+ All Categories
Home > Documents > Figen Güner Dilek (2015). “Cengiz Dağcı ve Kasımalı Bayalinov’un İzinde Zorunlu Göçlerle...

Figen Güner Dilek (2015). “Cengiz Dağcı ve Kasımalı Bayalinov’un İzinde Zorunlu Göçlerle...

Date post: 21-Nov-2023
Category:
Upload: ahbv
View: 1 times
Download: 0 times
Share this document with a friend
21
Modern Türklük A A r r a a ş ş t t ı ı r r m m a a l l a a r r ı ı D D e e r r g g i i s s i i Cilt 12, Sayı 2 (Haziran 2015), ss. 86-106 DOI: 10.1501/MTAD.12.2015.2.17 Telif Hakkı©Ankara Üniversitesi Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü C C e e n n g g i i z z D D a a ğ ğ c c ı ı v v e e K K a a s s ı ı m m a a l l ı ı B B a a y y a a l l i i n n o o v v u u n n İ İ z z i i n n d d e e Z Z o o r r u u n n l l u u G G ö ö ç ç l l e e r r l l e e S S ü ü r r g g ü ü n n E E d d i i l l m m i i ş ş H H a a y y a a t t l l a a r r Figen Güner Dilek Gazi Üniversitesi (Ankara) ÖZET Bu incelemede, #<)416 "=;A);LK6,) ;I:/I6- 5)03=5 -,14-6 L:L5 $I:3ü Cengiz Dağ+LK6L6 Onlar da İ ),4L -;-:1 >- C):4L3 "=;A);LK6,) C16K- ;I:/I6 -,14-6 L:/LB $I:3I );L5)4L )A)4167>K=6 Acar ),4L :75)64):L6L6 1B16,- B7:=64= *1: /HG 74):)3 ;I:/I6 376=;= ,-ği şik *7A=<4):LA4) 1:,-4-651 ştir. Onlar da İ ),4L -;-: >- AL44):L6,) L:L5 LBL4<)ş HAI <78:)34):L6L6 "=;4): <):).L6,)6 37407B4)ş<L:5)A4) -4- /-G1:145-;1 >- L:L5 $)<):4):L6L6 3-6,1 <78:)34):L6,) ;I:/I6/HG5-6 ,=:=5=6) ,Iş5-4-:1616 013FA-;1,1: +): ),4L -;-: 1;- L:/LB 0)43L6L6 AL4L 1;A)6L 6-<1+-;16,-31 B7:=64= /HGI6I E:3I6 >- ;76:);L6,)31 B7 r 0)A)<L6L )64)<L: ;-:4-: 131 .):34L $I:3 +7ğ:).A);L6,)31 $I:3 *7A4):L6L6 131 .):34L "=; AH6-<151 ;I:-+16,- 5):=B 3)4,L34):L ;I:/I6/HG 013FA-4-:1616 7:<)A) GL3Lş ;-*-84-:1 ;76=G4):L <78:)3 >- HB/I:4I3 )4/L;L H<-314-ş5- )GL;L6,)6 3): şL4)ş<L:L45L ş<L: -: 131 -;-:,- ,- A)B):4):L6L6 )64)<<L34):L *= 013FA-4-:,- /-G-6 74)A4):) ,)1: *1BB)< A)ş)65L ş4L34):L6L6 745);L 14/1 G-31+1 *1: 7:<)3 673<),L: #76=G 74):)3 0-: 131 -;-:,- ,- ;I:/I6B7:=64= /HG ;I:-+1616 16;)6<784=5 IB-:16,-31 -<314-:1 -4- )4L65L ş<L: -: 131 3=:5)+),) ,) HB/I:4Iğ- /1,-6 A74,) H4I54-: ;HB 376=;=,=: L:L5 $)<):4):L6L6 ,) L:/LB4):L6 ,) HB/I: >)<)6 <78:)ğL6L ):)5)33=:<):5)3 1G16 B7:4= ,-6-A154-:,-6 /-G<134-:16- <)6L3 74=:=B CI63I 16;)64):L6 )1< 74,=34):L <78:)3<)6 3H34-:1A4- ;H3I4I8 )<L4,L3<)6 ;76:) 7 <78:)ğL6 I;<I6,- 3)4;)4): ,)01 >): 745)5144-< 745) >);L.4):L6L A1<1:5- <-0413-;1 14- 3): şL 3): şLA) 3)4L:4): = *)ğ4)5,) *= 5)3)4-,- 0-: 131 -;-:,- ,- HB/I: >)<)6 <78:)ğL6L 37:=5)3 ),L6) /1:1 ş14-6 G-<16 5I+),-4- >- G)<L ş5)4): *1:-A;-4 >- <784=5;)4 *7A=<4):LA4) -4- )4L65L ş<L: ANAHTAR SÖZCÜKLER Cengiz Dağ+L ;I:/I6 #7>A-< );L5)41 )A)4167> B7:=64= /HG L:L5 L:/LB E:3I6 , Onlar da İ 6;)6,L +): .
Transcript

MMooddeerrnn TTüürrkkllüükk AArraaşştt ıırrmmaallaarrıı DDeerrggiiss ii Cilt 12, Sayı 2 (Haziran 2015), ss. 86-106 DOI: 10.1501/MTAD.12.2015.2.17 Telif Hakkı©Ankara Üniversitesi Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü

CCeennggiizz DDaağğccıı vvee KKaassıımmaall ıı BBaayyaall iinnoovv’’uunn İİzziinnddee ZZoorruunnlluu GGööççlleerrllee SSüürrggüünn EEddii llmmiişş HHaayyaattllaarr

FigenGünerDilek

Gazi Üniversitesi (Ankara)

ÖZET Bu incelemede, ü Cengiz Dağ Onlar da İ

Acar ğişik ştir. Onlar da İ ş

şş

r ğ

şş ş ş ş

ş ş

ş ğğ

ğş ş ğ

ğ ş ş ş

ANAHTAR SÖZCÜKLER Cengiz Dağ , Onlar da İ .

Cengiz Dağcı ve Kasımalı Bayalinov’un İzinde Zorunlu Göç Figen Güner Dilek

8877

ABSTRACT ns as a mandatory

ğRussia, titled Onlar da İ

Acar Onlar da İ ş

As

social dimensions. KEY WORDS Cengiz gration, Crimea, Kirghiz,

Onlar da İ , Acar.

11.. GGiirr iişş

“Dedem anlatmıştı, bir zamanlar hanın biri başka bir hanı tutsak almış. Han, tutsağına, ‘istersen benim kölem olarak yaşayabilirsin’ demiş. ‘Ama kölem olmak istemezsen, en büyük dileğini yerine getirdikten sonra öldüreceğim seni.’ Tutsak han düşünmüş, taşınmış, sonra şu karşılığı vermiş: Ben köle olarak yaşayamam. Onun için memleketimden herhangi bir çobanı çağırın gelsin.’ ‘-Ne yapacaksın çobanı?’ demiş öteki han. ‘Ne mi yapacağım? Ölmeden önce son bir kez memleketimin türküsünü dinleyeceğim’ İşte böyle… Dedem, ‘insan memleketinin bir türküsü için canını verebilir.’ der. Böylelerinin nasıl kimseler olduklarını görmeli insan.” (Cengiz Aytmatov, Beyaz Gemi)

Dünya tarihinde öncelikle bireysel olarak ceza amaçlı başlayan sürgünler/zorunlu göçler, dünyanın en eski ve popüler (Timur 2012: 26, Andaç 2004) konularındandır ve insanın her çeşit hikâyesinden ilham alan edebiyat metinlerinde de en yoğun işlenen temalardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Çalışmamızın bütüncesini oluşturan ve edebiyat araştırmalarında değişik yönleriyle oldukça ayrıntılı olarak değerlendirilmiş olan Onlar da İnsandı ve Acar adlı eserler, bu incelemede, sadece iki Türk boyunun, zorunlu göçleri ve kendi toprağında

MMooddeerrnn TTüürrkkllüükk AArraaşşttıırrmmaallaarrıı DDeerrggiissii Cilt 12. Sayı 2. Haziran 2015

88

sürgün olmaları bakımından karşılaştırmalı olarak ele alınmıştır. Eserlerden ilki; birinci baskısı 1958 yılında yapılmış, şair Ziya Osman Saba’ya ithaf edilmiş olan Onlar da İnsandı adlı romandır ve kendisi de bir Kırım Tatarı olan Cengiz Dağcı tarafından Londra’da (Şahin 1996: 43-45) Türkiye Türkçesiyle kaleme alınmıştır. İkinci eser, Acar ise, Kırgızların ilk kuşak aydınlarından biri olan Kasımalı Bayalinov tarafından Kırgızca olarak yazılmış, farklı görüşler ileri sürülmekle birlikte hikâyenin ilk kez 1928 yılında yayımlandığı (Şahan 2010b: 46-47) anlaşılmaktadır ve eser, Sovyet Devri Kırgız Edebiyatının ilk sosyalist-realist nesir örneğidir (Tulegabılov 1962:7). Eser değerlendirilirken Kırgızca nüshası (Bayalinov 1983: 5-23) esas alınmış, Türkiye Türkçesi aktarmalarına (Güngör 2001: 223-240; Söylemez, Aşlar 2009: 20-38; Şahan 2010a:17-30) da zaman zaman başvurulmuştur.

Her iki eserin de konusu sürgündür. Birçok türü olan sürgünün; en öz şekilde ‘ceza olarak ait olduğu yerden atılmış; başka yerde yaşamaya zorunlu bırakılmış insan’ (Timur 2012: 11) olarak tanımı yapılagelmiştir. Ancak bu makalede incelenen eserlerdeki sürgün türleri birbirinden farklıdır. Onlar da İnsandı’da Kırım Türkleri’nin asırlardır yaşadığı toprakların (1928-1932 yılları arasında) kolhozlaştırma yoluyla ellerinden alınması ve kendi yurtlarında sürgün; yersiz yurtsuz, evsiz duruma düşmeleri yani ‘kendi toprağında sürgün bırakılma süreci’ hikâye edilir. Acar’da ise kendilerine ait topraklardan başka topraklara yani ‘Çin’e doğru uzanan bir zorunlu göç’ söz konusudur. Her iki eserde de Kırgızları ile Kırım Tatarlarını göçe/sürgüne götüren sebepler ve belirtileri değişkenlik göstermekle beraber ata topraklarını ellerinden alan güç ve onun uygulamaları açısından ortaklıklar göstermektedir.

