Türkiye’de İçmimarlık ve İçmimarlarISBN978-605-01-0611-4
TMMOB İçmimarlar Odası, 2014Tüm hakları saklıdır. TMMOB İçmimarlar Odası’nın izni olmadan,
kısmen de olsa makale, fotoğraf ve illüstrasyonun, elektronik vb. gibi yöntemlerle çoğaltılamaz.
1. Baskı: Mayıs 2014
TMMOB İçmimarlar Odası Adına İmtiyaz SahibiLevent Tümer
DerleyenYrd. Doç Dr. Umut Şumnu
RöportajlarEsra Karataş
Yrd. Doç Dr. Umut Şumnu
Yayına HazırlayanlarYrd. Doç Dr. Umut Şumnu
Esra Karataş
Kapak TasarımıSelim Sertel Öztürk
Sayfa TasarımMeral Kal Avseren
Yapım ve YönetimAjans Paralel
Hürriyet Mah. Dr. Cemil Bengü Cd. No: 73/3 Kağıthane 34403 Şişli
Tel: 0212 291 39 00
BaskıAda Ofset Matbaacılık Teks. Gıda San. Tic. Ltd. Şti
Litros Yolu 2.Matbaacılar Sitesi E Blok No: (ZE2) 1.Kat Topkapı - İST.
Telefon: (0212) 567 12 42 - (0212) 567 87 77E-mail: [email protected]
TMMOB İçmimarlar Odası Genel MerkeziTuran Güneş Bulvarı 701. Sk.
18/3 Çankaya AnkaraTel: +90 312 441 05 96 – 97
DerleyenUmut ŞUMNU
Türkiye'de İçmimarlık ve İçmimarlar
İÇİNDEKİLERBÖLÜM I: TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK: MODERN MİMARLIĞIN ‘İÇ’ SELLEŞTİRİLMESİ UMUT ŞUMNU .................................................................................. 7
YENİ TEZYİNİ SANAT İSMAİL HAKKI OYGAR .................................................................... 11
TEZYİNİ SANAT MARIE LOUIS SUE ............................................................................ 15
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIĞIN BİR HİKAYESİ MELTEM O. GÜREL .......................................................................... 21
1970’DE TÜRK SANATI: İÇMİMARLIK ÖNDER KÜÇÜKERMAN................................................................... 27
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK TARİHİNE BAKIŞ 1. 2. 3. NURTEN UNANSAL.......................................................................... 31
İÇMİMARLAR DERNEĞİ RAPORU İÇMİMARLAR DERNEĞİ .................................................................. 49
TMMOB MİMARLAR ODASI AGD ÖRGÜTÜNCE DÜZENLENEN SADUN ERSİN.................................................................................... 57İHTİSAS AYRIMI KOMİSYONU
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK MESLEK ALANI VE EĞİTİMİN TARİHİ B. BURAK KAPTAN .......................................................................63
BÖLÜM IITÜRKİYE’DE İÇMİMARLAR
SADUN ERSİN RÖPORTAJI 1. 2. ................................................................................................................ 89
ÖNDER KÜÇÜKERMAN RÖPORTAJI ............................................................................................................101
GÖZEN KÜÇÜKERMAN RÖPORTAJI ............................................................................................................115
NURTEN UNANSAL RÖPORTAJI ............................................................................................................123
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 7
Bölüm ITürkiye’de İçmimarlık Nurdan Gürbilek, Ev Ödevi adlı kitabının ‘Kendine Ait
Olmayan Oda’ başlıklı son bölümünde modern Türk romanının
tarihine ilişkin bir eleştiri yazısına yer verir. Bu yazıya, Gürbilek,
Türkiye’deki modern romanın anlatısını ‘ev’ kavramı etrafında
kurguladığını söyleyerek başlar. Ve, Ömer Seyfettin, Yakup
Kadri, Peyami Safa, Ahmet Hamdi gibi yazarların romanları
üzerinden, Gürbilek, modern Türk romanında evden duyulan
sıkıntı, evden kaçma isteği, içinde büyünen evden utanç, ev
değiştirme, yeni bir ev bulma/kurma isteği gibi temaların
baskınlığına işaret eder. Gürbilek yazısını şu soruyla bitirir:“Nasıl
olup da evsizlikle ilgili bu metinlerde kendimizi bu kadar
evimizde hissediyoruz? ”(1998: 97-98)
Gürbilek’in bu sorusu modern mimarlığının Türkiye
bağlamındaki serüveni ve bu deneyimin belgelenmesi için de
fazlasıyla geçerli. Türkiye’de modern mimarlık tarihinin söylemsel
olarak kurulumunda etkili olan erken dönem metinlere (Özer:
1964, Sözen ve Tapan: 1973, Alsaç: 1976, Sözen: 1984)
baktığımızda, edebiyat alanına benzer bir şekilde, anlatının ev
kavramı etrafında şekillendiğini görürüz. Yeni ulusal kimliğin
kurulumu çoğunlukla eski/utanç duyulan evin terk edilişi ve yeni-
asri-modern bir evin bulunuşu/kuruluşu olarak anlatılır. Fakat bu
yeni ev, yine edebiyat alanına benzer bir şekilde, bir evsizlik
duygusunu da beraberinde getirir: Geride bırakılmak istenen eski
evin ‘hayaleti’ her zaman kurulması arzulanan yeni eve musallat
olur; yeni evi yabancı ve tekinsiz kılar; ve, eski eve dönmeye ilişkin
dayanılmaz bir özlem yaratır.
Ana-akım mimarlık tarihi metinlerine egemen olan bu
yabancılaşma ve evsizlik hali aslında ‘modern’ teriminin
algılanışının bir sonucudur. Bozdoğan (1996; 2002) ve Baydar’ın
(1998) belirttiği gibi, diğer Batı-dışı modern toplumlara benzer bir
şekilde, Türkiye’de de modern mimarlık söylemi kendini,
medeniyet/kültür, ulusla arası/ulusal, modern/geleneksel gibi
ikilikler üzerinden kurmaktadır; ve, bu zıtlıkların bir tarafı
batılılaşma, ilerlemecilik, evrensel ve rasyonel düşünce gibi
Umut ŞUMNU
Türkiye’de İçmimarlık: ModernMimarlığın ‘İç’selleştirilmesi
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 9
Aslında bu olumsuzlama ve önemsizleştirme, 1930’lu
yıllarda yaygın olarak kullanılmaya başlanan ‘Kübik ev’
teriminde de fark edilebilir. Katıldığı bir radyo programında
yaptığı “Kübik Yapı ve Konfor” adlı konuşmasında Behçet Ünsal
öncelikle modern mimarlık hareketinin temelinde evin
durduğunu ve “ zamanımızın mimarisinin tarihe mesken
mimarisi olarak geçeceğini” söyler (1939:61). Daha sonra
modern evle kübik ev terimini birbirinin yerine kullanmanın
sakıncalarına işaret eder; ve kübik teriminin biçimci
çağrışımından duyduğu rahatsızlığı dile getirir. Ünsal’a göre
Kübik ev bir ‘karikatürdür’ (1939: 62).
Behçet Ünsal’ın eleştirdiği Modern evin, modern iç mekanın
ve modern mobilyanın “kübik” terimiyle karikatürleştirilmesi,
alaya alınması dönemin karikatür dergilerinde de göze çarpar.
(Resim 1).
‘Kübik ev’ terimi sadece alaycı ve aşağılayıcı bir terim değil,
aynı zamanda indirgemeci bir terimdir. ‘Kübik ev’ ifadesi
altında modern ev(ler) ve modern iç mekanlar hangi
mimar/içmimar tarafından yapıldığına bakılmaksızın, hangi
konut üretim sürecinin bir parçası olduğu gözlemlenmeksizin,
nasıl bir bağlamda bulunduğu, nasıl bir kullanıcı grubu
tarafından kullanıldığı, ya da nasıl bir barınma/yaşama kültürü
ortaya sunduğu araştırılmaksızın aynılaştırılmıştır. Söylemsel
olarak ismi olsa da cismi görünmez kılınmıştır.
Bu kapsamda, derleme Türkiye’de söylemsel olarak
‘görünmez kılınan’ modern iç mekanın mesleki ve eğitim
anlamında ortaya çıkışına ve sürecin örgütlenmesine bakmayı
hedeflemektedir. Çalışmanın birinci bölümünde tezyini
sanattan, dahili mimariye, daha sonra içmimarlığa uzanan
süreçte modern iç mekanın algılanışında ve aktarımındaki
değişimlere odaklanılmıştır. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi
ve Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisi üzerinden ele alınan bu
süreçte, eğitim alanındaki gelişmelere/değişimlere paralel
olarak mesleki anlamdaki örgütlenmeleri de el alır. İçmimarlar
Derneği Raporunun ve TMMOB Mimarlar Odası İhtisas Ayrımı
Raporunun metnin içindeki önemi bizlere bu örgütlenmeye
ilişkin belgeler sunuyor olmasıdır. Çalışmanın ikinci bölümünde
hem eğitmen hem uygulamacı olarak mesleğin gelişimine
katkı sağlayan kişilerin röportajlarına ve çizimlerine yer
verilmiştir.
Çalışmayı oluşturan tüm metinlere rağmen, çalışmanın bir
‘başlangıç’ olduğunun ve mutlaka devamının getirilmesi
gerektiğinin altı çizilmelidir. Örneğin Türkiye’de modern iç
mekanın yaratılmasında, içmimarlığın eğitim ve mesleki açıdan
gelişmesinde Utarit İzgi, Selçuk Milar gibi mimarların rolü
büyüktür. Utarit İzgi eğitim anlamında, Selçuk Milar da mesleki
anlamda içmimarlık mesleğine önemli katkılar yapmıştır (Resim
2). “İçmimarlara destek veren mimarlar” ayrı bir dosya konusu
olarak mutlaka incelenmelidir. Aynı şekilde, bu çalışma
kapsamında sadece eğitmen-uygulamacı içmimarla kısıtlanan
çalışma genişletilmeli ve İsmail Hakkı Oygar, Hayati Görkey,
8 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
olgulara gönderme yaparken, diğer tarafı tarihsel devamlılık,
otantiklik, yerellik gibi olgulara işaret etmektedir. Daha da
önemlisi, birbirine karış(a)mayan bu ikili yapı içerisinde, ‘modern’
ve ‘modernlik’ terimleri ulusal kimliğe ait, bir anlamda geleneğin
içinden çıkan olgular olarak anlaşılmaktansa, her zaman ulusal
kimliğin yabancısı, dışarıdan gelen/çağrılan, ‘ithal edilen’ ve
‘yeni’ye gönderme yapan olgular olarak konumlandırılmaktadır.
Modern teriminin yabancı terimiyle eşleştirildiği, Batı’dan
filizlenen ve oradan dünyaya yayılan homojen bir hareketmiş
gibi algılandığı bu anlayış bizi farklılıklardan çok aynılıklara
hapseder. Modern teriminin, dolayısıyla modern mimarlığın ve
modern iç mekanın, bu coğrafya tarafından nasıl
sahiplenildiğine, dönüştürüldüğüne ve tercüme edildiğine
bakmaksızın, nasıl arayışlar/buluşların yaptığını, nasıl
anormallikler ve aykırılıklar yarattığını görmeksizin, onu teksesli,
tekbiçimli bir üretim olarak gösterir.
Modern teriminin algılanışında barınan bu ikircikli yapı, bir
taraftan arzulanma ama diğer taraftan bir türlü kendine mal
edilememe durumu, modern evin söylemselleştirilmesinde de
karşımıza çıkar. Erken cumhuriyet döneminin, mimari anlamda, en
etkin yayın organı olan Arkitekt dergisi, 1931 yılından başlayarak
konut sorununu ciddi bir biçimde ele alır. Modern ev(ler)in
tanınması ve yaygınlaşması için teorik anlamda yayınladığı çeşitli
yazılara ek olarak Seyfettin Arkan, Zeki Sayar, Abidin Mortaş,
Abdullah Ziya, Bekir İhsan gibi önemli mimarların tasarladığı
konut projelerinin çizim ve fotoğraflarına da yer verir. Mesleki bir
yayın olan Arkitekt’e ek olarak, dönemin Yenigün,Yedigün, Muhit,
Modern Türkiye Mecmuası gibi popüler dergileri de modern eve
sahip olma isteğini arttırmak için çeşitli yayınlar yapar. Fakat
modern ev(ler) bu yayınlarda bir arzu nesnesi olarak sunulurken
eşzamanlı olarak modern evlere karşı bir eleştiri de başlar. Modern
ev(ler) modern/yerel ikiliğinin bir tarafında kalan, bu iki karşıtlık
arasında köprü kurmayı başaramayan ve bu sebepten
içselleş(tiril)emeyen bir ürün olarak sunulurlar. Neredeyse tamamı
1930’lu yıllarda ülkeye davet edilen Alman ve Avusturya’lı
mimarların büyük kamu projelerini yapmasından dolayı mesken
tasarımına odaklanan genç Türk mimarlar tarafından tasarlanan
bu evlerin yeterince Türk olmadığından ve Türk kimliğine yabancı
kaldıklarından şikayet edilir.
1930’lu yılların sonunda, kökenleri 1.Ulusal Mimarlık Hareketine
temellendirilebilse de, Sedad Hakkı Eldem tarafından
kuramsallaştırılan, belki de erken cumhuriyet döneminin en
önemli (ve en sorunlu) kategorisi olan Türk Evi’nin ortaya atılışına
kadar, modern ev tanıdık ama yabancı olma halini sürdürecektir.
Başka bir deyişle, Eldem’in “zaten, hali-hazırda modern” olduğunu
söylediği romantik ve biçimsel Türk Evi anlayışı, modernlik ve
yerellik arasında deneysel, mekansal ve evrensel bir ilişki kurmaya
çalışan modern ev anlayışını söylemsel olarak önemsizleştirmiştir.
Anlatının merkezine evi koysa da, kendi meşruyetini kurmak adına,
modern evi ve modern iç mekanı olumsuzlar (Şumnu, 2012).
1) Bu nokta Hilde Heynen’in yaptığı Programmatic (Programatik) ve Transitory (Geçici) modernitearasındaki ayrım düşünülerek yazılmıştır.
2) Çeviri terimi Walter Benjamin’in The Task of the Translator metnine gönderme yaparak kullanılmıştır.
(1)
(2)
Resim 1: Dönemin kübik içmekanı eleştiren karikatürleri (Gökçe 1936c, s 10; Ayça 136d;Gökçe 1937 b, s8; Güler 194, s2) Bu karikatürler Deniz Dokgöz yaptığı detaylı çalışmadanalınmıştır. Daha fazla bilgi için bakınız (Dokgöz 2012)
Mazhar Resmor, Vedat Ömer, Cevher Bozkurt, Selhattin Refik,
Turgut Zaim, Reşat Sevinçsoy gibi mesleğe uygulamalarıyla
önemli katkılar sağlayan dekoratör/içmimarlar için ayrıca bir
çalışma yapılmalıdır (Resim 2).
10 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
Resim 2: Sol üstte Utarit İzgi Mimar SinanÜniversitesi İçmimari Bölümünde diplomakritiği verirken, sağ üstte Reşat SevinçsoyHayati Tabanlıoğlu ile AKM’nin şantiyesindeproje üzerine tartışırken
Kaynaklar:
- Alsaç, Üstün. (1976). Türk Mimarlık DüşüncesininCumhuriyet Dönemindeki Evrimi. - Trabzon: Karadeniz Teknik Üniversitesi Yayınları.- Ancel, Özge. (2008). Mimar/Arkitekt Dergisinde Konut Sorununun Ele Alınışı: 1931-1946. - Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü- Baydar, Gülsüm. (1998). The Professionalization of the Ottoman-Turkish Architect,yayımlanmamış doktora tezi, Berkeley: University of California. - Bozdoğan, Sibel. (2002). Modernizm ve Ulus İnşası: Erken Cumhuriyet Türkiye’sinde - Mimari Kültür. İstanbul: Metis Yayınları. - Bozdoğan, Sibel and Kasaba, Reşat (Eds.). (1998). Rethinking Modernty and National - Identity in Turkey. Washington: University of Washington Press. - Benjamin, Walter. (1989). “The Task of the Translator”. in Andrew Benjamin, ed. - Translation and the Nature of Philosophy: A New Theory of Words. London and NewYork: Routledge.- Dokgöz, Deniz (2012). Karikatürün Hedef Nesnesi Olarak Modern Mimarlık ErkenCumhuriyet Dönemi Mimarlık Alanındaki Batılılaşmanın Türk Karikatürüne Yansımaları.Yayınlanmamış Doktora Tezi, DEÜ FBE Bina Bilgisi Anabilim Dalı- Gürbilek, Nurdan. (1998). Ev Ödevi. İstanbul: Metis Yayınları.- Heynen, Hilde.(1999). Architecture and Modernity: A Critique. Cambridge: MIT Press.- Mortaş, Abidin. (1943). “Ankara Tasarruf Evleri Kooperatifi” Arkitekt, 135(3-4): 76-79.-. (1943). “Ankarada Mesken Meselesi”. Arkitekt, 143-144 (11-12): 239-240.-. (1944). “Az Para ile Ev Yapmak ve Bizde Kooperatifçilik”. Arkitekt,147-148 (3-4): 90-92- Özer, Bülent. (1964). Rejyoalizm, Üniversalizm ve Çağdaş Mimarimiz Üzerine Bir Deneme. - İstanbul. İstanbul Teknik Üniversitesi Yayınları. - Sözen, Metin ve Tapan, Mete. (1973). 50 Yılın Türk Mimarisi. Ankara: Türkiye İş Banası - Kültür Yayınları- Sözen, Metin. (1984). Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarlığı. Ankara: Türkiye İş BanasıKültür Yayınları- Şumnu, U. (2012). Between Being and Becoming: Identity, Question of Foreignness andthe Case of the Turkish House. Yayınlanmamış Doktora Tezi. Ankara: Bilkent University.
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 11
Güzel sanatların mühim bir şubesi olan tezyini sanat (arts
decorarifs) on dokuzuncu asır başlangıcına kadar dekor
kelimesinin manasında olduğu gibi süs demekti. Fazla yaldızlı,
süslü bir çok hat ve şekillerin eski evleri manasız bir surette
süslediği devirlerde yapılan dekorlar bugünün ihtiyaçlarından
başka yerlerde kullanılırdı.
1900’de yani tezyini sanat cereyanları bidayette asri
ihtiyaclara cevap verecek bir halde değildi. Avrupa’da 1900’de
Bavyera Dekoratörlerinin ilk defa yeni bir sanatla (Paris
sonbahar sergisinde) meydana çıktığını görürüz. Bavyeralı
dekoratörler dekoru orneman ve yaldızlı süslerde
aramadıklarını, dekrdan maksat eşyayı süslemek değil bize
lazım olan muhiti makul hatlar içinde bulmak olduğunu, 1908
sergisinde teşhir ettikleri (Dalihi mimari ve mobilya
dekorasyon)larında buldukları yeniliklerle göstermişlerdir.
İsmail Hakkı OYGAR
Yeni Tezyini Sanat
1) Bu yazı ilk olarak Arkitekt dergisinde (1932(23-24): 336-338) yayınlanmıştır. Yazı Eren Sayar Kavcı’nın izniyle Mimarlar Odası tarafından açılan veritabanı üzerinden temin edilmiştir”
(1)
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 1312 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
ve renk veren en küçük bir eşyadaki dekordan sinema, tiyatro,
ev velhasıl bütün hayatımızı süsleyen dekorlara kadar her şey
dekoratörlerin ibda ettiği şekillerin esiri olmuştur. Çok şumullü
olan bu sanatın hayatımızdaki mühim tesirlerini gösterdikten
sonra dekorları kullandıkları yerlere taksim ederek aşağıdaki
çerçeve dahilinde tetkik edelim.
Eşyada dekor: Halı, kumaş ve diğer eşyalarda kullanılan
dekorlar satıhları süsleyen dekorlardır ve bunlara satıh
dekorasyonu denir; eski satıh dekorlarındaki şekillerde dini
tesirlerhakim olmuştur: Çin’de ve Hint’te Buda ve Brahman
Hıristiyan memleketlerde Hıristiyanlık; bizde, Acem ve
Araplarda Müslümanlık tesiri ile bu dekorların yapılmış
oldukları görülmektedir. Müslüman memleketlerde yalnız
bizde Kuran’ın haricinde çıkarılmayarak figürsüz dekorlarla
satıhlar süslenmiştir. Topkapı ve evkaf müzelerinde mevcut
zengin halı, kumaş ve diğer eşya koleksiyonlarında ve
çinilerimizde stilize edilmiş çiçek ve nebatat ve hendesi
şekillerle çok zengin, zarif, ince dekorlarla, çok kıymetli eserler
yapılmış olduğunu ve figür esasen manası olmadığı halı ve
mensucat dekorlarında kullanılmayarak en makul bir sanat
yapılmıştır. İran’da en eski devirlerden bugüne kadar devam
eden sanatta kuvvetli bir uslup ve teknik vardır: İran halı ve
kumaşları ve diğer eşyaları çok güzel dekolarla süslü ve yüksek
bir zevkle yapılmış güzel eserlerdir.
Dahili mimari ve mobilyada dekor: Dahili mimari ve mobilya
dekorasyonu dünden ziyade bugünün sanatıdır; her ne kadar
insanların daima evlerini süslemek için eşyalarla bir dekor
yapmışlarsa da, hiç bir zaman bugünkü kadar umumi bir
surette bu kısım sanata ehemmiyet vememişledir.
Saraylarda ve çok zenginlerin evlerinde biz yalnız her
devirde mobilya ve dekor tarzlarının değiştiğini görürüz.
Halbuki bugün mimarinin yanında teyzini sanat cemiyete yeni
bulunan bilumum maddeleri yerlerinde kullanarak makul ve
asrın zevklerini en rahat bir dekor içinde temin etmektedir.
Zengin bir sanat ve aynı zamanda büyük bir sanayi ve ticareti
teşkil eden bugünki tezyini sanat hiç bir zaman cemiyetlerin
hayatında bu kadar yüksek bir ehemmiyet kazanmamış ve
zevklerimize hakim olamamıştır. Resimlerde de görüldüğü gibi
küçük ve büyük her eşyadan evlerimizin en mahrem yerlerine
kadar her şeyde dekoratörlerin çizdiği şekiller hakimdir.
Bu yazının resimleri Fransızca Art et decoration) mecmuasından alınmıştır.
1908’de başlayan yeni cereyanlar her sene yapılan
sergilerde inkişaf ederken maziin fazla süslü; manasız ve çok
zamanlar içinde yaşandığı için terk edilmesi güç olan dekorlar
yavaş yavaş yerlerini kaybetmeye başlamıştı. 1914’e kadar
Avrupa’nın bir çok yerlerinde dekoratörler arasında yeni ve eski
sanat taraftarları ile birlikte gürültülü münakaşalar oldu; büyük
harp dört sene devam ettiği müddetçe her şey gibi sanat da
ölü bir halde idi.
Büyük harpten sonra sanatın her şubesinde yeni bir çalışma
devri başladı; Avrupa’nın belli baslı büyük şehirlerinde her gün
sergiler açılıyor ve sanatta hiç bir zaman görülmemiş yeni bir
ifade bütün sanat nazariyelerini altüst ediyor ve harpten evvel
(Moderne sanat) diye yapılan eserler bu yeniliğin yanında
birkaç asır evvel yapılmış gibi eski kalıyorlardı.
İşte büyük harbi mütaakip canlanan sanat hareketleri ile
beraber (tezyini sanat) her sahada büyük yeniliklerle bugünkü
cemiyetlerin zevklerine cevap veren ve hayat tarzlarımızı
değiştiren bir sanat olmuştur. Modaya tabi olan her şey, şekil
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 15
Tezyini sanattan bahsetmek, umumi şekilde sanattan
bahsetmek demektir. Sanatın bütün branşlarını kendisinde
toplar ve bütün bunlardan istifadelenir. Bundan dolayıdır ki,
Fransa’da dekoratör sanatkarlar cemiyeti, sadece dekoratörleri
değil, aynı zamanda, ressam, heykeltraş, mimar ve hatta
kuyumcu, kıymetli cam eşya yapan zanaatkarlara kadar bütün
müteahassısları bir araya toplamıştır.
Eskiden dekoratör mesleği mevcut değildi. Bu yeni meslek,
her şey de, hatta sanatta bile ihtisaslaşma hususundaki iki
ihtiyaçtan doğmutur.
20. asra kadar, sadece mimarlar, ressamar heykeltraşlar gibi
(majeur) ana sanatları, teknisyen olarak temsil ederlerdi. Tahta,
toprak ve kumaş sanat eşyası yapanlar (ebeniste), (tapisier),
(ceramiste) gibi zanaatkarlar mevcuttu. İşte eski dekoratif sanatta
isim bırakanlar bu sonunculardır: (Boulle)ler, Bouthie’ler, Bernard
Rolissy, Jacop’lar gibi.
Lakin yalnız ressam Lebrun,18. Asırda dekoratör olarak kabul
edilebilir: Bu devirde Lebrun Versaille şatosunun müteaddit
(Tapisserie duvar halılarının) desenlerini kompoze etmiştir.
Bugün muhtelif tekniklerin adedinin artması, sanatkarların
ihtisasa sevketti.
Demek ki, süsleyici sanat, aynı zamamda hem çok genç hem
de çok eskidir. Bu sebepten, bir taraftan terütaze, diğer taraftan
da ananevi vasıflar taşımalıdır.
Prensip itibariyle süsleyici sanat, etrafımızda bulunan her şeyi
güzelleştirmeye matuftur: Bir şekil mi bulmak lazım; bir renk
intihabı mı mevzuubahis? Bir teyzinat mı konulacak? Dekoratör
sanatkar ihtisasının bütün vasıtası ile işe derhal müdahale eder,
yahut da (ensemblier) olarak bir orkestra şefi gibi, hayatın
seviyesini yükseltmeye ve böylece, bir cemiyetin medeniyet
Prof. L. Marie Louis SUE
Tezyini Sanat (1)
1) Bu yazı ilk olarak Arkitekt dergisinde (1941(131-132): 262-264) yayınlanmıştır. Yazı Eren Sayar Kavcı’nın izniyle Mimarlar Odası tarafından açılan veritabanı üzerinden temin edilmiştir”
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 1716 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
eserine bağlı kalmaya layıktır. Eğer sanatkar hiç bir şey ilave
etmeden sadece kopye ile iktifa ediyorsa, sanatkar ismini
taşımaya layık değildir.
Zannedersem müşkülpesent olan ressam (Dégas) da bu
manada olarak “Sanat daima alkışlanmamalıdır” derdi.
Rönesans artisleri ve daha sonra 18. asırdakiler bu şekilde
hareket ettiler: Hiç kopye veya hırsızlıklara baş vurmaksızın
antikiteyi model olarak aldılar. Antikiteyi kendilerine göre
naklettiler. Eğer, eserleri eski eserlerin meziyetinden bir şeyler
almışsa, bu orjinalliklerine mani olmamıştır.
XVI. Louis stili, (Herculanum) hafriyatından sonra doğmuştur:
Bu şehirde bulunan eşya, yağlı boyalar, mobilya, Fransız dekoratif
sanatına tesir yaptı, Fransız sanatını çok yüksek bir tekamül
derecesine sevketti, fakat hiç bir zaman her sanatkarın ırkından
tevarüs ettiği ananevi vasıfları hazfedemedi.
Üslup hakkında, dekoratörleri muayyen bir usule yani
(stylization) üslublandırmaya karşı ikaz etmek isterim, bu usul
bütün bir devrin eserlerini can sıkacak bir şekilde bozmuştur.
Mesela (stylization) üslublandırma uzun müddet her şeyi
mikap, üstüvane ve kürrelerle ifade ederek ressam ve
heykeltıraşların bir unsur tallaki ettikleri ve (Passage) dedikleri
esası ihmal ettirmişti.
Tabiatta kürreler, üstüvaneler vardır, fakat kristaller müstesna
biz onları hiç bir zaman ham halde göremeyiz. Bu şekiller, daima
bileşmiş ve yumuşamış tali derecede şekiller tarafından
canlandırılmış olarak bulunurlar.
Her memleketin iklimi, adetleri, tabii menbaları itibari ile bazı
sanayiye az veya çok elverişlidir, bu sebepten dolayı Türkiye’de,
dokuma,halı, seramik, cam ve daha birçok şubelerin bütün
dünyaca tanınmış olan sanatların inkişafını tavsiye ederim. Zaten
bütün memleketlerde hali hazırda hüküm süren yeni bir arzu,
milli bir stil yaratmak isteğidir. Bu stil 1920’den beri bila istisna
her yerde tatbik edilmiş enternasyonal bir sanatın formalizme
karşı açık bir reaksiyonundan başka bir şey değildir. Bu
enternasyonal sanat bize, gerek Amerika’da gerek Fransa’da veya
Boğaziçi’nde aynı şekilde evi aynı tefrişatı ve aynı üslubu
karşımıza çıkarıyordu. Fakat bu bahsettiğimiz devir, sanatı artık
bugün tekabül etmeyen, zamanı geçmiş formüllerden sanatı
kurtarmak için zaruri olan bir geçiş devri idi. Yeni estetiğe mani
olacak her şeyi attıktan sonra, sanatkarlar, makine ile yeni
estetiğe telif edebilecek yeni bir üslup arayabilmişlerdir.
Biz, dekoratif sanatının iki nevi tatbik yolunu, daha doğrusu,
iki muhtelif ifade temayülünü görüyoruz: Bir taraftan banka,
hastahane, seyyahlara mahsus oteller gibi faide gayesini güden
binaların, diğer taraftan da, milli binaların, veya hususi şahısların
evleri için mevzuubahis olan tefris veya dekorasyon.
Biz aynı hal için, bütün dünyada, muayyen bir kullanış tarzı
için tetkik edilmiş ve mükemmelleştirilmiş standart bir stilde,
krome metalden veya lakeden mamul, tamamen düz, kaypak
satıhlı, böylece temizlenmesi ve dezenfekte edilmesi kolay
eşyanın hastaneler için kullanılmasına mani göremiyoruz. Banka
mobilyasının da dekore edilmesine hiç lüzum görmüyorum.
Seyyah otelinde ise, eşya ve konuş tarzları emniyetbahş bir
temizlik ve sadelik hissini vermeli, standart bakır karyolalar,
yıkanabilen yağlı boyalar, yalnız bir geçit yeri olan böyle
müesseseler için arzu edilen stili teşkil ederler.
Buna mukabil, ekseriye bir ikamet merkezi olan modern evi
unutturmak için, hususi hayatın dekoruna ait her şey adeta
beşeri vasfı verebileceğini bir şekle sahip olmalıdır. İnsanoğlu
evinde kendini bir meskenden farklı hissetmemelidir. İnsanı bir
otomot gibi telakki etmek onun vekarını azaltmak demektir.
Onun etrafını çeviren her şey hususi bir zevkin damgasını
derecesini tesbit ve tayin etmeye yardım eder.
Demek ki, biz süsleyici sanatı her şeyde buluyoruz. Mesela
sade, tarif mucibince dekorasyona dahil olan mobilyanın ve
günlük ihtiyaçlarımızı karşlayan eşyayı ihtiva eden evlerimizin
değil, fakat bundan başka gözlerin zevkini tatmin için tanzim
edilen vitlirlerde dahildir ve bu vitrinleri süsleyen sanat
eserlerinin, bugün çok inkişaf etmiş olan ilan vesair reklam
vasıtalarının hepsinin bu yeni sanata birer tatbik sahası
olduğunu görüyoruz.
Dekoratörün hüneri aynı zamada içtimai tezahürleri calandırır,
sinema ve tiyatro gibi muhtelip temsillerin dekorlarını,
kostümlerini de hazırlar.
Denilebilir ki, süsleyici sanatın tatbik sahasının hududunu
çizmek imkansızdır. Ve ekseriya dekoratör hiç tahmin etmediği
zamandan beri faaliyet göstermek fırsatını buluyor. İşte bunun
içindir ki, dekoratöre, dar bir ihtisas çerçevesi içinde kendini
hapsetmemesi tavsiye eedilebilir. Bundan dolayı ona her şey
kuvvetli bir tecessüs mevvzuu teşkil etmelidir. Öyle şahlanmış bir
tecessüs ki, bütün dünyadaki hayat kıpırdanışlarını günü gününe
takip etmek fırsatı verebilsin. Dekoratif sanat, yalnız günün
eserlerini değil, fakat tam manasıyla müfid olabilmek için yarının
tekamil imkanlarını da önceden sezebilmek ve kudreti dailinde
olan tesirlerle bu tekamül imkanlarını sevk ve idare etmelidir.
Tezyinat, bütün sanatlar meyanında ister istemez halkı doğrudan
doğruya alakadar edendir, bundan dolayı tesiri bir misli artar.
Bu sebeplerden dolayı, sanat modern cemiyette mühim bir
rol oynar, ona haklı olarak hayatın dekoru ismi verilmiştir.
Her yerde ve her saatte hazır ve nazır bulunmakla, hayatı
süsler ve güzelleştirir. Aynı zamamda kolaylıkla iyi ve kötü
şeylerin tesirleri altında kalınan çocukluk çağında bir mürebbi
rolü oynar.
Mevcudiyet sebeplerinden bir diğeri ve mühimi de (industrie)
eserlerine modeler temin etmesidir: Bu da, (arts appliques)
tatbiki sanatların bir ateşidir ki, bu branşın akisleriyle bir
memleketin refahı üzerinde oynadığı rol mühimdir.
Filvaki, ressam ve heykeltraşlar, plastic sanatlarda tek eserler
yaratıyorlar, fakat dekoratörlerin yarattıkları eserlerin birçok
nüshaları oluyor, bu sebepten binlerce kimseyi alakadar
ediyorlar, cemiyetin muhtelif sanatları arasına yayılıyorlar. Tatbik
edilmiş sanatta, değerli bir model, bir sanayici için bir kar menbaı
olmakla kalmıyor, fakat bundan başka, bu model, konulduğu her
yere bir sanat numunesi oluyor ve yabancı memkeletlerde teşhir
edildiği zaman (pays d’origin) menşei olduğu memleketin
medeniyet ve zevk derecesini gösteriyor.
Demek ki, mühim nokta, bu istihsali elverişli bir istikamette
yürütmektir, bunun için de lazım olan şey, hatalara düşmemek,
eski modeller hiç bir değişiklik yapmadan kopye ve iktifa
etmemektir. Kopye daima orijinalden kıymet itibari ile aşağıdır
ve bir nevi kayda tabi olarak yapıldığından bir sanat eserinin icap
ettirdiği hürriyete malik değildir. Kopye, daima bir talebe
egzersizi gibi telakki edilmelidir. Yahut da, kopye ancak tekniği
kaybolmak üzere olan eski sanatların bir nevi konservatuarı
rolünü oynamaktadır.
Biraz ileriye gidersek, görürüz ki, süsleyici sanatta, günün
zevkini idrak eden bir moda vardır, işte sanatkar bu noktayı
ihmal etmemelidir. Şunu da ilave etmeliyim ki, sanatkar
kendinde kafi derecede kuvvet görürse, bir devrin stilini tesbit
etmek hususunda haklı bir hevese kapılmadır. Bu istek bütün
sanatkarların kafasında bulunmalıdır, kopye etmek, yahut da
memleket veya hariçte yapılanları yapmak kafi değildir.
Sanatkarın vazifesi elinden geldiği kadar yaratmaktır. Eğer
sanatkar eserlerine biraz kendinden bir şey koyabilirse, ismi
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 1918 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
Bu ifadelerden birincisi 1925-1935’de rağbette idi. Bu devre,
metal krome ismi verilebilir. Tıpkı bir taş evri, demir devrinde
olduğu gibi.
İkincisi 1925’den evvel 1937’den sonra revaç gördü. Bugün
bu hareket daha bariz bir şekil alıyor ve açıktan açığa
beynelminel bir sanata reaksiyon olarak, ananeneye avdet
şeklinde kendini gösteriyor. En iyi devirlerde, mesela, 17. Asırdaki
eski eşya tetkik edildiği zaman görülür ki, koltuklar insanlarda
tavurlarını taklid ederler, koltuk ayakları, devrin insanlarınınki
gibi yüksek ökçeli ve kemerlidir. Komodlar da bir insan vücudu
şeklindedir. Yine bugün de, biz aynı vasıfların ifadesine
dönüyoruz; yalnız şu farkla ki, tavırlarımız daha sade,
elbiselerimiz daha ciddi olduğundan mobilyamız da daha
basittir. Örk ve adetimizle ahenktardır.
Eski Türk tekniğindeki revzenler için de bir kaç şey söylemek
istiyorum. Bu alçılı camların usulleri tamamen moderndir.
Eskiden yapılmış olanların unsurlarını yeni, modern bir şekilde
terkip etmek kafidir. Böylece eski revzenler modern inşaatta
yerlerini bulacaklardır.
Türk dekoratif sanatının inkişaf yolunda lerlemesini temenni
ederim, çünkü kuvvetli bir inkişaf, manevi meziyetleri olan bu
sanatın hakkıdır. Ve ümit ediyorum ki, şerait uygun olduğu
zaman, dekoratif Türk sanatının Paris’te yapılacak bir sergisi bu
sanata bütün muvaffakiyetleri temin edecektir. Bu sanatın
vasıfları günün zevkine tamamen uygundur ve modern stilin
tekamülünde en işabetli tesirleri yapılmalıdır.
taşımalı, bütün inşa teferruatını teşhir eden adeta bir fabrikaya
benzeyen kübik evlerin aksine olarak yeni binaların dahili,
sahibinin şahsiyetini aksettiren bir bütün teşkil etmelidir.
André Gide o devirde bir ev yaptırmıştı. Bu ev, devrinin en
son ve yeni zevkine göre idi, içinde binanın bütün uzuvları
muhtelif renklerde boyanmış olarak görünüyorlardı. A.G. bana
bir gün salonun köşesine gözlerini dikerek dedi ki: “Bu boruları
görmeye artık tahammülüm yok, sanki kırmızıya boyanmışı
ben sıcak suyum, maviye boyanmışı ben soğuk suyum
diyormuş” gibi geliyor.
Yine son zamanlarda, Segram isminde muayyen bir zaman
için şöhret yapmış olan bir artist tarafından tasavvur edilmiş,
kristal bir piyano gördük. Bütün mekanizması görülen bu
piyano şu tenkidi celbetti: Musikinin hazım ameliyesine şahit
olmak hoş bir şey değildir.
Dekoratif sanat, mimarinin, resmin, heykeltıraşın bir
muhassalasıdır. Bundan dolayı, dekoratörün bu üç sanata ait hiç
olmazsa biraz bilgisi olmalı, ve yerine göre, mimar, ressam,
heykeltıraş olarak hareket edebilmelidir.
Dekoratöre, müvazenet hususunda, mevzun eşya yaratmak
işini temin edecek olan mimari bilgisidir. Léonard de Vinci’nin
dediği gibi, (proportion) tenasüp, sanatın özüdür.
Dekoratörün kaygusu, composition’larında, tenasüp
kanunlarını tatbik etmek olacaktır, çünkü bu kanunlar, hem
sanatkarın, hem de tabiatın eserlerine hakimdirler. Yine bu
kanunlar hendesi hatlarla ifade edilirler. Uzun uzun ihmal
edildikten sonra (regulateur) tanzim edici hendesi hatlar yine
rağbette olmaya başladılar ve modern artistler bu hatları
eserlerinde tatbik etmekten iftihar duyuyorlar. Ben, kendi
hesabıma, 1924’de Léandre Villa ile birlikte Les Rythmes de
l’architecture (Mimari ahenk) isminde bir eser neşrettim. Bu
eserde André Mare ile beraber idare ettiğim Compagnie des Arts
Francais de, yaptığımız eserlerin müteaddit resimlerini
koymuştum.
İyi bir resim yapmak, renkleri ve kıymetleri iyi tevzi edebilmek
için dekoratöre resim notion’ları elzemdir ve nihayet, seramik işi
için bilhassa lazım olan modlaj, diğer mütehassıslara hacimleri
kullanmak itiyadını verecektir.
Dekoratif sanat itibariyle mahiyeti o kadar zengin olan
Türkiye’de, ilham menbaı olarak arzu edilen bütün motifleri
duymak için dekoratörün sanatı tetkik etmek ve onu bir Türk
milli sanatının hareket noktası yapmak kafidir.
Bu münasebetle, arkadaşım August Perret daima “eskileri
kopye etmek değil de, bizim yerimizde olsalardı ne yaparlardı”
diye düşünmek lazımdır, derdi.
Talebelerimde şekillerin tefsirinde büyük bir istidat, resim için
şayanı dikkat bir el mahareti müşahade ettim.
Bu meziyetleri – Türk sanatının son zamanlara kadar bir tefsir
sanatı olmasına atfediyorum. Çünkü insan yüzünün tasviri,
sanattan hariç bırakılmıştı ve dekorasyona giren bütün motifler
hayvanların, çiçeklerin başlıcalarını tefsirden ibaret kılmıştı.
Bundan maada, eski el yazıları, adeta harika nevinden bir el
maharetini icap ettiriyordu. Bu büyük Türk kaligraflarndan
bazılarının eserlerine bakınca, hattın (sureté) emniyetle bu kadar
mükemmelliyete elin nasıl vasıl olabileceğine insan hayret
ediyor. Bu yazılar, en ince bir dekoratif vasfı haizdirler. Onları
okuyamamakla beraber, güzelliklerine hayanım veöyle
zannediyorum ki, bu yazılar, eski binalarda, tahride dekoratif
heykeltıraşının oynadığı role müşabih bir rol oynamışlardır.
Aşağı yukarı 20 seneden beri, sınıf, kah enternasyonal
malzemeden ve hali hazırdaki hayatın mekanik şekillerinden,
kah mazideki eserlerden ilham alarak I’vicaçlı bir hat takip ediyor.
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 21
Türkiye’de içmimarlık eğitiminin temelleri ilk olarak 1923 yılında
Tezyinat (Süsleme) Bölümü’nün Sanayi-i Nefise Mektebi’nde (eski
Güzel Sanatlar Akademisi, ve bugünki adıyla Mimar Sinan Üniversitesi)
kurulmasıyla atılmıştır diyebiliriz. Sanayi-i Nefise Mektebi sanatçı ve
sanat tarihçisi Osman Hamdi Bey tarafından 1882 yılında kurulmuş ve
1883 yılında resim, heykel ve mimarlık eğitimi vermek üzere sekiz
kişilik bir öğretim kadrosu ve yirmibir öğrencisi ile öğrenime
başlamıştır. Bölüm 1927 yılında Namık İsmail’in Akademi’nin başına
getirilmesiyle yeniden yapılanmıştır. Namık İsmail 1925 yılında Paris’de
ziyaret ettiği, Dekoratif Sanatlar Sergisi’nden (Exposition Internationale
des Arts Dècoratifs et Industriels Modernes) çok etkilenmiştir. Bu
sergi dekoratif sanatlarlar açısından çok önemlidir. Sergiyi
benzerlerinden ayıran en önemli özelliği iç dekorasyonu ön plana
çıkarmasıdır. Sergi öncelikle Art Deco stili üzerine yoğunlaşmışır. Zaten
Art Deco değimi serginin başlığı olan Arts Dècoratifs’den alınmıştır.
Sergiye ünlü mimar Le Corbusier de süsleme sanatlarından uzak farklı
iç mekan anlayışını sunmak amacıyla katılmıştır. Art Deco stilinden çok
farklı Modernist çizgileriyle ve iç donanımıyla Le Corbusier’in (Pierre
Jeanneret ile birlikte) tasarladığı Pavilion de l’Esprit Nouveau büyük ilgi
ve aynı zamanda reaksiyon toplamıştır.
Bu kısa tarihi çerçeveyi çizdikten sonra Sanayi-i Nefise Mektebi’ne
dönecek olursak, Namık İsmail’in başkanlığında Dekoratif Sanatlar
Bölümü’münde içmimarlığı da içine alan yeni uzmanlık atölyeleri
kurulduğunu görürüz. İçmimarlık atölyesi 1929 yılında Tezyinat
Bölümü’nde hoca olarak göreve başlayan Avusturya’lı Philip Ginther
tarafından kurulmuştur. Ginther aynı zamanda bölüm başkanlığı
yapmış ve Akademi’nin Mimarlık Fakültesi’nde eğitim gören mimarlık
öğrencilerine de içmimarlık dersleri vermiştir. Akademinin 1934 tarihli
yönetmeliğine göre Dahili Tezyinat Atölyesi, bugünki içmimarlık
stüdyosunun ilk formudur. Bu stüdyonun içeriği zaman içerisinde ve
Meltem Ö. GÜREL
Türkiye’de İçmimarlığın Bir Hikayesi
(1)
(1)
(2)
(3)
(4)
1) http://www.msu.edu.tr. 12 Kasım 2005 tarihinde bakılmıştır.2) Mustafa Cezar, “Güzel Sanatlar Akademisi’nden 100 Yılda Mimar Sinan Üniversitesi’ne,” Güzel Sanatlar Eğitiminde 100 Yıl (Istanbul: Mimar Sinan Üniversitesi Yayını, 1983), 23.3) Öyle ki Pavilion Auguste Perret başkanlığındaki uluslararası juri tarafından beğeni görmesine karşın, jüri başkanındeyişiyle “içinde mimari olmadığı” gerekçesiyle ödüle laik görülmemiştir. Aynı yıl Le Corbusier süslü bir dekoratif sanat
anlayışını şiddetle kınadığı kitabı L’art decoratif d’aujourd’hui’de bu konuya değinir. Bakınız, Le Corbusier, The Decora-tive Art of Today (Cambridge, MA: MIT Press, 1987). 4) Cezar, 23-24.
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 2322 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
açısından çok önemli görülür. Çünki dekoratör kimliği 1920 ve
1930’lu yılların modern mimari söyleminin katkılarıyla da büyük
nispette mekanı sadece süsleyen, bezeyen kişi olarak
algılamaktadır. Akademi profesörlerinden ve Dahili İçmimarlar
Derneği’nin kurulmasına emeği geçmiş Prof. Sadun Ersin’in
değişiyle “dekoratölük mesleki bir ünvan değildir.” Buna karşın
içmimar, tasarım, yapı sistemleri, donatı, dökümantasyon ve
malzeme gibi konularda eğitim alarak donanım kazanmış meslek
insanı olarak tanımlanmıştır.
