojisi açısından değerlendirilişi için bk. Recep Uslu, “Türk Müziği Teori Eserlerinde Mitoloji”, Akademik Araştırmalar Dergisi, sy. 19, 2004, s. 275-289; ay., “Phoenix of Harry Potter or Phoenix of Music: Kaknüs”, The Journal of Music and Science (www.muzikbilim.com’de online), vol. 2, September 2004.

kendisinin şahit olduklarına dayanarak seçtiğini, yazdıklarının

orijinalliğini gösterir.59 Nitekim yaşlılığında tanıdığı Itrî (ö. 1124/1712) için “garip

edalı sedası telleri paslı çenk gibi ahenksiz, perdesiz ve kararsız idi”60 demesini

onu bizzat dinlediğine dayandırmak mümkündür. Fakat cümlelerinin üsluplarına

bakarak bestekârı gerçekten tanıyıp tanımadığını anlamak, her zaman kolay

değildir. Metnin tezkirelerle karşılaştırılması sonucunda, yazarın orada verilen

bilgileri nakletmediğini, kitabını tamamen kendi çalışmaları ve gözlemleri ile

yazdığını göstermektedir. Altı çizilmesi gereken bir nokta da, verilen bilgilerin

değişik açılardan değerlendirilebilecek bir çeşitlilik göstermesidir.

Son olarak, eserin gerçekçiliği üzerinde durmalıyız. Kitabın sadece

mukaddimesinde bir anakronizm örneği vardır. Bu bölümdeki, “Hz. Süleymanın

öğrencisi Pisagor’un” müziği icadıyla ilgili başka kitaplarda da yer alan

kalıplaşmış bir anlatıdır. Bu gibi anakronizm örneği hikâyeler metni okuyucunun

gözünde ilginç kılmak, bilgiyi popülerleştirmek, tarihi boşlukları o günlerin hazır ve

yaygın malumatıyla sunmak gibi endişelere bağlanabilir. Diğer taraftan müziğin

nasıl başladığı konusundaki teorilerden tercih ettiği görüşe yer verdiği anlamına

da gelebilir. Eserin başka yerlerinde özellikle bestekarlar kısmında, bir takım tarihi

şahsiyetlerin adlarıyla ilgi kurularak gerçek olmayan olaylara yer verilmediğini,

“pseudo-epigraphia” denilen “ünlü kişilerin adına atfedilen” bestelerden söz

edilmediğini veya ünlü kişiler adına beste üretilmediğini görmekteyiz. Buna

karşılık, değerli bir bestekâr olduğunu bildiğimiz Koca Osman Çelebi’nin sanat

gücünden söz edilirken “Hâce-i Acem” denerek bu bestekâr Abdülkadir Meragî’ye

benzetilmiş ve eğer yaşasaydı Gulam Şadi’nin ona öğrenci olacağı söylenmiştir.

Bu durumun yanında, bestelerin sadece kendisi tarafından değil, müziği

bilenlerce de güzel bulunduğunu birçok yerde belirtmesi, besteler için bazı sanat

kıstasları uygulaması, Atrab’ın temelde gerçekçi bir eser olduğunu

göstermektedir. Nitekim güfte mecmualarında verilen bestelerin makam, usul ve

bestekar adlarında görülen hatalar Esad Efendi’nin eserine bakılarak

düzeltilmelidir. (xxxxxxxxxx Musikişinas, sy. 10, 2009, s. 217 xxxxxxxxxx)

59 Esad Efendi’nin eserinde verdiği bilgilerin bazı şair tezkirelerine dayandığı fikri ileri sürülmektedir. Özalp, TMT, I, s. 410 60 Atrab, vr. 7b-8a.

,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,

,,,,,,

EK 1. Bestekârların parladığı dönemler Sultan I. Ahmed (1603–1617) dönemi: Andelib, İsa Sütçüzâde. Sultan IV. Murad (1623–1640) dönemi: Hafız Kumral Mehmed Efendi,

Derviş Ömer, Sadayi, Koca Osman Çelebi, Ama Kadri, Murad Ağa (Sultan Mehmed devrine kadar).

Sultan I. İbrahim (1640–1648) dönemi: Kara Mehmed, Ömer Bey Nasuhpaşazâde.

Sultan IV. Mehmed (1648–1687) dönemi: Naathan Abdi, Derviş Abdi Mevlevi, Habibdedezâde Abdullah Ağa, Tavukcuzâde Abdullah, Abdülbaki Arif Efendi (Sultan Ahmed devrine kadar), Aheni Çelebi, Nane Ahmed Çelebi, Hazinedar Ahmed Aga, Ahmed Ağa Mehter, Ahmed Ağa Selanikî, Ahmed Çelebi Şive, Ahmed Efendi Kemankeşzâde, Ahmed Efendi Küçük İmam, Ahmed Efendi Şeyhzâde, Hasanefendizâde Ahmed (Yaşadığı zaman belirtilmemiş olmakla birlikte IV. Mehmed’in hanendebaşı Mustafa Ağa’nın öğrencisi denilmiştir), Ahmed Talip Efendi, Ahmed Zihni Efendi, Ali Paşa, Ali Serneyzen, Ali Şîruganî Gülşeni, Âmâ İbrâhim Çelebi, Nevayî, Cevher Ağa, Derviş Çelebi, Derviş Kasım, Hacı Kasım Tamburi, Hafız Kömür, Hafız Post, Halil Efendi, Hübyarzâde, İbrahim Efendi (Sultani imamı), Çuvalduzzâde İsmail, Mahmut Ağa, Mahmut Çelebi, Avvad Mehmed Ağa, Mehmed Bey Ayntâbi, Çemenzâde Mehmed Çelebi, Odabaşızâde Mehmed Efendi (Sultan Ahmed devrine kadar), Nazîrizâde Mehmed Emin, Gülcübaşızâde Mehmed, Mehmed Mecdi Efendi, Mehmed Mevlevi Derviş, Muharrem Ağa, Musalli Efendi, Buhûrîzâde Mustafa Itrî, Serhanende Mustafa Ağa, Mustafa Ağa Müezzin Hânendebaşı, Mustafa Aşcıbaşı Mevlevi, Musikinaibi Mustafa Efendi, Mustafa Nâzım Çelebi, Nalçe Mehmed Efendi, Müderris Nazîm Efendi, Pîrî Çelebî, Osman Vehbi Çelebi, Osman Efendi, Hatipzâde Osman Efendi, Çömlekçizâde Recep Çelebi, Taşçızâde Recep, Sarı Baki, Seyyid Nuh Amidi, Şerif Çelebi, Durmuş Ağa, Diyarbekri Yahya Çelebi, Yahya Çelebi Üsküdari (ö. 1098/1686), Yahya Nazîm Çelebi (Sultan Ahmed dönemine kadar), Yusuf Mevlevi Çengi, Yusuf Nabi Efendi (Sultan Ahmed dönemine kadar).

Sultan II. Mustafa (1695–1703) dönemi: Derviş Ali Kudümzen, Tomtom İmamı, Osman Ağa, Hasan Çelebi Kazzaz, Mehmed Çelebi Küçük Müezzin, Memiş Ağa, Yusuf Çelebi (Sultan Ahmed devrine kadar)

Sultan III. Ahmed (1703–1730) dönemi: Şöhretler: Abdülbaki Pârsâzâde Efendi, Ahmed Çelebi Diyarbakırlı, Ahmed Kapudanzâde, Ebubekir Ağa, Hasan Aga Serhanendegan, İsmail Ağa, Mehmed Efendi Molla, Mehmed Emîr Çelebi, Tesbîhîzâde, Mehmed Reşit Çelebi, Mustafa Ağa Çarşeb (müezzinbaşı), Mustafa Çelebi, Şehla, Tosunzâde Abdullah, Rıf'at Süleyman Efendi, Seyyid Nuh Amidi.

