+ All Categories
Home > Documents > Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü...

Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü...

Date post: 27-Feb-2020
Category:
Upload: others
View: 11 times
Download: 0 times
Share this document with a friend
47
Transcript
Page 1: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm
Page 2: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

Başyazı Sebahaddin ATEŞ

İlmİn Beşİğİ Sİİrt

Each part and region of our country, the cradle of civilizations, is full of cultural richness and historical features.

One of those places is Siirt, which is popular with its wisdom, madrassas, council of wisdom and spiritual people.

During the Islam Civilization, with its one thousand and five hundred year- history, Siirt has always had an important

role and peaked in art and knowledge.

In siirt and around, which chose Islam as the religion in the era of Omar (ra), the works of religion are generally

more on the forefront and this makes the religious tourism more preferable. Moreover, the tomb of Veysel Karani,

who had the praise of Muhammad the Prophet (pbuh), and the tomb of Abdurrahman bin Avf, who was one of the

Sahabis that was heralded with heaven, are in Siirt.

The places mostly preferred for religious tourism are the city centre and the districts Baykan and Aydınlar (Tillo),

where the tomb of Hadrad Ismail Fakirullah, the teacher of Hadrad Ibrahim Hakkı from Erzurum, is.

SIIRT, THE CRADLE OF WISDOM

Medeniyetler beşiği ülkemizin her yeri, her yöresi kültürel zenginliklerle, tarihî özelliklerle doludur.

İlmiyle, medreseleriyle, irfan meclisleriyle, yetiştirmiş olduğu manevi şahsiyetlerle tanına illerimizden

birisi de Siirt’dir. İslâm Medeniyetinin bin beş yüz yıla yaklaşan tarihi içinde Siirt tarih sahnesinde hep

var olagelmiş; ilimde, sanatta zirveye ulaşmıştır.

Hz. Ömer (r.a) zamanında İslâmiyet’i benimseyen Siirt ve yöresinde dinî ağırlıklı eserler daha

ön plandadır. Bu da Siirt’teki turizm olgusu içinde inanç turizmini belirgin şekilde tercih sebebi

yapmaktadır. Hz. Muhammed (s.a.v) ‘in övgüsüne mazhar olan tabiin büyüklerinden Hz. Veysel

Karânî’nin kabirleri ve cennetle müjdelenen sahabeden biri olan Abdurrahman Bin Avf Hazretlerinin

makamı da bu yörede bulunmaktadır.

Veysel Karânî Hazretleri, bilindiği gibi ihtiyar anasından Peygamber Efendimizi ziyaret etmek için

kısa bir süreliğine izin alır. Efendimiz (s.a.v.)’in hane-i saadetlerine gittiğinde O’nu evde bulamaz. Bir

müddet gelmesini beklerse de anasının kendisine verdiği süre dolduğundan çok sevdiği ve görmeyi çok

istediği Efendimiz (s.a.v.)’i göremeden geriye anasının yanına döner. Yani bir bakıma sahabe olmayı

dakikalarla sayılabilecek bir sürede kaçırır. Ama bakın neleri yakalar:

Veysel Karânî’nin kendisini görmeye gelip de anasından aldığı izin bittiği için göremeden

geriye döndüğünü duyan Efendimiz, Veysel Karânî’ye mübarek bedeninin değdiği ve kokusunun

sinmiş olduğu hırkasını gönderir. Bütün sahabelerin sakalından bir tel almak için adeta yarıştığını

düşünürsek Efendimiz’in Veysel Karânî’ye gönderdiği hırkanın kıymeti daha iyi anlaşılmış olur. Veysel

Karânî, Yunus’un ifadesiyle “Hakk’ın Habibi’nin sevgili dostu” olmuştur. Mübarek kabirleri bugün

için ziyaretgâhtır. İnanç turizmindeki hareketlilik daha çok, il merkezi ile Hz. Veysel Karânî’nin

türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı

sıra matematikten astronomiye tüm pozitif bilimlerde 58 tane eser bırakan Erzurumlu İbrahim Hakkı

Hazretleriyle Hocası Hz. İsmail Fakirullah Hazretlerinin türbelerinin bulunduğu Aydınlar (Tillo)

ilçesinde yoğunlaşmaktadır. Bu eşsiz mekânlar, her yıl binlerce turist tarafından ziyaret edilmektedir.

Edipleriyle, şairleriyle ve gönül insanlarıyla mümbit bir toprağın bağrında binbir renkli çiçeklerin

yetiştiği Siirt İlimizi tanıtmakla aslında bizler de, kültürümüze hizmeti bir görev telakki ediyoruz.

Saygılarımızla…

Page 3: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

SOMUNCU BABA / AYLIK İLİM - KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nın Yayın Organıdır

Kurucusu A. Şemsettin ATEŞ

Yaygın Süreli - ISSN: 1302-0803

YIL: 17 SAYI: 132 Ekim 2011 Basım Tarihi: 01 Ekim 2011

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adına

İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Sebahaddin ATEŞ

Yazı İşleri Müdürü Hulûsi YAYLA

Yayın Editörü Musa TEKTAŞ

Kapak VEYSEL KARÂNî TÜRBESİ / SİİRT

Foto: İmam USTA

Yapım ARTWORKS

www.artworks-tr.com

Genel Sanat Yönetmeni İlhan SOYLU

Sanat Yönetmeni Volkan ZORBA

Tashih Ali YILMAZ - Vedat Ali TOK - Yusuf HALICI

Arşiv Muharrem AKIN

Abone Bekir CANPOLAT

Reklam Ziya TOKSÖZLÜ

Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi

Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende / MALATYA

Tel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79 www.somuncubaba.net - [email protected]

Dağıtım Kültür Dergi Dağıtım

Baskı & Üretim Bizim Repro Ofset ve Matbaacılık Ltd. Şti.

Büyük Sanayi 1. Cadde Alibey İşhanı 99/22 İskitler / ANKARA - Tel: (312) 341 10 20

Tek Sayı : 7 TL - Kurum Abone : 120 TL

1 Yıllık (12 Sayı) Abone : 70 TL Avrupa 1 Yıllık Abone : 72 EURO Avrupa Tek Sayı Fiyat : 6 EURO

Avrupa Harici Yurtdışı Abone : 102 USD Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068

Ziraat Bankası (Darende Şubesi): 26798480-5001IBAN - TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01

Vakıf Bank (Darende Şubesi):TR 47 00015 00 1580 0728 678 4111

Gönderilerin abone adına yatırılmasından sonra lütfen (0422) 615 15 00 / 185 dahiliyi arayınız.

38

62 72 84

VEYSEL KARÂNÎ YURDU: SİİRT - Meryem Aybike SİNAN (06)

BİR ALLAH DOSTUDUR VEYSEL KARÂNÎ - Enes PALA (09)

ÜMMET BİLİNCİ - Enbiya YILDIRIM (14)

VAHYE KARŞI SİHİR/BÜYÜ - Ali AKPINAR (18)

PEMBE VE KARA - Ahmet Mahir PEKŞEN (21)

EL-CELÎL - Ramazan ALTINTAŞ (26)

İNCİTME - Hanifi KARA (25)

AMR B. ÜMEYYE (R.A.) - Bünyamin ERUL (30)

KIRK YAPRAKLI GÜL - H. Hamidettin ATEŞ (31)

SEVDİĞİ İÇİN KÖLE OLMAK - Musa TEKTAŞ (32)

KAN ÇİÇEKLERİ - M. Nihat MALKOÇ (37)

NAMAZ İLÂHÎSİ - Bekir OĞUZBAŞARAN (41)

DİVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ’DE HZ. YÛSUF (A.S) - Resul KESENCELİ (42)

BE HEY GÖNÜL - Hızır İrfan ÖNDER (47)

KUR’AN’DA TAKVÂ - Mehmet DERE (48)

MABEDSİZ ŞEHİR RUHSUZ ŞEHİR - M. İlyas SUBAŞI (52)

ŞUARÂ MECLİSİ - Necati TOPÇU (56)

TERÂVİH NAMAZI HZ. ÖMER’İN SÜNNETİ Mİ? - Abdullah KAHRAMAN (58)

HASRET ATEŞİ - Vedat Ali TOK (66)

PANİK ATAK VE İNANÇ - Sefa SAYGILI (68)

GÜZELLER GÜZELİ - AŞIK FEYMANİ (71)

BARIŞLA BARIŞALIM, BARIŞ KOKSUN HER YERDE - Hanifi KARA (75)

HÜLLE OĞLUNUN TAŞI - Selim TUNÇBİLEK (76)

OKYANUSA AKIŞ - Mustafa AKGÜN (79)

SİİRT EVLİYALARI - Yusuf HALICI (80)

HİKMET ADASI - Mehmet SERTPOLAT (83)

MANTAR - Şifalı Bitkiler (86)

KÖFTELİ YOĞURT ÇORBASI - Mesude SARI (87)

ADANA 0 322 457 66 54ALANYA 0 242 518 26 18AMASYA 0 533 681 33 82ANKARA 0 312 324 40 75 ANTALYA 0 530 328 82 86BARTIN 0 378 227 30 64BOLU 0 374 217 42 02BURSA 0 532 766 92 56ÇAYCUMA 0 372 615 19 21ELBİSTAN 03444150188G.ANTEP 0 342 321 43 34GEREDE 0 532 704 15 44GÖLCÜK 0 532 561 61 65 İSKENDERUN 03266157356İSTANBUL 02164720892

İZMİR 02324359091K.MARAŞ 05446904567KARABÜK 0 542 240 67 63KAYSERİ 03523360329KONYA 0 332 233 38 74MALATYA 0 533 331 88 13MERSİN 03243363109OSMANİYE 03288462139SAKARYA 0 264 339 23 65SAMSUN 0 362 238 79 79SİVAS 03462220846TOKAT 0 356 212 24 63TURHAL 0 356 275 86 00TÜRKELİ 03686712450ZONGULDAK 03722532474

LEYLÂ KİMİN MECNUNUDUR?

İSMAİL FAKİRULLAH (K.S.)

ÇOCUK YETİŞTİRİLMESİ İÇİN HANGİ SEVGİ

ARI SÜTÜ

BİR MÜRŞİD-İ KÂMİL VE SOMALİ

CEHALET BÜTÜN YANLIŞLARIN ANASIDIR

10İyi de gül kime âşıktır, ya mum? Mecnun Leylâ’ya âşık, ya Leylâ?... Bu sefer üzerinde duracağımız gazel bütün bu soruları sormakta ve bunlar üzerinde yeniden düşünülmesini istemektedir.

İsmail Fakirullah (k.s.)’ın türbesi de kendisinden özellikle söz edilmesi gereken bir yapıdır. İlk özelliği, buranın İbrahim Hakkı Hazretleri tarafından hocası için yaptırılmış olmasıdır.

Hiçbir anne baba çocuğunu sevmezlik etmez; ancak çocuklara gösterilen sevgide bir yetersizlik olabilir, eksiklik olur. Çocuğa gösterilen sevgi genelde eksi uçtadır.

Hücre yenileyici özelliğe sahip olan arı sütü, besleyici ve nemlendirici gücü sayesinde saç ve cilt bakımında da mucizevî etkiler yaratıyor.

Somali’de bağımsızlık mücâdelesi veren bu mürşid-i kâmilin adı Muhammed B. Abdullah Hasan’dır.

Peygamber Efendimize ilk emri olan “Oku” gündemimizden çıkmış ve buna bağlı olarak da; bilim, teknoloji, düşünüce de eksen kaymasına uğramıştır.

22Abdülmecit İSLAMOĞLU

Mustafa ÖZÇELİK M. Emin KARABACAK Akın DİNDAR

Kadir ÖZKÖSE Abdulkadir YUVALI

Page 4: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

Ekim 20114 5

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)

Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî

Anâ Mecnûn denir ki ezber etmiş Dilinde her nefes evrâd-ı Leylâ

Gözü yârın cemâlin manzar etmiş Şuhûdu şâhidi irşâdı Leylâ

Açıp ders-i cünûnu etdi ta’lîm Kitâb-ı hüsnünü üstâdı Leylâ

Değişmez iki dünyâya muhakkak O kim Kays ola ede yâd-ı Leylâ

Muhabbet ana derler yâr ilinde Ola Mecnûn-dilin feryâdı Leylâ

Olursa her demin yârın gamıyla Eder bir gün visâli şâdı Leylâ

Hulûsî yâr olup gayrı unut kim Kala ortada ancak adı Leylâ

Page 5: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

7Ekim 20116

Şehir Güzellemesi Meryem Aybike SİNAN

Siirt Ellerinde Veysel Karânî Diyor Yüreğim

Ha Yemen olmuş, ha Siirt ne fark eder diyor

aklım. Yürek yolculuğu nereye giderse oraya gi-

dersin sen de diyorum. Siirt bir evliyalar şehri,

gel diyor gönülden, çağırıyor. Her davete icabet

etmek lazım, uzak yakın demeden gitmek, ırak-

ları yakın eylemek lazım.

Siirt derin bir sıcaklıkla oturuyor evliyalar

postuna. Nice erenler gelip geçmiş bağrında.

Evliyalar denince Tillo geliyor aklımızın burcu-

na. Bin bir ışık huzmesi kalbimize yol buluyor.

İsmail Fakirullah, nezaketin, nezahetin, vefa-

nın ve şefkatin timsali gibi, bir güneş gibi, nur-

lu bir ışık gibi yol buluyor gönlümüzün çırpınan

kafesine.

Birbirini Yansıtan Gönüller

İbrahim Hakkı Hazretleri öğrencisine ver-

miş bütün gönlünü. Bir olmuş gönüller birbir-

lerini yansıtıyorlar. Tillo tepelerinde serin bir

meltemin kokusunda onların nefesi var sanki.

İbrahim Hakkı Hazretleri bir derin tefekkürün

kalesini inşa etmiş gibidir Tillo topraklarında.

Erenler toprağı her dem menekşeleniyor, ça-

ğırıyor cümle ervahı. Güneş bu topraklarda ku-

caklaşıyor âlimin kozmografya aletleriyle. Fen

kalple buluşuyor, ruh maddeyi eritiyor, Tillo

tek yürek oluyor.

Sonra Veysel Karânî yürekli erenler geliyor

aklıma. Veysel Karânî ve Siirt ne çok yakışmış-

lar birbirlerine. Zaman haksız, zaman sabırsız,

zaman inatçı, zaman vefasız alıp götürüyor bü-

tün anıları. Geriye Kehkeşanlara yürüyen evliya

soylu yüreklerin hüzünleri kalıyor.

Binlerce evliya nedendir bu şehre gönül ver-

diği, nedendir bu şehirde karar kıldığı, neden-

dir? Evliyalar yatağı bu şehir neden böyle ağır

misafirleri ağırlamaktadır acaba?

Abdurrahman Bin Avf Hazretleri de gelip bu

şehre katmıştır bedenini. Türbesi bu kutlu bel-

dededir. Cennetle müjdelenen bu kutlu zatın

türbesi duaların ritmine hasrettir belki de!

Siirt Biraz Bugündür Biraz Dündür

Siirt aklı başında biraz Eruh, biraz Kurtalan,

biraz Pervari, biraz Şirvan, biraz Baykan ve

Aydınlardır. Siirt Selçukludan bu yana bu top-

rakların nağmelerini bir gergef gibi işleyen ve

türlü nakışlarla gönül ilmeklerine bağlayan bir

kutlu şehirdir bilene.

Siirt’te Yazlıca Dağı en yüksekten bakmak-

tadır Dicle Platosuna. Şeyh Ömer Dağı bin tür-

lü çiçeğin uğrak yeridir, Bacavan Yaylasında za-

man akmaktadır ve insanoğlu geniş yaylakların

ve otlakların arasında hayalini aramaktadır.

Dicle Havzasında türlü türlü meyveler, sebzeler

sepetlere yol etmekte, elleri kınalı bacının elle-

rini avuçlamaktadır.

Botan suyu almış başını gidiyor gümrah çır-

pınışıyla. Garzan Çayı ne gelin kızları alıp git-

miştir çağlaya çağlaya, ağlaya ağlaya. Kezer ve

Başur çayları inleyerek Dicleye akmaktadır.

SİİrtVeysel KarÂnî Yurdu!Veysel KarÂnî Yurdu!

Sİİrt

“Siirt bir evliyalar şehri gel diyor gönülden, çağırıyor.

Her davete icabet etmek lazım, uzak yakın

demeden gitmek, ırakları yakın eylemek lazım.”

Aslan TEKTAŞ

Page 6: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

Ekim 20118 9

Siirt Ulu Camii avlusunda şadırvandaki su se-

siyle kendinizden geçiyor, Selçuklu günlerine yeni

baştan sarıyorsunuz. Selçuklu Sultanı Müguzid-

din Mahmut Han, ordusuyla geliyor Siirt ufukla-

rına ve haykırıyor askerlerine ve doludizgin bir se-

fere çıkılıyor.

Siirt baştanbaşa tarih, baştanbaşa hatıra, baş-

tanbaşa bir hüzün şehridir. Güz yaprakları düş-

tüğünde şehrin kanatlarına, cadde ve sokaklarda

insanlar eski hatıralara yaslanmakta, Siirt üşü-

mekte, hatıralar ısınmaktadır yeni baştan.

Ayn Salip çeşmesi bir billur suyu şakır şakır

dökmektedir Siirtlinin avuçlarına. Selçuklu çeş-

mesi geçmişe sarılmış suyun sesiyle çok uzaklara

bir ara nağme göndermektedir.

Siirt bir parça şehirdir, bir parça efsane, bir

parça tarihtir.

Her dem kendini anlatmaktadır Siirt.

Her dem kendine gitmekte, her dem kendine

dönmekte, her dem ruhuna yaslanmaktadır.

Siirt Bir Gökkuşağı Gibi Yedi Renklidir

Siirt’te bulunduysanız ve acıktıysanız buyuru-

nuz bir Siirt mutfağına der gibidir bilinmez bir

ses. Bir anda kendinizi eski bir Selçuklu konağın-

da, bakır bir sofranın yanı başında bulursunuz.

Siirt köftesi, büryan, bumbar, yoğurtlu köfte, sa-

rımsaklı köfte, varak, aside, rayoşu meketip, im-

çerket, ekşili Siirt dolması gelip sofraya konar ve

el uzatmanızı bekler heyecanla.

Siirt gelip bir martı ürkekliğiyle kondu omuz-

larımıza artık. Siirt’i bilmek lazım, Siirt’i anlat-

mak, Siirt’i söylemek, Siirtlileri hatırlamak lazım.

Böyle dimdik, eğilmeyen, doğru, dürüst bir insan

kalitesi vardır ya o işte Siirtlidir.

Kalbini dağların eteğinde bırakmış, kolları-

nı ve duaya tutulan ellerini semaya yöneltmiş bir

şehrin altın anahtarıdır Tillo. Kaç şehir bu kadar

şanslıdır, kaç şehir böylesine ağır misafirleri kol-

larına alır, kaç şehir her dem mağfiret yağmurla-

rının sağanağı altındadır acaba?

İşte Tillo bu şehirlerden o nadide ve güzide şe-

hirlerden biridir.

Siirt bu kutlu beldelerden biridir.

Kaderini göre göre yazmış bir şehirdir Siirt.

Muhabbetle kalınız!

BİR ALLAH DOSTUDUR VEYSEL KARÂNÎ

Anne sevgisinin örnek timsaliBir Allah dostudur Veysel KarânîÇöllerde savrulan muhabbet yeliBir Allah dostudur Veysel Karânî

Peygamberi görmek için izinleMedine’ye gelen belirli günleBulamayıp dönen bin bir hüzünleBir Allah dostudur Veysel Karânî

Hadisle makamı yüce anılanHırka-i şerifle taltif olunanKaren’li bir çoban gibi bilinenBir Allah dostudur Veysel Karânî

Üveysiyyül meşrep pirlerin piriGönüllere sultan bir gönül eriSiirt Baykan’dadır nurlu makberiBir Allah dostudur Veysel Karânî

Enes PALA

Page 7: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

11Ekim 201110

Hulûsi Kalb’denAbdülmecit İSLAMOĞLU*

Es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi (k.s.)

eserlerinde Kur’ân âyetleri kadar,

kâinattaki âfâkî âyetlere de yer vermiş,

onlara da dikkat çekmiştir. Zira varlığın tama-

mında Yüce Allah’ın kudretinin tecellîleri ortaya

çıkmakta, her şey lisân-ı hâl ile O’nun kulu oldu-

ğunu haykırmaktadır.

Hulûsî Efendi, etrafında olup bitenlere ibret

nazarıyla bakmış ve görünenin ötesinde var olan

hakîkate ulaşmak istemiştir.

Baş gözüyle görülebilenler vardır, bir de on-

ların arkasında saklı olan... Bunu sorgulamak ve

herkesin gördüğünden fazlasını görebilmektir

önemli olan.

Bülbülün güle olan aşkı dillere destandır ya

da kelebeğin mumun ateşinde yanma arzusu.

Mecnun’un Leylâ’ya âşık olduğunu herkes bilir ya

da nehirlerin denize ulaşmak için çırpınıp durdu-

ğunu. İyi de gül kime âşıktır, ya mum? Mecnun

Leylâ’ya âşık, ya Leylâ?... Bu sefer üzerinde dura-

cağımız gazel bütün bu soruları sormakta ve bun-

lar üzerinde yeniden düşünülmesini istemekte-

dir:

1. Gül bülbülü nâlân eden gül neden çâk-i pîrehen

Bülbül gül için nâle-zen gül kim için açmış dehen

“Bülbülü inleten gül iken, gülün gömleğini

yırtması da neden? Bülbül gül için inleyip dur-

makta. Peki, gülün yapraklarını açıp da bekledi-

ği kim?”

Bülbülün güle olan aşkı Divan edebiyatının te-

mel konularından birisidir. Buna göre bülbül güle

olan aşkıyla yanıp tutuşmakta, gül ise ona yüz

vermemektedir.

Buraya kadar her şey açıktır da gülün kime

âşık olduğu üzerinde durulmamıştır. Gül öyle

bir sevgiliye âşıktır ki onun için yakasını yırtmış;

yapraklarını açmıştır. Gülün bir ağız misali açıl-

mış hâli hep o sevgili içindir.

2. Pervâne şem‘e cân verir şem‘in visâline erer

Şem‘in yâ kimdir yârı kim yâr yüzüne oldu rûşen

“Pervane/gece kelebeği mum için can vererek

vuslata erer. Peki, mumun yari kimdir acaba? Yü-

zünü aydınlatmak için yandığı sevgilisi kimdir?”

Pervane ve Şem’ hikâyesi tasavvufî hakîkatlerin

remizlerle anlatıldığı edebî klasiklerdendir. Sev-

gilisi uğruna ve vuslat adına pervane/gece kelebe-

ği, canından vazgeçer ve mumun yakıcı alevinde

yâre kavuşmanın hazzına erer. Peki, pervanenin

uğruna ateşlere yandığı, kendisini feda ettiği mu-

mum bir sevgilisi yok mudur? Onun yüz aydınlığı

olan bu yâr kimdir diye sorulmaz mı?

3. Mecnûn gezer sahrâları Leylâ visâlin yâd ile

Leylâ kimin Mecnûn’udur dâim çeker derd ü mihen

“Mecnun Leylâ’ya kavuşma ümidiyle çölle-

ri gezer durur. Dert ve acılar çeken Leylâ kimin

Mecnunudur peki?”

“İyi de gül kime âşıktır, ya mum? Mecnun

Leylâ’ya âşık, ya Leylâ?... Bu sefer üzerinde

duracağımız gazel bütün bu soruları sormakta

ve bunlar üzerinde yeniden düşünülmesini

istemektedir.”

Kİmİn meCnUnUDUr?

leYlÂ

Page 8: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

13Ekim 201112

Mecnun Leylâ’ya âşıktır. Çöllerde onu ara-

makta, onu sayıklamaktadır. Bilinen hikâyedir

bu… Mecnun’un hatırından bir an olsun çıka-

ramadığı Leylâ, gerçekte kime âşıktır acaba?

Leylâ’yı dert ve elemlere boğan, aklını başından

alan, Mecnun mudur, başka biri mi…

4. Sular yüzün yere koyup çağlar akar deryâ deyü

Deryâ neden cûşa gelir inler dem-â-dem derdden

“Sular yüzünü yerlere kor ve deryaya kavuş-

ma iştiyakıyla çağıl çağıl akar. Peki, deryayı dert-

ler içerisinde inleterek coşturan da ne?”

Fuzûlî, Su Kasidesi’nde;

Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür

muttasıl

Başını daştan daşa urup gezer âvâre su

“Su sevgilinin ayağının toprağına erişeyim

diye ömürler boyunca başını taştan taşa vurup

avare gezer durur.” demektedir. Hulûsî Efendi

de Fuzûlî’nin bu beytinde olduğu gibi teşhis sa-

natını kullanmış ve suyun, yüzünü yerlere koyup

“derya” diye diye özlem içerisinde sevgilisine ka-

vuşmak istediğini belirtmiştir. Peki, dert dalgala-

rıyla denizin cûşa gelmesi, kabarıp dalgalanma-

sının sebebi nedir?

5. Kimdir dehânı söyleten kimdir kulağı dinleten

Kimdir görünen kim gören ortada bunca sen ü ben

“Ağza söz söyleten kimdir, kulağa sözü dinle-

ten? Görünen kim, gören kim; ortalıkta dolaşan

ben ve sen de kim?”

Söz söyleyen dil, zâhiren bize ait, duyan ku-

laklar bizim. Bizim gözlerimiz görüyor ve yürü-

yen ayaklar bizim. Peki, gerçekte bütün bunlara

bu gücü, bu kabiliyeti veren kim?

Etrafımıza baktığımızda sayısız varlıkla karşı-

laşırız. Gerçek varlık kim, gerçekten var olan kim?

6. Kimdir bunca nâz eyleyen kim ana niyâz eyleyen

Kim sözü kim sâz eyleyen kim söyleyen bunca sühan

“Bunca naz eden kim, O’na niyaz eden kim?

Kelimeleri dizen, bunca söz söyleyen de kim?”

Yalvaran ve yalvarılan kim? Kelimeleri bir

âhenk içerisinde dizen, bir enstrüman gibi bunla-

rı çalan kim? Dizilen bu sözleri söyleyen kim?

7. Fısk u fücûr zühd ü salâh kahr u helâk lutf u felâh

Mâdem andan fevz ü necâh n’ider yâ fısk-ı Ehrimen

“Günah işleyerek hak yoldan çıkma, ya da dün-

yaya değer vermeyerek faziletli olma… Harap olup

mahvolma ya da iyilik yaparak selâmet bulma…

Madem kurtuluş ve başarı O’ndandır, şeytanın is-

yan edişi, doğru yoldan saptırmak istemesi insana

zarar verebilir mi?”

Dünyadaki bütün insanlar bir araya gelseler

de bir işin olması için çalışsalar, Cenâb-ı Hak is-

temedikçe o şey gerçekleşmeyecektir. Kezâ bir şe-

yin olmaması için bütün varlıklar bir araya gel-

seler, Yüce Allah o şeyin olmasını murâd ettiği

vakit kimse onun önüne geçemeyecektir. Kişinin

hidâyete kavuşması ya da dalâlette kalması da ay-

nen böyledir. Kurtuluşa eriştirecek olan da O’dur,

başarıya ulaştıracak olan da O. Başkaları isteme-

se de.

8. Hüsnüyle hayrân etmeğe aşkıyla nâlân etmeğe

Vaslıyla handân etmeğe oldur görünen hem gören

“Güzelliğine hayran bırakan… Aşkıyla inleten,

vuslatıyla güldüren, gören ve görünen hep O…”

O’nun güzelliğidir âşığı hayran bırakan. Yapa-

cak şey, söyleyecek söz bırakmayan O’nun güzel-

liği. Aşkıyla ağlatan, vuslatıyla düğün yaptıran O.

Gören de O, görülen de. Cümle varlık hep O’nun

eseri, O’nun en güzel isimlerinin ve sıfatlarının te-

cellileri.

9. Hulûsî yâr mihnet sever yâr yârı bî-illet sever

Her hâline hayret sever yâr ol ana koy mâ vü men

“Ey Hulûsî, sevgili mihnet sever. Sevgili sevgi-

lisini sebepsiz sever. Sevgili, her yaptığı karşısın-

da hayrete düşülmesini sever. “Ne ve kim” demeyi

/ boş sözleri bırak da O’na yâr ol!”