Dildeki bu incelik kanalıyla dekoratörün kimliğindeki değişim
sürecini Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere gibi ingilizce
konuşan ülkelerde de takip edebiliriz. Bu ülkeleri, içmimarlığın
bağımsız bir meslek olarak ilk ortaya çıktığı, en yaygın olarak
benimsendiği ve kurumsallaşmanın en yoğun olarak izlendiği
ülkelerin başında saymak mümkün. ABD ve İngiltere’de
dekorasyonun ayrı bir meslek olarak ilk örgütlenmesi 19. yüzyılın
sonlarına rastlar. Şöyle kısaca özetleyecek olursak: ABD’de New York
Dekoratif Sanatlar Topluluğu ilk olarak 1877 yılında Candace
Wheeler tarafından kurulmuştur. 1914 yılında oluşturulan Kadın
Dekoratörler Klubü Amerikada’ki ilk profesyonel iç dekorasyon
organizasyonudur. Bu organizasyon yine New York’da erkek
dekoratörlerin kurmuş olduğu İç Dekoratörler Topluluğu ile
birleşerek 1931 yılında Amerikan Dekoratörler Enstitüsü’nü
(American Institute of Decorators, AID) meydana getirmiştir. 1958
yılında örgüt içerisinde bazı dekoratörler kendilerini “tastemaker”
diye tabir edilen eğitim almamış ama zevk sahibi olduğu düşünülen
diğer dekoratörlerden ayırmak isteyince fikir çatışması çıkmış ve bu
grup yollarını ayırarak Ulusal İç Tasarımcıları Topluluğu’nu
(American Institute of Interior Designers, AIID) kurmuştur.
Amerika’da dekorasyon terimi bu noktada resmi olarak terk edilmiş
ve tasarım terimine dönüşmüştür. 1975 yılında ayrılan bu gruplar
birleşerek bugünki Amerikan İç Mekan Tasarımcıları Topluluğu’nu
(American Society of Interior Designers, ASID) kurmuşlardır.
İngiltere’de ise 1889 yılında baştagelen zanaatçılar tarafından
kurulan Britanya Dekoratörler Enstitüsü (The Incorporated Institute
of British Decorators) ismine 1953 yılında iç tasarımcı sözcüğünü
ekler. 1976 yılında dekoratör kelimesi tamamiyle atılarak,
organizasyonun ismi Britanya İç Mekan Tasarımcıları (British
Institute of Interior Design, BIID) olarak değiştirilir. Avrupa’da ise
meslek için önemli bir kuruluş olan Uluslararası İçmimarlar
Konfederasyonu (The International Federation of Interior
Architects/Designers, IFI) 1963 yılında Danimarka’da
oluşturulmuştur.
Bu tarihi çerçeveden bakıldığında, Türkiye’de 1954 yılında
Dahili Mimarlar Derneği’nin oluşturulması, 1976 yılında
İçmimarlar Odası’nın kurulması ve dekorasyon teriminin tarihe
bırakılması Amerika ve İngiltere gibi içmimarlığın bir uzmanlık
alanı olarak daha erken tarihlerde ortaya çıktığı ve yayıldığı
ülkelerle paralellik gösterir. Bu bağlamda, aslında Türkiye’de
içmimarlık mesleki açıdan oldukça erken bir tarihte çağdaş
kimliğine bürünmüştür. Türkiye’de içmimarların örgütlenmeleri
ve bu süreçte mimarlarla aralarında yaşanan sıkıntılar yine
Amerika ve İngiltere’deki oluşumlarla paralellik gösterir. Mimarlar
odasıyla içmimarlar odası arasında yaşanan kimlik ve mesleki
sorumluluk alanının tanımlanmasıyla ilgili sorunlar çok benzer bir
şekilde Amerikan Mimarlar Enstütüsü (AIA) ve Amerikan
içmimarlar Topluluğunu (ASID) arasında da yaşanmaktadır.
Türkiye’de içmimarlık terimi dekorasyon terimiyle nereseyse eş
10) Sadun Ersin, 5 Mayıs 2006 tarihli görüşme.11) İngiltere’deki gelişmeler için, bakınız, Anne Massey,Interior Design of the 20th Century (London: Thames and Hudson, 1990), 162. 12) http://www.ifiworld.org. 20 Nisan 2006 tarihinde bakılmıştır.
(12)
(11)
öğretim üyesi profiline göre değişkenlik göstermekle bereber 1930-
1960 aralığına baktığımızda genel olarak mobilya tasarımı ve yerleşimi
ağırlıklıydı diyebiliriz. Bu stüdyoya ilaveten öğrenciler desen
çalışmalarının ve yorulamaların yapıldığı genel bir sanat eğitimi ve
çizim dersleri alırlardı. 1981 yılında çıkarılan 2547 sayılı Yüksek Eğitim
Kanunundan önce bu program Endüstri Sanatları Fakültesi’nde yer
almaktaydı. Daha sonra Mimarlık Fakültesi’ne taşındı.
Türkiye’deki ikinci iç mimalık programı yine İstanbul’da 1957
yılında Türk-Alman işbirliğiyle kurulan Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar
Okulu’nda başlamıştır. Bugünki adıyla Marmara Üniversitesi Güzel
Sanatlar Fakültesi, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi
profesörlerinden Sabri Oran ve Stuttgart Güzel Sanatlar Akademisi
profesörlerinden Rudolf Schnek’in kurucu üyelikleriyle eğitiminde
Bahaus modelini esas almıştır. Bauhaus pedagojisi resim, heykel
ve el sanatları gibi uygulamalı sanat kollarını bir bütün olarak
birleştirmeyi amaçlamıştır. İçmimarlık bölümü ilk mezunlarını 1960-
61 yılında vermiştir. İsminin de öngördüğu gibi bu okul eğitiminde
uygulamayı ön plana almıştır. Bu erken dönemde Fransız ekolünü
benemsemiş Akademi mezunu olan içmimarlarla (ya da o günlerde
tabir edildiği gibi dekoratörlerle) Alman Bauhaus modelini esas alan
Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu mezunları arasında fikir ayrılıkları
görülür. Akademili bir içmimarın değimiyle bazı Akademililer
kendilerini Tatbikililerden daha üstün buldukları için diğer
meslektaşlarına çok yaklaşmazlar. Tabii bu değerlendirme
içmimarların odayı kurmaya çabaladıkları 1970’lı yıllarda bir sıkıntı
olarak kendini gösterir. Meslek olabilmenin ve
profösyönelleşmenin gereklerinden birinin örgütleşme olduğu
düşüncesiyle içmimarlar bir oda kurma çabasına girerler. Türkiye’de
Mimarlar Odası’nın kurulduğu 1954 yılında içmimarlar da
Istanbul’da bir dernek kurarak odalaşma faaliyetlerinin temellerini
atarlar.
Daha geniş tarihsel bir çerçeveden baktığımızda, bu örgütleşme
etkinliklerinin 1950’li yıllara rastlamasının tesadüfi olmadığını
söyleyebiliriz. Bilindigi gibi 1950’li yıllar İkinci Dünya Savaşı sonrasında
demokratikleşme ve Amerikan etkisinin yoğun olarak hissedildiği bir
dönemdir. Demokrat Parti yönetimiyle ateşlenen liberal ortamda
erken Cumhuriyet döneminin devletçilik politikalarını gevşetilerek,
özel sektörün gelişimi hedeflenir. Bunun sonucu olarak kamu
projelerinin yanı sıra özel sektör de mimarlar ve o dönemde sayıları
çok az olan içmimarlar için yeni iş imkanları sağlar.
1950’lerin bu sosyopolitik ortamında Dahili Mimarlar Derneği’ni
oluşturarak varlıklarını hissettirmeye başlayan içmimarlar, büyük
çabalar sonucu 1976 yılında İçmimarlar Odası’nı kurarlar. İlk
kurucuların anlattığına göre oda büyük özverilerle ve yokluklar
içerisinde kurulmuştur. Yedi kişilik bir içmimar grubu boş
zamanlarında ve özellikle Cumartesi günleri Ankara’da pastanelerde
toplanarak hiç mali kaynağı olmayan bir odanın temelini atarlar.
Amaç Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) bünyesinde
içmimarlığı bir uzmanlık alanı olarak resmileştirmektir. Bu arada
mimarlar cephesinden büyük bir muhalefet söz konusudur. Bazı
mimarlar, İçmimarlar Odası’nın kurulmasına mani olmak isterken,
bazıları da bu girişime destek olur. Bunların başında Ankara’da bir
mobilya galerisinin sahibi olan mimar Selçuk Milar gelmektedir.
Odanın “İçmimarlar Odası” adıyla kurulması mimar-içmimar
çatışması açısından bakıldığında önemlidir. İçmimarlık tabiri 1976
yılı öncesinde de kullanılmakla birlikte odanın kurulmasıyla
dekoratör kimliği resmen terk edilmiş ve içmimar kimliği
benimsenmiştir. Dildeki bu incelik mesleğin meşrulaştırılması
5) Cezar, 46-47.6) http://gsf.marmara.edu.tr/seramik. 1 Nisan 2006 tarihinde bakılmıştır.7) Kadir Şengül, 31 Ocak 2006 tarihli görüşme.
8) Bu kuruculardan Ferudun Helvacıoğlu ve Kadri Şengül’le görüşülmüştür.9) Kadir Şengül görüşmesi.
(5)
(6)
(7)
(8)
(9)
(10)
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 2524 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
modernizmin oymalar ve kabartmalardan arındırılmış yüzeylerine
şiddetle karşı çıkarak dekorasyonu modernizmin etkilerinden uzak
yeni bir sanat şubesi olarak açıklar. Sue’nun deyişiyle,
…mazide “dekoratör” yoktu. Mimar, ressam, heykeltraş, halıcı,
kuyumcu ilah.. gibi her türlü sanatkar ve zenaatkar vardı. Lakin
“dekoratör” zamanımızın icadıdır. Dağınık unsurları tanzim edip
bunlarla bir “bütün” meydana getiren –tabir caizse- bir “orkestra
şefi” vardır, işte “dekoratör” budur. Devrimiz ihtisas devridir…
Her ne kadar iç mekan ve mobilya tasarımı dahili mimarlığın
uzmanlık alanı olarak tanımlansa da dekoratörlerin nüfusunun yok
denecek kadar az olduğunu 1930 ve 1940’lı yıllara baktığımızda,
resmin tam da böyle olmadığını görürüz. Mimarlık mesleğini
modernist söylemin tariflediği şekilde algılıyan Türk mimarları
kendilerini iç, dış ve mobilya dahil olmak üzere mekanın tamamının
tasarımından sorumlu aktörler olarak görürler. Le Corbusier, Mies
van der Rohe ve Frank Lloyd Wright gibi mimarların kristalize ettiği
kapsamlı mimarlık tanımının etkililerini dönemin mimarlık
söyleminde görmek mümkün. Bu vizyonun en iyi örneklerini 1931
yılında basılan ilk Mimar dergisinde Aptullah Ziya tarafından
kaleme alınan “Binanın İçinde Mimar” başlıklı başmakalede ve
Celal Esat Arseven’in 1931 yılında yayınladığı Yeni Mimari adlı
kitabında bulabiliriz. Arseven bu konuda şu sözleri söyler:
...odaların eşyası yorgancılık işinden çıkarak bugün artık bir
mimar işi olmuştur. Eskiden mimar dört dıvarlı bir oda yapar, oda
döşemesini yorgancılığa bırakırdı. Bugün mimar evin içine
konulacak en küçük iskemleyi ve o iskemlenin yerini düşünmeye
mecburdur.
Bu anlayışın somut bir örneği olarak Mimar Seyfi Arkan
tarafından inşa edilen Hariciye Köşkü’nü (1933-34) gösterebiliriz. Bu
binanın bütün mobilyaları bizzat Arkan tarafından tasarlanmıştır.
Dolayısıyla, 1930’lu ve 1940’lı yıllarda dahili mimari bir yandan
çağın gerektirdiği yeni bir uzmanlık alanı olarak tanımlanırken,
diğer yandan da modern mimarın uzmanlık alanı olarak öngörülür.
Bu ikilemi içmimarların sayıca artıp bir topluluk oluşturduğu daha
ileriki yıllarda da görüyoruz. Hatta sadece Akademi’nin en etkili
Mimarlık Fakültesi hocası sayılabilecek Sedad Hakkı Eldem’in
yazdıklarında bile bu dilemayı bulmak mümkün. Mimar Abidin
Mortaş’ın 1932 yılında yazdığına paralel olarak, Eldem 1973 yılında
mimarlığın son 50 yılını değerlendirirken içmimarı halkın zevkini
yönlendirmede başarıya ulaşmış bir figür olarak tarifler. Eldem bu
konuda şöyle der:
...son 10-15 yıl içinde yeni bir dekoratör zümresi meydana
çıkmıştır. Bunlar gittikçe artan bir hızla piyasayı ellerine almayı ve
yavaş yavaş halkı yeni bir oturma tarzına alıştırmayı başarmışlardır.
Bugün evini döşeten zengin veya meraklıların, bu işi dekoratöre
yaptırdıkları gittikçe daha fazla görülen bir olaydır. Bu alanda
denebilir ki, içmimarlar dış mimarlardan daha fazla başarı
göstermişlerdir. [Benim vurgum]
Eldem bu yazıda hem dekoratör ve içmimar terimlerini
simultane ve eş anlamlı olarak kullanır, hem de dış mimar diye
yeni bir deyiş ortaya atar. Bu görüşüne karşın Eldem 1977 yılında,
içmimarlık kavramını problematik olarak yorumlamıştır. Mimar
Sinan Üniversitesi’nde içmimarlık eğitiminin ele alındığı bir
söyleşide şöyle der:
Yani içmimari; mekan düzenlemesi; dış mimari bunlar niçin ayrı
şeyler, bunu ben hala anlayamadım.
Eldem’e göre iç mekanın düzenlemesi bir mimari proje
çerçevesinde ele alınabilir. Projelerinde iç mekanı, en az dış mekan
20) Marie Louis Sue, Cezar, 33-36.21) Hikmet Münir, 6.22) Aptullah Ziya, “Binanın İçinde Mimar,” Mimar 1/1 (1931). 23) Celal Esat Arseven, Yeni Mimari (Istanbul: Agah Sabri Kütüphanesi, 1931), 31.
24) Sedat Hakkı Eldem, “Elli Yıllık Cumhuriyet Mimarlığı,” Mimarlık 11-12 (1973): 10.25) Sedat Hakkı Eldem: 50 Yıllık Meslek Jübilesi (Istanbul, Mimar Sinan Üniversitesi 1983),
(20)
(21)
(22)
(23)
(24)
(25)
zamanlı ve eş anlamlı olarak kullanılagelmiştir. Erken Cumhuriyet
döneminde içmimarlığın dahili mimarlık diye anıldığını ve
dekoratörlükle aynı anlama geldiğini Mimar dergisinin Mayıs 1932
sayısında basılan “Dahili Mimari” adlı bir makalede görebiliriz.
Mimar Türkiye Cumhuriyeti’nde basılan ilk mimarlık dergisidir ve
1933 yılında Arkitekt olarak adını değiştirmiştir. “Dahili Mimari”
başlıklı makalenin amacı Dekoratif Sanatlar Bölümü mezunlarından
dekoratör Nizami Bey’in eskizleri eşliğinde bu mesleği mimarlara ve
diğer ilgililere yeni bir uzmanlık alanı olarak taktim etmektir. Makale
dekoratör diye tabir ettiği dahili mimarı şöyle tanımlar:
Bugün binaların dahili tezyin ve tefrişi başlı başına bir san’at
halini almıştır. Biz de gün geçtikçe, ihtiyaç hissetmeye başladığımız
bu şube hakkında ihtisas sahibi olan arkadaşlarımızın çoğalmasını
ve kendilerine memleketimizde bir iş sahası izhar edilmesini arzu
eder ve arkadaşlarımıza muvaffakiyet temenni ederiz.
Dekoratör Nizami Bey Akademi’deki eğitimini tamamladıktan
sonra Akademi tarafından dört seneliğine Paris’deki Ecole des Arts
Appliquès’e gönderilmiştir. Nizami Bey’in Le Corbusier, Bauhaus ve
Art Deco karışımı eskizleri en son Fransız trendlerini yansıtır. Bu
trendlere içmimarlar tarafından tasarlanan dönemin film
dekorlarında da rastlanır. Örnek olarak Istanbul Sokakları ve Karım
Beni Aldatırsa adlı film dekorlarını verebiliriz. Bu dekorlar
Akademi’nin Dekoratif Sanatlar Bölümü’nde seramik atölyesi
öğretmeni olan dekoratör Vedat Ömer Ar tarafından tasarlanmıştır.
Dönemde sayıları henüz çok az olan içmimarlar için film dekoru
yapmak önemli bir uğraşıdır. Akademi’deki eğitimde de bu konu
üzerinde durulmuştur. Mimar Abidin Mortaş 1932 yılında yine
Mimar dergisinde yayınlanan “Film ve Dekor” adlı yazısında bu
dekorların halkı doğru seçimlere yönlendirme açısından çok önemli
olduğunu belirtmiştir. Bu değerlendirme 1930’lu yıllarda
içmimarın rolünü belirleme açısından önemlidir. Erken Cumhuriyet
döneminde mimar Batılı bir yaşam stilini halka tanıştırmak ve
öğretmekle yükümlü bir eğitici olarak görülür. Mortaş’ın sözleri
mimarca bir bakıştan içmimara da bu görevin atfedildiğini gösterir.
Bu endişe bağlamında dekoratörün rolü iç mekanın donanımı,
mobilyası ve düzenlemesine ilişkin herşeyi düşünmesi ve çözmesi
gereken yeni bir mesleğin mensubu olarak anlam kazanmaya
başlamıştır. Yine Mimar dergisinin 1932’deki bir sayısında “Yeni
Tezyini San’at” adlı makalesinde seramik atölyesi öğretmenlerinden
İsmail Hakkı Oygar meslek hakkındaki fikirlerini şöyle ifade eder:
Dahili mimari ve mobilye dekorasyonu dünden ziyade bugünün
san’atıdır; her nekadar insanlar daima evlerini süslemek için
eşyalarla bir dekor yapmışlarsada hiçbir zaman bugünki kadar
umumi bir surette bu kısım san’ata ehemmiyet vermemişlerdir.
1939 yılında Akademi’de “Tezyinat Sanatları” kolunun başına
direktör olarak getirilen ünlü Fransız sanatçı Marie Louis Sue
dekoratörün rolünü şöyle tanımlar:
Eşyanın arz edilmesi, tarzı tanzimi ve eşya için sanayie model
hazırlama dahi başlı başına bir mesele kümesi teşkil etmektedir.
Keza bu vazife de dekoratörlerin omuzundadır. Bu itibarla
dekoratörün, hayatın her türlü tecellisinde hususi ve maşeri bir
rolü vardır.
Modernizmin yalın çizgilerini çok makinalaşmış ve insan dışı
bulan Sue, öğrencilerinden bu stilden uzaklaşarak milli bir
dekorasyon çizgisi arayışı içinde olmalarını ister. 1942 yılında
içmimarlık öğrencisi olan Vedat Fer’e göre, 1939-1943 yılları
arasında Akademi’de bulunan Sue öğrenciler üzerinde çok etkili bir
professor olarak görülür. 1940 yılında verdiği ilk dersinde Sue
13) “Dahili Mimari,” Mimar 5 (1932): 144-146.14) “Yeni Film Dekorları,” Mimar 9 (1932): 260-261. Mimar Abidin (Abidin Mortaş), “Film ve Dekor,” Mimar 2 (1932): 48.15) Mimar Abidin, 48. 16) İsmail Hakkı, “Yeni Tezyini San’at,” Mimar 11-12 (1932): 338.
17) Hikmet Münir, “Profesör Süe ve Tezyini Sanatlar,” Yedigün, 368/15 (1940): 6.18) Bakınız, Dekoratif Sanatlar Bölümü şefi Marie Louis Sue’nun 1940 yılı Ocak ayında verdiği ilk ders, Cezar, 33-36. 19) Vedat Fer, 31 Aralık 2005 tarihli görüşme.
(14)
(15)
(16)
(17)
(18)
(19)
(13)
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 2726 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
Bu konuyu eleştirebilmek için, kanımızca önce Türkiye’de ne
zamandan bu yana, hangi kurumlarda bu eğitimin yaptırıldığını bilmek
gereklidir. Ülkemizde içmimari eğitimi yapılan iki kurum vardır:
- Devlet Güzel Sanatlar Akademisi
- Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu
Bu iki kurumdan D.G.S.A. da bu eğitim şöyle başlamış ve
süregelmiştir: Resmi adı ‘Mekteb-i Sanayi-i Nefise-i Şahane’ olan Güzel
Sanatlar Akademisi bir yüksek okul idi. Derecesinin yüksekliği
padişahın iradesi ile tespit edilmişti. Abdülhamid zamanında mevcut
bir kanuna göre, yüksek okul öğrencileri askerlikten muaftı ve yüksek
okul mezunlarına Maarif Madalyası verilirdi. Bu haklara Sanayii Nefise
Mektebi öğrenci ve mezunları da sahipti.
1883 yılında kurulan Akademi’de, 1930 yılında ‘Umumî Tezyinat’,
‘Dahilî Mimarî’, ‘Seramik’ ve ‘Afiş’ atölyeleri kurulmuştur. Sonradan
1938 yılında Afiş Atölyesi; Afiş ve Fotoğraf, 1938-39 da ise Umumî
Tezyinat; ‘Kumaş Desenleri’ atölyesi olarak değiştirilmiştir. 1941-42
yılında Moda Atölyesi açılıp; 1958-59’da ‘Tiyatro Dekorları’ olarak
değiştirilmiştir. Yukarıda sayılan dallar ‘Dekoratif Sanatlar Bölümü’ adı
altında bir araya getirilmişlerdir. İşte bu Bölüm içindeki, önceleri
‘Süsleme’, sonraları ise ‘içmimari’ adını alan Atölye, yıllardan beri
içmimar yetiştiren kuruluştur.
Çeşitli nedenlerle bu kuruluş zaman zaman değişimler geçirmiştir.
Bu değişimlerin köklü ve eksiksiz oldukları söylenemez. Ancak son
yıllarda ve Eğitim Reformu çalışmaları sırasında, İçmimarî Atölyesinin,
Dekoratif Sanatlar Bölümü içinde mi, yoksa Mimarlık Bölümüne bağlı
bir uzmanlık dalı olup olmadığı tartışma düzeyine çıkmıştır. Bu
konuda gerekli çalışmaların yakında başlayacağı, içmimari deyiminin
tanımının yapılacağı ve ülke içindeki durumun ortaya çıkarılacağı
inancındayız.
Eğer gerçekten bu düşünce, gerekli hazırlıklar yapılarak
Önder KÜÇÜKERMAN
“1970’de Türk Sanatı: İçmimarlık”
1) Makale, 1970 yılında Mimarlar Odası Yayın Organı olan Mimarlık dergisinde yayımlanmıştır.
(1)
kadar tasarlayan Eldem için iki kavramı birbirinden ayırmak “iç
mekanın dışarıda aksettirilmesi”ni öngören modernist düşünceye
aykırıdır. Seyfi Arkan’dan Sedad Hakkı Eldem’e, Eldem’den
Ankara’da İçmimarlar Odası’nın kurulmasının karşında duran Şevki
Vanlı’ya kadar modernist söylemin etkisinde kalan mimarlar
için içmimarlıkla mimarlık arasındaki sancılı çizgiyi çekmek
oldukça zordur.
Sonuçta, Türkiye’de içmimarlığın eğitim ve meslek kuruluşları
açısından tarihine bakıldığında sorgulanan mesleğin kendisi değil
ama dekoratörlük ve içmimarlık kimliği olmuştur. Dahili mimari ve
dekorasyon terimleri 1930’lu yıllardan beri kullanılagelse bile
İçmimarlar Odası’nın kurulduğu ve eğitimin tekrar gözden
geçirildiği 1970’li ve yeni içmimarlık bölümlerinin oluşturulduğu
1980’li yıllarda ve belki hala bugün sorgulanan dekoratör ile
içmimar arasındaki algılama farkıdır. Dünyada tasarım anlayışının
gelişmesi ve değişmesiyle beraber içmimarlar kendi rollerini iç
mekanda yapıyı bozmadan her türlü müdahaleyi yapabilen
tasarımcılar olarak daha geniş tanımlamışlardır. Bu noktada
içmimarlık terimi mimarlar tarafından ve dekoratörlük terimi de
içmimarlar tarafından problematik olarak algılanmıştır.
Not: Bu metin ilk olarak "Dekorasyondan İçmimarlığa: Türkiye'de İçmimarlığın Eğitim ve
Meslek Kuruluşları Açısından Tarihi" başlığı ile 2006 yılında yayınlanmıştır. Türkiye Tasarım
Tarihi Topluluğu (4T) Semineri, İzmir Ekonomi Üniversitesi, Izmir, 12 Mayıs 2006, ss.19-26.
26)Ibid, 2427) Kadir Şengül görüşmesi. Şevki Vanlı, 18 Ocak 2006 tarihli görüşme.
(27)
(26)
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 2928 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nda ‘Mobilya - içmimarlık’
bölümü için: ‘Bölümde binaların iç plânları, içinde kullanılacak
eşyanın biçimi ve renkleri fonksiyonlarına uygun ve zevkli bir şekilde
tasarlayıp gerçekleştirebilecek elemanlar yetiştirilmektedir’ gibi bir
tanımlama yapılmaktadır. İlişikteki listede ‘Mobilya - içmimarlık’
bölümünün bugünkü öğrenci durumu görülmektedir.
Yukarıda kısaca tanıtılan iki kurumu bitirenler, eğitim sonrası
nelerle karşılaşırlar, neler yaparlar. İşte cevapsız kalan noktalardan
birisi de budur. Yapılacak iş ‘mimar - içmimar’ ilişkisinin düzenlenmesi
olacakken bunun bir türlü gerçekleştirilemediği görülmektedir. Bu
ayrıca üzerinde durulup eleştirilmeye değer bir konudur.
Ülkemizde, başlangıcı eskilere giden bir ‘yapı içi düzeni’
geleneğinin varlığını biliyoruz. Bu gelenek çeşitli dış etkiler,
gelişmeler ve değişimlerle döne döne bugünkü durumuna
gelmiştir. Geleneksel oda içi düzenindeki sedirlerin önüne
sandalyeler, ocakların içine sobalar konmuştur. Bunlar olağandır,
olmalıdır, evrim böyle olur. Ancak bugün daha kolay (!) yollar
olduğu için, ülkenin bulunduğu ‘yapı içi düzeni ve öğeleri’, belirli
bir görüşü yansıtmaktan çok uzaktır.
Neden? Nedeni çok açık. Bu konuda gerek eğitim yapan kurumlar,
gerek bu işin uygulayıcıları çoğu kez belirli kaynaklardan yararlanıp,
biçimsel aktarmalar yaparak ülke gerçeklerini bir kenara
koyuvermişlerdir. Zaten, bir süre öncesine kadar yapılan öğretimde
bu yöne doğru bir itiş de çoğu kez görülmüştür. Proje konuları:
‘Uludağ’da kayak evi’, ‘Hafta sonu evi’ , ‘Şehir dışında et ve şarap
lokantaları’, vb...
Bütün bunlar da gösteriyor ki yapı içi düzeni, çoğunlukla ülke
sorunlarına dokunmadan, ülke olanaklarını araştırmadan,
dışarıdakileri ise eleştirmeden alıp, bir takım öğelerin bir araya
getirilmesinden öteye pek az gidebilmiştir. Kısacası, kartonlara
yapıştırılıp düzgün kalması sağlanmış pahalı kâğıtlara, renkli, cicili
bicili, güzel ve zevkli çizimler yapılmıştır uzun yıllar boyunca.
Bu uğraşıların sonunda diplomasını alıp, uygulamaya başlayan
kişiler arasında bu çelişik tutumu sürdürenlere, çoğunlukla
karşılaştıkları güçlükler sorulduğunda gerek projelerin
hazırlanmasında, gerek uygulama sırasında ortaya çıkan pek çok
uygulanmaya başlanırsa; içmimar, Y. Mimarlık Bölümüne bağlı olarak
eğitim görecek, gerekli mimari eğitimi almışlar için bir uzmanlık
eğitimi olacak ve istek üzerine devam edilerek ‘mimar+içmimar’
diploması alınacaktır.
Bu düşünce biçiminin ortaya çıkmasında hiç kuşkusuz, yılların
ortaya çıkardığı sorunların payı çok büyüktür. Yıllarını bu eğitime
ayırıp, kendilerine birtakım bilgiler verildikten sonra topluma itilen
‘içmimar’ların bir kısmı aslında bu dala bir rastlantı sonunda girdiği,
gerekli yeteneklerden yoksun olduğu ve çağdaş düzey gerçeklerine
uygun eğitilemedikleri için sonunda başarılı olamamaktadırlar.
Çünkü bugüne kadar:
- Türkiye’de içmimar kimdir ?
- Türkiye’de içmimara gerek var mıdır, yok mudur ?
- Varsa ne kadardır ?
- Tam bir yarar sağlayabilmek için nasıl bir eğitim yapılmalıdır ?
- Eğitim sonrası nasıl düzenlenecektir ? konuları çok az eleştirildiği
için ‘Dekoratör’ adı ile bir takım kişiler eğitim görüp diploma almışlar
ve uygulamalar yapmışlardır. Ayrıca yıllar boyu yapılan eğitim
boyunca, kendi aralarında bir amaç birliği olmadığından ötürü;
sonuç, eğiticilerin kişisel biçimlemelerinden ileri gidememiştir.
İlişikteki listede,
1954-55’ten bugüne
değin her yıl bu dalda
diploma alanlar
görülmektedir. Bu sayılar arasındaki dengesizlik ve tutarsızlık açıkça
görülmektedir. Örneğin, 1957 yılında 42 kişi, 1963-64’te ise 3 kişi
diploma almışlardır.
Bu kişiler arasında herhangi bir bilimsel anket bugüne kadar
yapılamadığı için eğitim sonrası ne gibi güçlüklerle karşılaştıkları,
hangi çözümleri buldukları, vb. sorunlar da aydınlanamamıştır.
Böylece görülmektedir ki, kimin, nasıl, ne için eğitileceği üzerinde pek
de fazla durmadan, sürekli olarak içmimar diplomaları verilmiştir.
Bu konu ile ilgili eğitim yapan ikinci kurum ise Tatbiki Güzel
Sanatlar Yüksek Okulu’dur. Bu Kurum da : ‘Tatbiki Güzel Sanatlar
alanında artistik, teknik ve bilimsel öğretim ve eğitim veren; yeni
buluşlar yapmaya ve bunları uygulamaya yetkili endüstri ve el
sanatlarımızın muhtaç olduğu yaratıcı ve yapıcı sanatçılar yetiştiren
yüksek dereceli bir öğretim ve araştırma kurumudur’ diyerek kendi
yönetimini çizmektedir.
Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu, 27 Ekim 1957 de, Beşiktaş’ta
Dolmabahçe Sarayının bölümlerinden biri olan bugünkü bulunduğu
yapıda:
- Mobilya
- içmimarlık
- Dekoratif Resim
- Grafik Sanatlar
- Seramik Sanatları
- Tekstil Sanatları, olmak üzere, 5 bölüm olarak açılmıştır.
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 3130 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
1958 yılında (Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nun 2.
eğitim yılı) yüksek öğrenim yaşamımla başlayan içmimarlık
serüvenim; (öğrenci, asistan, yeterlik, doktora çalışmaları, Doç.,
Prof.’lük, akademisyen görevlerim, toplam 16 yılı aşkın bölüm
başkanlığı ve yöneticilik deneyimlerimle de) geniş bir perspektifte
değerlendirilebilir.
Bu serüvende; kurum içi, kurum dışı etkinliklerle gelişen
deneyimlerim öğretim programlarında ve eğitim kapsamında
araştırmaya dayalı ve çağın gereklerine uygun sağladığım yenilikler,
içmimarlık eğitimi, mesleğin varlığı ve gelişimine ilişkin savunma ve
mücadalem, yetiştirdiğim, başarılarıyla övünç duyduğum
öğrencilerim, halen bölümde görevli ve diğer üniversitelerde de
görev alan, (öğrenciliklerinden, akademisyenliklerine kadar
yetiştirdiğim ve gelişmelerinde önderlik yaptığım içmimar, öğretim
elemanları) eğitimciliğim yanı sıra kişisel araştırma, proje tasarım
uygulama ve sanatsal (resim) çalışmalarım da yer alır.
Bu arada; mesleğin toplumsal gelişimi, içmimarlık haklarının
sağlanması, savunulması konularında yapılan çalışmalarda önderlik
yaparak, bu süreçte, kuruluşunda da yer aldığım İçmimarlar Odası
Marmara Şubesi Başkanlığı görevlerimle (1986-1992 yılları arasında
6 yıl gibi, zorlu bir zaman diliminde) İstanbul - Ankara çalışmalarıyla
meslektaşlarıma destek ve güç verdim.
Nurten UNANSAL
Türkiye’de İçmimarlık Tarihine Bir Bakış - I
Nurten Unansal, hocası Friedrick Rommel ve resim bölümünden ressam Mustafa Pilevneli.
bozukluğun nedeni olarak hepsi bu gerçeğe ve ülke verilerine çok
uzak olan eğitimden yakınmaktadırlar.
Peki, bütün bu karışıklıklar arasında hiç doğruya, iyiye yönelmeler
olmadı mı? Türkiye’de; kişisel davranışlar dışında mobilya ile ilgili ilk
grup çalışması 1953 yıllarında görülüyor. Bu yıllarda Akademi’de
demir atölyesi kurulmuş, burada mobilya ve heykel ile ilgili çalışmalar
yapılmaya başlanmıştır. Bu sırada Fransa’da bulunan mimar Tarık
Carım, Andre Bloc ve arkadaşlarının kurdukları ‘Groupe Espace’
çalışmalarına Türk sanatçılarının da katılmalarını sağlamıştır. Böylece
Hadi Bara’nın başkanlığında Tarık Carım, İlhan Koman, Sadi Öziş, Şadi
Çalık, Zühtü Müridoğlu’nun bir araya gelmesinden kurulan grup,
çalışmalarına bu demir atölyesinde başlamışlardır.
Sonuç oldukça başarılıdır. Ancak ortaya çıkan yapıtların Paris’teki
sergiye katılması için çağrı geldiği halde, çeşitli nedenlerle bu
gerçekleşememiştir. Bu Paris sergisine katılmanın
gerçekleşememesiyle, grup kendi arasında bir yenileme yaptı. İlhan
Koman, Sadi Öziş, Şadi Çalık bir araya gelerek Akademi dışında yeni bir
atölyede çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Bu arada ortaya çıkan yapıtların
bir mobilya galerisinde sergilenip satışa çıkarılması öngörülmüştür.
Sonuç başarılıdır. Yapılan her mobilya ilgi ile izlenmiştir. Hatta
prototiplerin bile satıldığı olmuştur. Ancak 1958’de İlhan Koman,
1960’da Şadi Çalık, 1963’te Sadi Öziş’in Avrupa’ya gitmesiyle,
başlangıcı ile bitişi arasında ortalama 10 yıl geçen bu uğraş sona
ermiştir. Bunu izleyen süre boyunca bugüne değin, bu denli belirgin
ve tutarlı bir çalışma ile karşılaşamıyoruz. Son yıllarda dışarısı ile
ilişkilerin artması sonucunda, pek çok kuruluş, çağdaş uygulamaları
ülkemize aktarmıştır. Üstelik ülke koşullarının yetersizlikleri nedeniyle
bu aktarmalar daha çok biçim açısından alındığından sonuç hem
başarısız olmuş, hem de çabaların yozlaşmasına sebep olmuştur.
Bütün bu saydıklarımız, 1970 yılına kadar geçen sürenin çok kısa bir
eleştirisidir. Peki, bundan böyle ne yapmak gerek.
Kanımızca:- Mesleğin ve meslektaşın tanımlarını yapmak,- Bu konuda yapılan eğitimlerin çok gerçekçi, tutarlı ve gelişim içinde olmasını sağlamak,- Bu kişilerin bağlı oldukları toplum ve çevre ile ilişkilerini düzenlemek,- Ülke verilerini göz önüne alarak çağdaş düzeye ulaşmaya çalışmak, gerekir.
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 3332 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
transferlerinde izlediğimiz gibi, DTGS Okulu için sanat - tasarım
bağlamında (Almanya ile de öğretim elemanları transferlerini bir
olgu olarak görüyoruz.
Bu arada, pekçok alanda, (sanat ve teknikde de) ülkemize gelen
yabancı öğretim elemanları gibi (gerek eğitim almak gerekse
öğretimde yer almak üzere) Türk öğretim görevlisi ve uzmanların
yabancı uzmanlarla karşılıklı transferlerine de tanık olunmuştu.
Tatbiki Güzel Sanatlar eğitimi ilk kuruluş çalışmaları veiçmimarlıkGüzel Sanat ve Tasarım alanlarında, tasarım çalışmaları ve
uygulamaları ile yaşam ve ülke endüstrisine katılacak, yaratıcı,
araştırmacı bireyler yetiştirmeyi amaçlayan, TGSY Okulu’nun
kuruluşunda; TC Milli Eğitim Bakanlığı Mesleki Teknik Yüksek
Öğretim Müsteşarlığı’nın inceleme ve girişimleri başlangıçta yer
almış, ülkemizde salt güzel sanat eğitimi yanında (Türk-Alman ortak
görüşü ile) sanatta teknik bilgi ve beceri birikiminin de sağlanacağı
bir eğitim kurumu örneğinin olması fikri benimsenmiştir.
Bu araştırmalarda, Almanya’da sanat-tasarım eğitimine temel
oluşturan ‘Bauhaus’ Okulu ilkeleri ile eğitim sistemleri incelemeleri
esas alınmıştır.
Bu çalışmalarda; Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu için ilk çalışmalar;
Avrupa’ya eğitimlerini geliştirmek üzere gönderilen, Gazi Eğitim
Enstitüsü Öğretim Elemanları, Hakkı İzet, Hayrullah Örs, Sait Yada,
Ferit Apa, Hakkı Uludağ ile o yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı Mesleki
Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü (sonra müsteşar) göreviyle Ferit
Saner’in araştırmaları da yol gösterici olmuştur.
Bu araştırma çalışmaları sürerken, İstanbul Teknik
Üniversitesi’nden Mimar Doç. Dr. Sabri Oran, Bauhaus Okulu
ilkelerini inceleme çalışmaları ile sürece katılmıştır. Bu
incelemelerde; 1920’lerde kurulmuş olan Bauhaus Okulu eğitimini
de (Mimarlık-içmimarlık-
Mobilya Tasarımı gibi) çağdaş
uygulamalarda yaşama
kazandırdıkları irdelenmiştir.
Bu bağlamda; sanatta,
yalınlık, işlevsellik ile endüstriyel
değerlerin önem kazandığı bir
dönem olan Bauhaus’a yön
verenlerden Mimar Walter
Gropius, Mimar Ludwig Mies
van der Rohe gibi çok sayıda
sanatçı-tasarımcı mimarları
önemle anmak gerekir ki; bu
mimarların yapı tasarımları, iç
mekan tasarımlarında (içmimarlıkta) yeni yaşamsal anlaşıya
getirdikleri yenilikler izlenmeye değer tasarım örnekleridir.
Bu noktada; 1920-1930 yılları arasında Almanya’da sanatçı ve
dizanyer (tasarımcı) eğitiminde çağdaş yöntemler uygulanmış olan
Bauhaus Okulu’nu iyi tanıyan ve eğitimde yer almış olup, başka
ülkelerde benzeri okulların kurulmalarında görev alan uzman
eğitimci Prof. Dr. İng. Adoif Güstav Schneck’le iletişime geçilmiştir.
İstanbul Teknik Üniversitesi’nden Doç. Dr. Sabri Oran, Prof.
Schneck’e (Prof. Schneck’in hocası olan Prof. Paul Bonatz aracılığı ile
1954 yılında iletişim sağlamış) bu tür bir okulun ülkemizde açılması
konusunda fikrini almak ve kuruluşuna katılması ve danışmanlık
yapması talebinde bulunmuştur. Böylece,
‘Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu’ adıyla kurulacak olan yeni sanat
kurumunun ilk adımı atılmıştır.
(Not: Bu iletişimde; Bonatz, Schneck ve Oran’ın Stuttgart Teknik
Üniversitesi’nde öğretim görmeleri ve öğretimde görev almaları da
büyük etken olmuştur.)
Prof. Dr. İng. Adolf Gustav Schneck.Bu kazanımlarımla; DTGSY Okulu’ndan ve MÜGS Fakültesi’ne
uzanan süreçten itibaren (kuruluşundan-günümüze) gelişim ve
oluşumları bir içmimar ve akademisyen olarak anlatmaya
çalışacağım.
Bu açıklamalarımla; (yıl-yıl, gün-gün) gelişme ve değişimlerin
tanığı olmam sebebiyle (bir nevi içmimarlık tarihini yaşayan ve
oluşumunda oldukça büyük bir rolü olan kimliğimle) açıklanmayan
ayrıntıları, dönemler ve bölümler olarak, gerçeklere dayalı dile
getirmek gereğine inanmaktayım.
Bu sürecin içinde; insan sevgisi, (topluma, sosyal-sanatsal-yaşamsal
yararlılığı nedeniyle) içmimarlığa olan mesleki sevgi, öğrenci sevgisi,
eğitime olan inanç ve idealist düşüncelerle sergilediğim ilkeli duruş
gücü ile yaşamış olmanın getirdiği değerli bir yaşam feslefesi
göstergesi olduğu gerçeği vardır. (1963-2013’e 50 yıl.)
GirişÜlkemizde genel ve sanat eğitiminde batı ile işbirliğiÜlkemizde, batı eğitim sistemleri, yüksek öğretim kurumlarına nasıl,
ne zaman girmişti? İncelediğimizde görüyoruz ki; Cumhuriyetin
kuruluş yıllarında, ülkelerarası iletişimde; pek çok alanda olduğu
gibi, eğitim alanında da batıya açılımda (Fransa, Almanya,
Avusturya, İtalya gibi Avrupa ülkelerinde) karşılıklı anlaşmalar
doğrultusunda, araştırma-program geliştirme amacıyla, yabancı
öğretim elemanlarının kendi istekleri ile transferi ve eğitime
katılımlarıyla (örneğin: Hukuk, iktisat, tıp, mühendislik, mimarlık ve
güzel sanatlar alanlarında) işbirliği sağlandığı bilinmektedir. (Bu
noktada; bazı yabancı akademisyen ve uzmanların, savaş ve sonrası
yaşam sorunları nedeniyle, bir nevi kaçarak, ülkemizde çalışmayı
seçtikleri gerçeği de vardır.)
Bu bağlamda; örneğin, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik
Üniversitesi gibi eğitim kurumlarında, Türk eğitimcilerle
sorumlulukları paylaşan yabancı öğretim elemanları, kurumların
gelişme aşamalarında görevlerini tamamlayarak birer birer
ayrılmışlar, yerlerini görev paylaştıkları ve yetişen Türk öğretim
elemanlarına bırakmışlardır.
Ülkelerarası iletişimde aynı yöntem güzel sanatlar alanında da
gelişmiştir. İlk örneğini, (kuruluş adı: Sanayi-i Nefise Mektebi olan)
Güzel Sanatlar Akademisi’nde (Fransa ve İtalya ile de sanatçı-ressam
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 3534 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
eğitimleri veren iki kurum olarak, sanatçı-tasarımcı yetiştirmeyi
amaçlayarak ülkemiz yaşamına önemli hizmet sunmuşlardır.
TGSY Okulu’nda içmimarlık eğitimiKuruluşunda 5 bölüm olarak (Mobilya ve İçmimarlık, tekstil,
grafik, seramik, dekoratif resim adlarıyla) programlanan
kurumda, içmimarlık-tasarım eğitimi serüveni de başlamıştı.
Okulun kurucu önderi olan Prof. Dr. Adolf Schneck’in ve
kuruluşunda rolü olan ilk okul müdürünün İstanbul Teknik
Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Prof. Dr. Sabri Oran’ın da
mimar olmaları; okulun bünyesinde 5 bölümden biri olan
İçmimarlık Bölümü’nün kurumda özelliği ve kapsamı ile
öncelikli eğitim alanı olduğunun önemli bir göstergesidir.
Esasen, Bauhaus, mimarlık paralelinde (genç bir tasarım
alanı olan) içmimarlık alanında da başlamış yeni bir sanat-
tasarım akımıdır.
İlk yıllarda, Türk eğitimcilerle birlikte çok sayıda yabancı
uzman (Alman, Avusturyalı vb) öğretim elemanları ile
sürdürülen içmimarlık eğitiminde önemli bir ilke de (tüm diğer
bölümlerde de olduğu gibi) mezunlardan seçilen asistan-
eğitmen kadronun yetiştirilmesinde atılan adım olmuştur.
Bu yolda başlayan girişimle bugün eğitimi gelişerek
sürdürülen bölümlerde olduğu gibi; içmimarlık bölümünde de
kendi kurumundan mezun olup, alanında sanat-tasarım-proje
çalışmaları yaparak, yurt içi ve yurt dışı araştırma çalışmaları ile
bilgisini pekiştiren, lisansüstü, yeterlilik-doktora çalışmaları
yaparak eğitime katılan kadrodan oluşmaktadır.
Bir sonraki yazılarımda; kuruluşundan bugüne İçmimarlık
Bölümü öğretim-eğitimini, programları ile değişim ve gelişim
aşamalarını, eğitim kadrolarını, çalışma süreleri ile ilgili olguları,
değişen ülke koşullarının eğitim politikasına etkilerini, sistem
değişikliklerinin yansımalarını, sorunlu yıllar olarak izlenecek
müdcadeleci (ve fakat başarılı) dönemleri, kurumun ortak
eğitim politikalarındaki arayış-duraksama ve yenilikleri, (yakın
yıllarda, ülkülerarası ortak eğitim politikaları uygulaması gereği
oluşan değişiklikleri, açılan çok sayıdaki üniversitelerdeki yeni
içmimarlık bölümlerinin eğitim sistemlerindeki farklılık ile
yansımalarını da) bir içmimarlık tarihçesi olarak anlatacağım.