Türkistan’da 1916 yılında gerçekleşen tarihî bir isyanın sebep olduğu sürgün olayını Kırgızca ifadesiyle Ürkün’ü anlatan Acar’da, Kırgız Türklerinin ağırlıklı olarak kendi soylarından olan toprak sahibi beylere karşı isyanları, köy ağalarının/hanlarının Ruslara karşı yürüttükleri yanlış uygulamalar sonucu kendi topraklarından sürgün edilmeleri anlatılır. Hikâyede, Kırgızların, zorunlu sürgün yolculuğu sırasında ve sonrasında yaşadıkları, özgürlüğe ulaşmak üzere göçtükleri Çin’de karşılaştıkları zor ve sefil hayat anlatılmış; bilhassa gencecik kızların yaşlarından çok büyük Çin ve Uygur zenginlere satılmaları (Artıkbayev 2010:35) ile düştükleri trajik hayat 15 yaşındaki kimsesiz kız “Acar” karakterinde sembolize edilmiştir.

Her iki eserde işlenen sürgün olaylarının birbirini tamamlayan zaman dilimlerinde gerçekleşmiş olduğu görülür. Acar; Çarlık Rusyası’nın Türkistan’a yayılması ve ağalar/hanlar dönemini (1916), Onlar da İnsandı ise Stalin Rusyası’nda Sovyet dönemi kolhozlaştırma sürecinde gerçekleşen olayları konu edinir. Olayların geçtiği coğrafya, Türkistan, Çin-Turfan (Acar) ve Kırım-Kızıltaş Köyü ve civarı (Onlar da İnsandı) dır.

Cengiz Dağcı ve Kasımalı Bayalinov’un İzinde Zorunlu Göç Figen Güner Dilek

8899

22.. YYaazzaarr:: CCeennggiizz DDaağğccıı vvee KKaassıımmaall ıı BBaayyaall iinnoovv

Yüzünüzü görmese de kucağına alıp alnınızı öpmese de tanırdı sizi herkes. Doğduğunuz gün siz bir Gurzuf türküsü olurdunuz. Sabahın köründe motorlu kayığıyla denize çıkan balıkçı söylerdi türkünüzü; tütün tarlalarında tarhlara tütünlerin fidelerini diken kızlar söylerdi türkünüzü; bağlarda üzümler devşirilirken kuşlar duyardı türkünüzü Aypetri’den Ayı Dağına dek. (Dağcı 1998: 13)

Onlar da İnsandı adlı eserin yazarı Cengiz Dağcı, -Hitler Almanyası’ndan ve Yeni İspanya’dan kaçıp İber yarımadasına sığınan yazar ve düşünürler gibi- sürgünde yazan yazarlardan biridir. Dağcı da dâhil bütün sürgün yazarları, gittikleri topraklar sarmış, beslemiş, kendi serencamlarını kaleme aldıracak bir ortam sağlamıştır. Edebiyat tarihi açısından biyografilerine bakıldığında bu büyük yazarların çoğunun en önemli eserlerini sürgünde yani vatandan uzakta yazdıkları görülür (Timur 2012: 33-40).

Bir milletin göçü/sürgün edilişi kaynaklardan okumak ya da sözlü derlemeler yoluyla öğrenilebilir, ancak; sürgünü/göçü yaşamış yazarların kurgularından ona tanıklık etmek çok daha çarpıcı ve etkilidir. Bu açıdan her iki eserin yazarlarının da kaleme aldıkları sürgün hikâyelerine kendilerinin de tanıklık etmiş olmaları önemli bir ortak nokta olarak karşımıza çıkmaktadır. Epictetus, ‘insanın anavatanının çocukluğu’ olduğunu söyler, bu durumda, sürgünü/göçü çocukluk yıllarında yaşamış iki yazar olarak Dağcı da Bayalinov da iki kez sürgünü yaşamışlardır denilebilir. Her ikisinin de bütün eserlerinde çocukluk ve gençlik yıllarında tanıklık ettikleri sürgünler değişik açılardan irdelenmiştir. Dağcı, ana yurttan uzakta, özgür bir ortamda yaşadıklarını kelimelere dökebilmişken Bayalinov ana yurdunda, sosyalist genç bir yazar olarak, çoğunlukla Çarlık Rusyası’nın sömürücü uygulamalarından ziyade; Kırgız hanlarının/ağalarının/zenginlerinin kendi halkı üzerinde sömürücü bir baskı unsuruna dönüşmelerini ele almıştır.

1920 yılında, Kızıltaş’ta doğan Dağcı’nın erken çocukluk dönemi işgalci Akların Kırım topraklarından çekildiği, Lenin’in NEP politikalarını uyguladığı, kısmen Kırım’ın bağımsız olduğu bir zamana (1920-1928 yılları) denk düşerken; gençlik ve yetişkinlik dönemi, 1928 yılı sonrasında uygulanan komünist yayılmacılık politikalarının hem tanığı hem de mağduru olarak geçmiştir (Kocakaplan 1992: 4-5; Şahin 1996: 1-12; Tarana 2012:53-54).

Doğduğu yer olan Gurzuf’ta ve Kızıltaş’ta geçen bu çocukluk dönemi onun hayatının en güzel dönemleridir (Dağcı 1998:12-16; Tarana 2012:54). Eserdeki güzel anların, hatıraların, geçmişe dair hikâyelerin, olayların ve sevinçlerin de Kızıltaş köyünde, Bekir ve ailesi etrafında sembolize edildiğini, Bekir’in monologlarında oldukça uzun ve ayrıntılı olarak dile getirildiğini hatırlatalım. Ancak, 1928’den sonra işler değişir ve 1930 yılının ortalarında başlayan kolhozlaşmanın hızla ilerlemesi (Dağcı 1998: 28) ile Dağcı, babasının bütün arazisinin Sovyet idaresi tarafından

MMooddeerrnn TTüürrkkllüükk AArraaşşttıırrmmaallaarrıı DDeerrggiissii Cilt 12. Sayı 2. Haziran 2015

90

ellerinden alındığına tanıklık eder. Kırım’da bir Yahudi Devleti kurulması için Yahudi göçlerine karşı Kırım Türklerinin mukavemet göstermesi üzerine bölgede sürgünle birlikte yoğun bir kıyım (Kocakaplan 1992:4) başlar. Kolhozlaştırma sürecinin yoğunlaştığı bu dönemde, bütün toprak sahiplerinin bu kolhozlarda köleler gibi çalıştırıldığına ve amcasıyla beraber köyün büyük bölümünün Urallara sürgüne götürüldüğüne (Dağcı 1988: 22; Şahin 1996:10-12) şahit olan yazar; binlerce yıl boyunca atalarının yaşadığı Kızıltaş topraklarına Komünizm tarafından el konulmasını ve Kırım Tatarlarının anayurtlarında, sürgün durumuna düşmelerini Onlar da İnsandı adlı eseriyle çok gerçekçi ve eleştirel bir dille kurmacaya dönüştürmüştür.

Cengiz Dağcı’nın henüz doğmadığı bir zamanda dünyaya gelen Kasımalı Bayalinov ise 1902 doğumludur, küçük yaşta anne ve babasından ayrı düşmüş, yetimliğin bütün sıkıntılarını yaşamıştır. Bayalinov’un ilk çocukluk yılları, Türkistan bölgesinde Çarlık Rusyası’nın yayılmacılık politikasını uyguladığı bir döneme denk düşer. 1916 yılında Nikolay adlı birinden Rusça dersler aldığı sırada 1916 ayaklanması yani Ürkün olayı patlak vermiş ve o da kaçanlarla beraber iki kardeşini de yanına alarak henüz 15 yaşındayken Çin’e kaçmış ve Üç Turpan’da ‘Sabitahun’ adlı bir zengin kişinin evinde hizmetkârlık yapmıştır. Acar adlı eserde işlenen zorunlu göçü ve acılarını yazarın kendisi de yaşamıştır ve bu süreçte zorluklar içinde geçen hayatı, Acar adlı hikâyesini yazma sebebi olmuştur (Tulegabılov 1962: 8; Güngör 2001: 222-223; Şahan 2010c 53-54). Acar hikâyesiyle Bayalinov’un hayatında isimler ve olaylar açısından oldukça ilgi çekici çakışmalar olduğunu görürüz. Acar hikâyesinde, Batma, kızı Acar ve Kozubek ile ailesinin hizmetini görmeleri karşılığında sığındıkları tavlanın sahibi olan, Turfanlı zenginin de adı ‘Sabitahun’dur. Zorunlu göç yollarının tasvirini, acısını, zulmünü açık bir dille anlatan gerçek hayatta kendisi de yetim ve öksüz bir şekilde bu sürgün yolculuğunu yaşamış olan, yanına aldığı iki kardeşini de göç yolunda kaybeden Bayalinov, Acar ile, Ürkün olayında vatan toprağından göçmek zorunda kalanların hikâyelerini gerçek yaşamdan kesitlerle, anılarla sosyalist-realist bir çizgide (Tulegabılov 1962: 17-18; Dıykanbayeva 2014: 121-122) kaleme almıştır.

33.. GGööççüü//SSüürrggüünnüü YYaarraattaann RRuuss YYaayyıı llmmaaccıı ll ııkk PPooll ii tt iikkaassıınnıınn EEsseerrlleerrddeekkii YYaannssıımmaallaarrıı

Rus yayılmacılığı, 14.yy.da Rus yerel yönetimlerinin Altınordu Hanlığının hakimiyetinden kurtulmasıyla başlamıştır ve eylem planları ele geçirdikleri toprakların Müslümanlardan arındırılıp yerine Hıristiyanların yerleştirilmesi şeklinde uygulamaya konulmuştur. 1774’te Osmanlıların Kırım yönetimindeki hakimiyetini yitirmesiyle hız kazanmıştır. Rus yönetiminin yapısı ve liderleri değişse de dalgalar,

Cengiz Dağcı ve Kasımalı Bayalinov’un İzinde Zorunlu Göç Figen Güner Dilek

9911

akınlar hâlinde Kırım Tatarları üzerindeki idari ve fiziki baskı politikası değişmemiştir. Hatta, Rus yönetimlerinin yıldırarak zorunlu göçe tabi tutma siyasetini Kırım Tatarları üzerinde keşfettikleri ifade edilir (McCharty 2014:15-21).