Sevgilinin özelliği dert ve elem çektirmek, acı-

lar yaşatmaktır. Âşık ise bütün bunlara katlanan,

dahası bunlar için şükredendir. Gerçek âşık sev-

mek için bir sebep aramaz. Lütfuyla da sevilir O,

kahrıyla da. Ne yaparsa yapsın, hikmet vardır her

yaptığında. Âşığa düşen ise “İnandık ve itaat et-

tik.” demektir. Gerisi boştur, lâf ü güzâftır.

*Dr.

“Bülbülün güle olan aşkı dillere destandır

ya da kelebeğin mumun ateşinde

yanma arzusu. Mecnun’un Leylâ’ya âşık

olduğunu herkes bilir ya da nehirlerin

denize ulaşmak için çırpınıp durduğunu.”

“Es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi (k.s.) eserlerinde Kur’ân âyetleri kadar, kâinattaki

âfâkî âyetlere de yer vermiş, onlara da dikkat çekmiştir. Zira varlığın tamamında

Yüce Allah’ın kudretinin tecellîleri ortaya çıkmakta, her şey lisân-ı hâl ile O’nun

kulu olduğunu haykırmaktadır. Hulûsî Efendi, etrafında olup bitenlere ibret

nazarıyla bakmış ve görünenin ötesinde var olan hakîkate ulaşmak istemiştir.”

Page 9: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

15Ekim 201114

Mü s l ü m a n l a -

rı kardeş ya-

pan pek çok

faktör vardır. Birbirlerine des-

tek olmaları, sıkıntılı anların-

da yardıma koşmaları, İslâm’ın

yücelmesi için Allah yolunda

fedakârlıklar göstermeleri on-

ları bir arada tutan ve kaynaştı-

ran unsurlardan sadece bir ka-

çıdır. Esasında Müslümanları

birbirine kenetleyen ne kadar

faktör varsa, bunları bir şemsi-

ye altında birleştiren ana unsur

ümmet bilincidir. Mü’minler

ümmet oldukları için bir ara-

dadırlar. Camide bir safta omuz

omuza vermeleri, zekâtlarını

ihtiyaç sahibi mü’minlere tak-

dim etmeleri, Kâbe’nin etrafın-

da tavafa koşmaları hep ümmet

oldukları içindir. Başka bir ifa-

deyle, bütün bunlar, İslâm bir

arada yaşanması gereken din

olduğundandır. Nitekim dün-

yanın herhangi bir bölgesinde

inleyen mü’minlerin derdine

derman olmak için seferber ol-

maları, onlar için gözyaşı dök-

meleri ve her bir mü’minin der-

dini kendilerine dert edinmeleri

onlardaki ümmet bilincinden-

dir. Çünkü Allah onları kar-

deş kılmıştır. Kardeşliğin gere-

ği ise diğer mü’min kardeşine

sahip çıkmaktır. Bundan do-

layı Müslümanlıktaki kaynaş-

ma ve birlik başka hiçbir din-

de ve inanışta yoktur, olamaz.

Olamadığı için de, İslâmî has-

sasiyetlerden habersiz olanlar,

ümmetin ne olduğunu bileme-

yenler, bir ülkedeki Müslüman-

ların dünyanın diğer tarafın-

da zorda kalmış mü’minler için

endişelenmelerini ve

yüreklerinin sızlanmasını

anlayamazlar. “Kendi

yurdundaki insanlar dururken

başkaları için ne diye seferber

oluyorlar.” derler. Yardım

kampanyalarını, çırpınışları

gereksiz görürler. Çünkü onlar

için destek olunması gerekenler,

devlet sınırları içerisinde

yaşayanlar ve soydaşlarla

sınırlıdır. Hz. Muhammed

(s.a.v)’in şöyle buyurduğundan

habersizdirler: “Mü’minler bir

vücudun organları gibidirler.

Hangisi bir acı duysa diğer or-

ganlar da bunu hissederler.”

(Buhârî, 5552).

Ümmeti İnşâ Etmek

Ümmet bilinci o kadar güzel

bir tutkaldır ki, insan nefsine

uyarak bir takım hatalar

içine düşse bile, ümmetin

önünde mahcup olmamak ve

yaptığıyla diğerlerine kötü

örneklik sergilememek, başka

bir ifadeyle toplumun ifsadına

sebebiyet vermemek için

hassasiyet gösterirler; alenî

olarak yanlış yapmaktan son

derece çekinirler Zaten kişi

aşikâre bir şeyler yapmaya cüret

ettiğinde toplumun reaksiyonu

çok güçlü olur ve hemen onu

dışlar, itibarsızlaştırır. Bu ne-

denle de ahlâkî zaafiyetleri olan

kişiler ümmet içinde değersiz-

dir. Toplum onlara itibar et-

mez.

Ayrıca unutmamak gerekir

ki, İslâm ahlâkının Kur’an ve

sünnetle birlikte Müslümanla-

rın önüne koyduğu bütün gü-

zellikler hep ümmeti inşa etme

amacına matuftur. İslâm huku-

kunun öngördüğü bütün ceza-

lar da bu ümmetin vahdetine ve

güzelliğine halel getirebilecek

her bir adıma engel olma ama-

cına dönüktür. Çünkü İslâm

kendisine inananları öncelikle

ümmet yapmayı hedefler. Bü-

tün emir ve yasakları Müslü-

manları ümmet yapmak için-

dir.

Bundan dolayıdır ki,

günahkârları bir yana, ümmet

KültürEnbiya YILDIRIM*

“Yüreğinde hâlâ ümmet endişesi olan insana düşen

nedir, derseniz. Kardeşlik duygularımızı canlı tutan

ve birbirimize bağlanmamızı sağlayan ümmet

bilincinin korunmasını ve yüceltilmesini sağlamak için

elimizden gelen gayreti göstermek durumundayız.”

ÜmmetBİlİnCİ

ÜmmetBİlİnCİ

Page 10: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

Ekim 201116 17

bilincine sahip olan herkes “üm-

met muhasebesi” yapar. Meselâ

bilginler, söylediklerinin ve yaz-

dıklarının inananların gidişâtı

üzerindeki etkilerini mutlaka

hesap ederler. Bir takım ma-

kamları elde etmek veya bir yer-

lere sempatik görünmek için

konuşmazlar, kalemlerini oy-

natmazlar. Onlar için Rabb’in

rızası her şeyin önündedir

ve ümmeti kollamak gibi bir

görevleri olduğunu düşünürler.

Gönülden bağlı oldukları

ve sevdikleri ümmete karşı

sorumluluk taşıdıklarını bilirler.

Bu yüzden de Müslümanlara

zarar verecek her şeyden uzak

dururlar. Günümüzde olduğu

gibi, bu bilinç kaybolduğu

zaman ise, söylemlerinin ve

eylemlerinin ümmet üzerindeki

etkilerini hesaba katmaksızın

konuşurlar ve yazarlar. Böylesi

insanların Müslüman kimliğiyle

ümmete verdikleri zarar, İslâm

karşıtı olanların açık ve net

saldırılarından daha ağırdır.

İçeriden kabul edildikleri için

ümmetin bağrı onlara açıktır ve

beklemedikleri yerden yürekleri

harap edilir.

Zihin Dünyasında Tahribat

Şimdilerde ekranlarda boy

göstererek mü’minlerin zihin

dünyalarını allak bulak eden,

geçmişi saygısızca kötüleyen ve

İslâm’ı ilk kez kendisinin doğru

anladığını iddia edercesine bu

dinin bugüne kadar yaşanma-

dığını iddia edenleri bir de bi-

zim dediğimiz zaviyeden seyret-

melidirler. Bu kişilerin ülkemiz

insanlarının zihin dünyaların-

da neden oldukları kırılmalara,

dine olan bağlılıklarının sarsıl-

masına ve artık hiçbir şeye ina-

namaz hale gelişlerine tanıklık

ediniz. “Söylediklerim ve yaz-

dıklarım ümmetin vahdetine

olumsuz etki yapar mı?” anla-

yışını bir tarafa bırakıp ölçü sı-

nırlarını aşarak ekranlara çıkma

sevdalısı olan bu zevâtın yaptığı

tahribatı toparlamanın ne kadar

güç olduğunu görünüz. İslâm

adına konuşan bu insanla-

rın zihin dünyalarında “ümmet

bilinci”nin kalıp kalmadığın-

dan şüphe duyarsanız tamamen

haklısınız.

İslâm’ın her şeyin önünde

tuttuğu ancak yaşadığımız

dönemde kaybolmaya yüz

tutmuş olan ümmet bilincinin

zâyi olma nedenleri hususunda

söylenecek şeyler elbette pek

çoktur. Lakin mânevî boyu-

tun zayıflamasının, inananların

olabildiğine dünyevîleşmeye

başlamasının ve ahlakî sefaha-

tin artmasının şüphesiz bunda

pek çok etkisi vardır.

Velhasıl pek çok etkenin te-

siriyle ümmet bilincimizi yavaş

yavaş kaybediyoruz. Değerleri-

miz zayıflıyor ve pek çok vasfı-

mız sadece sözde kalıyor. Buna

paralel olarak ibadet şuurumuz

da kayboluyor. Hatta ibadetle-

rimiz sıradanlaşıyor, lezzet ala-

maz oluyoruz. Görünürde bir

dindarlık sergiliyoruz ama bu

dindarlık içi doldurulamamış

bir Müslümanlık olarak kalı-

yor.

Bunun olumsuz sonuçları-

nı elbette hep birlikte yaşıyo-

ruz. En basitinden, biz gerçek

anlamda ümmet olabilseydik,

İslâm dünyası bugünkü zille-

ti yaşıyor olur muydu acaba?

İslâm coğrafyasının üzerine

musallat olmuş zalim idareciler

kendi halklarına bunca eziyet-

leri çektirebilir miydi? Müslü-

manlar kendi küçük hesapla-

rını bir tarafa bırakıp İslâm’la

dertlenebilseydi, dünyanın her

yanına dağılmış olan Müslü-

manların gücü böyle mi olur-

du?

Ayrıca her birimiz ümmet

bilincinin bir tarafını törpüle-

mekle meşgulken kardeşlikten

söz etmek ne derece mümkün

olabilir ki? Her türlü tefrika ile

savrulduğumuz şu günlerde bir

kısmımız asabiyet ile kendisini

diğer Müslüman kardeşlerin-

den farklılaştırmanın peşinde.

Irak’ta Müslümanların birbir-

lerini kelimenin tam anlamıyla

“telef” etmelerine bir bakınız.

Bir Müslüman diğer Müslü-

manları hem de caminin için-

de bombayla imha edebilecek

kadar cânîleşebilmekte. Ülke-

mize çevirin bakışlarınızı. Ter-

temiz masum yürekler kurulan

tuzaklarla veya mermilerle top-

rağa yıkılabiliyor. Bağlarından

kopan ve kendisini geçmişi-

ne götüren değerleri zayıflayan

veya hiç kalmayan bir kuşaktan

ümmeti koruma bilinci elbette

beklenemez. Beklenmediği için

de her türlü aymazlığı yapma-

sına şaşılmaz. Katlettiği kişinin

önce ailesine sonra da ümme-

tin vahdetine darbe vurduğunu

düşünmemektedir ki, bunun

hesabını yapsın.

Yüreğinde hâlâ ümmet en-

dişesi olan insana düşen nedir,

derseniz. Kardeşlik duyguları-

mızı canlı tutan ve birbirimize

bağlanmamızı sağlayan ümmet

bilincinin korunmasını ve yü-

celtilmesini sağlamak için eli-

mizden gelen gayreti göster-

mek durumundayız. Çünkü bu

dinin endişesini bizler taşıyo-

ruz. Bu nedenle büyük bir aile

olarak kabul edebileceğimiz

İslâm ümmetinin bir ferdi ola-

rak öncelikle kendi davranış-

larımıza dikkat etmek ve diğer

aile bireylerine kötü örnek ol-

maktan kaçınmak, onlar için

fedakârlık yapmak durumun-

dayız. Kendi ailemizi korumak

için neler yapıyorsak ümmet

için de aynısını yapmak zorun-

dayız. Zira kulluk sadece beş

vakit namaz, oruç ve hac gibi

ibadetlerden ibaret değildir.

Samimiyetle ve sabırla çabalar-

sak bir şeylerin düzelmeye baş-

ladığını göreceğiz.

* Prof. Dr.

Beki

r SAR

I

Page 11: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

19Ekim 201118

İlim ve Hayat Ali AKPINAR*

VAHYe KArşI

SİHİr /BÜYÜ

Onlar Allah’ın Ki-

tabını arkalarına

attılar. Şeytanla-

rın Süleyman’ın hükümdarlı-

ğı hakkında söylediklerine uy-

dular.”1

Yüce Yaratıcı, kulları boş-

lukta kalmasın, bidat ve hura-

felerin girdabında boğulma-

sın diye onları peygambersiz

ve kitapsız bırakmamıştır. Bu-

nun için ilk insanı ilk peygam-

ber kılmış ve ilk peygamberine

ilk kitabını vermiş, ondan son-

ra da her kavmin bir yol göste-

ricisi, mürşidi, rehberi olmuş-

tur. Buna rağmen insanlar,

Yüce Allah’ın vahyini ötelemiş-

ler ve alıcılarını şeytanlara çe-

virerek onların iğvalarına ken-

dilerini kaptırmışlar. Şeytanlar

da onları saptırmış, ürettikleri

iğva, zan ve kuruntuların ağına

düşürmüş ve onları istedikle-

ri gibi çekip çevirmişlerdir. On-

lar, vahyi arkalarına attılar ve

şeytanların okuduklarına uydu-

lar. Süleyman Peygamber gibi

büyükleri de buna alet ettiler.

Oysa Süleyman Peygamberin

söyledikleri vahiy kaynaklı idi,

sihir ise şeytan kaynaklı pislik-

lerdendi.

Sihir, bir takım gizli güçler-

le bağlantı kurarak olağan üstü

bazı olayları gerçekleştirme-

ye çalışmak ve böyle iddialar-

da bulunmaktır. Sihir, göz bo-

yacılığıdır. Akıl ve ilim dışıdır.

Aldatmadır. Genelde saf ve bil-

gisiz insanlar üzerinde etkisi-

ni gösteren bir nevi ayartma-

dır. Karı koca, anne baba evlat

ve kardeşlerin, dostların arasını

açma girişimidir. Oysa Allah’ın

dini, yakın akraba başta olmak

üzere bütün insanlar arasında

ülfet, tanışma ve kaynaşmayı

amaçlar, bunun için ilkeler ko-

yar.

“Ey insanlar! Doğrusu Biz

sizleri bir erkekle bir dişiden

yarattık. Sizi milletler ve ka-

bileler haline koyduk ki bir-

birinizi kolayca tanıyasınız.

Şüphesiz, Allah katında en de-

ğerliniz, O’na karşı gelmekten

en çok sakınanızdır. Allah bi-

lendir, haberdardır.”2

Falcılık Allah’a Meydan Okumak!

Falcılık, yıldızlara ve yıl-

dıznamelere bakıp bir kısım

ahkâm çıkarmak, geleceğe yö-

nelik bazı tesbitlerde bulunmak

bu cümledendir.

Büyücüler, bir kısım sıkın-

tılarla denenen zayıf inanç-

lı insanları, saç/kıl, iğne, mus-

ka, tırnak, suya bakma, ölmüş

hayvanların parçaları, anlamsız

çizgi-işaretler ve benzeri mal-

zemelerle kandırmaya, onlara

inandırmaya çalışırlar. Gâipten

haber vermeye, geleceğe dair

bilgiler aktarmaya, çalıntı malı

ve çalanı bulmaya çalışırlar ki

bunların hepsi gaybı/gelece-

ği yalnızca kendisi bilen Yüce

Allah’a meydan okumaktır. “De

ki: ‘Göklerde ve yerde gaybı

Allah’tan başka bilen yoktur.”3

Sihir, büyü, kehânet Yüce

Allah’ın her şeyi kuşatan erişil-

mez gücünü devre dışı bırakma,

başka güçleri O’nun gücü karşı-

sına koyma girişimidir. Oysa

hiçbir güç Yüce Allah ile baş

edemez, O’nun erişilmez gücü

karşısında yok olmaya ve yıkıl-

maya mahkûmdur.

Sihir, Yüce Allah’ın peygam-

berlerin eliyle olmazları oldu-

ran mucize gücüne karşı geliş-

tirilmek istenen bir girişimdir.

Oysa peygamberlerin elinde

gerçekleşen mucizevî olaylar

gerçeğin kendisidir; sihirbazın

elinde gerçekleşenler ise tama-

men göz boyama şeylerdir. Söz-

gelimi Yüce Allah’ın emri ile

Hz. Musa’nın elindeki asa ger-

çekten yılan ve ejderhaya dö-

nüşmüş; onun mübarek eli ışık

saçan bir kandil olmuştur. Si-

hirbazların elindeki ipliklerin

yılanlar gibi hareket etmesi ise

el çabukluğu ve göz boyamadan

ibarettir. Onlar, içerisine cıva

doldurdukları bir kısım şeffaf

hortumları güneşin ısısı ile ha-

reket ettirip insanları kandır-

maya çalışmışlardır.

Yine onların insanların ara-

sını açmak için uydurdukla-

rı sözler, insanların beyinlerini

büyüleyen ve onları ruhen etki-

leyen şeylerdir.

Peygamberlerin mucizele-

rindeki amaç, insanlara Yüce

Allah’ın kudretini ve kendile-

rine yardım ettiğini gösterip

iman etmeye çağırmaktır. Si-

Page 12: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

PEMBE VE KARA Bir yanda aç ölen var, bir yanda çatlayan tok,Tezatlar içindeyiz, dünya da istikrar yok.Birbirine yakışır belki pembe ve kara,Ama yan yana uymaz kırmızı gül ve yara.Afrika çocuğunun gözyaşı şampanyalar,Yardım diye Batı’nın yaptığı kampanyalar.Tepinmelerle geçer, hayasız ve basittir,Kanayan yaralara dökülen bir asittir.Ötede sessiz ölüm, beri de çılgın tamtam.Bu acı benim acım, bu dava benim davam.

Orda secdeye varıp, tekrar kalkmayan baş var,Orda açlık ölümken, benim tasımda aş var.Hissederim o cılız eller benim yakamda,Fersiz gözleri gökte, sanki yüce makamda.

Ölümü görüyorlar, duyuyor, kokluyorlar,Ey insanlar! bu açlar sizleri yokluyorlar.

Bir yudum su, bir ekmek, bir hayatla eşdeğer,Bir katilsin, bir katil, ekmek vermezsen eğer.Ha aç koyup öldürmüş, ha kurşunla vurmuşsun,İkisi de aynı şey bir hayat soldurmuşsun.Çöpe dökülen bolluk, lüks ve israf bir yanda.Somali aç ölürken, insanlık imtihanda.

Beyler! Beyler! Durunuz elinizde buzlu cin,Ne yaptınız düşünün yanan Afrika için.Olsa da yüreğiniz bir mermer taş, bir kaya,Omuz silkemezsiniz inleyen Afrika’ya.Vicdan kapılarını o cılız eller çalar,Bir inilti, bir feryat, içinizi parçalar.

Birbirine yakışır belki pembe ve karaAmma yanyana uymaz, kırmızı gül ve yara.

Bırak Merih’te hayat, olsun veya olmasın,Sen şu Afrika’ya bak, mevcut hayat solmasın.İki milyar seyreder futbol final maçını,Kaç kişi fark ediyor, Somali’nin açını.

Açlık öldürüyorken yeri yok fiyakanınBölün somununuzu yarısı afrika’nın.

Batıda musluklardan su değil, şarap akar,Afrika’da bir hayat, bir yudum suya bakar.İşte zevk, işte çile, işte pembe ve kara.Yan yana duruyorken, ne diyor bakanlara.Dünyanın tablosu bu, pembe-kara, iki renk.Biri hayattan güzel biriyse ölüme denk.

Bu tabloyu görmeyen vicdanlar tenekedir.Aç ölen tek bir insan, insanlığa lekedir.

Açlık öldürüyorken, yeri yok fiyakanınBölün ekmeğinizi, yarısı afrika’nın.

Ahmet Mahir PEKŞEN

21Ekim 201120

hirbazın amacı ise, insanları al-

datarak makam mansıp ve dün-

yalık elde etmektir. Sihirbazlar,

kendilerine hayrı olmayan, ken-

dilerini kurtaramayan kimseler-

dir.

“Sihirbazlar geldiklerinde,

Firavun’a; ‘Biz üstün gelirsek,

şüphesiz bize bir ücret vardır

değil mi?’ dediler.”4

“Sihirbazlar marifetlerini or-

taya koyunca insanların gözle-

rini büyülediler ve onları ürküt-

tüler, büyük bir sihir yaptılar.”5

“Sihirbazlar zaten başarı ka-

zanamazlar/iflah olmazlar…”6

“Yaptıkları sadece sihirbaz

düzenidir. Sihirbaz nereden ge-

lirse gelsin başarı kazanamaz.”7

Ailede geçinmeyi becereme-

yen, geçinme için gerekli sorum-

lulukları yerine getirmeyen in-

sanlar, çoğu zaman yuvadaki

problemleri büyü ve büyücülere

yüklemeye çalışırlar. Yahut dert-

lerine çare olsun diye başvur-

dukları büyücüler onları, yanlış

sebeplere yönlendirerek kandı-

rırlar ve onları doğru yoldan kay-

dırırlar. Oysa o problemlerin

asıl sebebi kendileridir. Kendi

ihmalkârlık ve sorumsuzlukla-

rı bir kısım problemlere davetiye

çıkarmış, ama onlar şeytan man-

tığı ile suçu başkalarına atmaya

çalışmışlardır.

Müslüman şu gerçeğe yaki-

nen inanır ki: Yüce Allah iste-

meden hiçbir şey olmaz. Her şey

O’nun plan ve programı çerçeve-

sinde gerçekleşir. Olan her şey

O’nun değişmeyen ilâhî yasala-

rına göre olur. O’nun gücü karşı-

sında hiçbir güç duramaz.

Sihir, Akla Aykırıdır

Sihir, akla aykırıdır, ilme ay-

kırıdır, vahye aykırıdır. Yüce

Allah’ın gücüne ve mucizeye al-

ternatiftir.

Bütün bunlardan dola-

yı İslâm, sihri, büyücülüğü, fal-

cılığı, gelecekten haber verme-

yi yasaklamış ve bunları büyük

günahlardan saymış; Müslü-

manları bu gibi işlerle uğraşmak-

tan men ettiği gibi, bu gibi işlerle

uğraşanlara kanmamaları konu-

sunda da onları sürekli uyarmış-

tır.

Kur’ân’ın son surelerinde, ip-

lere üfüren üfürükçülerin ve ves-

vese veren sinsi şeytanın şerrin-

den Allah’a sığınmayı emreden

dualar yer almıştır.

“Düğümlere nefes eden bü-

yücülerin şerrinden tan yerini

ağartan Rabbe sığınırım.8 İn-

sanlardan ve cinlerden ve insan-

ların gönüllerine vesvese veren

o sinsi vesvesecinin şerrinden,

insanların Tanrısı, insanların

Hükümranı ve insanların Rabbi

olan Allah’a sığınırım.”9

Bu duaların Kur’ân’ın so-

nunda yer alması da oldukça

manidardır. Bunun anlamı şu-

dur: Fâtiha suresinden itibaren

Kur’ân’ın sonuna kadar ilahî hü-

kümlerin gereğini yerine getire-

ceksin ve nihayet Yüce Allah’a

dua edip şer odaklarının şerrin-

den O’na sığınacaksın. 112 sure-

nin gereklerini yerine getirme-

den, yalnızca son iki sureyle dua

etmek yetmez. Çünkü Kur’ân bir

bütün olarak okunmalı, anlaşıl-

malı ve yaşanmalıdır.

Peygamberimizin konuyla il-

gili uyarılarından bir kısmı şöy-

ledir:

“Sürekli içki içen, sihre ina-

nan, yakın akrabası ile ilgisini

kesen kimse cennete giremez.” 10

“Kim bir kâhine giderse, kırk

günlük namazı kabul olmaz.” 11

“Kim bir düğüm bağlar, son-

ra da üzerine üflerse sihir yapmış

olur. Sihir yapan kimse Allah’a

ortak koşmuş demektir.” 12

“Kâhine gidip onun söy-

lediklerini tasdik eden kimse

Muhammed’e indirileni inkâr

etmiş olur.” 13

O halde sihir, büyü ve kehânet

şerrine karşı vahyi kuşanmalı,

vahiyle donanıp bütün şer odak-

larına meydan okumalıdır. Unut-

mayalım ki vahiyle dolmayan be-

yinler, vahiyle olmayan gönüller,

şer odaklarının kontrolünde ka-

lacak ve onların dayatmalarına

kurban olacaktır.

1 2/Bakara, 101-102.2 49/Hucurât, 13.3 27/Neml, 65.4 26/Şuarâ, 41.5 7/A’râf, 116.6 10/Yûnus 77.7 20/Tâhâ, 69.8 113/Felak, 1, 4.9 114/Nâs, 1-6.10 IbnHibbân, Tertîbu`s-Sahîh VN/648.).11 Müslim, Selâm 125, (2230).12 Nesâî, Tahrîm 19, (7, 112).13 Müslim, Selâm 125, (2230).

Dipnot *Prof. Dr.

Page 13: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

23Ekim 201122

Sûfi PerspektifKadir ÖZKÖSE*

Somali’de bağımsız-

lık mücâdelesi veren

bu mürşid-i kâmilin

adı Muhammed b.Abdullah

Hasan’dır. Somali Mehdîsi

olarak da tanınan bu isim,

Sâlihiyye Tarîkatının müntesibi

olup, 1899-1920 yılları arasın-

da yirmi yıl Somali’de İngilizle-

re karşı bağımsızlık mücâdelesi

vermiştir. Halkı onu, “Mehdî”

olarak tanımış olmasına rağ-

men, kendisi hiçbir zaman

mehdîliğini ilan etmemiş,

böyle bir iddiada bulun-

mamıştır.2

Muhammed Abdul-

lah, 1864’te Kuzey Soma-

li şehirlerinden Bohot-

le yakınlarında doğdu.3

Aldığı klasik eğitim sa-

yesinde, daha on beş ya-

şındayken hoca olarak ta-

nındı. On dokuz yaşında

ise derin bilgisi göz önün-

de tutularak, “Şeyh” diye

çağrılmaya başlandı.4

1885’de hacca gitti. Kimi

zaman Somali’ye gelip git-

mekle beraber, Hicaz ve

Yemen’de altı yıl kaldı.5

Islâhât hareketi liderlerin-

den Muhammed Sâlih’le

burada tanıştı. Onun mü-

ridi olup uzun süre ondan

seyr u sülûk eğitimi aldı.

Sâlihıyye Tarîkatı, Reşîdiyye-i

İdrîsiyye Tarîkatının alt kolu

idi.6 Muhammed Abdullah ise

Sâlihiyye Tarîkatının lideri

Muhammed b. Sâlih er-Reşîd

(1854-1919)’in dört önemli ha-

lifesinden biri idi. Afrika sa-

hillerinde İslâm’ın teblîği nok-

tasında Sâlihiyye Tarîkatının

oldukça önemli etkisi oldu.

1895’te ülkesi Somali’ye geri

döndü.7 Kötülüklerin top-

lumda yaygınlaşmasına karşı

mücâdele verdi. Alkollü içkilere

ve uyuşturucu madde bağımlılı-

ğına karşı ciddi mücâdele verip

‘kat’ çiğnemeyi yasakladı.8 Halk

arasında yaygınlaşan bid’at ve

hurâfelere karşı sert eleştiriler

yöneltti. İçtihadı savunup içti-

hat kapısının kapalı olduğunu

ileri sürenlere tepki gösteriyor-

du. Somalili kimsesiz çocukla-

rı Hıristiyan olarak yetiştiren

misyonerlerin Afrika’daki hum-

malı çalışmalarından çok endi-

şe duyuyordu.9

En Büyük Düşman

Muhammed Abdullah’ın en

büyük düşmanı, ülkesini iş-

gal eden İngiliz ve İtalyanlardı.

Aden’de kaldığı yıllarda işgalci

bir İngiliz subayını korkulukla-

rın üzerinden atarak bacağının

kırılmasına neden olmuştu.10

Aden’den Barbera’ya geldiğin-

de, gümrük ödemeden bagaj-

larını almasına izin vermeyen

İngiliz gümrük memuruna şöy-

le çıkışmıştı: “Siz bu toprakla-

ra girerken gümrük ödediniz

mi? Bu topraklara hangi güm-

rükle girdiniz? Hem

size ülkemize girme iz-

nini kim verdi?”11 Bu

pervasız ve yürekli ta-

vırlarından dolayı İn-

giliz Albay J.Hayes,

ona ‘Deli Molla’12 adını

takmıştı. Barbera’da-

ki İngiliz sömürge va-

lisi uykudayken öğle

ezanı okunmaya baş-

lar. Bundan çok rahat-

sız olan vali, ezanı ya-

saklar ve askerlerine,

ezan okumaya kalka-

nı tutuklamaları em-

rini verir. Bir müezzin

her şeye rağmen İngi-

liz muhafızları atlata-

rak minareye çıkar ve

ezan okumayı başarır.