Yazımın diğer bölümlerinde yapacağım açıklamalarda;
doğrudan, birebir, ‘gerçekler’ olduğu gibi, idealist görüşlerime
dayalı (bireysel çabalarım ve deneylerimle gözlemlerimi içeren)
‘yorumlarım’ da yer alacaktır.
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi İçmimarlık Bölümü yıl sonu sergikataloglarından ve öğrenci çalışmalarından örnekler. 1960’lı yılların sonu.
Prof. Paul Bonatz Cumhuriyet Türkiyesi’nde 1943 yılında Milli
Eğitim Bakanlığı Teknik Öğretim Müsteşarlığı’nda yapı bürosu
danışmanlığı, 1946 yılında, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde öğretim
üyesi olarak görev yapmıştır.
Alman eğitimci, Stuttgart Akademisi öğretim üyesi Prof. Dr. İng.
Adolf Gustav Schneck’in (mimar-mühendis-mobilya tasarımcısı-
teorisyen) Türkiye’ye yaptığı gezilerinde olumlu izlenimleri
doğrultusunda bu tür bir eğitim kurumu açılmasının yararlı olacağı
konusundaki öncü çalışmaları, Türk eğitimci ve bürokratlarının da
1954’lerde başlayan girişimleri ve çalışmalarıyla 1957 yılında
tamamlanarak. Milli Eğitim Bakanlığı’nın kararı ile ‘Tatbiki Güzel
Sanatlar Okulu’ olarak açılmış, eğitime başlamıştır.
Böylece 1883 yılında kurulan Güzel Sanatlar Akademisi (Sanai-i
Nefise Mektebi)’nde 1930-1936’larda yeni atılımlarla, Fransız ekolü
yönünde yürütülen güzel sanatlar eğitiminden sonra, 1957’den
itibaren yeni bir bakış açısıyla (güzel sanatlar, tasarım ve endüstri
bağlantısında, Alman ekolü yönüde, öğretim-eğitimde, teknik
donatıyı da içeren) güzel sanat öğretimi temel ilkesi benimsenerek
özde bir, ancak uygulamada farklı iki sistem sunan güzel sanatlar
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 3736 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
eğıitimi, 1979-1980’e kadar başarıyla devam etmiştir.
Bu dönemde önemli bir konu da (1972’den itibaren) öğrenci
temsilciliğinin kuruluşu ve öğrenci temsilcilerinin yürütme
kurullarına ve karar mekanizmalarına katılımının sağlandığı
(deneme yılarıdır), zorlu fakat eğitimde başarılı yıllardır.
d. 1980 - 1982 - 1983 Başarılı eğitim yıllarında olgunluk
dönemi. Ancak; ülke koşullarında yaşanan politik hareketlerin
getirdiği yeni oluşumlarla yönetim sistemlerindeki değişimler.
Yüksek okuldan fakülteleşmeye geçiş temelinde çabalar. Öğretim
üyesi, akademik ünvan ve intibaklarda girişimler. (Bu arada,
Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nün kurulması istek ve
çalışmaları. Bölümde yarattığı çalkantılar.) YÖK Yasası.NOT: DTGSY Okulu döneminin anlatıldığı I. Dönemde, İçmimarlık Bölümü, gelişme
aşamaları ve yönetim oluşumları hakkında geniş açıklamalardan önce, kurumun genelyönetimi, tüm bölümlerdeki eğitim politikalarına olduğu gibi İçmimarlık Bölümü’ndekietkilerini açıklamak gereğini duymaktayım. Çünkü kurum, genel ve yönetim kurullarında alınankararlarla yönetilmesine rağmen, yöneticilerin genel tutumlarının, görüşlerinin eğitimeyansımalarının olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu nedenle yazılarımız içeriğine zaman zamangenel yönetim çalışma ve yönlendiriciliği ile kurum eğitim işleyişinde bölüm eğitim-öğretimlerindeki rolü, etkileri yorumlanacaktır. (Bu görüşüm her dönem için geçerlidir.)
1- DTGSY Okulu Dönemi (I. Dönem) Açınımı:İçmimarlık Bölümü’nde Eğitimin 1957-1982-1983 yılları
arasındaki bölümünün açımını anlatırken:
a) Kadroları; öğretim üyesi yetiştirme koşulları.
b) Öğretim programlarının yıllara göre gelişimi.
c)Araştırma çalışmaları.
d) Kurum içi, kurum dışı ilişkiler ve etkinlikleri (sergiler,
konferanslar, seminerler… vb. katılımlar)
e) Yönetim kadrosu ve değişimleri.
f ) Yapı-mekan-donatım-atölye-araştırma ve eğitimde
uygulamalarda oluşum ve gelişmeler ile beraber açıklarken;
içmimarlık eğitiminin, kurum dışına yansımaları, proje
uygulamaları, toplumdaki yaşamsal etkileri, mezunların
çalışmalarıyla istihdama kazandırdıkları, getirdiği yenilikler,
mesleğin tanıtımındaki rollerinin önemi de yazılarımıza
eklenecektir.
DTGSY Okulu yönetimi ve İçmimarlık Bölümü’nde yönetim:Kurum, ME Bakanlığı’na bağlı olduğu dönemde (1957-1982)
Müdürlük olarak yönetilmiştir. Müdürlerin ilk örnekleri, atama ile
işbaşına gelirken (1970) daha sonra kurum öğretim elemanları
tarafından (hatta öğrenci temsilcilerinin de katıldığı) seçimle
göreve gelmişlerdir. Bu dönemlerde sırasıyla;
Prof. Dr. Sabri Oran (1956 – 1958)
Hayrullah Örs (1958 – 1967)
Cevdet Koçak (1961 – 1965)
Safa Ş. Erkün (1965 – 1967)
Hakkı İzet (1967 – 1971)
Mustafa Aslıer (1971 – 1977)
Erol Eti (1977 – 1980)
Tankut Öktem (1980 -1982) görev yapmıştır.
Unansal, çok değerli hocam dediği İsmail Özışık’la birlikte, (ortada gözülkü), tez savunmasıdeneme dersi sergisinden.
Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu ve M.Ü.G.S. Fakültesi’ndeİçmimarlık Eğitimi: İçmimarlık eğitimini genelde varoluş süreci
ile birlikte Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu (DTGSY) ve
Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (MÜGSF)
bağlamında ele alarak kuruluş yılları, gelişim yılları, başarılı yıllar,
değişen sistem koşullarına adaptasyon yılları ve ülke politikaları
çerçevesinde eğitim sitemlerine yaklaşımda yeni arayışlar, zaman
zaman duraksamaya sebep olan oluşumlar, yine de yenileşmeye
açık çabaları kapsayan süreçte, dönemlere, yıllara ayırarak
incelemek daha açıklayıcı olacaktır.
Yaşadığımız, izlediğimiz, irdelediğimiz bu dönemleri gerçek
oluşumlarla birlikte (yansımalarıyla) sıralayarak açıklayabilirim.
DTGSY Okulu Dönemi (I. Dönem)a. 1957/1958 - 1962 İlk kuruluş yılları; Alman Ekolü (Bauhaus)Eğitim ilkeleri ile Türk eğitim sistemi bağıntısında yürütülen
öğretim sürerken; ülke koşullarında zorunlu yönetim
değişikliğinin (1960’lar) yansımalarına rağmen başarılı yıllar.
b. 1963 - 1970 Kuruluşu pekiştiren, geliştirme çalışmaları; bina-
donanım, eğitim süresi arayışları; Birinci dönem, ön lisans-lisans
olarak, sonra 4 yıllık eğitime tekrar devam, öğretim üyesi
yetiştirme esasları ile (yeterlik-doktora) çalışması uygulama
başarılı süreci, yeni kadroların katılımı, kurum içi-kurum dışı
atılımlar, araştırma, etkinlikler. Asistan bursları (yabancı ülke
araştırma eğitim bursları) girişim ve uygulama modeli.
c. 1970 - 1980 Yeni öğretim üyesi katılımları. Eğitim
programlarında, kapsam ve içeriklerde yenilikler, gelişme ile
başarılı yıllar (yeni asistan alımları, kadro artışları). Gündüz ve gece
eğitimi uğraşları ile kurum genel ve bölüm yönetim değişimleri ve
yıllara göre değişen öğretim görevlileri (uzman), katılımlar. Ancak;
toplumsal yaşamda, gençlik ve politik hareketlerin yansımalarının
eğitimde yönetimde yarattığı zorlukları aşma çabalarıyla geçen bir
süreç. Bu süreçte; gündüz eğitimi yanı sıra 1974’de başlayan gece
Türkiye’de İçmimarlık Tarihine Bir Bakış - II
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 3938 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
Sevtap Elmas, Y.Doç. Cemal Yıldız, Y.Doç. Türker Şencan, Y.Doç.
Semih Yalçı, Y.Doç. C. Arslan Özbiçer. (Yavuz Irmak , Ümit Celbiş,
Arslan Özbiçer yurt dışı eğitiminin ardından 3-5 yıl sonra döndü.)
Not1: 1982’den sonra Şermin Alyanak, Eser Tezeren, Yavuz Irmak,
C. Arslan Özbiçer, Ümit Celtaş ayrılıp Endüstri Tasarım Bölümü’ne geçtiler.
Not2: 1982’den sonra katılanlar ileride anlatılacaktır.
DTGSY Okulu I. Dönem Öğretim üyesi yetiştirme koşullarına bir örnek:İkinci dönem mezunlardan Nurten Unasal, öğretim üyelerinin
isteği ile öğretim üyesi olarak yetiştirilmek üzere asistan olmuş,
öğretim üyesi Cevdet Koçak ve Friedrich Rommel’e asistanlık
yapmıştır. 1963 yılında asistan olarak göreve başlayan Nurten
Unansal, 1967-1968-1969 yılları arasında İspanyol hükümetinin
bursu ile (iki ülke anlaşması çerçevesinde) Madrid’e araştırma
yapmak ve ilgili eğitime katılmak üzere gitmiştir. Mesleki eğitimin
yanı sıra (mimarlık-içmimarlık) Fransızca – İspanyolca dil kurslarına
katılarak yabancı dillerini geliştirmiş. Turizm-Otelcilik, Restoran-
Café, konut ve yaşam üzerine araştırma ile tez konusu olan
Moteller hakkında, araştırma çalışmaları yaparak gezilerle İspanya-
Fransa-Almanya’da otel yapılarını incelemiştir. 1963-1966 yılları
arasında çeşitli konularda çalışmalar proje uygulama, kişisel
çalışmalar yapmıştır. (Büro, şirket, fabrika, mağaza, konut vb) ve
akademik eğitime, ilgili öğretim üyeleri nezdinde devam etmiştir.
1966 yılında başladığı tez çalışmasını yurda döndükten sonra
1968-1969 yılında tamamlayarak jüriye sunmuş, çalışma konusu
ile ilgili (motel tasarımı ve mobilya tasarımı, proje uygulamaları ile
bir sergi açarak ve aynı gün tez konusunda savunma, deneme
dersi, konferans ile genele açık bir sunum yapmıştır. Çalışmasını
başarıyla tamamlayan Nurten Unansal yabanc dil sınavını da
vererek, öğretim üyeliğine geçirilmiştir. (1969-1970)
Bu konuyu detaylı olarak bir örnekle anlatmamın sebebi,
1985’lerden sonra (1982-1986 arası) kurumda yetişen asistanlar
için bir akademik yetişme sisteminin (genelde tüm üniversite
siseminde olduğu gibi, YÖK yasası ile) tez çalışması sunumu
(yükseltilme esaslarının değişmesi sonucu bazı istekler koşullar
yalınlaştırılmış, artı bazı olumlu koşullar getirilmekle beraber (içe
dönük, kişisel kararlarla oluşturulabileceği bir yükseltme
dönemine girilmiş; öğretim üyesi adayının, toplum karşısında
açıklama yapmak, anlatım-sunum, savunma, yetilerinin izleneceği
tez konusunu genele sunacağı tasarımcı-sanatçı yönünü
tanıtacağı bir fırsat vermekten vazgeçilmiştir. (ki, kişisel
gözlemlerim bu konuda eksiklerin olduğu-olacağı yönündedir.)
Çünkü YÖK’ün kuruluşu ile yeni sisteme göre hazırlandıkları (Y.
Lisans-Doktora eğitimi ile- Yard. Doç.) düzeylerinde yükseltilme
esasları yasal bazı koşullara bağlanmakla beraber ve hazırlanma,
tez, araştırma çalışması, kendisine verilen görevleri yerine
getirmekteki becerileri, zamanı iyi kullanması, konularında kişisel
çalışmaları, sosyal sanatsal tutum, vb. konularındaki yetileri
Harbiye Yapı Endüstri Merkezi’nde yapılan bölüm sergisinden. (1970)Kurum, Yüksek Öğretim Kanunu’ndan sonra 1982-1983
öğretim yılında Fakülte olduktan sonra kurum dışından Dekan
Prof. Dr. Fahiman Tekil tarafından yönetilmiş, 1984’den sonra
kurum kendi özünde yönetilerek ilk olarak, Prof. Mustafa Aslıer
ile yeni döneme girmiştir. Bu dönem, geçiş dönemi olarak
nitelenebilir.
DTGSY Okulu’nda ilk yıllarda İçmimarlık Bölümü’ne katılanöğretim kadroları 1957-1958’den itibaren İçmimar Astrid Vollmer (1957-1958,
Temel Sanat Eğitimi), İçmimar Cevdet Koçak (1957-1974, Buluş-
Kompozisyon-Mobilya Sitilleri), Teknik öğretim İsmail Özışık(1958-1983, Teknik Resim-Perspektif ), İçmimar Friedrich FritzRommel (1959-1973) ayrıldı, 1975 tekrar katıldı. (1975-1981,
Buluş-Kompozisyon, Serbest Resim) Mimar Orhan Karacan(1959-1970, Mimarlık ve Yapı Bilgisi), Teknik öğretim FazılPehlivan (1965-1978, Teknik Bilgi) Ressam Cafer Tanyeri (1970-
1978, Serbest Resim), Gottfried Unterberger (1960-1963,
Mobilya Konstrüksiyon), İçmimar Diechter Jacop (1969-1971,
Mobilya Tasarım), Frank Metzger (1957-1962, Temel Sanat
Eğitimi), Fazıl Pehlivan (1967-1980, Mobilya Konstrüksiyonu),
Muzaffer Berkay (1997-1980, Teknik Bilgiler)
İçmimarlık Bölümü’nde yönetim ve kadrolaşma:Prof. Dr. Sabri Oran’la (1957) başlayan Bölüm Başkanlıkları;
Friedrick Rommel (1959), Cevdet Koçak (1960), Nurten Unansal
(1971), Cafer Tanyeri (1973), Şermin Alyanak, Fazıl Pehlivan,
Nurten Unansal (1973), olarak devam etmiştir. Fakülte olduktan
sonra Nurten Unansal (1979-1985), Şermin Alyanak (1986) ve
tekrar Nurten Unansal (1987-2002) yaklaşık 19 yıl bölüm
başkanlığı görevini yürütmüştür.
1962 yılından itibaren İçmimarlık Bölümü’ne katılan asistanlar Mehmet Öztürk -Uçkun Zıpkınkurt (1960 ve 1970’den sonra
ayrıldılar.) Nurten Unansal (1963-2013), 2004’te emekli olmasına
rağmen dışarıdan eğitime katılıyor. Şermin Alyanak (1968-2012)
Sırayla 1972-1973-1975 yıllarında göreve asistan olarak katılanlar:
Prof. Yalçın Özel, Prof. Mualla Yıldız, Prof. Işık Gör, Prof. Çiler İnan,
Y.Doç. Eser Tezeren, Y.Doç. Yavuz Irmak, Y.Doç. Ümit Celliş, Y.Doç.
Unansal’ın öğretim üyeliğinde eğitime getirdiği form-renk ilkeleri öğrenci sergisinden. (1970)
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 4140 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
2- MÜGS Fakültesi Dönemi (II. Dönem)a. 1982 – 1983-1985 Yüksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK)
kuruluşu, DTGS Yüksek Okulu’nu Fakülte olarak Marmara
Üniversitesi’ne bağlanarak üniversite kuruluşunda yeralmasının
başlangıcı. Akademik kadrolaşma, intibak yıllarının öğretim-
eğitimde olumlu-olumsuz etkileriyle beraber, içmimarlık eğitiminde
sorunlu yıllar. (içmimarlık’ın mimarlık eğitimi bünyesine alınması
hakkında (YÖK nezdinde) bazı kurumların, özellikle Güzel Sanatlar
Akademisi’nin isteği ve girişimleriyle yıpratılmaya çalışılan eğitimde
stresli oluşum ve yanlışın düzeltilmesi konusunda yaptığımız
çalışma ve çabalamalar; raporlar-sergi tanıtımları-basın-yayın ile
bilgi açılımları. (İçmimarlık Bölüm Başkanı Nurten Unansal’ın YÖK
nezdindeki yoğun çabaları ve rektörlük nezdinde destek de
sağlanarak, başarılı sonuç alınmış ve eğitimin bağımsız devamlılığı
tekrar açılmıştır. (Bu başarı, GSA’ne de örnek oluşturmuştur.) Bu
aşamada çok önemil bir olgu; bölüm içinden Endüstri Ürünleri
Tasarımı Bölümü’nün oluşarak ayrılmasıdır. Bu noktada bölümde, 1
öğretim üyesi ve 4 asistan, yeni kurulan bölüme geçmiş, içmimarlık
bölümü kadro kaybı yaşamıştır. Buna rağmen İçmimarlık Bölümü
başarılı eğitimine devam etmiştir. (Bu durum sonraki yazılarımızda
ayrıntılı olarak anlatılacaktır.)
b. 1985 - 1987 MÜGS Fakültesi’ne bağlandıktan sonra
TGSYO’nun özerk eğitiminde olduğu gibi, içmimarlık eğitiminin
başarılı çabalarının sürdürülmesi sağlanırken Avrupa yakasından –
Anadolu yakasına geçiş (Beşiktaş, Akaretler’den Kadıköy,
Acıbadem’e) Bina yer değişimlerinin zorlu etkileri, adaptasyon,
yapılaşma uğraşları (derslik-atölye-donatım-öğretim elemanları
odalar, vs) yerleşimde sorunu çözüm çalışmaları ile devam etmiştir.
d. 1987-1990 Sorunlu çevre-alan kullanım konularına rağmen
eğitimde başarı çabaları sürmüştür. Bu dönem aynı zamanda
Lisans üstü eğitim çalışmalarının başlaması dönemidir. (Sosyal
Bilimler Enstitüsü’ne bağlı olarak.)
e. 1990-1992 Yeni çağdaş eğitim araştırmaları, program-
geliştirme-yenileme çalışmaları; ek toplantılarla bölüm
kurullarında yoğun görüşmeler ışığında, Bölüm Başkanlığı
önerileri ve yeni fikirleriyle öğretim elemanlarının geliştirme
programlarına hazırlama ve çalışma yılları, tasarım eğitiminde
atılımlarla katılmasının gündeme geldiği yararlı yıllar. Yeni asistan
kadrolarının katılımı.
f. 1992-1994 Yeni binaya geçiş, mekan organizasyonu, alan
değerlendirme, planlama çalışmaları. Tüm bölümlerin binayı kullanım
planlanması. Bölümde yapılanma (olasılıklar, odalar, konferans-
toplantı odaları-yönetici öğretim elemaları odaları-atölyeler, mekan
vb.) ve eğitimi başarılı şekilde sürdürme çabaları. Yeni eğitim
programlarının geliştirilerek uygulamaya alınması için çalışmalar.
g. 1994-2002 Yeni eğitim programlarının kapsam ve içeriklerin
geliştirildiği araştırma çalışmalarının daha geniş ölçüde hayata
geçirilmesi ve uzman öğretim görevlilerinin eğitime katılmasının
sağlandığı dönem, aynı zamanda, İçmimarlık Bölümü’nde de iki
sanat dalının oluşturulma çaba ve kararlarının alındığı dönemdir.
TGSYO ilk öğrenci çalışmaları sergisinden (1960).
izlenmekle ve denetlenmekle beraber öğrenciyle birebir başbaşa
kaldığı zaman, ders anlatımı, proje konu açıklaması,
yönlendirmesi gibi konulardaki hakimiyetinin öğrenci tarafından
benimsenmesi, duyumsanması (hocalık vasfı denilen) durumunun
izlenmesi yöntemi büyük önem taşır. Üniversitelerde o günlerde
öğretim üyeliğine geçilme esaslarına göre doktora karşılığı ve
doçenliğe hazırlanma koşullarına denk bir akademik çalışma
örneğidir. Ayrıca, Güzel Sanatlar eğitiminin özelliği gereği, yazılı
araştırmaya ek, proje-tasarımda yetkinliğin kanıtlanması amacıyla
bir tasarım sergisi sunumunun gerçekleştirilmesi, yetkin bir jüri
tarafından değerlendirilmesiyle belirlilik kazanması önemli bir
bireysel başarı örneği olduğu gerçeği vardır.
Bu sistem, DTGSY Okulu’nun ilk yıllarında alınan asistanlarına
uygulanan (1969-1977) bir öğretim üyesi yetiştirme sistemidir ki;
bunun daha sonra yetişenlere doğru bir örnek uygulama olarak
gösterilmesinde yarar vardır. Bu örneklerde, öğretim üyesi
adayını, bir tez konusunu araştırma, inceleme, irdeleme,
yorumlama ve sonuçlandırma, yetisini kazanmak kadar
çalışmasını, jüri ile birlikte geniş bir topluluğa, konferansla
sunmasını (tasarım sergisi ile sanatsal tasarım yeteneğinin
değerlendirmeye yoruma açmasının ve savunmasının
dinleyenlerde daha sonra öğrenci karşısında hakimiyet,
inandırıcılık, sorulara açık ve hazır olmak, çok yönlü düşünmek
ve en önemlisi başarısının sonucu kendine güven kazanması,
eğitimde varoluşunu pekiştiren değerler olarak yorumlanması
için önemli bir görüş olarak ele alınmasında yarar görmekteyim.
Tanıtım ve kültürel etkinlikler, sergiler DTGSY Okulu DönemiDTGSY Okulu yıllarında kurum içi-kurum dışı etkinlikler olarak,
sergiler tanıtımında büyük rol oynamıştır. Bu etkinlikler kurum ve
bölümün kendini denetlemesi açısından yararlı örneklerdir. İlk
sergi organizasyonu kurumun ilk öğrencilerinin çalışmalarından
oluşmuştur (1959-1960). Bu dönemde kurum dışı tanıtım
sergilerinden bir önemli örnek, Ankara’da Devlet Güsel Sanatlar
Galerisi’nde, MEB Müsteşarlık ve Güzel Sanatlar Müdürlüğü
desteğinde yapılan sergidir, (1965).
Bir diğer kurum dışı sergi olarak; Yapı Endüstri Merkezi Harbiye
İstanbul’da organize edilen İçmimarlık Bölüm Sergisi örneği
gösterilebilir. Oldukça ilgi çeken bir tanıtım orgnazisyonu
olmuştur (1970).
Dördüncü sergi 1971’de açılan yine kurum içi bölüm
etkinliğidir, eğitimin geliştiğine örnek çalışmalardan oluşmuştur.
Beşinci sergi, hacim tasaırm dersi (Buluş-Kompozisyon Ders)
kapsam ve içeriklerinin daha da geliştirildiği (hacim
şekillendirme prensiplerin ve renkledirme ilkelerinin)
kapsamaa alındığı bir sergidir (1973). (Nurten Unansal’ın
eğitime kazandırdığı bir yeni olgudur.)
Not: Diğer etkinlikler sonraki yazılarımızda açıklanacaktır.
Unansal’ın asistanlık yılları proje çalışmalarından, MEB müsteşarlığı toplantı odası, (1965).
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 4342 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
Ülkemizde ‘İçmimarlık Tarihine Bir Bakış’ başlığı altında iki dönem
halinde ele aldığım bu yazı vesilesiyle öğretim eğitim-yönetim
sürecinin ayrıntılarına girerek anlatmayı, ilgililerin ve ilgilenenlerin
değerli anılarını inceleme, irdeleme, yorumlama şansını tekrar elde
edecekleri bir fırsat olarak görüyorum. I. Bölüm, İstanbul Devlet Tatbiki
Güzel Sanatlar Yüksek Okulu yıllarını; II. Bölüm, Marmara Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi yıllarını kapsamaktadır. Bu bağlamda mezun
olanlara eğitim süreçlerine rastlayan yıllardaki olguları izleme-irdeleme
olanağı vereceği gibi öğretim elemanlarının da belirtilen yıllarda
kurum ve bölümde bilenen-bilinmeyen, görünen-görünmeyen
olayları, değerlendirmeleri doğru ve yanlışlarıyla düşünerek
irdeleyeceklerini ve yorumlayacaklarını umuyorum.
Bu noktada, birinci bölümde Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek
Okulu döneminin (1957-1982) bir bölümü ile yıllara göre gelişiminde
eğitimdeki aşamalarla birlikte açıkladığımız olguları, önemli konularla
belirterek devam etmek yerinde olacaktır.
Bu önemli olguları başlıklar halinde belirtebiliriz:
1- Okula giriş koşulları, sınav şekli ve öğrenci sayıları.
2- Eğitim süresi değişimleri ile ilgili çalışmalar ve sonuçları.
3- Eğitim programı ve gelişmeleri.
4- Gece eğitimi uygulaması.
5- Derslik-uygulama atölyesi, donanımı ve eğitimdeki rolü. Kültürel
etkinliklerde kullanılan ortak kullanım alanlarındaki durum.
6- Öğrenci ve mezunlar ile asistanların yurt dışı staj, araştırma ve
eğitim bursları.
7- Asistan ve öğrenci temsilciliklerinin oluşturulması.
8- Sanatsal, kültürel ve mesleki etkinlikler olarak yarışmalara katılım,
kurum dışı iletişim, araştırma gezileri.
1- Okula Giriş Koşulları: (1957) İlk yıl lise 10. sınıfa geçenlere ve
sanat enstitüsü mezunlarına (ağaç işleri, kız enstitüleri, yapı endüstri
okulu) açık olmuştur. Ancak bu uygulama 1960’lardan sonra
kaldırılmış, sadece lise mezunlarına açılmıştır.
Not: Devlet Güzel Sanatlar Akademisi 1950’lerde lise mezunu
Türkiye’de İçmimarlık Tarihine Bir Bakış - III
Mobilya ve Hacim Tasarım alanlarının ağırlıklı öğretim ile eğitime
geçiş kadroları uzmanlık alanlarının belirlenme çalışmaları.
Lisansüstü eğitimin (Y.Lisans ve Doktora) Sosyal Bilimler
Enstitüsü’nden Güzel Sanatlar Enstitüsü kuruluşu ile gerçekleşen
yıllar. Başarılı sonuçların alındığı, mesleki alan ve tasarımda çok
yönlü zenginliğin, başarılı dönemin yaşandığı yıllar.
h. 2003-2006 Başarılı eğitim yıllarının devam ettiği bir dönem
olmasına rağmen; dünya globalleşme ortamının getirdiği ve
eğitimde sistem değişimlerinin (zorunlu uygulamaya geçiş ile
kredili sisteme) zamanlama-program arayışlarında olumsuz
etkilenmeler. Adaptasyon çalışmaları. (Eğitimde yıllara göre konu -
içerik kapsam oluşturma.)
ı. 2006-2010 Eğitimde zamanlama (saat-ders) azaltılmasının
sonucu (geçmiş dönem başarılarının, yeni sisteme kaynak olması
gereğinin yadsınarak) yeni arayışlara geçişin koşulsuz
uygulanmasının olumsuz etkilerine rağmen başarı çabalarına devam.
i. 2010 -2013 2003’te başlayan bölüm yönetiminde aşamalı
değişim, kadroya yeni öğretim elemanlarının katılımı (araştırma
görevlisi) yeni eğitim programlarının uygulamaya geçişi. AB süreci
ile Bolonya süreci etkileri. Bu yıllar kurumun genel yönetim
anlayışının (bölümlerin, özerk eğitim ve tanıtım çalışmalarını)
ortak etkinliklerde birleştirme istek ve uygulamaları sonucu farklı
disiplindeki sınırlayıcı etkileri olmuş, bölümün özgür yönetim
anlayışının (eğitim-öğretim-tasarım) tanıtımın da istemeden
kısıtlaması sonucu getirmiş, başarıyı zedelemiştir.
YorumYıllara göre, kurum bağlantısında ve İçmimarlık Bölümü’nü
özet tarihçesini açıkladığım bu planlamada, belirtmeye çalıştığım
açınıma göre;
1- TGSY Okulu’nda, İçmimarlık bölüm eğitiminin en oturmuş en
başarılı ve talebi çok olan yıllar (1972-1982) olarak
tanımlanabilirken,
2- MÜGS Fakültesi’nde İçmimarlık Bölüm eğitiminin en başarılı
(eğitim almak isteyen öğrencilerin yoğun olduğu-bölüm oluşuna
etken) yıllar (1988-2010) olarak belirleyebiliriz.
3- Diğer yıllar arayış-bina yerleşim-planlama, vb. çalışmaların
yoğun olduğu yılladır. Başarılı eğitimlerin görüldüğü yıllar olmakla
beraber, genel kurum yönetimlerinin, ülke koşullarının, değişen
politikalarının olumsuz etkileri yansımıştır. (Ülke yaşam
koşullarının zorluklarının, diğer üniversitelerdeki eğitime
yansımalarının olduğu gibi.)
Ülke yaşam, toplumsal etkileşim, akademik yetişme sürelerindeki
sorunlarla geçiş dönemlerinde iniş çıkışlar yaşanmış (AB bağlantısında
uyum yasaları uyarınca, yüksek öğretimde de zamanlama, program,
saat, süre vb. eşdeğerlilik arayış kararları) belli bir sistem ve özerk görüş
ve uygulamalarla süregelen başarılı eğitimine yön değiştirme
hareketliliği sınırlamalar adaptasyon sorunları, eğitimin başarı çizgisine
olumsuz etkiler getirmiş, zaman zaman düşüşler yaşanmıştır.
Bu nedenle, özellikle 2010 yıllarından itibaren başlayan durgun
bir eğitim süreci olarak nitelendirilecek görüntü oluşmuştur ki, bu
durumun; nedenlerinin çok çeşitli olgulara bağlı olduğu
düşüncelerimi, ileriki yazılarımda kanıtlar ve sebepleriyle
açıklayacağım. Bu 2. bölümde anlatmaya çalıştığım içmimarlık
eğitim süreci, bir sonraki yazılarıma ışık tutacak bir planlama ve
yorum esası taşımaktadır. Yıllara göre ayrıntılı oluşumları,
yazılarımın devamında ve fotoğraflarla belirleyeceğim. Not1: Bu noktada şüphe yok ki; GSAi içmimar mezunları tanıtımındaki etkinliklerden
topluma kazandırdığı meslek bilincinden de sözedilecektir. Ancak, yeni bir anlayışla açılanDTGSY Okulu mezunları , sanatçı yetileri ile beraber uygulamacı tekniğe hakim ve aracıelemanlar oluşturmuşlardır, beceriler ile dikkat çekici olmuşlardır.
Not2: Yeni kurulan üniversitelerdeki İçmimarlık Bölümleri ve eğitimleri, yazılarımıza konuolacaktır.
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 4544 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
boyutta daha geniş şekilde ele alınması gerekir. Bu konudaki yorumlarım
ileriki yazılarımda daha geniş yer alacaktır.
4- Gece eğitimi uygulaması: Ekim 1974 tarihinden itibaren Tatbiki
Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nda gece öğretimi yapılmasına karar
verilir ve eğitim süresi 5 yıl olarak saptanır. O günkü adıyla “Mobilya ve
İçmimarlık Bölümü”ne 15 öğrenci alınır.
Zorlu koşullara rağmen başarılı olarak sürdürülen eğitim, 1979-
1980’de kaldırılır. Buna o yıllarda (1980 ihtilali öncesi) ülkenin içinde
bulunduğu anarşik ortamda, öğrenci hareketlerinin gündüz ve gece
eğitimindeki olumsuz etkilerinin rolü büyüktür. Akşam 17.30 ile 22.30
arası yapılan eğitimde, hem öğrenci hem öğretim üyeleri için ulaşım
koşullarının zorlayıcı etkisi neden olmuştur.
5- Derslik ve uygulama atölyesi: Mekanların metrekare alanları ve
donanımı, en fazla 12 öğrenci için yeterli olmakla beraber, öğretim
üyelerine ve asistanlara ayrılan alanlar, çok sınırlı büyüklük ve sayıda
sağlanmış, öğretim elemanlarının (özverili görüş ve çalışmalarıyla)
kısıtlı koşullara rağmen, eğitimdeki başarıları tartışmasız önem
kazanmıştır. Buna karşın, öğrenciler çalışmaların derslikte hazırlar,
akşam projelerini masalarında bırakır, ertesi günde devam etmek
üzere güvenli bir ortamdan yararlanırlardı. Atölye donanımı gerek
malzeme, gerekse makine açısından (ağaç, metal, boya, cila vb)
bölümlerin oluşturulmasıyla uygulama derslerinde, başarılı sonuçlar
sağlamaktaydı.
6- Burslar ve stajlar: İlk kuruluş yıllarından başlayarak yaklaşık
1975 yıllarına kadar Alman hükümetlerinin Türkiye ile kültürel
anlaşmaları gereği, sanat ve teknik eğitiminde yurt dışı burs ve staj
konularında, öğrencilere kolaylıklar sağlanmıştır. Birçok öğrenci bu
olanaklardan yararlanmış, yaz aylarında, ofis ve fabrika stajlarını yurt
dışında yapmışlardır. Bu arada devletin bazı Avrupa ülkeleriyle karşılıklı
kültürel ilişki ve anlaşmalarıyla, kolaylaştırdıkları koşullarla; asistanlar
yurt dışında uzmanlık eğitimi almak üzere (Almanya, İngiltere, İtalya,
İspanya gibi ülkelere) 1, 3, 5 yıl gibi sürelerle gönderilmişlerdir. Bu
burslar, o yıllar için Milli Eğitim Bakanlığı’nın sanatçıya ve tasarımcıya
verdiği önemin bir göstergesidir.
Not: Ancak, bu olanaklar 1975-1980’lerden sonra sağlanamadığı
görülmektedir. Yurt dışı staj ve burs olanakları kişisel gayretlere kalmış,
özellikle son yıllarda (2008’lerden itibaren) karşılıklı öğrenci transferleri
eğitim programlarına alınmıştır (Erasmus Sistemi).
7- Asistan öğrenci temsilcilikleri konusu: Bu konu bir taraftan
öğrencilerin haklarını, eğitim öğretim ve yönetimde söz haklarının
olması için verdikleri mücadelenin değerlendirilmesi, asistanların da
bu girişimlerdeki öncü rollerinin belirleyiciliğinin irdelenmesi
gerektiğine inanmaktayım. Bu noktada kurumda (TGSY Okulu) öğrenci
temsilciliğinin oluşarak, bölüm kurulu, okul kurulu ve genel kuruluna
katılımının sağlanması (Bauhaus Okul’nda olduğu gibi) demokratik bir
yönetim uygulamasının göstergesidir.
1970-1971, Prof. Yalçın Özel’in 4. sınıf projesi.(MÜGSF İçmimarlık)
1970-1971, Prof. Seçil Şatır 4. sınıf projesi, TGSYO,(İTÜ, End. Tas. Bl.)
olmayanları öğretime alırken daha sonraları bu uygulamayı kaldırdı.
Sınav şekli: Adayların sanat yetenekleri ve genel kültür bilgilerini
ölçmek üzere yapılan, vize ve giriş sınavı olarak uygulanmıştır. Vize
sınavları, öğrencilerin kuruma başvuru durumları ve orta öğretim
mezuniyetine göre başarılı ve başarısız şeklinde değerlendirilirken,
giriş sınavları ise not ile değerlendirilirdi.
Giriş kabul sınavı: Hayalden resim, modelden resim (I. gün)
Renk kompozisyonu ve Türkçe kompozisyonu (2. gün) olarak 2
günde yapılırdı.
Alınacak öğrenci sayısı her bölüme en çok 12 olarak belirlenmişti.
Bu sayının derslik, atölye, metrekare alan, donatım olanakları vb
gereklilikler dikkate alınarak saptandığı bilinmektedir.
Not: 12 olan öğrenci sayısı ileriki yıllarda 14 olarak artmış, özellikle
1981-1982 yıllarında YÖK’ün isteğiyle zorlamalı olarak içmimarlık
bölümüne 40 öğrenci alınması gerekmiştir. Ne yazık ki o dönemde, YÖK’ün
önermesine itiraz hakkı olamadığı için, koşulların olanaksızlığına rağmen
uygulanmış, kontenjan sonraki yıllarda, mücadele sonrası azaltılmıştır.
2- Eğitim süresi: Eğitim ve öğretim süresinde kurumun ilk kuruluş
yıllarında bazı karışıklıklar yaşanmıştır. Kuruluş aşamasında,
belirlemelere göre 3 yıl olarak planlanan eğitim süresi 1957 yılında ilk
uygulamada 2+2 olarak toplam 4 yıl programlanmış fakat gerçek
uygulamada, deneyler girişim ve araştırmalarla 1960-1961’den itibaren
4 yıl olarak sürdürülmüş ve öğrencilere 4 yıllık yüksek okul diploması
alma hakkı verilmiştir. Bu 2 kademeli öğretim, 1966 yılından itibaren
yönetmelikten tamamen kaldırılmış ve 4 yıllık olmuştur.
3- Eğitim programları: Eğitimde haftalık ders saati toplamı 44 saat
olup, 40 saati dersler için, 4 saati de konferanslara, inceleme gezilerine
ve diğer sosyal etkinliklere ayrılırdı. Bu arada bir farklı özellik, Cumartesi
günleri öğleye kadar eğitimin devam etmiş olmasıdır. Ancak bu
uygulama, 1970’lerde kaldırılmış, toplam ders saati 40 saate indirilmiş
ve Cumartesi günleri ders uygulaması bitmiştir. Dersler 1. grup
uzmanlık (yaratıcı buluş kompozisyon,-tasarım, sanatsal ve mimarlık
dersleri), 2. grup, uzmanlık derslerini tamamlayıcı teknik
(konstrüksiyon, malzeme, teorik ve atölye uygulama dersleri), 3. Grup
dersler, genel kültür (Türkçe, yabancı dil, sanat tarihi, uygarlık tarihi,
hukuk bilgisi, ticaret ve muhasebe, Atatürk ilkeleri) dersleri olarak
gruplandırılmıştır. (Özet olarak açıkladığım bu ders grupları ile
programlar 1970-1975 yıllarına kadar geliştirilerek sürmüştür.)
Not1: Okuldan mezun olabilmek için, diploma projesine girerken (sınıf
geçme sistemiyle, tüm eğitimin bütün derslerini başarıyla vermiş olmak
gerekliydi.) Bu nedenle öğrencilerin her yıl bir üst sınıfa geçmek ve başarıya
ulaşmak için o koşullara göre çok programlı çalışmak ve zaman
kavramına dikkat etmek zorunda oldukları sonucu çıkarılabilir.
Not2: Ancak bu eğitim sistemlerindeki değişimlerin (1960-1970-1980’li
yılların) sosyal ekonomik, politik koşullar ve benzeri yaşamsal etkenlerin,
(1990, 2000, 2010’lu yıllar) günümüz koşullarıyla karşılaştırılarak
değerlendirmeye alınması,artı ve eksi değerlerde değişimlerin bir bir başka
Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu, eğitim binasından bir görünüş. (Akaretler, İstanbul).
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 4746 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
girişimlerde, eğitime başlanması ya da açılanların devamı ya da
denetlenmesi konusunda, Milli Eğitim Bakanlığı, mesleki teknik
öğretim genel müdürlüğünün görevlendirmesiyle, öğretim
üyelerimizden Cevdet Koçak, İsmail Özışık ve ben birlikte yaptığımız
denetim sonucu, çok olumsuz koşulların olduğuyla ilgili raporları
hazırlayarak, bakanlığa iletmiş ve eğitimlerin sonlandırılarak okulların
kapatılması sağlanmıştır. İstanbul Nişantaşı’nda açılan okulda
kurumumuzdan bazı öğretim üyeleri; Ozanay Omur ve eşi Osman
Omur (tekstil), Önder Küçükerman (içmimarlık GSA), Sevim Eti (sanat
tarihi) vb konularda ek görev ve ek ücretle görev alarak destekleyen
öğretim elemanları olmuşlardır.
Not: Bizzat Önder Küçükerman’ın da ısrarlı çağrısına rağmen bu eksik
koşullu eğitime katılmamıştım.
Sonuç1955’lerde başlayan 1957 ile 1983 yılları arasında çok özellikli
eğitim, öğretim sistemi ile devam eden, DTGSY Okulu’nda, içmimarlık
eğitiminin diğer 4 bölümle beraber 26 yıllık serüveninin dar sayfalara
sığdırılmasının, yeterli olmayacağı bir gerçektir. Ancak o yıllar içinde,
gün gün yaşadığım, sevgiyle çalıştığım kurumda, bu meslek eğitim
alanındaki olguları, kurum içi ve kurum dışı etkilerin önemini ve
yansımalarını, yararlarını, topluma katkılarını düşündürdüğümü,
ülkemin gelişmesindeki sanat ve tasarım açısından, yaşamsal boyuta
kazandırdıklarını düşündürdüğümü umuyorum.
Mobilya ve içmimarlık bölümünün haftalık ders dağılım örneği.
Resim 1964-1965 yıllarında Ankara fabrika stajından öğrencilerle birlikte.
Not: Öğrencilerin kuvvetli istekleri doğrultusunda, 1971 okul kurulu
kararıyla, Milli Eğitim Bakanlığı’nın mesleki ve teknik yüksek öğretim genel
müdürlüğünün onayı ile (1972) öğrenci ve asistan temsilciliği
gerçekleştirilmiştir. İlk öğrenci temsilcisi, Faruk Atalayer (tekstil); asistan
temsilcisi, Sinan Baykurt (grafik) olmuşlardır.
8- Sanatsal, kültürel ve mesleki etkinlikler: Konu başlığının bir
bölümü makalemizin II. bölümünde anlatılmış olmakla beraber,
etkinliklere devam etmek uygun olacaktır. Bu noktada, çok sayıda
uzman meslek elemanları tarafından, konferanslar, seminerler
düzenlenmiştir. Çeşitli sanatsal, kültürel, teknik geziler (fabrika)
yapılmış, eğitim bilgi ve görgü ile desteklenmiştir. Bu anlamda bir
başka örnek, 1965-1966 yıllarında Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı
Ankara Mesleki Teknik Öğretim kapsamında mobilya fabrikasında,
öğrencilerin her yıl 1 ay staj yapması olanağı sağlanmıştır. Önderiliğini
yaptığım öğrenci gruplarıyla birlikte bireysel olarak da tasarım
çalışması yaptığım staj organizasyonları gerçekleştirilmiştir.
Yarışmalara katılım: Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek
Okulu’nun İçmimarlık Bölümü olarak diğer etkinlikler, proje
yarışmalarıdır. Örnek, 1972-74 yılları arasında, fuar pavyonu konusunda
açılan yarışmalara, eğitim içinde ele alınmıştır. Halıfleks firmasının
açtığı yarışmada kazanan bir öğrenci projesi İzmit Fuarı’nda
uygulanmıştır. Bir başka yarışma örneği, Çanakkale Valiliği’nin
öncülüğünde (İl Özel İdaresi’nce açılan proje yarışmasıdır) Çanakkale
Kültür Merkezi Proje yarışması. Kurulan jüri tarafından seçilen öğrenci
projeleri, 1, 2, 3. derecelerle ödüllendirilmişler ve 1 proje 1980-1981
yılında uygulamaya alınmıştır.
Bir kısmını açıkladığımız bu etkinlikler, gezi ve proje çalışmaları
olarak eğitim yanında, öğrencilere bilgi ve görüş kazanmaları açısından
çok önemli destek uygulamalar olmuştur.
Not: Bu çalışmalar, bizzat eğitime katıldığım, projeleri yönlendirdiğim
çalışmalardır. Öğretim üyeliği ile birlikte bölüm başkanlığı dönemlerime
rastlar.
Özel güzel sanatlar okullarının açılmasıDTGSY Okulu dönemine rastlayan yıllarda, bir önemli konu, özel
tatbiki güzel sanatlar okullarıdır (1970-1973). Biri İstanbul Nişantaşı’nda
bir apartman dairesinde açılan özel bir okuldur. Paralı eğitim olarak
ticari amaçla açılan bu kurumlardan bir diğeri, İzmir Alsancak’ta 3 katlı
bir ev yapısında açılan bir özel okul ve Ankara’da açılması istenilen bir
başka okuldur. Bina, derslik, atölye, donatım, konularındaki yetersizlikle
birlikte, öğretim kadrosunun sağlanmasında güçlükler yaşandığı
izlenmiştir. Koşullarının okul olarak oluşturulmadığı anlaşılan bu
Fuar pavyonu öğrenci çalışmalarından, 1974.
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 49
Raporun ön çalışması olan belgelerin toplanması sırasında,bugüne kadar ihtisas ayrımı ve örgütlenmeye ışık tutabilecekpek çok sözün bulunduğunu gördük. Ve rapor metninihazırlarken, kendini kişisel görüşlerimizden çok bu yazılara dahageniş yer vermekle, sorunu yaygın bir çevrenin görüşünedayandırmayı daha doğru bulduğumuzu belirtmek isteriz.
Giriş: Öncelikle endüstrileşme döneminde bulunantoplumumuzun, mesleklerimize ilişkin açıklardan nasıl biroluşma içinde olduğuğunu, toplum yapılarını ve sosyo-ekonomik kanunları izleyerek ortaya koymak gerekir.
“Genel olarak ekonomik ve sosyal gelişimden anladığımızgeleneksel bir toplumun, modern bir sanayi toplumunadönüşmesi sürecidir.” (1)
“Endüstrileşme, teknik, ekonomik ve sosyal bir olgudur. Vesosyolojik bakımdan kaçınılmazdır. Geleneksel toplumdanmodern topluma geçişi, endüstrinin yarattığı sosyal ve zihinseldeğişimler olmadan kavramak zordur.” (2) Sosyal ve zihinselgelişmelerden; toplumun endüstrileşme gereğini kavraması,
gerekli eğitim düzeyine erişmesi ve bireysel girişkenlikler yerinetoplu girişkenliklerin yapılabilmesini sağlayacakorganizasyonların oluşumu eski kavramların yerlerini çağdaşkavramlara bırakması anlamlarını çıkarabiliriz.