(xxxxxxxxxx Musikişinas, sy. 10, 2009, s. 218 xxxxxxxxxx)

,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,

,,,,,,,,,, EK 2. Eserlerinin sayısına göre bestekârlar Bir bestesi verilmiş olanlar: Pârsâzâde Abdülbâki Efendi, Pîrî Çelebî,

Çuvalduzzâde İsmail Diyârbakırlı, Çemenzâde Mehmed Çelebi, Çarşeb Mustafa Ağa, Hatipzâde Osman Efendi, Derviş Ömer, Derviş Abdi, Derviş Mustafa Edirneli, Ahmed Zihni Efendi, Sarı Baki, Tavukcuzâde, Abdülbaki Arif Efendi, Osman Ağa, Gülcübaşızâde Mehmed, Musikinaibi Mustafa Efendi, Yusuf Nabi Efendi, Nâzım Çelebi, Üsküdari Yahya Çelebi’nin birer bestesini (murabbaını) veren Esad Efendi, bütün bu bestekarlar için “bir miktar güzel eseri de vardır” der.

İki bestesi verilmiş olanlar: Hazinedar Ahmed Aga, Nane Ahmed

Çelebi, Ahmed Çelebi Kemani, Kemankeşzâde Ahmed Efendi, Şeyhzâde Ahmed Efendi, Serneyzen Derviş Ali, Ebubekir Ağa, Sultanî İmamı İbrahim Efendi, İsmail Ağa, Avvad Mehmed Ağa, Mehmed Reşit Çelebi, Derviş Sadayi, Ahmed Talip Efendi, Şeyh Yusuf Çengi’nin61 iki bestesini verdikten sonra beğenilmiş “bir miktar” eserlerinin daha olduğunu söyler. Esad Efendi, nişabur ve şehnaz makamlarında iki bestesini verdiği Baba Nevayî’nin bestelerinin tamamı için, müziği bilenlerce beğenilmiş olduğunu söyleyerek üstatlığını ayrıca över.

7 bestesi olan Hubyarzâde’nin saba makamında bir bestesine yer

verilmiştir. 8 bestesi olan Derviş Kasım’ın uzzal makamında bir bestesine yer

verilmiştir. 10 bestesi olan Habibdedezâde Abdullah Ağa’nın acem ve saba;

Diyarbakırlı Ahmed Çelebi’nin aşiran ve babatahir; Şehla Mustafa Çelebi’nin ısfahan ve segâh; Kara Mehmed’in uşşak ve bayati makamlarında ikişer bestelerine; Mehmed Pârsâ Efendi’nin neva; Ali Paşa’nın arazbar; Mecdi Efendi’nin bestenigar; Mahmut Ağa’nın eviç makamında birer bestesine yer veren Esad Efendi, bütün bu bestekarlar için “bundan başka on kadar eseri vardır” der.

15 bestesi olan Cevher Ağa’nın nikriz ve neva; Derviş Mehmed

Bağdadi’nin eviç ve hicaz; Derviş Çelebi Eyyubi’nin muhayyer ve acem; Küçükmüezzin Çelebi Mehmed’in muhayyer-buselik ve neva; Muharrem Ağa’nın aşiran ve acem; Nazîrizâde’nin nişabur ve segâh; Naathan (Musikişinas, sy. 10, s. 219) Abdi’nin nişabur ve muhayyer; Diyarbekri Yahya Çelebi’nin acem-aşiran ve kürdi makamlarında iki bestesine; Müderris Nazîm Efendi’nin muhayyer makamında bir bestesine yer veren Esad Efendi bütün bu bestekârlar için “Bundan başka, on beş kadar güzel eseri vardır” der.

20 bestesi olan Ahmed Ağa Selanikî’nin bayati ve neva; Odabaşızâde

Mehmed Efendi’nin nevruzıacem ve segâh; Hasanefendizâde Ahmed’in hüseyni ve acem; Andelib’in neva ve aşiran; Kapudanzâde Ahmed’in segâh ve rehavi; Müezzin Mustafa Ağa’nın bayati ve ırak; Serhanende Mustafa Ağa’nın babatahir ve segâh; Nasuhpaşazâde Ömer Bey’in kürdi ve uşşak; Molla Mehmed Efendi’nin uşşak ve mahur makamlarında iki bestesine; Hacı Kasım Tamburi’nin arazbar ve Hafız Rıf'at Süleyman’ın acem makamında bir bestesine yer veren Esad Efendi bütün bu bestekârlar için “yirmi kadar eseri vardır” der.

61 Derviş Yusuf Çengi’nin günümüze ulaşan edvarı için bk. Recep Uslu, “Yusuf Dede Çengi Mevlevi ve Yayınlanmamış Risale-i Edvarı”, Tarih ve Düşünce, sy. 5, İstanbul 2002, s. 62-65

30 bestesi olan Aheni Çelebi’nin hüseyni ve nühüft; Hafız Kumral’ın hüseyni (müstezad) ve nikriz; Hafız Kömür’ün ırak ve saba; Nasuhpaşazâde Halil Efendi’nin ırak ve bayati; Kudümzen Derviş Ali’nin muhayyer ve babatahir; Seyyid Nuh Amidi’nin babatahir ve hüseyni; Tomtom İmamı’nın hüseyni ve saba; Musalli Efendi’nin bayati ve hüseyni; Mahmut Çelebi’nin uzzal ve hicaz makamlarında iki bestesine; Kazzaz Hasan Çelebi’nin mahur makamında bir bestesine yer veren Esad Efendi, bu bestekârlar için “bunlardan başka otuz kadar eseri vardır” der.

40’dan fazla bestesi olan Mehter Ahmed Ağa’nın uşşak ve saba

makamlarında iki bestesini verdikten sonra Esad Efendi “Kırkdan fazla murabbaları ve yeni tarzda sanatlı ve üstün nağmeleri ihtiva eden on kadar peşrevi vardır” der.

50 kadar bestesi olan Tesbîhîzâde Mehmed Emîr Çelebi’nin kürdi ve

hüseyni; Sütcüzâde İsa’nın mahur ve aşiran; Şerif Çelebi’nin neva ve aşiran; Osman Efendi’nin neva ve hüseyni makamlarında iki nakışına; Memiş Ağa’nın segâh ve aşiran; Yusuf Çelebi’nin nühüft ve segâh makamlarında ikişer bestesine; Osman Çelebi’nin neva makamında bir bestesine yer veren Esad Efendi “Bundan başka, elli kadar” bestelerinin olduğunu söyler.

100’den fazla bestesi olan Taşçızâde Recep’in muhayyer ve ırak; Şive

Ahmed Çelebi’nin ırakımuhalif ve hüseyni makamlarında iki bestesine; Murad Ağa’nın hüseyni makamında bir bestesi ve bir nakşına; Mehmed Bey Antâbi’nin eviç ve hüseyni makamlarında iki kârına; Durmuş Ağa’nın acemaşiran makamında bir bestesine yer veren Esad Efendi bu bestekârlar için “Bundan başka yüzden fazla murabba, nakış ve şarkısı vardır” der.

200’den fazla bestesi olan Ama İbrâhim Çelebi’nin hüseyni ve neva;

Tosunzâde Abdullah’ın hüseyni ve neva; Serhanendegan Hasan Aga’nın acem ve ırak; Âmâ Kadri’nin acem ve hüseyni; Koca Osman Çelebi’nin segâh ve neva makamlarında iki bestesine veren Esad Efendi bütün bu bestekarların “Bunlardan başka murabbaları, kâr, nakış ve şarkısı iki yüzden fazla olup her biri başarılıydı” der. Koca Osman Çelebi için ayrıca “buselik, Türkdarbı usulünde Niyazname adında sanatlı bir kâr tasnif etmiş” olduğunu söyler. (Musikişinas, sy. 10, s. 220)

300 civarında bestesi olduğu belirtilen Nalçe Efendi’nin uşşak ve aşiran

makamlarında iki bestesine yer verilir. 500’den fazla bestesi olan Küçükimam Ahmed ve Yahya Nazîm

Çelebi’nin ikişer bestesine yer veren Esad Efendi, ayrıca “Bunlardan başka beş yüzden fazla güzel murabba, nakış ve şarkısı vardır” der.