Bunun üzerine, muha-

fız silahını doğrultarak

ezan okuyan müezzi-

ni vurur.13 Bu olay Mu-

hammed Abdullah’ı derinden

etkiler. İçindeki sömürgecilik

karşıtı duygularını kamçılar.

Mekke, Medine ve Yemen’de

bulunduğu sıralarda İttihâd-ı

İslâm/İslam Birliği anlayışını

savunan akımlarla temasa geç-

miş olması onun Batı karşıtı fi-

kirler sergilemesine yol açar.14

Sömürge diyarı haline gelen

SomalİBİr mÜrşİD-İ KÂmİl Ve

BAğImSIZlIK mÜCÂDeleSİ

SomalİBİr mÜrşİD-İ KÂmİl Ve

BAğImSIZlIK mÜCÂDeleSİ

Page 14: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

Ekim 201124 25

Barbera’nın konumundan ra-

hatsızlık duyan Muhammed Ab-

dullah, 1897 yılında “ifsat ol-

muş diyar” dediği Barbera’dan

Ogadin’e hicret eder.15 İşgalci

batılılara karşı yapılacak dire-

niş hazırlıklarına koyulur. Aynı

yıl mücâhid ve silah toplamaya

koyulur. Diğer yandan, Soma-

li halkını uyandırmak için köy

köy, şehir şehir gezerek, ateşli

konuşmalar yapar. “Allah İngi-

lizlerden büyüktür.”16 diye mey-

dan okur.

Cihadı Başlatan Olay

Mart 1899’da Hirni adlı So-

malili bir güvenlik görevlisinin

İngilizlerden kaçıp teçhizatıy-

la birlikte Muhammed Abdullah

Hasan’a sığınması cihadı başla-

tan olay olur. Muhammed Ab-

dullah, İngilizlerin olanca ısra-

rına rağmen, sığınmacıyı teslim

etmez. Bunun üzerine İngiliz

valisi Cordeaux, Muhammed

Abdullah’ı isyancı ilan eder.17

Şeyhliğini deruhte ettiği

Sâlihiyye Tarîkatı, Somali’nin

en popüler tarîkatı haline gelir.

Aralarında kan davası bulunan

yerel kabîleleri barıştırır ve yok-

sullara sahip çıkar. Muhammed

Abdullah köylerde tarım ürün-

lerinin yetiştirilmesine öncülük

eder. İngiliz, İtalyan ve Etiyop-

ya güçlerine karşı gerçekleştiri-

len savaşta, ardı ardına zaferler

elde etmeye başlar. İşgalcilerin

düzenli birlikleri direnişçilerin

gerilla savaşı karşısında direne-

mez hale gelir. Mücahidlere kar-

şı 1901, 1902 ve 1903 yıllarında

peş peşe yapılan üç büyük taar-

ruzda İngilizler mağlup olur. En

sonunda Albay A. Phunkett ko-

mutasındaki bir İngiliz birliği

pusuya düşürülerek, subayla-

rı öldürülür. İngilizlerin Hint-

li, Uzakdoğulu ve Somalili sö-

mürge ülkelerinden getirdikleri

askerler esir edilir. Bu direniş

sonunda, İngilizler “İngiliz So-

malisi” denilen topraklardan çe-

kilmek zorunda kalır. 1880’lerde

İngiliz birliklerini sürekli bozgu-

na uğratan Sudanlı Mehdî’den

bu yana, İngiliz kuvvetleri, Afri-

ka yerlileri karşısında böylesi bir

yenilgiye uğramamıştır.18

Son bir operasyonla, Mu-

hammed Abdullah Hasan’a tu-

zak kuran İngilizler, onu son

anda ellerinden kaçırırlar ve

Muhammed Abdullah’ın Hint

Okyanusu kıyısında istihkâm et-

tiği İllig liman kentini ele geçi-

rirler. Buna rağmen, İngilizler

için zafer hayli uzak görünmek-

tedir.19 İtalyanlar ise, 1905’te

Muhammed Abdullah’la anlaş-

ma yapmak zorunda kalırlar.

Muhammed Abdullah’ın ci-

hadını, askerî yöntemlerle biti-

remeyeceklerini anlayan İngiliz

ve İtalyanlar, onun Müslüman

Somali halkı nezdindeki itibarı-

nı zedelemeye girişirler. Su kay-

naklarını kıstılar, yiyecek sağ-

lamasını engellediler, Cibuti,

Etiyopya ve Suudi Arabistan’dan

gemiyle silah ve cephane temin

etmesinin önüne geçtiler.20 Mu-

hammed Abdullah’ın şeyhi Mu-

hammed b. Sâlih’in aklını çele-

rek, halifesi hakkında küfür ve

inkar fetvası yayınlattılar. İngi-

liz ve İtalyanlar bin bir hile ve

desiseyle kopardıkları bu fetva

ile Somali cihadına büyük darbe

vurdular. Bunun sonucu olarak

mücâhidler iki karşıt gruba ay-

1 Bu makale, tarafımdan Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisinin 7. sayısı 157-184 sayfaları arasında yayınlanan “Başlangıçtan Günümüze Ka-dar Afrika’da İslâm ve Tasavvuf” başlıklı makale-min bir bölümünün yeniden düzenlenmiş halidir.

2 Bradford G. Martin, Muslim Brotherhoods in Nineteenth Century Africa, London 1976, s. 179.

3 I.M. Lewis, The Modern History of Somaliland, London 1965, s. 65.

4 Martin, Muslim, s. 180.5 Abdussabur Merzûk, Sair mine’s-Sumal, Molla

Muhammed Abdullah Hasan, Kahire 1964, s. 16.6 Ali Salih Karrar, the Sûfî Brotherhoods in the Su-

dan, London 1958, s.109.7 Merzuk, Sair mine’s-Sumal, s. 16.8 I.M. Lewis, The Modern History of Somaliland,

Lonra 1965, s.66.9 Martin, Muslim, s. 180.10 Cemal Ömer İsa, Tarihu’s-Sumal fi’l-Usuri’l-Vusta

ve’l-Hadise, Kahire 1965, s. 55.11 İsa, Tarihu’s-Sumal, s. 60.12 Martin, Muslim, s. 180. 13 Merzuk, Sair mine’s-Sumal, s. 20; İsa, Tarihu’s-

Sumal, s. 60-61.14 Martin, Muslim, s.181.15 İsa, Tarihu’s-Sumal, s. 64.16 Merzuk, Sair mine’s-Sumal, s. 37; İsa, Tarihu’s-

Sumal, s. 59.17 D. Jardine, The Mad Mullah of Somaliland, Lon-

don 1923, s.40.18 H. Moyse-Bartlett, The King’s African Rifles, A

Study in the Military History of East and Central Africa, Aldershot 1956, s. 178-181.

19 Martin, Muslim, s. 186.20 Martin, Muslim, s. 182.21 Jardine, Mad Mullah, s. 183-186.22 İsa, Tarihu’s-Sumal, s. 99-104.23 Martin, Muslim, s.192. 24 Martin, Muslim, s. 194.

* Prof. Dr.

Dipnot rıldı. Bu fetvanın metni şeyhin

halifesi eliyle 1909’da Muham-

med Abdullah’ın karargâhına

ulaşınca,21 başta üvey karde-

şi olmak üzere, taraftarlarından

büyük bir gurup onu terk etti.

Bunun üzerine Muhammed Ab-

dullah, kendisini savunmak ve

şeyhinin gözündeki mertebesini

yeniden kazanmak için Gamu’l-

Muannidîn/İnatçıların Sustu-

rulması adlı bir risale kaleme

aldı.22

Yerleşik Hayata Geçiş

Gerilla düzeninden yerle-

şik hayata geçen Muhammed

Abdullah, Somali toprakla-

rında kurduğu İslâm devletini

istihkâm eder. Taleh’i başkent

yapar. Mustahkem kaleler inşa

ettirir. Barbera ve çevresini

hâkimiyeti altına alır. Birinci

Dünya Savaşına müttefik olarak

giren Osmanlı ve Almanlarla iyi

ilişkiler kurar. Kendisi bir dev-

let başkanı sıfatıyla Ahmed Şir-

va b. Mahmûd ismindeki üst

düzey bir memurunu, 1916’da

Aden yakınındaki Osmanlı or-

dusu komutanı Ali Said Paşa’yla

görüşmek için yollar.23 Muham-

med Abdullah, Osmanlı Padişa-

hı V. Mehmet Reşad’ın halife-

liğini kabul edip kendisine biat

ettiğini bildirmesi üzerine, Ali

Said Paşa, onu ve devletini tanı-

dığını ilan eder.

Muhammed Abdullah

Hasan’ın başarıları Londra Hü-

kümetini defalarca küçük dü-

şürür. 1918’de savaş bitince,

İngilizler bu işe son vermeye ça-

lışırlar. Yeni silahlar İngilizle-

rin imdadına yetişir. 1920’nin

ilk aylarında askerî birliklerini

toparlayan İngilizler, bir “bir-

leşik operasyon” gerçekleştirir-

ler. Havadan bombalanan So-

mali Mehdisi’nin dervişleri,

makineli tüfek ateşine tabi tu-

tulurlar. Muhammed Abdullah

Hasan’ın tahkim ettirdiği kale-

ler kuşatılarak, başarılı sonuç-

lar alınmaya başlanır. Çoğu ope-

rasyonlarda ölümden kıl payı

kurtulan Muhammed Abdul-

lah, Ogadin sınırını geçip kurtu-

lur. İngilizler tarafından yapılan

tüm teslim ol çağrılarını redde-

den Muhammed Abdullah Ha-

san, Aralık 1920’de gripten vefat

eder. Onun ölümüyle, müritleri-

nin bağımsız bir Somali Devle-

ti üzerine olan umutları söner.24

Samet SÖĞÜT

Page 15: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

27Ekim 201126

Güzel İsimler Ramazan ALTINTAŞ*

El-Celîl, “azamet sahibi, büyük, yüce

ve münezzeh olmak, uzun ömürlü ol-

mak” mânâlarına gelen “celâl” veya

“celâle” kökünden türemiş bir sıfattır. Allah’a

nisbet edildiğinde, “hiçbir kayıt ve kıyas kabul et-

meksizin azamet sahibi, kadr ü kıymeti ve mer-

tebesi en yüce olan” gibi anlamlar taşır.1 Kur’an-ı

Kerîm’de aynı muhtevâda olmak üzere “zü’l-

celâl” terkîbiyle iki âyette yer almıştır:

“Ancak azamet ve ikram sahibi (zü’l-celâli

ve’l-ikrâm) Rabbinin zâtı bâki kalacaktır.”2

“Azamet ve ikram sahibi (zi’l-celâli ve’l-

ikrâm) Rabbinin adı yücedir.”3

Bu Zü’l-Celâl ve’l-ikrâm sıfatı Allah’a mahsus

olan ve ondan başkası için kullanılmayan sıfatlar-

dandır. Bu ikisi Allah Teâlâ’nın en hususî vasıfla-

rındandır.

Hz. Peygamber (s.a.v)’den gelen ve Allah’ın

doksan dokuz isminden birisi olan el-Celîl4, O’nu

büyüklemeyi ifade eden dâimâ gâlip ve azamet

sahibi mânâsına gelen “azze ve celle”; “azame-

ti büyük mânâsına gelen “celle celâluhû”; “şânı

yüce” mânâsına gelen “celle şânühû” ve “ulu

olan” mânâsına gelen “celle ve alâ” gibi kalıp-

larla O’nu ta’zim için kullanılır. Bütün bu kalıp-

lar, Yüce Allah’ın ululuğunu ve büyüklüğünü ifa-

de eder. Çünkü O’nun celil oluşu karşısında her

şey izafidir.

Yüce Allah (c.c), celâl sıfatlarıyla muttasıftır.

Celâl sıfatları denildiği zaman akla; Ganî, Me-

lik, Kuddûs, Ilim, Kudret vb. gibi sıfatları gelir.

Mutlak Celâl sıfatlarını kendisinde toplayan ise,

el-Celîl olan Yüce Allah’tır. O’nun el-Kebîr ismi,

Yüce Zât’ının kemâline, el-Celîl ismi, sıfatla-

rın kemâline, el-Azîm ismi ise, hem zâtın ve hem

de sıfatların kemâline birlikte delâlet eder. Yüce

Allah’ın Celâl sıfatları, kendilerini idrâk eden

basîrete nisbet edildikleri zaman Cemâl ismini

alırlar. O takdirde bu sıfatlarla muttasıf olan zâta

da Cemîl denir. Aslında Cemîl ismi, göze uygun

ve gönle hoş gelen, gözle idrâk edilebilen zâhiri

şeklin, zahiri suretin ismidir. Elbette mutlak gü-

zel olan Allah’tır. Çünkü kâinâtta olan her şey;

cemâl, kemâl, değer, güzellik... hepsi de O’nun

zâtının nurlarından ve sıfatının eserlerinden-

dir.5 Yüce Allah’ın Celîl ismi, fiili sıfatlar içerisine

girer, Allah’ın hem kâinât ve hem de insanla olan

içkinliğini ifade eder.

Varlığa Celâl ve Cemâl Aynasından Bakmalıyız

Yaşadığımız varlık düzeninde bakmasını bi-

lenler için Yüce Allah’ın el-Celâl ve el-Cemâl sı-

fatı birlikte tezahür eder. Meselâ, aydınlık bir ge-

cede gökyüzüne baktığımız zaman, O’nun Celâl

ismi karşısında takdirlerimizi bildirirken, bu gü-

zellik karşısındaki etkilenmeden de Cemâl is-

şanı yüce, kadrü kıymetİ en yüce olan:

el-CelÎl“El-Celâl, istediği zaman istediğini yapabilme gücü ve iradesi olan Allah’ın ismidir.

Buna rağmen O, adalet ve rahmetiyle kullarına tecelli ediyor, yeryüzünde her an

kendisine isyan edenleri cezalandırmıyor, mühlet veriyor.”

Page 16: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

29Ekim 201128

minin muhteşem tecellîsini takdir ederiz. Yine

baharın gelişiyle birlikte şiddetli bir rüzgâr ve ar-

kasından sicim gibi yağan bir yağmur karşısında

O’nun Celâl ismini hatırlar; tehlikelerden O’na sı-

ğınırken, arkasından doğan bir güneş karşısın-

da Cemâl ismini hatır-

lar ve O’na şükrederiz.

Bu örnekleri çoğalt-

mak mümkündür. Bir

Müslümandan istenen

varlığa Celâl ve Cemâl

aynasından bakabil-

mektir. Buradan yola

çıkarak şunu söylemek

gerekir. Yüce Allah’ın

Celâl ismi; güç, kud-

ret ve otoriteyi temsil

ederken, Cemâl ismi

ise, bu güç ve otorite-

nin merhamet, şefkat

ve iyilik boyutunu tem-

sil eder.

Hz. Peygam-

ber (s.a.v)’den ge-

len bir rivâyette “ism-i

a’zam”dan bahsedil-

mektedir. Bu isimle dua edildiği zaman Allah’ın

mutlaka icabet edeceği bildirilmektedir: “İsm-i

a’zam, Allah’a aittir. Kim o isimle dua ederse, ka-

bul edilir. Kim onunla istekte bulunursa, veri-

lir.”6 Peygamber Efendimiz bu ismi bildiği halde

ümmetine bildirmemesinin sebebi, mü’minlerin

sadece Allah’ın bu ismine yoğunlaşıp diğer isimle-

rini ihmal etmeleri endişesidir. Hangi ismin ism-i

a’zam olduğu konusunda birçok rivâyet vardır.

Konumuz Yüce Allah’ın Celâl ve İkrâm sıfatları ol-

duğu için sadece bu ismin de ism-i a’zam duaları

arasında geçtiğine değineceğiz.

Hz. Peygamber (s.a.v)’e çocukluğundan beri

hizmet etmiş ve onun yanından hiç ayrılmamış

olan Hz. Enes (r.a) anlatıyor:

“Sahâbelerden birisi Hz. Peygamber (s.a.v)’le

beraber bulunuyordu, bir adam da namaz kılıyor-

du. Sonra dua etti de şöyle dedi:

“Ey Allah’ım! Senden istiyorum, hamd sana-

dır, senden başka ilâh yoktur, sen ihsanı bol olan,

gökleri ve yeri yaratan, celâl ve ikram sahibisin.

Ey hayy ve kayyum olan Allah’ım.” Bunun üzeri-

ne Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu. “Biliyor

musunuz bu zât ne ile

dua etti”? Onlar da, “Al-

lah ve Resulü en iyisini

bilir.” dediler.

Rasulullah buyurdu

ki: “Nefsimi kudret elin-

de tutan Allah’a yemin

ederim ki O, Allah’a en

büyük ismiyle dua etti.

O, ism-i azam (en bü-

yük isim) ki onunla çağ-

rıldığı zaman cevap ve-

rir ve onunla istenildiği

vakit ihsanda bulunur.”7

Bundan dolayı bir kı-

sım âlimler, ism-i a’zam

“zü’l-celâl ve’l-ikrâm”

isimleridir demişlerdir.

Çünkü gerek Kur’an’da

ve gerekse Hz. Peygam-

ber (s.a.v)’in hadislerin-

de geçen Allah’ın Celâl ismi, O’nun bütün noksan

sıfatlardan münezzeh olduğuna, İkrâm ismi ise,

bütün kemâl sıfatlarla muttasıf bulunduğuna işa-

ret eder. Bu sebeple, dualarımızdan bu iki güzel

ismi hiç eksik etmemeliyiz.

Onun için “yâ ze’l-celâli ve’l-ikrâm” zikrimiz

ve virdimiz olmalı, dilimiz ve gönlümüzden bu

isimleri hiç düşürmemeliyiz.

Evet, Yüce Allah Celâl ve İkrâm sahibidir. Kar-

şısında hiçbir varlık kendi kendine tutunamaz. O,

azamet ve celâliyle her şeyi yok eder. Yegane ulu

ve yüce O’dur. O, hiç kimseye muhtaç değildir, her

şey O’na muhtaçtır. O, dilediği kimselere hayat

verir, dilediği kimselerin de hayatına son verir. O,

dilediği şekilde hükmetme iradesine sahiptir.

Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.v) duaların-

dan Yüce Allah’ın Zü’l-Celâl ve’l-İkrâm ismini hiç

eksik etmemiştir. Onun, bu isimlerin geçtiği dua-

larından birisi şöyledir:

“Ey Allah’ım! Selam sensin, selamet sendedir.

Ey Celâl ve İkrâm sahibi Rabbim! Sen yücesin.”8

El-Celâl ve El-Cemâl İsminin Varlığa Yansımaları

Bilindiği gibi bütün semâvî dinlerin mabetle-

ri ihtişamlı yapılmıştır. Özellikle Ortaçağdan ka-

lan Kilise, Sinagog ve camiler buna örnektir. İşte

mabetlerin çok görkemli oluşu, Allah’ın büyüklü-

ğünü, azamet ve kibriyâsını simgeleyen el-Celâl

isminin mimariye yansıtılmasıdır. Görkemli ma-

betlerin iç ve dış tezyinatının sanat değeri yüksek,

estetik bir nitelik taşıması da O’nun el-Cemâl ve

el-İkrâm sahibi olmasının bir yansımasıdır. Bu

konuda birçok misal vermek mümkündür.

El-Celâl, istediği zaman istediğini yapabilme

gücü ve iradesi olan Allah’ın ismidir. Buna rağ-

men O, adalet ve rahmetiyle kullarına tecellî edi-

yor, yeryüzünde her an kendisine isyan edenleri

cezalandırmıyor, mühlet veriyor. İşte O’nun mut-

lak kâdir oluşunu simgeleyen Celâl isminin bir

gereği hemen cezalandırmaması, el-Cemâl ismi-

nin görünür kılınması anlamına geliyor. Bir in-

san düşünelim. Küçücük bir menfaatine dokun-

duğunuz zaman celâlleniyor ve her türlü cemâl

tezahüründen uzaklaşıyor. Hâlbuki Yüce Allah’ın

Zü’l-Celâl ve’l-İkram ismini hayatlarına ahlaki bir

ilke olarak taşıyan kimselerin, Allah’ın ahlakıyla

ahâaklanmaları gerekir. Yoksa bu isimleri öğren-

menin bir anlamı kalmaz.

Bu bağlamda bir Müslüman, küfür, isyan, gü-

nah ve haksızlıklar karşısında celâlî bir duruş ser-

gilerken, Müslümanca yaşayan kimselere karşı

da cemâlî bir tutum sergilemelidir. Ayrıca bu iki

isim, korku ve ümit arasında yaşamak için de reh-

berlik yapmalıdır. Eğitim açısından bu iki isim

birbirinden ayrılarak değil, birlikte anlatılmalıdır.

Eğer hep Celâl sahibi bir Allah anlatılır da Cemâl

sahibi bir Allah anlayışı terk edilirse, zihinlerde

ilah imajı yara alır. Çünkü el-Celâl ismi, muktedir

olmanın bir şiârıdır. El-Cemâl ismi ise, cezalan-

dırmadan bağışlamanın bir şiârıdır. Cenâb-ı Hak

bu iki isimden kopuk bir şekilde anlatılmamalıdır.

Öte yandan, bir Müslüman Allah’ın el-Celâl

isminin tecellîsini düşünürse, hayatına disiplin

gelir. Helâl ve haram duyarlılığına sahip olur.

Yine bir Müslüman, Allah’ın el-Cemâl isminin

tecellîsini düşünürse, affetme, bağışlama gibi

güzel davranışlarda bulunur. Böylece, el-Cemâl

ismi, Müslümanların hayatına muhabbetullah,

sevgi, ümit gibi güzel ahlâkî davranışların

yeşermesine zemin hazırlar.

Ne mutlu hayatını el-Celâl ve el-Cemâl ayna-

sında seyrederek tanzim edenlere!..

1 El-İsfehânî, el-Müfredât, s. 133; Bekir Topaloğlu, “Celîl”, DİA, İstanbul, 1993, VII, 267.

2 55/Rahmân, 27.3 55/Rahmân 78.4 Bkz. İbn Mâce, “Du’â” 10; Tirmizî “Da’avât” 82. 5 Gazâlî, Kitâbu’l-Esnâ, s. 83.6 Tirmizî, “Da’avât” 65; Ebû Davud, “Salât” 358.7 Tirmizi “Da’avât” 109; Ebu Davut “Salat” 358.8 Müslim “Mesâcid” 135-136.

Dipnot *Prof. Dr.

“Yüce Allah (c.c), celâl sıfatlarıyla

muttasıftır. Celâl sıfatları

denildiği zaman akla; Ganî,

Melik, Kuddûs, Ilim, Kudret vb.

gibi sıfatları gelir. Mutlak Celâl

sıfatlarını kendisinde toplayan

ise, el-Celîl olan Yüce Allah’tır.

O’nun el-Kebîr ismi, Yüce Zât’ının

kemâline, el-Celîl ismi, sıfatların

kemâline, el-Azîm ismi ise,

hem zâtın ve hem de sıfatların

kemâline birlikte delâlet eder.”

Page 17: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

31Ekim 201130

Kırk Yapraklı Gül

H. Hamidettin ATEŞ

AçıklamasıMüslüman, barış, güven ve huzur insanıdır. Yaşadığı toplumda etrafına mutluluk, esenlik ve güvenlik yayar. Allah’a teslim

olmuş, O’na boyun eğmiş ve Peygamberimiz (s.a.v)’e gönülden itaat etmekle kendi şahsiyetini onurlu bir şekilde ortaya koymuştur. Güven duygusu imandan beslenir. Bir insan inanç açısından güçlendikçe bu duygunun tüm hayatını ihata ettiğini görür. İslâmiyet’in getirdiği iman formülünde fevkalade ince hikmetler vardır. Özellikle sosyal hayatta insanların birbirinden

emin olması, elinden ve dilinden zarar göstermemesi çok önemlidir.

İnsanlığın en güzel örneği kuşkusuz Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’dir. O, içinde yaşadığı toplumun en güvenilir kişisi idi. Dürüstlükten ayrıldığı, şaka bile olsa yalan söylediği hiç görülmemiştir. Bu yüzden ona henüz peygamber olmadan “Muhammed’ül-Emin” (Güvenilir Muhammed) denilmiştir. Kâbe hakemliğinde herkesi memnun edecek bir çözüm bulması, haksızlık ve zulme engel olmak gayesiyle oluşturulan “Hılf’ul-fudul” (Erdemliler Anlaşması) cemiyetine aktif bir üye olarak

katılması, peygamberlikten önce de “emin” sıfatını taşıdığını göstermektedir.Bütün sosyal ilişkilerin temeli güven esasına dayalıdır. Güven duygusu sayesinde insanların çatışmasız, korkusuz ve kaygısız

yaşamaları mümkün olur. Bir mü’min diğer kardeşinin ağzından kendisinin aleyhine bir söz çıkmayacağına, elinden bir zarar görmeyeceğine canu gönülden güvenmelidir. Güven, insan ilişkilerinde en zor kurulan ve kolay yıkılan bir duygudur.

Kişi güvenilir olmadığı zaman, yemin etse bile yeminine itimad edilmemektedir. Onun için atalarımız: “Bir emin (güvenilir kimse), iki yeminden evlâdır.” demişlerdir. Hz. Ali (r.a)’de: “Eğrinin, gölgesi de eğri olur” demiştir.

Güven duygusu, toplumun her kesiminde ve her alanında bulunması gerekir. Anne -babanın çocuğa, çocuğun anne babasına; eşlerin birbirine; işçinin işverene, işverenin işçiye; satıcının müşteriye, müşterinin satıcıya güven duyduğu bir toplum, sağlıklı bir yapıya kavuşmuş olur. Sağlam bir aile yapısı için güven, son derece önemlidir. Eşlerin güvenilir olmaları ve birbirlerine

güvenmeleri, aile huzurunun vazgeçilmez şartlarındandır. Eşlerin birbirine güvenmediği veya güvenemediği bir aile ortamında, huzurdan söz edilemez.

Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir. (Tirmizî, Îmân, 12; Nesâî, Îmân, 8.)

Altıncı Hadis

Sahabe AlbümüBünyamin ERUL*

AMR B. ÜMEYYE (r.a.)

Adı : Amr

Künyesi : Ebû Ümeyye

Doğum yılı : Tespit edilemedi

Doğum yeri : Bedir bölgesi

Baba adı : Ümeyye b. Huveylid ed-Damrî

Anne adı : Tespit edilemedi

Eş(ler)i : Sühayle bint Ubeyde (Hz.

Peygamber’in amcası Hâris’in torunu)

Akrabaları : Tespit edilemedi

Oğulları : Ca’fer, Abdullah, Fazl

Kızları : Ümmü Ca’fer

Kabilesi : Benî Damre

İslam’a girişi : H. 3. Sene, Uhud Savaşı sonra-

sında

Sohbet süresi: 6-7 sene

Rivayeti : 20

Yaşadığı yer : Bedir bölgesi, Medine, Habeşis-

tan, Necid,

Mesleği : Elçilik, askerlik.

Hicreti : Medine

Savaşları : Bedir ve Uhud’da müşriklerden

biriydi. Müslüman olduktan sonra, Huneyn, Taif

Muhasarası, Tebük ve Dûmetü’l-cendel gibi çe-

şitli savaşlara katıldı. Bi’r-i Maûne faciasından

sağ kurtuldu. Ebû Sufyan’ı öldürmek üzere kendi

adıyla anılan bir seriye düzenledi.

Görevleri : Elçilik, irşad görevlisi, askerlik,

habercilik. Hz. Peygamber Hendek Savaşı’ndan

sonra Mekke’de çıkan kıtlıkta fakirlere dağıtılmak

üzere Ebû Süfyân’a beş yüz dinar götürme görevi

ile H. 7. yılı başında da iki mektubunu ve bazı he-

diyeleri Habeşistan kralına götürme görevini ona

verdi.

Fiziki yapı : Tespit edilemedi

Mizacı : Girişken, zeki, gözü pek, atılgan

ve intikamcı…

Ayrıcalığı : Eylemci, cesur…

Ömrü : Tahminen 70-80 civarında ol-

malı

Ölüm yılı : H. 60-80

Ölüm yeri : Medine’nin Harrâtîn semtinde

Ölüm sebebi : Evinde, hastalık ya da yaşlılık.