Onlar da İnsandı da, Kızıltaş’a Komünizmin girişini öncü kuvvet olarak İvan ve babası Kala Mala’nın gelişinden başlatmak gerekir. Komünizmin Kırım topraklarına sistematik olarak girişi ise, birçok yerde olduğu gibi yol yapımıyla olmuştur. Yol; ‘sahip olmak, ele geçirmek, modernleşmek, makineleşmek ya da istediği her şeyi, istediği şekilde bir toprağa götürebilmek ve yerleştirebilmek’ demektir. Ağaçların, tepelerin devrilmesi, tarlaların bozulması mevcut düzenin değiştiğini göstermesi bakımından oldukça önemlidir. Gidilen bölgelerde tıpkı eserdeki, Kırım örneğinde olduğu gibi, halka ait her türlü araç gerece, şahsi mallara yol yapımında kullanılmak üzere el konulmuş, sahipleri de zorla yol yapımında son derece kötü ve ilkel şartlarda çalıştırılmıştır. Rusya’nın merkezinden işsiz güçsüz, vasıfsız, başıboş bütün Ruslar yol inşaatının olduğu bölgelere getirilmiş ve İvan örneğinde olduğu gibi yol inşaatında çalışan halkın başına yetkili yapılmıştır.

Kırım-Kızıltaş köyünde Bekir ve onun temsil ettiği Kırım Tatarlarının Komünizm yani “Komolizma” hakkında hiçbir fikirleri yoktur, olan bilgiler de sağdan soldan duydukları, dillerinin bile dönmediği şeylerdir. Aslında komşu köylerde ve kendi içlerinde, gazetelerde bu sistemin yayılış ve uygulanışına dair çeşitli haberler mevcuttur. Ancak, Bekir atadan kalan toprağına ve o toprağın üstündekilere o kadar bağlıdır ki, duyduğu gelişmelerin Kırım Tatar toplumunda yapacağı hasarlarla ve değişimlerle hiç ilgilenmez, zaten kızı Ayşe’nin ara sıra okuduğu haberler dışında etrafta olup bitenle de pek alakası yoktur. Onun bağına, toprağına, tarlasına dokunmadıktan sonra kim ve ne gelirse gelsin pek umrunda değildir. Komünizmin kolhozlaştırma yoluyla, şahsi malları, toprakları, devletleştirmesi ile ilgili etrafında birçok değişiklik olup bitmekteyken Bekir; sadece kendi tarlası açısından olaylara bakmaktan öteye gidememiştir. Rusya’da köylülerin ellerinden toprak alındığına dair haberlere de çok tepki vermez. O, topraklar kim bilir nasıldır, biz senelerdir ata mirası olan toprakta oturuyoruz, ata mirası toprağının kolaylıkla alınamaz fikrindedir, bir gün başına böyle bir şeyin geleceğini asla kabullenmez, kabullenmemek için de kendince güzel yorumlar, sebepler bulur. Bekir’in bu tavrıyla, etrafında olup bitenlerden çok uzak, tarlası ve eviyle sınırlı ve güvenli bölgesinde garip bir rehavet içinde bulunduğunu görürüz. O, bir gün toprağının da aynı güçler tarafından elinden alınabileceğine dair en ufak bir endişe duymaz, Öyle ki, Enver, yol yapımı için gelen Ruslardan sonra ilk önlemini alıp, evine, ahırına Yalta’dan kilit alır gelir, bu girişimi başta Bekir olmak üzere yıllarca kilitsiz, güven içinde yaşamış Kızıltaş köylülerine garip, tuhaf ve utanç verici gelir. Kapılara kilit takması üzerine Enver, Bekir’le aralarında geçen bir konuşmada şunları söyler:

“Bu toprak, iki gözüm, bu toprak senelerden beri bir kemik gibi durdu,

MMooddeerrnn TTüürrkkllüükk AArraaşşttıırrmmaallaarrıı DDeerrggiissii Cilt 12. Sayı 2. Haziran 2015

92

senelerden beri yutkundu, yutamadı. Ama biz böyle sırtüstü yatıp da “belayı da tanrı verir, bereketi de” dersek, yalnız göğe bakar da hiçbir şey yapmazsak, söyledim, yine de söylerim. O, bu toprağı yutacaktır. Komünizminin Nikola’sı gelecek, bu toprağı yutacaktır. Bizi evlerimizden atacak, topraklarımızı, bağlarımızı, bahçelerimizi elimizden alacaktır.” (Oİ, 199)

Enver’den duyduklarıyla şüpheye düşer ama bu sefer de karısı Esma, toprak almak öyle kolay bir şey değil, bunlar bize ata mirası diye rahatlatır onu. Eserde, Bekir’in de Esma’nın da toprağı ata mirası olduğu için kimsenin alamayacağı fikri yüzünden komünizm belirtilerini, değişmelerini, olduğu gibi algılayamadıklarını görürüz. Bu arada, Esma da Enver de toprak almanın can almakla eş değer olduğuna inanmaktadırlar. Enver, toprak konusunda diğerlerinden daha bilinçlidir, ‘Nikola’ derken, topraklarının elinden alınabileceği yönünde Çarlık Rusyası’na da bir göndermede bulunur ve bu tanımlamasıyla, Kırım topraklarının ellerinden alınması sürecinin tarihsel boyutundan bir haberdar olduğu yorumunu yapabiliriz. O, Kırım topraklarının işgal edilip, boşaltılabileceğini kavramış, endişesini duymuş, kendince önlemler alıp etrafı gözlemlemekte, Kızıltaşlı Kırım Tatarlarını da uyanmaya davet etmektedir. Sadece oturup dua etmekle olmayacağını, eylem yapmak, uyumamak ve rehavetten kurtulmak gerektiğini anlatmaya gayret etmektedir. Bilhassa, Bekir’i uyandırmaya çabalamakta, Bekir ve onun temsil ettiği ‘Tatarların’ bir türlü uyanamayışına karşı yüreği dolup dolup kabarmaktadır.

Her iki eserde de göçü/sürgünü tetikleyen asıl etken, farklı sebeplerle de olsa toprak kaybıdır. Acar’daki olaylar, Çarlık Rusyası’nın Türkistan’a yeni yeni girdiği, hanlar/ağalar yönetimindeki Kırgız halkının verimli topraklarına -köylerdeki ağaları hoş tutmak siyasetiyle- Rusların yerleştirildiği bir dönemde geçer. Bu süreçte, Rus komutanlarla arası iyi olan köy ağaları, Ruslar tarafından topraklarına el koyulması karşısında gereken tepkiyi verememişler ve verimli topraklara Rusların yerleşimine seyirci kalmışlardır (Dıykanbayeva 2014: 113-117). Bu duruma, 1916 yılında, toprağı elinden alınan, sefil ve aç kalan Kırgız halkı daha sonra ‘Türkistan’daki en büyük bağımsızlık ve isyan’ olarak tanımlanan Ürkün olayı ile tepki vermiş ve tarihe geçmiştir (Buran 2007:122-123).

Hikâyenin dikkat çeken yönlerinden biri de, ağaların/hanların, sorumlu oldukları köy ahalisine karşı takınmış oldukları aymazlık ve zalim tavırlarıdır. Anlatıcı, Rusların bölgede iyice yayılmalarına ve Türkistan topraklarını ele geçirmelerine sebep olarak; köylüler ile ağalar arasındaki çatışmayı işaret etmektedir. Bilhassa Çarlık Rusyası’nda, ondan da ziyade hanlıklar döneminde yapılan adaletsizliğe dikkat çekmektedir. Çünkü Çarlık Rusyası’nın genel problemlerinden biri de zengin ile fakirler arasındaki farkın artması ve bu iki kesim arasında uygun bir iletişimin kurulamayışıdır. Burada şu bilgiyi hatırlamak gerekir. Çarlık Rusyası’nda halkın çeşitli sosyal sınıflara ayrılması söz konusudur, irsi asaleti olanlar, en üst sınıfı temsil eder ki eserde bu Sagın ve

Cengiz Dağcı ve Kasımalı Bayalinov’un İzinde Zorunlu Göç Figen Güner Dilek

9933

Cakıpbek Han ile sembolize edilmiştir. Eserdeki Alımkul kişisini de dâhil edebileceğimiz şahsi asaleti olanlar ayrı bir gruptur; bu sosyal sınıfın en alt tabakası ise köylüdür (Eröz:178-179). Eserin bütün kişileri neredeyse tebaa ve köylü olan bu sınıftan seçilmiştir. Köbögön, Caparkul, Aytkulu bu sınıftan sayılabilir ve sonuç olarak Acar adlı eser, Çarlık Rusyası’ndaki tebaa sınıfına mensup insanların hikâyesidir.

Bayalinov, Kırgız halkının sürgününü anlatırken, Bolşevik ihtilalini hazırlayan sebepleri de Ürkün ekseninde duyurmak istemiştir. Hikâyede zenginlerin, ağaların duyarsızlığı, kendi halkına uzaklığı ve acımasızlığı en çok vurgulanan konulardır. Hanların duyarsızlığı Sagın ve Cakıpbek karakterlerinde sembolize edilmiştir. Sagın Han, ahalisi içinde zenginleri ve kendine yakın olanları yani Alımkul’u ve oğullarını kayırırken, Aytkulu gibi fakir halka tahkir yoluyla baskı uygulamakta, zulmetmektedir. Aynı şekilde Cakıpbek Han’ın savaş sırasında kendi askeri olan Caparkul’u kırbaçlaması ve düşmanları bir kenara bırakıp onu öldürtmesi kendiyle olan çatışmasını, despotluğunu göstermektedir. Ayrıca, göç yolunda Cakıpbek Han, oğullarının ölümüne sebep olduğu Köbögön’e ve eşine karşı hiçbir pişmanlık, sorumluluk ve merhamet duygusu taşımamaktadır. Üstelik, onların evlat acısı ile söyledikleri sitemkar beddua sözlerine bile tahammül edemediği gibi sevgisizliğini, acımasızlığını ve anlayışsızlığını bu iki ihtiyarı dövmek suretiyle göstermiştir.