Endüstrileşme süreci içinde olan bir ülkede, toplumun değeryargılarının da değişmesi olağandır. Burada “statik bir statütoplumundan çatışmacı, dinamik bir sınıf toplumuna geçiş sözkonusudur. Bu toplumsal hareketliliğin temelinde ise ekonomikgelişmenin sağladığı iş bölümü ve ihtisaslama yatmaktadır. İşbölümünün ihtisaslaşmanın meydana gtireceği hareketlilik veekonomik çıkar farklılaşması geleneksel toplumdaki değişimyokluğunu parçalayan dinamizmi sağlayacaktır. Gelenekseltoplumun tarıma dayanan ekonomik tabanı ve kapalı pazarekonomisi içinde kendi ürettiklerini kendileri tüketen insanları,htisaslaşmaktan ve iş bölümü sağlamaktan çok uzak bir yaşantıiçindedinler. İlkel bir teknolojiye dayanan tarımsal üretim,yaşama savaşını yalnız toprağa ve doğaya karşı veren ve bunundışında hiçbir yeteneği ve bilgisi olmayan atalarından ne
İçmimarlar Odası Tarihinden Sayfalar...
İçmimarlar Derneği Raporu
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 5150 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
beraber toplumun sosyo ekonomik yapısı değişmiştir.Örneğin: 1934-1939 yılında 7000, 1972-1973 yılında yaklaşık200.000 yüksek öğrenim öğrencisi ve bunun % 33’de fen veteknoloji dalarında öğrenim yapmakta iken bugünk durumbunların at be kat üstünde olduğu malumunuzdur.
İktisadi gelişme için teknik öğrenim gerekliliği ve içmimariöğretimin yeri:Birinci ve ikinci beş yıllık planlarda teknik personel sınıfınınuzmanlıklarına göre ayrımı ve tanımı yapılmamıştır. Budurumda kişisel gelişmeye randımanlı katılamazlar.Endüstrileşmeleri çoktan tamamlanmış memleketlerdeyseteknik değişimi ve teknik iyileştirmelerle emek-prodüktivitesini (yani çalışmakta olan iş gücününprodüktivitesini artırma hatta daha fazla olan önem verme)zorunluğu vardır. Bunlar için kapasitenin genişletilmesi veteknik bilgiden yararlanma önem bakımından her şeydenönce gelir.” (10)
1972 yılında içmimarlık öğrenimi görmekte olan yalnızca300 kadar öğrencinin bulunması, toplam yüksek okul öğrencisayısı içerisindeki içmimarlık öğrencilerinin sayı azlığını açıkçaortaya koyar. İçmimar ihtiyacı için yapılan projeksiyon hiç birrasyonel temele dayanmamaktadır.
Oysa ki; içmimarların katkıda bulunabileceği imalat, çelikeşya, konut ve mobilya sanayii gibi endüstri dallarındakiüretimin yüz milyara ulaştığını görüyoruz. Ancak ülkemizdesüratle gelişen endüstri dallarının ihtisaslaşmış bazı teknikpersonele olan gereksinmeleri, mevcut ve yeni kurulanöğretim kurumlarında gerek nitelik gerekse nicelikbakımlarından, bu amaca yönelik, düzenlemeleri bugünekadar yapılan devlet planlamalarında ele alınmamıştır.
İhtisasın gereği-eğitim-istihdam sorunları:Ünlü Bauhaus okulunun açılışından sadece beş sene sonraTürkiye’de Güzel Sanatlar Akademisi’nde, o günkü ismiyleTezyini Sanatlar Bölümü’ne bağlı olarak ‘içmimarlık’ atölyesikurulmuştur, yani tam 52 yıl önce. ‘1924 senesideki (II) bugirişimin o günün toplumuna yarar sağladığı söylenemez. Dahaöncede belirttiğimiz gibi bir alt-yapı kuruluşu olan eğitimkurumlarının yararlılığı ancak gelecekte ortaya çıkacaktır.Endüstrileşmenin oluştuğu bu dönemde ise bu mesleğin pekçok endüstri ürününün rasyonel, fonksiyonel ve ekonomikolarak biçimlenmesindeki etkinliği reddedilemez. Çeşitliülkelerde ‘design’ okullarına verilen önemi hatırlamak gerekir.(Ek:3) Ülkemizde beli başlı ihtisas elemanlarının, (Örneğin:Doktor, mimar, mühendis ve hukukçu gibi) yetiştirilmesinebelirli sınıflar içinde önem verilmiştir. Fakat ayrıntılı iş bölümünedayanan, modern endüstrinin gerektirdiği bazı yeni ihtisasdalları vardır. Ve dünyada süratle gelişen, ülkemizde degeliştirilmesi ön görülen bu endüstri dallarının, ihtisaslaşmış butip teknik elemanı olan gereksinmeleri, bugüne kadarTürkiye’de yapılan devlet planlarında ele alınmamıştır. Buelemanlardan bir kısmı halen ülkemizde yetişmektedir. Fakatbunları eğiten mevcut öğrenim kurumlarının, gerek nitelikgerekse nicelik bakımından endüstri ihtiyacına uygun birşekilde düzenlenmesi henüz yeterince yapılamadığı gibi, yenikurumların kuruluşuna da önem verilmemiştir. Örneğin; ikincibeş yıllık planın, orman ürünleri plastik endüstrisi ve metalendüstrisi bölümlerinde, bu endüstri dallarında ihtisaslaşmışelemanların mevcut olmadığı belirtilmektedir. Halbuki DevletGüzel Sanatlar Akademisi ve Devlet Tatbiki Güzel SanatlarYüksek Okulu, bu tip ihtisaslaşmış elemanlar (içmimarlar)yetiştirmektedir. (Ek:4)
gördüyse onu yapan bir insan türü yaratacaktır. Bunun sonucuolarak kendi içinde farklılaşmamış tek yönlü bir toplum tipibelirlenecektir.” (3)
“Kalkınmanın hemen başlangıç aşamasında bulunan birülkede işe taban alt-yapı kuruluşuyla başlamak gerekir. Alt-yapıkuruluşları, donatım ve temel hizmetler adıyla da bilinir. Birülkede, bunlar bulunmadığı zaman üretim kolları görevleriniyerine getiremezler. Karayollarının, demiryollarının, haberleşme
ağının, sulama şebekesinin vb. tek kelime ile alt-yapıkuruluşlarının eksikliği parçalanmışlık ve az gelişmişliğinnedenlerinden biridir.” (4) Bu kuruluşların üretime katkısıdolaylıdır. Ve bu katkı uzun bir süreden sonra da oluşabilir.“Çünkü bir yol, bir liman, bi eğitim hizmeti, sadece şimdilikihtiyaçları karşılamak için değil, gelecek için yapılır.” (5)
Cumhuriyetten bu yanaTürk toplumunun gelişimi:“Türk toplumunun tarihsel gelimesi, şüphesiz bütün topumlargibi kendine özgü bir yol izlemiştir. Yalnız bu gelişme, yine debütün şemaların bütün toplumsal kavaramların dışındasayılmaz.” (6) “Cumhuriyet’in 1923-1931 ve 1932-1945planlama dönemlerinde” (7) (Bugünkü anlamda olmasa bile)Ülkemizde alt-yapı kuruluşlarına önem verildiğini vegeleneksel bir toplum düzeninden modern bir toplumdüzenine geçme çabalarında bulunduğnu bilmekteyiz.(Ulaşım, haberleşme, balındırlık, sağlık ve eğitim gibi.) Yineaynı dönemlerde fiziksel yatırımların yanı sıra, toplum değeryargılarının, dünya görüşlerinin, kalkınmanın gereği olarakyenilendiğini görmekteyiz. (Kadınların toplum hayatındakiyeri, okuma-yazma seferberliği, medeni kanunun çıkacakkabulü gibi) “İnsanlar kalkınmayı içlerinde yuymazlarsa birkalkınma planı hazırlamanın ve yeni politik yapılar getirmeninhiçbir anlamı yoktur. İnsan kalkınma etmeni değil, onuntemelidir.” (8)
Yine tekrarlayalım: “Kalkınma, dünya görüşünün tam birdeğişimini gerektirir.” (9) Türk toplumunun gelişime trafiğinezaman zaman olagelen sapmalar yüzünden, bu amacavarmada güçlükler çıkmıştır. (Örneğin, laiklik-din baskısı,devletçilik dönemi-liberal dönem, plan-pilav .vb) Bununla
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 5352 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
gelişme hızına uyabilmiş veya gerisinde kalmışmeslektaşlarımızın bulunması yukarıda belirtilenleri kanıtlar.
“Zamanın gereksinmeleine geçmişin düşünüş ve yöntemleriartık cevap vermemektedir, ve endüstri devrimi toplumsalyaşama, artık bu yaşamı bütün kurumlarıyla değşitirecek yenibir güç olarak girmiştir. Endüstri Devrimi sadece yapım tekniğinideğştirmekle kalmıyor, aynı zamanda mimarlık ile ilgili istekleride hızlandırıyor ve üretimi alışılmadık ölçüde geliştiriyor.” (21)
“Teknik ilerledikçe daha çok kompleks olmakta ve kendi özelsektörlerinde çalışacak spesialistlerin işbirliğini icapettirmektedir... Mimarlığın çeşitli dallarında belirli birbirinitamamlama vardır. Bu çeşitli elemanları birleştirmeyen birkültür, tam bir mimalık kültürü olamaz.” (22)
“Gerek tasarlama eylemi, gerekse karar verme eylemi çağınher alanında büyük bir hızla gelişen koşulları, gelişmeleri,bilginin hızla birikmesi, dolayısıyla tek kişinin tekelinden çıkmakeğilimindedir. Mimarlığın bu gelişmenin dışında kalacağınıummak safdillilik olur. Mimar yeteneklerini paylaşmayahazırlamalıdır kendini.” (23) G.C.Argan; “Mimarlık terimi,şehirden ve bölgeden, günlük en küçük kullanma objesinekadar ki her şeyi kapsayan ‘design’ sözü ile yer değşitirerekgeleneksel anlamını kaybetmiştir.” (24) derken, yargı vepratikteki değişmeleri ortaya koymuştur. Yine aynı yazar,“Tasarımın bir grup araştırması olduğu gereğini belirtmiştir.Teknik bilgilerinin yanı sıra, soruları derinliğine ve genişliğinegörebilme ve çözebilmede tüm yeterlik kazanmış uzmankişilerin, tasarımlarını çağdaş üretim yöntemleri ve araçlarındanyararlanarak gerçekleştirebilmelerine olanak sağlanmalıdır.
Felsefe alanında, “iş bölümü, insan yaşamında zorunlu biraşamadır. Ve gelişme sonucudur. Toplumsal yaşam iş bölümütemeline dayanır. Üretimle tüketimin karşılıklı etkileşmesiyle
gitgide çoğalan iş, zamanla daha özel parçalarında dabölünmek zorunda kalmıştır. Gelişme sürecinin belli biraşamasıda, çeşitli işleri zçeşitli insanlar yaparken, giderek, bir işiçeşitli insanlar yapmaya başlamıştır. Böylelikle, iş bölümüişbirliğine dönüşmştür.” (25) İşbiliğinin etkin bir şekildegerçekleşmesi için örgütlenme gereklidir.
Örgütlenmenin sağladığı yararlar:Yasal hakların savunulması; Mesleğin tanıtılması, yetki ve sorumlulukların denetimi diğerodalar, meslek dalları, endüstri ve hizmet alanları ile ilişkilerkurmak.
Ülke gerçeklerine dönük yaygın eğitim yapmak.Üyeler arasındaki dayanışma ve kültür birliğini sağlamak,
bilim ve araştırmaya yöneltmek.Bu ve buna benzer diğer görevler örgütsüz olarak
gerçekleşemez.Bugünkü durumda mesleğimiz alanları içinde olan işler, daha
çok yetkisiz eğitimsiz kişilerce gaspedildiğinden, ülkemizinzaten kıt olan kaynakları bilinçsizce israf edilmekte veiçmimarların yetki alanları paylaşılmaktadır. Bu nedenle, beşsenelik yüksek eğitimle elde edilen haklar ve yetenekler ile,eğitimsiz olarak aynı işi yapan kişiler arasındaki yetki vesorumluluk farkları değerlendirilmemekte, dolayısıyla,içmimarların istihdam olanakları daralmaktadır. İş alanınındaralması işsiz diplomalıları çoğaltmakta ve beyin göçüsorununu getirmektedir.
İhtisaslaşma, örgütlenme ve ihtissalar arası işbirliği,toplumların sosyo ekonomik gelişmesine bağlı olan kaçınılmazbir olgudur. Eğitim-meslek-endüstri bütünleşmesini sağlayacaktüm düzenleme ve girişimlere fırsat tanımak ve olanak
Çağımızda eğitimin amacı değişen bir endüstri yapısınıngelecekteki ihtiyaçlarına göre ayarlanmasıdır. “Yükseköğretimde bu tip ihtisaslaşmış teknik dallara ağırlık verilmelidir.Bu düzeltmeye gitmekle, iktisadi kalkınmamızın en iticikuvvetlerinden birine sahip olunacaktır. Entelektüel işsizliğinfrenlenmesi ve azalması mümkün olabilecek ve ayrıca yükseköğrenimden geçmiş gençlerden tam istihdam ve faydalanmaimkanları ortaya çıkacaktır. (12) (Önemli bir diğer nokta da herihtisas dalında ne sayıda ve nitelikte insan yetişmesigerektiğinin ortaya konmamış oluşudur. (13) “Endüstrialalarında en ileri üretim tekniklerini uygulamakla birlikteözellikle bu medotları uygulayacak olan ‘insan’ın yetiştirilmesinebirinci derecede önem vermek zorundayız.” (14)“Tüm eğitim vebunun içinde teknik eğitim ülkedeki eğitim koşulları ilebütünleşmediği için gerekli pratiği vermekten, dolayısıyla bilgive hüner sağlamaktan uzaktır. Bu yüzden kişiler okulları bitirinphayata atıldıktan sonra gerçek eğitimleri başlar. Böylece, resmiöğretim kurumlarında öğrenilenlerin unutulup yerine gerçekbilgi ve hünerin geçmesi yeniden zaman alır ki, bu eğitimsüresinni en azından iki misline çıkarılması demektir.
İhtisaslaşma mantığı: Bu günün üretim ihtisaslaşmış endüstri üretimi biçimindedir.Bireyler tüketici değil, üretici oldukları sürece toplumlarınakatkıda bulunabilirler. Bu nedenle mesleklerimizin endüstriyleolan ilişkilerini, eğitimimizin bu amaca yardımcı olacak şekildeyeniden düzenlenmesini, böylece eğitim, meslek, endüstribütünleşmesini sağlamak zorundayız. (Sanat endüstriye doğruendüstri de karşıt bir hareket halinde sanata doğruyaklaşmaktadır.) (16)
Türk mimarlığının temel derdi, yakın tarihlere kadar
toplumun fiili ihtiyaçlarıyla fiili imkanları arasında rasyonel birdengenin aranmamış ve en kısa tarifiyle, bir Bauhaus espirisiningeliştirilmemiş olmasında yatmaktadır. Bu konuda başlıcasorumlluğun eğitim müesseselerine düştüğü herkesçe kabuledilmesi gereken bir gerçek mahiyetindedir. Türk mimarıhocasıyla, asistanıyla, memuruyla, serbest çalışanıyla bugünnerede ise ‘işsiz’ denecek durumdadır. Öğretim sistemi sahipolunan ve verilen bilgiler Türkiye’nin mimari alanındakigerçekleriyle bağdaşamamaktadır.” (17) Bu tanımlama diğeruzmanlık daları içinde geçerlidir. Belirli bir konu ile ilgili bütünbilim dallarında uzmanlaşmış kişileri bir araya getirecek vetasarım problemlerini hep birlikte ve çeşitli açılardan ele alacakeğitim kuruluşlarına gitmek en doğru yol olacatır. (18)
Türkiye’de endüstrinin bünyesinde henüz pek az sayıdayüksek öğrenim görmüş teknik personel yer almıştır. Çok genişbir iş alanı, istihdam politikasının plansızlığı nedeniyle gerçektasarımcılardan yoksun durumdadır. Bu tutum işbirliğiingetireceği yararları geciktirmektedir.
“Makineleşme ve kütle üretimi geliştikçe toplumun yaşantısıçok yönlü ve karmaşık olmaya başlayacak ve artık kişinin bilgisi,enerjisi ve ömrü bu her bakımdan parçalanan ve atomize olantoplumu bütünüyle kavramaya, yön vermeye ve yaşamayayetmeyecektir. Bu nedenle karmaşık dünyanın bir kesiti ileilgilenmeye zorlanacak ve orada ihtisas sahibi olarak yaşamakiçin kendi ihtisası karşılığında başkalarının ihtisasındanyararlanmayı öğrenecektir.” (19)
“İnsanların bilgi ve değer sistemlerinde meydana gelendeğşimeler hatta insan ömrü ile orantısı, kökünden değişerekkişilerin hayatları boyunca bir kaç defa yeni şartlara adapteolmalarını gerektirecek bir seviyeye ulaşmıştır.” (20)Günümüzde aynı uzmanlık dalındanolan kişiler içinde bile çağın
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 5554 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
sanat ve mesleği icra edecektir. Mevzuat ve kanunun -konumuza göre 6235/7303 sayılı kanun- dayanak teşkil edenamir hükümleri uyarınca meslek ayrımı itibariyle odalarkurulması, ilgililerin de meslek konularına göre bu odalarakaydolmaları esastır. Bu konu, mevzuu hukuk normlarınadayanan bir durum ve anayasal bir haktır.
Doğuşu ve varlığı, devletin verdiği diploma ile, objektifvakıaların dışında, pozitif hukuk hükümleri ile saptanan birhakkın, kullanılmasını önlemek üzere normatif ahkamlarayönelen, subjektif görüşleri aksettiren, tartışmalara ilişkinraporlar hukuken uygun ve geçerli görülemez. Devlet,İçmimarlık eğitimi, yaptırmakta, bu branş için diplomavermekte ve buna paralel olarak, kamu kuruluşlarında, tekniksınıfta içmimar kadrolarının yer aldığı -iç bünyede ve dışülkelerde varlığı, yürürlükteki mevzuata göre bir vakıa ve gerçekiken hukuki ifade ile yıllardan beri müktesep hakların yerleştiğibir çevrede, konuya ilişkin değerlendirme ve çözümün,içmimarlık davasını, mesleğini reddetmek biçiminde görmeyeve göstermeye kanunen olanak sağlanamaz. Kanun lafzı,objektif mana ve kavramından ayrı indi telakkiler, maul vemakbul kabulsel hakların yerleştiği bir çevrede konuya ilişkindeğerlendirme ve çözümün, içmimarlık davasını, mesleğinireddetmek biçiminde görmeye ve göstermeye hukuken olanaksağlanamaz. Kanunun lafzı objektif mana ve kavarmından ayrıindi telakkiler, makul ve makbul kabul edilemez.
Pozitif hukuk, normların vakıalara (mevcut ve mer’i olandurumlara oranlanması esasına dayanır. Dayanağı ve kaynağıkanun olan bir hakkın koruyucusu, devlettir, devletin yüksekyargı organlarıdır.
2. İçmimarların 6235/7303 kanun kapsamı uyarıncaTMMOB’ne katılmaları talebi, mevzuata kıyasen, pozitif hukuk
yönünden anılan kanunun objektif mana ve gayesine uygunolduğu kadar, TMMOB talimatnamesinde açıklandığı üzere,birliğin maksat ve gayesi ile de tam intibak halindedir.(Talimatnamede Mod. 3... Mühendis ve mimarları ihtisaskollarına ayırmak ihtisasları ve işgal mevzuları aynı veyaihtisasları ve işgal konuları birbirine yakın bulunan mimar vemühendisler için odalar kurmak...)
3. 3458 sayılı kanunun 1. maddesinde mühendislik ve mimarlıkmesleklerini genel olarak açıklayan kapsam ile tahsil ve mezuniyetesasına göre, mühendis veya mimar ünvanını haiz olmak, anılankanunun kapsamına girmek için yeter ve kafidir. (Kanunun a, b, c,d bentlerindeki durum ve şartlar saklı kalmak üzere) yani kanunlafzimealinde mühendisler için: İnşaat Mühendisi, KimyaMühendisi, Ziraat Mühendisi, Orman Mühendisi, MadenMühendisi, Petrol Mühendisi, Makina Mühendisi, Gemi İnşaMühendisi, Gemi Makinaları İşletme Mühendisi, Elektirik Mühedisi,Elektronik Mühendisi, Atom Mühendisi, Endüstri Mühendisi...biçiminde bir branş ayrımı görüyoruz. (Gelişen dünya uygarlık veendüstri koşullarının icabı çağımızda klasik meslekler ve bumesleklerdeki üst ihtisaslaşma terk edilmekte, ihtisaslaşmadan işbölümüne dönüşümün sonucu yeni yeni meslek dallarınıntürediği bir gerçektir. Zira insan ömrü ve yetenekleri çağımızgelişimini kapsayacak kadar sonsuz değildir.)
Bunun gibi anılan kanunun metninde mimarlar için de şehircimimar, röleve ve restorasyon mimarı, içmimar biçiminde birayrımın bulunmaması doğaldır. Kanun metni bu hususu en genelbir ifade ile aksettirmiştir. Demek ki, branşı ne olursa olsunmühendis ve mimar olarak bu öğrenimi sağlayan resmimüesseselerden mezun bulunanlar bu konunun kapsamınagirmektedirler.
4. İçmimarlık öğrenimi yapmış olanlar, bu daldan diploma
sağlamak gerekir. Bu oluşmayı yapay ve tutucu karşı çıkmalarlageciktirmek ne toplumun ne de bireylerin yararına olacaktır.
Farklı ihtisaslara sahip meslek adamlarının, birbirlerinin yetkive yeteneklerine inanarak iş ve güç birliğinie yönelmelerinin endoğru yol olacağı inancındayız.
TMMOB’ne İçmimarların da katılmalarına ilişkin talebingerekçesi, hukuk açısından geçerliliği ile ilgili savunma vedayanaklar:1. TMMOB umumi heyet kararının istihsali ile birliğe dahil olacakmüstakil bir İÇMİMARLAR odasının kurulması mümkündür.(6235 sayılı kanunun Mad. 1, Mad.2/a, Mad.15, ve TMMOBtalimatnamesinin Mad. 1, Mad.17/i ye istinaden)
2. Müstakil bir İçmimarlar odası kurmayıp, TMO umumiheyet kararları ile TMMOB umumi heyet kararlarına istinadenİçmimarların kendilerine en yakın olan ihtisas odasına (TMO)kaydedilmeleri suretiyle teşkilaata katılmaları da mümkündür.(6235) sayılı kanun Mad. 17/i ve Mad. 48’e istinaden)
3. Kanuni, esas deliller: (• Anayasanın ilgili maddeleri • 3458sayılı kanun • 7303 sayılı kanunla değişik 6235 sayılı TMMOBkanunu. • TMMOB talimatnamesi • İçmimarlık, meslekiyeteneğini saptayan, Devlet Yüksek Okulları’ndan alınandiplomalar.)
4. (• Öğrenim müesseselerimizde uygulanan, Mimarlık-İçmimarlık öğrenim programlarındaki ilgi ve farklılığınkıyaslanması • Dış ülkelerde, İçmimarlık öğretim müesseselerimeslek okullarından - innenarohitect, interior architect gibialınan diplomalar • Dış ülkelerdeki mimarlar, içmimarlar meslekkuruluşları ile yapılan yazışmalar • içeride ve dış ülkelerdekimesleki yayınları bu yönden incelenmesi • Oda kurulmasıfaaliyetlerinin değerlendirilmesi için Devlet Tatbiki Güzel
Sanatlar Yüksek Okulu ve Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ndekurulan komisyonların hazırladıkları, konu ile ilgili raporlar •Mimari konkurlar, konkur jürilerinde içmimarların bulunması,özellikle içmimarlık konusunda yapılan konkurlar • kamukuruluşlarında yer alan içmimarlık kadroları • Memleketimizdeiçmimarların hazırladıkları projeler, uygulamalar, realize edileneserlerden örnekler.)
İddia ve Savunma:Not: İçmimarların birliğe katılmalarına ilişkin 25.9.1969 tarihlitaleplerince (TMMOB) ilgili odaya (Mimarlar Odası’na)aksettirilmiş, Mimarlar odası da konunun incelenerek istişarigörüşlerin tesbiti bakımından muhtelif komisyonlar kurmuştur.Anılan bu hazırlık komisyonlarının olumlu veya olumsuzgörüşlerini belirten raporlarında konunun tartışılmasıyapılmıştır. işte bu raporlar da dikkate alınarak, aşağıda iddia vesavunmaların genel ve objektif yönden yansıtılmasınaçalışılmıştır.
1. Anayasamız esaslarınca, Devlet çalışanlarının insanca,yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde geçmesi içinalacağı tedbirlerle çalışanların haklarını korur beden veya fikirçalışmalarının şekil ve şatlarını kanunla düzenler. Bu bakımdanpozitif hukuk normları yönünden, kişilerin çalışmalarınınsonucu, meslekli hakları vardır. Kişilerin nitelikleri vekazandıkları yeteneklere göre, meslek ve sanatlarını icrayakanunen yetiklidirler.
Meslek ayrımının temeli olan ölçü, yeteneklere kıyarken,yetkileri belirleyen; başta gelen en genel objektif ve geçerlikriter, mesleki eğitimin kapsamı ile bunu belgeleyen mezuniyetdiplomasıdır. Eğer diploma sahibinin bir hakkı olacak ve bu hakkanunen himaye görecekse bu kimse diplomasını haiz olduğu
56 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
almış olanlar, elbette içmimar olarak mesleklerini icra etmekteyetenek sahibidir, yetkilidir. Bu dala ait ders öğretim programıkadar Milli Eğitim Bakanlığı’nca kabul edilmiş olan isim de bunutartışmasız delilidir. Öğretimde bir mesleki branşın, şu veya bubölüme, kuruluşa bağlı olması neticeyi hiç bir zamandeğşitirmez. DGSA’nde içmimarlık eğitimi yüksek mimalıkbölümüne bağlı değildir. Ama, yüksek mimarlık bölümününbağlı olduğu Akademi Başkanlığı’na bağlıdır. DGSA hem yüksekmimarlık, hem de yüksek içmimarlık eğitimi yapmaktadır.Bunun gibi, İçmimarlık Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar YüksekOkulu’nda da başlı başına bir bölümdür.
Mesleki bağıntı bir tarafa bırakılarak idari bağıntı meslekayrımında esas olamaz. Mali, idari ve çeşitli faktörlere göredeğişen öğretim müesseselerinin, teşkilatlanmaları ileöğretimin, gaye ve mana esaslarının birbirinden ayrılması, vakıaolan durumların, normatif görüşlere saptanmadan ilmi vehukuki uygulama prensiplerine dayanarak çözümlenmesi,bilimsel ve metodik bir yoldur.
Yukarıda ana hatları ile mesleki durum ve yasal hakları açıkçabelirlenen içmimarların TMMOB Genel Kurulu kararı ile TürkMimarlar Odası içinde veya müstakil bir oda olarakörgütlenmelerinde hiç bir engel bulunmamaktadır. Bu yöndeyapılacak çalışmalarımızda şimdiye kadar olduğu gibi bizlereyakın destek ve ilgisini esirgemeyeceğine inandığımız TürkMimarlar Odası yöneticilerine teşekkürü bir borç bilirken, ilericibir kuruluş ‘Tür Mimarlar Odası’ ile yapacağımız iş ve güç birliğibizlere kıvanç verecektir.
Saygılarımızla.İÇMİMARLAR DERNEĞİ
Notlar ve Kaynaklar:
(1) Dr. Ahmet N. Yücekök - Türkiye’de örgütlenmiş dinin sosyo-ekonomik tabanı.
(2) J.M. Albertini - Az gelişmişliğin mekanizması s. 246-238
(3) Dr. Ahmet N. Yücekök - Türkiye’de örgütlenmiş dinin sosyo-ekonomik tabanı
(4) J.M. Albertini - Az gelişmişliğin mekanizması s. 219-216-217
(5) J.M. Albertini - Az gelişmişliğin mekanizması s. 217
(6) Oya Sencer Türk toplumunun tarihsel evrimi s.100
(7) Doğan Avcıoğlu - Türkiye’nin düzeni s.290
(8-9) J.M. Albertini - Az gelişmişliğin mekanizması s. 202
(10) M. Dobb - Az gelişmiş ülkeler ve iktisadi kalkınma s. 57
(11) M. Cezzar, Akademi 85. yıl broşürü
(12) Prof. Dr. Yüksel Ülken, Mimarlık dergisi 1972/2 s.34
(13) Güven Birkan, Mimarlık dergisi 1971/12 s.11
(14) Suat Erginer, yeni çağın eşiğinde s.28
(15) Güven Birkan, Mimarlık dergisi 1971/12 s.11
(16) G.C. Argan, Progetto e destino s. 134
(17) Prof. Dr. Bülent Özer, Bakışlar s.22
(18) Abdullah Kuran, Mimarlık dergisi 1970/2
(19) Dr. Ahmet N. Yücekök, Türkiye’de örgütlenmiş dinin sosyo-ekonomik tabanı
(20) Dr. Dr. Altan Öke, Mimarlık dergisi 1968/6 s.13
(21) Davran Eşkinat, Mimarlık dergisi 1971/11
(22) U.İ.A. Mesleği İcra Komitesi, Mimarın eğitim raporu Mimalık dergisi 1964/4 s.14
(23) Önder Şenyapılı, Mimarlık dergisi
(24) G.C. Argan Progetto e destino s.168
(25) O. Hançerlioğlu, Felsefe sözlüğü s. 144
Ayrıca, İçmimar Prof. Sadun Ersin, İçmimar Özden Ergüner, İçmimar Atilla Tuncay, İçmimar Sacit
Atis’in çeşitli çalışma raporlarından yararlanılmıştır.
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 57
Raporun ön çalışması olan belgelerin toplanması sırasında bugüne kadar
ihtisas ayrımı ve örgütlenmeye ışık tutabilecek pek çok sözün bulunduğunu
gördük. Ve rapor metnini hazırlarken, kendi kişisel görüşmelerimizden çok bu
yazılara daha geniş yer vermekle, sorunu yaygın bir çevrenin görüşüne
dayandırmayı daha doğru bulduğumuzu belirtmek isteriz.
Giriş
Öncelikle; endüstrileşme döneminde bulunan toplumumuzun,
mesleklerimize ilişkin açılardan nasıl bir oluşma içinde olduğunu, toplum
yapılarını ve sosyo-ekonomik kanunları izleyerek ortaya koymak gerekir.
“Genel olarak ekonomik ve sosyal gelişimden anladığımız geleneksel bir
toplumun, modern bir sanayi toplumuna dönüşmesi sürecidir.” (1)
“Endüstrileşme, teknik, ekonomik ve sosyal bir olgudur. Ve sosyolojik
bakımdan kaçınılmazdır. Geleneksel toplumdan modern topluma geçişi,
endüstrinin yarattığı sosyal ve zihinsel değişmeler olmadan kavramak
zordur.” (2) Sosyal ve zihinsel gelişmelerden; toplumun endüstrileşme
gereğini kavraması, gerekli eğitim düzeyine erişmesi ve bireysel
girişkenlikler yerine toplu girişkenliklerin yapılabilmesini sağlayacak
organizasyonların oluşumu eski kavramların yerlerini çağdaş kavramlara
bırakması anlamlarını çıkarabiliriz. Endüstrileşme süreci içinde olan bir
ülkede, toplumun değer yargılarının da değişmesi olağandır. Burada
“statik bir statü toplumundan çatışmacı, dinamik bir sınıf toplumuna geçiş
söz konusudur. Bu toplumsal hareketliliğin temelinde ise ekonomik
gelişmenin sağladığı iş bölümü ve ihtisaslaşma yatmaktadır. İş
bölümünün ihtisaslaşmanın meydana getireceği hareketlilik ve ekonomik
çıkar farklılaşması geleneksel toplumdaki değişim yokluğunu parçalayan
dinamizmi sağlayacaktır. Geleneksel toplumun tarıma dayanan ekonomik
tabanı ve kapalı pazar ekonomisi içinde kendi ürettiklerini kendileri
tüketen insanları, ihtisaslaşmaktan ve iş bölümü sağlamaktan çok uzak bir
yaşantı içindedirler. İlkel bir teknolojiye dayanan tarımsal üretim, yaşama
savaşını yalnız toprağa ve doğaya karşı veren ve bunun dışında hiçbir
yeteneği ve bilgisi olmayan, atalarından ne gördü ise onu yapan bir insan
Sadun ERSİN
TMMOB Mimarlar Odası AGD ÖrgütünceDüzenlenen İhtisas Ayrımı Komisyonu
İçmimarlık Üyelerinin Raporu 18/3/1972Hazırlayanlar: Prof. Dr. Sadun Ersin – İçmimarlık Kürsüsü Başkanı Asistan Özden Ergüner – DGSA İçmimarlık kürsüsü öğretim yardımcısıAtilla Tuncay – GGSA L. Derokatif Sanatlar Bölümü Öğrenci Temsilcisi
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 5958 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
yararlanma önem bakımından herşeyden önce gelir.” (10)
1972 yılında içmimarlık öğrenimi görmekte olan yalnızca 300 kadar
öğrencinin bulunması, toplam Y. Okul öğrenci sayısı içerisindeki
içmimarlık öğrencilerinin sayı azlığını açıkça ortaya koyar. İçmimar ihtiyacı
için yapılan projeksiyon hiçbir rasyonel temele dayanmamaktadır. Oysa ki;
içmimarların katkıda bulunabileceği endüstri dallarındaki üretimin büyük
rakkamlara ulaştığını görüyoruz. Ancak ülkemizde süratle gelişen endüstri
dallarının ihtisaslaşmış bazı teknik personele olan gereksinmeleri, mevcut
ve yeni kurulan öğretim kurumlarında gerek nitelik gerekse nicelik
bakımlarından, bu amaca yönelik, düzenlenmeleri bugüne kadar yapılan
devlet planlanmalarında ele alınmamıştır.
İhtisasın gereği eğitim istihdam sorunları
Ünlü Bauhaus okulunun açılışından sadece beş sene sonra Türkiye’de
Güzel Sanatlar Akademisi’nde, o günkü ismiyle Tezyini Sanatlar
Bölümü’ne bağlı olarak “içmimarlık” atölyesi kurulmuştur. Yani tam 48 yıl
önce “1924 senesindeki” (11) Bu girişimin o günün toplumuna yarar
sağladığı söylenemez. Daha önce de belirttiğimiz gibi; bir alt yapı
kuruluşu olan eğitim kurumlarının yararlılığı ancak gelecekte ortaya
çıkacaktır. Endüstrileşmenin oluştuğu bu dönemde ise bu mesleğin pek
çok endüstri ürününün rasyonel, fonksiyonel ve ekonomik olarak
biçimlenmesindeki etkinliği reddedilemez. Çeşitli ülkelerdeki, “Design”
okullarına verilen önemi hatırlamak gerekir. (Ek: 3)
Ülkemizde belli basil ihtisas elemanlarının, (örneğin; doktor, mimar,
mühendis ve hukukçu gibi) yetiştirilmesine belirli sınırlar içinde önem
verilmiştir. Fakat ayrıntılı iş bölümüne dayanan, modern endüstrinin
gerektirdiği bazı yeni ihtisas dalları vardır ve dünyada sür’atle gelişen,
ülkemizde de geliştirilmesi ön görülen bu endüstri dallarının, ihtisaslaşmış
bu tip teknik elemana olan gereksinimleri, bugüne kadar Türkiye’de
yapılan devlet planlarında ele alınmamıştır. Bu elemanlardan bir kısmı
halen ülkemizde yetişmektedir. Fakat bunları eğiten mevcut öğretim
kurumlarının, gerek nitelik, gerekse nicelik bakımından endüstri ihtiyacına
uygun bir şekilde düzenlenmesi yapılmadığı gibi, yeni kurumların
kuruluşuna da önem verilmemiştir. Örneğin; ikinci beş yıllık planın, orman
ürünleri, plastik endüstrisi ve metal endüstrisi bölümlerinde; bu endüstri
dallarında ihtisaslaşmış elemanların mevcut olmadığı belirtilmektedir.
Halbuki, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi ve diğer bazı eğitim kurumları
bu tip ihtisaslaşmış elemanı (içmimarları) yetiştirmektedir. (EK:4)
Çağımızda eğitimin amacı değişen bir endüstri yapısının gelecekteki
ihtiyaçlarına göre ayarlanmasıdır. “Yüksek öğretimde bu tip ihtisaslaşmış
teknik dallara ağırlık verilmelidir. Bu düzeltmeye gitmekle iktisadi
kalkınmamızın en itici kuvvetlerinden birine sahip olunacaktır. Entelektüel
işsizliğin frenlenmesi ve azalması mümkün olabilecektir ve ayrıca yüksek
öğrenimden geçmiş gençlerin tam istihdam ve faydalanma imkanları
ortaya çıkacaktır.” (12)
“Önemli bir diğer nokta da her ihtisas dalında ne sayıda ve nitelikte
insan yetişmesi gerektiğinin ortaya konmamış oluşudur.” (13)
“Endüstri alanlarında en ileri üretim tekniklerini uygulamakla birlikte
özellikle bu metodları uygulayacak olan (insan)’ın yetiştirilmesine birinci
derecede önem vermek zorundayız.” (14)
“Tüm eğitim ve bunun içinde teknik eğitim ülkedeki eğitim koşulları
ile bütünleşmediği için gerekli pratiği vermekten, dolayısıyla bilgi ve
hüner sağlamaktan uzaktır. Bu yüzden kişiler, okulları bitirip hayata
atıldıktan sonra gerçek eğitimleri başlar. Böylece, resmi öğretim
kurumlarında öğrenilenlerin unutulup yerine gerçek bilgi ve hünerin
geçmesi yeniden zaman alır ki bu, eğitim süresinin en azından iki misline
çıkarılması demektir.” (15)
“Edebiyat Fakülteli Kardeşler “ diye başlayan bir bildiride şöyle
denilmetedir; “toplum içindeki yeri belirmenmemiş hangi amaçta
İmalat Sanayii 1972 Üretim Tahmini 47.129.9000.000 TL.Çelik Eşya Sanayii 1971 Üretim Tahmini 1.080.000.000 TL.Mobilya Sanayii 1971 Üretim Tahmini 690.000.000 TL.Konut 1970 Üretim Tahmini 4.112.400.000 TL. (Ek: 2)
türü yaratacaktır. Bunun sonucu olarak kendi içinde farklılaşmamış tek
yönlü bir toplum tipi belirecektir.” (3)
“Kalkınmanın hemen başlangıç aşamasında bulunan bir ülkede işe
taban alt-yapı kurluşuyla başlamak gerekir. Alt-yapı kuruluşları, donatım
ve temel hizmetler adıyla da bilinir. Bir ülkede, bunlar bulunmadığı zaman
üretim kolları görevlerini yerlerine getiremezler. Karayollarının, demir
yollarının, haberleşme ağının, sulama şebekesinin, vb tek kelime ile alt
yapı kuruluşlarının eksikliği parçalanmışlık ve az gelişmişliğin
nedenlerinden biridir.” (4) Bu kuruluşların üretime katkısı dolaylıdır. Bu
katkı uzun bir süreden sonra da oluşabilir. “Çünkü bir yol, bir liman, bir
eğitim hizmeti, sadece şimdiki ihtiyaçları karşılamak için değil, gelecek
için yapılır.” (5)
Örgütlenmenin sağladığı yararlar
Bu ve benzeri diğer görevler örgütsüz olarak gerçekleşemez. Bugünkü
durumda mesleğimiz alanları içinde olan işler, daha çok yetkisiz ve
eğitimsiz kişilerce gaspedildiğinden, ülkemizin zaten kıt olan kaynakları,
bilinçsizce israf edilmekte ve içmimarların yetki alanları paylaşılmaktadır.
Bu nedene; 5 senelik yüksek eğitimle elde edilen haklar ve yetenekler ile
eğitimsiz olarak aynı işi yapan kişiler arasındaki yetki ve sorumluluk farkı
değerlendirilmemekte, dolayısıyla, içmimarların istihdam olanakları
daralmaktadır. İş alanının daralması işsiz diplomalıları çoğaltmakta ve
beyin göçü sorunu getirmektedir.
Cumhuriyetten bu yana Türk toplumunun gelişimi
“Türk toplumunun tarihsel gelişmesi, şüphesiz bütün toplumlar gibi
kendine özgü bir yol izlemiştir. Yalnız bu gelşime yine de bütün şemaların
bütün toplumsal kavramların dışında sayılmaz. (6) “Cumhuriyetin 1923-
1931 ve 1932-1945 planlama dönemlerinde” (7)(Bugünkü anlamında
olmasa bile) ülkemizde alt-yapı kuruluşlarına önem verildiğini ve
geleneksel bir toplum düzeninden modern toplum düzenine geçme
çabalarında bulunulduğunu bilmekteyiz. (Ulaşım, haberleşme, bayındırlık,
sağlık ve eğitim gibi.) Yine aynı dönemlerde fiziksel yatırımların yanı sıra;
toplumun değer yargılarının, dünya görüşlerinin, kalkınmanın gereği
olarak yenilendiğini görmekteyiz. (Kadınların toplum hayatındaki yeri,
okuma-yazma seferberliği medeni kanunun kabulu gibi) “İnsanlar,
kalkınmayı içlerinde duymazlarsa bir kalkınma planı hazırlamanın ve yeni
politik yapılar getirmenin hiçbir anlamı yoktur. İnsan, kalkınma etmeni
değil, onun temelidir.” (8)
Yine tekrarlayalım; “kalkınma, dünya görüşünün tam bir değişimini
gerektirir.” (9) Türk toplumunun gelişme grafiğinde zaman zaman
olagelen sapmalar yüzünden, bu amaca varmada güçlükler çıkmıştır.
(Örneğin; laiklik - din baskısı - devletçilik dönemi - liberal dönem – plan -
pilav vb) Bununla beraber toplumun sosyo-ekonomik yapısı değişmiştir.
Örneğin; 1934-1935 yılında yalnızca 6890 yüksek okul öğrencisi
bulunmasına karşılık; 1972-73 ders yılında yüksek öğrenim öğrenci
sayısının 182400’e ulaşacağı ve 0/0 33’ünün fen ve teknoloji dallarında
öğrenim yapacakları tahmin edilmektedir. (Ek:1)
İktisadi gelişme için teknik öğretimin gerekliliği ve içmimari
öğretiminin yeri
Birinci ve İkinci beş yıllık planlarda teknik personel sınıfının
uzmanlıklarına göre ayrımı ve tanımları yapılmıştır. Bu durumdaki
kişilerin yeteneklerinden ve bilgilerinden gelişmeye randımanlı biçimde
katkıda bulunmaları beklenemez. “Endüstrileşmeleri çoktan
tamamlanmış memleketlerde ise teknik değişme ve teknik
iyileştirmelerle emek-prodüktivisini (yani çalışmakta olan iş gücünün
prodüktivisini arttırmaya hatta daha fazla önem verme zorunluluğu
vardır. Bunlar için kapasitenin genişletilmesi ve teknik bilgiden
- Yasal hakların savunulması- Mesleğin tanıtılması, yetki ve sorumlulukların denetimi,- Diğer odalar, meslek dalları, endüstri ve hizmet alanları ile ilişkiler kurmak,- Ülke gerçelerine dönük yaygın eğitim yapmak,- Üyeler arasındaki dayanışma ve kültür birliğini sağlamak, bilim ve araştırmaya yöneltmek.
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 6160 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
planlama uzmanları, ruh bilimciler, iktisatçılar vb mimarlık konusunda
gğreğince eğilmeli ve seslerini yükseltmelidirler.” (24)
“Gerek tasarlama eylemi, gerekse karar verme eylemi çağın her alanda
büyük bir hızla gelişen koşulları, gelişmeler, bilginin hızla birikmesi,
dolayısıyla tek kişinin tekelinden çıkmak eğilimindedir. Mimarlığın bu
gelişmenin dışında kalacağını ummak safdillilik olur. Mimar yeteneklerini
paylaşmaya hazırlamalıdır kendini. “(25)
Bazı çevreler mimarın yetenek ve yetki alanının çizerken çoğu kez, kapı
kolundan başlayıp sırasıyla ev, şehir, ülke, bölge, kıta gibi gittikçe büyüyen
ve neredeyse “Mikro kozmostan makro kozmosa kadar tüm alanlar
bizimdir” demeye gelebilecek bir çevre varsaymaktadırlar. Oysa ki; bu
genişliği genelde algılamak ve kavramak (yani Manevi İdrak) ile eylem
yetkisine sahip çok farklı şeylerdir. Şüphesiz ki; bi ayrıntı ile uğraşırken
bütünü kaybetmemek gerekir. Aksi halde kişi, kısır bir çevre içine sıkışmış,
dar görüş ve us’a sahip, körleşmiş otomat duruma düşecektir ve çağının,
toplumunun, ve görevinin çeşitli yönleri ile olan bağını kuramayacaktır.
Böyle bir tip yaratmanın sakıncalarının yanı sıra, yukarıda adı geçen bencil
tutumlu tiplerin de çağ gerçeklerinden uzak oldukları kesinlikle ortadadır.
Bu olayı, küçük ölçekte de olsa bir meslek emperyalizmi şeklinde
tanımlayabiliriz. “Bir devletin sınırlarını genişletme politikası” (26) sözlük
anlamına gelen emperyalizm, devlet ölçeğinden bireyler ölçeğine kadar
geçirdiği aşama içerisinde yer alan; zümre, sınıf veya meslek topluluğu
aşamasında da sömürü anlamına verir. Oysa ki; yayın organları yoluyla,
senelerdir sömürü politikasına karşı çıkan Mimarlar Odası’nın ilerici
tutumu, henüz bünyesine mensup olan bazı kişi veya çıkarcı çevrelerce
benimsenmemiştir.
G.C.Argan; “Mimarlık terimi, şehirden ve bölgeden, günlük en küçük
kullanma objesine kadar ki her şeyi kapsayan “design” sözü ile yer
değiştirerek geleneksel anlamını kaybetmiştir.” (27) derken, yargı ve
pratikteki değişmeleri ortaya koymuştur. Yine aynı yazar; “Tasarım”ın bir
grup araştırması olduğu gereğini belirtmiştir.