Hakkında : Mekkeliler tarafından esir alınıp

şehit edilen Hubeyb b. Adiy’in cesedini onların el-

lerinden gizlice kurtardığına sevinen Hz. Peygam-

ber ona dua etti.

Hadisleri : “Eşine aldığı (hediye vb.) şey de

kişi için bir sadakadır.” Amr, “Ya Rasulellah! De-

vemi salsam da Allah’a tevekkül etsem?” diye so-

runca Allah Rasulü: “Hayır, deveni bağla, ondan

sonra tevekkül et!” buyurdu.

Kaynaklar : İsâbe, IV. 602; Üsd, I. 837; DİA,

III. 94-95; Müsned, IV. 65, 139, 179; V. 287-289,

378; Müstedrek, III. 722; İbn Sa’d, Tabakât, II.

93-94; Nübelâ, III, 179-181.

*Prof. Dr.

Page 18: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

33Ekim 201132

EdebiyatMusa TEKTAŞ İman deryasına bir damla gibi düşmek

isteyenler, önce manevî semâlara

yücelecek, kat kat zerre misale dolaşa-

caklar ki, o hudutsuz deryayı bulabilsinler. Ne za-

man ki tertemiz bir katre misali o güzellik derya-

sına ulaşabilirlerse, işte o zaman Hz. Peygamber

(s.a.v.)’in Hz. Selman (r.a.)’ı kabul etmesi gibi

dillere destan bir birlikteliğin sembolü olurlar…

Hulûsi Efendi Hazretleti Mektûbât’ındaki bir be-

yitte bu temiz seyre işaret buyurur:

Pâk-dillikle erüp Hazret-i Selmân katre

Ehl-i Beyt zümresine gör nice dâhil görünür1

Isfahan’ın Cey kasabasından yollara düşen,

sarılacağı sağlam bir dal, bir inanç kaynağı bu-

labilmek için diyar diyar dolaşan bir sevgi abi-

desi… Ebû Abdillah lakabı ile tanınan Selmân-ı

Fârisî (r.a.)… Başından değişik olaylar geçer. Na-

sibi kalkar, kanatlanır âdetâ Medine’ye uçar…

Sevdiğini bulur, İslâm’ı seçer… Köle olmasından

dolayı Bedir ve

Uhud savaşla-

rına katılamaz;

ama Hendek

ve sonraki tüm

gazvelere ka-

tılmaktan geri

kalmaz… Hz.

Ömer (r.a.)’in

hilafetinde o te-

miz yürekli insa-

nı Medâin valisi

eyler.2 Siyer bilginleri Selmân-ı Fârisî (r.a.)’nin

çok uzun yaşayan sahabelerden olduğunu, 250

sene yaşadığını söylerler. Selmân-ı Fârisî (r.a.),

Medine’ye gelip Peygamber Efendimizle tanışma-

sını ve İslâm’ı kabul edişini bizzat kendisi şu şe-

kilde beyan eyler:

Bir arayış içinde iken karşılaştığım bir rahip:

“Dünyada benim gibi bir din adamı olduğunu bil-

miyorum ki, ona git diyeyim. Fakat ömrün yeter-

se - ömrünün pek yeteceğini de zannetmiyorum

ya- İbrahim (a.s.)’ın ailesinden bir adamın çıktı-

ğını duyacaksın. Ben kendimin ona erişeceğini sa-

nıyordum. Onunla birlikte olman mümkün olursa

ona git. Çünkü o hak dini getirmiştir. Bu Peygam-

berin alametleri şunlardır: Kavmi ona sihirbaz,

cine tutulmuş ve kâhin diyecektir. O, hediyeyi ka-

bul edip yiyecek, sadakadan ise yemeyecektir. İki

kürek kemiği arasında peygamberlik mührü var-

dır.” diye cevap verdi.

Beni Medine’ye Götürün!

Ben yalnız başıma kalmıştım. O sırada Medine

taraflarından bir kervan geldi. Ben; “Kimlerden-

siniz?” dedim. Onlar; “Biz Medine ahalisindeniz

ve tüccar bir topluluğuz, ticaretle geçiniriz. Fa-

kat İbrahim’in sülalesinden bir adam çıktı ve bi-

zim aramıza –Medine’ye- geldi. Kavmi de onunla

savaşıyor. Biz ticaretimize engel olmasından kor-

kuyorduk, fakat o Medine’ye hâkim oldu.” dedi-

ler. Ben; “Peki onun hakkında ne diyorlar?” diye

sordum. İçlerinden biri; “Sihirbaz, cinlenmiş/

mecnun ve kâhin diyorlar.” dedi. Ben; “İşte bun-

lar onun işa-

retleridir. Beni

reisinize götü-

rün.” dedim.

Kervanın reisi-

ne gelip; “Beni

Medine’ye ka-

dar götür.”

dedim. Reis;

“Peki buna

karşılık ne ve-

receksin?” diye

sordu. Ben; “Sana verecek bir şeyim yok. Fakat

sana köle olurum.” dedim.

Bu anlaşma üzerine adam beni Medine’ye ge-

tirdi. Beni hurmalığında çalıştırıyordu. Hurma-

ları, develerin su çektiği gibi su çekerek suluyor-

dum. Çalışmaktan sırtım ve göğsüm yara olmuştu.

Söylediklerimi anlayan birini de bulamıyordum.

Nihayet bahçeye su almak için yaşlı bir Fârisî ka-

dın geldi. Onunla konuştum. Dediklerimi anlıyor-

du. Ona; “Peygamberliğini açıklayan adam nere-

dedir? Bana onun yerini söyle” dedim. “O, sabah

namazını kılınca erkenden buradan geçer.” dedi.

KÖle OlmAKSeVDİğİ İÇİn

“İman deryasına bir damla gibi düşmek isteyenler, önce manevî semâlara yücelecek, kat

kat zerre misale dolaşacaklar ki, o hudutsuz deryayı bulabilsinler. Ne zaman ki tertemiz

bir katre misali o güzellik deryasına ulaşabilirlerse, işte o zaman Hz. Peygamber (s.a.v.)’in

Hz. Selman (r.a.)’ı kabul etmesi gibi dillere destan bir birlikteliğin sembolü olurlar…”

Page 19: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

Ekim 201134 35

Sabah için biraz hurma toplayıp hazır ettim.

Sabah kadının dediği vakit olunca dışarı çıktım

ve Peygamber(s.a.v.)’e hurmaları ikram ettim.

Rasûlullâh (s.a.v.); “Nedir bu? Sadaka mı, hediye

mi?” diye sordu. Ben sadaka olduğunu belirttim.

Rasûlullah (s.a.v.); “Şunlara git.” dedi. Arkadaş-

ları da yanındaydı. Onlar yediler, fakat Rasûlullah

(s.a.v.) hiç yemedi. Ben kendi kendime; “Bu bi-

rinci emare.” dedim. Ertesi gün olunca, aynı yere

bir miktar hurma ile tekrar geldim. Rasûlullah

(s.a.v.); “Nedir bu?” diye sordu. Ben; “Hediye”

dedim. Bunun üzerine kendisi yedi, arkadaşları-

nı da çağırdı. Sonra benim, sırtındaki mühre bak-

mak içi çabaladığımı gördü. Durumu anladığın-

dan, sırtındaki ridayı çıkardı. Sırtındaki mührü

görünce öptüm ve ona sarıldım. Bana; “Nedir

senin bu hâlin?” dedi ve kim olduğumu sordu.

Ben de ona başımdan geçenleri anlattım. Bunun

üzerine Rasûlullah (s.a.v.); “Git, kölesi olduğun

kimseden hürriyetini satın al!” buyurdu.3

Ehl-i Beyt’in Dikkati

Hz. Peygamber (s.a.v)’in temiz silsilesine de,

onun gibi zekât almak uygun görülmemiştir. Has-

sas olan ehl-i beyt mensupları bu hususa çok dik-

kat etmişlerdir. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi

(k.s.) şöyle anlatıyor:

“Bir gün çarşıya inmiştim. Darende’nin eşra-

fından bir esnaf beni dükkânına çağırdı. ‘Hulûsi

Efendi şu zekâtımızı size vermeyi uygun bul-

duk, kabul et’ dedi. Ben namludan çıkan mermi

gibi dükkânın diğer kapısından çıktım. Arkam-

dan söyleniyordu: ‘Canım niçin kabul etmiyor-

sun, bunun için ölenler var.’ Oradan bir dostu-

mun dükkânına vardım. O arkadaş; ‘Ne o Seyyid

hasta mısın, benzin geçmiş, bir şey mi var?’ dedi.

Ben de olayı anlattım. ‘Bu adam bilmez mi ki

Rasûlullah (s.a.v.)’ın ve Ehlibeytin zekât almadık-

larını, bize niçin böyle yapıyor?’ dedim. O arka-

daş: ‘Vay hayâsız herif nasıl böyle yapar, sen ona

aldırma Seyyid, bilse yapmazdı’ diye bizi teselli

etti diye buyurdular.4

Hulûsi Efendi Hazretleri hediyeleşmeyi çok

sever gittiği yere eli boş gitmezdi. Bazen uzak-

ta yaşayan dostlarına hediyeler de gönderirdi.

Bir gün Ankara’dan ziyarete gelen bir arkadaş ile

Hacı Bayram-ı Veli Camii İmamı Zekeriya Hoca

Efendi’ye bir çift örme çorap gönderir. Zekeriya

Hoca bu hediyeyi alınca, “Başın gönderdiği, aya-

ğa giyilmez. Efendi Hazretlerinden teberrük ola-

rak ölünceye kadar saklayacağım.”5 der.

Peygamber Efendimizin çok özel değer ver-

diği, ehlibeytinden kabul ettiği Acem asıllı olan

Selmân-ı Fârisî (r.a.), tasavvuf kültüründe mânevî

evlâtlığın ve sülûkun örneği olmuştur.

Mektûbat-ı Hulûsi-i Darendevî’deki bir mek-

tupta, Hulûsi Efendi (k.s.) ihvanlarıdan biri-

ne İhramcızade hazretlerinin aile efradımızdan-

dır, deyip; Hz. Selman benzetmesini yaptığı işaret

eder. Şöyle buyurur:

“Âilemiz ta’dâdına, kayd oldu kelâm-ı hik-

metlerinden nümâyan ve size ancak bu müj-

de kâfidir ki, (Selmânu minnâ) hadîs-i şeref-

vürûdunun müşâbeheti ber-muktazâ-i şefkat u

lutf u inâyetlerinin âsârıdır.”6

Mürşidin bir müridini ehli beytinden sayması,

mânevî evlat kabul etmesi, yakın bir konuma ka-

bul etmesi elbette ki en büyük lütuf, en büyük şef-

kattir.

Tasavvuf yolunun büyükleri bazı meslek züm-

relerinin pîri kabul edilirken, Selmân-ı Fârisî(r.a.)

de küçük esnafın hâmisi ve pîri kabul edilmiştir.7

Sevenleri ile birlikte oturan Hz. Ali (r.a.)’ye ce-

maat: “Ey müminlerin emiri! Bize arkadaşları-

nı anlat” der. Hz. Ali (r.a.); “Hangi arkadaşları-

mı?” deyince, oradakiler; “Muhammed (s.a.v.)’in

ashâbını” cevabını verirler. Bu defa Hz. Ali (r.a.);

“Hz. Peygamber (s.a.v.)’in tüm ashâbı benim ar-

kadaşımdır. Siz hangilerini kastediyorsunuz?”

diye sorunca, meclistekiler; “Senin kendilerini

iyilikle anıp dua ettiğin kimseleri.” açıklamasın-

da bulunurlar. Bunun üzerine Hz. Ali (k.v.), Hz.

Selman’dan söz edip onun hakkındaki kanaatini

şu şekilde dile getirir:

“Selman, sizler için Lokman Hekim gibi biridir.

Selman bizdendir ve ehlibeytten biri olarak bizim

yolumuzdadır. O, önceki ve sonraki âlimlerin il-

mine sahiptir. İlk (Tevrat ve İncil) ve son (Kur’ân)

kitabı okur. Uçsuz bucaksız engin bir denizdir.”8

Can Terkeden Fedakârlar

Peygamberimizin ashabı, yani Hz. Ali (r.a.)’nin

arkadaşları en seçkin, en fedakâr insanlardır. On-

ların arkadaşlık anlayışı her şeyi sevdiği için feda

etmeyi gerektirir. Zaten o şerefe erebilmek için Hz.

Selman-ı Farisî’de köle olmayı bile kabul etmiştir.

Hulusi Efendi de bir beytinde şöyle buyurur:

Hulûsî cân terkin urup nâm u nişân terkin urup

İki cihân terkin urup arkadaşlık eyler misin9

Hz. Selman’ın ifrat ve tefritten uzak bir din an-

layışını öngören yaklaşımını yakından görmek is-

teyen Tarık b. Şihab bir gece onun yanında kalır.

Hz. Selman namaz için gecenin sonuna doğru kal-

kar. Onun tahmin ettiği kadar ibadet yapmadığını

gören Tarık b. Şihab, düşüncesini Selman (r.a.)’a

anlatınca, o şu cevabı verir:

“Beş vakit namazı kılınız. Çünkü bu beş vakit,

ölüm isabet etmezse küçük yaralar için kefaret

olur. İnsanlar yatsı namazını kılınca şu üç merha-

leye varırlar. Bunlar, lehine olmayıp aleyhine olan,

aleyhine olmayıp lehine olan ve hem lehine hem

de aleyhine olmayan sonuçlardır. Bir kişi gecenin

karanlığını ve insanların bilememesini fırsat sayıp

günahlara rağbet ederse, bu iş aleyhine olur, lehi-

ne hiçbir şey yoktur. Bir diğeri de gecenin karan-

lığını ve insanların bilememesini fırsat bilip gece

kalkar namaz kılarsa, bu tamamen menfaatine bir

durumdur, aleyhine hiçbir şey yoktur. Bazı kimse-

lerin de fayda ve zararına olmayan durumlar var-

Page 20: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

Ekim 201136 37

dır. Bir kimse namaz kılar sonra da uyursa, bu ne

lehine ne de aleyhinedir. Zorlu sefer için dikkatli

ol. Hayırlı işlere yönelmeli ve devam etmelisin.”10

Dostları kendisine, “Hangi ameli işlememi-

zi tavsiye edersiniz?” diye sorduklarında, Hz. Sel-

man, selâmı yayınız, müminlere yemek yediriniz

ve herkes uyurken kalkıp namaz kılınız tavsiye-

sinde bulunmuştur.11

Dostlara Tavsiye

H. Hamidtettin Ateş Efendi bir dostuna yazdı-

ğı mektubunda selâmın önemi hakkında şöyle bu-

yuruyor:

“Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.): “Selâmı ara-

nızda yayınız.” buyurmakla sevgiyi topluma ve

tüm dünya yaymamızı emrediyor. Birliği beraber-

liği, kardeşliği, sevgiyi bütün insanlık âlemine ya-

yın diyor.

Selâm hem yaşadığımız dünyada hem de ebedî

kalacağımız bakî âlemde geçerli bir mukaddes ke-

lamdır. Cennet-i a’lâda meleklerin inananlara, ina-

nanların birbirlerine selâm vereceklerini Yüce Ki-

tabımız bizlere şöyle bildirilmektedir. “Rablerine

karşı gelmekten sakınanlar da grup grup cenne-

te sevk edilirler. Cennete vardıklarında oranın ka-

pıları açılır ve cennet bekçileri onlara şöyle der:

“Size selâm olsun! Tertemiz oldunuz. Haydi, ebedî

kalmak üzere buraya girin.”12

Selâm, gönüllere muhabbet tohumunu eker, gö-

nül kazanmayı sağlar. Selâm insanların atası Hz.

Âdem (a.s.)’den günümüze kadar gelmiş güzel bir

ameldir. Peygamberler sünnetidir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadislerin-

de selâm’ın şeklinin Allahu Teâlâ tarafından Hz.

Âdem (a.s.)’e öğretildiğini şöyle bildirmektedir.

“Allah Teâlâ, Âdem (a.s.)’ı yaratınca ona:

- Git şu oturmakta olan meleklere selâm ver ve

senin selâmına nasıl karşılık vereceklerini de gü-

zelce dinle; çünkü senin ve senin çocuklarının

selâmı o olacaktır, buyurdu. Âdem (a.s.) meleklere:

– Es-Selâmü aleyküm, dedi. Melekler:

– Es-Selâmü aleyke ve rahmetullâh, karşılığını

verdiler. Onun selâmına “ve rahmetu’l-lâh”ı ilâve

ettiler.”

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri

(k.s.) Hutbeler adlı eserinin 7. Hutbesinde iman

ehlinin vasıflarını sayarken şöyle buyuruyor:

“Selâm veren müminin selâmını güzelce almak

ve hastaları yoklamak ve ölmüş olan müminlerin

namazlarını kılmak, herkese karşı cûd u sehada

bulunmak ve küçüklere şefkat, büyüklere hürmet

etmek ve kendi nefsi için istemediğini mümin kar-

deşine de istememek, herkese kendi gibi bakmak

dahi imanın şûbelerinden ve iman ağacının dal-

larındandır ki, ağaç dalsız olmayacağı gibi, iman

dahi bu güzel sıfat ve hasletsiz olmaz.”13

Selmân-ı Fârisî (r.a.)’nin sözlerinden birisi ile

yazımızı taçlandıralım:

“Yüce Yaratana gizli âsî olup günah işledinse,

gizli ibadet et, sevap işle. Eğer O’na açıktan âsî

olup günah işlemişsen O’na açıkça itaat et, seva-

ba nail ol. Bunlar birbirlerini yok ederler. Açıkça-

sı, gizli ibadet, gizli yapılan günahı, açık ibadet de

açık yapılan günahı yok eder.

“Yüce Yaratana gizli âsî olup günah

işledinse, gizli ibadet et, sevap işle.”

1 Ateş, Es-Seyyid Osman Hulûsi, Mektûbat-ı Hulûsî-i Dârendevî, (Haz. Prof. Dr. Mehmet Akkuş-Prof. Dr. Ali Yılmaz), Nasihat Yay., İstanbul, 2006, s. 37

2 İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-safve, c. I, s. 228.3 El-Isfehânî, Hılyetü’l-evliyâ, c. I, s. 190-19. Geniş bilgi için bkz: Özköse Kadir-H.

İbrahim Şimşek, Altın Silsileden Altın Halkalar, Nasihat Yay.Ank,2009.4 S.B.A.K.M. Arşivi, Röportajlar Dosyası, nr. 9/49.5 S.B.A.K.M. Arşivi, Röportajlar Dosyası, nr. 9/226.6 Ateş. Mektubat, s. 195.7 Schimmel, Tasavvufun Boyutları, s. 37.8 El-Isfehânî, Hılyetü’l-evliyâ, c. I, s. 187.9 Ateş, Es-Seyyid Osman Hulûsi, Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî, (Haz. Prof. Dr. Meh-

met Akkuş-Prof. Dr. Ali Yılmaz), Nasihat Yay., İstanbul, 2006, s. 224.10 El-Isfehânî, Hılyetü’l-evliyâ, c. I, s. 189-190; 11 Aynı eser, c. I, s. 204.12 39/Zümer, 73.13 H. Hamidettin Ateş, Mektup Arşivi,

Dipnot

KAN ÇİÇEKLERİ “…toprağın bağrında bir ölüp bin dirilenlere rahmetle…”

Toprağı kanıyla sulayan erlerDağları, taşları vatan yaptınızSize yiğit asker, kahraman derlerKula kul olmayıp Hakk’a taptınız

Hilalin önünde selam durdunuzBulutlara değdi asil başınızVatan üzerine hayal kurdunuzAnıttan yücedir mezar taşınız

Kahpe kurşunlara hedef olup daAllah Allah deyip atıldı nefer…Ömrün baharında bir bir solup daFenadan bekaya ettiler sefer

Verdiğiniz canla can buldu vatanGönderde bayrağa renk verdiniz siz!...Gurur duyar sizle kahraman atanŞehitler bağından gül derdiniz siz!...

Kan değen gömleğin kefenin olsunAnanın gözyaşı akar durulmazYaralı vatana kanatsın, kolsunHakikat yolunda giden yorulmaz

Gölgenizde açar cennet gülleriBir ölür bin kere dirilirsinizToprağa karışır Hakk bülbülleriGüneş suretinde görülürsünüz

Kahpeler düşürdü sizi tuzağaKaranfil yas tutar, güller perişanCandan özge canlar düşer uzağaAdını zikreden diller perişan

Davul zurna ile gider askereHasreti içine atar Mehmed’im!...Ölüm beratıdır elde teskereŞahadet şerbeti tadar Mehmed’im!...

Bayrağa rengini veren kanındırGönül göğümüzde bir yıldızsın sen!...Bu toprağı vatan yapan canındırİçimizde ışık, bir yaldızsın sen!...

M. Nihat MALKOÇ

Page 21: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

39Ekim 201138

İnsanlık tarihindeki bütün gelişme ve de-

ğişmelerin merkezinde olan insanoğlu,

yaşamakta olduğu dünyanın zenginlik,

güzellik ve özelliklerini tanıma ve insanlığın yara-

rına kullanma şansına düşünebildiği oranda sahip

olmuştur. Şu halde kâinatın sahibi Allah (c.c.), ya-

ratmış olduğu dünyanın şifrelerini insanoğlunun

beynine programlamıştır. Buradan hareketle yüz

yıl öncesinde insanoğlu dünyamızın sahip oldu-

ğu zenginliklerin % kaçına sahipti, bugün bunla-

rın % kaçından yararlanabiliyor ve acaba gelecek-

te % kaçından istifade edebilecektir? Bu soruların

cevabı yaradılışın sırrı ile ilgilidir. Bunun çözümü

de akıl ve iman ile mümkündür. Tarih bu duru-

mun açık ve en doğru şahidi olmuştur.

Yaşamakta olduğumuz dünya; dağları-ovaları,

çölleri-vahaları ve denizleri ile bir bütün halinde

dünyanın güzelliğini oluşturmaktadır. Bu saydığı-

mız coğrafî özelliklerin her birinin ayrı ve gerekli

hususiyetleri vardır. Zira içinde yaşamakta oldu-

ğumuz dünyadaki bu farklılıkların her biri insa-

noğlu ve diğer canlıların nesillerinin devamı için

Allah (c.c.) sadece ve sadece insanoğluna bu şan-

sı ve fırsatı vermiştir. Zira insanoğlu, bu özellik

ve güzelliklere ulaşabildiği ölçüde gezegenimiz-

de kendisine bahşedilmiş olan imkânlara sahip

olabilmektedir. Oysaki günümüzde gezegeni hoy-

ratça kullanmanın sonucunda ortaya çıkan tehli-

keleri bertaraf etme şöyle dursun, kendi halkının

mutluluğu ve haliyle ülkesinin kazancından baş-

kasını düşünmeyen sömürgeci zihniyetlerin tem-

silcisi konumundaki İsevî ve Musevî dünyası, bü-

tün mahlûkat için ciddi bir tehlikeye adeta davet

çıkartmaktadırlar.

Gaflet Uykusu

Kainatın sahibi Allah (c.c.) insanoğlunu varlığı,

birliği ve dünyanın özellikleri konusunda

haberdar etmek için peygamberler, nebiler

göndermiştir. Ancak, insanoğlu bu davetlere

çoğu zaman kulaklarını tıkamışlar veya beşerin

zaaf batağından bir türlü kurtulamamış oldukları

için tekrar eski hayatlarına şu veya bu şekilde

dönmüşlerdir. Bütün insanlık için gönderilmiş

olan Efendimiz (s.a.v.) ve onun aydınlık

yolunun yolcuları yani manevî dünyamızın gönül

insanlarının örnek davranışları da onları gaflet

uykusundan uyandıramamıştır. Günümüzden

yaklaşık olarak bin yıl önce yaşamış olan Hoca

Ahmed-i Yesevî bu konuda “Cehalet öyle bir

tufan ki, Nuh Tufanı’ndan da tehlikeli” veciz sözü,

“Hoca Ahmed-i Yesevi’nin Yol Evlatları” olarak

tanımlamış olduğumuz “İnanç Önderleri”nin

de uyarılarına rağmen maalesef cehalet

özellikle de mensubu bulunduğumuz “İslâm

Dünyası”nı asırların en tehlikeli girdabına doğru

sürüklemektedir.

Mensubu bulunduğumuz yüce dinimiz

İslâmiyet, kendisinden önce insanlığa gönderil-

miş olan peygamberlerin ve Allah (c.c.) kelamı

olan kitapların ve haliyle dinlerin başlarına ge-

lenlerden sonra, kâinatın sahibi Yüce Allah (c.c);

İslâmiyet, Hz. Muhammed (s.a.v) ve Allah (c.c.)

kelâmı Kur’an ile yaratmış olduğu bütün insanlı-

ğı uyarmıştır. Müslümanlar, Asr-ı Saadet olarak

tanımlanmış olan güzelliklerin yaşanmış olduğu

dönemden, itibaren yaklaşık olarak XV. yüzyıla

kadar İslâm’ın nuru ile nurlanmış, bilimi ile bilgi-

DüşünceAbdulkadir YUVALI*

CeHAletBÜtÜn YAnlIşlArIn AnASIDIr

“Peygamber Efendimize ilk emri olan “Oku” gündemimizden çıkmış ve buna bağlı olarak

da; bilim, teknoloji, düşünüce de eksen kaymasına uğramıştır.”

Page 22: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

41Ekim 201140

lenmiş ve buna bağlı olarak da dünyamızda sulh-

sükûn hâkim olmuştur. Bir başka ifadeyle inancın,

aklın, bilimin ve düşüncenin merkezi İslâm dün-

yası olmuştur.

Medeniyetin Ağırlık Merkezi

İslâm dünyası, XV. asırdan itibaren, İsevî dün-

yasındaki gelişmelere paralel olarak adeta önce

duraklama, takiben de gerileme sürecinin karan-

lıklarında çırpındıkça daha da derinliklere sürük-

lenmiş ve sürüklenmektedir. Söz konusu bu süreç-

te, bilimin, teknolojinin, düşünce ve medeniyetin

ağırlık merkezi yer değiştirmiştir. Kâinat’ın sahi-

binin, yolculuğun başında, Peygamber Efendimi-

ze ilk emri olan “Oku” gündemimizden çıkmış ve

buna bağlı olarak da; bilim, teknoloji, düşünü-

ce de eksen kaymasına uğramıştır. Artık dünya-

nın güzellikleri, özellikleri ve zenginliklerinden ya-

rarlananlar üzülerek ifade etmeliyim ki, ortaçağın

skolâstik düşüncesi içinde kıvranan İsevî, Musevî

dünyası olurken, kaynakları sömürülen, inancın-

dan dolayı horlanan, sürülen, taciz edilen ve acı-

masızca katledilenler ise bizim dünyamızı yani

“İslâm Dünyası”nı temsil eden ülkelerdir. Son beş

asırdan beri bu haksızlık artarak devam etmekte

ve nerede duracağına dair tahmin yürütmemiz de

o kadar kolay değildir.

Bugün, okuma, düşünme, bilim ve teknoloji

üretmede konusunda tuzu bulunmayan bir dün-

yanın mensupları olarak yarın hak dünyada Efen-

dimiz (s.a.v.)’den nasıl şefaat dileyeceğiz? Gelecek

nesillere bugünden daha karanlık bir dünya bırak-

manın vebalinden kurtulabilecek miyiz? Endişe-

miz, bu gaflet, delalet hatta din ve devletlerimi-

ze yönelik tehlikelerin devamı halinde yarınlarda

Müslümanların daha çok kanı akacak, malları,

mülkleri ve hatta topraklarının altı ve üstündeki

zenginlikleri daha da insafsızca ve tek yanlı olarak

sömürülecektir.

Ağırlıklı olarak Ortadoğu coğrafyasındaki Müs-

lüman ülkelerde yaşanmakta olan hadiseleri çok

yönlü olarak görmemizde fayda vardır. Öncelikli

olarak söz konusu ülkelerin mevcut yönetimleri ve

yöneticilerinin Batı Dünyası’ndaki Ortaçağ man-

tığının hâkim olduğu açıkça görülmektedir. Zira

ülkelerindeki yönetimleri değil çağımızda geçer-

li olan değerler, Yüce dinimizin emretmiş olduğu

esaslardan uzaklaştırarak ben merkezli (ülkenin

kaynaklarını kendileri ve yakın çevreleri için kul-

lanma) yönetmişlerdir.