44.. GGööççüü// SSüürrggüünnüü BBaaşşllaattaann UUnnssuurraa KKaarrşş ıı DDuurruuşş

Ruslar açısından eserlerde işlenen mücadeleye bakarsak, her iki dönem için de, Rusların işgal politikasının çok uzun yıllara yayıldığını, Çarlık yönetimi ile Sovyet yönetiminin toprak ele geçirme ilkesinin öncelikli olduğunu, işgal ve ele geçirme siyasetinin çok planlı, metodik uygulandığını, iktidarlar değişse de amaçların değişmediğini söylemek gerekir. Hatta Onlar da İnsandı da özellikle beşinci bölümde, Rusların işgal uygulama planını kendi adamlarına detaylı bir şekilde anlattığını görürüz. Kırım’ı ele geçirmenin Çarlık ve Sovyet Rusyası’nın ortak hedefleri olduğunu, Tatarların nasıl bir halk olduğunu, işgal planının nasıl uygulanacağını ve Kırım Tatarlarından bir direniş olduğu takdirde ne yapmaları gerektiği açık bir şekilde anlatılmıştır:

“Hem eski Rusya’nın siyasetine, hem de bilhassa yeni kızıl Rusya’nın siyasetine bu halk, burda bir engel olageldi. Bunu unutmayınız; önce onlara bunu anlatınız! Lâmı cimi yok! Sonra birisinin ağzından bir itiraz yükseldi mi çekin duvarın dibine.” (Oİ, 457)

Onlar da İnsandı’da, düşmana yani Komünizm sistemine ve onu getiren, uygulayanlara karşı çok güçlü bir mensubiyet ve milliyetçilik duygusuyla örülmüş bilinçli, çok derin bir nefret ve şiddetli isyan söz konusudur. Eserde, bu isyanın en belirgin temsilcisi Battal’ın Enver’dir. Geç de olsa Bekir’in, köyün diğer ileri

MMooddeerrnn TTüürrkkllüükk AArraaşşttıırrmmaallaarrıı DDeerrggiissii Cilt 12. Sayı 2. Haziran 2015

94

gelenlerinin, gençlerinin topraklarının ellerinden alınacağını, köylerinin boşaltılarak yerlerine Rusların yerleştirileceğini anladıkları andan itibaren ortak bir tavır sergilerler. İlk mücadeleleri silahla değil, pasif mücadele olarak tanımlanabilecek eylemlerle başlar. Örnek olarak atların tırnaklarına uzun mıhlar çakarak yaralarlar, eğer Ruslar gelirse bu atları işe yaramaz ve sakat görecekler, yol yapımında ve diğer işlerde kullanmak üzere alamayacaklardır. Bu durumdaki atların iyileşmesi de altı ay kadar sürmektedir, bu pasif eylem, Anadolu’daki “Bir mıh bir nalı kurtarır. Bir nal bir atı, bir at bir komutanı, bir komutan bir orduyu, bir ordu bir ülkeyi kurtarır” inanışının sağlaması gibidir. Daha sonra, dağınık ve bireysel boyutta bile olsa Ruslarla sıcak çatışmayı başlatan özellikle özgürlükte olduğu gibi, mücadelede de yıldızlaşan kişi Enver’dir.

Acar’da işlenen savaş, Rusların kendi çıkarları için başlattığı bir savaş olmasına rağmen, yazar, Ruslar üzerinde durmamış, ağalar/hanlar ve Kırgız halkı arasındaki mücadeleyi incelemiştir. Kırgız halkının bu eserde üç cepheye karşı mücadele ettiğini görürüz. Biri Rus askerleri, ikincisi zengin Kırgız beyleri/ağaları/hanları ve Turfan’da Turfanlılara ve göçmen hayata karşı.

Acar’da, Cakıpbek Han önderliğinde savaşmak için toplanan asker sayısı beş yüz kadardır ve bu aslında düşmana karşı çok az bir sayı olmamakla beraber ordu, donanımdan çok uzak, derme çatma ve rastgele yığma bir nitelik arzeder. Ayrıca, ateşli silahları yok denecek kadar azdır, mızrak, kılıç, balta gibi ilkel silahlarla savaşmaya kalkışmışlardır. Ordunun komutanı durumunda olan Cakıpbek Han’ın mücadele ile ilgili hiçbir taktik geliştiremediğini ve bu konuda hiçbir planının olmadığını Kulubay’ın savaşa dair anlattıklarından anlamaktayız. Anlatıcı yazar, hanların bu şekilde bir savaşa kalkışmasını pek de yerinde bir karar olarak değerlendirmemektedir.

Düzenli bir ordusu olmadığı hâlde askerlerini/halkını Rusların düzenli ordusunun önüne süren ve ateşli silahlarla vurulmalarına sebep olan Cakıpbek Han, Rus askerleriyle girilen çatışma sırasında düzenli orduya karşı durmanın yanlış olduğunu haykıran Caparkul’u kırbaçlamış ve adamlarına onu vurma emrini vererek ölümüne sebep olmuştur. Han’ın şahsi hırslarının peşinde düşüncesizce birçok masum insanın ölümüne sebep olduğunu ve onlara ümit bağlayan ailelerini de öldürdüğünü, hepsinden önemlisi askerleri arasında ortak bir amaç birliği de oluşturamadığını söyleyebiliriz. Ayrıca Cakıpbekhan’ın topraklarını savunmak üzere giriştiği mücadelede kendi askerleriyle ters düştüğünü, askerlerine inanmadığını, güvenmediğini ve askerleri arasında itibarı, saygısı olmayan bir lider konumunda olduğunu görürüz. Nitekim yenik düşen Kırgızlar, bu çatışmanın ardından hemen Çine doğru göç kararı almıştır. Zaten Aytkulu, savaşa giderken Batma’ya göçe nasıl hazırlanması gerektiğini de söyleyerek gitmiştir. Batma Aytkulu’nun tembihlediği gibi, yüklerini ve Acar’ı boz öküze yükleyerek kendi köy ağalarının tuğunu takip

Cengiz Dağcı ve Kasımalı Bayalinov’un İzinde Zorunlu Göç Figen Güner Dilek

9955

ederek dağınık hâlde göçen halkla birlikte yola koyulur ve zorunlu göç başlar. Kış girmek üzereyken çıkılan zorunlu göçe, hayatı konar göçer yaşayan bir toplumun hiç de hazırlıklı çıkmadığını görürüz. Sarp dağ geçitlerinde Kırgızların; hem hanların/beylerin zalim ve dayatmacı istekleri ile hem de çetin tabiat şartlarıyla yolları kesilmiş, mallarının ve insanlarının büyük bir kısmı göç yoluna kurban gitmiştir. Caparkul’un ihtiyar anası ve babası da bunlardan biridir. Nihayet Batma ile kızı Acar göç yolunu aşabilmiş ve göç kervanı, menziline yani Turfan’a ulaşmıştır. Ancak bütün varını yoğunu yitiren yoksul halkın elinde hiçbir şey kalmamıştır. Batma ile kızı, Aytkulu’nun uzaktan akrabası olan Kozubek ve ailesi ile birlikte hizmetini görme karşılığında, Turfanlı Sabitahun’un penceresiz at tavlasına sığınmıştır.

55.. GGööçç//SSüürrggüünn SSüürreecciinnddee TToopplluummssaall İİ ll ii şşkkii lleerr

Onlar da İnsandı’da Kırım Tatarları, henüz kendi topraklarında sürgün ve yurtsuz duruma düşmeden önce ilişkileri birbirleriyle yakındır, aralarında bir yardımlaşma söz konusudur, komşuluk ilişkilerinde ve yaşantılarında yerleşik hayatın, refahın olumlu etkileri görülür. Zaman zaman Enver ve Bekir arasında çatışmalar olsa da her ikisi de birbirlerini sevmekte ve gözetmektedirler. Bir millet olma bilinci ile birbirine bağlıdırlar. İlişkiler, en çok İvan ve Kala Mala’nın köye gelmesiyle zarar görmüştür. Rusları evine alması, diğer köylüler tarafından bilhassa da Enver ve Seydali tarafından Bekir’in tecrit edilmesine sebep olmuştur. Ancak daha sonra bütün köylüler ve Bekir, Sabri tarafından dövülen İvan’a merhamet göstermişlerdir. Aslında, İvanla başlayıp devam eden bütün süreç boyunca Kırım Tatarlarının canlarını en çok Ruslara gösterdikleri merhamet yakmıştır demek yerinde olacaktır.

Acar’da, Çin’e sürgün sırasında yokluğun, imkânsızlığın yarattığı, yok olup gitme, kaybolma ve ölüm korkusunun en yakın dost ve akrabaları birbirinden uzaklaştırdığını, insanın; var olanı ve varlığı paylaşmadaki beceri ve cömertliğinin asla yokluğu paylaşırken ortaya çıkmadığını, yoksulluğun ve yokluğun görürüz. Batma, kızı Acar’ı ve yüklerini kocası Aytkulu’nun dediği gibi gök öküze yüklemiştir ancak, giderlerken öküzün ayağı takılır ve küçük Acar da yükler de düşer, ancak, kafileden kimse yardım etmez, kıyamet günü telaşına kapılmış gibi herkes kendini kurtarma/taşıma derdindedir. Sadece oğlu Caparkul ile birlikte, Batma’nın kocası Aytkulu’nun da öldüğünü duyan ihtiyar Köbögön “yarası yarasına denk geldiğinden” olsa gerek, durup ona yükünü yerleştirmek için yardım eder. Batma, ölürken kızı Acar’ı uzaktan eşinin akrabası olan Kozubek’e emanet etmiştir. Acar, annesinin mezarı başında ağlarken “bakar dediğin akraban beni bugünlere düşürdü, beni yat birine satarak kemiklerini sızlattı, kederlendirdi; bana da ölümü layık gördü.” diye ağlarken göçte ve sürgünde kimsenin kimseye acımadığını, herkesin kendi varlığını idame ettirme çabası içinde acımasızlaştığını haykırır bize.