700 bestesinden 100’ünün murabba, 600’ü ilahi olduğu belirtilen Derviş

Ali Şîruganî’nin neva ve segâh makamlarında iki murabbaına yer verilir. Binlerce bestesinin olduğu belirtilen üç bestekâr vardır: Hafız Post, Itrî,

Çömlekçizâde Recep Çelebi. Hafız Post’un hüseyni ve neva; Itrî’nin hüseyni ve muhayyer; Çömlekçizâde Recep Çelebi’nin hüseyni ve uşşak makamlarında ikişer bestesine yer verilmiştir.

,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,

,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, EK 3. Atrabü’l-âsâr’da verilen besteler (alfabetik sırayla): Aceb çok cevrini çektim ben ol hâl-i siyeh-kârın / Dirigâ kim barışmadı

benimle yıldızı yârin (nişabur, devrikebir, Şeyhzâde Ahmed Efendi)

Âdem bu bezm-i devr-i dilârâya bir gelür/ Bil kadr-i ömrünü kişi dünyaya bir gelür (segah, semai, Şehla Mustafa Çelebi)

Ağyâr ile ey gonca sen iç bâde-i gül-gûn/ Ben nûş ideyim hûn/ Çün böyle imiş neyleyelim âdet-i gerdûn/ Devran süre her dûn (müstezât, acem, semai, Hazinedar Ahmed Ağa; Hafız Post (Doğrusöz), s. 239’da yarısı okunamamış ve “acemaşiran” makamında, eksik bilgiler buradan tamamlanabilir; Üngör, Antoloji, I, 72, Hamparsum Limoncuyan’ın bayati-araban makamda bestesinin notası var) *

Âlem oldu şâd senden ben esir-i gam henüz/ Âlem itdi terk-i gam bende gam-ı âlem henüz (bayati, çember, Müezzin Mustafa Ağa; Hafız Post (Doğrusöz), s. 190’de bestekar “Surnazen Ahmedi”)

Alma ey gül andelîbin eşk-i çeşm-i pür-nemin/ Nakş iden âb üzre nakş itmiş güzellik alemin (hüseyni, çenber, Tomtom İmamı; Hasan Sezai mecmuası)

Alup âguşa hem-çün hâle ol mâh-ı nevi şimdi/ Muradım üzre döndürdüm bu çarh-ı kec-revi şimdi (muhayyerbuselik, devrirevan, Küçükmüezzin Mehmed Çelebi)

(xxxxxxxxxx Musikişinas, sy. 10, s. 221 xxxxxxxxxx) Alup yine eline câm-ı zernigârını gül / Safa ile geçirir mevsim-ı baharını

gül (aşiran, zencir, Kemani Ahmed Çelebi) Alup yine eline mutrıba çagânelerin/ Yürekte uyansa hey heylerin

terânelerin (acem, zencir, Serhanendegan Hasan Ağa Tamburi; Hasan Sezai mecmuasında aynı bestekar adına “nevruzacem, çember” usulüyle var)

An peri ruhsar âmed cây-ı der dil kerd u reft/ Akl râ hayrân an şekl u şemâil kerd u reft (nakış, nişabur, devrikebir, Nazîrizâde, sözler Farsçadır)

Anber hattın andım tama’-ı hâma düşürdüm/ Murg-i dili kurtulmayacak dama düşürdüm (hüseyni, evfer, Ama Kadri)

Andelibem gülşenim tâb-ı münîrimdir benim/ Tûtıyem âyine-i mir'at zamirimdir benim (acemaşiran, çenber, Durmuş Ağa; Hafız Post (Doğrusöz), s. 240’da “Güfte-i Arif” kaydıyla yarısı okunamamış)

Ârızın vasf eyler iken gülşen içre gül güle/ Şöyle kesret oldu kim söylerdi bülbül bülbüle (hicaz, zencir, Derviş Mehmed Bağdadi)

Âşık gam-ı dil-rübâsız olmaz/ Pîrân hevâ-yı asâsız olmaz (eviç, remel, Ebubekir Ağa; Millet Ktp nr. 759, vr. 119a, eviç, remel, bestekarı belirtilmemiş; Üngör, Antoloji, I, 23, Zekai Dede’nin acemkürdi bestesinin notası var) *

Aşiyân-ı mürg-i dil zülf-i perişânındadır/ Kande olsan ey peri gönlüm senin yanındadır (segah, hafif, Koca Osman Çelebi; söz Fuzuli’nindir, Üngör, Antoloji, I, 512, 519, 954, 1151, 1169, Nevres Bey’in ısfahan; Kanuni ama Nazım Bey’in şedaraban; H. S. Arel’in uşşak; Bekir Sıdkı Sezgin’in saba; Cinucen Tanrıkorur’un şevkefza besteleri var)*

Aşkın yolunda menzil-i maksuda yitmişem/ Kuh-ı belâ vü derdi bana mesken itmişem (babatahir, havi, Seyyid Nuh Amidi; Hasan Sezai mecmuası)

Bahar geldi bu fasl-ı ferah-fezâ düşmez/ Kenâre azm idelim böyle bir heva düşmez (hüseyni, muhammes, Nane Ahmed Çelebi; Hafız Post (Doğrusöz), s. 103 “Güfte-i İsmeti” kaydıyla)

Bahâr-ı hüsnünün bil kadrin ey meh câvidan sanma/ O gevher değme bir kanda bulunmaz rayegan sanma (acem, evfer, Derviş Çelebi Eyyubi; Hafız Post (Doğrusöz), s. 226’de “Beste-i Ali” ve “Güfte-i İsmeti”)

Bahş u hulk u vefa kes be-yar-ı ma ne-resed/ Tura derin suhan inkar ma ne-resed (saba, semâi, Hazinedar Ahmed Aga, sözler Farsçadır)

Bakışın deler ciğerler bu ne gamzeli bakışlar/ Revişin alur gönüller bu ne şiveli revişdir (nişabur, çember, Naathan Abdi; Hafız Post (Doğrusöz), s. 29 “Beste-i Selaniki” ve “Güfte-i Ruhi” kaydıyla aynı makam ve usulde; Üngör, Antoloji, I, 858)

Bana kan ağladup derd-i firâk-ı la'l-i handanın/ Dağıtdı aklımı evvel nazarda çeşm-i fettanın (segah, hâvi, Tiznam Yusuf Çelebi; Hasan Sezai mecmuasında ayrıca “Güfte-i Atâyî” bilgisi de verilmektedir)

Bana rahm iderdi eğer bileydi o meh-likâ nigerânımı/ Nazar eyler idi vefa ile işideydi ah u figanımı (segah, hezec, Serhanende Mustafa Ağa)

(xxxxxxxxxx Musikişinas, sy. 10, s. 222 xxxxxxxxxx)

Bela-yı aşka düştün aşk-ı mihnet-karı gördün mü/ Beni azar iderdin sevdiğim azarı gördün mü (aşiran çenber, Şerif Çelebi; Hafız Post (Doğrusöz), s. 266 “Beste-i Kadri Ama” ve “Güfte-i Şehri” kaydıyla)

Ben ol bed-ahde rağmen bir vefadar eyledim peyda/ Dil aldırdımsa ey dil böyle dildar eyledim peyda (neva, sakil, Şerif Çelebi; Hafız Post (Doğrusöz), s. 145 “Güfte-i Hakani” kaydıyla)