Son asırda yaşamış olduğumuz “Birinci ve İkin-

ci” dünya savaşları, Batılı ülkelerin, üretmiş olduk-

ları mallara pazarlar temin etme ve üretimlerini

artırmak için ucuz hammaddelere ulaşma ile ilgi-

lidir. Bu uğurda milyonlarca insan ölmüş, şehirler

yakılıp yıkılmış, hedef seçilmiş olan yerler siyasal

bakımdan yeniden şekillendirilmiştir. Bu şekillen-

dirmelerde doğal sınırlar değil çıkarlar öne çıkar-

tılmış ve âdete Ortadoğu ve Afrika coğrafyasında

sözde yeniden kurulmuş siyasî kuruluşların sınır-

ları cetvelle çizilmiştir. Merak edenlerimiz, dünya

haritası (siyasî) üzerinde Müslüman ülkelerin sı-

nırlarına göz atabilirler. Zira bu sınırları genelde

Batı Dünyası’nın sömürgecileri çizmişlerdir. Şim-

di aynı coğrafyayı, tıpkı Batı Dünyası’nın sömür-

düğü gibi ve belki de yaşamakta olduğumuz Irak

örneğinde olduğu gibi daha acımasız ve insafsız-

ca sömürebilmenin plan ve projeleri bir bir haya-

ta geçirilmektedir.

Şu halde sözün kısası, günümüzde Ortadoğu’da

yaşanmakta olan ve hatta yaşanacak olan hadise-

lerin temelinde; dün söz konusu coğrafyayı ken-

di çıkarlarına göre şekillendirmiş olan “ Batı

Dünyası”nın yerini şimdi “Yeni Dünya” yani ABD

almıştır. Söz konusu İslâm ülkelerinde Batılıların

çıkarlarına göre düzenlenmiş olan yani kurdurul-

muş olan siyasî teşekküller vardı. Bu defa, aynı

coğrafya ve belki de daha fazlası, ABD’nin çıkarla-

rına göre yeniden dizayn edilecektir.

Bir Müslüman-Türk bilim ve düşünce insanı

olarak, tarih, kültür ve din coğrafyamızda; yakla-

şık beş asırdan beri rafa kaldırılmış olan akıl, bilim

ve düşünce yani Kur’an’da ifadesini bulmuş olan

değerler yeniden yaşanır hale gelinceye kadar bu

zulüm, işkence ve haksızlıkların devamına dair en-

dişemizi sizlerle paylaşmak istedik. Saygılarımla.

*Prof. Dr.

NAMAZ İLÂHÎSİ Îmandan sonra namazdırBunu bilmemek ne acıNe kadar övülse azdırNamaz mü’minin mîrâcıBütün dertlerin ilâcı

O, “gözümün nûru” diyor“Vuslatın sürûru” diyorNe kadar hoş, duru diyorNamaz mü’minin mîrâcıBütün dertlerin ilâcı

Namaz Hakk’a yakınlaşmakHer türlü engeli aşmakKulluk ile dolup taşmakNamaz mü’minin mîrâcıBütün dertlerin ilâcı

Suyunu Kevser göndersin Melekler seccâde sersinBir tüy gibi hafiflersinNamaz mü’minin mîrâcıBütün dertlerin ilâcı

Allah emri esas bizeDînin direği nass bize Peygamberden mîras bizeNamaz mü’minin mîrâcıBütün dertlerin ilâcı

Kalbin pasını silelimKul olmak nedir bilelimNamaz namaz dirilelimNamaz mü’minin mîrâcıBütün dertlerin ilâcı

Oğuz, Müslüman evlâdıYâr-i Gar’dan aldı adı Başka bir söz bulamadıNamaz mü’minin mîrâcıBütün dertlerin ilâcı…

Bekir OĞUZBAŞARAN

Sule

jman

MU

RATO

VİÇ

Page 23: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

43Ekim 201142

Kur’an’da bildirilen peygamber

kıssalarının hikmetlerinden biri,

bu kıssalardaki ayetlerin sadece

indirildikleri zamana ait olayları anlatmamaları,

ayetlerin tüm zamanlar için insanlara dersler ver-

meleridir. Kur’an’da detaylı olarak bildirilen “Hz.

Yûsuf (a.s.) Kıssası” da bu doğrultuda çeşitli hik-

metler ve anlamlar taşımaktadır. Hz. Yûsuf (a.s.),

küçük yaşta iken kendisini kıskanan kardeşle-

ri tarafından bir kuyuya atılmış, daha sonra köle

olarak satılmış, ardından uğradığı bir iftira ne-

deniyle uzun yıllar hapiste kalmış, yıllar boyu bu

gibi zorluklarla denenmiştir. Ardından Allah, onu

tüm bu sıkıntılardan kurtararak kendisine güç ve

iktidar vermiştir. Hz. Yûsuf ‘un tüm bu olaylar sı-

rasında gösterdiği büyük sabır ve tevekkülü, et-

rafındaki insanların dikkatini çeken güzel ahlakı,

güvenilirliği ve kendisine tuzak kuranlara karşı aldığı

akılcı önlemler mü’minler için büyük hikmetler ve

örnekler taşımaktadır. Kur’an›da haber verildi-

ği üzere Hz. Yûsuf (a.s.) çocukken bir rüya gör-

müş ve bu rüyanın yorumunu babası Hz. Yakup

(a.s.)›a sormuştur. Rüyayı dinleyen Hz. Yakup

(a.s.) ona rüyasının anlamını haber vermiştir.

Hz. Yûsuf (a.s.)›ı kardeşlerine karşı tedbirli ol-

ması ve rüyasını onlara anlatmaması konusunda

uyarmıştır. Bu olay Kur’an ‹da şu şekilde bildiril-

miştir: “Hani Yûsuf babasına, ‘Babacığım! Ger-

çekten ben (rüyada) on bir yıldız, güneşi ve ayı

gördüm. Gördüm ki onlar bana boyun eğiyor-

lardı’ demişti. Babası, şöyle dedi: ‘Yavrucuğum!

Rüyanı kardeşlerine anlatma. Yoksa sana tuzak

kurarlar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşma-

nıdır. İşte Rabbin seni böylece seçecek, sana (rü-

yada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve

daha önce ataların İbrahim ve İshak’a nimetle-

rini tamamladığı gibi sana ve Yakup soyuna da

tamamlayacaktır. Şüphesiz Rabbin hakkıyla bi-

lendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” 2

Hz. Yakup (a.s.) ilim sahibi, ferasetli bir insan-

dır. Dolayısıyla diğer oğullarının karakterlerini iyi

tahlil etmiş ve Hz. Yûsuf (a.s.)›a karşı duydukla-

rı kıskançlığı fark etmiştir. Onları iyi tanıdığı için

Hz. Yûsuf ‹a tuzak kurabilme ihtimalleri olduğunu

anlamış, bu sebeple Hz. Yûsuf (a.s.)›a gördüğü rü-

yayı kardeşlerine anlatmamasını söylemiştir. Şey-

tanın insanın en büyük düşmanı olduğuna dikkat

çekmiş ve Hz. Yûsuf (a.s.)›a her zaman şeytanın

tuzaklarına karşı temkinli olmasını öğütlemiştir.

“Kardeşleri dediler ki: ‘Biz güçlü bir topluluk ol-

duğumuz halde Yûsuf ve kardeşi (Bünyamin)

babamıza bizden daha sevgilidir. Doğrusu ba-

bamız açık bir yanılgı içindedir. Yûsuf’u öldürün

veya onu bir yere atın ki babanız sadece size yö-

nelsin. Ondan sonra (tevbe edip) salih kimseler

olursunuz.” 3

Öz kardeşi olsa erbâb-ı garaz eylemez insâf

İnsân ise hayretde kalır Yûsuf-ı Ken’ân’a bakınca 4

(Cenab-ı Allah’ın seçkin/seçilmiş olarak yarattığı

Yûsuf (a.s)’a kendi öz kardeşleri tarafından ina-

nılmaz bir tuzak hazırlanarak hayatına kaste-

dilmiştir. Kıskançlık/İstemezlik sonucu olarak

kendi kardeşleri ona bu kötülüğü yapmışlardır.

Hikâyesine baktığımızda ise insan şaşırıp/hay-

rette kalıyor.)

Kardeşleri Hz. Yûsuf (a.s.)’ı kuyuya atmışlar

ve daha sonra ağlar vaziyette babaları Hz. Yakup

(a.s.)’ın yanına gelerek, onu kurdun yediğini iddia

etmişlerdir. Allah›ın seçkin kıldığı kullarından

biri olan Hz. Yakup (a.s.)›ın ferasetini bildikleri

KültürResul KESENCELİ

HZ. YÛSUF(A.S)

DİVÂn-I HUlÛSÎ-İ DÂrenDeVÎ’De

HZ. YÛSUF(A.S)

DİVÂn-I HUlÛSÎ-İ DÂrenDeVÎ’De

Derdine cân hasr etmişiz

Dil mülkünü Mısr etmişiz

Ya’kûb-ı Ken’ân’ız bugün

Ol Yûsuf-ı Ken’ân bizim1

Page 24: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

Ekim 201144 45

için, onun kendilerine kolay kolay inanmayacağı-

nı düşünerek bir de sahte delil getirmişlerdir. Hz.

Yûsuf (a.s.)›ın gömleğinin üzerine kan sürerek ba-

balarına göstermişler, onun gerçekten öldüğü iz-

lenimini vermeye çalışmışlardır.

Salih bir Müslüman olan Hz. Yakup’ da sahte

delil getiren oğullarına inanmamış, onların oyun-

larını fark etmiş ve bunun onlar tarafından düzü-

lüp uydurulmuş bir yalan olduğunu açıkça ifade

etmiştir. Bu durum, Kur’an›da şöyle bildirilmiş-

tir: “Ve üzerine yalandan kan (sürülmüş) olan

gömleğini getirdiler. ‘Hayır’ dedi. ‘Nefsiniz, sizi

yanıltıp (böyle) bir işe sürüklemiş...” 5

Beytü’l-Hazen-i gamde o Ya’kûb-ı belâ-keş

Yûsuf gama vâkıf ne için bir haber etmez 6

(Yakup hüzün evinde/yerinde bela, gam çeki-

yor, Yûsuf ise tüm bu belaları, sıkıntıları yaşıyor

ama ondan hiçbir haber alınamıyor, Kendisi ise

başına gelen her duruma rıza gösteriyor.)

Kuyuda Hz. Yûsuf’u bulup çıkaran kervancı-

lar onu Mısır’a götürüp pazara çıkardılar. Yûsuf

(a.s)’I Mısır Azizi’i satın almıştı. Hanımı Züley-

ha idi ve çocukları olmamıştı. Yûsuf (a.s), akılla-

ra durgunluk verecek derecede güzeldi. Yüzünde

parlayan nübüvvet (peygamberlik) nuru herkesi

hayran bırakırdı. Bu hal Züleyha’nın ona âşık ol-

masına sebep oldu. Yûsuf (a.s)’ın kendisine itibar

etmediğini gören Züleyha ona iftira etti ve “Eğer

ona emrettiğim şeyi yapmazsa muhakkak zindan-

larda sürünür.” dedi. Mısır Azizi Züleyha’nın bas-

kılarına boyun eğerek Yûsuf (a.s)’ın hapsedilme-

sine karar verdi. Böylece Hz. Yûsuf zindana atıldı.

Uzun zaman zindanda kaldı.

Gönülden çıkdı âlem dîdeden gayra nazar gelmez

Perîşân oldu Ya’kûb Yûsuf’undan bir haber

gelmez7

(Tüm cihan/dünya her şey onun gönlünden

nazarından çıktı. Yakup, Yûsuf’un ayrılmasın-

dan/kayboluşundan sonra perişan oldu fakat on-

dan hiçbir haber, bilgi alamadı, sıkıntılara keder-

lere düştü.)

Yûsuf (a.s)’la birlikte Mısır Firavunu’nun ek-

mekçisi ve şerbetçisi de hapishanedeydiler. Yûsuf

(a.s) zindandayken hastaları ziyaret eder, geceleri

daima namaz kılar, Rabbini zikrederdi. Kendisine

Allahu Teâlâ rüya tabiri ilmini öğretti. Yûsuf (a.s)

Firavun’un ekmekçisi ve şerbetçisinin görmüş ol-

dukları rüyayı tabir etti. Bu tabirler doğru olarak

tecelli etti. Yûsuf (a.s) zindandayken Mısır Hü-

kümdarı bir rüya görmüştü. Dehşetle uykusundan

uyanıp; “Ben rüyamda yedi semiz ineğin yedi zayıf

ineği yediğini ve yedi yeşil başak, yedi de kurumuş

başak gördüm. Ey ileri gelenler, eğer rüya tabiri

biliyorsanız, bu rüyamı yorumlayın.” dedi. Onlar

“Biz böyle rüyaların yorumunu bilmeyiz.” dediler

Bu sırada daha önce Yûsuf (a.s) ile zindanda kalan

şerbetçi kendi rüyasını tabir ettirdiğini hatırlaya-

rak; “Ben bu rüyanın yorumunu yaptıracağım.

Beni Yûsuf (a.s)’un bulunduğu zindana götürüp

onunla görüştürün” dedi. O da Mısır Hükümda-

rının rüyasını anlatıp yorumunu istedi. Allahu

Teâlâ Yûsuf (a.s)’a zindandayken peygamberlik

emrini bildirdi. Yûsuf (a.s) Mısır hükümdarının

rüyasını tabir etmeden önce Allahu Teâlâ’nın pey-

gamberi olduğunu söyleyip, mucize gösterdi. Ge-

lecek yemekler daha gelmeden önce cinsini ve ta-

dını haber verdi. Peygamber ailesinden geldiğini,

baba ve dedelerinin peygamber olduğunu bildir-

di. Zindandayken insanları tevhid inancına davet

etmeye başladı.

Yûsuf (a.s) hükümdarın rüyasını yorumla-

yıp; “Yedi sene bolluk, sonra yedi sene kıtlık ola-

cak. Bollukta saklayın, kıtlıkta bunları yersiniz.”

buyurdu. Hükümdar, tabiri duyunca Yûsuf (a.s)

ı istedi. Yûsuf (a.s) Mısır hükümdarının elçisi-

ne; “Efendine dön de ellerini kesen o kadınların

zoru (hâli) neydi? Kendisine sor dedi. Araştırma-

lar sonrası Yûsuf (a.s)’un suçsuzluğu ve seneler-

dir zindanda suçsuz olarak kalmış olduğu ortaya

çıktı. Mısır Hükümdarı Yûsuf (a.s)’a sarayda gö-

rev verdi. Hükümdar görmüş olduğu rüya ile ilgili

ne gibi tedbirler alınması gerektiğini sordu. Yûsuf

(a.s); “Bolluk senelerinde çok ekip, ekinleri sapla-

rı ile saklamayı önerdi. Yûsuf (a.s) yetkileri eline

alınca kıtlık senelerinin geleceğini düşünerek ge-

rekli tedbirleri aldı. Gerekli gıda stoklarını yaptır-

dı. Bu stoklar için büyük depolar yaptırıp topla-

dığı yiyecekleri buralarda depoladı. İnsanlara da

çok iyilik ve ihsanlarda bulundu. Yedi sene olan

bolluk seneleri geçip, peşinde bütün şiddetiyle kıt-

lık baş gösterdi. Kıtlığın ilk senesinde insanlar ha-

zırladıkları yiyecekleri bitirdiler. Mısır’dan ve çev-

re ülkelerden olan insanlar akın akın gelip Yûsuf

(a.s)’dan yiyecek alıyorlardı. Babası Yakup (a.s)’ın

ve kardeşlerinin yaşadığı Ken’an diyarında da kıt-

lık baş gösterdiğinden Yakıp (a.s), Yûsuf (a.s)’ın

anne-baba bir kardeşi olan Bünyamin haricinde-

ki on oğlunu Mısır’a erzak almak üzere gönderdi.

Erzakları veren Yûsuf (a.s) onlara, Ken’an’a git-

tiklerinde kardeşleri Bünyamin’i de getirmelerini,

aksi hâlde erzak vermeyeceğini söyledi. Kardeş-

leri bu durumu Yakup (a.s) ilettiklerinde Yakup

(a.s) Bünyamin’i göndermeye razı olmadı. Onla-

ra da; “Daha önce Yûsuf’a olanı biliyorsunuz. Fa-

kat Allahu Teâlâ en iyi koruyucudur. Merhametli-

lerin en merhametlisidir.” diyerek babalarını ikna

eden Yakup (a.s)’ın oğulları Bünyamin’i de yanla-

rına alarak ikinci defa Mısır’a gittiler. Diğer kar-

deşlerinden ayrı olduğu sırada Hz. Yûsuf karde-

şi Bünyamin’e kendisini tanıttı. Bir tedbirle onu

göndermeyeceğini bildirdi. Bir hırsızlık olayı ba-

hanesi ile saray vazifelileri Yakıp (a.s)’ın oğulla-

rının yüklerini aradılar. Bünyamin’i suçladılar.

Bünyamin Mısır’da alıkonuldu. Yakup (a.s) bu

Page 25: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

Ekim 201146 47

habere çok üzülüp, anlatılanlara inanmadı. Fa-

kat “Artık bana düşen sabr-ı cemildir” dedi. Başı-

na gelen musibetlere rağmen, daima sabırlı oldu.

Yakup (a.s)’ın oğulları babalarının tavsiyesi üze-

rine üçüncü defa Mısır’a geldiler. Bu kez Yûsuf

(a.s)’ı tanıdılar. Bu durum, ayetlerde şöyle haber

verilmektedir:

“(Yûsuf) Dedi ki: ‘Sizler, cahiller iken Yûsuf’a

ve kardeşine neler yaptığınızı biliyor musunuz?’

‘Sen gerçekten Yûsuf musun, sensin öyle mi?’ de-

diler. ‘Ben Yûsuf’um’ dedi. ‘Ve bu da kardeşimdir.

Doğrusu Allah bize lütufta bulundu. Gerçek şu ki,

kim sakınır ve sabrederse, şüphesiz Allah, iyilik-

te bulunanların karşılığını boşa çıkarmaz.’ Dedi-

ler ki: ‘Allah adına, hayret, Allah seni gerçekten

bize karşı tercih edip-seçmiştir ve biz de gerçek-

ten hataya düşenler idik.” 8 Kardeşlerine çok izzet

ve ikramda bulundu. Babası Yakup (a.s)’ın hâlini,

kendisinin yokluğundan sonra ne durumda oldu-

ğunu sordu. Onlar da; “Senin için çok üzüldü, ağ-

ladı. Bu sebeple gözleri görmez oldu.” dediler. Bu-

nun üzerine Yûsuf (a.s) gömleğini çıkarıp onlara

verdi ve “Şu gömleğimi babama götürün ve yü-

züne sürsün. Sonra bütün ailenizi bana getirin.”

dedi.

Eyâ bâd-ı sabâ lutf ile cânândan haber verdin

Meni dermânde-i bîmâra dermândan

haber verdin

Garîbim Yûsuf-âsâ Mısr içinde bir enîsim yok

Varıp Ken’ân’a bir dem pîr-i Ken’ân’dan

haber verdin 9

(Ey gün doğusundan hoş, güzel şekilde esen

rüzgâr sevdiğimden iyi haberler getirdin. Benim

dertlerime/rahatsızlığıma derman olacak haberi/

bilgiyi ulaştırdın. Benim Yûsuf’umun Mısır’da bir

dostu dahi yok, sen bu hoş, güzel haberi Ken’an

ilinde bulunan Yakup’a getirdin. Onu bu haberin-

den dolayı çok mutlu ettin.( Beyitte geçen Pir-i

Ken’an Hazreti Yakup’u ifade etmektedir.)

Yûsuf (a.s) kardeşlerinin yol hazırlıklarını yap-

tırdı. Babası Yakup (a.s)’a verilmek üzere bütün

hanedanı ve akrabası ile birlikte Mısır’a gelme-

lerini isteyen bir mektup da verdi. Yakup (a.s),

oğulları Mısır’dan yola çıktıktan sonra oğlu Hz.

Yûsuf’un kokusunu aldığını söyledi. Fakat yanın-

dakiler, Yûsuf (a.s)’a duyduğu aşırı muhabbet-

ten dolayı böyle bir koku duyduğunu zannedebi-

leceğini söylediler. Nihayet Yakup (a.s)’ın oğulları

Ken’an diyarına yaklaşınca, onlardan birisi müj-

deci olarak gelip Yûsuf (a.s)’ın gömleğini babası-

na verdi. Yakup (a.s) gömleği alıp yüzüne, gözü-

ne sürdü. Gözleri açılıverdi. Yakup (a.s), bütün

oğulları ve akrabasıyla birlikte Ken’an diyarından

Mısır’a gitmek üzere yola çıktı. Yûsuf (a.s) Mısır

hükümdarı ve halkıyla birlikte Yakup (a.s)’ı ve be-

raberindekileri karşıladı. Babasını sarayına götür-

dü. Babasını ve üvey annesini tahtının üzerine çı-

karıp oturttu. Hepsi secde (şükür secdesi) ettiler.

Yûsuf’un şevk-i visâliyle müdâm

Cennet olur Ya’kûb’a Beytü’l-Hazen10

(Yûsuf (a.s)’a kavuşma neşesi ile Hz. Yakup’un

hüzün evi Cennete döndü. Gönlü mutlu, mesrur

oldu. Yıllarca bekledikten sonra sevdiğine kavu-

şuyordu...)

1 Ateş, Es-Seyyid Osman Hulûsi, Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî, (Haz. Prof. Dr. Meh-met Akkuş-Prof. Dr. Ali Yılmaz), Nasihat Yay., İstanbul, 2006, s. 215.

2 12/Yusuf, 4-63 12/Yusuf, 8-94 Ateş, A.g.e, s. 281.5 12/Yusuf, 1 6 Ateş, A.g.e, s. 97.7 Ateş, A.g.e, s. 106.8 12/Yusuf, 89-919 Ateş, A.g.e, s. 35010 Ateş, A.g.e, s. 236

Dipnot

BE HEY GÖNÜL! Mal-mülk yalan, dünya yalanBilmez misin be hey gönül!Emanettir insana canBilmez misin be hey gönül!

Hükmetmesin sana sayrıMâsivâdır O’ndan gayrıYaşanır mı yârden ayrıBilmez misin be hey gönül!

İbadetsiz hayat boşturHidayete ermek hoşturMerhametsiz yürek taştırBilmez misin be hey gönül!

Her canlıya lâzım saygıKalbi yakar: tasa, kaygıDünyayı döndüren sevgiBilmez misin be hey gönül!

Ey Sükûtî bu ne hâldirÂşıkların hepsi lâldırZikr, ruh için hâlis baldırBilmez misin be hey gönül!

Hızır İrfan ÖNDER

Page 26: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

49Ekim 201148

DüşünceMehmet DERE

Kur’an’ın önemle üzerinde durduğu

kavramların başında gelen takvâ;

sözlükte korunmak, sakınmak,

korkmak, kuvvetli bir himayeye girmek, koruma-

ya almak gibi anlamlara gelir.

İslâm terminolojisinde ise takvâ; Allah’ın emir-

lerine/hükümlerine saygı göstermek ve bu emirle-

ri/hükümleri titizlikle yerine getirmek; haramlar-

dan/yasaklardan şiddetle sakınıp bu haramları/

yasakları ihlal etmekten kaçınmak; Allah’a kar-

şı kulluk ve sorumluluk bilinciyle hareket etmek;

her şeyiyle Allah’a yönelip O’nun himayesine/ko-

rumasına girmek; dünyada ve ahirette insana za-

rar verecek, ilahî azaba sebep olacak her türlü söz,

eylem ve davranışlardan kaçınmak/uzak durmak-

tır.1

Ayrıca takvâ; Allah’a karşı duyulan derin bir

saygıyı ve bu saygının gereği olarak Allah’ın rıza-

sını ve sevgisini kaybetme endişesinden kaynakla-

nan korku anlamına da gelmektedir.2 Takvâ sahi-

bi mümine ise “muttakî” denir.

Kur’an-ı Kerim’de Takvâ Kavramı Üç Mertebede Zikredilmiştir:

1- Ebedî olarak cehennem azabından korun-

mak için Allah’a ortak koşmaktan, küfür ve nifak-

tan korunarak kâmil bir imana sahip olmak:

Fetih Sûresi’nin 26. ayetinde geçen takvâ keli-

mesi ifadesi bu anlamdadır: “Allah da, Rasûlüne

ve müminlere sükûnet ve güvenini indirdi. Onla-

rı takvâ kelimesine bağladı.”

Ayette geçen takvâ kelimesi; kelime-i şehâdet,

kelime-i tevhiddir. Nitekim Hz. Peygamberi-

miz (s.a.v.) takvâ kelimesini, “Lâ ilâhe illallah:

Allah’tan başka ilâh yoktur” diye tefsir etmiştir.3

2- Kişinin iman sahibi olduktan sonra büyük

günahları işlemekten, küçük günahlarda ısrar et-

mekten kendisini alıkoyarak emredilen farzları ve

diğer dinî vecibelerini yerine getirmesi, günahlar-

dan/haramlardan ve diğer yasaklardan kaçınması:

Bu hususla ilgili olarak A’raf Sûresi 96. ayetin-

de: “Kendilerine peygamberler gönderdiğimiz

memleketlerin halkı iman etseler ve takvâ sahibi

olsalardı elbette onların üstüne gökten ve yerden

nice bereket kapıları açardık. Fakat onlar pey-

gamberlerimizi ve ayetlerimizi yalanladılar. Biz

de onları işledikleri günahlar sebebiyle cezalan-

dırdık.” buyruluyor.

3- İnsanın bütün benliği ile Allah’a yönelmesi,

kişiyi Allah’tan alıkoyacak her şeyden uzak durma-

sı (mâsiva)dır. Takvânın en üst derecesi budur.

Bu hususla ilgili olarak Âl-i İmrân Sûresi 102.

ayetinde: “Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yara-

şır bir şekilde korkun ve ancak Müslümanlar ola-

rak can verin.” buyrulmaktadır.

Takvânın bu üç mertebesi, Mâide Sûresi 93.

ayette bir arada zikredilmiştir: “İman eden ve sa-

lih amel işleyenlere, hakkıyla sakınıp (takvâ ile

hareket edip) iman ettikleri ve salih amel işledik-

leri, sonra yine hakkıyla sakınıp (takvâ ile hare-

ket edip) iman ettikleri, sonra da hakkıyla sakınıp

(takvâ ile hareket edip) yaptıklarını, ellerinden

geldiğince güzel yaptıkları takdirde, (haram kı-

lınmadan önce) tattıklarından/yediklerinden do-

layı günah yoktur. (Önemli olan inandıktan son-

ra iman ve iyi amelde sebattır). Allah iyi ve güzel

yapanları sever.”

Görüldüğü gibi bu ayette iman ve salih amel

iki kere ve takvâ üç mertebe olarak zikredilmiştir.

İnsanın iman edip şirkten korunması mahiyetin-

tAKVÂKUr’An’DA

“Takvâ; Allah’a karşı duyulan derin bir saygıyı ve bu saygının gereği olarak

Allah’ın rızasını ve sevgisini kaybetme endişesinden kaynaklanan korku

anlamına da gelmektedir. Takvâ sahibi mümine ise “muttakî” denir.”

MALİ DJENNE CAMİİ

Page 27: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

51Ekim 201150

de olan ilk mertebe kişinin kendi nefsi ve vicdanı

arasında olan bir takvâdır.

İkincisi, insanın kendisi ile diğer insanlar ara-

sındaki hususlarla ilgili olan takvâdır ve üçüncüsü

de, insanın kendisi ile Allah arasındaki takvâsı ve

imanıdır. Bu ayette takvânın bu üçüncü derecesi,

ihsan olarak zikredilmiştir.