Teknik bilgilerinin yanı sıra, sorunları derinliğine ve genişliğine
görebilme ve çözebilmede tam yeterlik kazanmış uzman kişilerin;
tasarımlarını çağdaş üretim yöntemleri ve araçlarından yararlanarak
gerçekleştirebilmelerine olanak sağlanmalıdır.
Felsefi anlamda; “İş bölümü, insan yaşamında zorunlu bir aşamadır ve
gelişme sonucudur. Toplumsal yaşam iş bölümü temeline dayanır.
Üretimle tüketimin karşılıklı etkileşmesiyle gitgide çoğalan iş, zamanla
daha özel parçalarında da bölünmek zorunda kalmıştır. Gelişme sürecinin
belli bir aşamasıda, çeşitli işleri çeşitli insanlar yapaken, giderek, bir işi
çeşitli insanlar yapmaya başlamıştır. Böylelikle, iş bölümü işbirliğine
dönüşmüştür.” (28) İş birliğinin etkin bir şekilde gerçekleşmesi için
örgütlenme gereklidir.
Sonuçİhtisaslaşma, örgütlenme ve ihtisaslar arası iş birliği, toplumların sosyo-
ekonomik gelişmesine bağlı olan kaçınılmaz bir olgudur.
Eğitim-meslek-endüstri bütünleşmesini sağlayacak tüm düzenleme ve
girişimlere fırsat tanımak ve olanak sağlamak gerekir. Bu oluşmayı yapay
ve tutucu karşı çıkmalarla geciktirmek ne toplumun ne de bireylerin
yararına olacaktır. Toplum içinde fertlere yüksek sosyal statü sağlayacak
olan tek yükselme merdiveni eğitimdir. Fertlerin mensup olduğu
toplumda, kültürün tayin edip şekillendirdiği gayelere, arzulara ve
istenilen hayat tarzına yine toplumun şekillendirdiği meşru yollardan
erişilebildiği müddetçe kültürel gayelerle sosyal yapı arasındaki denge
devam edecektir.” (29)
Farklı ihtisaslara sahip meslek adamlarının, birbirlerinin yetki ve
yeteneklerine inanarak iş ve güç birliğine yönelmelerinin en doğru yol
olacağı inancındayız.
kurulduğu, ne öğrettiği, öğretilenlerin ne işe yaradığı bilinmeyen ve
mezunlarına işsizlik diploması veren… bir medresede okuyoruz. “Bu, hiç
şüphesiz, görev almada geleceği karanlık gören bedbin bir ruhun avazıdır.
Kısaca, daha iyi sosyal statü, daha iyi ekonomik imkanlar, daha rahat ve
kolay iş temin edebileceği üniversite eğitimi sonuçta fazla birşey vaad
etmez görünmektedir.” (16)
İhtisaslaşma mantığı
Bu günün üretimi ihtisaslaşmış endüstri üretimi biçimindedir. Bireyler
tüketici değil, üretici oldukları sürece toplumlarına katkıda
bulunabilirler. Bu nedenle mesleklerimizin endüstri ile olan ilişkilerini,
eğitimimizin bu amaca yardımcı olacak şekilde yeniden
düzenlenmesini, böylece eğitim, meslek, endüstri bütünleşmesini
sağlamak zorundayız. (Sanat endüstirye doğru, endüstri de karşıt bir
hareket halinde sanata doğru yaklaşmaktadır.) (17)
“Türk mimarlığının temel derdi, yakın tarihlere kadar toplumun fiili
ihtiyaçlarıyla fiili imkanları arasında rasyonel bir dengenin aranmamış
ve en kısa tarifiyle bir “Bauhaus” espirisinin geliştirilmememiş
olmasında yatmaktadır. Bu konuda başlıca sorumluluğun eğitim
müesseselerine düştüğü herkesçe kabul edilmesi gereken bir gerçek
mahiyetindedir. Türk mimarı hocasıyla, asistanıyla, memuruyla, serbest
çalışanıyla bugün nerede ise “işsiz” denilebilecek durumdadır. Öğretim
sistemi, sahip olunan ve verilen bilgiler, Türkiye’nin mimari alandaki
gerçekleriyle bağdaşmamaktadır.” (18) Bu tanımlama diğer uzmanlık
dalları için de geçerlidir. Belirli bir konu ile “ilgili bütün bilim dallarında
uzmanlaşmış kişileri bir araya getirecek ve tasarım problemlerini hep
birlikte ve çeşitli açılardan ele alacak eğitim kuruluşlarına gitmek en
doğru yol olacaktır. (19) Türkiye’de endüstrinin bünyesinde henüz pek
az sayıda yüksek öğrenim görmüş teknik personel yer almıştır. Çok
geniş bir iş alanı, istihdam politikasının plansızlığı nedeniyle geçek
tasarımcılarından yoksun durumdadır. Bu tutum iş birliğinin getireceği
yararları geciktirmektedir.
“Makineleşme ve kütle üretimi geliştikçe, toplumun yaşantısı çok
yönlü ve karmaşık olmaya başlayacak ve artık kişinin bilgisi, enerjisi ve
ömrü bu her bakımdan parçalanan ve atomize olan toplumu bütünüyle
kavramaya, yön vermeye ve yaşamaya yetmeyecektir. Bu nedenle bu
karmaşık dünyanın bir kesiti ile ilgilenmeye zorlanacak ve orada ihtisas
sahibi olarak yaşamak için kendi ihtisası karşılığı başkalarının ihtisasından
yararlanmayı öğerenecektir.” (20)
“İnsanların bilgi ve değer sistemlerinde meydana gelen değişmeler,
hatta insan ömrü ile orantısı, kökünden değişerek kişilerin hayatları
boyunca bir kaç defa yeni şartlara adapte olmalarını gerektirecek bir
seviyeye ulaşmıştır.” (21) Günümüzde aynı uzmanlık dalından olan kişiler
içinde bile çağın gelişme hızına uyabilmeyi başarabilmiş veya gerisinde
kalmış meslektaşlarımızın bulunması yukarıda belirtilenleri kanıtlar.
“Zamanın gereksinmelerine geçmişin düşünüş yöntemleri artık cevap
vermemektedir ve endüstri devrimi toplumsal yaşama, artık bu yaşamı
bütün kurumlarıyla değiştirecek yeni bir güç olarak girmiştir. Endüstri
devrimi sadece yapım tekniğini değiştirmekle kalmıyor, aynı zamanda
mimarlık ile ilgili istekleri de hızlandırıyor ve üretimi alışılmadık ölçüde
geliştiriyor.” (22)
“Teknik ilerledikçe daha çok kompleks olmakta ve kendi özel
sektörlerinde çalışacak spesialistlerin iş biliğini icap ettirmektedir…
Mimarlığın çeşitli dallarında belirli birbirini tamamlama vardır. Bu çeşitli
elemanları bileştirmeyen bir kültür, tam bir mimarlık kültürü olamaz.” (23)
“Mimar tek karar verici olarak kaldığı sürece, gerçekleşme ve uygulama
aşamasında da varsayımları kurarkenki öznel tutumunu sürdürecektir.
Bunu önlemenin yolu, mimarın mekan düzenlemede tek karar verici
olmak niteliğine son verilmesidir. Bu günkü “toplumsal ve kültürel atalet”
içinde çok güç bir iştir bu. Fakat, gerçekleşmelidir. Gerçekleşmesi için
insanla ve toplum düzeni ile ilgili bilim dalları üyelerine büyük görev
düşmektedir: Mimarlığa, mimarlar kadar sahip çıkmak, toplum bilimciler,
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 63
B. Burak KAPTAN
Türkiye’de İçmimarlıkMeslek Alanı ve Eğitimin Tarihi
Tarih insanların kendileriyle ve doğayla olan ilişkilerinin bir
sonucudur. Bu karşılıklı ilişki, yaşanılan bir sürecin ve değişimin
sonucudur. Alman felsefeci Georg Wilhelm Friedrich Hegel,
insanı doğrudan tarihsel bir varlık olarak görmektedir (fotoğraf
1). Bu nedenle insanların tarihi, bir anlamda, insanlar tarafından
gerçekleştirilen olaylar bütünü olarak değerlendirmek gerekir.
“Ancak insanların tarihsel olaylardaki deneyimleri, onların
tarihsel süreç içerisinde daha sonraları sergiledikleri davranışları
etkiliyorsa bir tarihten söz edilebilir” (Brosius, 2010, p.21).
Tarihsel süreç içinde gerçekleşen her olayın insanlar ve
yaşamları üzerindeki etkisi, bir değişim ortaya çıkarmaktadır.
Eğer bu değişim varsa, o zaman tarihsel bir sürecin varlığından
söz edilebilir. Alman felsefeci Friedrich Engels (fotoğraf 2) tarihi,
“insanın ve sadece insanın tecelli etmesi” olarak görmektedir
(Brosius, 2010, p.21).
1) Öğretim Üyesi, Anadolu Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi İçmimarlık Bölümü, Eskişehir.
(1)
Fotoğraf 2: Friedrich Engels (1820-1895)Fotoğraf 1: Georg Wilhelm Friedrich Hegel (1770-1831)
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 6564 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
birimlerini oluşturmuştur. Tek gözlü olan bu barınma birimleri,
toplum yapısının değişmesi, gelişmesi ve insan
gereksinimlerinin artmasıyla birlikte daha karmaşık bir yapıya
bürünmüştür (Kaptan, 2013). Altın oran kullanılarak kusursuz
bir güzellik ve dengeyle örgütlenen Yaradan’a adanmış
mekanlar yanında, yönetici sınıfın mekanları düzenlenmiştir. Bu
dönemlerde insanların kullandıkları mekanlar ise, sadece temel
gereksinimlerini karşılayacak düzeyde, konfor ve özenden
uzaktı. Özellikle Rönesans ile birlikte insan ölçeğinde inşa
edilen binalar, insanı merkeze alan bir anlayışla düzenlendi. Bu
yaklaşımla iç mekanlara sadece gereksinimler değil, insana ait
olan istek ve beğeniler de yansıtılmaya başlanmıştı.
Buna karşın, 18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyılda iç mekan
uygulamalarının çoğunluğu, ya saraylarda ya da aristokrat
ailelerin konutlarında gerçekleştirilmekteydi. Bu kesimin, sahip
oldukları zenginliklerin ve statünün yansıması olarak, iç
mekanlar gösterişli bir biçimde düzenlenmekteydi. “Bu
düzenlemeleri ve süslemeleri, dönemin önemli zanaatçıları,
ressamları, heykeltıraşları ve mimarları gerçekleştirilmekteydi.
Mesleği ne olursa olsun bu kişiler daha çok iç dekorasyona
katkı sağlayan kişilerdi” (Piotrowski, 1989, p.5). Saray iç
mekanlarında büyük ölçeklerde resimler yapan İngiliz ressam
James Thornhill (fotoğraf 3), ressam, heykeltıraş, şair ve mimar
Michelangelo di Lodovico Buonarroti Simoni (fotoğraf 4), Neo-
Gotik ve Modernisme tarzında eserleri olan Katalan mimar
Antoni Placid Gaudí i Cornet (fotoğraf 5) ve İngiliz tekstil
tasarımcısı, sanatçı ve yazar William Morris bunlardan
bazılarıydı (fotoğraf 6).
Üretim teknolojilerinin değişmesi, yeni malzemelerin ve
yapım yöntemlerinin gelişmesi sonucu toplum, 19. yüzyılın
farklı bir yaşam biçimiyle karşılaştı. Artık, değişen toplumsal
yapı için, “zaman” çok değerliydi. İç mekanlar, sadece belirli bir
kesimin değil, toplumun geneli ve yeni burjuva sınıfının
Fotoğraf 3: James Thornhill (Kendi Portresi) Fotoğraf 4: Marcello Venusti: Portrait of Michelan-gelo at the Time of the Sistine Chapel. c.1504-1506
Fotoğraf 5: Antoni Placid Gaudí i Cornet Fotoğraf 6: William Morris
Tarihin yazımıysa genellikle bu sürecin sonrasında
gerçekleşen bir tür belgelemedir. Kaynak ve belgelere
dayanmayan bir tarih yazımından söz edilemez. Aynı zamanda
tarafsız olmayan bir bakış açısı da yaşanılmış olan tarihi
bütünüyle yansıtmaz. Ancak günümüzde tarih, egemen olan
toplum, güç ve otoriteler tarafından yazılmaktadır. Bu yaklaşım
gerçekleşmiş olan tarihin sadece bir bölümünü ideolojiler ve
“izm”ler açısından ortaya koymaktadır. Dolayısıyla anlatılan
tarih, asla anlatılmak istenen tarihin kendisi olamaz. Özellikle
20. yüzyıl ve sonrasında tarih yazımı için kaynak ve belgelere
ulaşmak çok daha kolaydır. Belgeler hem yazılı hem görsel
olarak kayda geçmesinden dolayı bilginin ya da olayların
kaybolması pek olası değildir. Bir yerlerde mutlaka bir kayıt,
belge ve tanık bulmak olasıdır.
Türkiye’de içmimarlık tarihi araştırılmamış, hatta bugüne
kadar saklı (!) kalmış bir gerçektir. Bu konuyla ilgilenen
akademisyenlerin az olması, ilgilenenlerin de kaynak ve
belgeye, zorluklarla ulaşabilmesi, bu alanda eser sayısının
oldukça az olmasına neden olmuştur. İçmimarlık ve içmimarlık
eğitiminin tarihi için iki önemli okul Mimar Sinan Güzel Sanatlar
Üniversitesi ile Marmara Üniversitesi’nin geçmişleri çok
önemlidir. 20. yüzyılın son yıllarına kadar bu iki okul dışında
eğitim veren bir başka okul olmaması, mezunlarının Türkiye’de
hizmet sektöründe çalışıyor olması, içmimarlığın tarihini bu iki
okulun değerleri paralelinde gelişmesini sağlamıştır. Bu
nedenle üniversitelerin kendi tarihleriyle ilgili yaptığı çalışmalar
ile meslek alanıyla ilgili bir çok kişinin anıları ve TMMOB
İçmimarlar Odası’nın İçmimar dergisinde yeralan belge
yayınları, yazı dizileri ve yapılan röportajlar Türkiye’deki
İçmimarlık Tarihine bugün itibariyle az da olsa bir ışık
tutmaktadır.
İçmimarlık tarihinin araştırılması içmimarlık mesleğinin 100
yıllık dünyadaki ve Türkiye’deki gelişimini ortaya koyması
açısından önemlidir. Bu süreç içindeki paralellikler ve
benzerlikler aslında içmimarlık mesleğinin kurumsallaşması
sürecindeki öz değerlerini ortaya koyacaktır. Aynı zamanda
mesleğin varlığını ve kuramsal altyapısını tanımlamak,
eğitimini, uygulama alanlarını belirlemek ve geleceğini
kurgulamak açısından önemli değerler barındırmaktadır. Bu
nedenle içmimarlık tarihi her yönüyle araştırılıp yazılmaya
değer bir konudur.
Dünya’da Meslek olarak İçmimarlık
Tarih; kralların, generallerin çiftliği değil, milletlerin tarlasıdır.
Her millet geçmişte bu tarlaya ne ekmişse, gelecekte onu biçer.
Voltaire
İlk çağlardan başlayarak, tarih boyunca her kültürde iç
mekan yaşamın bir parçası ve gereği olarak kullanılmıştır. Tarih
öncesinde iç mekan, sadece gereksinimleri karşılamak amacıyla
kullanılırken çoğu zaman da yaşamlarının bir parçası hatta
amacı olmuştur.
Paleolitik dönemde, doğal etmenlerin oluşturduğu kaya
kovukları ve mağaralarda, ilk insanlar, ısınma, yatma, yeme,
depolama gibi eyleme bağlı gereksinimlerini, buldukları ilkel,
ama pratik düzenlemelerle çözümlemişlerdir. Bu
gereksinimlerin karşılanması için yapılan çözümler, ya
denemeye bağlı olarak ya da içgüdüsel tepkilerin bir sonucu
olarak ortaya çıkmıştır (Kaptan, 2003).
Tarihsel süreç içinde, insanoğlu biçimlendirdiği doğal
malzemeleri gereksinimleri doğrultusunda kullanarak barınma
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 6766 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
uygulamaktaydı.
Dünyada içmimarlıkla ilgili ilk uygulamalar devam ederken,
eğitim alanında da 20. yüzyılın ilk yıllarında önemli gelişmeler
yaşanmıştır. Uzmanlaşmaların etkisiyle değişmeye başlayan
eğitim sisteminde içmimarlık, yine iç dekorasyon adı ile
kurumsallaşmaya başlamıştır. İlk eğitim programı Endüstri
Devrimi öncesi geleneksel eğitim disiplinleri arasından
özelleştirilmiştir. Bu alanlar;
• Güzel Sanatlar ve Süsleme (dekoratif ) sanatların doğal gelişimi,
• Ev ekonomisinin bir parçası,
• Mimarlığın odaklanmış özel bir alanı olarak belirlenmiştir.
Bugün içmimarlık eğitim programlarının çoğunluğu, güzel
sanatlar, mimarlık, ev ekonomisi/insan ekolojisi alanlarından
yola çıkılarak uygulanmaktadır” (Veitch, 1992, p:27).
“İçmimarlığın güzel sanatlar ayağını oluşturan kapsamı,
çoğunlukla insan kültürü ve insan beğenisi üzerine kurulurken,
estetik arayışını ve güzellik kavramlarını temel sorun olarak
görmektedir. Ev ekonomisi ise, içmimarlığın erken dönem
uygulamalarında en az güzel sanatlar kadar etkin bir rol
üstlenmiştir” (Kaptan, 2012b). Bu bölümler, 19. yüzyılda
Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve İngiltere’de kurulmuş,
“aile ve toplum yönetimi, tüketici eğitimi, kurumsal yönetim, iç
tasarım, ev mobilyası, tekstil ürünleri, el sanatları, giyim, ticari
amaçla pişirme, gıda koruması, sağlık bilgisi, çocuk gelişimi,
para yönetimi ve aile ilişkileri gibi birçok konuda birey, aile ve
toplumları yetiştirmek” (IFHE, 2011) amacıyla eğitim
vermekteydi. Güzel Sanatlar ve Ev Ekonomisi konuları içinden,
bina içindeki kullanıcıları ilgilendiren bölümlerin bir araya
getirilmesiyle oluşturulan içmimarlığın kapsamında görülen
eksiklikler nedeniyle, mimarlık bilgilerinin bina içindeki belirli
bir bölümü de katılmıştır. Bu ortak yapı hızlı bir biçimde bir
disipline dönüşerek, birçok alt uzmanlık alanını içinde
barındıran bir eğitim alanını oluşturmuştur. Ancak asıl değişim,
2. Dünya Savaşı’nda Bauhaus ekolünün dünyaya yayılarak
“tasarım” kavramının yaygınlaşmasıyla yaşanmıştır. Bu değişim,
içmimarlığın hem eğitim hem de profesyonel alanda tekrar
organize olmasını gerektirmiştir. Erken dönemlerde iç
dekorasyon (interior decoration) olarak tanımlanan meslek
terminolojisi iç tasarım (interior design) olarak değiştirilmiştir.
Eğitimde olduğu kadar meslek kuruluşları da bu değişimden
etkilenmiştir.
Tasarımlarla ilgili tarih yazımlarında çok sık isimleri geçmese
de içmimarlar, 20. yüzyıl boyunca önemli yapıtlar ortaya
koymuşlardır. Bu isimler tarih yazımlarında çok az
yeralmaktadırlar. Erken dönem iç dekoratör olarak Sibyl
Colefax, Dorothy Draper, Pierre François Léonard Fontaine,
Syrie Maugham, Elsie de Wolfe ve Arthur Stannard Vernay gibi
isimler bulunmaktaydı. Günümüzde içmimar (interior designer)
olarak çalışan isimlerden bazıları ise; Jonathan Adler, Michael S.
Smith, Kelly Hoppen, Kelly Wearstler, Andrew Martin
International, Nina Campbell, David Collins, Sandra Espinet ve
Nicky Haslam’dir. Son olarak 20. yüzyılda tasarım eğitimi
almamış fakat önemli uygulamalar imza atmış olan isimler de
bulunmaktadır. Sister Parish, Robert Denning ve Vincent
Fourcade, Kerry Joyce, Kelly Wearstler, Stéphane Boudin,
Georges Geffroy, Emilio Terry, Carlos de Beistegui, Nina
Petronzio, Lorenzo Mongiardino, ve David Nightingale Hicks
gibi isimler içmimarlık mesleğine katkı sağlamışlardır.
İçmimarlığın Türkiye’deki geçmişi, mesleğin ve eğitimin
gelişimi için kaynak gösterilebilecek olan uygulamalar, Amerika
gereksinimleri için de düzenlenmeye başlanmıştı. Bu nedenle iç
mekanlar, çeşitli gereksinim ve istekler dışında farklı işlevlere
uygun olarak ve hızlı bir biçimde düzenlenmekteydi. Bu
nedenle, iç mekan düzenlemeleri özel bir bilgi ve ilgi
gerektiriyordu. İnsan yaşamında istek, beğeni ve konfor
arayışının artmasıyla iç mekanlar önem kazanmıştı. Bu
dönemlerde, Avrupa her türlü düşünce ve akımın önderliğini
yamaktaydı, Arts & Crafts, Art Nouvoue gibi akımlar Avrupa’da
ortaya çıkmakta ancak, Amerika Birleşik Devletleri’nde de
kullanım alanı bulabilmekteydi. “Avrupa, akımların yaratıldığı,
Amerika Birleşik Devletleri’nin de, bu düşüncelerin kullandığı
yerler olmuştur” (Sparke, 1986, p.7). Üretimin daha özen
gösterilerek ve en önemlisi üretilecek ürüne uygun tasarlanan
makinelerle yapılması, Amerika’daki üretimin Avrupa’dakinden
ayrılmasına ve daha nitelikli olmasına yol açmıştır. Bunun
yanında, yenilikçi ve özgür çalışma ortamı, konfor arayışı, daha
hızlı ve nitelikli iş, kişiye özel olduğunu hissettirecek bireysel
yaklaşımlar, yeni düşünce ve girişimlerin yine bu ülkede
gerçekleşmesine olanak tanımıştır. Bu uygun koşullar,
içmimarlık ya da o dönemdeki adıyla iç dekorasyonun
uzmanlaşması ve kurumsallaşması için yeterli olmuştur.
Bugünkü içmimarlık anlayışına benzer bir uygulama ilk kez,
Amerika Birleşik Devletleri’nde Ella Anderson de Wolfe’da (Elsie
de Wolfe) tarafından gerçekleştirilmiştir (fotoğraf 7). “Wolf, 18.
ve 19. yüzyıllarda “kumaş ve mobilya işleriyle ilgilenen ve aynı
zamanda mekanları süsleyen” bir geleneksel meslek olan iç
dekorasyon ile dönemin mimarları tarafından gerçekleştirilen
“müşteri ile iletişim, çizim ve uygulama” yaklaşımlarını bir araya
getirmiştir. Öncelikle müşteriyle ilgilenip, onların istek ve
gereksinimlerine uygun olarak mobilya, kumaş, renk ve
aksesuar gibi seçimlerine yardımcı olmuş, sonra da yapılan
çalışmayı uygulamaya geçirmiştir” (Kaptan, 2013, p.58-59). En
önemlisiyse, Wolfe’un “müşterilerinin, genellikle, yüksek
sosyeteden olmasına karşın, her kesimden kişilerin istek ve
gereksinimlerini anlayabilmiş ve çözümler geliştirebilmiştir.
Bununla da kalmayıp, her çalışmasında bütçe, ekonomi ve
verimlilik gibi kavramları gözardı etmeyerek, hizmet-ürün
arasında bir denge kurmuştur” (Kuhlman, 2002). 1905 yılında
gerçekleştirdiği ilk çalışması olan Colony Club (fotoğraf 8) adlı
kadın kulübü için Christopher Gray, New York Times’ın 28 Eylül
2003 tarihli baskısında mekanı, “Neo-Colonial ve Fransız
tarzlarının ölçülü bir karışımı olarak tanımlarken, zevkli bir
biçimde yumuşatılmış kırmızılar, maviler ve grilerin
karışımlarından oluşmuş bir mekan” olduğundan söz eder. Aynı
zamanda, Wolfe,’un bu uygulama süresince mekanda
yaşadığını da vurgulamaktadır (Gray, 2003). Bu yaklaşım,
önemli bir ayrıntıdır. Çünkü mesleğin diğer tasarım
mesleklerinden ayıran önemli bir özelliğini, daha o yıllarda
2) Erken yaşlarda Kraliçe Victoria’ya ve İngiliz sosyetesine takdim edilmiş olması, bu kesimin yaşamını tanıması açısından önemli bir avantaj sağlamıştır.3) Bugün, American Academy of Dramatic Arts tarafından kullanılmaktadır (120 Madison Avenue-30th Street).
(2)
(3)
Fotoğraf 8: Colony Club (Wolfe, 1913) Fotoğraf 7: Ella Anderson de Wolfe(Wolfe, nd)
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 6968 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
tezgah açan, satış yapan herkese gedik hakkı verilmesi zamanla
gedik teşkilatlarının çalışma ilkelerinin değişmesine ve
yozlaşmasına neden olmuştur. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde ise
gedik teşkilatları bir kanunla yasaklanmıştır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında ise daha sıkıntılı bir süreç
yaşanmıştır. “Mübadele öncesinde finans, sanayi ve ticaret
büyük oranda Hıristiyan nüfusun, yani Rumların ve Ermenilerin
elinde olduğundan, zorunlu göç sonucunda Türkiye girişimci
sınıfını kaybetmiştir. Tüccarların ve işadamlarının ticaret
merkezi olan kıyı şehirlerden gitmesi, ekonomiyi de olumsuz
etkilemiştir” (Emgili, 2014, p.107). Yine de büyük şehirlerde
kalan azınlıklar zanaat ve ticaretle uğraşmaktaydı. Aynı
zamanda Türkiye’ye mübadil yoluyla gelenler, “küçük ticaret ve
zanaatkârlık ile uğraşanların kentlerde yoğunlaştıkları
söylenebilir” (Emgili, 2014, p.110). İstanbul’da kalan azınlıklar ile
mübadele yoluyla gelenlerin sermaye sahibi olanları ticaret ve
zanaatla daha çok ilgilenmişlerdir. Bunun sonucu olarak bu
kesim, ticarette daha etkin olmuştur.
1920 ile 1950’li yıllar arasında iç dekorasyon ve mobilya
işlerine de benzer biçimde azınlıklar yön vermekteydi. Bu
nedenle ağırlıklı olarak azınlıkların kurduğu işletmelerde
üretim ve satış yapılmaktaydı. Günümüz anlayışına yakın bir
içmimarlık (iç dekorasyon) hizmet sunumuna 1920’li yıllara
kadar karşılaşılmamıştır. Ancak mobilya üretildiği ve az sayıda
olan mağazalarda bu mobilyaların satıldığı bilinmektedir. Bu
dönemlerde mobilyasını ürettikleri ya da sattıkları mekanların
işlerini de aynı ustalar gerçekleştirmekteydi.
1920-1950 yılları arasındaki azınlıkların yön verdiği iç
dekorasyon ve mobilya sektörüne, Scognamillo (fotoğraf 11),
Bir Levantenin Anıları adlı anı kitabında çarpıcı belirlemelerle
söz etmektedir. Yazar, anılarındaki Pera’yı, yani bugünkü
Beyoğlu’nu, betimlerken, o dönemdeki mobilya mağazaları ve
içmimarlık konusunda da bilgiler aktarmaktadır (fotoğraf 12).
Nuri Ziya (eskiden Polonya) Sokağı’nın başında şimdiki
Ziraat Bankası’nın yerinde Dekorasyon mobilya galerisi.
Dekorasyon vitrinlerine az eşya koyardı, örneğin işlemeli
brocard döşemeli bir koltuk, bir sedef kaplı orta masası, bir
dressuar gibi. Oysa her biri stil idi, antika idi. Nedir ki bu
antikaların çoğu, Psalti Mobilya Dekorasyon şirketinde
çalıştığımda yakından tanıdığım ve bugün oturduğum Glavani
Apartmanı’nda pansiyoner olarak oturan, Firenzeli bir İtalyan
dekoratörün elinden çıkma idi. Bereli, ince beyaz sakallı, uzun
saçlı, Profesör unvanını kullanan bu kişi eşyaları eskitme,
yıpratma, boyatma ve giderek onarma konusunda gerçek bir
makyaj uzmanı idi (Scognamillo, 1993, p.60).
Scognamillo, yaşadığı ve çalıştığı Beyoğlu’nda çoğunlukla
yabancı kökenli vatandaşların yaşadığı, dekorasyon ve mobilya
işlerinin de bu sanatçı ve
zanaatçılar tarafından
gerçekleştirildiğine tanıklık
etmiştir. Bunlara ek olarak
aynı kitabın bir başka
bölümünde aşağıdaki anıları
paylaşmıştır.
Müellif Sokağı’ndaki
Psalty dükkanlarının binası:
Yunan uyruklu Psalty,
Beyoğlu’nun mobilyacılık
tarihine girmiş bir isim, en
yakın rakibi ise Antoine
Sofianos idi, ya da Frenkçe
deyimi ve yemek odamdakiFotoğraf 11: Giovanni Scognamillo (Fotoğraf: FethiKaraduman) (Uslu, 2011)
Birleşik Devletleri’ndekine benzer bir süreci anımsatmaktadır.
Hatta birçok aşamada eş zamanlı bir değişim gösterdiği de
görülebilmektedir. Türkiye özelinde, bazı farklılıklar bulunsa da
bu gelişim, küresel düzeyde bir içmimarlık olgusuna işaret
etmektedir.
Türkiye’de Meslek olarak İçmimarlık
Tarih, kâinatın vicdanıdır.
Ömer Hayyam
20. yüzyıldan önceki yıllarda, hem Anadolu’da hem de İstanbul’da
güçlü bir mekan ve mobilya geleneği bulunmaktaydı. Ancak
Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’ndekine benzer bir hizmet
sunumuyla karşılaşılmamaktadır. 13. yüzyılda, Anadolu’ya özgü
ve fütüvvet teşkilatının Anadolu’daki karşılığı olan, Ahilik sistemi
içinde marangoz, camcı ve demirci ustaları bulunduğu
bilinmektedir. Ahilik, “Anadolu'da, Balkanlar'da, Kırım'da Türkler
tarafından kurulan esnaf, sanatkar ve üretici birlikleri ile bu
birliklerin uyguladıkları ahlaki, siyasi, iktisadi, felsefi duygu ve
ilkeleri tanımlamaktadır” (Ahilik, 2014). Halkın çeşitli mesleklerde
yetişmesini sağlayan
bu sistem, hem
çalışma yaşamını
hem de toplum
içindeki düzeni
ekonomik ve ahlaki
açıdan düzenlerdi
(fotoğraf 9).
Osmanlı
Devleti’nde her
meslek grubunun bir kolu vardı. İstanbul’da bir dönem
1000’den fazla meslek kolu bulunmaktaydı. Ayrıca, küçük
şehirlerde bazı birbirine yakın mesleklerin örneğin; badanacılar
ve boyacılar gibi, ortak kolları bulunabilmekteydi. Yetkin
ustaların nitelikli üretim yapması, çırak yetiştirilmesi ve
dayanışma temelli bir ahlak sistemi olarak kabul edilen ahilik,
18. yüzyılda farklılaşarak “gedik” adlı bir sisteme dönüşmüştür.
Yine de geçmişten gelen geleneklerini bırakmamışlar ve gedik
sistemi içinde ahilik geleneklerinin büyük bir bölümünü devam
ettirmeye çalışmışlardır. Ancak Osmanlı loncaları, Ahilik’in
kabul etmediği meslekleri, azınlıkları ve müslüman olmayan
kişileri de örgütlenmelerine dahil etmişlerdir (fotoğraf 10). 18.
yüzyıl içinde genişleyen gedik teşkilatlarında, “her çalışan
dükkan”, ait olduğu gedik kolunun işaretini ya da sembolünü
çalıştığı mekana koyma zorunluluğu getirilmişti.
Ancak genişleme sistemi bozmaya başlamıştır. Sokaklarda
Fotoğraf 9: Ahilik. Bakıcılar (sol) ve Mühreciler (sağ). (Ahilik, 2014) Fotoğraf 10: 1890’larda Kapalı Çarşı, İstanbul esnafı (Fotoğraf: Pascal Sébah)
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 7170 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
hazır mobilyaları almak demekti. 1940’lı yıllarda henüz bir evi
ya da herhangi bir mahalli özel olarak “donatmak ve
mobilyelemek” diye bir kavram yaygın değildi. Halbuki bu
konuda öğrenim görmüş olan bizler ise, daha yeni bir çalışma
yapıyorduk. Bir mahali bütünüyle mobilyeliyorduk
(Küçükerman, 2013, p.91).
Bu dönemlerde üreticiler, ustalar ve iç dekorasyona hizmet
eden kişilerin arasında popüler olan mobilyelendirmek
kavramı, bir anlamda mekanın tefrişini yapmak anlamında
kullanılmaktaydı. O dönemler için yeni olan bu kavram, bugün
içmimarlık alanında, iç mekanın tasarlanması olarak
kullanılmaktadır.
Bu dönem sonunda politikanın getirdiği bir takım
zorunluluklar sonucunda bu zanaatçılar, Türkiye’den ayrılmak
zorunda kalmışlardır. Başlangıçta zorlanılsa da bu ustaların
yetiştirdiği çıraklar ve yeni girişimciler boşluğu
doldurmuşlardır. Aynı zamanda, 2. Dünya Savaşı sonrasına
denk gelen bu dönemde, ucuz konut ve mobilya üretimi birçok
ülkenin sorunuydu. 1950’li yıllarda Türkiye’de de benzer bir
sorun yaşanmıştı. Ancak önemli bir fark bulunmaktaydı.
Endüstrileşmeyi başarmış bir Avrupa bu sorunun üstesinden
gelirken, Türkiye’de bu sorunun aşılması uzun zaman almıştır.
Bu zorluk önce mobilya alanında endüstrileşme çabaları ve
sektörün gelişmesiyle aşılmaya çalışılmıştır.
1970’li yıllarda liberal ekonomiye geçilmesi içmimarlık alanı
için bir dönüm noktası olmuştur. Bu döneme kadar sınırlı
yöntem ve malzeme ile yapılan iç mekan tasarımları, firmaların
girişimleri, üretimin nitelikli hale gelmesi ve en önemlisi
teknoloji transferleriyle atılım yapmıştır. Bazı firmalar mobilya
üretimleri ve satışlarıyla içmimarlık alanında hizmetler vermeye
başlamışlardı. Bunu izleyen dönemlerde eğitimin
yaygınlaşması, yeni yöntem, teknik ve malzemelerin kullanımı
Türkiye’de içmimarlık alanının yaygınlaşmasına neden
olmuştur.
Türkiye’de İçmimarlık EğitimiTarih; okuyana, kendi gözünün görme derecesine göre, yol
gösteren bir kılavuzdur.
J.J.Rousseau
Türkiye’de içmimarlık Amerika Birleşik Devletleri’nde olduğu
gibi günün koşullarına uygun olan bir terminolojiyle, iç
dekorasyon olarak yola başlamıştır. Böyle bir başlangıç
yadırganmamalıdır. 20. yüzyıla kadar tasarım diye bir kavram
bulunmamaktaydı. 2. Dünya Savaşı sürecinde Almanya’da
Bauhaus eğitim sistemini yapılandıran akademisyenlerin
dünyanın çeşitli ülkelerine yayılması, De Stijl, Werkbund ve
Bauhaus’un düşünsel alt yapısını hazırladığı tasarım kavramının
da yayılmasına neden olmuştur. Bu düşünsel akımların iç
mekana ve mobilyaya verilen önem açıktır. “1919 yılında güzel
sanatlar ve zanaat okullarının birleşimiyle kurulan sanat ve
tasarım okulu Bauhaus, yeni bir eğitim modeli geliştirmiştir. O
dönemlerde etkin olmaya başlayan modernizm ile sanat,
Fotoğraf 14: Fazıl Aysu
büfenin içindeki etikete uygun olarak, Fabrique d’ameublement
et dépot Antoine Sofianos (Antoine Sofianos Mobilya Fabrikası
ve Deposu). Baba Psalty’den sonra iş iki oğluna geçti. Biri
keresteciliği sürdürdü, diğeri ise (Kosta) mobilyacılığı yeğledi.
1950’lerde Psalty Mobilyaları A.Ş., Eczacıbaşı’nın sermaye katkısı
ile, Altıncı Daire’deki eski bit pazarının köşesinde bulunuyordu.
Çoğu azınlıklardan oluşan seçkin bir müşteri kitlesine hizmet
ediyordu, genelde stil mobilyalar imal ederek. Dekoratörü ise
ünlü bir Pera ailesi olan Corpiler’in son temsilcilerinden Ange
(Angelo) Corpi idi, yardımcısı ve çizeri ise bu satırların yazarı
(Scognamillo, 1993, p.130).
Mobilya ve yüzey işlemleriyle birlikte, bu konuyla ilgili
ticaretin nasıl olduğunu betimleyen satırlar, Amerika Birleşik
Devletleri’nde içmimarlığın ilk yıllarındaki çalışma ilkelerini
anımsatmaktadır. Scognamillo, anılarının son bölümünde
önemli iki belirlemede bulunmaktadır. Bunların ilki, iç
dekorasyon ve mobilya hizmetlerinin sunulduğu, İstanbul’da
yaşayan azınlıklardan oluşan bir seçkin müşteri kitlesinin
bulunmasıdır. İkincisi ise, iç dekorasyon ve mobilya
hizmetlerinde projelendirme işinin yapıldığıdır.
Beyoğlu bu işlerin yapıldığı tek merkez değildi. Üretim daha
çok Tophane bölgesinde yaşayan yabancı kökenli vatandaşlar
tarafından gerçekleştirilmekteydi. 1920-1940 yıllar arasında
Ermeni, Rum ve İtalyan ustaların iç dekorasyonla ilgili işleri
yürüttüğü bilinmektedir. Bununla birlikte, “Rum marangoz
ustaları Akilya Monapolis, Koçya Payidos, Anastas Mısırlıoğlu
tarafından yetiştirilmiş Mehmet Yaşar Aksoy (fotoğraf 13), diğer
bir adıyla Hammet usta, Abdurrahman Hancı, Sedat Hakkı
Eldem, Utarit İzgi, Mehmet Tataroğlu gibi, dönemin önemli
mimarlarıyla çalışmış hatta Turgut Cansever’le yaptığı proje
olan Divan Oteli Lokantası ile Ağa Kağan Mimarlık ödülünü
almış” (İsimsiz Bir Kahraman: Hammet Usta, 2013, p.77).
Aynı dönemlerde, sektörde çalışan mimar Fazıl Aysu,
mobilya ve dekorasyon işlerini aktarırken iç dekorasyon ile ilgili
konulara da değinmektedir (fotoğraf 14).
1940’lı yıllarda Türkiye’de küçük atölyeler arasında
“mobilyelendirmek” diye bir kavram yaygınlaşmıştı. Mobilya
almak, Çirikotis veya Psalty adlı mobilyacılara gidip üretilen
Fotoğraf 12: 1930’lardaYunan Dükkanları (İstiklal Caddesi, Beyoğlu).
Fotoğraf 13: Mehmet Yaşar Aksoy (İsimsiz Bir Kahraman: Hammet Usta, 2013).
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 7372 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
başaran adaylar dört uzmanlık alanı olan: umumi tezyinat,
grafik, çinicilik ve dahili tezyinat atölyelerine devam etmişlerdir.
1929 yılında tezyinat bölümünün başkanlığına getirilen
mimar Philip Ginther, dahili tezyinat atölyesinin de kurulmasını
sağlamıştır. Bu atölyede eğitim, usta-çırak ilişkisi gözetilerek
yapılandırılmıştır. Fazıl Aysu, mimarlık eğitimi sırasındaki
anılarında, Philip Ginther’in eğitimdeki rolünü belirtirken, dahili
mimarlık bölümünden de söz etmektedir.
1930’lu yıllarda, Akademi’deki Dâhili Mimari Şubesi Şefi olan
Avusturyalı mimar Philip Ginther aynı zamanda Mimarlık
Şubesi’ne de ders veriyordu... Öğrencilik yıllarında, Mösyö
Ginther’den mobilya dersleri alırdık. Ginther mimarlık yanı sıra
içmimarlık da yapıyordu. Hem ince yapı ve doğrama, hem de
‘dâhili mimari’ hocamızdı (Küçükerman, 2013, p.88)
Ginther’in ayrılmasından sonra “1939 - 1945 yılları arasında
Dahili Mimari Şubesi Şefi olarak ünlü Fransız "Art Deco"
sanatçısı Marie Louis Sue görev almıştır” (Küçükerman, 1999).
Marie Louis Sue atölyelerde Türk eğitmenlerle birlikte proje
eleştirileri yapmıştır. 1940 yılında verdiği ilk derste şunları
söylemiştir:
Bir dekoratörün muhakkak surette öğrenmesi gereken
şeylerden biri de hacimlere can verecek bir şekilde modülaj
yapabilmektir bu sayede dekoratör, düz yüzeyler üzerine ışık
oyunları yaratacak ve maddeye can verecektir. Bu yolda bir
ihtisas, bilhassa seramistler tahta oymacıları gibi plastik bir
şekilde çalışan talebenin işine yarayacaktır. Fakat diğer
dekoratörlere de bir eşyayı muhtelif zaviyelerinden ve muhtelif
ışıklar altında incelemeyi öğretecektir. Ben “volume”ü yani
hacmi muhtelif hacimleri birbirinin kıymetini belirtecek şekilde
düzenleyip birleştirmeyi, bağlamayı heykeltraşlardan
öğrendim; süsleme sanatları ve mimari alanında modernizmin
başlıca hatası, heykeltraşların “passage” dedikleri öğe
kullanılmaksızın yan yana getirilmiş geometrik şekillerle
kompozisyonlar yapmak olmuştur (Cezar, 1983,p.33).
1957 yılında Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu açılmıştır.
“Bu okulun kuruluşunda Stuttgart Akademisi’nden Prof. Adolf
Schneck, danışmanlık görevine getirilmiştir” (fotoğraf 18) (Ak,
2008, p.57). Yapılan ikili anlaşmalarla Almanya, Fransa,
Avusturya gibi ülkelerden Türkiye’ye eğitmenler getirilerek,
Türk öğretim elemanlarıyla birlikte araştırma ve geliştirme
programları gerçekleştirildi. Bu kapsamda, İstanbul
Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Tatbiki Güzel
Sanatlar Okulu (fotoğraf 19) gibi birçok kurumun
yapılandırılması sağlanmıştır. Bu yaklaşım Türkiye eğitim
yaşamı için dönüm noktası olarak kabul edilmektedir.
Okulda “Mobilya ve İçmimarlık Bölümü, Grafik Sanatlar
Bölümü, Dekoratif Sanatlar Bölümü, Tekstil Sanatları Bölümü ve
Fotoğraf 16: Namık İsmail’in Otoportresi Fotoğraf 17: Art Deco. Helsinki Garı İç Mekanı (Fotoğraf: B. Burak Kaptan)
(7)
(8)
7) 1 Kasım 1955'de Bakanlar Kurulu kararıyla Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu kuruldu. 1962 yılında eğitimprogramında yenilemeler yapılarak dört yıllık lisans eğitimine geçildi. 20 Temmuz 1982 tarihinde yükseköğretimyasası kapsamında, Marmara Üniversitesi bünyesine katıldı.
8) Adolf Gustav (Friedrich) Schneck, 1883-1971 yılları arasında yaşamış, mobilya tasarımcısı, teorisyen, üniversitehocası ve birçok ülkede tatbiki güzel sanatlar okullarının kuruluşunda veya geliştirilmesinde görev almış önemli birmimardır (http://eng.archinform.net/arch/677.htm).
tasarım ve zanaatkarlık arasında bir ilişki kurmaya çalışmıştır”
(Pile, 2000). Ancak, Bauhaus içmimarlık alanında Elsie De
Wolfe’un mesleğe getirdiği gibi kökten bir yenilik
getirmemiştir. Bauhaus eğitimi tasarım eğitimi içinde “iç
tasarım marangozluk atölyesi” ve “iç tasarım metal atölyesi”
olarak iki atölye eğitimi önermiştir. Bu atölyelerde, biri ahşap,
diğeri ise metal ağırlıklı çalışmalar yapılmıştır (Kaptan, 2012a,
p.89). Bununla birlikte, düşünce alt yapısını hazırladıkları
tasarım olgusu, günlük yaşamda yerini alırken, bir buluş
yöntemi olarak ilgili meslek alanlarının eğitimlerinde
kullanılmaya başlanmıştır.
Tasarım kavramıyla gelen bu değişim, içmimarlığın hem
eğitim hem de profesyonel alanda tekrar organize olmasını
gerektirmiştir. Bauhaus’un içmimarlık eğitimine en büyük
katkısı, tasarım kavramı ve bir buluş tekniği olarak tasarımın
eğitim modeli içine katılımı olmuştur (Kaptan, 2012a, p.89).
Bununla birlikte, “2. Dünya Savaşından sonra iç dekorasyon, iç
tasarım (interior design) olarak adlandırılmaya başlanmıştır”
(Piotrowski, 1989). Eğitimde olduğu kadar meslek kuruluşları
da bu değişimden etkilenmiştir.