Bezm-i çemende şîveler eyler yürür müsün/ Canâ cemâlin âyînede hiç görür müsün (mâhur, fer, Kazzaz Hasan Çelebi; Millet Ktp nr. 759, vr. 19a mahur hafif, bestekar belirtilmemiş)

Bîm-i reh bilmez şeb-i tarikde tenha gelür/ Senden ey meh-ru hayalin bana bi-perva gelür (kürdi, evfer, Nasuhpaşazâde Ömer Bey)

Bir bî-kesim ki halime mahrem bulunmadı/ Zahm-ı derûn-ı sîneye merhem bulunmadı (acem, hafif, Muharrem Ağa; Hafız Post (Doğrusöz), s. 226 bestekarı belirtilmemiş)

Bir sînede kim nar-ı muhabbet eseri yok/ Zulmetdedir ol nûr-ı Huda'dan haberi yok (rast, devrirevan, Şeyh Yusuf Mevlevi Çengi)

Bir şuha âşıkım bana mekr u âl ider/ Bir serve ma'ilim ki gamı kaddi dâl ider (acem , hafif, Hafız Rıf'at Süleyman ; Millet Ktp nr. 759, vr. 43a bestekar sadece “Hafız”)

Bir yanar mı bulunur çün ciğerimden gayrı/ Bir acır mı bulunur yarelerimden gayrı (hicâz, evfer, Derviş Abdi Mevlevi; Hasan Sezai mecmuasında aynı makam ve usulde “Şamlı Derviş Mehmed” adına)

Bitmez yüreğim yâreleri işler onulmaz/ Sabr eyleyelim çare nedir bitmez iş olmaz (hüseyni, devrirevan, Sultanî İmamı İbrahim Efendi)

Bizden ey bad-ı saba ver haber âzâdelere / Mübtela oldı gönül bunda Arapzâdelere (bayati, semai, Çarşeb Mustafa Ağa)

Bu gülşen içre ki bir gonce-i nihan açılur/ Hezâr perdeden âgâze-i figan açılur (hüseyni makâmında ve zencir, Tosunzâde Abdullah; Hasan Sezai mecmuasında ayrıca “Güfte-i Dürri” kaydıyla)

Bu tab ile ruhsâre-i cânana bakılmaz/ Gözler kamaşur mihr-i dırahşâna bakılmaz (kürdi, semai, kemani ve neyzen İsmail Ağa Hasköylü; Üngör, Antoloji, II, 768, söz Yahya Efendi, Ali Rıfat Çağatay’ın nihavend bestesi)*

Bûs eylemedir dehanını niyetimiz/ Gencîne-i gaybdan gelür kısmetimiz (hüseyni, evfer, Çömlekçizâde Recep Çelebi; Hafız Post (Doğrusöz), s. 103 “Güfte-i Nabi” kaydıyla)

Buse-i la'l-i lebin ol mest-i bed-hu virmedi/ Haste-i hicran-ı aşka bir içim su virmedi (aşiran, devrikebir, Memiş Ağa)

Bûy-ı gül-i nazı dirmeyenler bilmez/ Gülzar-ı niyare irmeyenler bilmez (aşiran, semâi, Talip Efendi )

Bülbülün zarın şeha vakt-i bahar olsun da gör/ Aşıkın zarı dil-efgarın hezar olsun da gör (neva, devrikebir, Hatipzâde Osman Efendi ) (Musikişinas, sy. 10, s. 223)

Büttan ol kakül-i anber-şemîme mübteladır hep/ Gazalân-ı harem pa-beste-i dam-ı cefadır hep (hüseyni, evfer, Nane Ahmed Çelebi)

Can kalmadı bes ki nâle kıldım sensiz/ Hicran elemini şimdi bildim sensiz (aşiran, semai, Andelib)

Cennet safası vuslat-ı canan değil midir/ Düzah belası mihnet-i hicran değil midir (evic, hafif, Sultanî İmamı İbrahim Efendi; Millet Ktp nr. 759, vr. 119a evc hafif bestekar “İbrahim Efendi”)

Cihan harab girişme-i siyah çeşminden/ Figân tegâful-i gamzenden ah çeşminden (hüseyni, zencir, Yahya Nazîm Çelebi)

Cûy-ı eşkim serv-kaddin çün ko aksun sû-be-sû/ Bûsitân-ı kûyın arayı tolansun kû-be-kû (eviç, evfer, Küçükimam Ahmed ; Hafız Post (Doğrusöz), s. 303; Millet Ktp nr. 759, vr. 119b bestekar sadece “Küçükimam”)

Çıkınca pireheninden o sine deryada/ Sadef haram ola dürr-i semine deryada (segah, zencir, Memiş Ağa; Hasan Sezai mecmuasında var; Millet Ktp nr. 759, vr. 104a)

Çu serv eger be-huserayı demi be-gülzari/ Hored zi-hasret ruy-ı to her gül ü hari (nakış, segâh, devrirevan, Nazîrizâde, sözler Farsçadır; Hafız Post (Doğrusöz), s. 312 bestekar belirtilmemiş)

Dağlarıla nev-be-nev bu cism-i zarı seyr idün/ Deşt-i mihnetde açılmış lale-zarı seyr idün (acem, sakil, Habibdedezâde Abdullah Ağa; Hafız Post (Doğrusöz), s. 231 bestekar belirtilmemiş)

Dedim hüsnün beratında nedir zülf-i siyah eğri/ Dedi bu Rûm'dur bunda olur tuğra-yı şâh eğri (şehnaz, evfer, Nevayî; Hafız Post (Doğrusöz), s. 340 bestekarsız)

Değildür gül ruhunda hâl-i fülfül/ Ezelden kaldı onda çeşm-i bülbül (neva, devrirevan, Mehmed Pârsâ Efendi)

Dem-be-dem didelerim eşk-i firavan bürüdi/ Bir iki merdümi gark eyledi umman bürüdü (saba semai, Habibdedezâde Abdullah Ağa; Hafız Post (Doğrusöz), s. 32 bestekar belirtilmemiş)

Der dil şiken afet-i çarhest-i nigaheş/ Tıfli ki peder mi-şikened tarf-ı külaheş (hüseyni, semai, Şeyh Yusuf Çengi, sözler Farsçadır)

Dersen ey dil çeşm-i bahtım derd-i hicran görmesün/ Kanlı yaşın sil nigah itdikçe canan görmesün (neva, çember, Küçükmüezzin Mehmed Çelebi)

Dil be-sadra mi-rev amma murad-ı dil yekist / Rah eger bisyar baş ed baz gu menzil yekist (nakış, neva, hafif, Osman Efendi, sözler Farsçadır; Millet Ktp nr. 759, vr. 23b)

Dil esir olmağa bir kamet-i şimşad ister/ Hiç değildir yine dil mülkini ber-bad ister (ırak, devrirevan, Müezzin Mustafa Ağa)

Dilber dile dil dilber-i fettâna münâsip/ Gül bülbüle bülbül gül-i handâna münasip (muhayyer, fahte, Mustafa Itri ) (Musikişinas, sy. 10, s. 224)

Dil-i aşüfte kim ol anberin-gisuya bağlanmış/ Sanurlar sebze-i hod-rüstedin şebbuya bağlanmış (ırak, nimdevr, Hafız Kömür; Hasan Sezai mecmuasında bestekar sadece “Hafız” ve “Güfte-i Naili” kaydıyla var)

Dil-i gam-ülfetin bir kerre mesrur oldugın görsek/ Gam-ı hicrin gönülden dur u mehcur olduğın görsek (uşşak, nimdevr, Çömlekçizâde Recep Çelebi; Hafız Post (Doğrusöz), s. 168 “Güfte-i Nasibi Kadi” kaydıyla)