Takvâ, insanın hem inanç yönünü hem de

inancı gereği yapması gereken kulluk görevlerini

ve ibadetlerini, salih amellerini, ahlakını, söz, fiil

ve davranışlarını ifade eder. Takvâ, bir kalp eyle-

mi olup insanın imanını olgunlaştırır, ahlakını gü-

zelleştirir. Allah’a olan itaatini ve şükrünü artırır,

her an Allah’ı zikrederek O’nu asla unutmamasını

sağlar. Bu bağlamda takvâ, insanın hem dünyası-

na hem de ahiretine yön vererek

dünyada ve ahirette huzurunu ve

kurtuluşunu sağlar.4

Takvâ, insanın bütün işlerinde

helale, meşrûya, doğruya uygun

hareket etmesi; haramlardan ve

şüpheli şeylerden kaçınması/sa-

kınmasıdır. Nitekim ilgili bir ha-

diste de şöyle buyrulmuştur: “He-

lal bellidir, haram da bellidir,

aralarında ise, insanların çoğu-

nun bilmediği şüpheli şeyler var-

dır. Kim şüpheli şeylerden sakı-

nırsa, hem dinini, hem de ırzını

temize çıkarmış olur. Kim de şüp-

heli şeylere düşerse, harama düş-

müş olur. Tıpkı sürüsünü yasak

bölgenin etrafında otlatan çoban

gibi ki, hayvanları her an oraya

girebilir. Dikkat edin, her meli-

kin bir yasak bölgesi vardır. Dik-

kat edin, Allah’ın yasak bölgesi

de haramlarıdır.”5

Bu hadiste de görüldüğü gibi

takvâda aslolan, helaller ve ha-

ramlar konusunda hassas olmak;

harama düşme endişesiyle şüp-

heli şeylerden uzak durmaktır ki,

buna “verâ” diyoruz. Verâ, insa-

nın Allah’a olan imanını artırıp O’na yaklaşma-

sını/yakınlaşmasını sağlar. Ahirette de hesabı-

nın kolay olup ebedî mükâfatı kazanmasına vesile

olur.

İslâm’da renk, ırk, dil, etnik yapı, coğrafî böl-

ge, mevkii, makam vb şeyler üstünlük sebebi sa-

yılmamış, üstünlüğün ancak takvâda olduğu bil-

dirilmiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de takvâ

üstünlüğü şöyle ifade edilmektedir: “Ey insanlar!

Gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarat-

tık. Birbirinizi tanımanız ve tanışmanız için sizi

halklara ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz, Allah

katında sizin en üstün (kerim) olanınız takvâca

en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir,

haberdar olandır.”6

En büyük örneğimiz olan Peygamberimiz

(s.a.v.) de: “Arab’ın Acem’e (Arap olmayana)

Acem’in de Arab’a; beyazın siyaha (yani beyaz

ırkın siyaha) hiç bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük

ancak takvâ iledir.”7 buyurarak üstünlüğün ancak

takvâ ile olduğunu bildirmiştir.

Bir diğer hadiste de: “Ey Allah’ın kulları!

Allah’ın emrettiği şekilde kardeş olun. Müslüman

Müslümanın kardeşidir. Ona ihanet etmez, zul-

metmez, onu mahrum bırakmaz, onu tahkir et-

mez. Kişiye şer olarak, Müslüman kardeşini tah-

kir etmesi yeterlidir. Her Müslümanın malı, kanı

ve ırzı diğer Müslümana haramdır. Allah si-

zin sûretlerinize ve kalıplarınıza bakmaz, fakat

kalplerinize ve amellerinize bakar. Takvâ bura-

dadır -eliyle göğsünü işaret etti- Sakın ha! Birini-

zin satışı üzerine satış yapmayın. Ey Allah’ın kul-

ları kardeş olun. Bir Müslümanın kardeşine üç

günden fazla küsmesi helâl olmaz.”8 Rasûlullah

(s.a.s.) “takvâ buradadır” sözünü üç/3 defa tek-

rar etmiş ve her defasında da mübarek eliyle göğ-

sünü işaret etmiştir.

Kur’an-ı Kerim’de Muttakîlerin Özellikleri

Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de, muttakîlerin

birçok vasıflarını/özelliklerini bildirmiştir. Biz

bunlardan bazılarını sıralamak istiyoruz:

Muttakiler; Allah’a, meleklerine, kitaplarına,

peygamberlerine, ahiret gününe iman eden, gay-

ba iman eden, namazlarını kılan, zekâtlarını ve-

ren, Allah yolunda infak eden, Allah’a, Rasûlü’ne

ve Kur’an’a itaat eden, Allah yolunda canlarıyla ve

mallarıyla cihad eden, Allah için iyilik yapan, ge-

celeri az uyuyup seher vaktinde dua/ibadet ede-

rek Allah’tan af ve mağfiret dileyen, öfkelendikle-

ri zaman öfkelerine sahip olup affedici davranan

söz verdikleri zaman ahitlerini yerine getiren, sa-

bır ehli olan, günah işlediklerinde hemen tev-

be eden, günahlarında/hatalarında bile bile ıs-

rar etmeyen, dosdoğru ve sâdık olan, Rablerinden

korkan ve saygıyla boyun büken, hidayet/kurtu-

luş üzere olan, dünyada ve ahirette birbirlerinin

dostu olan, bütün işlerinin salih amel olmasını is-

teyen ve salih ameller işleyen kalb-i selim sahibi

kimselerdir.

Yukarıda sıraladığımız muttakîlerin vasıfla-

rını/özelliklerini anlatan ayetleri incelediğimiz-

de takvânın İslâm’da, sadece ideal bir mümin tipi

değil aynı zamanda ideal bir toplum yapısı oluş-

turmaya yönelik olduğunu da görürüz. Takvânın

bu kadar geniş bir çerçevede kullanılmasını göz

önünde bulundurursak Allahu Teâlâ’nın huzurlu

ve güvenli bir İslâm toplumunun inşasına yöne-

lik ilahî emirlerinin/hükümlerinin ve bu alandaki

kurallara yönelik ilahî tekliflerinin, takvâ kavra-

mının zengin ve geniş muhtevası içinde yer aldı-

ğını söyleyebiliriz.

Bu bağlamda takvâ ile ilgili ilahî emirler ve

hükümler, beraber ve birlikte yaşamayı, toplum-

sal huzuru ve barışı sağlamayı amaçlamaktadır.

İslâm toplumunda, ilahî emirlere ve hükümle-

re dikkat etmeyerek fitne ve fesadın yayılmasına,

toplumsal huzurun, güvenin ve barışın bozulma-

sına neden olan kimseler, genellikle takvâdan na-

sibi olmayan kimselerdir. Muttakîler ise; Allahu

Teâlâ’nın koymuş olduğu ilahî emirlere ve hü-

kümlere riayet ederek huzurlu ve güvenli bir top-

lumun inşasında çok önemli rol oynarlar.9

Sonuç olarak söylemek gerekirse; Kur’an-ı

Kerim’in üzerinde önemle durduğu kavramların

başında takvâ kavramı gelmektedir.

Takvâ, müminlerin temel vasıflarından biri

olup Allahu Teâlâ birçok ayet-i kerimede muttakî

kullarını övmekte, huzurun ve kurtuluşun ancak

takvâ ile mümkün olduğunu bildirmektedir.

1 Süleyman Uludağ, “Takvâ”, DİA., C. 39, TDV. Yay., İstanbul 2011, s. 484; İsmail Karagöz, “İttikâ”, Dinî Kavramlar Sözlüğü, DİB. Yay., Ankara 2006, s. 347; Nu-rettin Turgay, “Takvâ”, Şamil İslâm Ans., Dergâh Ofset, İstanbul 2000, s. 373

2 Muhsin Demirci, Kur’an’ın Temel Konuları, İFAV Yay., İstanbul 2000, s. 2943 Tirmizî, Tefsir, 48; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/1384 Karagöz, age., s. 3485 Buhârî, İman, 39, Büyû, 2; Müslim, Müsâkât, 107; Ebû Davud, Büyû, 3; Tirmizî,

Büyû, 1; Nesâî, Büyû, 2; İbni Mâce, Fiten, 14; İbni Hanbel, 4/269, 2716 49/Hucurât, 137 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/4118 Buhârî, Nikâh, 45; Edeb, 57- 58; Feraiz, 2; Müslim, Birr, 28-34; Ebû Davud, Edeb,

40, 56; Tirmizî, Birr, 18; İbni Hanbel, 2/3259 Halil Çiçek, Farklı Kültürlerin Birlikte Yaşama Formülü, Nesil Yay., İstanbul 1998,

s. 96-97

Dipnot

MAL

İ DJE

NN

E CA

Mİİ

Page 28: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

53Ekim 201152

Şehir ve İnsanM. İlyas SUBAŞI

Türkiye dışarıda

“Müslüman Ülke”

olarak tanımlanır.

Doğrusu da budur. Nüfusunun

tamamına yakını Müslüman

olan bir devleti daha başka na-

sıl tanıtacaksınız?

Ama gel gör ki, bu Müslü-

man ülke, Müslümanlığının ge-

reğini çoğu kere yerine getir-

mede içten büyük baskılarla

karşılaşır:

Türkiye’de bir kesim, Cum-

huriyetin ilk yıllarından bu

yana dinî hayata müdahale an-

layışı içindedir. İnanmaz, ama

inanlara da kendisinin müsa-

ade ettiği kadar inanmasını is-

ter. Bunu devlete dayatılan uy-

gulama modellerinde çok rahat

görebilirsiniz: Bakın mese-

la, birçok belediye, yeni yerle-

şim yerlerini hizmete açarken,

orada sosyal tesislerin yanında

cami alanlarını dikkate almaz,

alamaz ya da aldırtmazlar…

Bunu dışımızdakiler de fark

edebiliyorlar. Bakınız bir ya-

bancının meseleye yaklaşımı

nasıl, birlikte görelim:

“Görevinin, her birinin hak-

kı olan Rahmet ve Nur’a kavu-

şabilmesi için, üyelerinin Allah

katında bilinçli, doğru bir hayat

sürmelerini sağlamak olduğu-

nu iyi bilen İslâmî şehir, daima

bu amaca ulaştıran kurumları-

nı korumaya çalışmıştır. Ayrıca

şurası bir gerçektir ki, İslam’ın

sahip olduğu derin düşünce po-

tansiyeli sanat, felsefe ve mis-

tisizmde, hiçbir zaman şeriatın

şehrin tek Yasası olduğu dö-

nemlerde olduğu gibi, şevkle

dile getirilmemiştir. Şimdi bu

devirler geçmişte kalmış gibi

görünüyor. Siyasal kurumla-

rın idareyi ele almasından son-

ra laikleştirme hareketi özel ve

kamuya ait yasalara ve eğitim,

maliye ve adliyeye kadar uzan-

dı. Bugün, Müslümanların bü-

tünlüğü ulusal rekabet ve mü-

minlerin esas çıkarlarıyla hiçbir

ilgisi olmayan ideolojik kavga-

lar sebebiyle her zamankinden

fazla tehlikeye girmiş durum-

da.”

Fransız akademisyen Jean

Louis Michon, sanki Türkiye’yi

tanımlıyor bu ifadeleriyle. As-

lında bu anlattıkları, 1976’da

İngiltere Cambridge’de düzen-

lenen “İslâm Şehri” toplantı-

sına sunduğu tebliğinde yer

alıyor. Tebliğci, bu meseleyi ir-

delerken camilerin konumuna

dikkatimizi çekmeyi de ihmal

etmeyerek: “Camiler sadece na-

maz kılınan mekânlar değil, ay-

rıca şehrin günlük meseleleri-

nin konuşulup tartışıldığı bir

buluşma yeri, yani bir tür fo-

rumdur.” diyor.

Ne var ki, devleti yöneten

laik kesimin böyle bir anlayış ve

kaygısı hiç olmadı. Bunun için

de ısrarla laikliğin temel ilke-

si gibi, camiler imarlaşma alan-

larının dışında tutulmaya ça-

lışıldı. Bu defa, halkın artan

talepleri ve oy kaygıları yüzün-

den sağlıksız alanlara, daracık

apartman aralarına cami in-

şasına izin verildi. Böylece ca-

miler şehri güzelleştirme yeri-

ne, şehirlerde uyumsuzluğun

simgesi durumuna düşürül-

dü. Şimdi yeni bir uygulama

ile daha fecisi yapıldı ve cami-

ler için 2.500 m² alan mecbu-

riyeti getirildi. Böylece, el kadar

toprağın bir avuç para ettiği şe-

hir merkezlerinde alan bulmak

rUHSUZ şeHİrmabedsİz şehİr

“Hâlbuki camiler şehrin ruhunu temsil ederler. Camileri

sadece ibadete hasredip sonra kapısını kilitletmek yerine, açıp

Fransız bilim adamının söylediği gibi, Peygamber zamanındaki

gibi “Forum alanına” dönüştürmeye katkı sağlasalar birçok

mesele kendiliğinden çözülecek ve camiler de gerçek anlamıyla

fonksiyonuna kavuşmuş olacaklardır.”

Page 29: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

Ekim 201154 55

mümkün olmayacak, böylece

cami problemi tüm çözümsüzlü-

ğe götürülecektir…

Yaşadığım bir olay, bunun

nasıl handikapa dönüştüğünü

göstermesi bakımından entere-

sandır: Yaz aylarında 160 bin ki-

şinin yaşadığı, en az on milyon

dönüm alanı kaplayan bir yazlık

alanda yeterli cami bulunma-

maktadır. Ramazan yaz aylarına

geldiği için burada ibadet ma-

halline acil ihtiyaç var. Giderek

bölge şehrin banliyösüne dö-

nüştüğü için kışlanacak sitelerin

inşası da hız kazanmış durum-

da. Gelecek on yılda bölge kış-

lanacak yerleşik düzene geçmiş

olacak. Böyle bir yerde, imar

projesi yapılıyor ve cami yeri

konmuyor. Biz cami inşasına

kalkıştık. Karşımıza arsa proble-

mi çıktı. Çözümü yerel yönetim:

‘Arsa bulun yapın, plana mevcut

haliyle işleyelim.’ oldu. Eh, biz

de öyle yaptık. Bu defa, laik ke-

simden bazıları tavır aldı: ‘Plan-

da arsası olmayan yere cami ya-

pamazsınız!..’ Bize, bin m² arsa

bağışı yapan hayırseverden bu

defa bir o kadar daha arsa ala-

rak işi çözüme götürmekten

başka çaremiz kalmadı. Böyle-

ce bizim özel çabamızla şehrin

imar planına bir cami arsası gir-

miş oldu; şehir de güzel, biblo

gibi bir cami kazandı…

Bu konuda yazılıp söyle-

necek çok şey var. Ankara’da,

İstanbul’da bunun drama-

tik kavgalarına şahidiz. Hadi,

İstanbul’un merkezî alanları-

nı Osmanlı’nın eserleri kurta-

rıyor. Yeni yerleşim alanları-

na da Anadolu insanı geldiği

için o kendi inancını gerekleri-

ni, apartman arsalarına da olsa

cami yaparak gerçekleştiriyor.

Burada çözümsüzlük pek faz-

la değil. Ankara öyle mi? Bir za-

manlar, Ankara’yı “Mabetsiz

Şehir” haline getirdikleri için

övünenlerin keyfinin bedelini

halk ödüyor ve burada Cuma ya

da Bayram namazlarını kılabi-

lecek ibadethane bulmakta bü-

yük sıkıntı yaşıyorlar. Daha acısı

da, sanki kurtarılmış bölge gibi,

Çankaya’ya cami yaptırmamak

için direnen laik kesimin mantı-

ğını anlamak mümkün mü?

Bu kesim, bu konularda: “Bi-

zim yaptığımıza, inandığımıza

halk uymak zorundadır.” gibi il-

kel ve köleleştirici bir zihniyetin

temsilcisi olmaktan da çekinme-

mektedir.

Daha dehşet verici bir başka

örneği de düşünce eksersizi ya-

pıp biraz acı çekmeniz ve ülke-

nin hangi zihniyetin ellerinde

nerelere götürülmek istendiğini

görmenize katkı sağlamak için

arz edeyim:

Kayseri’de büyük camile-

rin tamamı, Selçuklu dönemin-

de yapılmış eserlerdir. En bü-

yüğünde aynı anda iki bin kişi

namaz kılabilmektedir. Bu ca-

miler inşa edildiğinde şehrin o

günkü nüfusu hiçbir zaman yüz

binin üzerine çıkmamıştı. Bu-

gün bir milyona yakın insan ya-

şıyor. Büyük bir merkezî camiye

ihtiyaç var. Gerektiğinde önem-

li bir cenaze namazı, Cuma ve

Bayram namazlarının edasın-

da aynı anda beş bin ya da daha

fazla insanın namaz kılabileceği

bir camiye ihtiyaç var.

Yer olarak da, Seyyid Burha-

neddin Türbesinin bulunduğu

mezarlığın güney ucundaki boş

alan bu işe uygun diye düşü-

nüldü. Proje hazırlandı. Evve-

la dindar kesimden tavır; bölge-

de çok cami var, böyle bir yere

büyük camiye gerek yok!.. Olan

camiler ise, metruk eski mahal-

lelerdeki küçük mescitler. Bu-

ralardaki 8-10 mescidi toplasa-

nız, yarım cami alanı bile etmez.

İşgal ettikleri yer ortalama 100

m² alana sahip. Buralarda ge-

rektiğinde yeşil alan olarak de-

ğerlendirip böylece çözüm bu-

lunmuş olacak. Laik kesimin

engellemesini aşabilmek için

de, teklifimiz “Cumhuriyet Ca-

mii” olsun şeklindeydi. Adam-

lar, bu işin önünü kesebilmek

için, şehirdeki eski kârgir bir

küçük mescidi “korunmaya de-

ğer eser” listesine alıp, düşünü-

len bu cami yerine nakle karar

verirler. Böylece düşünülen ca-

minin önünü devlet otoritesinin

gücünü de kırarak kesmiş ola-

caklar…

Kendini aydın sananlar, ney-

le ve kiminle savaşıyor. Anla-

mak mümkün değil. Devlet’e

rağmen devlet otoritesini kulla-

nan bu kesimin ülke geleceğine

açtığı yarayı tamir etmek müm-

kün olacak mı bilemiyoruz?

Demokrasinin halkın kendi

kendini idare etmesi anlamına

gelmesi gerekirken, bu sistemin

kurumları, kendilerine verilen

yetkiyi halkın ihtiyacına cevap

vermek kendi ideolojik saplan-

tılarına alet edip bu alanda tı-

kayıcı rolü üstlenir ve halka

yabancılaşırsa bu ülkenin gele-

ceğini nasıl yücelteceğiz?..

Hâlbuki camiler şehrin ru-

hunu temsil ederler. Camileri

sadece ibadete hasredip sonra

kapısını kilitletmek yerine, açıp

Fransız bilim adamının söyledi-

ği gibi, Peygamber zamanında-

ki gibi “Forum alanına” dönüş-

türmeye katkı sağlasalar birçok

mesele kendiliğinden çözülecek

ve camiler de gerçek anlamıy-

la fonksiyonuna kavuşmuş ola-

caklardır.

Page 30: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

57Ekim 201156

Kitaplık

Kelebek Duası

Ahmet Mahir Pekşen

Diyanet Vakfı Yayınları

Tel: 0312 354 91 31

Pembe Gözlükler

Fatma Pekşen

Kaynak Yayınları

Tel: 0216 522 11 44

İlm-i Aşk

Fatih Duman

Nesil Yayınları

Tel: 0212 551 32 25

Üç Yusuf Üç Rüya Üç Gömlek

Senai Demirci

Timaş Yayınları

Tel: 0212 511 24 24

Osmanlı Kadını

Filiz Barın Akman

Etkileşim Yayınları

Tel: 0212 551 32 25

Yazımızın başlığını oluşturan Şuarâ

Meclisi, Alim Yıldız’ın Kitabevi yayın-

larından çıkan son kitaplarından biri.

Şuarâ, şair sözcüğünün çokluk

şekli olup “geleneği” işaret eder.

Çünkü yalın olarak kullanıldığın-

da bile zihnimizin bir köşesin-

den onu tamamlayan şu söz-

cük harekete geçer: tezkire.

Tezkire: “anma, hatıra

getirme, yâd etme” anla-

mına gelir. Menşei “taba-

kat” kitaplarına dayanır.

Bugünkü edebiyat tarih-

lerinin ve şiir antolojilerin

yerini tutabilecek bir tür-

dür. Türk Edebiyatında

şuarâ tezkireciliği gelene-

ği Çağatay sahasında başlayıp, Osmanlı sahasın-

da gelişmiştir. İlk Türk tezkiresi: Ali Şir Nevâî’nin

“Mecâlisü’n-Nefâis”idir. İlk Osmanlı şuarâ tezki-

resi: Sehî Bey’in “Heşt Behişt”idir.

Bu bağlamda düşünürsek esere ad olan

“şuarâ” sözcüğü bilinçli bir tercih. Biçim ve içerik

yönünden gelenekten yararlanıldığını; lakin fark-

lı bir yaklaşım ve bakış sergilendiğini söyleyebili-

riz. “Tezkire” yerini “meclis” almış.

Meclis: Bir amaç için toplanmak anlamına ge-

lir. Yine meclis kişilerin makam, bilgi, görgü ve

kültür seviyelerine göre yerlerini aldığı, mevsi-

mine göre bir mangal etrafında, ilim

irfan, edep erkân öğrendiği aşk ve

meşk mahfilidir.

Ağırlıklı olarak “aruz” ölçüsüy-

le şiir yazan şairler ele alınmış gibi

görünse de Akif İnan gibi çağdaş

bir yazarı, Osman Hulûsi Efendi

gibi mutasavvıf şairleri, geleneksel

edebiyatı yeniden ve fakat öncekin-

den farklı bir tarzda gündeme geti-

ren Necip Fazıl’ı, Sivas’ın yetiştirdi-

ği Âşık Talibî ve Âşık Sefil Selimî’yi

yan yana görmek mümkün. Mu-

tasavvıf şairlerin seçiminde de ti-

tiz davranılmış. Celvetî Fenâyî Cen-

net Efendi, Seyyid Nesimî, Haşimî, Şemseddin

Sivasî, Şeyh Ahmet Rindî, Şeyh Halit, gibi farklı

tarikatlara mensup şairler, gözlerden kaçan yön-

leriyle ele alınmış. Eserde en farklı isim Nasret-

tin Hoca diyebiliriz. Çağdaşları Mevlana, Hacı

Bektaş-ı Velî ve Yunus Emre gibi büyük şairlerle

ilişkilendirilerek ve elbette nüktedanlığı ön plana

çıkarılarak ele alınmış.

Elimizdeki eser, şairleri tanıtması yönüyle bir

tezkire gibi görünse de insanı sıkan yoğun biyog-

KitapNecati TOPÇU

rafik bilgiler art arda sıralanmayarak eserin

okunmasını tehlikeye sokacak kuruluk ber-

taraf edilmeye çalışılmış. Gerçi yer yer an-

siklopedik bilgilere rastlamak mümkün.

“Ön söz niyetine” yazılan başlangıç ya-

zısında yazar, dikkatleri iki noktaya, özel-

likle, çekmek istiyor. Birincisi, Divan Ede-

biyatı ve bu edebiyatın mahiyeti; diğeri de

Divan Edebiyatının anlaşılmasını neredey-

se imkânsız kılan “dil” meselesi. Bu iki so-

runun kesinlikle çözülmesi gerektiğini vur-

gulayan yazar, İstiklal Marşı ve Gençliğe

Hitabe’nin dilini anlayamayan yeni nes-

le Divan Edebiyatının sevdirilmesinin hiç

de kolay olmadığını belirttikten sonra so-

runun aşılması noktasında somut bir öneri

getiriyor: Divan Edebiyatı nazım şekilleriy-

le yazılmış bazı eserler, az da olsa, şiir for-

muyla sadeleştirilsin.

Bunun şiir tekniğine çok da uygun ol-

madığının vurgulayan Alim Bey, bu sade-

leştirme önerisinin, mesleğini “çorba para-

sı” için değil severek yapan öğretmenlerin

Divan Edebiyatını sevdirme yolunda ya-

pabilecekleri yollardan yalnızca biri olabi-

leceğini vurguluyor. Kutadgu Bilig’in, Fik-

ri Silahdaroğlu tarafından sadeleştirilerek

okurlara sunulmasını da buna örnek göste-

riyor.

Bu güzel çalışmasından dolayı Hocamızı

kutluyor, bu çalışmanın seri hâline gelme-

sini temenni ediyoruz. Zira dili ağır kalın

kitaplar yerine Hocamızın yaptığı gibi nite-

liği yüksek anlaşılır eserlere çok ihtiyaç var.

Divan şiiri ve kadim şiirin derin kökleriy-

le ancak bu şekilde bir bağ kurulabilir. Yüz

iki sayfalık eserde, şairlerin en güzel beyit

ve dörtlükleri seçilerek bir gül demeti oluş-

turulmuş.

Şuarâ Meclisi’nin hatırı sayılır davetlile-

rinden birer örnek vermek mümkün olma-

yacağı için; okuyucularımız kitaba müraca-

at etmelidirler.

şUAr meClİSİ

Page 31: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

59Ekim 201158

Taabbud ve İbadet Alanı

İslâm’da ibadet alanını, iba-

det olabilecek davranışları ve

onların ilkelerini belirleyen an-

cak Allah ve Rasûlü’dür. Bunla-

rın dışında ibadet alanında bir

başkasının ortaya koyduğu şey-

ler bid’at olarak adlandırılır.

Bir davranışın ibadet olabil-

mesi için, inanılarak, samimi-

yetle, iyi niyetle ve dünyaya ait

bir menfaat beklemeden sade-

ce Allah için yapılması gerekir.

Buna Taabbud anlayışı denilir.

Taabbud, ibadeti öncelikle sırf

ibadet olduğu için ve Allah’ın

emrine olan bağlılığı ve saygıyı

ifade etmek için yapmak demek-

tir. Bu, ibadetlerde temel bir il-

kedir.

Rasûlüllah, dâimâ farz na-

mazlar yanında nâfile ibadet-

ler yapılmasını teşvik etmiştir.

O, hadislerinde nâfile ibadet-

lerin kulu Allah’a yaklaştıraca-

ğını ifade etmiştir. Günde beş

vakit olarak eda edilen farz na-

mazların bir kısmının evvelinde

bir kısmının sonunda eda edilen

sünnetler aslında Rasûlüllah’ın

günlük nâfile ibadetlerinin birer

örneğidir. Bunlar yanında za-

man zaman başka nâfile namaz-

lar kılmaya teşvik ettiği ve bun-

ları bizzat uyguladığı da hadis

FıkıhAbdullah KAHRAMAN*

kaynaklarında nakledilir. Kuş-

luk ve tahiyyetü’l-mescid namazı

böyledir. Onun sürekli yaptığı ve

sıkça tekrar ettiği nâfile namaz-

lar “sünnet” namazlar olarak ka-

bul edilmiş ve uygulanagelmiştir.

Rasûl-i Ekrem (s.a.v)’in bazı ves-

lelerle yaptığı namazlar, “Kuş-

luk”, “Teheccüd” ve “Tahiyyetü’l-

mescid” gibi özel adla anılmıştır.

Bunlar dışında Hz. Peygamber

(s.a.v) nâfile namaz kılmak için

(kerâhet vakitleri hariç) her-

hangi bir sınırlama yapmamış-

tır. Her zaman ve istendiği kadar

nâfile ibadet yapılabilir.

Ramazan ayı ile ilgili olarak

da Rasûl-i Ekrem (s.a.v)’in ge-

nel bir tavsiyesi bulunduğunu

görmekteyiz. O bu konuda şöy-

le buyurmuştur: “Kim inana-

rak ve sevabını yalnız Allah’tan

bekleyerek Ramazan gecelerini

ibadetle (namaz kılarak) geçi-

rirse geçmiş günahları bağışla-

nır.” (Buhârî, Kadir, 1.) Genellile

Kadir gecesi için kabul edilen bu

teşvik, adı sonradan “Terâvih”

olan nâfile namazı için de yo-

rumlanabileceği gibi, teheccüd

namazı için de yorumlanabilir.

Hatta Hz. Peygamber (s.a.v)’in

bu teşviki gaye ve maksat açısın-

dan değerlendirilerek geceyi uy-

kuda geçirmeyip ibadet kapsamı-

na giren her davranış geceyi ihyâ

olarak anlaşılabilir. Kur’an oku-

mak, dinî içerikli sohbet yapmak

Orh

an D

URG

UT

terâvİhHz. Ömer (r.a.)’İn Sünnetİ mİ?

namazIterâvİh

Hz. Ömer (r.a.)’İn Sünnetİ mİ?

namazI

Page 32: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

61Ekim 201160

da bunlar arasında sayılabilir. O

zaman Hz. Peygamber (s.a.v)’in

ümmetine esas öğretmek istedi-

ği, Ramazan gecelerinin önem-

senmesi ve ibadetle geçirilme-

sidir. Kendisi mescitte itikâfta

olduğu günlerin gecesinde bu

tavsiyelerine örnek olmak üzere

namaz kıldığı sırada onu gören

sahabe-i kiram Rasûlullah’a uya-

rak namaz kılmıştır. Fakat Pey-

gamber (s.a.v) geceyi ihyânın tek

şeklinin bu olmadığını ve cema-

atle namaz kılmanın dinen zo-

runlu olmadığını anlatmak üze-

re onları ikaz etmiştir. Böylece

onun bu uygulamasından Rama-

zan gecesinde cemaatle veya ce-

maatsiz nâfile ibadet etmenin di-

nen meşru olduğu anlaşılmıştır.