Türkiye’de eğitimle ilgili ilk kayıtlara “1934 yılındaki Tezyinat
Sanatları Bölümünün Yönetmeliği’nde yazan Dahili Tezyinat
Atölyesi başlığıyla rastlanılmaktadır (Cezar, 1983). Bu atölye,
tezyinat bölümü içinde kurulmuştur. 1914 yılında, Mektebi-i
Sanayi-i Nefise-i Şahane okulu (fotoğraf 15) kapsamında,
Cemil Bey tarafından kurulan Tezyinat Sanatları bölümde
eğitim, biraz gecikmeli de olsa başlamıştır. 1927 yılında
müdürlüğün başına getirilen Namık İsmail (fotoğraf 16), Paris’te
1925 yılında açılan Exposition Internationale des Arts
Décoratifs et Industriels Modernes (Uluslararası Dekoratif
Sanatlar Sergisi)’nden etkilenerek, Tezyinat bölümünde daha
etkin ve çağdaş bir eğitim verilebileceğini düşünmüştür (Cezar,
1983). Bu önemli bir atılımdır. Çünkü tezyinat bölümünün
yeniden gündeme gelmesini sağlayan, Exposition
Internationale des Arts Décoratifs et Industriels Modernes,
daha sonraları iç mekan merkezli bir tasarım akımı olarak kabul
edilen Art Deco adlı modern bir tarzın ortaya çıkmasıyla
sonuçlanmıştır (fotoğraf 17). Geometrik ve simetrik
kompozisyonlarla birlikte aerodinemik formların kullanıldığı
tasarımlarla öne çıkan bu dünya fuarı, dekoratif sanatlar eksenli
yaklaşımı nedeniyle ilgiyle izlenmiş ve zamanla dünyaya
yayılmıştır. İç dekorasyona artan ilginin bu yolla eğitim alanına
da yansımasını sağlamıştır.
Tezyinat sanatları bölümlerine girmek isteyenlerin bir
yetenek sınavını başarmış olmaları istenmektedir. Bu sınavı
Fotoğraf 15: Sanayi-i Nefise Mektebi-i Alisi 1930’lar, İstanbul
(4)
(5)
(6)
4) Bu okul, 1882'de Mekteb-i Sanayi-i Nefise-i Şahane adıyla kuruldu. 1927 yılına kadar halk arasında ve resmiyazışmalarda “Sanayi-i Nefise Mektebi-i Alisi olarak anıldı. 1928’de Güzel Sanatlar Akademisi adını aldı. 1982 yılındaMimar Sinan Üniversitesi adıyla üniversiteye dönüştürüldü. Üniversite yönetiminin 2003 yılındaki kararıyla adınıMimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olarak değiştirdi. 5) Art Deco, renk, malzeme kullanımındaki değişik
yaklaşımlarının yanında, mekanın konforlu olması, aydınlık şiddeti ve kullanım kolaylığı gibi bir çok kavramı daçağdaş anlamda mekan içine taşımıştır. İç mekanın yapıdan bağımsız olarak mobilya ve her türlü aksesuarlar ilebiçimlendirildiği bir biçem olarak bu dönemdeki diğer yaklaşımlardan farklılık göstermiştir (Pile, 2000).6) Orta okul ya da bölge sanat okullarını bitirenler.
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 7574 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
Diğer bir çalışma sahası da, içmimarinin meselelerini hal için
kullandığı kumaşlar ve malzemelerdir. İç inşaat için kullanılan
bu kumaş ve malzemelerin kalite, dayanıklılık, ışığa mukavemet
[direnç] gibi hususiyetleri öğretilmelidir. Bunlar örülmüş veya
basılmış perdelik kumaşlar, duvar kağıtları ve mobilya
kaplanmasında kullanılan kumaşlardır.
Bu maddeler üzerindeki çalışmalar sadece iç mimarın
alakadar olacağı tali bölümlere mahsus değildir. O ekseriya
muayyen bir maksat için renkler ve örnekler mecburiyetinde
kalacaktır. Bu gibi işler için o önceden lüzumlu bilgileri
kazanmalıdır. Keza, duvarların işlenmesini de esaslı olarak
bilmelidir. Bu öğrenme tam prodüktif manasında olmasa bile
malzeme hakkındaki bilgileri ihmal etmemelidir.
Bu mevzuda bilgi ve iktidarlarını artırabilmeleri için
öğrencilere diğer bütün bölümlerin de katıldıkları sanat tarihi
derslerinde imkanlar verilecektir.
Bu bölümde esaslı şekilde yetişmeye büyük önem verilir.
Form ve prodüksiyon bakımından ileri düşüncelere zarar veren
her türlü sathi ve modalık işlere daha başlangıçta mani
olunmalıdır. Her ne kadar çeşitli yardımcı derslerin ihmal
edilmemesi lazım geliyorsa da, esas hedef, iç mimarların
mobilya inşaatı ve bununla doğrudan doğruya bağlı iç inşaat
mevzularında yetişmeleri olmalıdır (Ak, 2008, p.102).
1961 yılında içmimarlık eğitim-öğretim programı için
belirlenen bu ilkeler, 1971 yılında güncellenmiştir. 1971 yılında
bölümün adının İçmimarlık olarak değiştirilmesi, aynı zamanda
eğtim-öğretim ile ilgili ilkelerinde güncellenmesine olanak
tanımıştır. 1973 yılında İstanbul Tatbiki Güzel Sanatlar
Yüksekokulu eğitim ve öğretim kitapçıklarında içmimarlık
programının amaç, ilke ve yöntemleri aşağıdaki biçimde
yeralmıştır.
İçmimarlık öğrenimi, hacim, form, doku, malzeme, renk,
ritim duygularını, organizasyon yeteneğini, gerçekçi
düşürmeyi, meslek tutkusunu, hayal gücünü öngörür.
Mevcut yaratıcı ve teknik yeteneklerin yanı sıra, geniş bir
bilgi hazinesine sahip olmayı gerektirir.
İçmimar, form, fonksiyon, konstrüksiyon ile ağaç, taş, metal,
cam, seramik, heykel, resim, tekstil ve yazı gibi konuları da
birlikte düşünerek hacmi bir bütün halinde şekillendirir.
Çeşitli yapıların, belirli hizmetlere göre iç planlarını, yapının
mimari üslubunu ve çağın güzel sanat, sosyal, ekonomik ve
kültürel sorunlarını da dikkate alır.
Kişisel bir eğitim şekli uygulanan okulda, öğrenciler,
bölümün amacı yönündeki ihtisas çalışmalarına başlamadan
önce TSE görürler. Bu eğitimle kişisel anlatım ve yaratıcı
yetenekleri geliştirilen öğrenciler, fonksiyonsuz formların yanı
sıra, bölümün amacına uygun olarak, fonksiyonel form
çalışmalarına da yönelirler. Ancak, sanatçı, yaratıcı fantezi ile
gerçekçi düşünceyi, daha disipline metotlarla yansıtarak
saptamalıdır.
Öncelikle, serbest el eğitimine paralel olarak, kesin bir
anlatım metodu olan teknik resim bilgilerinin gelişmesi
gerekmektedir.
Tasarlanan bir form ya da hacmin uygulama olanağı, ağaç,
metal, cam, beton ve plastik gibi çeşitli mal¬zemelerin yapısına
uygun, fonksiyonel bir şekillendirmede, bu malzemelerin
olanakları hakkında geniş bir bilgi ve tecrübeye dayanır.
Öğrenciler, bu alandaki bilgi ve tecrübelerini, malzeme
9) “01.07.1971 tarihli ve 3 no’lu okul kararı ile Mobilya ve İçmimarlık Bölümü’nün ismi İçmimarlık olarak değiştirilmiştir” (Ak, 2008, p.106).
(9)
Seramik Bölümü açılarak
eğitime başlamıştır (Ak, 2008,
p.90). Bu bölümler içinde
mobilya ve içmimarlık
bölümü, adını “1971 yılında
içmimarlık bölümü olarak
değiştirilmiştir” (Ak, 2008,
p.106). Schneck, Türk ve
Alman eğitmenlerden oluşan
bir eğitim kadrosu
oluşturmuştur. Bu bölüm için
de yine Stuttgart
Akademisi’nden Prof. Astrid Vollmer’i kadroya dahil etmiştir
(Ak, 2008, p.59). Mobilya ve içmimarlık bölümünün çalışma
alanı; “çeşitli yapıların belirli işlevlere göre iç planlarını; mobilya
ve benzeri eşyanın tasarımlarını, uygulama koşullarına uygun
olarak tasarlayıp çizebilmeleri” (Aslıer, 1970) olarak
belirlenmiştir. Bu bölümde bütün okulun eğitim sistemine
uygun olarak yaratıcılık-tasarım eğitimi verilmeye başlanmıştır.
Yaratıcı biçimlendirme eğitimi, iki aşamada
gerçekleştirilmiştir. Okula alınan öğrencilerin hepsi, önce temel
sanat eğitimi görmüşlerdir. Öğrenciler içlerinde varolan
bireysel güçleri ile maddeler, maddeleri işlemeğe ait teknikleri
ve daha önce yaratılmış değerler arasında ilişki kuracak ilk
çalışmaları temel sanat eğitimi sınıfında yapmışlardır... Temel
sanat eğitimi çalışmaları ile yaratıcı güçleri uyandırıp geliştirilen
öğrenciler, ikinci yılda meslek biçimlendirme çalışmalarına
geçmişlerdir (Aslıer, 1970, p.33-34).
Bu eğitim modeli, Bauhaus eğitim anlayışının bir
uygulamasıdır. İçmimarlık böümünde mesleğin
biçimlendirilmeye başlanacağı ikinci yılda eğitim-öğretimin
hedefleri belirlenmiştir. 1961 yılına ait İstanbul Tatbiki Güzel
Sanatlar Okulu Yönetmeliği’nde içmimarlık eğitim-öğretim
programı aşağıdaki biçimde kayda geçmiştir.
Öğrencinin birinci vazifesi, muhayyilesini [hayal gücü]
işleterek henüz kati bir şekil almamış olan eşyaya şekiller
düşünmek olmalıdır. Sonra, resimler ve şekillerle çalışarak
düşündüğü ve tasarladığı her şeyi çizgilerle ifade edebilmelidir.
Daha sonra da bu çalışmalara, umumi bilgiler verilmek suretiyle
renk ilave edilir. En nihayet, pratik mevzularla tatbikatı
yapılacak olan armoni bilgisi eklenir.
Eşyanın müşahhas [somut] olarak kavranması için öğretimle
beraber yürümelidir. Bir işin konstrüksiyonu, el ile yapılmış bir iş
veya bir endüstri mamulü üzerinde, öğrenci ile inceden inceye
konuşulur, el sanatı ile makine sanatı arasında mukayeseler
[karşılaştırmalar] yaptırılır.
Tasarlayıcı ve yaratıcı faaliyetler onun mesleğinin icrası için
lüzumlu olan inşaat yerel sanatlarına ait diğer kısımların bilgi
ve tecrübeleri ile beraber yürümelidir. Öğrencilere bu
sanatlarda her zaman yeni olarak kullanılmaya başlanılan
inşaat malzemelerini tanıma imkanları verilmelidir.
Fotoğraf 18: Adolf Gustav Schneck, 1883-1971
Fotopraf 19: Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu (Ak 2008 p:48).
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 7776 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
eğitimleri de farklı kılmaktadır. Öncelikle bölümlerin farklı
fakültelerde yeralması, ortak fakülte derslerinden başlayarak
bölümler arasındaki iletişime kadar her türlü görsel, bilgisel ve
algısal değerlerde farklılık yaratmaktadır. Ortak alınacak
seçmeli derslerde, eğitmenlerin öğrencilere karşı
davranışlarında ve en önemlisi öğrenciler arasındaki
iletişimlerde aslında adı konulmamış bir eğitim bulunmaktadır.
Çoğunlukla okul ya da üniversitenin kimliğine uygun olarak
biçimlenen bu değerleri genelde fakülte kültürü olarak
adlandırmak olasıdır. Öğrencinin dört yıllık eğitimi süresince
fakülte kültürünün etkisi azımsanmayacak kadar çoktur.
Öğrencilerin konuşmaları, seçtiği dil, birbirlerine ve
dışarıdakilere karşı davranışları çoğunlukla bu fakülte
kültürünün etkisiyle gerçekleşmektedir.
İkinci önemli konu, bölümlere öğrenci kabul yöntemleriyle
ilgilidir. Kabaca iki yöntemle öğrenci seçimi gerçekleşmektedir.
Genel olarak Yetenek Sınavı başlığı altında algı, genel kültür ve
çizim sınavları ile öğrencinin bir anlamda mesleğe ve tasarıma
yatkınlığını ölçerek öğrenci kabul edilmektedir. Bunun dışında
lisans yerleştirme sınavı kapsamında, MF-4 ile TM-1 sınav
sonuçlarıyla öğrencilerin temel bilgileri ve analitik
düşünebilmelerini ölçerek öğrenciler eğitime kabul
edilmektedir (Kaptan 2012b).
Burada iki önemli anlayış bulunmaktadır. Yetenek sınavı,
içmimarlık bölümlerinin 100 yıllık eğitimi süresince öğrenci
kabul ettiği bir yöntemdir. Bu yöntem aracılığıyla; içmimar
olmak konusunda istekli, görsel, duyuşsal ve algısal olarak bu
eğitime hazırlıklı, sanat ve genel kültür konularında
ortalamanın üstünde, el ve çizim konusunda becerileri olan,
esnek yöntem ve bilgileri kullanarak buluş yapmaya ve estetik
değerler yatkın, geliştirilebilir adaylar seçilmeye çalışılmaktadır.
Lisans yerleştirme sınavında ise ezberci ve kalıpçı, bilgiyi
öğretildiği alanda iyi ve doğru kullanan, çalışma disiplini olan
teknolojiyi bilen ve etkin kullanan öğrenciler arasında öğrenci
kabulü yapılmaktadır. Her iki yöntemde de iyi ve gelecek vaatTablo 1: Türkiye’deki İçmimarlık Bölümleri (ÖSYM, 2014).Not: Vakıf Üniversiteleri İçmimarlık Bölüm puanları tam burslu kontenjan türünden yazılmıştır.
teknolojisi, mobilya konstrüksiyonu derslerine paralel olarak,
atölye uygulaması ve pratik stajlar yaparak kazanırlar ve
genişletirler.
Bu nedenle, bu bölümde öğrenim yapmak isteyen
öğrencilerin mobilya atölye ve fabrikaları ile mimarlık
bürolarında çalışmış olmaları, İçmimarlık formasyonu
yönünden faydalı görülmektedir.
Çağımızda, iyi şekillendirilen fasatlar bir yapının mimari
değerini ölçmeye yeterli değildir. Bunun yanı sıra, fonksiyonel
bir plan, hacimler arasındaki orantının doğruluğu ve teknik
donatımın mükemmelliği de şarttır. Mimarinin temel
öğelerinden sayılan iç hacimlerin, yani insanların yaşadığı,
çalıştığı ve boş zamanlarını değerlendirdiği yerlerde çevrenin
şekillendirilmesi İçmimarlığın konusudur. Dış ve içyapı, karşılıklı
ilişkileri ile birbirinden ayrılmayan bir bütündür.
Bu nedenle, öğrenci, konut, mağaza, ticarethane, büro, okul,
hastane, sineme, tiyatro, sergileme ve fuar favyonu gibi
yapıların fonksiyonları ile mimari şekillendirme prensiplerini
yapı malzemeleri ile konstrüksiyonlarını, su elektrik, ısıtma,
soğutma, havalandırma, izolasyon gibi konuların prensip v
tekniklerini öğrenir.
Öğrenciler, öğrenim süresinin büyük bir kısmını kişisel
yaratıcı güçlerini geliştirmeye ayırırlar. Ele aldıkları bütün
İçmimarlık konularında edindikleri çok yönü artistik, teknik,
konstrüktif bilgileri ve şekillendirme prensiplerini, yaratıcı
güçleri ile birleştirerek, hacim içindeki mobilya ve diğer bütün
elemanları, fonksiyon, form, malzeme, renk ve ışık açısından
inceler ve sentez yolu ile bir kompozisyon oluştururlar.
İçmimarlar, iş hayatına geçtiklerinde, serbest veya bağlı olarak
mobilya fabrika ve atölyelerinde, endüstri kuruluşlarında, mimari
planlama bürolarında görev alırlar (Ak, 2008, p.108).
Türkiye’de ilk açılan bu iki bölümün içmimarlık anlayışları
birbirinden farklılıklar göstermekteydi. Bu farklılık, daha çok
dünyada benimsenen eğitim modellerinden oluşmaktaydı.
“Güzel Sanatlar Akademisi’nde Fransız eğitim sistemine uygun
olarak verilen eğitimden farklı olarak, Tatbiki Güzel Sanatlar
Okulu’nda Alman eğitim sistemi kabul edilmiştir. Adolf
Schneck, Bauhaus eğitim sisteminin bir benzerini Tatbiki Güzel
Sanatlar Yüksekokulu’nda uygulamıştır” (Unansal, 2013, p:131).
1980’li yıllara kadar iki okulun kapsamında verilen
İçmimarlık Eğitimi, bu yıldan sonra daha etkin bir biçimde
tanınan ve istenilen bir bölüme dönüşmüştür. Bunun en
önemli nedenlerinden biri, Türkiye’nin 1980’li yıllardan sonra
aşamalı olarak liberal ekonomiye geçmesidir. Türkiye’nin
tüketim kültürüyle tanışması, üretime dönük yeni teknolojilerin
gelmesi, yeni üretim yöntemlerinin geliştirilmesi, malzeme
çeşitliliğinin hızla artması ve bilginin küresel boyutta paylaşımı,
içmimarlığı daha etkin ve gösterişli kılmıştır. Aynı zamanda da
kullanıcılar konforlu, rahat ve kendilerine uygun mekanlarda
yaşama ve çalışma olanağını bulmuşlardır.
1982 yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
İçmimarlık ve Çevre Tasarımı bölümünün kurulmasını izleyen
yıllarda ilk vakıf üniversitesi olan İ.D. Bilkent Üniversitesi’nde
1987 yılında Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi
kapsamında İçmimarlık ve Çevre Tasarımı bölümü açılmıştır. Bu
dört bölüm 20. yüzyıldaki Türkiye’nin içmimarlık sektörüne ve
eğitimine yön verirken, bugün 45 üniversitede içmimarlık
eğitimi verilmektedir (tablo-1). Bu okullara ek olarak 5 bölümde
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde bulunmaktadır.
Tablo-1 de görüldüğü gibi, içmimarlık eğitimi, farklı
eğilimleri içeren yaklaşımlar göstermektedir. Farklı fakülteler,
farklı bölüm adları, farklı giriş yöntemleri bölümlerde verilen
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 7978 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
ettikleri "yükseköğretim alanında ulusal yeterlilikler çerçevesi
geliştirme" konusunda ulusal düzeyde gerçekleştirilen
çalışmaları yükseköğretimin tüm iç ve dış paydaşlarıyla
paylaşmaktır (YÖK, 2014).
2010 yılı çok geçmiş olmasına karşın bu çalışmalar halen
devam etmektedir. Bu çalışmalardan biri olan meslek
alanlarının sınıflandırılması, mesleklerin yeterliliklerinin
belirlenmesi nedeniyle önemli bir çalışmadır. Yükseköğretim
alanında “yeterlilik, herhangi bir yükseköğretim derecesini
başarı ile tamamlayan bir kişinin neleri bilebileceği, neleri
yapabileceği ve nelere yetkin olacağını” ifade etmektedir (YÖK,
2014). Yükseköğretim Kurulu’nun 2011 yılında kabul ettiği
Türkiye Yükseköğretim Yeterlikler Çerçevesi kapsamında
İçmimarlık bölümleri iki ana alan içinde yapılandırılmasıdır.
Bunların ilki Avrupa Birliği ISCED 97 belgesine uygun olarak
sınıflandırılan ve tek bir genel alan içinde bulunan içmimarlık;
“2-Beşeri Bilimler ve Sanat” genel alanı içinde “21-Sanat” eğitim
ve öğretim temel alanı altında yeralan “214-Tasarım” eğitim ve
öğretim alanı içinde, İç Tasarım ve İçmimarlık olarak
tanımlanarak, Endüstriyel ürünlerin tasarımı, Sahne tasarımı,
Vitrin süsleme, Kostüm tasarımı, Moda tasarımı meslekleriyle
birlikte yeralmaktadır (Andersson & Olsson, 1999). Ancak bu
belgenin kabulünden sonra yapılan Türkiye’de Yükseköğretim
Kurumu kapsamında ikinci bir çalışma ile “5-Mühendislik,
Üretim ve Yapı” genel alanı içinde “58-Mimarlık ve Yapı” eğitim
ve öğretim temel alanı altında yeralan “581-Mimarlık ve Şehir
Planlama” eğitim ve öğretim alanı” içinde yeniden
yapılandırılmıştır (YÖK, 2014). Türkiye’ye özgü bu yaklaşım,
Yükseköğretim Kurumu’nun ilgili komisyonlarınca kabul
edildikten sonra uygulamaya alınmıştır. Avrupa Birliği
normlarının dışında olan bu sınıflandırmaya uygun olarak,
2000’li yıllarda kurulan birçok bölüm, fakülte değiştirerek
mimarlık ya da mimarlık ve tasarım fakülteleri altında
toplanmaya başlamıştır.
Eğitim sınıflandırmalarıyla ilgili ISCED’97 belgesinin
yayınlanmasından sonra, Avrupa Birliği’nde de bazı çalışmalar
yapılarak meslek sınıflandırmaları güncellenmiştir.
UNESCO’nun hazırladığı International Standart Classification of
Education-ISCED’11 olarak adlandırılan bu son çalışmada,
içmimarlık interior design başlığı altında “2-Beşeri Bilimler ve
Sanat” genel alanı içinde “21-Sanat” eğitim ve öğretim temel
alanı altında yeralan “214-Design başlığı altında toplanmıştır”
(ISCED’11 2012, p.73). Ancak burada doğrudan mesleğin adının
geçmemesi nedeniyle alan kodları sayfasına başvurulmaktadır.
Burada içmimarlık, (interior design) 02.2 Erasmus tanımlama
kodlamasıyla yeralmaktadır. ISCED’11 tanımlama kodlamasına
göre 214-Design başlığı altında sınıflandırılmıştır. Mimarlık
ise aynı sınıflandırmada; 58- Mimarlık ve Bina eğitim ve öğretim
temel alanı altında yeralan Mimarlık ve şehir planlama: yapısal
mimarlık (structural architecture) peyzaj mimarlığı, toplum
planlaması (community planning), haritacılık (cartography);
Yapı, Konstrüksiyon; İnşaat Mühendisliği (ISCED’11 2012, p:74-
75) biçiminde sınıflandırılmıştır. ISCED’11 tanımlama
kodlamasına göre; mimarlık 02.1 Erasmus tanımlama
kodlamasıyla yeralırken, ISCED kodlamasında 581-Mimarlık ve
Şehir Planlama başlığı altında sınıflandırılmıştır.
Bu güncel sayılabilecek gelişmelerde de içmimarlık
Türkiye’deki düzenlemeden farklı bir sınıf altında yeralmıştır. Bu
11) Bu alanda bir de uyarı bulunmaktadır. Ayrı tutulanlar başlığı içinde; Bina tasarımı bu alanın dışında tutulur ve 581‘Mimarlık ve şehir planlama’ alanına dahil edilir. Teknik konuların vurgulandığı ve sanatsal tasarımın vurgulanmadığıdurumlarda endüstriyel tasarım bu alanın dışında tutulur ve 52 ‘Mühendislik ve mühendislik işleri’ alanına dahil edilir.
Yayın tasarımı ve grafik tasarım bu alanın dışında tutulur ve 213 ‘Görsel-işitsel teknikler ve medya prodüksiyonu’alanına dahil edilir” denmektedir (Andersson & Olsson, 1999). 12) ISCED’11 Subject Codes:eacea.ec.europa.eu/intra_acp_mobility/funding/2012/documents/isced--subjectcodes.pdf
(10)
(11)
(12)eden meslektaş adayları bulma olasılığı olduğu gibi tam tersi
de söz konusudur. Burada yapılacak tercihlerde şehir, üniversite
ve eğitim kadrosunun çok önemli bir etkisi bulunmaktadır.
Üçüncü konu olan bölüm isimleri ise çoğunlukla öğrenci kabul
yöntemi ve eğitim kadrosunun niteliğiyle paralel olarak
gelişmiştir.
Bu farklılıkların en önemli nedeni içmimar kökenli meslek
eğitimi almış ve bu konuda deneyim kazanmış eğitmenlerin
çok az sayıda olmasıdır. Buna karşılık son 15 yılda açılan bölüm
sayısı yaklaşık 40 adettir. Ayrıca, bölüm kurulan ancak henüz
öğrenci almayan bölümlerin sayısı ise 10-15 adet arasıdır (her
yıl çok sayıda bölüm açılmaktadır). Bu kadar hızla genişleyen
bölümler için akademisyen yeterli olmayınca farklı meslek
gruplarından akademisyenlerin bu alanda eğitim vermeleri söz
konusu olmaktadır. Zenginlik yaratması gereken bu yaklaşım,
temel meslek bilgilerin başkalaşarak farklı eğilimler
göstermesine neden olmuştur. Ortaya çıkan görüntüde,
içmimarlık kavram ve anlayışından uzak, temel terimlerin
anlam değiştirdiği, mesleğin yasal uygulama alanları dışında
bulunan konuların işlenmesi sonucunu doğmuştur.
İçmimarlık eğitimindeki bu çeşitlilik, eğitim anlayışında bir
ayırımı da ortaya koymaktadır. Genel olarak bu tablo içinden üç
temel içmimarlık yaklaşımının ortaya çıktığı görülmektedir.
1. İç Tasarım (İç Mekan Tasarımı): Genel olarak uygulama
konuları iç mekana odaklanılan, iç mekanda işlev-kullanıcı
ilişkilerini sorgulayan, mekanın görsel bütünlüğünü malzeme
ile renk-doku değerleri ve mobilya tasarımlarını içeren
içmimarlık anlayışıdır. Çoğunlukla iç mekan tasarımı, iç tasarım
ya da interior design olarak da tanımlanabilmektedir.
2. İçmimarlık-İçmimarlık ve Çevre Tasarımı: Genel olarak
uygulama konuları, iç mekana odaklanılan, ancak binanın
temel kararları ile yapının fiziksel çevresini de değerlendirmeye
katarken iklimlendirme, tesisat, peyzaj, yakın çevre ve dış
mekan mobilyalarını da temel konular içine alan, iç mekanda
işlev-kullanıcı ilişkilerini sorgulayan, zaman zaman malzeme ve
mobilya tasarımlarını da içeren içmimarlık anlayışıdır.
Çoğunlukla içmimarlık ya da interior architecture olarak da
tanımlanabilmektedir.
3. Mimari İç Mekan: Genel olarak uygulama konuları yapı
ve bina bilgilerinin işlendiği, yapı sistemleri ve mimari ölçek
anlayışıyla iç mekan öğelerinin eğitim konularında ağırlıklı
olarak yeraldığı, bina ve yapıyla birlikte genel iç mekanlara
odaklanılan bir içmimarlık anlayışıdır. Çoğunlukla mimari bir iç
mekan çözümlemesi ya da architectural interiors olarak da
tanımlanabilmektedir (Kaptan, 2012b).
Her ne kadar bu tanımlamalar kesin kabul görmese de,
eğitim programlarında yeralan dersler, ders içerikleri, program
çıktıları, temel konuların işleniş biçimi ve proje dersi
kapsamında yaptırılan uygulamalar böyle bir sınıflandırmayı
ortaya koymaktadır.
İçmimarlık Eğitimi için bir diğer önemli gelişme; Bologna
Süreci ile başlanan Avrupa Birliği Yükseköğretim Alanı’nın
yapılandırılmasıdır. Yükseköğretim Kurumu, bu süreç için
aşağıdaki açıklamayı benimsemiştir.
Türkiye, 2001 yılında dahil olduğu Bologna Süreci
hedeflerine yönelik olarak, Bologna Süreci'ne üye ülkelerin
yükseköğretim sistemlerinde şeffaflık, tanınma ve hareketliliği
artırma amaçlarıyla 2010 yılına kadar oluşturmayı taahhüt
10) ISCED ’97: Avrupa Birliği Komisyonu, Avrupa Mesleki Eğitimi Geliştirme Merkezi’nin hazırladığı Eğitim Alanları Kılavuzudur. (EUROSTAT ve CEDEFOP) (Andersson & Olsson, 1999).
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 8180 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
Kaynakça
- Ahilik (2014). Ahilik. Retrieved from http://ahilik.net- Ak, B. (2008). Sanat ve Tasarım Eğitiminde Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu Gerçeği. İstanbul,Türkiye: MÜSGSF Yayınları. - Andersson, R. & Olsson, A. K. (1999) Eğitim Alanları Kılavuzu. Selanik: Avrupa Komisyonu,Avrupa Mesleki Eğitimi Geliştirme Merkezi.- Aslıer, M. (1970, Haziran). Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu. Türkiyemiz, 1, 29-36.- Brosius, B. (2010). Tarihin Yapıları - Tarihsel Materyalizme Giriş. İstanbul: Yordam Kitap.- Cezar, M. (1983). Güzel Sanatlar Akademisinden 100. Yılda Mimar Sinan Üniversitesine.Güzel Sanatlar Eğitiminde 100 Yıl, 3, 5-84.- Emgili, F. (2014, Ocak). Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin Millîİktisadının Oluşumundaki Etkisi. Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, 18 (3). Retrieved fromhttp://www.tsadergisi.org/Makaleler/485110853_5_105-122.pdf- Gray, C. (2003, September 28). Streetscapes/Former Colony Club at 120 Madison Avenue;Stanford White Design, Elsie de Wolfe Interior. The New York Times. Retrieved fromhttp://www.nytimes.com/2003/09/28/realestate/streetscapes-former-colony-club-120-madison-avenue-stanford-white-design-elsie.html - IFHE-International Federation for Home Economics. (2011) International Journal of HomeEconomics. 1 (1). Retrieved from http://www.ifhe.org- ISCED’11. (2012). UNESCO International Standart Classification of Education. Montreal,Canada: Unesco Institute for Statistics. - İsimsiz Bir Kahraman: Hammet Usta. (2013). İçmimar, (28), 74-79. - Kaptan, B. B. (2003). 20. Yüzyıldaki Toplumsal Değişimler Paralelinde İç Mekan TasarımıEğitiminin Gelişimi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları 1516. (Yayımlanmış SanattaYeterlik Tezi).- Kaptan, B. B. (2012b Haziran-Temmuz). “İçmimarlığın Kısa Tarihinden Kesitler-2.Endüstrileşme ve Uzmanlaşmalar”. İçmimar, (23), 86-89.- Kaptan, B. B. (2012c Ocak). İçmimarlık Kültürü, Kökenleri, Oluşumu ve Gelişimi, TSEStandart. 51 (596), 58-63.- Kaptan, B. B. (2013). Kültür ve İçmimarlık. Ankara: Seçkin Yayıncılık.- Kuhlman, E. (2002). A to Z of Woman in World History. New York, USA: Facts on File Inc.- Küçükerman, Ö. (1999). Marie Louis Sue ve Türkiye' deki Tasarımları. Tombak AntikaKültürü ve Sanat Dergisi, (25).- Küçükerman, Ö. (2013). 1940’lı Yıllarda Mobilya Meselesi ve Öncü Bir Girişim “Moderno”.İçmimar, (29), 86-97.- ÖSYM. (2013). Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi. Retrieved fromhttp://www.osym.gov.tr- Pile, J. F. (2005). A History of Interior Design (2nd ed.). London: Laurance King Pub.- Piotrowski, C. M. (1989). Professional Practice for Interior Designers, New York, USA: VanNostrand Reinhold.- Scognamillo, G. (1993). Bir Levantenin Beyoğlu Anıları (5th ed.). İstanbul, Türkiye: Metis
Yayınları.- Sparke, P. (1986). An Introduction to Design and Culture in the Twentieth Century.London: Routhledge.- Unansal, N. (2013). Türkiye’de İçmimarlık Tarihine Bir Bakış-1, İçmimar, (29), 128-132.- Uslu, A. D. (2011 Mart-Nisan). Giovanni Scognamillo. 46 Magazin. Photograph: FethiKaraduman. Retrieved fromhttp://www.46magazine.com/web/read.html?page=116&magname=7- Veitch, R. M. (1992). Education. In J.A.A. Thompson (Ed.) ASID Professional PracticeManual, (pp: 27-29). New York, USA: Whitney Library of Design.- Wolfe E. de. (1913) The House In Good Taste. NewYork, USA: The Century Co. Retrievedfrom The Project Gutenberg eBook database. http://www.gutenberg.org/ebooks/14715- Wolfe E. de. (nd) Library of Congress, Prints and Photographs Division, Bain Collection -Reproduction number: LC-DIG-ggbain-19224. Retrieved from- http://luirig.altervista.org/naturaitaliana/viewpics.php?title=Elsie+de+Wolfe- YÖK. (2014). Yükseköğretim Kurumu, Türkiye Yükseköğretim Yeterlilikler Çerçevesi.Retrieved from http://tyyc.yok.gov.tr/
meslek sınıflandırması birçok alan için yapısal değişiklikleri
getirmektedir. Eğitim, temel alan, bilginin sınıflandırılması ve
gerekli kaynakların verimli olarak kullanılmasının sağlaması
açısından önemli bir sınıflandırmadır. Bu belgeye bağlı olarak,
meslek alanıyla ilgili temel yeterlikler, akademik düzenlemeler,
bilgi alt yapısı ve Avrupa Birliği destek programlarının
düzenlemeleri yapılacaktır. Bunun dışında mesleki bilişim ve
bilgi üretilmesi, bunların küresel boyutta paylaşılması için
gereklidir.
Akademik yeterlik olarak tanımlanacak üniversitelerdeki bu
çalışmanın sonucunda meslektaş adaylarının eğitim yoluyla
aldığı bilgiler, yani öğrenim çıktıları, mesleğin temel bilgilerini
belirli bir düzeyde gerçekleştirecek kadar olmalıdır. Mesleki
yeterlik kazanabilmesi için ön koşul olan bu aşamanın mutlaka
mesleğin temel yapısıyla uyumlu olması gerekmektedir.
SON SÖZDünya’da olduğu kadar, Türkiye’de de içmimarlık ve
içmimarlık eğitimi önemli bir değişim geçirmektedir. Bu
değişim ülkemizdeki toplumsal değişime paralel olarak
sürmektedir. İçmimarlık, içinde barındırdığı kavram ve nitelikle
insanların mekan içinde yaşayışlarını düzenleyen, onlara
konforlu ve kullanışlı bir ortam sunan, bunu yaparken de hem
fiziksel hem psikolojik hem de estetik etkileri düşünen bir
içeriğe sahiptir. Olası bir bilgi eksikliği ve yanlış uygulamanın
sonucu insan sağlığını etkilemektedir.
Zaman ilerledikçe “tarih yazıldıkça” gelişmelere uyum
göstermek, araştırmak, günceli öğrenmek ve daha önemlisi
geleceğin projeksiyonunu çizmek her içmimarın görevidir. Bu
görev birileri tarafından verilmiş ya da söylenmiş değildir.
Mesleğin özünde vardır. Zaman akıp giderken teknoloji
gelişirken insanların farklı istek ve beğenileri çağın yeni
gereksinimleriyle harmanlanırken gelişmelere sırtını dönen
içmimar zaten mesleğini gerçekleştiremeyecektir.
İçmimarlık, toplumun hangi bölümünde olursa olsun, bütün
bu değişimleri izlemek ve onlara ayak uydurma zorunluluğu
bulunmaktadır. Bu zorunluluk mesleğin özünden
kaynaklanmaktadır. İnsan için ve insana ait, yaşamla ilgili her
olgunun içinde iç mekan bulunmakta, insan değiştikçe ve
geliştikçe meslek kültürü de buna paralel olarak gelişmektedir.
İçmimarlık eğitimi de bu gelişimin bir parçası olmalıdır.
TeşekkürKonuyla ilgili ilk çalışmam, 2003 yılında değerli akademisyen
Hacettepe Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Mesut Çelik’in
yönlendirmesi ve yönetimiyle hazırladığım “20. Yüzyıldaki
Toplumsal Değişimler Paralelinde İç Mekan Eğitiminin Gelişimi”
adlı sanatta yeterlik tezidir. Bir tarih yazımı olmamasına karşın,
bugün bu bilgi birikimine ulaşılmasına kaynak oluşturması ve
destekleri nedeniyle Mesut Çelik’e, meslekle ilgili her konuda
gelişmemde yol gösterici olan ve konuyla ilgili kaynaklar
öneren Nilgün Çarkacı’ya ve yine bu çalışmada kaynaklara
ulaşmamda güler yüzleri ve dostça yaklaşımlarıyla bana destek
ve güç veren Marmara Üniversitesi’nden Prof. Yalçın Özel’e ve
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr.
Saadet Aytıs’a en içten teşekkürlerimi sunar,
Gönül Dolusu Sevgilerimi İletirim.
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 83
İçmimar dergisi olarak yapmaya çalıştığımız şeylerden biri
de mesleğe ilişkin bir bellek oluşturabilmekti. Biraz da, hatta
çoğunlukla bu saikle yola çıkmıştık. İçmimarlık mesleği ve
Oda’nın kuruluşuyla ilgili kaynakları bulup, Oda üyeleriyle
paylaşmak, Oda’nın temellerini atan isimlerle görüşmeler
yapmak bizim için büyük önem arzediyordu. Hatırlarsanız bu
görüşmelerin ilkini Sacit Atis ile 21. sayımızda
gerçekleştirmiştik. Sacit Atis Oda’nın kuruluşunda bizzat yer
almış, Oda haklarının hukuki olarak da savunucusu bir isimdi.
Kısa bir süre önce Selçuk Uçku’ya ulaştık. Uçku, arayıp da
bulamadığımız bir kaynak sunmakla kalmayıp, içmimarlık
mesleğinin ilk yıllarına yapacağımız yolculukta yalnız bırakmadı
bizi. Önümüzdeki sayılarda bu görüşmeleri siz okurlarımıza
paylaşacağız. Uçku ile yaptığımız röportaj bir sonraki sayımızda
yer alacak. Ancak şimdi bu mesleğin Türkiye’de ilk nüvelerini
atan bir isme, Sadun Ersin’e konuk oluyoruz. Selçuk Uçku ile
evinde ziyaret ettiğimiz Sadun Ersin ve bizi orada yalnız
Sadun ERSİN röportajı I
“Değişim İçin Kişi Önce Kendini Yenilemeli”
Sadun Ersin bugüne kadarkoruduğu belgelerinpekçoğunu ‘İçmimar’ dergisiokurları ile paylaştı.
Bölüm IITürkiye’de İçmimarlar
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 8584 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
düzenlenen İçmimarlık üyelerinin raporunu hazırlayan isimler
arasında kimler varmış: Devlet Güzel Sanatlar Akademisi
İçmimarlık Kürsüsü Başkanı olarak ben, asistan Özden Ergüner,
öğretim üyesi Atilla Tuncay ve Y. Dekoratif Sanatlar Bölümü
Öğrenci Temsilcisi var. Çok sert şeyler söyledik biz burada,
yazdıklarımızı savunmak için Ankara’ya gittik. Ben o zaman 42
yaşındayım, böylece yaşımı ifşa etmiş oldum. Sacit benden 3
yaş büyük, 85 yaşında o.
Esra Karataş: Ne tür sıkıntılar yaşadınız?S. Atis: İçmimarlar Odası’nı kurarken bir takım dayanaklar
aradık. Bu dayanakları mezun olduğumuz okuldan aldık tabii.
Okulda içmimarlık bölümünde okutulan bazı dersler eksikti.
Odaya girmemize karşı olan mimarlardan bazıları ‘mesleki
formasyon eksikliği’ni sebep gösteriyorlardı. Ben o dersleri
Sadun’a söylüyordum, Sadun bunları okula ders olarak
koyduruyordu, taban desteğimiz böyle arttı, bizim. 1954’te
Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nin kurulmasına
karar verilmişti, 6-7 kişiydiler. O zaman çalıştığım yere yakın bir
yerde toplandılar. Ben de gittim “biz de varız” dedim.
Derneğiniz olmadığı için siz buraya katılamazsınız diyerek beni
geri çevirdiler. Halbuki temsilci olarak katılabiliyormuşuz,
hukuki şartları bilemediğim için boynumuzu eğdik. Bunun
ertesinde hemen Baki’ye gittim, birlikte tüzük hazırladık.
Önceleri Baki’nin dersanesinde, sonra Elmadağ’daki ofisinde
toplanmaya başladık. Bu yazılar o zamanki belgeler. Dayanak
noktalarımızdan biri de dış memleketlerde aynı mesleği yapan
meslektaşlarımızın oluşu. Yurt dışından mezun olan bir ismi,
Cevdet Koçak’ı örnek olarak gösteriyorduk. Hayati Bey’i
içmimar olmadığı için gösteremiyorduk. Cevdet Bey Tatbiki’de
müdür olduktan sonra onun odasında toplanmaya başladık.
Sonra duyduk ki, Ankara’da Oda kurulmuş. Radyoevinde
çalışan içmimalar bunun üzerinde çok durmuşlar.
S. Uçku: Oda’nın kuruluşunda sizlerle birlikte yer alandiğer isimler kimlerdi? S. Atis: İçmimarlar Odası kurulmadan önce Cemiyet’i
kurmuştuk. Önce ondan bahsetmek lazım. Baki Aktar, Sadun
Ersin, Hikmet Köseoğlu, Nejat Olguner, Tahsin Şaylan
Cemiyet’in kuruluşunda ağırlığı olan isimlerdi. İlk başkanımız
Tahsin Şaylan’dı. Hayati Görkey varlığı ile katkı sağlamıştır.
Av köşkü perspektifi.Öğrencilik Dönemi
bırakmayan Sacit Atis ile gerçekleştirdiğimiz sohbet mesleğe
ilişkin önemli anekdotlar içeriyor. Sadun Ersin, derya deniz bir
insan olduğu için, sohbette kayıplar olmasın diye, söyleşiyi iki
bölümde yayımlamaya karar verdik. İyi okumalar dileğiyle...
Selçuk Uçku: İçmimarlar Odası’nın kuruluşunda yer alanönemli isimlerdensiniz. Oda’nın kuruluş aşamasında neleryaşadınız? Sadun Ersin: TMMOB’un içinde mimarlar, mühendisler vardı.
Biz de içmimarlar olarak yer alacaktık. Bizi Akademide, mekan
düzenleme kürsüsü içinde eritmeyi düşünüyorlardı. O sıralar
Ankara’da Mimarlar Odası toplantısı yapılacak, uzmanlar
toplanacaktı. İçmimarlar Odası’nın kurulması olayı o gün
konuşuldu. Özden Erguner’le Ankara’ya gittik. Burada
bulduğum iki önemli belgeyi size göstermek isterim.
Akademi’de Oda’ya girebilmek, onlara kendimizi kabul
ettirebilmek için bir çalışma yapmıştık. Bu çalışmada
öğrencilerimiz de bir hayli görev aldı. Egem Uzer’de bunlardan
bir tanesidir mesela. Burada TMMOB Araştırma Geliştirme
Örgütü’nce düzenlenen içmimarlık üyelerinin raporu var.
İhtisas ayrımı komisyonu, 18 Mart 1972 tarihli şöyle bir belge
vermişiz. Sacit senin hazırladığın belge de var burada. Sacit işin
hukuki yanını, biz sosyolojik, fikri tarafını hazırlıyorduk. Bu
elimde kalan nüshası.
Sacit Atis: TMMOB’ye içmimarların da katılmalarına ilişkin
talebin gerekçesi, hukuk açısından geçerliliği ile ilgili savunma
ve dayanaklar’ başlığı altında bir yazı hazırlamışım. Bunları yaza
yaza hukukçu oldum ben, o zamanlar avukat değildim.
İçmimarların hukukunu savuna savuna hukukçu oldum. Bu
belge bende yok!
S. Ersin: Bunları ben saklamışım Sacit, sende yoktur. Bu
belgelerle; olaylara ne kadar hakim olduğumuzu, işin içine ne
kadar hırsla girdiğimizi görebilirsiniz. Alanı terk etmediğimizi
kanıtlar bunlar. Bakın, TMMOB Mimarlar Odası AGD Örgütünce
Sacit Atis ve Selçuk Uçku ile Sadun Ersin’i Etiler’deki evini ziyaret ettik. Ersin, öğrencilik yıllarından, Akademi’de İçmimarlık Kürsü Başkanlığı yaptığı döneme kadar bulduğu önemli resim ve belgeleri bizlerle paylaştı.
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 8786 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
doğru olmaz. İnanır mısınız, iki dosya sayfası kadar yazı varsa
içinde, gerisi resimdi. Maalesef böyle hocalarımız da oldu.
Sanat tarihinde Mısır, Roma’ya kadar gelirdik, biterdi iş.
E. Karataş: Hocalarınız kimlerdi o dönem?S. Ersin: Yangına kadar müdürlük yapan bir hocamız vardı, Burhan
Toprak, Maraşal Fevzi Çakmak’ın damadıydı. Yangından sonra Avni
Başman vekaleten geldi, herşeyi düzeltmeye çalıştı. Darmadağın
olmuştuk. Bizim binamız yanmamıştı, orada devam ettik eğitimimize.
Bölümlerimizin çoğu şimdi rektörlük binası olan yerdeydi.
S. Atis: Mimar Ruşen Dora o binayı aslına uygun restore etti.
Dora’nın okula girişi bizim fakülteydi ama mimarlıkta devam etti.
E. Karataş: İçmimarlık eğitimi nasıldı?S. Ersin: İçmimarlıkta giriş sınavla oluyordu, belli sayıda
öğrenci alınıyordu. Bizim bölüme giremeyen öğrenci resme,
heykele girip sonraki sene yatay geçişle bizim bölümümüze
geçiyordu. Engel de yoktu, sadece öğrencinin iradesine
bağlıydı geçişler. İçmimarlıkta bir hayli yığılma olmuştu. Başa
çıkabilmek için bazı yöntemler geliştirdik, biz de. Cuma günleri
bölüme gelme şartı koyduk. Kim gelirse onun tashih’ini
yapacağız, gelmeyenin kaydını tutacağız, dedik. Her öğrencinin
kartonlara yaptığımız kayıtları vardı bizde. Bir öğrencinin okula
girişinden çıktığı güne kadar olan gelişimi, hangi dersleri,
projeleri, notları aldığını görüyorduk. Cuma günleri iki haftada
bir eskiz sınavı yapardık. İtalya’da gördüğüm bir yöntemdi bu,
burada da uyguladık. Okula girdiğim zaman çok az ders vardı.
Bunun yanı sıra gereksiz dersler de vardı, askerlik, artistik
anatomi dersi gibi. Lise muadili olan bir kısım vardı, o kısmı 8
derece ile bitirirseniz yüksek kısıma kabul ediliyordunuz.
S. Atis: Biz bir sene temel eğitimi aldıktan sonra sınava
devam edebildik. O dönemde Sadun’la aynı sınıftaydık.