Dil-i nizare terahhum ider hababim yok/ Hezâr zahm nümâyan veli tabibim yok (segah, hafif, Derviş Ali Şîruganî; Hafız Post (Doğrusöz), s. 316 “Beste-i Derviş Ali” ve “Güfte-i Vecihi” kaydıyla)

Dil-i suzanı ol şuh-ı keman-darım nişan eyler/ Semenderdür hadengi ateş içre aşiyan eyler (mahur, devrirevan, Sütçüzâde İsa)

Dil-i şeyda firak-ı yar ile rencidedir şimdi/ Gülünden ayrı düşmüş bülbül-i şuridedir şimdi (saba, devrirevan, Hafız Kömür)

Dil-i ye's-ülfet-i aşık felekde kâm-cû olmaz/ Derûn-ı sâde-levh-i dilde nakş arzû olmaz (nevruzacem, devrirevan, Odabaşızâde Mehmed Efendi)

Dilim o nadire-guy aşina-yı dilberdir/ Sözüm latife-i hatır-güşa-yı dilberdir (saba, semai, Sarı Baki; Hafız Post (Doğrusöz), s. 77 “Güfte-i Fasihi” kaydıyla)

Düştükçe yolun bâd-ı sabâ kûy-ı nigâra/ Lutf eyle irişdür haberin bu dil-i zara (neva, sakil, Ahmed Ağa Selanikî; Hafız Post (Doğrusöz), s. 156)

Ebr-i nîsân sâye-i bân ber târem gerdûn zi-dest/ Lâle çetr-i la’l ber ferş ez zümrüdgûn zi-dest (nakşı, arazbar, hafif, Abdülbâki Pârsâzâde Efendi)

Eşkim dökülür hasret ile çeşm-i terimden/ Bir lahza nihan olsa cemâlim nazarımdan (hüseyni, sakil, Aheni Çelebi)

Ey gonce-i nev resîde-i gülşen-i râz/ Vey bârika-i mâ-hasl-ı bâğ-ı niyâz (bayati , evfer , Ahmed Ağa Selanikî; Hafız Post (Doğrusöz), s. 187’de aynı makam-usul bestekar belirtilmemiş; Hasan Sezai mecmuasında bestekar sadece “Beste-i Hafız” kaydıyla var)

Ey gönül gayrıya meyl eyleme cânan bir olur/ Birinin aşkı derununda yeter, can bir olur (uzzal, muhammes, Çemenzâde Mehmed Çelebi)

Ey murg sihr-i aşk zi-pervane bi-yamuz/ Mekan-ı suhte ra han şod amuz ne-yamed (nakış, hüseyni, türk-darbı, Osman Efendi; Hasan Sezai mecmuasında aynı makam ve usulde “Galatalı Osman Efendi” ve “Güfte-i Sa’di” kaydıyla var)

Ey peri peyker olaldan mest ü hayranın senin/ Dağıduptur kendüyi zülf-i perişanın senin (hisar, muhammes, Musikinaibi Mustafa Efendi )

Ey reşk-i peri, hüsn-i Hudâ-dâd senindir/ Vey gonca-dehen, bülbül-i nâ-şad senindir (nakış, hüseyni, evfer, Murad Ağa)

Ey şûh-ı cefa-pîşe niçun cana kıyarsın/ Kafirdir o halin ki sen imana kıyarsın (acem, darbıfetih, Ama Kadri; Hafız Post (Doğrusöz), s. 227’de “Güfte-i Mesti”)

(xxxxxxxxxx Musikişinas, sy. 10, s. 225 xxxxxxxxxx) Eyleye yar seza-varı visal ağyarı/ Giryeden gayrı n'olur âşık-ı zârın kârı

(segah, muhammes, Kapudanzâde Ahmed; Hasan Sezai mecmuasında “maye” makamında muhammes usulde aynı bestekar ve “Güfte-i Rüşdi” kaydıyla var; Mustafa Ağa (Uslu), vr. 92a)

Fark olunmaz şu’le-i âhım gice meh-tâb’dan/ Neyleyim hurşid-i rahşanım göz açmaz hâbdan (hüseyni, çember, Mustafa Nâzım Çelebi)

Feryad iderem zülf-i siyeh-karın elinden/ Alsam seni ol düşmen-i gaddarın elinden (ısfahan, darbeyn, Şehla Mustafa Çelebi; Hasan Sezai mecmuasında darbeyn yerine “remel-fer” usulü kaydıyla; güftekar bilinmeyen Zekai Dede’nin karcığar ve Muallim İsmail Hakkı Bey’in büzürg bestelerinin notaları var)*

Figan kim haste-i hicranın ol şuh-ı cihan bilmez/ Aceb müşkil beladır k'ola yarin bir aman bilmez (muhayyer, evfer, Taşçızâde Recep; Hafız Post (Doğrusöz), s. 129 “Güfte-i Vecihi” kaydıyla)

Firkatin yandırdı bağrım ciğerim kan oldı gel/ Gel ki didarın bu sayru cana dermân oldı gel (arazbar, çember, Hacı Kasım Tamburi)

Geçmiş meğer ki fevt-i dem-i fursat itmişiz/ Biz ol periyi görmemişiz, gaflet itmişiz (hüseyni, sakil, Murad Ağa)

Gel ey saba eser-i gül-bahardan ne haber/ Açar mı gonca dili gül-izardan ne haber (babatahir, zencir, Derviş Ali Kudümzen Filibeli)

Gerden-i canda kemend-i zülf-ı cânâne midir/ Eyleyen halim perişân ol perişane midir (muhayyer, çember, Derviş Çelebi Eyyubi; Hafız Post (Doğrusöz), s. 129)

Gezersin sû-be-sû alemde bir mesrûr gördün mü/ Harab-âbâd-ı dehr-i köhneyi ma'mûr gördün mü (hüseyni, evfer, Şive Ahmed Çelebi)

Gidermiş dilden ol sohbetin ile gussalar gamlar/ Kanı ey cam-ı Cem ol zevkler ol eski alemler (ırak, fer, Gülcübaşızâde Mehmed)

Gönlüm heves-i zülf-i siyeh-kare düşürdüm/ Mürg-i dilimi sahn-i çemen-zare düşürdüm (nikriz, muhammes, Cevher Ağa; Üngör, Antoloji, I, 366, güftekarı bilinmeyen Zekai Dede’nin hisarbuselik bestesinin notası var)*

Gönül te'sir-i tab-ı neşve-i çeşminle mest olmuş/ O keyfiyyetle ahir vasıl-ı bezm-i elest olmuş (muhayyer, devrikebir, Müderris Nazîm Efendi)

Gördüm aks-i ruy-ı yari gevherîn ayînede/ Bir güzeldir hıfz olunmuş guyiyâ gencinede (ırak, hafif, Derviş Ali Serneyzen )

Guyem demi ki derd-i dili der meyan nehem/ Bari ki asumane ne-keşed der meyan nehem (hicaz, muhammes, Mahmut Çelebi, sözler Farsçadır)

Gül der be-ruy-i der kef-i ma’şuk be-kamest/ Sultan-ı cihanem be-çünin ruz gulamest (nakşı, muhayyer, Türk-darbı, Yahya Nazîm Çelebi, sözler Farsça’dır) (Musikişinas, sy. 10, s. 226)

Gülistan-ı gamın bülbülleri ateş-nevadır hep/ Anın-çün gülleri pejmürde-i tâb-ı cefâdır hep (hüseyni, sakil, Tesbîhîzâde Mehmed Emîr Çelebi)

Haddeden geçmiş nezaket yol u bol olmuş sana/ Mey süzülmüş şişeden ruhsar-ı al olmuş sana (mahur, çember, Molla Mehmed Efendi; söz Nedim’in M. Ali Çelikbaş tarafından bayati beste).