MMooddeerrnn TTüürrkkllüükk AArraaşşttıırrmmaallaarrıı DDeerrggiissii Cilt 12. Sayı 2. Haziran 2015

96

66.. GGööççeenn//SSüürrüülleennlleerriinn MMeekkâânn//YYeerr//VVaattaann//TToopprraakk BBaağğll ıı ll ıığğıı vvee KKiimmlliiğğii

Londra sokaklarında karşımdan gelen binlerce insan yüzü görüyorum her gün. Ama kimse bakmıyor bana, kimse görmüyor beni; hiçbir kimse tanımıyor beni. Dalından kopmuş, boşlukta yalpa vuran bir yaprak gibiyim. Üstüme üstüme gelen insan dalgası içinde kendimi kaybetmek, kimliğimi unutmak korkusuyla titriyorum. Öyle bir anda sırtımı sokakta bir dükkanın, bir evin soğuk duvar taşlarına yaslayıp, “Ben Gurzuf’luyum. Orda doğdum. Orası benim yurdum,” diye tekrarlıyorum içimden. Bu da bir çeşit dua. (Cengiz Dağcı, Yansılar I, 24)

Yere/mekâna bağlılığın ve yer kimliğinin temelinde; -tanımalar, bilişler, inançlar, beklentiler yargılar, değerler, kararlar, sezgiler aracılığıyla- insan ve mekân arasındaki duygusal bağda, bir tür bellek oluşturma süreci olan çocukluk dönemindeki yaşanmışlıkların oldukça etkin bir rolü vardır. Yer kimliğinin kurgulanmasında yine bu dönemdeki sosyo-mekânsal iletişim ağının önemi büyüktür. Birey üzerinde, çocukluktan itibaren; ilk olarak ev, daha sonra anne-baba şeklinde kurulan ilişki zinciri yaş ilerledikçe dar mekândan geniş mekâna doğru bir yol izler. Böylelikle öncelikle, yaşanılan ilk mekân olan ev, daha sonra da evin yakın çevresi bireyde güvenlik duygusunun çekirdeğini ve bireyin kendi yönünü bulabildiği bir var oluş biçimini inşa eder (Göregenli 2010:179-180). Bu bağlamda her iki eserin kahramanlarının da göç/sürgün ile yerel bağlamından kopamadıklarını hep ilk yere/mekâna doğru bir dönüş/arayış/özlem hâlinde olduklarını tanıklarız, diğer bir deyişle her iki eserin kahramanları için de ‘öz mekânın kendilenmesi’ durumunun (Göregenli 2010: 123-129) geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Böylelikle ev/yurt/öz yaşam alanları her birinin kişisel tarihlerinden izler, semboller taşır ve onları kendine çeker. Bu açıdan bakıldığında Onlar da İnsandı’nın bütün kişilerinde özellikle de Bekir’de mekânın kendilenmesi çok yüksek seviyededir ve Ruslarla çatışmanın ana kaynağını da bu hâl oluşturur. Bu durumun karşıt tamamlayanı olarak, Acar karakterinin ise göçülen mekânı kendileyemediği için yabancılaştığını vurgulamak gerekir. Çünkü özden uzak olan, gönüllü olarak sahip olunmayan, benimsenemeyen hiçbir yerle/nesneyle ilişki kurulamaz. Bu da kendileme sürecinin ontolojik yönünü ortaya koyar.

Sürgünü/göçü yaşayanların yer kimliğinin ikinci yönünü de vatan toprağına bağlılık oluşturur. Onlar da İnsandı da ve Dağcı’nın diğer eserlerinde de en dikkat çekici olarak işlenen konu toprak sevgisi, toprağa bağlılık ve toprağa mensubiyet, toprakla anlam kazanma, duygusudur. Toprak; evdir, baba ocağıdır, yurttur, tarladır, kuş yuvasıdır, karın doyuran sofradır. Eserde Kırım Tatarları ve toprağı Bekir karakterinde sembolize edilmiş, onun tarafından dile getirilmiştir. Tanrı tarafından onlara verilen Kırım toprakları; Kırım Tatarlarının binlerce yıllık işlediği, haşır neşir olduğu, kendilerinden çok sevdiğidir ve en kutsal değeridir. Geçmişten, atalardan gelen mensubiyet duygusuyla dünya döndükçe bu topraklarda yaşayacaklarına ve

Cengiz Dağcı ve Kasımalı Bayalinov’un İzinde Zorunlu Göç Figen Güner Dilek

9977

cansız bedenlerinin ‘bu toprağın’ yani Kırım’ın altına gömülmesiyle ancak ruhları huzur bulabilir ve hafifleyip göğe yükselebilir.

Onlar da İnsandı’da Bekir, Kırım Tatarlarını; Acar hikâyesinin ana karakteri olan Acar da Kırgız halkını temsil etmektedir. Bekir, tabiattaki bütün canlıları, oturduğu/yaşadığı toprağın sahibi olduğuna dair şahit göstermekte ve ezelden ebede bu toprakların sahibi olduğuna tanıklıklarını isteyerek onları konuşturmaktadır. Bu hâliyle toprağıyla, tabiatıyla derin ve coşkulu bir muhabbet içinde olduğunu söyleyebiliriz.

Bekir’in ailesine, malına, ahırına, tarlasına, armut ağaçlarına bağlılığı ilgi çekici boyuttadır. Etrafında ona ait toprağın üstünde kurduğu, yetiştirdiği ve/veya kendiliğinden yetişen her şey, hatta iklim, gökyüzü, rüzgâr ve deniz de Bekir’e yani ‘Kırım halkına’ aittir. Her biri, onun ailesinin bir bireyi gibidir. Bekir, bu dünyada tek sevebileceği şeyi ‘toprak’ olarak işaret eder. Yine ev’ini ‘dedemin evisin’ diye sever ve torunlarını da onun içinde koşarken hayal eder yani babasının, dedesinin, kendisinin ve kızının da doğduğu evde. Kurmacalarda seçilen mekânlar yazarın dünya görüşüne ve iç dünyasına ait işaretler ve bilgiler sunar. Bu bağlamda Bekir karakterinde, kendi yaşam alanına yönelik sahiplikte bir doyumsuzluk duygusu algılarız.

Bekir’in konuşmalarında, haksızlığa uğramış, hakkı olan bir şey elinden zorla alınmış birinin şikâyeti duyulur. ‘Komolizma’dan bihaber, tarlasındaki işleri bitirmeye odaklı Bekir, eserin başından sonuna kendine ait olan toprakla, evle, tarlayla hemhâldir. Tuhaf bir rehavet içindedir; oysa, başka yerlere, başka topraklara yakıştırdığı ve kendinden çok uzak bir yerde olduğunu düşündüğü komolizmayı yani İvan ve Kalamala’yı şarkî bir merhametle evinde ağırlamaktadır. Anlatıcı bu durumu şu satırlarla ifade eder:

“Fakat İvan, İvan’dı. Yüzyıllar boyu İvan olagelmişti. İvan’dı İvan olup gidecekti. Yüzyıllar onu değiştiremediği gibi Bekir de, merhamet dolu kalbi de değiştiremezdi.” (Oİ, 231)

İvan’ın ihanetiyle, Enver’in anlattıklarıyla Rusların yaptıklarını ancak algılayan ve kendini kaybeden, ruhsal olarak hapsolmuş Bekir, Rusların dağıtıp dağıtamayacaklarının derdiyle yanıp tutuştuğu Kuşkaya’ya, tarlasına gider. Kayanın üstünden kendi tarlasına “girme, geri git” uyarısı yapanları anlamasına rağmen anlam veremez, tarlasına vardığında bütün yaşadıkları kesitler hâlinde gözünün önünden geçer. Ancak o zaman kimseye ait olmadığını düşündüğü Kuşkaya’dan kovulduğunun farkına varır. Kendi köy yolunun artık onun olmadığını ama sandığı gibi “Allah’ın yolu da” olmadığını görür. Kızıltaş yolunun Rusların elleriyle değiştirildiğini orada fark eder ama hâlâ torununa kendi yolunu yapma hayali ve inancıyla doludur. Tarlasına atlayınca, kızı Ayşe için Çıfıt Levi’nin verdiği bileziği farkeder ve ona bakarak sanki helalleşir gibi, Ayı Dağını, Roman Koş’u, Ceneviz

MMooddeerrnn TTüürrkkllüükk AArraaşşttıırrmmaallaarrıı DDeerrggiissii Cilt 12. Sayı 2. Haziran 2015

98

Kalesini ve yaylayı görür, Kuşkaya’daki Rus’un “sersem tatar, laftan anlamıyor musun” uyarısı ile öfke ve ter içinde yumruklarını sıkarak bütün uyarıları kulak ardı edip tarlaya gider ve yeşil tütünler arasında diz çökerek kalbinde kora dönüşen isyanını “Niçin çıkayım” diye ağlayarak kelimelere döker, ısmarlaşır gibi, toprağına muhabbetini çok yalın ve güzel bir dille ortaya koyar: “Ey toprağım beni al, ben seninim, çünkü etim kemiğim, ruhum hepsi senin” diye haykırırken Kuşkaya’da bütün dağlar, tepeler gürleyerek dile gelerek bu haykırışa cevap verir ve Bekir’in acısını, derdini, isyanını kucaklayıp onu bağrına basar ve özgürlüğü toprağında olmak, toprağında yaşamak olarak tanımlayan Bekir nihayetinde ona kavuşur.

Acar hikâyesinde geçmemekle birlikte, Çarlık yönetiminin Bolşevik İhtilali ve Birinci Dünya Savaşı dolayısıyla her evden asker istemesi, zaten toprakları da alınan Türkistan halkını 1916 isyanına götürmüştür. Aslında, isyanın sebebi de Ruslar isyanı bastırmak için bölgeye silahlı asker gönderen de Ruslardır. Bayalinov, eserde bu bilgileri vermez, çünkü, toprakların, savaşın ve zorunlu göçün kayıplarından köy ağalarını, hanları, beyleri sorumlu tutmaktadır, buna ilaveten o döneme ait tanıklıkları/yaşanmışlıkları da onu böyle düşünmeye sevketmektedir. Bu dönemde, konar göçer hayatın bir sonucu olarak toprak bağlılığının ve yer kimliğinin hanlar arasında da pek de gelişmediği farkedilmektedir.

Hikâyede Acar, daha doğumu itibarıyla zorluklar içinde geldiği dünyada yoklukla karşılaşmış, sadece temel ihtiyaçlarının eksikliği ile mücadele etmekle kalmamış, öksüz ve yetim on beş yaşında çaresiz bir kız çocuğudur. Annesinin, babasının göz bebeği iken fiziksel olarak beyler ve baylar arasında alınıp satılan bir metaya dönüşmüş olsa da yüreği tahakküm altına alınamaz.

Acar, Onlar da İnsandı’da Bekir’in kızı Ayşe ile yaşıttır. Ayşe, Bekir ile Esma’nın, Acar ise Aytkulu ile Batma’nın biricik yavrusudur. Öyle ki, Aytkulu ile Batma Acar’a sahip olmak uğruna ellerinde avuçlarında ne var ne yoksa şamanlara, baksılara, hocalara yatırmışlar, hatta Aytkulu, tek varlığı ve gücü olan atını dahi bir hocaya kaptırmış olmasına rağmen bu yolların hiçbiri sonuç vermemiş; üç sene sonra kendiliğinden biricik kızı Acar doğmuştur. Bu bölüm, Bayalinov’un Sovyet bakışını ilk tanıkladığımız yerdir eserde, eski inanışları ve onları temsil eden din adamı modellerinin, İslamiyetten öncesi de dâhil, reddedildiğini, yerildiğini görürüz. Aytkulu’nun bütün servetini hocalara, baksılara kaptırdığını, aslında hepsinin içi boş bir inanıştan kaynaklandığını söyleyen anlatıcı, bir yandan eskinin temsil ettiği din sembollerinin boş ve aç gözlü olduğunu göz önüne sermeye çabalarken, diğer yandan da okuyucuyu bir eski-yeni çatışmasına sürükler.