S. Ersin: Baki Aktar ve bazı orta kısımdan gelme arkadaşlar,
yüksek kısım yokken, gidip askerlik yapıyorlar, iş adamı olyorlar,
yüksek kısım açılınca dönüp okula devam ediyorlardı. Ben
öğrenciyken, Baki Aktar bu durumda okula yeniden başlamıştı.
E. Karataş: Kendi döneminizle karşılaştırdığınızda meslekleilgili ne tür farklar görüyorsunuz?En önemlisi konsept olayıydı. Hocam diploma ödevi olarak inşaat
halindeki opera binasının fuayesini verdi. Sütunlar var, sütunları
biraz iyonik sütun gibi yapmaya gayret etmitşim. Olmaz böyle bir
şey, dedi hocam. Batıda onlar bırakmışlar böyle şeyleri. Biz Alman
mimarisini yapmaya çalışırdık. Hocamız Almanya’ya eğitime
gönderilmişti, İzmir’de bir paşanın torunuydu. Fakat o yıllarda
savaş çıkıyor ve hocamız muhtemelen orada pek bir şey
öğrenemiyor. Bir marangozluk okulunda okuyarak geliyor, mesela
marangozluk teknolojisini çok iyi biliyordu.
S. Uçku: İlk cemiyet başkanı kimdi?S. Atis: İlk cemiyet başkanlığını Baki Aktar’a verdik. Tüzüğü
ben hazırlamıştım. Cemiyetin ismi ‘Dahili Mimarlar Cemiyeti’
idi. O zamanlarda cemiyetin ismi ‘İçmimar mı olsun, Dahili
Mimar mı olsun?’ diye tartışıyorduk. O zamanlar içhastalıkları
gibi gelmişti bize. Hiç koymayalım dedik. Akademi’de de ‘Dahili
Mimarlar’ adı geçiyordu, hatta bizim diplomalarımızda da
‘Dahili Mimar’ yazıyordu.
E. Karataş: Cemiyet ne kadar süre faaliyet gösterdiktensonra Oda kuruldu?S. Ersin: 1954’ten 1976’ya kadar 22 sene. Halbuki o zaman
derneğimiz olsaydı 1954’te biz TMMOB’a giriyorduk. Bizi
istemeyenler vardı, diğer meslek örgütlerinden karşı çıkan
olmadı, mimarlar, arkadaşlarımız karşı çıktı. Kendi içimizden
bile karşı çıkanlar oldu.
S. Uçku: Askeri darbe tüm meslek odası ve dernekleri
kapattı, 1983’te tekrar açtılar.
S.Ersin: Bizim aleyhimizde Oda kurulmasın diye imza
verenler olmuş. Bize üvey evlat muamelesi yapanlar maalesef
mimarlardı.
S. Atis: İçmimarlar Odası kuruluşundan bahsediyorsak, bazı
isimleri atlamamız lazım: Reşat Sevinçsoy, Vedat Fer İzmir’de
yaşar, kıymetli eserler vermiştir. Sadun Bey benim ilk
hocalarımdandı. İlk ustam Sadun’dur. Biz üniversitede girdik
okula, Sadunlar ortaokuldan itibaren oradaydılar.
S. Ersin: Çabamız bir hayli eskiye dayanıyor aslında.
İçmimarlık isminin 3 aşaması oldu; önce ‘atölye’ deniyordu,
sonraları kürsü ve nihayet içmimarlık oldu. Bizim yıllarımızda
Akademi’ye ortaokuldan giriş vardı. Ben 1945’te yetenek
sınavıyla Akademi’ye girmiştim. Evlendiğim yıl Akademi’de
asistanlığa başladım, 1955 senesiydi. Akademi’ye asistan olarak
giren bir mimar arkadaş vardı.( Affan Kırımlı) Daha sonraki
yıllarda Perihan Talas geldi. Hayati Görkey derse pek girmezdi.
Baktık ki öğrenci adedi çok fazla, ben yalnız kaldım, asistan
sayısı artırıldı. Utarit İzgi’yi aldık, birkaç sene sonra ayrıldı. Affan
Kırımlı da ilk gelen öğretim görevlisiydi.
S. Uçku: Sadun Hoca, Türkiye’de içmimarlık mesleğinin ilk
bilimsel öğretmeni. İçmimarlık mesleğini ilk olarak bilimsel,
estetik temellere oturtan kişidir. Hayati Hocamız marangoz
kökenliydi, ahşap işlerinde uzmandı. O anlamda yararlanırdık
kendisinden ama başka konularda faydalanamazdık.
S.Ersin: Düşünün, Bauhaus diye bir ekol var, dünya bu
kelimeyle sarsılıyor. Öyle bir felsefe getirmişler ki; silmiş
süpümüşler her şeyi, yepyeni kurallar koymuşlar. Akademi’de
öğrenciyken Bauhaus kelimesini bırakın öğrenmeyi,
duymamışım bile. Halbuki sanat tarihi kitabı yazmış
hocalarımız vardı, hocaydı bunlar değil mi? Burada isim vermek
Ersin: “Öğrencilik dönemi hocam diploma ödevi olarak inşaat halindeki opera binasının fuayesiniverdi. Sütunlar var, sütunları biraz iyonik sütun gibi yapmaya gayret etmitşim.” Öğrencilik Dönemi
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 8988 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
Sadun Ersin mesleğe ilişkin pek çok yeniliği Türkiye’ye getiren,
çok yönlü bir kişilik; heykeltraş, ressam, müzisyen, tiyatro,
dekoratörü ve tasarımcı... lk gençlik yıllarından itibaren santur
çalan Ersin, kendi santurunu da kendi yapıyor.
Sanata ilginiz nasıl başladı?Yetenekliydim herhalde. Paşakapısı Ortaokulu’nda okudum.
Okulun çok yakınında, Mimar Kemaleddin yapıtı, çinili güzel bir
kütüphane binası vardı. Öğlenleri oraya gider, Michelangelo’nun
bir kitabını okurdum. Ondan etkilenerek alçıdan bir ‘nü’ yaptım.
Düşünün, o zamanlar, ortaokul öğrencisinin yaptığı bir nü’yü,
takdir edip, okulun dolabında sergileyebiliyorlardı.
Sanata olan ilginize aileniz destek verdi mi? Aydın, geniş ufuklu bir adamdı babam; inşaat malzemeleri satan
bir dükkanı vardı. Dükkana gittiğimde, alçılarla, kerestelerle oynar,
ortalığı perişan ederdim. Hiç unutmam, 11 yaşımda var yoktum,
Sadun ERSİN röportajı II
‘Öğrenmeye Ara Vermeden Ritmimi Tazeliyorum’
14 yaşından beri müzikle ilgilenen Sadun Ersin, kendi yaptığı santuru çalıyor.
E. Karataş: Akademi’ye başkanlık yaptığınız dönemi nasıldeğerlendiriyorsunuz?S. Ersin: Akademi Başkanlığı’na gelişimin hemen sonrasında
fiziksel olanaklarının geliştirilmesi başlığı altında bir yazı
yazmışım. Değişim için kişi önce kendini yenilemeli. Ben 1975
Ekim’inde Akademi başkanı seçildim, 3 yıl yaptım. Çok kötü bir
dönemde, tüm anarşik düzenin, kavgaların olduğu dönemde
yaptım. Kendime bu yazıyla bir hedef çiziyorum, bir plan
yapıyorum. Önce kendi kendimi değiştirmem lazım,
düşündüğüm şeyleri yapabilmek için… Bauhaus kurulduktan
beş sene sonra Akademi’de bölümler açıldı. Gelgelelim
Bauhaus’la ilgili hiçbir deneyim yoktu. Bauhaus adı anılmıyor.
İçmimarlık adının konması bile büyük bir aşamadır. Eskiden
dekoratör derlerdi.
E. Karataş: Döneminizin eğitim sistemini nasıl buluyorsunuz?S. Ersin: Bizim zamanımızda öğretim sistemi yeterli değildi. O
zamanlar sömestr yoktu, yıl usulü vardı. Bir proje birinci
dönemde bitmezse ikinci dönemde de devam ederdi. Hayati
Hoca küçük küçük projeler verirdi. Küçük bir dağ evi yapın derdi
mesela… Öğrenci on tane ödev almış, bir tane ödev yapmış, ama
yine de sınıf geçmiş. Bu projeler arasında bazı boşluklar,
eksiklikler gördüm. Hayati Hocam’a, her sene bir tiyatro dekoru
projesi verelim, dedim kabul etti. Birden bire bunu değiştiremem,
diye düşündüm; böyle alışmışlar, böyle gelmiş ama böyle
gitmemeli. Şöyle yöntemler geliştirdim: Senede beş ödev
veriyorsam, öğrenci dört ödev yapmışsa birini mazur göreyim,
dedim. Bir projenin hangi safhalardan geçeceğini, hangi
paftalardan oluşacağını ilan ederdik baştan. En sonunda bir pafta
eksikse sınıfta bırakırdım ben. Böyle de gaddardım. Ama bunları
yapmasaydım, o yıllarda öğrenci yetiştiremezdim.
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 9190 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
grupta santur çalıyordum. Niyazi Sayın, Cahit Peksayar gibi
önemli ustalarla çalıştım, üniversite korosunda çaldım.
Akademi’nin son iki yılında konservatuara girdim. Santur
yapmayı yapa boza öğrendim. Hafife alınacak bir tarafı yok
müziğe olan ilgimin.
Mezun olduktan sonra neler yaptınız?Bir süre serbest çalıştım, restorasyona meraklıydım. Beykoz
daki Şeref Abad Kasrı’nın tavan çalışmasını yaptım. İtalya’ya
gitmeyi aklıma koymuştum, ailemin maddi imkanı yoktu,
restorasyon işinden kazandığım parayla İtalya’da bir sene
kaldım. Roma’da Mimarlık Fakültesi ve Güzel Sanatlar
Akademisi’ne yazıldım. Benim girdiğim mimarlık fakültesi, bir
doktora sınıfıydı. Doktora için iki sene kalmam gerekiyordu,
ama imkanım yetmedi, sertifika alarak döndüm. İtalya’ya
gitmeden önce, bizim okulda eğitim gören, İtalyan kökenli bir
arkadaşımız Gisella Danoy’la 3 ay İtalyanca çalıştım, çok az
temel dil bilgisiyle gittim İtalya’ya.
Roma’da üç ay İtalyanca öğrenip, o dilde eğitim almaktanbahsediyorsunuz, hiç kolay değil...Her gün bir karta yazdığım 25 yeni kelimeyi, her yerde okuyarak
ezberliyordum. Hayati Hocamız yetişmiş öğrencilere, yeni gelen
öğrencileri verir, onunla ilgilenmesini isterdi. Nasıl olsa öğretir diye
düşünürdü. Gisella’in yetiştirilme görevini bana vermişti. Gisella ile
gerçekten ilgilendim. O da İtalya’ya giderken yeğeni ile tanıştırdı
beni, ondan da İtalyanca birkaç ders aldım. Sonradan İtalya’da bir
aile hayatım oldu, eşim İtalyan’dı. Almanya’da bir sene kaldım, şu
anda İngilizce ders alıyorum, öğrenmeye ara vermeden ritmimi
tazeliyorum. Sonuna kadar, ara vermeden öğrenmek gerek. Her
zaman, bana yararlı olacak bilgileri almaya özen gösterdim.
İtalya’dan dönünce neler yaptınız?İtalya’dan dönmeden önce Hayati Görkay, “Sadun’a haber ver,
dönerse onu asistan olarak almak isterim”, demiş. Ben hemen
dönmedim, barut bitene kadar dolaştım, sonra döndüm.
Asistanlığım 1955’te başladı, o yıl evlenmiştim. Hayati Bey
derslere pek girmezdi, her şeyi bana bıraktı. Öğrenci adedi fazla
olunca, ben yalnız kalıdım, birkaç asistan daha almaya karar
verdik. Mimar Affan Kırımlı ilk gelen öğretim görevlisi idi. Utarit
İzgi de geldi, birkaç sene sonra ayrıldı.
Akademi’de eğitim verdiğiniz yıllar nasıl bir deneyim oldusizin için?İtalya’da çok şey öğrendim. Not ortalaması 30 üzerinden
verilirdi. Bazı derslerden 29 alırdım. Bunun için dil dışında
nitelikler gerekirdi. Sanat altyapısı lazımdı, bu da bende vardı.
İtalya’ya gidince, akademide abur cubur işler yapıldığını
gördüm. Hayati Hocama, her sene bir tiyatro dekoru projesi
babam benden hazırlanmamı istedi, “öğleden sonra sergiye
gideceğiz” dedi. Biz iki kardeşiz ama, babam, benim sanata olan
ilgimi farkedip beni götürmek istemiş. Nereye götürdü beni
biliyor musunuz? Güzel Sanatlar Akademisi’ne; orada Resim
Heykel Müzesi’nin resimlerinden oluşan muazzam bir sergi
açılıyor, babam da sergiyi görebileyim diye, beni alıp oraya
götürüyor. Düşünün, o dönem çocuğunu etkilemek için, heykel
sergisine götüren biri. Ben, Şeker Ahmet Paşaları, Hikmet Onatları
orada görüyorum. Babamın işyerinin bahçesinde, ıhlamur
ağacının gölgesinde, toz boyalarını Arap zamkı ile karıştırır bir nevi
guaj boya yapardım. Bir yaz günü bahçede resim yapıyordum.
İstanbul Milletvekili Ali Rana Tarhan geldi, bizim eve yakın
otururdu, babama, “bu çocuğun yeteneği var, bunu Akademi’ye
yazdırın” dedi. Ben Heykel Bölümü’ne girmek istiyordum ama
“orada hayat yok” diye İçmimarlık Bölümü’ne yazdırdılar. Aslında
ben heykeltraş olmak istiyordum. Hayata heykeltraş olarak
başlasaydım, bugün daha iyi yerlerde olurdum.
Akademi’ye giriş sistemi nasıldı o yıllar? Bizim yıllarımızda Akademi’ye ortaokuldan giriş vardı. Ben
1945’te yetenek sınavıyla Akademi’ye girdim. O yıllarda, Sabri
Berkel Hoca İtalya’dan yeni dönmüştü. Sabri Hoca; ressam,
dinamik ve kültürlü bir adamdı. Bizim galeri hocamız olmuştu.
Galeri demek, Cumartesi dahil her gün 3’er saat çalışmak
demekti. Bu bir yıl boyunca Sabri Bey’den önemli altyapı
edindik. Sanatın bütün alanlarını besleyen bir altyapıydı, bu.
Sabri Bey sadece atölye çalışmalarını da yeterli görmezdi. Hafta
sonu ev ödevleri verirdi. Pazartesi gittiğimizde bu hafta neler
yaptın; sinemaya, sergiye, tiyatroya gittin mi, diye sorardı. Biz, o
altyapıyla sanatçı olduk. 5 yıllık eğitimim süresince, en fazla
bilgi edindiğim yıl, ilk yılımdır.
Müzikle de ilgileniyorsunuz değil mi?1944’ten itibaren müziğin içindeyim aslında. Çengelköy’de,
Beylerbeyi’nde önemli hocalarla çalıştım. 17 yaşındayken bir
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 9392 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
kullanmıştım, YÖK’ten sonra ‘Endüstri Tasarımı Bölümü’ olarak
değiştirildi.
Akademi başkanlığı da yaptığınız değil mi?Evet, 1975 Ekim’inde Akademi başkanı seçildim, 3 yıl yaptım.
Anarşik düzenin, kavgaların olduğu, çok kötü bir dönemde yaptım.
Akademi Başkanlığı’na gelişimin hemen sonrasında ‘Fiziksel
olanaklarının geliştirilmesi’ başlığı altında bir yazı yazmıştım.
Değişim için önce kendini yenilemek gerek… Bakın, kendime bu
yazıyla bir hedef çiziyor, bir plan yapıyorum. Düşündüğüm şeyleri
yapabilmek için, önce kendi kendimi değiştirmeliyim.
Neleri değiştirmeye çalıştınız?O dönem, yönetim kurulunun adı profesörler kurulu olduğu için,
doçentler yönetim kuruluna katılamıyorlardı. Bu kadar zayıf
mantık olur mu, düşünebiliyor musunuz? Müdahale ettim,
doçentlerin de yönetime katılması gerektiğini söyledim.
Temsilcileri çağırdım, oy hakkı verdim. Bütün bunlar
Akademi’nin tamamı için yaptığım bazı şeylerdi. Şurada aldığım
notlara bir bakın. “Günümüz sanatının felsesi, eğitimin sağlam
temellere oturtulması, kültürel eylemlerin yoğunlaştırılması,
kültür ateşeleriyle ilişkileri geliştirmek” başlıkları atmışım...
İtalya’dan döndüğünüz zaman, nasıl bir Akademibuldunuz?Asım Mutlu’dan sonra Akademi’de bir suskunluk dönemi oldu.
Sanki, ben seçilinceye kadar, Akademi’nin üzerine ölü toprağı
serpilmişti. İstanbul’da etkinlikler yapmak, buradaki kültür
ateşeleriyle iletişim halinde olmak gerekliydi. Sırası gelmişken
küçük bir anekdot anlatayım: “Sovyetler Birliği, bizde bir resim
sergisi açmak istedi. Çok sevindik tabii, çalışmalara başladık,
Bölümler arası ilişkileriniz nasıldı?Bizim diğer kurumlarla ilişkimiz yoktu, kimse Tatbiki’ye girmezdi. İlk defa ben ilişkikurdum. ‘Türk Güzel Sanatlar Vakfı’nı kurup, başkanlığını da ben yaptım. Vakıf’ta kimlervardı bakın: Topkapı Sarayı Müdürü, Arkeoloji Sarayı Müdürü, Arkeoloji Müzesi Müdürü,İstanbul Belediye Başkanı’nın eşi Reha İsvan, Fahri Korutürk’ün eşi Emel Korutürk. EskiCumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fuat Bayramoğlu. Bir kurumu yücelten oradaki öğretimüyelerinin kalitesidir. Ben öyle değerli hocaları aldım ki okula; Grafik Bölümü’ne BülentErkmen’i aldım. Süleyman Saim Tekcan’a serigraf atölyesini ben açtım. Onlar, Gazi Eğitimmezunuydu, bizde onları hakir görürler, Akademi’deki hocaların burunları kaf dağındadır.Çok ünlü bir hocamız ismini vermeyeyim, Onlar ‘ar minor’, küçük sanat yapar derdi.Akademililer, major diğerleri minor… Bilmiyor ki; bizim bünyemizde de ‘ar minor’yapanlar var: Tekstil var, içmimarlık var, seramik var, grafik var. Ressam değiliz, resimyapmıyoruz, heykel yapmıyoruz, biz. Ben bunu da kırdım.
‘Bir kurumu yücelten oradaki öğretim üyelerinin kalitesidir’
verelim önerisinde bulundum, kabul etti.
Öğrencilerden, tiyatroya uygun bir eser
seçmelerini ve onu tiyatroya
uyarlamalarını istiyordum. Bana hazır,
özetle geliyorlardı. Projeyi inceler,
genelde de kabul ederdim. En sonunda
da maket yaptırırdım. Maketleri koymak
için, teknoloji atölyesinde bulunan
Romen marangozumuz, Babuş’a
ıhlamur ağacından bir sanhe ağzı
yaptırdım. Yapılan maketleri onun içerisine
yerleştirir, fotoğraflarını çeker, hatta ışıklandırırdık. Bakın
içimde bir uktedir: Keşke ben daha iyi hocaların elinde
yetişseydim, o zaman daha iyi bir öğretmen olabilirdim.
İtalya’da yaşamamış, oradaki yaşamı, tasarım olayını görmemiş
olsaydım, yine buradaki gibi devam ederdim, belki... Ben yurt
dışına çıkmayı tercih ettim.
Sizlerin döneminde alınan içmimarlık eğitimininasıl değerlendiriyorsunuz?‘Akademi’ye Tanıklık’ kitabında da yazmıştım bunları...
Estetik dersinde bir sınav yapıyorduk, sorulan
sorulardan biri şöyleydi: “Bir tekstil fabrikası, tül yapacak.
Bunun üzerine top mu resmedersiniz, yoksa tüy mü
koyarsınız?” Sanatla ilgili insanlara böyle estetik dersi
verilir mi? Absürd bir şey bu. Bize estetiğin kurallarını
anlat, felsefesini öğret... Yıllarca, felsefe dersini müfredata
koydurdabilmek için uğraştım. Tiyatro dekorlarının
kurulmasına öncülük ettim. Meslekle ilgili pek çok alana
isim babalığı yaptım. ‘Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek
Okulu’ ismi benim bulduğum bir isimdir. Nişantaşı’nda Özel
Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu vardı. 1972’de devlet
kurumlarına bağlanmıştı. Daha sonra, bölge itibarı ve bize
yakınlığı dolayısıyla Akademi’ye bağlandı. Okulun ismini ben
güncelleştirdim. ‘Endüstri Tasarımı ürünleri’ ismini de ilk ben
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 9594 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
davetiyeleri postaladık. Girişteki mermer salonda Sovyetler’den
gelen kolileri istifledik. Sonra bir baktık ki, gele gele Rusya’daki
resimlerin fotoğrafları gelmiş. “Biz burada fotoğraf sanatının
fotoğraflarını açarız, resim sanatının fotoğraflarını açtırmayız”,
dedim. Resimlerin orijinallerini istedim, asılları göndermek yerine,
kolilerini toplayıp gittiler.” Bir bu sergiyi, bir de İtalyanlar’ın bir
sergisini açtırmadım. Daha önce Ankara’da açtıkları bir sergiydi.
Broşürlerine baktım çok zayıflar; bizim Akademi camiasına ve
öğrencilere bir şey kazandırmaz, hatta bozardı, sergiyi açmayı
reddettim. İtalya ateşesi zehir zemberek bir mektup yazdı bize…
Ama ben durur muyum, aynı şekilde cevap verdim. Daha sonra
yerine gelen hanım ateşeyle iyi anlaştık, çok güzel işler yaptık.
‘Design İtalya’ diye bir sergi düzenledik. Düşünün, sergilenecek tüm
eşyaları iki salona yaydık. Her yana ipler gerdik, eserler çalınacak
diye çok korktum. Düşünün sanatı böyle koruyan biriyim, ben.
Şekilde bir Japon ressamın sergisini de, bize birinci sınıf sanatçılar
lazım, diyerek reddettim. Bunun dışında bürokratik yapıyı
hızlandırmak için yöntemler geliştirdik. 1983 bizim 100. kuruluş
yıldönümümüzdü, 1983’e kadar büyük çaplı kutlamalar yaptık, bu
kutlamalar zamanla azaldı, bırakıldı. Bugün, İKSV, Akademi’nin
yapması gereken sergilere ev sahipliği yapıyor. Oysa, biz temel bir
kurumuz, bizim düzenlememiz gereken etkinlikleri başka kuruluşlar
sahipleniyordu. 2 Ekim 1975 yılında Akademi Başkanı seçildim.
Akademi’nin dışa açılması gereği üzerinde çalışmalar yaptık. 1.
İSTANBUL SANAT BAYRAMINI düzenledik. Akademi vazgeçti,
başkaları sergi düzenliyor... Uluslararası sergiler, sempozyumlar
düzenledik, etkinlikleri bütün dünyaya yaydık. Düzenlediğimiz
sergilere ve sempozyuma önemli insanlar geldi; dönemin Kültür
Bakanı geldi. Doğan Kuban, Bülent Tarcan, Cahit Karakaş, Bozkurt
Güvenç, Aziz Nesin, Ahmet Taner Kışlalı, Cahit Kınay, Emre Kongar,
Haldun Taner gibi isimlerle çalıştık.
Hep arayan, yenilikçi bir yanınız var değil mi?Evet. Mesela, bir sayfalık bir izleme fişi hazırladık, bu fiş elden ele
dolaşır, herkes düşüncesini yazardı. Bürokratik işlerde o kadar hız
kazandık ki, inanamazsınız. Bugün üniversitelerde yüzlerce
personel var, benim zamanımda bir elin beş parmağını geçmezdi.
Rektörlerin iki üç tane yardımcısı olur, ben tek başınaydım. Bu
dönem zarfınca derslerimi bile aksatmadım. Ankara’ya gitmem
gerektiğinde, çocuklara telafi dersi veriyordum. Tiyatro,
Geleneksel Türk El Sanatları ve Endüstri Tasarımı Bölümü’nü ve
fotoğraf bölümü’nü kurdum. Memurlar sandığı yine o dönem
kuruldu. İhtiyacı olanlar oradan para çekiyordu, bilmiyorum hala
yaşıyor mu, yaşaması lazım.
Öğrencilerinize neyi vermek istediniz?Onlara ‘tasarım’ yapmayı aşılamak istedik. Bir yere kadar
başarabildik. Çevremizde buna yatkın öğrenciler oluyor, ama
piyasada öyle kötü işler çıkıyor ki; Çankaya’yı, saray gibi
görmeye başladılar.
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 101100 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
Bir tasarımcı olarak, hayallerinin pek çoğunu gerçekleştirdiğini
söyleyen endüstriyel tasarımcı ve içmimar Önder Küçükerman,
hatalı işlerin insanlığa ve doğaya büyük zararlar verilebileceğini
dile getirdi. Küçükerman, bu ortam içinde içmimarlık mesleğini
sürdürenlerin üzerindeki risk ve sorumluluğun çok büyük
olduğunu düşünüyor
Tasarıma olan ilginiz nasıl başladı?Çocukluk yıllarım İzmir-İstanbul arasında geçmişti. Aslında tasarım
konusunda aldığım ilk uyarıları İzmir ve NATO’ya borçluyum,
diyebilirim. Çünkü 1950’li yıllarda İzmir’de NATO kurulmuştu. Buna
bağlı olarak da çok etkin bir Amerikan haberler merkezi, zengin bir
kitaplık ve sonuçta doğal olarak da sokaktaki insanı ilgilendiren bir
Amerikan Pazarı açılmıştı. Dolayısıyla ilk kez o kitaplıkta “Do it
Yourself” dergilerini gördüm, “Design” ve “Industrial Design”
olaylarını izledim. Orada bu konuda karşılaştığım en yeni dergiler,
kitaplar ve plaklar hepimizi ve tabii beni çok etkilemiştir. Adeta
Önder KÜÇÜKERMAN röportajı
‘Ülkenin Tasarım Sorunlarını DoğruÇözen Akıllı İnsanı Yetiştirmeliyiz’
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 103102 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
İçmimarlık Bölümü’nün sizdekigeçmişini özetler misiniz?Ben 1960-1965 yılları arasında
Akademi’de okudum. O yıllar
Türkiye’de birçok değişimin
etkinleşmeye başladığı yıllardır.
Akademi’de her şey anlatılıyordu da
kendi okulumuzun ve mesleğimizin
geçmişi pek incelenmezdi.
Acaba bizim bölüm nasıl bir geçmişe
sahipti? Kişisel araştırmalarıma göre
1914 yılında Avni Lifij’in kuruduğu bir
“Garb Tezyini Sanatları Şubesi” adında bir bölümdük. Yani bir
yandan Birinci Dünya Savaşı başlarken bizde yeni bir meslek
kurulmuştu. Sonra 1929 yılında Avusturya’dan Viyanalı mimar
Pilliph Ginther bölüm başkanı olmuş ve eğitimi “Tezyini Sanatlar
Şubesi, Dâhili Mimari Atölyesi” biçimine dönüştürmüş. Bir bakıma iç
mimarlıkta Bauhaus ekolünü Akademi’ye getiren isim de odur.
Daha sonraları 1939-1945 yılları arasında, Fransa’da çok önemli bir
isim olan Marie Louis Süe’nün, İkinci Dünya Savaşı yıllarında
Akademi’ye “Dekoratif Sanatlar ve Dâhili Mimari Şubesi Şefi” olarak
geldiğini öğrendik. Kendisi ressam, mimar ve dekoratörmüş.
Fransızların yaptığı ünlü Normandia transatlantiğinin tasarımında
yer almış, mobilyadan, kozmetik şişelerine, kapı kulplarına kadar
tasarımlar yapmış bir isimdi. Süe, Art Deco’nun kurucularından ve
1925 yılında Paris’te açılan Dekoratif Sanatlar Fuarı’nda adına
pavyon kurulmuş birisiydi. Bu bakımdan Türkiye’ye hem Fransız
ekollerini, hem dekoratif sanatlar, hem sanayi, hem de “lüks
imparatorluğu ürünü tasarlama” kavramlarını getirmiştir. Ayrıca
Fransa’da mobilya endüstrisini yaygınlaştırmak için çalışmıştır.
Nitekim o yıllarda Akademi’de yaptırdığı öğrenci projelerinde de
hep bu düşüncelerin izleri görülür. 1955 yılında da bölümümüzün
adı “Dekoratif Sanatlar Bölümü, İç Mimari Atölyesi” olarak
değişmişti. Ama benim 1965 yılında aldığım diploma belgemde
hala “Dâhili Mimari Bölümü” adı yazılıdır. İşte böyle ilginç özellikleri
olan ve sürekli değişim geçiren bir bölümdeydik ve sürekli
değişiklikler yaşanmıştı.
Hangi hocalardan eğitim aldınız? Sonuçta daha ilk sömestrde çok değerli hocalara sahip
olduğumuzu anladık. Örneğin, Sabri Berkel İtalya’da öğrenim
görmüş bir Rönesans adamıydı. Hayati Görkey, Münih Devlet
Tatbiki Sanatlar Mektebi’nde okumuştu, Bauhaus ve Avusturya-
Alman ahşap ekolünün ahşap ustalığının önemli bir temsilcisiydi.
Utarit İzgi, Galatasaray’ı temsil ediyordu. Sedat Hakkı Eldem, Osman
Hamdi’nin soyundan geliyordu. Akademi binasının mimarisi de ona
aitti. Burhan Toprak, Asım Mutlu, Emin Barın, Şeref Akdik, Kenan
Temizan gibi eski ve büyük isimler, Sadun Ersin, Gevher Bozkurt,
Sadi Öziş, Hamdi Şensoy gibi o dönemin tüm genç ve çağdaş kuşak
hocalarımız İtalya, Avusturya, Fransa, Almanya’da eğitim görmüştü
1964, Fotograf Studyosu proje detayı 5 c laboratuvar banyosu.1964, Fotograf Studyosu proje detayı.başka bir dünyadaki yenilikleri izleyebiliyorduk.
Bu merkezden İzmir’deki okullarda gösterilmek üzere sinema
filmleri ve makineleri gönderiliyordu. Teknik konulara ve fotoğrafa
çok ilgim vardı. Bu konu da beni çok çektiği için ilgi gösterdim,
sonuçta 16 milimetrelik film oynatan Victor marka sinema makinesi
artık bendeydi. Bir bakıma bana zimmetlenmiş gibiydi. Herhalde
güvenilir bulmuşlardı. Böylece ortaokulda öğrenciyken Amerikan
Haberler Merkezi’nden gelen filmleri okullarda göstermeye
başladım. Bu yüzden devamlı olarak konuyla ve en yeni olaylarla
yakın oldum.
1959 yılında Lise sona eriyordu ve artık bir meslek seçmemiz
gerekiyordu. İlgi alanımın içinde olduğu ve İngilizce olarak adını
bildiğimiz “Design” ile bağlantılı bir meslek seçmek istedim.
Ama Türkiye’de öyle bir eğitim veren kurum yoktu. O
dönemlerdeki koşullar altında hemen herkesin hedefi
mühendislik ve mimarlıktı. Benim isteklerime göre ise
İstanbul’daki Güzel Sanatlar Akademisi ve “Dâhili Mimarlık
Bölümü” en uygun ve yakın alan olarak görülüyordu. Sonuçta
1960’ta Akademi sınavına girdim. Sonuçlar açıklandığında
listenin sonundan yukarı doğru bakıp ismimi aramaya başladım.
Yukarıya doğru üçüncü sıraya geldiğimde korkum arttı, hala
ismime rastlayamamıştım, hatta biraz ter basmıştı, ama sonra
gördüm ki, bölümü birincilikle kazanmışım. Böylece Güzel
Sanatlar Akademisi öğrenciliği hayatım başlamış oldu.
O yılların Akademi’si nasıldı?Akademi’nin bulunduğu caddenin adı “Meclis-i Mebusan
Caddesi”ydi. Akademi’nin ilk adı olan “Sanayi-i Nefise Mektebi
Alisi” de, sadece tarihi bir miras değildi, Türk sanatını ve
yaratıcılığını ortaya çıkaranların enerji kaynağıydı. Fındıklı ve
çevresinin, 1850’lı yılların değişim ortamı içinde hayat
bulduğunu, o bölgede bulunan Dolmabahçe Sarayı, Tophane
gibi yapıların aslında Osmanlı Devleti’ndeki büyük teknik
gelişmelerin sembolü olduğunu öğrendik. Bizim Akademi
binalarının da, İmparatorluğun sultanları için yapılmış “Çifte
Sarayları” olduğunu ve modern bir hayatı temsil ettiklerini
gördük. Unutmamak gerekir ki, Osmanlı Devlet erkânı ve
padişahlar bu binaların önünden geçer, Karaköy Köprüsü’nden
sonra parlamentoya gidermiş. Ayrıca Osmanlı’nın “son meclisi”
de bizim Akademi binasıydı. Cumhuriyet kurulduğunda yeni
devletin Güzel Sanatlar Akademisi böyle önemli bir binaya
yerleştirilmişti. Atatürk’ün, bize bu binayı vererek Güzel Sanatlar
Akademisi’nin ve sanatın modern Türkiye için önemli rolleri
olduğunu göstermek istediğini anlamıştık. Bu bakımdan
okulumuzun dört dönemi olduğunu da öğrenmiştik. Başlangıçta
imparatorluğun sanatı, sonra imparatorluğun sonu, Türkiye
Cumhuriyeti ve 1950’den sonraki yeni dönem.
Dolayısıyla hocalarımız bizlere, okulumuzun Türkiye’deki
sanat ortamının temel mirasını ve sorumluluğunu taşıdığını, açık
olarak, ama büyük bir tevazu içinde anlatırlardı. Büyük bir yük
taşıyorduk ve çok sorumlu olmalıydık. O yüzden Akademi’deki
her şey çok farklıydı.
1962, 1. Proje Somine cevresi perspektifi.
Fotoğraflar: Önder Küçükerman arşifi.
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 105104 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
Nitekim, bizler 1960 kuşağı olarak, gerçek konularda çalışmaya
başladık. Örneğin, ülkede her yıl bir milyon iskemleye ihtiyaç
olduğunu görüyorduk. İşin ilginç tarafı, bunu üretecek bir sanayi de
yoktu ama ihtiyaç bir biçimde sağlanıyordu. Nitekim benim
öğrencilik projelerim önceleri şöyleydi: Ev, sinematek ve benzeri
konular. Sonraları ise şöyle olmuştu: Şişli’de profesyonel fotoğraf
stüdyosu. Laleli’deki tarihi Çukurçeşme Hanı’nın otel olarak
düzenlenmesi. Bu projede gerçekten binanın mimari restorasyonu
ele alınmıştı. Diploma projesi ise İstanbul Yeşilköy Havaalanı’nda
(Bugünkü Atatürk Havaalanı) gümrüksüz satış mağazaları
sistemiydi. O projeleri o kadar ciddiye almıştık ki, örneğin han
restorasyonu projesi için İstanbul Belediyesi Başkanlığı’ndan Turgut
Cansever de projenin danışmanıydı. Çünkü projede her şeyin tam
ve gerçek olması isteniyordu. Ya da havaalanı projesinde germe
çelik tel askılı taş merdivenlerin en küçük statik hesapları bile
hazırlanmıştı. Bizler işi bu kadar ciddiye alırken günlük hayatta işler
başkaydı. Örneğin Akademi’den mezun olunca hangi alanda iş
yapacağımızı bile hala açık olarak bilmiyorduk. Nitekim İstanbul’da
ilk içmimarlık işi olarak Galatasaray Lisesi karşısında yer alan bir
çorap mağazasının vitrin tasarımı gazetelerde yer almıştı. Çünkü
1964 yılında bir içmimar o çorap mağazasının vitrin tasarımını
yapmıştı. Hepimiz “… Demek ki içmimarlar olarak gelecekteki işimiz
vitrin tasarlamaktır…” diye düşünmüştük… 1960’lı yıllarda özellikle
içmimarlık alanında Türkiye’de ilk kez endüstri desteğine ihtiyaç
duyuldu. Çünkü yeni yatırım konuları başlıyordu. Örneğin hocamız
mimar Sedad Hakkı Eldem, İstanbul Hilton Oteli’ni yaparken,
tasarladığı yeni mobilyaları yaptırabilmek için “Moderno” firmasının
ortaya çıkması gerekmişti. Bu firma ve kurucuları olan iki isim
Türkiye’de mobilya endüstrisinin kurulmasında çok önemli roller
oynamıştır. Çünkü kurucusu ve sahibi iki Akademili kişiden mimar
Fazıl Aysu ve ortağı içmimar Baki Aktar, turizm tesisleri ve ev
mobilyası alanında büyük projelerde rol almışlardı. Böylece daha
sonra Akademi’den Sadri Öziş ve Gevher Bozkurt hocalarımızın
kurduğu “Kare Metal” şirketi ortaya çıktı. Bu mobilya şirketinin adı
da o yıllarda ilk kez üretilebilen kare profil çelik borulardan
gelmektedir. Çünkü bu borular çok kıymetliydi ve uzun yıllar
boyunca mobilya ve iç mimari uygulamalarının yıldızı olmuştur. O
zamanlar İzmir Enternasyonal Fuarı özellikle Akademililer için çok
1964, Fotograf Studyosu Maket detayı.
1965,CukurcesmeHanı Orta Avluperspektifi.
ve bu yüzden bize batıya yönelik yoğun ve özgün bir eğitim
veriliyordu. Kişisel olarak projelerimdeki mimari teknik çizim
disiplinini ve standardını ise o yıllarda bölümümüzün yeni
hocalarından Utarit İzgi ve Hamdi Şensoy’a borçluyum.
Nasıl bir öğrencilik geçirdiniz?Hem çok keyifli hem de çok zor bir öğrenciliğimiz oldu. Çünkü o
yıllar Türkiye’nin yokluklar yıllarıydı. Örneğin, en basitinden, iyi bir
çizim kâğıdı bulma sorunumuz vardı. İyi bir sulu boya bile yoktu.
Yani yokluklar içindeydik. Nitekim bizden hemen önceki kuşağın
kâğıt ihtiyacı için Akademi yönetiminin Ankara’dan eski Türkiye
haritalarını istediğini, onların arkasının resim kâğıdı olarak
kullanıldığını görmüştük. Biz de İstanbul’da bir iki özel mağazada
bulabildiğimiz ilk proje kâğıtlarını düzleştirmek için bantla çizim
masasına yapıştırır, gerginleşip düzelmesi için üzerini ıslatır
kuruturduk. Projeyi de bu kâğıdın üzerine çizdiğimiz için
tamamlanıncaya kadar masadan ayıramazdık. Projeleri
renklendirirken, boya ve renk için de ıhlamur, soğan, çeşitli çiçek
sularından boya elde ederdik. Nasıl oluyorsa iyi çini mürekkebi
bulunuyordu. Onu da sulandırır boyalara katardık. Çok özenli
arkadaşlarımız bu hazırladıkları boyaları tülbentten süzer, küçük
şişelere doldurarak hazırlar, kullanırdı. 1965’li yıllardan sonra doğru
düzgün çizim malzemesi edinebilmeye başladık. Bizden daha
önceki yıllarda ise ülkedeki proje konuları şöyleymiş: “Zengin bir
kadının yatak odası”, “Bir seyahat şirketi ofisi”, “Bir şehir oteli”. Bu eski
projeleri Arkitekt dergisinden izleyebiliyorduk. Bu projeler de çok az
sayıdaki tanınmış yabancı ve ünlü mobilyacı marangozlar
tarafından aylarca süren çalışmalardan sonra hayata geçerdi. O
zamanlar Akademi içinde ve dışında iç mimari projelerine iki türlü
bakış vardı. Gelenekselciler, işe bir tür “Dekoratif Sanat” olarak
bakıyordu. Proje konuları, ülkenin toplumsal konuların
gerçeklerinin dışında veya önünde tutulurdu. Örneğin “İstanbul
adaları için çeşme” veya “sebil” tasarlanması istenirdi, ama çeşmenin
suyunun olup olmadığı önemli değildi. Yeni kuşak, işe gerçek
“içmimarlık” olarak bakıyordu. Bizler bu iki kesim arasında kalmıştık.
Bizim kuşak ise ekonomik sosyal konut gibi güncel içmimarlık
konularına önem veriyordu. Kısacası çevremizdeki tasarım olayı,
ülkenin gerçek yaşamının ihtiyaçlarıyla iç içe görülmüyordu.
Fotograf Studyosu Cekim Atolyesi perspektifi.
1964, Fotograf Studyosu Karanlık Oda perspektifi.
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 107106 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
İtalya’dan vida, dübel getirirdi. İç mimaride kullanılan malzemenin
büyük kısmı yurt dışından sağlanıyordu. Diğer yandan yeterli soğuk
depo bulunmadığı için elmalar, limonlar Ürgüp’te kiralanan
mağaralarda depolanırdı. Bu yüzden mağaza raflarıyla bağlantılı
olarak büyük miktarda ambalajlama tasarımının teşviki
gerekiyordu. Çünkü ambalajsız ürünler bizim standart raflara
konulamıyordu. GİMA’nın raflarında ürünleriyle yer almak isteyenler
zorunlu olarak ambalaj tasarımını da yaptırmak zorundaydı. İnşaat
malzemesinde de sorunlar vardı. Sonunda GİMA, beğenilen bir
içmimarlık projesi olmasının dışında Ankara’nın sosyal merkez
mekânı gibi oldu. Biz büyük mağaza olarak tasarlamıştık, ama
sonuçta gençlerin buluşma noktası olmuştu. Hatta bir süre adı şaka
yollu “Evlendirme Dairesi” olarak anıldı.
GİMA projesi günümüzdeki bir alışveriş merkezi gibiydi, barında
ithal içkiler bulunur, insanlar içerler, müzik dinlerdi. Kendi içinde
özel bir matbaası vardı, günlük indirim, kampanya duyuruları
posterleri burada basılır ve her gün değişirdi. Binanın girişinde
Kuzgun Acar’a bir soyut heykel yaptırmıştık, ama sonra söküp
kaldırdılar, nerede olduğunu bile bilmiyoruz.
Ama yine de 1966 yılında içmimarlık mesleğini destekleyecek
yaygın bir endüstri hala yoktu. Bu yüzden ben de “Endüstri yoksa
yeni ürün tasarımı da olamaz” başlıklı yazılar yazıyordum.
1970 Yılında Yeni Bir Eğitim Başlatıldı: İçmimarlık ve EndüstriTasarımı Bölümü. Bu değişim nasıl oldu?1970 yılında ilginç bir gelişme oldu. Türkiye’deki özel yüksekokullar
kapatıldı ve değişik bölümleri değişik üniversitelere bağlandı.
Akademi’ye de mimarlık ve içmimarlık bölümleri bağlanmıştı ve
bunların yeniden düzenlenmesi gerekiyordu. Bu durum bizler
açısından büyük bir itici güç oldu. Çünkü “İç Mimarlık ve Endüstri
Tasarımı Bölümleri”ni önce birleşik isimli olarak, sonra da ayrı isimler
altında kurmak için girişimlerde bulunduk. Sonunda ilk adım olarak
Akademi’ye bağlı “Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu”
(İDGSA, UESYO) kuruldu. Yanında da Mimarlık Yüksek Okulu (İDGSA,
MYO) kuruldu. Ama aslına bakılırsa ortada Endüstri Tasarımı diye bir
sözcük yoktu. Sadece “Industrial Design” biliniyordu. Yeniliğin adı
böylece konuldu. Biz de Türkiye’deki ilk “Endüstri Tasarımı
Bölümü”nü kurmuş olduk. Akademi Başkanı değerli hocalarım
Feridun Akozan ve Prof. Dr. Safa Erkün 1971 yılında İçmimarlık ve
Endüstri Tasarımı Bölümü’nü kurma görevini ve Bölüm Başkanlığı
görevini bana verdiler. Böylece akademik ve mesleki kariyerimin
yönü birden değişmiş oldu. Sonuçta 1971 yılında başlayan Endüstri
Ürünleri Tasarımı Bölümü Başkanlığı görevim 2005 yılına kadar
kesintisiz olarak devam etti. 2005 yılında zaten yaş sınırından
emekli olmuştum.
O yıllarda Türkiye’de içmimarlık mesleğine nasıl bir bakış açısıhâkimdi?Türkiye’de 1920’lere kadarki iç mimarlık düşüncesinde Osmanlı
İmparatorluğu tasarım mirasının etkisi sürüyordu. 1920’lardan
sonra Cumhuriyetle birlikte Batı etkisi güçlenmeye başladı. İkinci
Dünya Savaşı’nın yaşandığı 1939-1945 yılları arasında doğal olarak
yokluklar ve ekonomik sıkıntılar yüzünden ciddi bir gerileme
yaşanmış ve ülkemiz içine kapanmıştı.
1950’lerden sonra 1960’lı yılların ortalarına kadar, Osmanlı
tasarım mirasını taşıyan geleneksel mobilya ustaları hemen bütün
işi yapardı. 1960’lı yıllarda mobilya sanayiinin en temel ürünü olan
ilk demir boru ve profillerin yapıldığını duyduğumuzda çok
şaşırmıştık. İstanbul, Karaköy’de bir hırdavatçının sac levhaları kesip
kaynaklayarak bu boru profilleri yaptığını söylediler. O hırdavatçı
sonunda neyi yarattı biliyor musunuz, Borusan. Türkiye yeni baştan
sanayileşirken mobilya deyince akla ahşaptan başka malzeme
önemliydi. Çünkü fuardaki pavyon ve stantların iç düzenleri
yapılırdı. Bunların her yıl daha büyük ve etkili projeler olması yarışı
vardı. Nitekim sınıf arkadaşlarım ile öncelikle fuarlar için çok sayıda
mobilya tasarımı ve iç mimari projesi yapardık. Özellikle
Akademi’deki herkes yaz günlerini planlarken Temmuz ve Ağustos
aylarında İzmir’de olacağını hesap ederdi.