Ham olmaz değme tirendaz-ı aheng imtihânından/ Ol ebrular ki Rüstem dağ-ı sahtidir kemânından (neva, evfer, Hafız Post Mehmed; Hafız Post (Doğrusöz), s. 152)

Hasret ile didesi pur-nem nice bi-çare var/ Şîşe-i dehr içre şimdi bir peri-ruhsare var (uşşak, çember, Molla Mehmed Efendi; Hasan Sezai mecmuasında “Beste-i Üsküdâri Molla Mehmed” ve “Güfte-i Kelim” kaydıyla var; Mustafa Ağa (Uslu), vr. 31a).

Hatt-ı izârını gördi senin o halet ile/ Benefse ser-be-zemin oldu yüz hacalet ile (bayati, firenkçin, Musalli Efendi; Hasan Sezai mecmuasında aynı makam ve usulde “Beste-i Musallî Çelebi” ve “Güfte-i Fâiz” kaydıyla var; Mustafa Ağa (Uslu), vr. 34b).

Hayal-i cilve-ger dilde o şuh-ı dil-sitan gaib/ Tılsım-ı fitne amade veli genc-i nihan gaib (babatahir, nimdevir, Serhanende Mustafa Ağa).

Hayâlin dideden, nakşın dil-i şûrideden çıkmaz/ O bir mu'ciz-nümâ tasvirdir âyineden çıkmaz (aşiran, devrirevan, Muharrem Ağa; Hafız Post (Doğrusöz), s. 263 “Beste-i Muharrem” ve “Güfte-i Şeyh Arzi” kaydıyla).

Hayli uşşaka bela-yı nâgehândır gamzesi/ Çeşm-i ser-mesti ayan ammâ nihandır gamzesi (neva, evfer, Derviş Ali Şîruganî).

Her geh ki gül hasret ola bülbüle mahsus/ Gülşende olur nale-i bülbül güle mahsus (nühüft, remel, Aheni Çelebi).

Herkese mihr-i vefa uşşaka naz itmek neden/ Gayre ihsan ehl-i dilden ihtiraz itmek neden (hüzzam, muhammes, İsmail Ağa Hasköylü; Üngör, Antoloji, I, 22, güftekarı bilinmeyen Osep Ağa’nın acemkürdi bestesi)*

Hiz be- cilve ab kun serv-i çemen-tarraz ra/ Ab u heva ziyade kun bağçe niyaz ra (kâr, hüseyni, nimsakil, Mehmed Beg Antâbi, sözler Farsça; Millet Ktp nr. 759, vr. 64a)

Hüsn kim galiye vü gâzeden imdad ister/ İstemez dil anı bir hüsn-i Hüdâ-dâd ister (neva, evfer, Andelib; Hafız Post (Doğrusöz), s. 148 “Güfte-i Yahya Efendi” kaydıyla)

İrişdi mevsim-i gül seyr-i gülsitân ide gör/ Geçirme fırsatı gel ayş-ı cavidan ide gör (hüseyni, zencir, Ama İbrâhim Çelebi; Hasan Sezai mecmuası; Hâfız Post (Doğrusöz), s. 173’te uşşak, bestekâr Kadri; Güftekarı bilinmeyen aynı sözlü beste Dede Efendi bestenigar)*

İtmedi nezzare hüsn-i dilbere dîdem henüz/ Rişte-i mihnetle dikti sûzen-i matem henüz (babatahir, çember, Tavukcuzâde)

(xxxxxxxxxx Musikişinas, sy. 10, s. 227 xxxxxxxxxx) Kaçan Ferhad'a Şirin cuy-ı şîr emr itdi taş üzre/ Hevaya tîşesin

şevkinden attı didi baş üzre (ırak, nimdevir, Serhanendegan Hasan Aga) Kaddin görüp âdem nice damânına düşmez/ Ey serv-i sehf saye-sıfat

yanına düşmez (kürdi, muhammes, Tesbîhîzâde Mehmed Emîr Çelebi; güftekarı bilinmeyen Kazasker Mustafa Efendi’nin hüzzam makamında bestesinin notası var)*

Kaldı visali çün hat-ı anber-feşana dek/ Geçsün bahar sabr idelim biz hazana dek (saba, evfer, Tomtom İmamı)

Kanda varsa aşık-ı bî-çâre cânânın arar/ Derd ile bîmâr olan elbette dermanın arar (aşiran, hafif, Avvad Mehmed Ağa; Hasan Sezai mecmuasında acemaşiran, hafif, “Beste-i Karakız” kaydıyla; Mustafa Ağa (Uslu), vr. 43b’de bestekâr İrâni Avvad Mehmed Ağa)

Kasdın eğerçi cân u dilim birisinedir / İkisi de fedâ yoluna birisi nedir (kürdi, hafif, Çuvalduzzâde İsmail Diyârbakırlı; Hasan Sezai mecmuasında aynı makam ve usulde “Beste-i Na’na Ahmed” kaydıyla; Mustafa Ağa (Uslu), vr. 63b)

Kıl saba gönlüm perişan olduğun canâna arz/ Suret-i halin bu virân mülkün it sultana arz (saba, semai, Hubyarzâde; Hafız Post (Doğrusöz), s. 78’de bestekar “Buhurizâde” yazıyorsa da yazmasında “Hubyarzâde” yazıyor, “Güfte-i Fuzuli” kaydıyla; Fuzuli’nin olan bu şiirden Ali Rıfat Çağatay’ın dilkeşhaveran ve Hüseyin Sadettin Arel’in revnaknüma bestesinin notası var)*

Kızarır badeden ol nergis-i mestane biraz/ Mey-i nâb içse gözü mail olur kana biraz (uşşak, darbıfetih, Mehter Ahmed Ağa Edirnevi; Hasan Sezai mecmuasında ısfahan ve darbıfetih usulde “Beste-i İsmail Çavuş” kaydıyla var)

Kumaş-ı surh-ı dâğım çâr-sû-yı sîne peydâdır/ Neşât-ı aşkıla şerh-i vucûdum bir donanmadır (neva, devrirevan, Kemankeşzâde Ahmed Efendi)

Kûyun gibi ehl-i dile bağ-ı İrem olmaz/ Bağ-ı İrem ol cennet-i feyze harem olmaz (neva, sakil, Koca Osman Çelebi; Hafız Post (Doğrusöz), s. 149 “Güfte-i Kudsizâde” kaydıyla)

Küşâd olur gül-ı bahtım tebessum itdikçe/ Açıldı gonca-i tab'ım terennüm itdikçe (ırak, zencir, Abdülbaki Arif Efendi)

Laleler bezm-i çemende cam-ı işret gösterir/ Devletinde husrev-i gül-ıyşe ruhsat gösterir (bayati, devrikebir, Avvad Mehmed Ağa; Hafız Post (Doğrusöz), s. 131’de muhayyer çenber “Beste-i Itri” kaydıyla; Hasan Sezai mecmuasında aynı makam ve usulde “Beste-i Avvadoğlu” ve “Güfte-i Bâki” kaydıyla var; Mustafa Ağa (Uslu), vr. 35b; Üngör, Antoloji, II, 1307)

(xxxxxxxxxx Musikişinas, sy. 10, s. 228 xxxxxxxxxx) Lutf-ı heva nesim-i seher bad-ı nev-bahar/ Berbad idüp gönülde komaz

zerrece gubar (ırak, sakil, Taşçızâde Recep; Hafız Post (Doğrusöz), s. 279 “Güfte-i Şeyhi” kaydıyla)

Mahşer-i rahmış saçın devr-i kamerde ey peri/ Arş-ı mecîd imiş ruhun hâl u hattın melekleri (uşşak, evfer, Kara Mehmed)