Küçük Acar’ın babası Aytkulu, zorla askere alınıp Ürkün başlayana kadar o, babasının nazlı ve şımarık biricik kızıdır. Ayşe de babası için on beşinde bir kız değil, ancak beş yaşında bir kızcağızdır. Bekir de Aytkulu da uzun bir evlat

Cengiz Dağcı ve Kasımalı Bayalinov’un İzinde Zorunlu Göç Figen Güner Dilek

9999

yoksunluğundan sonra bulmuşlardır kızlarını. Bekir, Ayşe’yi ‘etinden doğan bir melaike yavrusu’ olarak tanımlar ve onu evlenmek yoluyla bir başkasına verme fikrine bile dayanamaz, Ayşe’yi birine verme düşüncesiyle yaşadığı çıkmazlar, endişeler, sorgular, iç monologlar hiç bitmez. Bekir toprağının doğal sahibidir, Ayşe de o toprağın temsil ettiği, taşıdığı değerlerden biridir. Ayşe’yi evlendirme yoluyla verme korkusu toprağını vermek, toprağını yitirmek gibidir.

Her iki eserde de Acar ve Ayşe karakterleri, Kırgız ve Kırım Türklerini de temsil ederler. Her ikisi de bu iki Türk boyunun özüdür, yeniden yeşermeyi, büyümeyi sağlayacak tohumudur, fidanıdır. Öyle ki, Kırım toprağının her karesine, Rusya merkezinden getirilen Rusların yerleştirilmesiyle kendi yurdunda sürgün durumuna düşmüşken dahi Ayşe, -ahırda bile olsa- baba evinde çocuğunu doğurmuştur. Bu da yeni Kırım neslinin, istikbalinin ‘ev’inde yani kendi yerinde/vatanında/yurdunda yeniden can bulması, dirilmesidir. Diğer bir deyişle, sürgün de olsa, kolhoz/sovhoz da gelse Kırım Tatarları kendi topraklarında yeni filiz vermiştir, (verecektir!). Bu umuttur, istikbaldir ve sürgüne inadına isyandır. Tıpkı Ayşe gibi, Acar da, Kırgızların geleceği, özgürlüğü, göçebelikten millete giden yolun ışığıdır, öncüsüdür, istikbalidir. Diğer taraftan Acar; Kırgızların, Ayşe de Kırım Tatarlarının, el değmemiş ‘mahremi’ iken; Ayşe, İvan’ın elinin değmesi ile Acar ise, Turfanlı zengin Çır’ın elinin değmesiyle mahremiyetinden yara almış, özü bozulmuş, eski hâline dönememiştir ve başka bir şeye dönüşmüştür. Tıpkı, Kırım ve Kırgız eli gibi.

77.. EEsseerrlleerrddee ÖÖtteekkii lleeşştt iirrmmeenniinn İİşş lleenniişş ii

Ve anladım ki, kırılgan biri olarak yabancının güvenebileceği tek şey, başkalarının ona sunabileceği konukseverlikti. Tıpkı kelimelerin, beyaz sayfaların kendilerine açtıkları yerlere ya da kuşların gökyüzünün koşulsuz sinesine sığınmaları gibi. Edmon Jabes, (Chambers 2014:12)

Sürgün/göçmen edebiyatı ve tarihi ile ilgili belgeler/bilgiler gerek insan gerek toplum gerek millet olarak başka olana farklı olana diğer olana tahammülün pek olmadığını doğrulamaktadır. Bu bağlamda, her iki eserde de ötekileştir(il)enlerin olduğu görülmektedir.

Onlar da İnsandı adlı eserde, Kırım Tatarlarının henüz topraklarında yerleşmemiş oldukları dönemden itibaren Ruslara bakışı olumsuzdur. Öncelikle gâvurdurlar yani Müslüman değillerdir. Ruslar, renksiz kuru çatlak ayakları ile köklerini toprağın kabul etmeyip daima dışarı attığı ağaçlar gibidir, daima kökleri toprağın üstünde kalan, domuz otuna benzeyen, kökleri dışarda kalmasına rağmen kurumayan ama çiçek de açmayan ağaçlardır bunlar. Kökleri dışarda olduğu için topraktan yeteri kadar beslenemeyen bu ağaçlar yani Ruslar; kökleri, kabukları, içleri, dalları da besinsiz olduğu hâlde yaşamaya devam ederler, kendine yakın büyüyen otları, yeşillikleri,

MMooddeerrnn TTüürrkkllüükk AArraaşşttıırrmmaallaarrıı DDeerrggiissii Cilt 12. Sayı 2. Haziran 2015

100

fidanları da (Kırım gibi) sömürüp kuruturlardı.

Burada Ruslar için kökleri dışarda olan ağaçlar metaforunun kullanılması oldukça düşündürücü ve yaratıcıdır. Yanında Rusları çalıştıran Bekir’e öfkelenen Seyd-Ali, onu savunmaya kalkışan Enver’e “-Boşuna konuşma! Bu toprak Müslüman toprağıdır; gâvur memleketinden gelen ağaç, kök tutmaz burada! (s.95)” diyerek karşı çıkmıştır. “Kökleri toprağın dışında kalmak”, toprağın yani Kırım toprağının kendine ait olmayanı kabul etmemesi, reddetmesi, bu iki toplum arasında hiçbir uyumun olmaması, doku uyuşmazlığı demektir yani bütünleşememek, hemhâl olamamaktır.

Onlar yani Ruslar; ‘renksiz, boz, solgun benizli, kuru vücutlu, pütürlü ayakları, biçimsiz tırnakları toprağa hiç değmemiş, Allah’ın temiz suyunu görmemiş, yeryüzünde insanlar için yaratılmış nimetlerden tamamıyla yoksun sakallı Kazak, bela, sessiz, açılmamış, sürülmemiş toprak, cenabet, İvan, Nikola, cehennemden gelmiş yeşil şeytan, yıllarca kullanılmaktan yıpranmış, artık lüzumsuz çöplüğe atılmış, yırtık pırtık şeyler’ olarak tanımlanırlar.

Ayrıca eserde anlatıcının sıklıkla vurguladığı, Rus toplumunu sembolize eden iki şey vardır. Biri İvan’la beraber duyduğumuz “Hoho” ünlemi ve diğeri de “toprağa tükürme” eylemi. Kurguda bilhassa ‘hoho’ ünlemi, adeta iki öteki arasında yani Rus toplumu için de Tatarlar için de, Rus kimliğine ve Rus gerçekliğine geçişi sağlayan bir anahtar söz gibi işlev görmektedir. Kalamala ile İvan’ın (Oİ, 217-218) ve İvan ile Bekir’in diyalogları; ayrıca Rusların kendi aralarındaki diyalogları (Oİ, 374) da neredeyse hemen hemen ‘hoho’ ünlemiyle (Oİ,123) başlamaktadır. Yine, tükürmek eylemi de, İvan’la beraber başlayan ve toplumsal bir davranış kalıbı olarak Rus kimliğini belgeleyen, pekiştiren bir gösterge unsuru olarak karşımıza çıkar. Öyle ki, Kala Mala, İvan’a alkol almazsa iyi tüküremeyeceğini söyleyip şikâyetini dile getirmekte, tükürme işinin Rus olmanın gereği olduğunu bize duyurmaktadır. Sonuç olarak, her ikisi de kurmacada Tatarlar açısından da Rusları işaret eden, Ruslar açısından da Rusluğun ve diğerlerinden farklılığın bir işaretleyicisidir.

Eserde, ağırlıkla, Müslümanlık kavramı Tatarlar ve Ruslar arasında bir turnusol kağıdı ayrıştırıcılığı işlevini üstlenmiş olmasına rağmen Çıfıt Levi karakterinde tanıdığımız Kırımçak Yahudi tipi Müslüman olmasa da tıpkı Tatarlar gibi o toprağın yani Kırım’ın insanı olarak değerlendirilir, hatta Rumlar ve Ermeniler de bu toprağın yerlisidir, kendileri de Kırım Tatarları da onları böyle kabul ederler ve yerlilerin hepsini “biz” içine dâhil ederler ama Rusları asla. Bekir, işlerini yaptığı için İvan’a minnet duyar, sık sık vicdan muhasebesine girip Kala Mala ve İvan hakkında kendini rahatlatmaya çalışmasına rağmen kendini de etrafını da ikna edecek bir sebep bulamaz, hatta bilinçaltının bir oyunu olarak bir gece rüyasında İvan’ın Müslüman olduğunu bile görür.

Sovyet idaresinin kolhozlaştırma politikası ile Kırım’a gelip yerleşmesi, oldukça

Cengiz Dağcı ve Kasımalı Bayalinov’un İzinde Zorunlu Göç Figen Güner Dilek

110011

güçlü bir plan dâhilindedir, İvan ve Kala Mala’nın gelişinden itibaren Kırım Tatarları da Ruslar için ‘öteki’dir; onlar, öncelikle “müslüman” sonra da “Tatar”dır.

Acar’da, Kırgız halkı açısından öteki olanlar içinde düşman Ruslar yer alır ancak, yazar Ruslardan daha çok zengin beylerin ve ağaların halkı ötekileştirmesini eleştiriyle verir. Burada yine, Bayalinov’un Sovyet döneminde yaşamış, sosyalist bakış açısına sahip bir yazar olduğunu anımsamak gerekir.