Ve akademik hayata başladınız...1965 yılında Akademi diplomamı aldığımda okulumdan asistanlık
çağrısı almıştım. Ancak benim açımdan ilginç bir durum vardı.
Türkiye’de sanayileşmedeki gelişmeler yüzünden hocam Utarit
İzgi’ye o tarihte Türkçe adı bile olmayan “Industrial Design” eğitimi
konusuna yönelmek istediğimi söyleyince, bana Mimarlık
Bölümü’nde İnce Yapı asistanlığı önermişti. Sonuçta hem Mimarlık
Bölümü’nün İnce Yapı Asistanlığı, hem de İçmimarlık Bölümü’nün
proje asistanlığı görevine atandım. Böylece mesleğimizin iki değişik
ucunda birden yer almış oluyordum. Böylece yıllarca iki ayrı dalda
birden çalıştım. Ama Akademi’ye asıl giriş nedenim olan “Industrial
Design” sözcükleri hiç kafamdan çıkmıyordu. O yıllarda Türkiye’de
ofis konusu yaygınlaştığı için en çok madeni mobilya üretimi
yaygınlaşıyordu. Başı çeken de “Masis”, “Nurmetal” ve Koç
topluluğunun şirketi olan “Bürokur” gibi büyük şirketlerdi.
Üstelik Bürokur, Knoll temsilciliği ile 1960’ların
sonuna doğru kurulmuştu. Bu
girişimlere bağlı olarak da
öncelikle madeni
mobilya sanayii
gelişiyordu. Yani yeni
işyerleri için tasarım
olayına ihtiyaç
başlamıştı. O yıllarda
Türkiye’deki resmi kurumların iç mekânların donatılmasındaki tek
ve en önemli kuruluş “Devlet Malzeme Ofisi” idi. Bu gelişmeler
karşısında küçük ve ünlü usta mobilyacılar dönemi sona ermeye
başlamıştı. Sunta levha gibi geliştirilmiş ahşap üretimi ile birlikte
ahşap mobilya sanayii de ortaya çıkmaya başladı.
Siz o sıralarda ne tür projeler yapıyordunuz?Akademi’deki asistanlığımın ilk yılında, Eyüp’teki Kelebek Kontrplak
şirketi beni davet etmiş ve suya dayanıklı pres kontrplak ile yapılmış
bir mobilya serisi tasarlamamı istemişti. Yani bir mobilya ihtiyacının
ve sanayiinin doğmakta olduğu görülüyordu. İsviçre’de yaptırılan
özel alüminyum kalıplar getirilerek denemeler yapıldı, ve benim
tasarladığım prototipleri, suya dayanıklı kontrplak malzemeyle
hazırladık, üstelik fabrikanın girişinde camlı büyük bir akvaryum
yaptırıp bu mobilyaları suyun içinde sergilemeye başladık.
Mobilyaların suya girme tarihleri de yazılıyordu. Çünkü kimse
kontrplağın su içinde bozulmayacağına inanmıyordu. Oysa o
yıllarda yaygınlaşan sinema ve tiyatro salonu ile bürolar için böyle
ürünler gerekliydi. Asıl önemli projemiz ise şudur. 1966 yılında
Ankara Kızılay Meydanı’nda mimar Enver Tokay’ın projesi olarak
yapılan ve bugün de çalışan GİMA Büyük Mağazası’nın iç
mimari projesini ve kontrollük işini hocam Utarit İzgi ile
yarı yarıya ortak olarak yapmıştık. GİMA binası
Türkiye’deki ilk gökdelen olarak ve büyük hacimli bir
“Büyük Mağaza İçmimarlığı” anlamında ilk
projelerdendir. Çok karmaşık bir proje olan GİMA
projesinde fiyat etiketlerine kadar her şeyi
tasarlamıştık. Ama o tarihler Türkiye’de hala
yokluk yılları yaşanıyordu. Düşünün, GİMA için
gereken dübel bile yoktu. Nitekim projenin
yüklenicisi Ankaralı Ali İhsan Şark,
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 109108 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
Kendinizi hangi ekole bağlı görüyorsunuz?Bizden önceki kuşaklar, yani en eski hocalarımız, aslında bir
imparatorluğun mirasında yetişmiş insanlardı. 1960’lı yıllardaki
hocalarımız ise daha çağdaş bir Türkiye koşullarını yaratmak için
çalışmış kişilerdi. Bugün ise kendimi ise, küresel dünyanın bir
parçası olarak görüyorum. Kısaca söylemek gerekirse, “…modern
dünyanın bir evladıyım…”. Hayatı, “software” ve “hardware” olarak
ayrı ayrı özelliklerde görmek ve bunlara uygun çözümler sunmak
gerekiyor. Bu günlerde, altı yıldır jüri başkanı olarak görev
yaptığım ve Ekonomi Bakanlığı’nın bir mobilya tasarım projesi
yarışması var. Diğer adı da “Design for Export. Bu yarışma
oluşturulurken çerçevesinin şöyle olması gerektiğini savundum:
“… Biz bu yarışmada sadece bir tasarım ürününü seçmemeliyiz.
Başarılı ülkenin tasarım sorunlarını çözebilecek insanları veya aklı
seçmeliyiz…”. Gerçekten de ülkenin tasarım sorunlarını doğru
çözen akıllı insanı yetiştirmeliyiz. Çünkü sonuçta bu iş genel
anlamda, “bir ülkenin sorumluluğudur” ve Türkiye’nin sınırları
dışında kalem oynatacak yetenekte olanları bulmamız gerekiyor.
Bir ülkenin tasarımcısı, “küresel tasarım düşüncelerinin dilini
öğrenerek” kendini yetiştirmeli. Bunu başarıyla hayata geçirmiş
model ülkeler var. Mesela İtalya, “Made in Italy” sözcüğünü
gelmezdi. En iyi ahşap mobilyalar Almanya, Fransa, İtalya ve
İsveç’ten, en iyi metal mobilya ise İngiltere’den Amerika birleşik
Devletleri’nden ithal edilirdi. Çünkü örneğin bir işyeri kurmak için
ihtiyaç olan nedir? Kasa, masa, daktilo, vb. teknik donanım. Bunların
genellikle hepsi metaldi, sanayi ürünüydü ve özellikle İngiltere’den
gelirdi. İşte bütün bu nedenlerle, 1960’li yıllara kadar Türkiye’de
İngiliz, Fransız ve Amerikan etkisi vardır. Bu koşulları 1960’larda ilk
kez özgün biçimde aşabilen, Yılmaz Zenger’dir ve Türkiye’deki ilk
cam takviyeli polyester mobilya geleneğini kaliteli biçimde
üretmiştir.
Tasarım sizin için ne ifade ediyor?1970’lerde bu soru bana sorulduğunda “… Elma, armut, domates,
oksijen, hidrojen hariç her şey tasarlanmıştır…” derdim. Bugün
soranlara ise, “… Elma, armut, domates, oksijen, hidrojen dâhil her
şey tasarlanmıştır…” diyorum. Gerçekten de bütünüyle tasarlanmış
bir dünyada ve mekânlarda yaşıyoruz. Ancak bu yoğun tasarım
ortamında çok sayıda sorunlar da vardır. Örneğin bir defasında
Çapa Tıp Fakültesi’ndeki bir konuşmamda söze şöyle başlamıştım:
“… Bizim hatalı tasarımlarımız yüzünden bozduğumuz insanları
sizler düzeltiyorsunuz...”. Bunu açıkça gösterebilmek için de, değişik
masa ve iskemlelerde otururken tam boy röntgenlerimizi yine
büyük uğraşlarla çektirmiştik. Gerçekten de işimizde yaptığımız
hatalar bugün tıp alandaki hastalıkları yaratabilir. Örneğin, 1979
yılında bizim mesleğin öncü isimlerinden olan Victor Papanek ile
Hindistan’da çalışırken kendisine “… İyi bir tasarımcı olmak için ne
yapmam gerekir?” diye sormuştum. O da bana “… Kimseyi öldürme
yeter. Zararı yok, iyi tasarımcı olmasan da olur…” demişti. O yüzden,
hatalı tasarımlar yoluyla insanlığa ve doğal çevreye büyük zararlar
verilebileceğini hiç unutmadım. Bugün de bu görüşteyim. Bu ortam
içinde içmimarlık mesleğini sürdürenlerin üzerindeki risk ve
sorumluluk çok büyüktür. Bu konudaki görüşümü şöyle bir örnekle
açıklamak isterim. 1970’li yılların sonunda Türkiye’de Ar-Ge ve
Tasarım Merkezleri kurulmaya başlanmıştı. O sıralar Demirdöküm
için Tasarım Grubu oluşturmaya çalışıyorduk. Bir gün Vehbi Koç
Bey’i Akademi’deki bir ödül toplantısına davet ettik. Kendisine
şirketlerindeki tasarım çalışmaları nedeniyle ödül veriyorduk. Bu
arada yavaşça bana doğru eğilip “…Evlat, bu tasarım işi nedir?” diye
sordu. Bunu büyük bir girişimciye nasıl anlatırsınız? “… Efendim,
tasarım işi sizin kesenizden size riske atmaktır. İyi bir tasarım
yapılmazsa şirketiniz zarar görür. Çok dikkat edilmelidir…” dedim.
Gerçekten de aslına bakarsanız hatalı bir tasarım, iş sahibinin
kesesinden, üstelik de onu üreteni ve kullananı riske atmaktır. Bu
konudaki en etkilendiğim yorumlar, 1980 yılında Hindistan’da
Türkiye adına bulunduğum “Design For Development” projesidir.
Bu projede Hindistan’ın geleceğini yaratma heyecanında olanlar
şöyle diyordu: “… Gerçek tasarım aslında bir ürün çizmek değil, bir
ülkenin geleceğini tanımlamak, insanını kalkındırmak ve en
sonunda da bireylerini mutlu kılmaktır…”. Doğru bir tasarım işinde
hedefin doğru tanımlanması çok çok önemlidir.
1963, 1. Proje Sinematek Salon perspektifi.
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 111110 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
1964 OnderKucukermanarsivi FotografStudyosu projedetayı 1 a
1964 Onder Kucukerman arsivi Fotograf Studyosu fasatlar
1964 Onder Kucukerman arsivi Fotograf Studyosu Cephe fotografı
1964 Onder Kucukerman arsivi Perspektif Fotograf Studyosu Karanlık Oda perspektifi
1964 Onder Kucukerman arsivi Perspektif Fotograf StudyosuBekleme bolumuperspektifi
1964 Onder Kucukerman arsivi Perspektif Fotograf Studyosusekreter bolumuperspektifi
yaratırken ne yapmıştı? İtalyan hükümeti 1948 yılında İkinci
Dünya Savaşı yıkıntıları sonrasında şuna benzer kararlar almıştı:
“… Tasarlamak ve üretmek, sadece bir ürün yapmak değildir,
Amaç İtalyan halkının, ailesinin mutluluğudur. Esas hedef, sadece
bir üretim yapmak değil, tasarım ve üretim ile halkın, aile
bütünlüğünün mutluluğunu sağlamaktır…”. Böylece İtalya
kendini yeniden yarattı. Aslında ülkede hiçbir enerji kaynağı veya
ham malzeme yoktu. Her şey yeniden tasarlanacaktı. Ama belirli
kararlar vardı: “… Her şehrin bir ürünü olacaktır. Hiçbir şehir, hiçbir
ürünle bir diğer İtalyan şirketine rakip olmayacaktır. Tam tersine
hepsi tasarımlarıyla bütün dünyaya rakip olacaklardır...”. İşte İtalya
tasarımı ve bu sanayii bu gerçekler üzerinde kurulmuştu. 1979’da
bugünkü Hindistan’ı yaratan “Design For Development”
projelerinde bulunduğumda orada da durum aynıydı. 600 çeşit
dil, din, ırkın olduğu bir ülkeden söz ediyoruz. Ama Devlet
yöneticileri bu tasarım projesi ile öncelikle Hindistan halkının ve
ailelerin mutluluğunu hedefliyordu. Bugün Çin de buna benzer
bir “…tasarım, sanayileşme, toplumsal kalkınma ve tek başına
bütün dünyaya rakip olmakla bağlantılı…” bir model uyguluyor.
Küresel başarı kazanmış bu modellere karşılık Türkiye’de ise
herkes kendi içinde, en yakınındaki bir diğeri ile rekabet ediyor.
Oysa daha işin başında kendi içindeki rekabeti kaybetmemesi
gerekiyor. Bu açıdan bakılırsa Türk tasarımı küresel oyunlara
girerken, daha işin başında yandaki rakipten çelmelenmiş
durumdadır. Bunu aşabilmek için tasarımda marka olan ve
tasarımlarıyla tek başına bütün dünyaya rakip olabilecek şehirler
ve bölgeler yaratmalıyız. İtalya’da 1980’lerde Venedik Belediyesi
Başkanı Venedik’te “Napoliten” şarkıların çalınmasını yasaklamış
ve bunun gerekçesini de şöyle özetlemişti: “Burası Venedik.
Burada güzel Venedik’im türü şarkılar söylenebilir. Napoliten şarkı
dinlemek istiyorsanız, Napoli’ye gidin”
Tasarıma yönelik hayallerinizden ve planlarınızdanbahsedebilir miyiz? Yapmak istediğiniz yerin neresindesiniz?Bir tasarımcı olarak, hemen hemen hayallerimin çok büyük bir
kısmını gerçekleştirdim. Çok istediğim Akademi’de okudum, çok
istediğim bir bölümün ve mesleğin Türkiye’deki ilk kurucusu
oldum. Türkiye’deki en önemli sanayi kuruluşlarında tasarım
çalışmalarını başlattım, çok uzun yıllar boyunca ürünler çizdim,
tasarım çalışmalarını yönettim. Önemli projelerde yer aldım, 1965-
2005 yıları arasında Akademi ile başlayan ve daha sonra Mimar
Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ile devam eden süreçte hocalık
yaptım. 1985-1992 yılları arasında Mimar Sinan Üniversitesi
Mimarlık Fakültesi Dekanlığı yaptım. Burada binlerce öğrenci
yetiştirdim. 1971-2005 yılları arasında kesintisiz olarak Endüstri
Ürünleri Tasarımı Bölümü Başkanlığı yaptım. 67 adet mesleki
kitap, yüzlerce makale, çok sayıda TV programı hazırladım.
Kısacası oldukça yoğun bir akademik ve mesleki uygulama
yaşadım. Keyifle çalıştım ve hala da sürdürüyorum.
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 113112 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
Onder Kucukerman Arsivi 1965 GSA Diploma Projesi Pafta 06 perspektifOnder Kucukerman Arsivi 1965 GSA Diploma Projesi Pafta 07 a fasatlar
Onder Kucukerman Arsivi 1965 GSA Diploma Projesi Pafta 08 a fasatlarOnder Kucukerman Arsivi 1965 GSA Diploma Projesi Pafta 10 R bolme panosu detayları
Onder Kucukerman Arsivi 1965 GSA Diploma Projesi Pafta 04 perspektif
1965 Onder Kucukerman Arsivi CukurcesmeHanı Oda detayları 1
1962 Onder Kucukerman arsivi 1. Proje 1
1965 Onder Kucukermanarsivi Cukurcesme Hanıustten gorunus2
1965 Onder Kucukerman Arsivi Cukurcesme Hanı Oda kesiti 2 1965 Onder Kucukerman Arsivi Cukurcesme Hanı Oda kesit perspektifi1965 Onder Kucukerman Arsivi
1aCukurcesme Hanı Oda perspektifi
1965 Onder Kucukerman Arsivi Cukurcesme Hanı icavludan gorunus2
1962 Onder Kucukerman arsivi 1. Proje1962 Onder Kucukerman arsivi 1. Proje
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 115114 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
Yüksek İçmimar Gözen Küçükerman meslek yaşamına 1963’te
Sümerbank’ta başladı. İsmi her ne kadar ‘fukaralık ve eskimişliği’
çağrıştırsa da, Sümerbank’ın Ulus’taki genel müdürlük binasını
görünceye kadar sürdü bu fikrin yanılgısı. Sümerbank’ta geçirdiği
25 yıl, 465 mağazanın yeni kurum kimliğinden, dekorasyon
uygulamalarına, sears mağazaları uzmanlarıyla yapılan çok katlı
mağaza dekorasyon proje ve uygulamalarından, tarihi Sümerbank
binalarının restorasyonununa kadar pek çok mesleki deneyim
sağladı Küçükerman’a. Türkiye’nin ilk lisanslı Kadın Basket Takımı
olan Modaspor’da oynayan Küçükerman’ın, ‘Sek Sek
Arkadaşım Hadriyanus, ‘Bir İç Pilavın 40 Yılı’, ‘Adı
Unutulmuş Kadınlar’ isimli kitapları bulunuyor.
İçmimarlığa yöneliminiz nasıl oldu? O yılların Akademisi nasıldı?Kandilli kız Lisesi’nden mezun oldum. Önce yakın
akrabam ve rol modelim hala kızımın etkisiyle
eczacılık fakültesine girdim. Hiç hoşlanmadım. Profesör Halet
Çambel arkeolog olarak aile dostumuzdu. Beni hep
yönlendiriyordu. Ve İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi
Gözen KÜÇÜKERMAN röportajı
Söyleyecek Sözü Hiç Bitmeyen Bir İçmimar
Gözen Küçükerman, 2001 yılından bu yana CNR Expo’da, özel ‘Projeler Servisi’ kurulması, fuar standları,VIP mekanları, konferans salonları ve benzeri alanlarda mesleki çalışmalarını sürdürüyor.
Onder Kucukerman Arsivi 1965 GSA Diploma Projesi Pafta 11 R bolme panosu detayları Onder Kucukerman Arsivi 1965 GSA Diploma Projesi Pafta 12 R bolme panosu detayları
Onder Kucukerman Arsivi 1965 GSA Diploma Projesi Pafta 13 bolme panosu detayları Onder Kucukerman Arsivi 1965 GSA Diploma Projesi Pafta 14 R asma merdiven
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 117116 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
hatırlatınca doğru Ulus’a yollandım.
Bütün alanı kucaklıyor gibi duran grenli granit kaplı
merdivenler yukarıya doğru yükseliyor, sonra geniş bir sahanlık
yapıp, giriş kapısının önünde bitiyordu. Pırıl pırıl pirinç kapılar,
Ulus’un tozu, kiri, kargaşası içinde öyle tepeden bakıyordu ki
şaşırtıcıydı. Hele önünde uzayan koyu kırmızı yol halısı... Sessiz ve
çok kibar görevliler, bazı telefonlar ve ben birden bire 1934-35
yıllarının görkemli insanı dehşet etkileyen Bauhaus mimari
yapının ortasında buldum kendimi. Döneminin mimarisinin en
öne önemli örneklerinden olan bu bina beni işe almıştı!
Mimari ofiste çalışan, hepsi Teknik Üniversite’li mimar
mühendis arkadaşlarımla hemen kaynaştım. Ancak yaptığımız iş
onlardan çok benim işimdi. Mağazalar, ofisler, lojmanlar,
lokantalar, deniz kenarı yazlık kampları, misafirheneler, fuarlar.
Devamlı seyahatler ve buna bağlı olarak eksilen harcırah
gelirleri, arkadaşlarımla tatsızlık nedeni olmaya başlamıştı. En
önemlisi, personel şubesi benim mesleğimi sorup duruyor,
benim verdiğim içmimar tanımının devlette karşılığının
olmadığını bildiriyordu. Yazışmalar tam bir buçuk yıl sürdü.
Akademi belgeler verip ısrar ediyor, devlet ağırdan alıyordu.
Arkadaşım her ay olduğu gibi aylığını bölüp bölüp masanın
üstüne koyuyor:
...Bu Uçkun’un, bu kira, bu borçlar, derken birden bire bana
döndü, kardeşim sen iç pilav mısın, iç mimar mısın, nesin. Bütün
harcırahı sen alıyorsun. Yeter artık be diye gürledi...
Gerçekten onlardan iç pilav değil içmimar olmayı, rasyonel
düşünceyi, birim fiyat analizi, keşif, metraj, kesin hesap, geçici
kabul yapmayı öğrendim. Ama anneannem mesleğimden
kazandığım paradan hiç memnun değildi. “Bu devletin hiç aklı
yok, koltuğun kanepenin yerini değiştiriyosun diye bu para
ödenir mi. Vay, vay...” diye döğünüyordu.
Sümerbank’ta içmimarlık yapmak nasıl bir deneyim oldu sizin için?Sümerbank Genel Müdürlüğü’ndeki çalışmalarım 1930-35
yıllarında yapılmış en mükemmel binalarda geçti. Bu kadar
zengin detayın, malzemenin, mimarlık ve dekorasyonun en elit
yapılarında bulunmak çok uyarıcı bir şeydi. İstanbul
Eminönü’nde ‘Oroz Di Back’, Beyoğlu’nda ‘Sümerhan2;
Karaköy’de ‘Deutsce Bank’ binalarının güçlendirilmesi,
mağazaya dönüştürülmesi ve renovasyonlarının yaptırılması
büyük şansım oldu. Bu çalışmalardaki gerçeklik nedeniyle,
Turing Otomobil Kurumu Genel Müdürü Çelik Gülersoy’un
yazdığı teşekkür yazısı hala çok önemlidir benim için. Buna
Türkiye’de ilk kez yapılan bir mağaza standardizayon projesi,
466 mağazanın yenilenme, taşınma, lojman ve arşiv
planlanması, yenii lokantalar, lojmanlar, ofisler, banka
şubelerinin yapılması ve ilk defa Amerikan
“Sears Mağazaları” teknik heyetiyle yapılan çok katlı
mağaza çalışmaları dahil edilebilir.
1963 Sümerbank Ankara
Dekoratif Sanatlar Bölümü’ne başladım. O yıl Güzel Sanatlar
Akademisi’nin, ortaokul çıkışlı öğrencilerin alındığı son yıl idi. Biz
liseden sonra 3 yıllık eğitim almak üzere okula girdik. İkinci yıla
kadar aldığımız eğitim, biraz fazla sanatsal, teknik bir alt yapı
oluşturmayan, daha çok çizim ve boyamaya dayalı bir eğitimdi. Bir
mağaza dekorasyonunun, bir banka çalışmasının sadece bir çizim
ve boyama olamayacağını, ince detayların, genel işletme ve
çalışma şemalarının, mobilya, yer ve duvar malzemelerinin de ayrı
ayrı düşünülmesi, işin mali yapısının ciddiyetle hesaplanması
gerektiğini sonradan öğrendik.
Okulun üçüncü yılını bitirdiğimizde bize bir sürpriz yapıldı. Yeni
organizasyona göre ya 4 yıl, ya da 5 yıl okuyacaktık. Ve mesleki
unvanımız ‘Yüksek İçmimar’ olacaktı. Sevindiğimi hatırlıyorum.
Böyle bir okulda iki yıl daha okumak çok güzel bir şeydi.
Yeni yılda bizi Mimarlık Fakültesi’nin hocaları eğitecekti. İnce
yapı, perspektif, malzeme bilgisi, çizim ve boyama yerine
defalarca çizilen proje eskizleri ve her mekan için yapılan teknik
analiz dosyaları. Her şey başka, farklı ve inanılmaz zevkliydi,
doyurucuydu. Prof. Utarit İzgi, Hamdi Şensoy, Mehmet Ali
Handan, Muhlis Türkmen, gibi hocaları tanıdıkça dünyamız çok
değişiyor, zenginleşiyordu.
Okulu bitince içmimarlık yapabildiniz mi?Akademiyi 1963 yılında bitirdim. Hocam Utarit İzgi’nin, ince yapı
asistanı olma teklifini hiç düşünmeden, bir an önce çalışmaya
başlamak üzere Ankara’ya gittim. Sümerbank genel
müdürlüğünde çalışabileceğimi öğrendiğimde şaşırdığımı,
sümerbank’ın fukaralık, eskimişlik çağrıştırdığını, benim orada ne
işimin olacağını söylediğimi hatırlıyorum.
Arkadaşım sümerbank’ın Ulus’taki 1935 yıllarında yapılmış
genel müdürlük binasını görmeden karar vermemek gerektiğini
1900 Sultanhamam Oroz Di Back Magazası
1962, Gözen Coskun Güzel SanatlarAkademisi İçmimarlık öğrencisi.
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 119118 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
içinde denizden 100 metre yukarıda olmak üzere ithalatın bütün
imkânlarını kullanarak rezidanslar yapmak işin en güzel yanıydı.
Aynı turizm projesi için İstanbul Pendik Tersanesi’nde yaptırılan
‘Naturline’ yatının çizdirilmesi, uygulanması, iç düzen
malzemelerinin seçimi, en ince detayına kadar yapının takibi,
işimin gereği oldu.
Ev dekorasyonu, mutfak, banyo, çok severek yaptığım işler
değildi. Ama çok yaptığımı söylemeliyim. Kadınlarla çalışmak
zordur, hele kocasının imkanı büyümüş kadınlarla çalışmak çok
daha zordur. Sanıyorum kadınlar kendilerini fazlaca geliştirmiyor.
İçmimarlık ise, herkesin yakından bildiği bir iş zaten!
CNR nasıl bir deneyim oluyor sizin için?Sonra 2000 yılında çok kısa zamanda bitirilmesi istenen bir
lokanta-kokteyl salonu için CNR Fuarcılık A.Ş.’ye davet edildim. Ben
işkolik ve konservatif birisiyim galiba. Başladığım yerden
ayrılamıyorum kolay kolay. O gün bu gündür önce 85.000
metrekare fuar alanı içinde ofisler, lokantalar, simultane seminer-
konferans salonları, VIP odaları, yönetim, personel ve misafir
girişleri, fast-food’lar, 36 metre açıklıklı giriş takları, otopark
düzenlemeleri, billboardlar, raketler ve 85 adet WC’nin
renovasyonu, kubikıl bölmeli hale getirilmesi... Canlı, yaşayan bir
organizma olan fuar şirketinde özel Tasarım Bürosu olan ‘Design
Studio’ oluşturulması için bir çok mimar, içmimar ve endüstri
tasarımcının, fuar standı tasarımı alanında eğitilmesi, ortak
projeler... Çok özel yerli ve ulsulararası tasarımcıların çizdiği trend
alanlarının uygulanma, detaylandırma ve yorumları. Genç, yaratıcı
ve kısa sürede sonuç alınan bir çalışma CNR’daki. Çok tatmin edici.
Hangi ustalarla çalıştınız?Özellikle 1970’li yıllarda Ermeni, Rum, Balkan göçmeni ustalar
beni çok etkiledi, öğretti. Bir de bizdeki Köy Enstitüleri’nden
gelen teknikerler...
Marangoz Oktay Yaman vardı mesela, Ortaköylü. Mimar Sinan’ın
bir hamamının arkası boydan boya Oktay Usta’nın atölyesiydi. Biraz
genişletmesini önerdiğimde, “... Gözen hanım, bunu bari siz
söylemeyin. Buraya elimi dokunduramam, burası Sinan’ın yaptığı
hamam...” derdi.
Orhan Cahit Uygur, bir uçtan kalasın girip, diğer uçtan
mobilyanın çıktığı ilk atölyeyi kuran kişidir. O dönemin
içmimarlğına çok hâkim birisiydi.
Naturland’da Çiçek Evleri, Sera Evleri, Başaklı Fırınların
ferforjelerini başından sonuna kadar heykeltıraş Sevgi ve Hayri
Karay’lar yaptı. O günlerdeki pirinç döküm yazılar, kromajlı tekstil
1995 Naturline, yat tasarımı iç mekan. 1995 Naturland. 1995 Naturland.
Özal dönemiyle birlikte Türkiye’de ithalat bolluğu yaşandı. Budönem sizi ve içmimarları nasıl etkiledi? 1980’li yıllarda Turgut Özal ile birlikte ülkede gerçek bir değişim
oldu. İçmimarlık malzemelerinin bu derece bollaşması,
beraberinde yepyeni uygulamalar ve detayları getirdi. Dergiler,
dış dünyanın her imkanıyla yaşamımıza girmesi, mimarideki yeni
konsptler, bizleri de bu değişime uymaya ve kendimizi
geliştirmeye zorladı.
Bu dönemde çocuk kreasyonu için senede iki kez Paris’e fuara
gitmek, kuru çiçek arajmanını keşfetmek, hediyelik ve ithal kumaş
ile dekorasyon yapan bir mağazada çalışmak gibi yeni yaşam
anlayışının imkânlarını denedim.
Ancak içmimarlık işi, hala kabul gören bir meslek değildi. Bu
dönemde Eminönü’nde Şişli’ye taşınmaya başlayan tekstilcileri,
%25’inin mağaza içmimarlık projelerini çizdiğim halde, çok azı bu
parayı hak ettiğimi düşünerek ödedi diyebilirim. Bu mesleği, ev
hanımı da, mağaza sahibi de, hatta Anadolu’daki bir otel sahibi bile
bizden iyi biliyordu çünkü! Bu anlayışın hala kısmen sürdüğünü
kim inkar edebilir ki!
En sonunda Sümerbank İnşaat ve Emlak Müdürü iken emekli
olduktan sonra aynı hızla çalışmaya devam ediyorum.
Sümerbank’tan emekli olduktan sonra ne tür işler yaptınız?Önceleri dört beş yıl müteahhitlik, sonra mağazacılık, sonra büyük
bir hastanede tasarım danışmanlığı ve 1994 yılında başlayan otel
mimari ve içmimarisi işi en keyifle yaptığım bir ekip çalışmasıydı.
Antalya Çamyuva’da o yıllar için gerçekten yepyeni bir
konseptte, ekolojik yaşam şartlarında işletilecek ‘Naturland’
projesinin ‘Aqua, Country, Forest Otellerinin’, Ağaç Evleri’nin, tüm
mobilyaların, aydınlatma elemanlarının, çizimleri, ihaleleri ve
uygulamalarında birinci derecede yetklili olarak çalıştım. Otelin
sahibi için Ankara’da, İstanbul Levent’te üç katlı, Antalya’da orman
1966 Sultanhamam Sümerbank Pazarlama Müessesesi dış görünüş. 1965 Gözen Coskun İzmir Fuarı Sümerbank pavyonunda. Sümerbank o yılların ekol mağazalarındandı.
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 121120 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
tretuvarda yürümeden, oraya parke taşı
yerleştirenden farklı. Kendi kullandığı alt yapıyı
yapıyor çünkü.
Dekorasyon anlayışı da değişti artık...1980’ler evlerimizdeki eski klasik mobilyaları,
koltukları, kanepeleri atıp, Domus dergisindeki
benzerlerini aldık. Farklıydı, sadeydi, ama rahat
değildi. Şimdiki minimalist yaklaşımı
beğeniyorum. Aslında az, çoktur diyen birisiyim
ama, hala 100 metrekare sosyal konuta
sığamayan ülke insanlarıyız.
Benim için fonksiyon, süslemeden önce gelir.
Biraz kuru ve sade de olsa.
Hangi hocalardan eğitim aldınız?Akademinin ilk yıllarında Hayati
Görkey, Sadun Ersin, Sabri Berkel, Sadi
Öziş, Ünal Demirarslan’dan dersler aldık,
projeler yaptık. Bu dönem daha çok
sanat ağırlıklıydı.
Kadın olmanın zorluğu oldu mu?Türkiye’de kadın olduğum için mesleğimi
yapmakta hiç zorlanmadım. Buna Anadolu da
dahildir. Ancak zaman zaman bir otelde tek
başına kalma konusu sorun olurdu.
Önder Bey’le mesleki alışverişiniz oldu mu?Önder, meslek olarak her zaman arkamda durdu.
Ben ona uygulayacağı işler için eleman verdim, o
askılıkları, kuyumcu vitrini malzemeleri, dondurma kaşıkları, ilk ve
tek yapan Sarıcı Hazreos Reisyan. Neden ustabaşını Türklerden
almıyorsun diye sorduğumda, “... Ben 60 yaşındayım, hala
öğrenmeye çalışıyorum Ahmet, Mehmet iki senede öğrenip
dükkan açıyor Gözen Hanım...” diye sitem etmişti.
En genci 140 yıllık binalarımızın sıhhi tesisatını eksiksiz malzeme
bularak yapan Andonaki Daniska’yı, ülkeyi terk ederden soyan
kişileri nasıl lanetlemeyim ki! Onlar bambaşka ustalardı.
Türkiye’de teknik eleman eksikliği kendini hala gösteriyor...Ülkede teknik eleman pek az maalesef. Eğitim eksikliği, sadece işi
yapacak ustadan değil, kendini ifade edecek bir el yazısı yazamayan
meslek adamlarından başlıyor. Özel bir eğitim söz konusu
olmayınca, ustasından el alıyor, o da yetmiyor. En çok gözlemekten
hoşlandığım çalışanlar, Almanya’da, Fransa’da çatı tamiri, elektrik
onarımı, parke taşı döşeyenlerdir. Çünkü o işi yapanlar hiç
1990, Sümerbank Beyoğlu Sümerhan iç ve dış görünüş.
Gözen Küçükerman, geçtiğimiz günlerde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi’nden 50. yıl plaketini aldı.
122 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
bana bilgi verdi. Piyasada devamlı çalıştığım için
ekibimin olması Önder’e yardımcı oldu. O ise
yazma ve yayın konusunda beni hep
yüreklendirmiş, desteklemiştir.
Son yıllarda beğendiğiniz içmimarlar kimler?Türkiye’de içmimarlık yapan ve beğendiğim, takibe
çalıştığım birçok meslektaşım var. Özellikle büyük
şirketler ve çok sık değişen lokantalar konusunda
şık mekânlar yapıyorlar.
Mimarlar içmimarlık yapabilir mi sizce?Mimarlar içmimarlık yapabilir. Tersi çok zor, çünkü
kapsamlı bir eğitim alıyorlar, meslek örgütleri çok
daha geniş. Buna ek olarak kişisel yeteneği de varsa
bu mesleği yapabilir. Bu geniş bir iş alanı, birlikte
yapılması çok daha iyi sonuçlar veriyor bence.
İçmimarlar Odası’yla ilişkileriniz oldu mu?Benim 50 yıllık meslek hayatıma göre
İçmimarlar Odası epey yeni. Bu ünvanın
Ankara’da kabulünden sonra, bir dernek
kurulması için çalışmalar yapıldığını
hatırlıyorum. CNR’de kurdukları İçmimarlar
Odası standlarına uğrayıp, bu ünvanın, nasıl
devlet bürokrasisinde yer aldığının öyküsünü
anlatmak istedim, ancak çok ilgilenen olmadı.
Ne de olsa herkes bu unvanı kolayca
kullanıyordu. Benim bir buçuk yıllık emeğimi
nereden hatırlasınlar?!!
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 123
Halen görev yaptığı Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi İçmimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü’nde eğitim
vermeye devam eden Prof. Dr. Nurten Unansal İçmimarlar
Odası’na üç dönem başkanlık yapmış bir isim. İçmimarlık
mesleğine ciddi emekleri olan Unansal eğitmenliğin kendisi için
her zaman çok önemli olduğunu dile getirirken, eğitirken
kendimi de eğittim, diyor.
İçmimarlık serüveniniz nasıl başladı?Liseden mezun olduğum zaman aklımda mimarlık ve doktorluk
vardı. İnsanla doğrudan ilişkisi olan meslekler dikkatimi çekiyordu.
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne kayıt yaptırmak için gittiğimde
karşılaştığım, ablamın hukukçu bir arkadaşının etkisiyle fikrimi
değiştirdim. Çok uzun bir öğrenim gerektirdiği gerekçesiyle tıp
fakültesine kaydımı yaptırmaktan vazgeçtim. İstemeyerek, hukuk
fakültesi, fizik gibi bölümlere kaydoldum. Sınavlarda kazandığım
halde tercihimi, mimarlık ve güzel sanatlar alanından yana yaptım.
Nurten UNANSAL röportajı
Eğitime Gönül Vermiş Bir Akademisyen
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 125124 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
karşınızdakine geri verirsiniz. Bu karşılıklı bir alışveriştir eğer iyi
kullanırsanız, hem öğrenciyi, hem de kendinizi yetiştirebilirsiniz.
İçmimar mezun sayısını nasıl buluyorsunuz?Eskiden olsa daha çok içmimar yetiştirilmeli derdim. Ama artık bunu
hoş karşılamıyorum. Bir sempozyumda daha çok içmimar
yetiştirilmesi için bir önerim olmuştu. Şimdi bu durum geçerli değil.
İçmimarlık mesleğinin ve eğitiminin kabul edilmesiyle çok ilgilendim,
benim kadar ilgilenen olmamıştır. İçmimarlık eğitimiyle ilgili bir takım
sorunlar olmuştu. Bu sorunu giderebilmek için, yazılar yazdım,
raporlar hazırladım, Yüksek Öğretim Kurumu’na gittim, radyolarda
konuştum, dergilerde yazılar yazdım. Galiba bu konuda çok görev
yaptım, fikir açıklamasının yasak olduğu dönemlerdi... Sonradan
fakülteler açılıp bölüm sayısı çoğaldıkça mezun sayısı arttı ama iyi bir
eğitim alındığını söyleyemem. Çünkü (hızlı) yetişen hoca yok, daha
evvel daha çok hoca yetiştirilseydi belki... Ancak, fazla kado
verilmiyordu. Planlama yetersizdi. Talep olsa da maliyet büyüklüğü ve
ücretlerin artışları arz-talebi dengelemiyor. Çok fazla içmimara gerek
yok ki, iş yapamazlar, o kadar iş yok aslında piyasada. Bu arada herkes
içmimarlık yapmak istiyor. Mimarlar, endüstri tasarımcıları, boyacılar,
dekoratörler, vb. Biraz zevk ve görüş sahibi insanlar eğitimli-eğitimsiz
bazı insanlar, inşaat ustaları mimarlık yapınca mimarlar, boyacılar,
dekoratörler içmimarlık yapmaya başlıyor. Çünkü içmimarlık revaçta
bir meslek. Zaten üniversitelerimiz çok fazla mezun verirken, bu
durum bir çıkmaz yaratıyor.
İçmimarlar akademisyen olmaktan çok sahaya çıkmayı tercihediyorlar. Bu da içmimar akademisyen sayısı konusunda sıkıntıyaratıyor. Siz ne dersiniz bu konuda?Evet, yeni öğretim elemanları yetişiyor ancak bizim içmimar
akademisyen sayımız az ve bundan mimarlar yararlanıyor.
Akamedisyen olmadığı halde
piyasada çalışan mimarları alıp
içmimarlık eğitimi
verdiriyorlar.Yetişen elemanlar
gerçek içmimarlık eğitimini
yeterince almıyorlar. Zaten
bizim mimarlar ve içmimarlarla
aramızda çok çekişme
oluyordu. Mimarlar, içmimarlığa
ne gerek var, diyorlardı.
İçmimarlık için 4 yıllık bir eğitim
Modern ve klasik tarzda proje-tasarımlar yapan Unansal’ın çizimlerine klasik bir örnek (üstte).Unansal’ın çizimlerinden elimize geçenleri okurlarımızla paylaşmak istedik.
Güzel Sanatlar Akademisi’nin mimarlık sınavlarını çok küçük bir
farkla kaybettim fakat içmimarlık sınavını kazanmıştım. Ben
tercihimi Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’ndan yana yaptım ve
içmimarlık bölümünde eğitime başladım. Okul, Tatbiki Güzel
Sanatlar Yüksek Okulu’daki öğrenciler tarafından çok cazip
anlatılmıştı. Sınıfın tek kız öğrencisi bendim.
İçmimarlık mesleği nasıl algılanıyordu o zamanlar? Siz nedentercih ettiniz?Ailemizde güzel sanatlara ve resme karşı ilgimiz vardı. Babam (subay
olmasına rağmen) müzikle ilgiliydi. Keman ve gitar çalar, resim yapardı.
Annem de banço çalardı. Ablam ile kardeşim resim ve müzikle ilgiliydi.
Ben de resme çok yatkındım. İçmimarlık mesleği bilinen bir meslek
değildi. Güzel Sanatlar Akademisi’nde içmimarlık eğitimi de zaten
dekoratif sanatlar olarak geçiyordu. İçmimarlık bugünkü tanımında
değildi. Ancak, eğitime
başladıktan sonra
mesleğin çok insani,
keyifli, zevkli, mimariye
çok yakın ve özel bir
alan olduğunu anlamış,
mutlu olmuştum.
Mezun olunca ne türişler yaptınız?Şöyle ki, bizim ilk
mezunlarımız,
içmimarlık mesleği
tanıtımına önemli
katkı sağlayan kişiler
oldular. Ben de mezun
olunca büyük işler yapmaya başladım, bu benim için bir şanstı. Kısa
sürede, küçük büyük mağaza tasarımları, yönetim ofis bölümleri,
katları uyguladım. Örnek olarak Dilberler A.Ş, Çebi A.Ş. mağazaları,
Thssen, Maktes, Üniterm, Gümüşsuyu A.Ş’yi verebilirim. 3 katlı
inşaat ve mekan tasarımları ilk büyük işlerimdir.
Kadın olmanın zorluğu oldu mu?Hayır, olmadı, çok gençtim ama cesaretim vardı. İş sahipleri çok
güvenmişlerdi, bilinçli müşterilerdi, meslek alanını biliyorlardı.
Ustalarda bana saygı duyuyorlardı, sözümü dinliyorlardı.
Üniversitede asistanlık yaptığım yıllarda İspanya’da burs kazandım
ve bir senemi orada geçirdim.
Hangi hocalardan ders aldınız?Bizler, çok önemli Türk ve Alman hocalardan ders aldık. Onlardan
disiplinli çalışmayı öğrendik. Friedrick Rommel’den içmimarlığı,
diğer hocalarımdan da hem mesleği, hem de hoca olmayı
öğrendim. Daha öğrenciliğimde hocalar beni yanlarında asistan
gibi dolaştırırlardı. Asistanlığımın ikinci yılında Cevdet Koçak, ders
anlatmamı istemişti, dersimi verdikten sonra ‘nasıl buldunuz’ diye
sormuştum kendisine, ‘sen iyi bir hoca olacaksın’ demişti. Bu
açıklama benim için hep çok önemli, ilke gibi bir söz olmuştur.
İki dönem eğitimi karşılaştırdığınızda ne görüyorsunuz?60’lar için aldığımız eğitim yeterliydi ama o günkü eğitim bugüne
yetmez. Ben eğitim verirken aynı zamanda kendini eğiten bir hoca
oldum. Eğitirken eğittim kendimi, çok çalışarak, araştırarak, ülke
dışına çıkarak, kitaplar, dergilerle yaşayarak kendimi geliştirdim.
Hoca olmanın şöyle güzel yanları vardır; ders verirken ve proje
yönetirken, hem çok araştırma yapmak, bir nevi çalışmak
gerekiyorken, öğrenciden gelen saf fikirleri alıp, işleyipUnansal üniversite yıllarındaki bir atölye çalışmasında görülüyor.
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 127126 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
bile yetmezken, kendilerinin aldığı mimarlık eğitiminde nasıl
içmimarlık eğitimi de alıp yapacaklar. Nitekim alamıyorlar. Ama
birtakım tasarım bilgilerine sahip oldukları için yapabileceklerini
düşünüyorlar. Kendini bu alanda da yetiştirenler var, yapabiliyorlar
ama hepsinin doğru yaptığını söyleyemem çünkü giderek yanlış
sonuçlar alınıyor. Ayrıca, devlet üniversitelerinde yetişen birçok
öğretim elemanı başka üniversitelerde eğitim veriyor. Bu kez çalışma-
araştırma zamanı azalınca devlet üniversitelerindeki eğitimin
kalitesinde de düşüş yaşanıyor. Kurumlar, eğitim ve öğretim elemanı
sayısı ve yeterliliği açısından zorlu bir durumla karşı karşıyadırlar.
Oda’nın kuruluşunda görev aldınız mı?Kuruluşunda bulunmakla beraber eğitim görevim çok ağır olduğu
için doğrudan görev alamadım. Dolaylı olarak devamlı temas
halindeydim. Ankara’ya kurucularla görüşmek ve fikir alışverişi için
çok gittim. Turgut Kaçar, Gürkan Kasımhocaoğlu öncü olmuşlardır.
Ankara’da daki arkadaşlar Oda kurulurken çok emek vermişlerdi.
İstanbul Şubesi kurulunca 3. başkanlığını 5-6 yıl kadar yaptım. En
sorunlu zamanlarda yaptım, çünkü Mimarlar Odası, İçmimarlar
Odası’nın çalışmasını, gelişmesini istemiyorlardı.
Oda için ne tür çalışmalar yapıyordunuz?Bir hayli çalışma yapardık o zamanlar. Her hafta toplanır, hukuk
danışmanlarımızla raporlar hazırlar, savunular, sempozyumlar,
tanıtım toplantıları yapardık. Üye toplamak için yemekli mezuniyet
toplantıları düzenler, etkinlikler yapardık. Doğrusu biraz şöyle
görüyorum Oda ile ilgili çalışmaları. Bunu söylemek biraz ağır
geliyor ama işler kişisel görüşler etrafında yürüyor, ilkesel çerçevede
yürümüyor, çünkü mezunlar maddi-manevi desteklemiyorlar, diye
düşünüyorum. Ancak, başkan ve yönetici grupların özverilerle
çalıştıkları bir gerçek; tüm zorluklara rağmen İçmimar Odası’nın
deamlılığını sağlamak bir başarıdır. Bu açıklamaları bazı
meslektaşlarım görüp üzülebilir. Ancak; gerçekleri görüp tartışma
fırsatı yaratılmalıdır. Bir kere dergi çıkardılar, bu çok önemli. Yakın
zamanda imza yetkisinin alınabileceğini düşünüyorum. Bu
meslekten olmayan birçok kişi bu işi yapıyor. Televizyonda ev
dekorasyonu gibi ilgili şeyler yapılıyor, öyle yanlış şeyler yapılıyor ki,
insanlar da beğeniyorlar. O insanlar bu işlerden para kazanıyorlar.
Bu kötü örneklerin sergilenmesini doğru bulmuyorum. Bir atasözü
vardır: Keçinin olmadığı yerde koyun kendini Abdurrahman Çelebi
sanırmış. Durumumuz böyle.
1991, Unansal Akademi’deki öğrencileriyle birlikte, o öğrencilerin pek çoğu şimdi akademisyen. “Ben eğitim verirken aynı zamanda kendini eğiten bir hoca oldum”
TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR / 129128 / TÜRKİYE’DE İÇMİMARLIK VE İÇMİMARLAR
Resim ve Çizimler