Mest olup gül gül açılmışsın bu fettanlık nedir/ Alemi kırmakdasın âşub-i devrânlık nedir (muhayyer, semai, Naathan Abdi; Hasan Sezai mecmuasında aynı makam ve usulde var; Hâfız Post (Doğrusöz), s. 136 “Güfte-i Ruhi” kaydıyla)

Mest olur bir kez gören bu hüsn ile cananımı/ Şah-ı hubansın Huda hıfz eylesün sultânımı (segah, çember, Odabaşızâde Mehmed Efendi)

Meyân-ı lücce-i firkatde kaldı keştî-i dil/ Bu ruzigâr ise çekmez kenâre neyleyelim (hicaz, düyek, Derviş Sadayi Mevlevi ; Hafız Post (Doğrusöz), s. 345 bestekarsız; Üngör, Antoloji, II, 1138)

Mushaf demek hatadır ser-safha-i cemale/ Bu bir kitab-ı sûzdur, fehm iden ehl-i hale (hüseyni, nim-fahte, Seyyid Nuh Amidi; söz Fuzuli, bestekarı bilinmeyen pençgah, Dede Efendi’nin şehnazbuselik makamında bestelerin notası var)

Mutrib-i aşk aceb saz nevahi dared/ Nakşı her nağme ki zed rah be-cayi dared (neva, semai, Osman Çelebi, sözler Farsça)

Mürg-i dilimin kârını hep nâleler itdim/ Bana o gül-i bağ-ı melâhat neler itdi (kürdi, fer, Yahya Çelebi Diyarbekri)

Nahl-i emel sebz olmadın geldik bu dehrin bağına/ Bu ruzigarın değmedik biz bir yeşil yaprağına (aşiran, evfer, Sütcüzâde İsa; Hafız Post (Doğrusöz), s. 270 “Güfte-i Veysi” kaydıyla)

Naz idüp ben aşık-ı zara sever dirsen beni/ Sen de insaf eyle ey gül-çehre kim sevmez seni (muhayyerbuselik, devrirevan, Derviş Ali Kudümzen; Millet Ktp nr. 759, vr. 93a sadece “Derviş Ali”)

Ne açıldık fezâ-yı gülşene gül-pîrehenlerle/ Ne salındık murâd üzre boyu serv semenlerle (nişabur, nimdevir, Baba Nevayî; Hafız Post (Doğrusöz), s. 30 bestekar belirtilmemiş)

Ne dem şimşir-i gamzeyle o fettan gösterir kendin/ Butan tasvir-ı Yusuf gibi hayran gösterir kendin (bayati, çember, Halil Efendi; Hafız Post (Doğrusöz), s. 188’de “bayati” makamında usul ve bestekar belirtilmemiş)

Ne dil-i haste-i mecruhuma merhem bulunur/ Ne gam u gussaların def'ine hem-dem bulunur (neva, berefşan, Pîrî Çelebî )

Ne feyz-i şevk ü ne ser-sebzi-i bahâra döner/ Bu köhne çarh-ı felek bilmesem ne kâra döner (nühüft, zencir, Tiznam Yusuf Çelebi; Hasan Sezai mecmuası)

Nesîm-i bü'l-heves gîsu-yı cânânımdan el çeksün/ Çeker bir gün nedamet ah u efgânımdan el çeksün (babatâhir, çember, Kemani Ahmed Çelebi; Hasan Sezai mecmuasında “Beste-i Diyarbekri” ve “Güfte-i Verdî” kaydıyla var; Millet Ktp nr. 759, vr. 55a “Diyarbekri”)

(xxxxxxxxxx Musikişinas, sy. 10, s. 229 xxxxxxxxxx) Nezzâre kıl gönül o büt-i mâh-ı tal'ate/ Bak bak seni bu hâle koyan bî-

müruvvete (acem, hafif, Hasanefendizâde Ahmed) Nice demdir ki seyr-i mah-ruyar-ı yardan dûruz/ Düşüp tarik-i hicre

pertev-i envardan dûruz (eviç, devrirevan, Şeyhzâde Ahmed Efendi; Hafız Post (Doğrusöz), s. 298)

Niçun suz-ı derunın Aşık-ı bî-dil nihân eyler/ Anı bAd-ı nesîm-ı subh-ı vuslat hod ayân eyler (hüseyni, nimdevir, Küçükimam Ahmed; Hafız Post (Doğrusöz), s. 97 ve 100 “Güfte-i Azmi” kaydıyla)

Nîlgûn fûtada seyr eyle o simin bedeni/ Deste-i sünbül ile seyr ide gör yasemini (kürdi, hafif, Talip Efendi)

Niyazname (kâr, buselik, türkidarb, Koca Osman; Hafız Post (Doğrusöz), s. 256’da “Amel-i Koca Osman, Niyazname”, buselik türkidarb “Ey şuhteri ki naz ra midani/ Serv-u-naz-u işvebaz-ı men”)

O meh-veşin yine yad-ı ruhıyle ah itdim/ Ol ah ile felek ayinesin siyah itdim (ırak-muhalif, zencir, Şive Ahmed Çelebi)

O şâhun bezmine din gelmesün agyara yer yoktur/ Gönül bağ-ı İrem'dür gülşeninde hara yer yoktur (neva, evfer, Ama İbrâhim Çelebi; Hafız Post (Doğrusöz), s. 150 “Güfte-i Ruhi” kaydıyla)

Periveşi dil-i divane mi-keşed suyeş/ Ki nist hadd-ı beşer seyr diden ruyeş (kâr, eviç, Türk-darbı, Kâr-ı Gisû'ya nazire Mehmed Beg Antâbi notası yok, sözler Farsça; Millet Ktp nr. 759, vr. 137b “Antabi”)

Pirahen-i rengini o simin-beden üzre/ Berg-i gül-i terdir ki düşer yâsemen üzre (uzzal, hafif, Derviş Kasım)

Râyic olmaz her zeman nakd-i temenna böyledir/ Ağlama ey hâce kim ümmid-i dünya böyledir (bayati, çember, Ahmed Zihni Efendi)

Reftim ve berdim dağ-ı to ber dil/ Vadi be-vadi-yi menzil be-menzil (nakış, arazbar, nimdevir, Ali Paşa, sözler Farsça)

Reng-i gül-i hoş-bu ruh-ı cânanda bulundı/ Her dürlü letafet ki olur anda bulundı (nikriz, evfer, Hafız Kumral Mehmed Efendi; Hafız Post (Doğrusöz), s. 32 aynı)

Ruh-ı âlın sanema reşk-i şarab olmuşdur/ Dil-i pür-suzum ol âteşte kebab olmuştur (uzzal, devrirevan, Mahmut Çelebi )

Ruhun bir lâle terdir, ne lâle lale-i hamra/ Hattın bir taze anberdir, ne anber anber-i sara (neva, sakil, Cevher Ağa )

Ruhunda badeden yarin ki ab u tab olur peydâ/ Derunumda benim bir ma'dem-i sim-âb olur peydâ (ısfahan, devrirevan, Yahya Çelebi Üsküdari)

Ruhunda bâdeden yarin ki ab u tâb olur peyda/ Derunumda benim bir ma’den-i sim-ab olur peyda (rehavi, nimdevir, Nabi Yusuf Efendi; Hafız Post (Doğrusöz), s. 50 “Beste ve Güfte Nabi” kaydıyla) (Musikişinas, sy. 10, s. 230)

Ruşen olmaz şam-ı bahtım subh-ı vuslat neylesün/ Tali'im tali' değil ol mah-ı tal'at neylesün (bayati, çember, Kara Mehmed; Hasan Sezai mecmuasında “Beste-i Diyarbekri” ve “Güfte-i Rıfatî” kaydıyla; Hâfız Post (Doğrusöz), s. 184 “Güfte-i Rifati” kaydıyla; Üngör, Antoloji, C.I, s. 55’te bestekâr Hâfız Rıfat)