Eserde, sadece Kırgız halkı içindeki ağalar/hanlar değil göçle gidilen yerde de Turfanlıların da Kırgız halkını yalnız bıraktığını, istemediğini, barınmamaları için ellerinden gelen kötülüğü yaptığını ve sefaletlerini, açlıklarını sömürerek ötekileştirdiklerini görürüz. Turfanlı zengin Sabitahun’dan tavlasını, ona hizmet etme karşılığında kiralayan Kozubek ve ailesiyle birlikte Batma’da kızıyla her tarafı açık, soğuk, penceresiz at idrarı kokan bu yere sığınmak zorunda kalmıştır. Turfanlıların bu acımasız tutumu eserde şu cümlelerle geçer: “Turfanlılardan bir şeyler satın alabilmek için bir şeyler satmak gerekiyordu. Satmadıkça onlardan herhangi bir şey alabilmek çok zor bir işti.” Satacak bir şeyleri olmayan Kırgız göçmenlerinin her biri kendi derdine düşmüştür, birbirlerine destek verecek hâlleri kalmamıştır. Açlık bir taraftan soğuk bir taraftan etraflarını kuşatmış, kaderin bir arada yaşamaya mecbur bıraktığı bu iki aileyi ve çocuklarını çaresizlik esir almıştır, sadece kör bir keseri olan Kozubek, ısınmak için Kumarık nehri kıyısındaki ormana odun aramaya gider ancak, Turfanlılar göçmenler giremesin diye ormanın etrafını da çitle kapatmış, Kozubek’in elindeki kör keseri de almışlardı. Turfanlılar, kısıtlı yaşama imkânı olan göçmen Kırgız halkına yaşama şansı bırakmamaktadır. Çoluk çocuk, aç susuz kalıp ısınamayınca, Batma, ev sahibinden kirlilerini yıkamak şartıyla yakacak ve mısır unu alır ve soğukta çamaşır yıkadığı için ertesi gün onu ölüme götürecek hastalığın tohumu ciğerlerine düşer. Böylece, Kırgız halkının her türlü yalnız ve öteki ilan edildiğini kendi içinde de “ bir/biz olamadığını görürüz; düşmanla savaşırken de, göç yolunda da, göç edilen yerde de yalnız, kimsesiz ve istenmeyendir. Eserde dile getirilmese de bu göçe sebep olan tarihi gerçek, Rusların Kırgızların verimli topraklarını ele geçirmeleridir (Gömeç 2011:105-114), asıl müsebbip Ruslar olmakla beraber, yazar, bu konudan hiç bahsetmemektedir.

88.. SSüürrggüünnllüüğğüünn TTuuttuuşşttuurrdduuğğuu ÖÖzzggüürrllüükk

Her iki eserde de en güçlü işlenen özgürlük duygusunun tanımı, engelleri, türleri ve yolu farklıdır. Bekir’in özgürlüğü; kendi toprağına, evine ve tarlasına yani malına dokunulmamasıyla sınırlı mekânsal bir özgürlüktür. Ancak bunun alt yapısında kolhozlaştırma politikasının temelinde bütün mallara el konulması ve şahsi sermayenin sorgusuz sualsiz bir anda devletleştirilmesine karşı duyulan öfke, kabullenememe ve hoşnutsuzluk yatıyor olmalıdır.

MMooddeerrnn TTüürrkkllüükk AArraaşşttıırrmmaallaarrıı DDeerrggiissii Cilt 12. Sayı 2. Haziran 2015

102

Enver’deki çok daha güçlü kavramları içine alan isyan engin bir özgürlüktür. Öyle ki, Dermenköy’deki akrabalarının durumunu görmek üzere giden Enver, ‘dargın’ bir eşeğin boynunda tele asılı kara bir tahtada, “geberirim açlıktan ama kolhoza girmem” yazısını okur, ardından ceviz dalına boğazından asılmış bir tavuk görür ve karşılaştığı insanlara bu tavuğun niçin asıldığını sorar. Ona “her tavuk kolhoza on yumurta verecek emrine karşı bu zavallı on yumurta veremeyeceği için kendini astı” (Oİ, 429) derler. Bu örnekler, Kırım Tatarlarının, özgür üretimin elinden alınması demek olan kolhozlaştırmaya karşı geliştirdikleri pasif direnişe hayvanların kara mizah yoluyla dâhil edildiğini vurgular. Onlar da İnsandı da ait olduğun toprakta yaşayabilmek, kök salabilmek, gömülebilmek, haksızlığa karşı çıkabilmek ve kendine ait toprakta kendi hür iradenle üretebilmek, tarlana, evine, malına dokunulmamasıdır. Acar hikâyesinde de, ilk olarak, yerli halkın hakkını savunamadığı, fikrini belirtemediği, şikâyet ve dileğini iletemediği han/bey baskısı altında bir özgürlük yoksunluğu ile karşılaşırız. İkinci olarak, göç yolunda aralarında Batma, Köbögön ve Kozubek’in de bulunduğu Sagın’ın hışmına uğrayanlar, kendi kafilelerinden ayrılıp başka bir köye gitmek üzere anlaşırlar ve Sagın’ın adamlarına kaybolan hayvanlarımızı arayacağız, onları bulunca göç kafilesine katılırız diyerek geride kalırlar ancak kurnaz Sagın onları takip edip başka bir yoldan giderek yollarını keser, Köbögön ve Kozubek’i adamlarına dövdürür. Bu noktada, Kırgız halkının mallarını yanına alarak başka bir yere göçme özgürlüğünün olmadığını, sahip oldukları bütün malın hatta kendilerinin de ağanın malı olarak görüldüğünü anlarız. Sagın da zaten onların başına bir şey gelmesiyle değil mallarıyla ilgilenmektedir. Kendi topraklarında özgür olmayan Kırgızları, göç ettikleri Turfan’da da özgür bir hayat karşılamamıştır. Bu sefer de yaşayabilmek ve karnını doyurmak için Turfanlı zenginlerin kölesi durumuna düşmüşlerdir ve artık satacak maddi hiçbir kaynağı kalmayan Kırgızlar; sadakatlerini, verdiği sözleri en trajiği de kendilerine ‘emanet edileni’ satmak zorunda bırakılmıştır. Yani Bayalinov’un deyişiyle ‘dünyanın esir kızı’ Acar, çaresizlik ve sefalet içindeki yakınlarının sahip çıkmayışı yüzünden Sabitahun’un zengin Turfanlı ahbabı Çır’a 60 altın karşılığı olarak verilmiştir. Bir yönüyle de Kırgız halkı; zenginlere satılmıştır. Bundan sonra, sıcak bir yerde, bulunduğu şartlar içinde lüks bir hayat süren Acar’a Çır öncelikle iyi davranmış, altı ay kadar sonra görünmez olmuştur. Çır’ın diğer hanımları Acar’a kötü davranmaya, onu horlamaya başlamışlardır. Aslında karnı doyan ve rahat bir hayatı olan Acar, bu baskıcı tavırlara dayanamayıp, özgürlüğüne doğru yola çıkmak üzere, bir mayıs gecesi evden kaçar. Çok uzak bir mesafede olduğunu bildiği Kakşaal’a doğru kendi insanlarının yanına ulaşıp onlarla yeni bir hayata başlamak ister. Burada ‘yeni bir hayat’ ile Sovyet yönetimine bir gönderme vardır. Uzun bir yolculuktur bu ve tehlikelerle doludur, Acar’ın gündüz güneşte kavrularak, ağlayarak çölde yürümeye devam eder ve yorgunluktan uyuya kalır ve uyandığında gece olmuştur. Bir süre yürüdükten sonra etrafını aç kurtlar

Cengiz Dağcı ve Kasımalı Bayalinov’un İzinde Zorunlu Göç Figen Güner Dilek

110033

çevirir, her şeyiyle çaresiz ve savunmasız olan kız, kurtlara teslim olmamak için etrafındaki taşları fırlatır, bir yandan da kaçmaya devam eder, en sonunda köşeye sıkışır ve yine bir şeyler ararken, üzerinde taşıdığı kibritleri bulur ve annesinin “kurt ateşten korkar” sözünü hatırlayarak, bir bir kibritleri yakar ve en sonuncuyla da bir kuru ağacı tutuşturur, kendini kurtlara karşı savunmaya çalışır. Ancak o alevler bitince sonunun ne olacağını anlar ve “işte ben sizinim, haydi alın” diyerek oraya yığılır, çığlık çığlığa çok acı bir şekilde can verir.

Acar hikâyesinde, özgürlüğün tek yolu vardır, o da ölümden geçmektedir mesajını alırız. Acar, çaresizlikten, sefaletten ve açlıktan ölmez. O, özgürlüğün olmayışının, özgürlük arayışının ve esaretin götürdüğü bir ölüme yürür. Yazar, kahramanın boynunu ilmiğe sokabilir veya başka şekillerde canına kıydırabilecekken bunu tercih etmemiştir. Çünkü, zalimin eline sürgün düşenin ölerek ferdi özgürlüğüne kavuşmasını arzu etmez, bir sürgünün ölse bile vatan yolunda, evine dönmesi gerektiği fikrini verme kaygısını taşır. Asıl kurtuluş, asıl özgürlük, asıl kutsal olan; ucunda ölüm de olsa anayurda dönüş yolunda ölmektir, bu yolda sizi, çok korkunç tehlikeler ve feci ölümler karşılasa da ölümün üstünde yürümeden özgür olarak vatana kavuşulamaz. Özgürlük, istediğin yere, istediğin zaman malınla/hayvanınla göçebilmektir, birilerinin himayesinde veya esareti/iktidarı altında ait olmadığın bir yerde karnın doyması, refahı bulmak yoluyla elde edilemez. Özgürlük; kendi toprağında kök salmaktır, buz gibi havada ağanın çamaşırlarını yıkamamaktır, çaresizlikten, sefaletten, açlıktan yaban elde ölmemektir, ait olmadığın toprakta bir varlığa sahip olmak, karnı doymak değildir!

Koş, boorum! Saga okşop, öz boştonduk, öz tendigin talaşıp, kulduktan kutuluunu samagan ecen miñdegen aga-tuugandarıñ, ece-siñdileriñ kankor padışanın kuugunu, sürgünü astında tepselişti, köbü maksatına cete alışpay, armanda ketti. Kırgızdıñ dalay kızdarı, baldarı cer suusunan, eli curtunan, ata-enesinen acıraşıp, kan kakşadı… Sen oşolordun biröösüñ. Sen közdögön tilegiñe cete albastan, azattık, tendik çolunda, een cer, elsiz çöldö armanda kettin…

Koş, boorum Acar! (K. Bayalinov, Acar, 23)

“Elveda canım! Senin gibi özgürlük ve eşitlik için mücadele edip kulluktan kurtulmayı amaçlayan binlerce ağabeyin, baban, ablan ve annen acımasız padişahın kovuşturmaları ve sürgünleri altında ezildi, birçoğu amacına ulaşamadan hayata veda etti. Kırgızların birçok kızı, oğlu anne ve babasından, akrabalarından, vatanından ayrılarak kan ağladı. Sen de onlardan birisin. Sen de muradına eremeden, özgürlük ve eşitlik yolunda ıssız çölde hayata veda ettin.