Zaten fıkıhta yerleşik şöyle bir

kaide vardır: “Cemaatle kılın-

ması sünnet olmayan her nama-

zın cemaatle kılınması caizdir.”

yani Hz. Peygamber (s.a.v) nâfile

bir namazı cemaatle kıldırma-

mış olsa da, cemaat sevabı almak

maksadıyla, nâfile bir namaz ce-

maatle kılınabilir. Bundan son-

ra geriye Ramazan gecesinde kı-

lınacak nâfile namazın icra şekli

kalmaktadır. İşte bu konuda Hz.

Peygamber (s.a.v) ve Hz. Ebû

Bekir döneminde bir belirleme

olmadığı halde Hz. Ömer’in bir

müdahalesi görülmektedir. Hz.

Peygamber (s.a.v)’in sekiz rek’at

nâfile namaz kıldığına dair riva-

yetler daha kesin olduğu için, İbn

Hümam gibi Hanefi fakihleri, se-

kiz rek’at terâvihin sünnet-i mü-

ekkede, diğer oniki rek’atın ise

müstehap olduğunu söylemiştir.

Ancak Hz. Peygamber (s.a.v)’in

sekiz rek’atı yaygın olarak kılı-

nan terâvihlerimiz gibi kısa su-

relerle değil, uzun sureler oku-

narak kılınmıştır. Çünkü maksat

geceyi ihyâ ve Allah’ın huzurun-

da daha fazla kalabilmektir.

Taabbudî Alana Müdahale Yetkisi ve

Hz. Ömer

Hz. Ömer terâvih namazın-

daki tasarrufuyla taabbudî alana

müdahale mi etmiştir? Terâvih

namazı etrafındaki tartışmalarda

Hz. Ömer’in bu konudaki tasar-

rufu da tartışma konusu olmak-

tadır. Bu da taabbudî alana mü-

dahale edilip edilemeyeceği, bu

konuda yetkinin kime ait oldu-

ğu, taabbudî alana müdahalenin

sınırı, sahabenin dindeki yetkisi

gibi bazı hususları yeniden tar-

tışma gündemine taşımaktadır.

Önce Hz. Ömer’in dindeki ko-

numuna işaret etmek gerekir.

Hz. Ömer sahabenin müctehid-

lerinden biridir. Onun dinde söz

söyleme, yorum yapma, ictihâd

etme ve fetvâ verme yetkisi bu-

lunduğu tartışılamaz bir gerçek-

tir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in ken-

disinden sonra gelecek Hz. Ömer

gibi râşit halifelerinin uygula-

malarını kaynak olarak tavsi-

ye ettiği de bilinmektedir. Hatta

terâvih namazındaki tasarrufu-

nu ona çok görenler bile masla-

hat temelli ictihâd ve icraatları

dolayısıyla Hz. Ömer’i öncü bir

otorite olarak kabul etmektedir-

ler. Onun söz konusu bu yetkisi,

kendisine var olan bir ibadeti ip-

tal etme veya olmayan bir ibade-

ti de ihdas etme yetkisi verir mi?

Elbette ki hayır. Hiçbir müctehid

dinde olmayan, Allah ve Rasûlü

tarafından aslı belirlenmemiş bir

ibadet şeklini dine dâhil edemez.

Peki, Hz. Ömer taabbudî alana

müdahale ederek “terâvih” adın-

da yeni bir ibadet mi ihdas et-

miştir? Hayır! Onun yaptığı Hz.

Peygamber (s.a.v)’in zaten onay

verdiği bir ibadetin uygulama

alanını genişletmek ve onu belli

bir düzene kavuşturmaktan iba-

rettir. Hz. Ömer bunu da masla-

hat esasına dayanarak yapmış-

tır. Onun bu tasarrufuna “güzel

bid’at” adını vermesi, Hz. Pey-

gamber (s.a.v)’in bu kadar rek’at

ve bu kadar süre ile böyle bir iba-

deti imam olarak yaptırmama-

sı sebebiyledir. Yoksa dinde aslı

olmayan bir şeyi dine dâhil etme

anlamında değildir. Daha önce

yirmi rek’atlı ve sürekli cemaatle

icra edilen böyle bir ibadet yok-

tur.

Ancak Hz. Peygamber

(s.a.v)’in bir kere bile olsa Rama-

zan gecelerinin birinde kendisi-

ne uyanlara bu namazı kıldırma-

sı, planlama ve belirleme olarak

yorumlanamasa bile, en azından

takrîr ve tasvîb olarak düşünü-

lebilir. Hz. Ömer’in dindeki ko-

numu ve yetkisi ona bir ibadetin

icrasını daha düzenli hale getir-

me yetkisi vermektedir. Dolayı-

sıyla Hz. Ömer’i ıslahatçı, mas-

lahatçı yönüyle öne çıkaranların

burada yetkilerini sınırlandırma

yoluna gitmeleri doğru ve tutar-

lı bir yaklaşım değildir. Aynı za-

manda terâvih namazının din-

de olmadığını isbat etmek için

Buhârî’yi yarım yamalak refe-

rans almak da isabetli değildir.

Çünkü bunu yapanlar başka ko-

nularda Buhârî’yi esas almanın

mutlak doğruya ulaştırmayacağı

kanaatini taşırlar.

Hz. Ömer’in “şu anda uyuyup

daha sonra kalkıp geceyi ihyâ

edecek olanların daha çok se-

vap kazanacaklarını” söyleme-

si de terâvihin fazîletini azalt-

maz. Çünkü uykuyu bölerek

namaza kalkmak elbette ki daha

fazîletlidir.

İbadeti Tartışma Gündemine Taşımak

Yanlıştır

Sonuç olarak şunu bir kez

daha vurgulamak gerekir: Rama-

zan gibi bir rahmet ayında insan-

ların hevesle ve heyecanla yap-

maya çalıştığı, toplum bilincini

artıran bir ibadeti tartışma gün-

demine taşımak, mü’minlerin

gönül sâfiyetine zarar vermekte-

dir. İnsanların tek başlarına ve

biraz da uyuduktan sonra kal-

kıp geceyi ihyâ etmelerinin sün-

nete daha uygun olduğunu, hatta

esas sünnetin bu olduğunu söy-

leyenler ülkemizin sosyolojik ve

psikolojik bir takım gerçeklerini

de ihmal etmektedirler. İnsanla-

rımızın çoğunun kendi başlarına

kaldıklarında hiç yapmayacakla-

rı bir ibadeti belli bir atmosferde

yapmaya çalışmaktadırlar. Ak-

saklıklar düzeltilebilir. Fakat il-

gili hadisler kesinlikle var olan

terâvih ibadetinin asılsız, dine

ilave ve mutlaka evde eda edil-

mesi gerektiğini göstermez. Hz.

Peygamber (s.a.v)’in bir defa bile

yapması, yapılanı tasvip etmesi

ve cemaatle nâfile namaza onay

vermesi terâvihin dinde yerinin

olması için yeterlidir.

Hz. Ömer’in yaptığı yeni bir

ibadet ihdas etmek değil, Hz.

Peygamber(s.a.v)’in bir şekilde

onay verdiği ve teşrî kıldığı iba-

deti, maslahata binaen daha dü-

zenli hale getirmektir. Zira Hz.

Peygamber (s.a.v) kendisine

uyarak namaz kılan sahabenin

namazlarının geçersiz olduğunu

söylememiştir.

Bu, Ramazan gecesinde ce-

maatle namaz kılmanın meşru

olduğunu göstermek için yeter-

lidir. Olmayan bir ibadet üzerin-

de icmâ edilmeyeceği bilinmeli-

dir. Aynı zamanda İslâm âlimleri

bu konuda icmâ etmişlerdir. Hz.

Peygamber (s.a.v)’in endişesi,

terâvihin kılınması değil, farz

olarak telakkî edilmesidir. Bu se-

beple de terâvihin ferdî olarak

kılınması daha fazîletli bulun-

muştur.

Hz. Peygamber (s.a.v)’in:

“Evinizde kılın.” emri, bu nama-

zın farz olmasını bertaraf etme-

ye yönelik bir açıklama ve yön-

lendirmedir. Yoksa mutlaka evde

kılınması gerektiğini göstermez.

Günümüzde bu namazın farz

olma tehlikesi ve farz olarak

telakkî edilme durumu ortadan

kalktığına göre camide cemaatle

veya ferdi olarak eda edilmesin-

de dinen bir sakınca olmaz.

Aslan TEKTAŞ

*Prof. Dr.

Page 33: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

63Ekim 201162

EdebiyatMustafa ÖZÇELİK

İlim ve İrfan Ehli Bir Veli

Anadolu ve Balkanlar coğrafyasının bir Türk-

İslâm yurdu oluşunda Horasan’dan bu bölgelere

gelen gönül sultanlarının ne denli etkili oldukları

bilinen bir gerçektir. Ahmet Yesevî’nin kutlu işare-

tine uyarak bu coğrafyaya gelen sufiler, kurdukları

dergâhlarda insanlar bir yandan irfanî eğitime tabi

tutarken bir yandan da bu coğrafyanın her anlam-

daki imarı için çalışmışlardır. Bu sebeple, bu coğ-

rafya, XI. asırdan bu yana Türklerin sadece siyasî

hâkimiyetlerinin değil aynı zamanda ilim, irfan

ve kültür hayatının da merkezi olmuştur. Bugün

Anadolu’nun hangi şehrine giderseniz gidin orada

böyle bir medeniyetin eserlerini görürsünüz.

Anadolu’yu aydınlatan bu gönül erlerinden biri

de soyu Hz. Abbas’a dayanan İsmail Fakirullah

(k.s.) (Şeyh İsmail Tillovî)’dir. Şeyh Hamza El Ke-

bir Hz., Şeyh Mücahit Hz., Gavsul Memduh Hz.,

Zemzemul Hassa Hz. gibi yüzlerce evliyanın bu-

lunduğu Tillo’da 1655’te Recep ayının Regaip Kan-

diline rastlayan Cuma gecesi dünyaya gelen İsmail

Fakirullah (k.s.), bir çok bakımdan benzer isimler

arasında özel bir yerde durur. Bunlardan ilki onun

çocuk yaşlardan itibaren ciddi bir ilim tahsili göre-

rek henüz yirmi dört yaşında iken müderris olma-

sıdır. Yani o, öncelikle bir ilim ehlidir ve bu vas-

fını irfan hayatına geçtikten sonra da sürdürmüş

ve şer-i ilimler ve müspet ilimlerde dünyaca ünlü

meşhur ilim adamları yetiştirmiştir. Bunlardan en

tanınmışı ise Erzurumlu İbrahim Hakkı’dır.

İsmail Fakirullah (k.s.)’ın tasavvufa intisabı

otuz yaşından sonra olmuştur. O, bu yolda da dik-

kat çeken bir isimdir. Tasavvuf müntesibi olduk-

tan sonra, kendisini bir dergâha kapatarak mün-

zevi bir hayatı seçmemiş, hem halkın içinde olmuş

hem de geçimini kendisi sağlamıştır. Bunun için

kendisine bir tarla satın almış, bizzat kendi elleriy-

le asma ağaçları dikmiş, tarla ekmiş, ekin biçmiş

ve ihtiyaçlarını bu yolla karşılamıştır.

İsmail Fakirullah (k.s.) daha sonra irşad mev-

kiinde görmekteyiz. Uveysiye tarikatının esasları

doğrultusunda her kesimden insanları irşad etmiş,

hayatını Hak yolundaki bu faaliyetleriyle geçirmiş,

Miladi 1734 senesinde ruhunu Mevlâ’sına teslim

etmiştir.

İsmail Fakirullah (k.s.), yaşadığı devirde Tillo’yu

bir ilim ve irfan merkezi olarak haklı bir şöhre-

te kavuşturmuş, ünü bu anlamda İstanbul’dan

Mekke-i Mükerreme’ye, Dağıstan’dan Hindistan’a

kadar bütün Osmanlı coğrafyasına yayılmıştır. Do-

layısıyla gerek Osmanlı Padişahının, gerek Mekke

Emirinin derin sevgi ve saygısına muhatap olmuş,

onlardan ferman ve mektuplar almış, Tillo halkı

ona hürmeten vergi ve askerlikten muaf tutulmuş,

idarî ve maddî hediyelerle taltif edilmiştir.

Kuyudaki Sultan

İsmail Fakirullah (k.s.), keramet sahibi bir veli

idi. Onun bu yönüne ait menkıbeler bugün de o yö-

rede sıklıkla anlatılmaktadır. Bunlardan en dikkat

çekeni kuyu hadisesidir. İsmail Fakirullah (k.s.),

48 yaşında iken komşularından biri vefat eder.

Onların evlerine taziyeye gider. Taziyede bulun-

duktan sonra namaz vakti izin alıp eve dönmek is-

terken avluda bulunan ve içinde su bulunmayan

22 metre derinliğinde bir kuyuya düşer. İsmail Fa-

kirullah Hz’nin camiye gelmediğini gören cemaat,

onu aramaya başlar fakat bulamazlar. Nihayet ta-

ziye evinden çıkanlar, evlerine dönerlerken avlu-

daki kuyudan Hazretin sesini işitirler. Bunun üze-

rine kuyuya biri inerek İsmail Fakirullah Hz’ ni

kuyudan çıkarır. Büyük mürşid kuyudan çıkarılır-

ken sarığı başında, terliği ayağında ve kaşındaki

FAKİrUllAH(K.S.)

İSmAİl

Sİİrtlİ Bİr Gönül Sultanı

“İsmail Fakirullah (k.s.)’ın türbesi de

kendisinden özellikle söz edilmesi

gereken bir yapıdır. İlk özelliği, buranın

İbrahim Hakkı Hazretleri tarafından

hocası için yaptırılmış olmasıdır.”

Asla

n TE

KTAŞ

Page 34: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

Ekim 201164 65

ufak sıyrık haricinde vücudunda her hangi bir yara

veya kırık olmadığı halde olup bitenlerden haber-

siz hâlâ o manevî mecliste içtiği muhabbet ve ila-

hi aşk şarabının etkisiyle istiğrak halindedir. Ken-

disini kuyudan çıkarmak isteyenlere “Beni kendi

halime bırakın, artık benim sizinle işim kalmadı,

benden uzaklaşınız” diyerek kendisini Mevlâ’sıyla

o manevî mecliste hazır bulunan evliya ruhlarıy-

la baş başa bırakmalarını ısrarla ister. İsmail Faki-

rullah (k.s.) kendine geldiğinde kuyuya düştüğün-

den haberi olmadığını ancak kuyuda bulunduğu

zaman zarfında Yüce Allah’ın tecelli sıfatlarıyla

müstağrik olduğunu, birçok evliyanın ruhlarıyla

tanıştığını ifade eder.

İsmail Fakirullah ve Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri

İsmail Fakirulah (k.s.) derken akla gelecek di-

ğer isim Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretle-

ri (1701-780)’dır. Erzurum’da doğan bu meşhur

sufi, Osman Efendi adlı bir şeyhin oğludur. Baba-

sı saygın bir mutasavvıf idi ve onu iyi bir eğitimle

yetiştirdi. İbrahim Hakkı Hazretleri dokuz yaşın-

dayken babasıyla Siirt’e gitti ve Tillo Köyü’ndeki

İsmail Fakirullah (k.s.)’a bağlandı. Onun en seçkin

talebeleri arasında yer aldı.

Ünlü eseri Marifetname’yle çağının jeolojiden

astronomiye, fizyolojiden psikolojiye kadar pek

çok alandaki bilgilerini bir araya getirmeye çalışan

İbrahim Hakkı, şeyhinin de tanınmasında etkili

olmuştur. Denilebilir ki İbrahim Hakkı’yı dünyaca

tanınan bir ilim ve irfan insanı olmasını sağlayan

nasıl şeyhi İsmail Fakirullah ise onun da tanın-

ması talebesi İbrahim Hakkı vesilesiyle olmuş-

tur. Aralarında daha sonra akrabalık bağı da ku-

rulmuş ve şeyhinin torunu olan Fatıma Hatun’la

evlenmiştir.

İbrahim Hakkı, şeyhine çok bağlıydı. Zaman

zaman Erzurum’da ve İstanbul’da da bulunmuş

fakat her seferinde Tillo’ya dönmek istemiştir. On-

daki, Tillo sevgisi şeyhinden dolayıdır. Aynı za-

manda şair de olan İbrahim Hakkı, bu sevgisini

Arapça yazdığı bir mehdiye ile de taçlandırmıştır.

Tillo Medhiyesi olarak bilinen bu meşhur şiirin bir

bölümünün tercümesi şöyledir:

Tillo’nun büyük değeri vardır.

Çünkü orada hikmet sahibi bir kutup ortaya çıktı.

Kerem sahibi bir gavs sayesinde Tillo’nun saygın

bir yeri vardır.

Tillo’nun açık bir şerefi vardır.

Mekânların ve sakinlerin en şereflisidir.

Tillo, evliyâ, etkiyâ ve ezkiyâ makâmıdır.

Tillo, âriflerin, tevekkül ve yakîn ehlinin

mekânıdır.

Tillo, asfiyâ makâmıdır. Evliyânın urucu oradan-

dır.

Tillo, takvâ sahiplerinin sığınağıdır. Evliyânın

arzuları oradadır.

Tillo, arzuların yurdudur, halkı da kemâl ehlidir.

Tillo, safâ yurdudur, halkı da vefâ ehlidir.

Tillo şehirlere yakın, içinde her türlü bolluk vardır.

Tillo’nun binası sağlam, evleri ve bahçeleri ma-

murdur.

Tillo, şeyhler mezarlarıdır, onların feyzinden şeref

buluyoruz.

Tillo’yu ziyaret cenneti ziyarettir, halkı da güven

ehlidir.

Tillo’yu ziyaret kabirler ziyareti gibidir, ölüleri de

mutludur.

Tillo, afiyet sarayıdır; Hakkı burayı vatan edin ve

burada öl.

Şeyhine her daim komşu ol da feyzinin gölgesin-

de uyu.

Hatta kıyâmet gününde, dirilme vaktinde huzur-

da ol.

Yaratılmışların en hayırlısına bizden salât ve

selâm olsun.

Tavsiyeleri

Her mürşid gibi İsmail Fakirullah (k.s.)’da çev-

resinde bulunanları irşad için sürekli olarak onla-

ra tavsiyelerde bulunmuştur. Onun bu anlamdaki

kutlu sözlerinden bazıları şöyledir:

“Esas olan kalptir, şart olan muhabbettir. Kal-

binde Mevlâ’sına karşı arzusu olan O’nu bulur.

Çünkü O kuluna yakındır, onunla beraberdir ve

her yaptığından haberdardır.”

“Dilin susması kalbin susmasına, kalbin sus-

ması marifetullahın kazanılmasına yardımcı

olur. İnsanın selameti dilini korumasındadır.”

“Zikrin en faziletlisi “Lâ ilâhe illallah” zikridir.

Mevlâ’nın ismini çok tekrar etmek onun muhab-

betine vesile olur. Allah Teâlâ’yı zikredeni, O da

zikreder ve sever.”

“Hak Teâlâ’ya tevekkül et, her işini O’na hava-

le et. Tevekkül, teslimiyet, sabır ve rıza Cenab-ı

Hakk’a varan yolun esaslarıdır.”

“İlim öğrenmekle hilm (yumuşak huyluluk)

kazanılır. Hilm ise sabır ve gayretle elde edilir.

Kalp sultandır. Tahtı tevhid ve imandır. Tacı ise

hilmdir. İlim yüksek bir mertebe, hilm büyük ih-

san ve lütuftur.”

“Kendisinden razı olandan Allah Teâlâ

da razıdır. Allah’ın takdirine rıza evliyanın

şanındandır. Sevgiliden gelen bela bahşiştir.

Bahşişi kabul etmemek hatadır. Allah Teâlâ’nın

yaptığında hayır vardır, O’nun yaptığı en güzel-

dir.”

Kozmografik Türbe

İsmail Fakirullah (k.s.)’ın türbesi de kendis-

inden özellikle söz edilmesi gereken bir yapıdır.

İlk özelliği, buranın İbrahim Hakkı Hazretleri

tarafından hocası için yaptırılmış olmasıdır. Burası

aynı zamanda İbrahim Hakkı’nın da mezarının

bulunduğu yerdir. Kendisi öldüğünde oraya gö-

mülmek istememiş fakat ısrarlar neticesinde,

hocasının ayakucuna gömülmeye razı olmuştur.

Tillo’nun 3–4 km. doğusundaki bir tepe üzeri-

ne yapılmış olan ve bir büyük ve iki küçük kub-

benin örttüğü, iki oda ve bir hol ile bir kuleden

ibaret olan türbenin bir önemli özelliği de;

duvarındaki 40x50 cm boyundaki pencereden her

yıl gece ve gündüzün eşit olduğu 21 Mart günü

yeni doğan güneşin ilk ışıklarının, türbenin tümü

kale duvarının etkisiyle gölgede kalırken, pencere

boşluğundan geçip türbe kalesinin penceresine vu-

rarak kırılmak suretiyle İsmail Fakirullah (k.s.)’a

ait sandukanın baş tarafını aydınlatmasıdır.

İbrahim Hakkı, bu durumu “Yeni yılda doğan

ilk güneş, hocamın başucunu aydınlatmazsa, ben o

güneşi neyleyim” diyerek ifade etmekte ve hocasına

saygının bir nişanesi olarak türbeyi bu şekilde

yaptırdığını belirtmektedir. Fakat bu ışık düze-

ni zaman içinde, türbenin restorasyonu sırasında

bozulmuştur. Birçok uzman bilim adamı, büt-

ün uğraşlarına rağmen bu ışık düzenini eski ori-

jinal haline getirememişlerdir. Türbe son olarak

1963 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından

onarılmıştır.

Page 35: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

67Ekim 201166

EdebiyatVedat Ali TOK

te (sıçramış, seçilmiş beyit), eğer şair sadece bu iki

mısraı yazmışsa buna da müfred deniyor. Yani her

hâlükârda bir şaheser beyit.

Şair, hasret çekmektedir. Bu hasret maddî veya

manevî bir varlık ya da kavram olabilir. Bir sulta-

nın hasreti ne olabilir? Ülkesinin refahı, mutlulu-

ğu, topraklarını genişletmek; zulümle yönetilen ül-

kelere nizam vermek… Ya da bir sevgiliye duyulan

aşk… Hepsi olabilir. Çünkü sultanlar da insandır ve

onların da aşkları, hasretleri vardır. Nitekim Sultan

Selim’in babası Kanuni “Muhibbî” mahlasıyla Di-

van şairlerinin kâhir ekseriyetinden fazla gazel yaz-

mış bir şairdi ve dünyaya nizam verme sevdasında-

ki bu koca padişah, bir sefere çıktığı vakit özlediği

sevdiği için

Bezm-i gamda âh idüp cânânı andum ağladum

Yâr ile evvel geçen devrânı andum ağladum

(Gam meclisinde bulunduğum şu an, sevdiğim

ile bir zamanlar beraber geçen o günleri hatırladım,

onu andım ve hayıflanarak ah edip ağladım.)

Diyecek kadar sıradan bir insan olabiliyordu.

Hatta Kanuni’nin babası ve Sultan Selim’in ismini

aldığı dedesi, o sert mizaçlı, düşmanlarını tirtir tit-

reten Sultan Yavuz Selim Han bile:

Şîrler pençe-i kahrumda olurken lerzân

Beni bir gözleri âhûya zebun etdi felek

(Arslanlar bile benim kahredici pençemde tir-

tir titrerken, felek, beni gözleri, bir âhunun gözleri

kadar güzel olan sevgilinin elinde zavallı ve düşkün

bir hâle getirdi.) demiyor muydu?

Hâsılı Sultan da, sıradan insan da aşkın şiddetli

hükümranlığına boyun eğmek durumunda kalabil-

mektedir. İşte burada da Sultan-şair II. Selim şid-

detli bir hasretin pençesine düşmüş, ateşler için-

de yanmaktadır. Nasıl ki efsane kahramanlarından

bülbül, gülün aşkıyla dertli dertli ötüp, dinleyenle-

rin ciğerlerine od düşürüyorsa Selimî de aynı der-

de duçar olmuş âh u figânıyla ortalığı yakıp kavur-

madadır.

Klasik şiirimizde bülbülün ötüşü ya da âşığın

hasretle, aşk ile ettiği ahların şiddeti daima müba-

lağa edilmiştir; öyle ki Güneş ısısını ve yakıcılığını

âşıkların ahlarından çıkan ateşin şiddetinden aldığı

hükmüne varan şairlerimiz hiç de az değildir. Nite-

kim Selimî de kendisini gül hasretiyle helâk edecek

derecede feryat figân koparan bülbülle aynileştiri-

yor ve yakıcı âhının şiddetini ifade etmek için far-

zımuhal kendisinin bulunduğu mekândan serin

seher rüzgârı geçecek olsa, rüzgârın bile yanıp tutu-

şacağını iddia ediyor.

Selimî’nin bu beytini güçlü ve kalıcı kılan

âmillerden biri de kullandığı mazmunların güzel-

liğidir. Kelimelerin rastgele seçilmediği her bir sö-

zün derin anlamlar ifade ettiği gözden kaçmıyor.

Mesela şair sevdasına hasret duyduğunu, bu yüz-

den, yani bu hasretten dolayı yakıcı ahlar çektiğini

söylerken, edebiyatımızda sevgiliden haber getirdi-

ğine inanılan bâd-ı sabânın (sabah rüzgârı) gelmesi

hâlinde bile teskin olamayacağını, hatta o rüzgârın

bile yanacağını söylemek suretiyle yüreğindeki ha-

raretin şiddetini mübalağalı bir şekilde dile getiri-

yor. Öte yandan gülzâr (gül bahçesi) ile âh ateşi-

ni birlikte kullanıyor şair. Çünkü gül de ah ateşi de

renk itibarıyla aynıdır; kızıldır, âteşîndir, alev renk-

lidir.

Beytin birinci mısraı “Biz, gülzârdan ayrı üşmüş

olmanın hasretiyle yanık yanık öten bir bülbülüz”

şeklinde de nesre çevrilebilir. Gramer olarak olma-

sa bile mana olarak böyle düşünülebilir ki bu daha

mantıklıdır; çünkü bülbül ancak gülden, gül bahçe-

sinden ayrı düştüğü zaman hasretle ah edip inler.

Hasretlik, ayrılıktan kaynaklanır zaten.

Yazılanlar her zaman yaşananlardan ibaret de-

ğildir. Hele Divan şairleri için bu hüküm daha rahat

verilebilir. Bunu şunun için söylüyoruz. Bu beyti

okurken Osmanlının 16. asırdaki o siyasî durumu-

nu da göz ardı edemiyor, II. Selim’in Kanuni’nin sö-

zünden çıkmadığı ve Hürrem Sultan’ın sevgili oğlu

olduğu için gülzardan pek de ayrı kalmadığını dü-

şünüyor; bu beytin aslında Kanunî’nin diğer oğul-

larına; Mustafa’ya hele de Bayezid’e daha da yakı-

şırdı demekten kendimizi alamıyoruz.

AteşİHASret

Biz bülbül-i muhrik-dem-i gülzâr-ı firâkız

Âteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden

Selimî Edebiyatımızda Selimî mahlasıyla tanınan

II. Selim, Batılıların Muhteşem Süleyman

dedikleri ve sultanlığının yanında şairliği

ile de nam salmış Kanunî Sultan Süleyman’ın oğ-

ludur. Yukarıya aldığımız beyit, Kanunî’den son-

ra Osmanlı tahtına geçen ve sekiz yıllık bir iktidar

dönemi yaşayan II. Selim’in padişahlığına mukaye-

se edilemeyecek derecede kuvvetli bir beyittir. Bu

beyte birçok şair nazireler yazmışsa da bu kuvvet-

te bir söyleyişe rastlanmamıştır. Hatta hayranlıkla-

rını gizleyemeyen birçok meşhur şair II. Selim’in bu

beytini şiirlerinde iktibas etmişlerdir.

Yahya Kemâl bu meşhur beyti ve Selimiye Cami-

ini kastederek şöyle diyor: “Bir beyti bir de câmi-i

mâ’mûru var.” Aslında kendisi de bir şiir üstadı

olan Yahya Kemal Beyatlı’nın bu beyte hayranlığı

ve Selimiye Camiinin ihtişamına denk görmesi bey-

hude değil elbette…

Pekiyi, bu beyti bize güzel gösteren unsurlar ne-

reden kaynaklanıyor, buna bir bakalım. Yalnız önce

günümüz Türkçesiyle ne söylenmek istendiğini an-

lamamız gerekir.