Saki be-nur-ı bade ber efruz cam-ı ma/ Mutrıb be-gu ki kâr-ı cihan şod be-kam-ı ma (eviç, çember, Mahmut Ağa; Millet Ktp nr. 759, vr. 137b eviç türkidarb nakış “Şeştari”; Farsça söz Hafız-ı Şirazi’nin, Şakir Ağa’nın ferahnak makamında bestenin notası var; Üngör, Antoloji, I, 162)*

Seni tebrîde benden olsa ağyar ittifak üzre/ Ne bakim var hulûs elbette gâlibdir nifâk üzre (neva, darbıfetih, Tosunzâde Abdullah)

Senin çün hab-ı rahat çeşm-i giryanımla düşmendür/ Bisât-ı istirahat cism-i suzanımla düşmendür (hüseyni, zencir, Ebubekir Ağa Eyyubi; Hasan Sezai mecmuasında “Beste-i Bekir Çavuş” kaydıyla var; Üngör, Antoloji, C.I, s. 373)

Seraser yandım ey dil âteş-i ah-ı ciğer-suza/ Yine narencî bir came biçindim fasl-ı nev-ruza (ırak, sakil, Halil Efendi ; Hafız Post (Doğrusöz), s. 278 “Beste-i Halil Kadi” ve “Güfte-i Haşimizâde Yetimi” kaydıyla)

Seyr it izâr-ı yârı hatt-ı müsk-bar ile/ Hoşdur çemende mevsim-i gül nev-bahar ile (rehavi, remel, Kapudanzâde Ahmed; Söz Said, Taşçızâde Recep Çelebi’nin mahur bestesi var)*

Sirişk-i çeşm-i hûnînim ol ateş-mevc-i deryadır/ Ki her kim katre-i eşkimde bin düzeh hüveydadır (hüseyni, darbıfeth, Buhûrîzâde Mustafa Itri; Hasan Sezai mecmuasında aynı makam ve usulde var; Hâfız Post (Doğrusöz), s. 94; Üngör, Antoloji, C.II, s. 1302)

Subh salup mah-ı ruhundan nikab/ Çık ki temaşaya, çıka afitâb/ Rişte-i canımı tîr it pur-girih/ Salma ser-i zülf-i semen-sâya tâb (uşşak, darbıfeth, Derviş Ömer; Hafız Post (Doğrusöz), s. 166 “Güfte-i Fuzuli” aynı makam ve usulde bestekarın adı okunamamış)

Subh-dem cana nesim-i zülf-i şebhûyun senin/ Andırır uşşaka her dem ol gül-i ruyun senin (bayati, çember, Derviş Ali Şamlı Serneyzen)

Sun sagarı saki bana mestane desünler/ Uslanmadı gitdi gör o divane desünler (babatahir, semai, Reşit Mehmed Çelebi; Üngör, Antoloji, I, 58, 233, 1140, 1175, söz Yahya Efendi’nin bu bestesi Bolahenk Nuri Bey, Şevki Bey, Emin Ongan tarafından da bestelenmiştir)*

Şarab-ı germ-i ışkı nuş idüp mestanedir gönlüm/ Gam ile ülfeti var zevk ile bî-gânedir gönlüm (hicaz, zencir, Derviş Mustafa Aşcıbaşı)

Şerh eylemeğe derd ü gam-ı aşkını her-bâr/ Ey şuh-ı cefâ-kar / Derda ki bulunmadı cihanda bana bir yâr/ Bir munis-i gam-har (hüseyni, evsat, Hafız Kumral Mehmed Efendi ) (Musikişinas, sy. 10, s. 231 xxxxxxxxxx)

Şimdi meyli gönlümün bir serv-i hoş-reftaradır/ Ol hilal ebru içün gönlüm gözüm avaredir (hüseyni, devrikebir, Musalli Efendi; Hasan Sezai mecmuasında “Edirnevî Musallî Efendi” kaydıyla; Mustafa Ağa (Uslu), vr. 55b)

Şol katre-i eşkim ki akar kan arasında/ Lu'lü gibidir sübha-i mercan arasında (rast, fer, Mehmed Reşit Çelebi)

Temennamız ne nuş-ı meyde ne sagarda kalmıştır/ Netice arzu bir bi-bedel dilberde kalmıştır (hüseyni, darbıfetih, Hafız Post; Hafız Post (Doğrusöz), s. 108 aynı makam ve usulde ama güftenin bir kısmı okunamamış)

Ter olmadın leb-i hâhiş kenar-ı câmından/ Çekildi dil teleğin bezm-i nâ-tamâmından (eviç, zencir, Derviş Mehmed Bağdadi)

Terk-i ser eyledi dil kuçmak içün sim tenin/ Başdan geçmese kuçmazdı seni pirehenin (segah, muhammes, Osman Ağa)

Yâd-ı ruhiyle ağlasam eşkim gül-âb olur/ La'li hayâli ile su içsem şarab olur (bestenigâr, semai, Mehmed Mecdi Efendi)

Yare sorunca şive-i kadd-i nihalini/ Didi, gel itme bana kıyamet su'alini (saba, sakil, Kemankeşzâde Ahmed Efendi)

Yaşım ki gözden aks-i arız-ı canana düşmüşdür/ O şebnemdir seher berg-i gül-i handana düşmüşdür (acemaşirân, nimdevir, Diyarbekri Yahya Çelebi; Hafız Post (Doğrusöz), s. 240 “Beste-i Diyarbekri Yahya” kaydıyla)

Yolunda can virem gibi derunumda alâmet var/ Şehîd-i tîg-ı aşk olmağa gönlümde şehadet var (aşiran, evfer, Derviş Sadayi Mevlevi; Hafız Post (Doğrusöz), s. 270 “Güfte-i Veysi” kaydıyla)

Yüz sürmeğe can payine çokdan nigerandır/ Didarına hasret çekerim bunca zamandır (hüseyni remel, Hasanefendizâde Ahmed; Hasan Sezai mecmuasında “Beste-i Molla” ve “Güfte-i Nüzhet” kaydıyla)

Za'f-ı gamınla kalmadı tab-ı nigahımız/ Nezzare ise hüsnine canâ günahımız (uşşak, hafif, Nasuhpaşazâde Ömer Bey; Hafız Post (Doğrusöz), s. 173)

Zeban-ı aşkı anlar sana benzer işve-ger var mı/ Cihan-ârâsın el-hak sana şimdi şöyle dir var mı (uşşak, havi, Nalçe Efendi; Hafız Post (Doğrusöz), s. 182’de “Beste-i Na’li” ve “Güfte-i Vecihi” kaydıyla yer almaktadır, yanlışlıkla “bayati” makamında görülüyor doğrusu bir önceki sırada yer alan “uşşak” makamında olmalı; Üngör, Antoloji, II, 733, Vardakosta Ahmed Ağa’nın muhayyer-sünbüle bestesinin notası var)*

Zerre denlü aşıka himmet olursa yardan/ Bir değil yüz bin olursa gam yimez ağyârdan (saba, devrikebir, Mehter Ahmed Ağa Edirnevi)

Zülf-i dilber sünbül-i bağ-ı cinanımdır benim/ Hatt-ı la'li nüsha-i ta'viz-i canımdır benim (aşiran, zencir, Nalçe Efendi; Hasan Sezai mecmuasında bayati makam ve sakil usulde “Beste-i Hafız” ve “Güfte-i Cevri” kaydıyla var; Hâfız Post (Doğrusöz), s. 267’da “Güfte-i Vecihi” kaydıyla)

(xxxxxxxxxx Musikişinas, sy. 10, s. 232 xxxxxxxxxx) ,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,

,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,..


Recommended