Elveda, canım! (O. Söylemez, H. Aşlar Çağdaş Kırgız Hikâyeleri Antolojisi, 38)

MMooddeerrnn TTüürrkkllüükk AArraaşşttıırrmmaallaarrıı DDeerrggiissii Cilt 12. Sayı 2. Haziran 2015

104

99.. SSoonnuuçç

1917 Ekim Devrimi sonrasında Sovyetler Birliği’nde birçok yeni Türk yazı dili oluşturulmuş, geçen zaman sürecinde bu yazı dilleriyle kaleme alınmış çeşitli edebî ürünler ortaya konulmuştur. Ancak farklı yazı dilleriyle üretilen sanat eserlerinin çeşitli açılardan karşılaştırıldığı çalışmaların sayısı oldukça sınırlıdır. Bu bağlamda yapılan bu inceleme ile; Kırgızistan ve Kırım Türk coğrafyasında kaleme alınmış iki eser, Onlar da İnsandı (C. Dağcı) ve Acar (K. Bayalinov) karşılaştırmalı edebiyat bilimi yöntemleriyle sadece sürgün/göç teması çerçevesinde ele alınmıştır.

Yapılan karşılaştırmada, Kırım Tatarlarının ve Kırgızların farklı zaman dilimlerinde Rus hakimiyeti altında maruz kaldıkları sürgün/göç hikâyelerinin ortaya çıkış sebepleri ve sonuçları; yazarların biyografilerinin kurgulara yansımaları, baskın idari güç unsuruyla mücadele, ötekileştirme, toprak algısı, özgürlük ve toplumsal ilişkiler göç olgusu etrafında tartışılmıştır.

İncelenen eserlerin öncelikle, Çarlık (Acar) ve Sovyet (Onlar da İnsandı) dönemi olmak üzere birbirini takip eden süreçleri konu edindiği, bu bakımdan, birbirini tamamlayan bir bütünlük oluşturduğunu belirtmeliyiz. Bu bütünlük, bize farklı zaman aralıklarındaki Rus siyasi erkinin göç/sürgün konusunda yürüttükleri uygulamaları karşılaştırma imkânı vermiştir.

Her iki eserde de, Rus yayılmacılığının en temel ilkesini, yıldırarak toprak alma ve alınan toprak üzerinde kontrolünü sağlama şeklinde uyguladığını tanıklarız. Acar’da verimli toprakları Kırgız halkının elinden ağaları aracı etmek yoluyla alan Ruslar; Onlar da İnsandı’da, Kırım Tatarlarının yaşadığı toprakları, onların gözü önünde kolhozlaştırma ve Rusya içlerinden Rus göçmen getirip bu topraklara yerleştirerek demografik yapıyı değiştirmek yoluyla almışlardır. Böylelikle kolhozlaştırmaya karşı tepkili olacaklarını düşündükleri Kırım yerlilerinin direnişini de elimine etmişler ve sovyetleşme/kolhozlaşma sisteminin kilit noktalarını da getirdikleri Ruslara vermişlerdir.

İki eserde de sürgün/göçün ana müsebbibi Ruslar olmasına rağmen Onlar da İnsandı’da bir türlü uyanmayan Kırım Tatarları, Acar’da ise Çarlığın besleyip efendisi hâline getirdiği Kırgız ağaları da en az Ruslar kadar bu durumdan sorumlu tutulmaktadır.

Onlar da İnsandı’da Rus yönetiminin baskıcı tutumuna karşı ve vatan toprağının savunulmasına Kırım Tatarları -geç de olsa- ortak iradeyle, birlik içinde bir karşı duruş sergilerken; Acar’da, Kırgız halkının -Acar hariç- bütün iradesini Kırgız hanlarına teslim eden edilgen bir tavır içinde olduklarını görürüz. Buna ek olarak, Ruslarla girişilen silahlı mücadelede de, Enver liderliğindeki Kırım Tatarları, millî bir ruhla daha planlı bir direniş gösterirken, Acar’da, Kırgız hanları öncülüğündeki silahlı

Cengiz Dağcı ve Kasımalı Bayalinov’un İzinde Zorunlu Göç Figen Güner Dilek

110055

mücadele rastgele, düzensiz ve millî ruhtan çok uzaktır, düşmana karşı yola çıkan han ve askerleri birdenbire kendi halkı ile çatışmaya girişmektedir.

Onlar da İnsandı adlı eserde, Sovyet dönemi uygulamaları içinde Kırım Tatarlarının “Allah tarafından bize bahşedilmiş bu toprakları, hiçbir zaman bir başkası alamaz” düşüncesinin yol açtığı körleşme sonucuyla beraber Sovyet yönetiminin kolhozlaştırması sebebiyle ata topraklarının nasıl ele geçirildiği; bir milletin öz yerinde istediği gibi hareket etme, gelişme, üretme gibi doğal yetilerinin elinden alınması, kendisinin seçmediği bir alanda yaşamaya mecbur bırakılması, asırlardan beri atalarından getirdiği geleneklerin, törenin bozulması suretiyle de sürgün edilebileceği anlaşılmaktadır.

Acar'da ise; Çarlık Rusyası’nın toprakları ele geçirme politikalarına karşı hanların suskun kalması ve Kırgız han/beyleri ile Kırgız halkı arasında sosyal sınıf çatışmasının şiddetlenmesinin Kırgız halkını isyan ettirdiği ve bu isyanın, başka topraklara doğru zorunlu bir göç ile sonuçlandığı anlaşılır. Eserde, Kırgız elinin esir kızı Acar ile, vatan toprağından ayrı kalarak yaşanan hayatın asla özgürlük getirmediğini, sıla özlemini gidermediğini, zihindeki esaretin bireyde baş edilemez bir huzursuzluk ve bir isyan hâli yarattığını görürüz.

Sonuç olarak, her iki eserde de, özgür vatan toprağını korumak adına girişilen çetin mücadele ve çatışmaların bireysel ve toplumsal boyutlarıyla ele alındığını; özgürlüğe giden yolda birçok ölümün olduğunu; ancak Kırım Tatarlarının ‘Enver’, Kırgızların ise ‘Acar’ kişisi ile özgür vatan toprağını aramak/kurtarmak yolunda ölümü kutsal kılarak yıldızlaştıklarına tanık oluruz.

KKaayynnaakkllaarr

ANDAÇ Feridun (2004) Sürgünlüğün Bin Yüzü- Sürgünde Edebiyatçılar, İstanbul: Can yayınları. ARTIKBAYEV Kaçkınbay (2010) “Kasımali Bayalinov’un Hayatı ve Eserleri Üzerine Bir

İnceleme” (Çeviren: Hüseyin ŞAHAN), Kardeş Kalemler, Yıl 4, Sayı 48, Aralık, Avrasya Yazarlar Birliği, Ankara, s. 30-45.

BAYALİNOV Kasımalı (1983) “Acar”, Kurman Cılga: Povestter, Öspürümder Üçün, Frunze, s.5-34. BAYALİNOV Kasımalı (2010) “Acar” (Çeviren: Hüseyin ŞAHAN), Kardeş Kalemler, Yıl 4, Sayı

48, Aralık, Avrasya Yazarlar Birliği, Ankara, s. 17-30. BURAN Ahmet (2007) Kurşunlanan Türkoloji, Elazığ, manas yayıncılık. CHAMBERS Iain (2014) Göç, Kültür, Kimlik, İstanbul. DAĞCI Cengiz (1988) Yansılar, Bütün Eserleri-I, Ötüken, İstanbul. DAĞCI Cengiz (1998) Hatıralarda Cengiz Dağcı (Yazarın Kendi Kaleminden), İstanbul. DIYKANBAYEVA Mayramgül. (2014) “1916 yılındaki Kırgız Milli Mücadelesi: Ürkün”,

Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, Sayı: 3/3 s.112-126. GÖMEÇ Saadettin (2011) Kırgız Türkleri Tarihi, Ankara.

MMooddeerrnn TTüürrkkllüükk AArraaşşttıırrmmaallaarrıı DDeerrggiissii Cilt 12. Sayı 2. Haziran 2015

106

GÖREGENLİ Melek (2010) Çevre Psikolojisi, İnsan Mekan İlişkileri, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul.

GÜNGÖR Ahmet (2001) Kasımali Bayalinov (1902-1979), Manas Journal of Social Studies, C. 1, Sayı I.

KOCAKAPLAN İsa (1992) Cengiz Dağcı’nın Dört Romanı, İstanbul. MCCARTHY Justin (2014) Ölüm ve Sürgün (Çev. Fatma Sarıkaya), Osmanlı Müslümanlarının

Etnik Kıyımı:1821-1922, TTK, Ankara. SÖYLEMEZ Orhan-Aşlar, Halit (2009) Çağdaş Kırgız Hikayeleri Antolojisi, Erzurum: Salkımsöğüt. ŞAHAN Hüseyin (2010a) “Acar, Kasımalı Bayalinov”, Kardeş Kalemler, Yıl 4, Sayı 48, Aralık,

Avrasya Yazarlar Birliği, Ankara, s. 17-30. ŞAHAN Hüseyin (2010b) “Sovyet Kırgız Edebiyatı’nın Arap Alfabesiyle Basılmış İlk

Eserlerinden Olan Acar adlı Uzun Hikâyenin Edebî Tenkidi”, Kardeş Kalemler, Yıl 4, Sayı 48, Aralık, Avrasya Yazarlar Birliği, Ankara, s. 46-52

ŞAHAN Hüseyin (2010c) “Kasımali Bayalinov’un Hayatı ve Eserleri”, Kardeş Kalemler, Yıl 4, Sayı 48, Aralık, Avrasya Yazarlar Birliği, Ankara, s. 53-55.

ŞAHİN İbrahim (1996) Cengiz Dağcı’nın Hayatı ve Eserleri, Ankara. TARANA, Abdulla, (2012), “Cengiz Dağcı’nın Romanlarında Vatan Kavramı ve Göç”,

Almanya’ya Göçün 50. Yılında, Göç Kimlik ve Edebiyat, TGH (Yayına Hazırlayan: Metin Turan), Ankara.

TİMUR Kemal (2012). Meçhule Yolculuk-Türk Romanında Sürgün. İstanbul. TULEGABILOV Mukaş (1962) Kasımalı Bayalinov, Frunze.

Figen Güner Dilek

, ğdaşğretim yesi.

Adres: ğdaş - Ankara .

e-

ğ Nisan ği tarih:

- Ocak


Recommended