“Biz, ayrılık bahçesinin öyle yanık yanık ve yakı-

cı öten bülbülüyüz ki sabah rüzgârı gül bahçemiz-

den geçse, ateş kesilir, yanar.”

Beyit, aruz vezninin Mef’ûlü/Mefâîlü/ Mefâîlü/

Feûlün kalıbıyla yazılmış. Önceki ve sonraki beyit-

leri unutturduğu için böyle beyitlere beyt-i berces-

Page 36: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

69Ekim 201168

İnancım Zayıf Olduğundan mı Panik

Atak Geçiriyorum?

Panik atağın inanç zayıflı-

ğıyla kesinlikle ilgisi yoktur. Ge-

reksiz yere kendinizi suçlama-

yın. Çok dindar insanların da

panik atağa yakalandıklarını gö-

rüyoruz. Panik atağı aynı gastrit

veya hipertansiyon gibi değer-

lendirmelisiniz.

Aksine dinimizde hastalıklar

bize dünyanın faniliğini ve geçi-

ci olduğunu, ölüm gerçeğini ha-

tırlatırlar. Sonra rahatsızlıkların

günahları döktüğünü, Allah’ın

sevdiği kullarına bu dünyada

zorluk ve meşakkatleri daha çok

verdiğini biliyoruz. Bu yüzden

rahat olun ve tedavinizi sürdü-

rün.

Namazın ve Duanın Paniğe Faydası Olur

mu?

Tabii olur. Yabancı kitaplar-

da tavsiye edilen meditasyon

PsikolojiSefa SAYGILI*

İnAnÇPAnİK AtAK Ve

tekniği yerine dünyanın gaile ve

dertlerinden uzaklaşarak Rabbi-

mizin huzurunda namaza dur-

mak ve O’na el açıp dua etmek el-

bette koruyucu ve rahatlatıcıdır.

Üstelik dinî görevini yapmanın

mutluluğu da buna eklenir.

Camide Ön Saflara Geçemiyorum. Neden?

Panik rahatsızlığı olanlar, pa-

nik geçirdiğimde dışarı çıkamam

ve çevreye mahcup olurum, diye

kapıya yakın yerlerde namazları-

nı kılmaktadırlar. Özellikle Cuma

namazındaki kalabalık onları ür-

kütür ve en son safta yer alırlar.

Bizim tavsiyemiz, bu korku-

nun üzerine gitmeleridir. Zaten

panik gelse bile kişiye zararı ol-

mayacaktır.

Araba Kullanırken Panik Atak

Geçiriyorum. Ne Yapmalıyım?

Birçok hasta özellikle anayol-

da araba kullanırken panik atak

geçirmektedir. Bunun sebebi

hastaların belki de arabada kapa-

na kısıldıklarını ve arabayı kolay-

lıkla yol kenarına çekemeyecek-

lerini hissetmeleridir. Baygınlık

hissi oluyorsa mümkün olduğun-

da yol kenarında durmalı ve de-

rin nefes alma uygulaması yap-

malısınız. Panik atakların çoğu

çabuk geçer, ancak işin en kötü

kısmı arkalarında bıraktıkları

korkudur.

Kişi durumunun panik bozuk-

luğu olduğunu anladığında kalp

krizi geçireceğine veya delireceği-

ne inanmaktan vazgeçer. Proble-

mi tanıma, genellikle panik atak

hastasına yararlı olan zaman ba-

kımından sınırlıdır. Hastalar sa-

dece atağın geçmesini bekler ve

ardından yola devam ederler. Te-

mel fikir, durumun yol ve araç

kullanma fobisine dönüşmesine

izin vermemektir.

Bir hastam atak geçirecek

olursa arabayı yolun kenarına

çekmeye hazır olmak için ana-

yolda daima sağ şeritten giderdi.

Araç kullanma sırasında panik

atak geçirme ihtimali onu olduk-

ça kaygılandırıyordu. İlaçlar ve

psikoterapi kendisine iyi geldi ve

panik ataklardan kurtuldu, ancak

hâlâ sağ şeritte araç kullanmayı

ve kaygılanmayı sürdürüyordu.

Bu alışkanlığını değiştirebilmesi

için sorun üzerinde yoğunlaşma-

mız uzun zaman aldı.

Uçakta Panik Atak Geçirdim. Şimdi

Her Seferinde Uçağa Binmekten Endişe

Ediyorum. Ne Yapabilirim?

Uçakta panik atak geçirmek

yaygındır. Bir hastam, bir ak-

şam, çarpacağından emin oldu-

ğu bir uçağa binmekten nasıl

kaçtığını anlatmıştı. Uçağa hiç-

bir şey olmamıştı. Hastam daha

sonra ilk panik atağını geçirdiği-

ni anlamıştı. Şimdi her uçağa bi-

nişinde 0.25 mg xanax alıyor ve

bu, sakin kalmasına yardım edi-

yor. Benzer korkularınız varsa

doktorunuzdan, uçuş sırasında

size yardım edecek düşük dozda

bir trankilizan (yatıştırıcı) yaz-

masını isteyebilirsiniz. Buna al-

ternatif olarak bazı kimseler

bilişsel (kognitiv) davranış tera-

pisinde öğrendikleri teknikleri

veya gevşeme egzersizini tercih

etmektedir.

Hissettiklerinize olumsuz

şartlanma denmektedir. Uçarken

panik atak geçirme korkunuz ol-

duğundan, iki olay arasında bir

bağlantı olmasa bile zihniniz uç-

mayı panik atakla birleştirmiş.

Rus psikolog Dr. Ivan Pav-

lov 1800’lerde olumlu ve olum-

suz şartlanmayı inceledi. Pavlov

bir zil çalıyor ve sonra bir köpeğe

et veriyordu. Köpek yiyeceğiyle

zil sesini birleştirene kadar bunu

birkaç kez yaptı. Sonunda köpeğe

yemek vermeden zil çalmaya baş-

ladı. Hayvan yine de salya salgı-

lıyordu; et verilmese de zihni iki

olayı birleştirmişti.

Her seferinde xanax alarak ve

panik ataklardan kaçınarak uça-

ğa binen hasta, uçmak ve panik

atak arasındaki bağı kırar. So-

nunda iki olay arasındaki çağrı-

şım ortadan kaybolur.

Bilişsel davranış terapisi has-

taya, uçmanın panik ataklara se-

bep olacağına ilişkin korkuları-

nın akıl dışı olduğunu öğretir ve

uçağa binerken kullanmayı dene-

yeceği uçuşa ilişkin daha gerçekçi

görüşler sağlar.

Gevşeme egzersizini kullana-

rak derin ve yavaş nefes alabilir

ve hayatınız veya hayalinizdeki

olumlu bir şeyi hayal edebilirsi-

niz. Bu olumlu hayal herhangi bir

Page 37: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

Ekim 201170 71

şey olabilir; bir deniz kenarında

güneş batımını hayal edin ve ken-

dinizi orada, gökteki renklerin

değişimini izlerken, sahilde dal-

gaların sesini dinlerken ve deniz

kuşlarını başınızın üzerinde öter-

ken ve yosunlu oksijeni bol hava-

yı içinize çekerken görün. Bu ha-

yalle ağır ve derin nefes çalışması

gevşeme yeteneğinizi arttırır. Be-

deniniz gevşerken panik atağı te-

tikleyebilecek olan anksiyete aza-

lır.

Kız Kardeşimde Şizofreni ve Panik

Atak Birlikte Var. Bu Mümkün mü?

Panik atak birçok başka psi-

kiyatrik tanıyla bir arada olabilir.

Bazı şizofreni hastaları da panik

atak geçirebilir. Dünya nüfusu-

nun % 1’inin şizofreni hastası ol-

duğu düşünülmektedir. Biz tıp

camiasında bu bozukluğun be-

yindeki organik değişikliklere

bağlı olduğunu gittikçe daha iyi

anlıyoruz.

Şizofreni hastalarında

genellikle hezeyanlar (sabit,

yanlış inançlar) ve/veya halüsi-

nasyonlar (görüntüler, bu tür bir

uyaran veya durum mevcut de-

ğilken bir nesne veya olaya iliş-

kin çoğu zaman güçlü sübjek-

tif algılamalar; bunlar görsel,

işitsel, dokunsal olabilir veya

koku ya da tat duyumlarını içe-

rebilir) görülür. Hezeyanlar pa-

ranoid türde olabilir yani kişi

hezeyanlardaki kişiler tarafından

izlendiği veya kendisine kötülük

yapılacağı duygularına sahip

olabilir. Halüsinasyonlar ise

genellikle işitseldir; yani hastalar

kendileriyle konuşan sesler duyar.

Bu sesler diğer insanlardan, genel

olarak evrenden veya kişinin

kafasının içinden geliyormuş gibi

görülebilir.

Şizofreni hastaları da donuk

emosyonel duruma (DSM-IV’te

affektif donukluk denir) düzen-

siz davranışa (çocuksu veya tu-

haf davranışlar) ve avolisyon (bir

amaca yönelik faaliyetleri başla-

tıp sürdürememek) sahip olabi-

lirler.

Şizofrenik bir kişi panik

atakları durdurmak için di-

ğer hastaların kullandığı ilaçları

kullanabilir. Bu ilaçlar SSRI an-

tidepresanlar veya minor tranki-

lizanlar olabilir. Bu hastalar an-

tidepresan kullanırsa hezeyan ve

halüsinasyonların tetiklenmesi

riski ortaya çıkabilir; bu yüzden

bazen bu hastaların rivotril veya

xanax gibi minör trankilizan-

lar kullanmaları daha iyi olabi-

lir. Birçok şizofreni hastası zaten

zyprexa ve risperdal gibi major

trankilizanları kullanacaktır. Mi-

nör bir trankilizan eklenmesi ma-

jör trankilizan kullanan bir has-

tayı daha da yorgun veya uykulu

yapabilir, bu yüzden bunların an-

tidepresan almaları tercih edile-

bilir.

Panik Bozukluktaki Kusma İle Bulimia

Arasındaki Fark Nedir?

Bulimia’da hastalar aşırı ye-

mekten sonra aldıkları kiloları

kusarak veya laksatifler (müshil)

kullanarak ya da bir süre yeme-

yerek veya aşırı egzersiz yaparak

kontrol ederler. Kusma genellik-

le istemlidir. Panik atak hastaları

ise çok sık kusmaz, mide bulan-

tısı hissedebilir veya karın ağrı-

ları olabilir. Panik atak hastala-

rında kendilerini sakinleştirmek

maksadıyla aşırı yemek ortaya çı-

kabilir.

Panik atak hastalarımdan bi-

rinde gerçekten kusma fobisi var-

dı. Kusan birini gördüğünde pa-

nik atak geçiriyordu; bu yüzden

hasta veya kusan herkesten kaç-

mak için elinden geleni yapıyor-

du.

Bazı hastalarda hem panik

atak, hem bulimia olabilir. Çoğu

psikiyatrik bozukluklar komor-

bid olarak (aynı anda) ortaya çık-

ma eğilimindedir.

Bir hastamda panik atak ve

bulimia birlikte bulunuyordu ve

Lustral’la tedavi olmuştu. Bu yol-

la iki sorununu da çözebilmişti.

Lustral (100 mg) panik atak so-

rununu çözmüş ve birkaç ay sü-

ren ilaç ve psikoterapiden sonra

bulimia epizotlarını günde üçten

haftada bire düşürebilmişti.

Nihayet aylar süren tedavi ile bu-

limiadan kurtulmuştu ve yılda

sadece birkaç panik atak geçiri-

yordu.

*Prof. Dr.

GÜZELLER GÜZELİ

Ey sevdiğim bu âlemde, Senden daha güzel var mı? Elestte, levhi kalemde, Senden daha güzel var mı?

Sen ezelden ezelisin, Sen gerçek lem yezelisin, Sen kainat güzelisin, Senden daha güzeli var mı?

Geçmişe geleceğe bak, Her olaya, gerçeğe bak, Goncaya bak, çiçeğe bak, Senden daha güzel var mı?

Feymâni’yem yâr sözümde, Muhabbetli aşk üzümde, Benim günlümde, gözümde, Senden daha güzel var mı? AŞIK FEYMANİ

Page 38: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

Ekim 2011 7372

Şımarık Yetiştirilen Çocuklar

Sevgi; insanın tüm varlığıyla karşısındaki kişi-

ye kendisini teslim etmesidir, ona kendisini his-

settirmesidir.

Sevgi, anne karnında başlayıp ölüme kadar,

hatta ölümden sonra da devam eden bir bağdır.

Anne karnındaki bebek de, kundaktaki çocuk

da, eli bastonlu nine ve dede de sevgi ister, ilgi is-

ter, güven ister. Onun için sevgi de fizyolojik ihti-

yaçlarımız (açlık, susuzluk, annelik…) gibi sürek-

li doyurulmak ister.

“Sen seversen yavrunu o da sever yavrusunu”

der atalarımız. Sevmek sevilmekle başlar; sevgi-

siz büyüyen çocuklar, sevmeyi de beceremezler.

Her anne baba, evladını sever; fakat her aile

çocuklarına olan sevgisini farklı şekilde ifade

eder. Bazı anne babalar tarafından çocuklarına

gösterilen aşırı sevgi onları olumsuz etkilemek-

tedir.

Ailelerin tek çocukları, iki ya da üç kızdan son-

ra doğan erkek çocuklar, anne babanın uzun yılar

doktor doktor gezdikten doğan çocukları, kardeş-

leriyle aralarında yedi sekiz yaş olan son çocuk-

lar, nine ve dedenin elinde büyüyen çocuklar vb.

aşırı sevgi adı altında şımartılarak büyütülen ço-

cuklar sınıfına girmektedir.

Çocuklarını aşırı seven anne babalar, daha

çocuk doğar doğmaz: “Çocuğuma iyi bir anne

baba olabilecek miyim, çocuğumu iyi besleyebi-

liyor muyum, ona iyi bakabiliyor muyum?” kay-

gısı içindedirler. Bu kaygılar ilk zamanlar normal

karşılanırken zamanla iki taraf için de sıkıntı ol-

maya başlar.

Okula anne babası tarafından getirilip götü-

rülen bu çocukların bir dedikleri iki edilmez. Ço-

cuklarının, iyi beslenemez, diye kendi başlarına

yemek yemelerine ve terleyip hasta olur, diye ko-

şup oynamalarına anne babaları tarafından mü-

saade edilmez. Üstünü kirletir, bir tarafını incitir

diye de dışarıya çıkmalarına izin verilmez.

Görev yaptığım okulun birinde bir öğrenciden

sürekli şikâyet gelmesi üzerine onunla bir görüş-

me yaptım. Öğretmeni, ailesi ve çocukla yaptığım

görüşmede şu sonuçlara ulaştım. Çocuk çok zeki

olmasına rağmen, şımartılarak büyütüldüğü için

herkese illallah ettirmiştir. Çocuğun babasıyla

yaptığım görüşmede babanın söylediği şu cüm-

le her şeyi anlatmaya yetiyordu: “Hocam, ben bu

çocuk istedi diye gece saat ikide çarşıdan tavuk

alıp getirdim.”

Sırf memnun edebilmek için şımartılarak bü-

yütülen bu çocuklar, evde anne babayı çileden çı-

kardıkları gibi okulda da öğretmenleriyle ve arka-

daşlarıyla sorun yaşarlar.

Yaşından küçükmüş gibi davranılıp el bebek

gül bebek büyütülen çocuklar, yetişkin oldukla-

rında kendi kararlarını veremeyen, sorumluluk

almaktan korkan, kendine güvenemeyen bağım-

lı bir kişilik olarak psikiyatristlerin kapısını aşın-

dıracak kişilerdir.

Ne güzel söylemiş atalarımız: “Az verme hır-

sız, çok verme arsız olur” diye.

EğitimM. Emin KARABACAK

Hangİ SeVGİÇOCUK YetİştİrİlmeSİ İÇİn

“Hiçbir anne baba çocuğunu sevmezlik etmez; ancak

çocuklara gösterilen sevgide bir yetersizlik olabilir,

eksiklik olur. Çocuğa gösterilen sevgi genelde eksi

uçtadır. Anne babaların bu çocuklara göstereceği ilgi ve

sevgi ya azdır ya da hiç yoktur.”

Page 39: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

75Ekim 201174

Sevgi Yetersizliği Çalma Davranışına mı Neden Oluyor?

Hiçbir anne baba çocuğunu sevmezlik etmez;

ancak çocuklara gösterilen sevgide bir yetersizlik

olabilir, eksiklik olur. Çocuğa gösterilen sevgi ge-

nelde eksi uçtadır. Anne babaların bu çocuklara

göstereceği ilgi ve sevgi ya azdır ya da hiç yoktur.

Çocuk, bunlar için bir ayak bağıdır, bir yüktür. Bu

gruba genelde kalabalık kardeşli çocuk, erkek ço-

cuğu beklerken doğan kız çocuğu, istenmeyen ha-

milelik sonucu doğan çocuk, üvey evlat v.b. girer.

Çocuğa gösterilen ilgi ve sevgi yapmacıktır. Ço-

cuk anne babaya yaklaşmak istedikçe anne baba

da ona itici davranır. Böyle anne babalar, çocuk-

ları şımarmasın diye onları kalbinden sevdikleri-

ni söylerler. Bu anne babalar görevlerinin sadece

çocuklarının karnını doyurmak olduğunu zanne-

derler. Oysa bu çocuklar sevgi ister, ilgi ister, sı-

cak yuva ister.

Psikoloji kitaplarında bir deney vardır. Araş-

tırmacılar yavru maymunların bulunduğu kafese,

iki anne maymun postu koyarlar. Birinci maymu-

nun tüyleri sivri, fakat yavru maymunlara süt ve-

recek şekilde ayarlanıyor. Diğer maymun ise süt

vermeyen fakat tüyleri pamuk gibi yumuşak ola-

rak ayarlanır.

Gözlem sonucunda yavru maymunlar, süt iç-

tikleri fakat tüyleri batan maymun postuna sade-

ce karınları doyurmak için yak-

laşmakta; geri kalan zamanlarını

ise tüyleri pamuk gibi yumuşak

olan maymun postunun yanında

geçirmektedirler.

Çocuklarına karşı buzdolabı

gibi olan bu anne babalar, çocuk-

larının olumlu davranışlarını da

görmezlikten gelirler. Bu çocuk-

lar çok iyi bir iş yapsalar da o se-

nin görevindir, derler. Böyle anne

babalar bu çocukların hatalarını

o kadar büyütürler ki; “Allah’ım,

neydi günahım da bu çocuğu

bana verdin!” diye söylenirler.

Anne babaların çocuklarına karşı ilgisiz ve

umursamaz tavırları, onların ileriki hayatların-

da diğer insanlara karşı davranışlarında sıkıntılar

yaşamalarına neden olacaktır. Onlar da başkaları-

na sevgilerini aktarmada zorluk çekecektirler.

Sevgisiz büyüyen bu çocuklar, çevrelerine kar-

şı soğuk olacakları için arkadaş kurmada sıkıntı

yaşayacaklardır. Bunlar insanlarla iletişim kur-

mak ister; ancak çocukluk döneminde anne baba-

sı tarafından reddedildiği için onlar da reddedil-

mekten korkarlar.

Bu çocuklar, hiçbir şeye ihtiyaçları olmadığı

halde, misafirlikte iken komşu çocuğunun oyun-

cağını; okulda arkadaşının silgisini, kalemini…

çalarlar.

Bu çocuklar büyüdükleri zaman hırsızlık, kap-

kaççılık dolandırıcılık gibi davranışlarla hem ken-

dilerine gösterilmeyen sevginin intikamını alma

hem de kendilerini ispatlama gayreti içine gire-

ceklerdir.

Sonuç olarak çocuğu sevmek demek, onun-

la sürekli ilgilenmek, ona güler yüz göstermek ve

onu sürekli kucaklayıp öpmek demek değildir.

Çocuklara yerinde ve zamanında gösterilecek tat-

lı bir bakış, samimi bir gülüş ve içten bir sarılış-

tır sevmek.

BARIŞLA BARIŞALIM, BARIŞ KOKSUN HER YERDE Her zaman ve mekanda, bizler birbirimizle Kardeşçe görüşelim, dostluk koksun her yerde. Silinsin gönlümüzden, garaz, kin, kibir, nefret Sevgide yarışalım, sevdâ koksun her yerde.

Söylenen bunca sözler, sakın kalmasın lafta Geri kalış sebebi, dîne vurulan yafta Fikrin en güzelini, örmek için gergefte Geliniz örüşelim, sanat koksun her yerde.

Sulejman MURATOVİÇ

Tarihe mi gömüldü, nerde kaldı o izzet? Kimliğimden eyledi, yakın zamanda bir zat “Neme lâzım” demeden, şerri ezelim bizzat Doğruya erişelim, hayır koksun her yerde.

Bizi oyalar durur, öyle hâin bir garp ki Kolay kolay aşılmaz, yollar öyle bir sarp ki Onunla cedelleşmek, öyle büyük bir harp ki İlimle vuruşalım, fikir koksun her yerde.

Savaş adı geçmesin, ne künyede, Ünye’de… Barış çiçeği açsın, hem Hanya’da… Konya’da Kan ve barut kokusu, kalmasın hiç dünyada Barışla barışalım, barış koksun her yerde! ! ! Sevgiyle barışalım, sevgi koksun her yerde! ! ! ...

Hanifi KARA

Page 40: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

77Ekim 201176

HikâyeSelim TUNÇBİLEK

O gün babamın geleceğini bilmiyor-

dum. Her gün sabah namazına er-

kenden kalkıp kıldığımız için askerler

‘koğuş kalk’a geldikleri vakit bizi ayakta bulurlar-

dı. Sabah namazına kalkmanın sevabın ötesin-

de hayatımıza çok büyük olumlu katkıları var-

dı. Askerler koğuşun mazgal deliğini daha güneş

doğmadan açarlar, ‘koğuş Kalk’ diye üç kez ses-

lenirler, mazgalı kapatırlar, önce kapının üzeri-

ne vurulmuş asma kilidi şangırdatarak gürültüyle

açarlar, ardından koğuşun demir kapısını iki çe-

virmeli olarak kilitlenen kilidini açarlar ve içeri

girdiklerinde ‘sayım düzeni al’ komutuyla birlik-

te bütün mahkûmların sayım düzeninde esas du-

ruşta olmaları gerekirdi. Askerin ilk ‘koğuş kalk’

komutunu duyunca mahkûmlar yataktan hızla

kalkacaklar,önce yataklarını düzeltecekler, elleri-

ni yüzlerini yıkamışlar ve asker kilitleri açıp içe-

ri girene kadar sayım düzenine geçmiş olacaklar-

dır. On iki eylülün adam olmaz mahkûmları adam

etme yöntemlerinden biriydi bu tarz. Bizler sabah

namazına kalktığımız için On ikiEylül zindan ha-

yatının bu kısmı fazlaca bizim için zor değildi. Ta-

bii namazdan sonra uyuyanlar için sıkıntılar içe-

riyordu durum. Namazdan sonra kerahet vaktine

kadar kuran okuma alışkanlığımız daha da işimi-

zi kolaylaştırıyordu.

Babamı cezaevinin penceresinden gördüğüm-

de sabahın toplu sporundan ve uygun adım yürü-

yüşlerinden yeni dönmüştük. Erkenden burada

olduğuna göre benim bilmediğim ilginç bir du-

rum vardı. Kaygılandım. Görüş günü değildi. Her

ay görüşten sonra bir sonraki görüşe kimin gele-

ceği de bana bildirilirdi. Hem görüş vakti değil-

di, hem de bu seferki görüşüme amcam gelecekti.

Ben Konya Dutlukır Askeri Cezaevindeydim ve ai-

lemin bir kısmı annem babam ve küçük kardeşle-

rim Kayseri’de, Abilerim, amcalarım ise Yozgat’ta

idiler. Yılda bir sefer çorak topraklardan çıkan

buğdayın bereketiyle otuz altı baş horantayı bele-

meye çalışan bir baba vardı karşımda. Üstelik bir

oğlu da cezaevindeydi. Babamı cezaevi ziyaretleri-

nin hiç birinde bu denli tedirgin, kaygılı ve ürkek

görmemiştim. Konya bozkırının yakıcı güneşinin

altında bütün mahremiyetini kaybetmiş insan te-

dirginliği yayılıyordu tel örgülerin etrafına. Ba-

bam tel örgünün etrafında yasakları da çiğneye-

rek dolanıyor, ara sıra nöbetçi askerlerle benim

işitemediğim tartışmalara girişiyordu. Cezaevi

müdürü yüzbaşının babamın yanına doğru gidişi-

ni görünce olayın vahametini anladım. Babamın

askerlerle değil babalık hisleriyle başı dertteydi.

Hayatta hiç sinirlendiğine şahit olmadığım bu in-

san yani babam sanki sinirliydi. Babamla görüş-

mem gerektiğini düşünüyordum ki askerlerden

biri beni sesledi. Kendini takip etmemi istiyordu.

Bu tür vakitlerde askerler mahkûmlara herhangi

bir şekilde ön izah ve açıklamalarda bulunmazlar,

denileni mahkûmun yapma alışkanlığından başa

bir davranışı da hoş karşılamazlardı. Bu gelenek

hiçbir zaman bozulmadı. Bu geleneği bozmak te-

şebbüsüme asker aldırış etmedi. Onu takip ettim.

Noter gelmiş. Konyalı bir avukata vekâlet ver-

mem isteniyordu. Avukatı babam tutmuş. Ben

suçsuz olduğumu ve avukatlık bir işimin olmadı-

ğını, dolayışla da vekâlet verme gereği hissetme-

diğimi nazik bir üslupla bildirmiş oldum. Noter

çekilip gitti. Beni de koğuşuma çıkardılar. Noter

tel örgünün kenarında bekleyen babamla kısa bir

konuşma yaptıktan sonra aracına binerek uzak-

laştı. Babam sekiz köşe kasketini anlından biraz

geriye iterek terini sildi. Sonra olduğu yerde mıh-

lanmış gibi bir süre durdu. Sağ elini köstekli saa-

tinin üstündeki cemedenin ilikleri arasından içine

soktu. Kavurucu temmuz güneşinin altında baba-

mın tedirgin ve heybetli vücudu sekiz köşe kaske-

tin gölgesine sığmıyordu. Yüreği de Konya ova-

sına. Babamın kısa süren sükûnetinin ardından

askerlerde ciddi bir hareketlilik göze çarptı. Me-

ğerse babam benimle görüşme talebinde bulun-

muş, cezaevi yönetimi görüş günü olmadığı ge-

rekçesi ile talebi reddetmişler. Babam gibi çiftçiler

için vaktin önemi belliydi. Namaz vakitlerinden

önemli bir vakit olmadığı gibi önemli vakitlerde

HÜlleoğlunun taşı

Page 41: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

Ekim 201178 79

OKYANUSA AKIŞ Dereler çaylar vardır çocuğumAkarlar okyanusa doğruIrmaklar, nehirler vardır çocuğumAkarlar okyanusa doğru

Bazen bir düz ovadaSüzülerek akarlarŞırıl şırıl akarlarSanki bir içli şarkıdırŞırıltılarla söyledikleriSanki bir gurbet türküsüdürİçin içinDerin derinden yaktıklarıBazan coşarak, bazan inleyerekAkarlar hep okyanusa doğru

hayatlarında çok azdı. Ekin ekme vakti önemliy-

di. Koç katma vakti önemliydi. Bağ bozum vakit-

leri de önemliydi. Hayatın diğer anları bu vakitler

dışında hep aynıydı onlar için. Bunların dışında

bir günün diğer bir güne karşı hiç bir olağanüs-

tülüğü yoktu. Şimdi ise babamın önüne vakit bir

duvar gibi dikilmişti. Cezaevi şartlarında kimi ku-

ralların hiçbir önemi yokken kimi kuralların çok

önemli olduğunu bizler acı tecrübelerle öğrenmiş-

tik. Babam bu acı tecrübeden yoksundu. Babamın

Konya ovasına sığmayan yüreği ile başı dertteydi.

İçerden ben babamın çırpınışlarını görünce olma-

yan cezaevi hukukunu işletmeyi düşündüm. Dilek-

çe yazdım. Sonuç alamayınca babamla görüşeme-

diğim takdirde intihar girişiminde bulunacağımı

ve bunun sorumlusunun yönetim olacağını bildir-

dim. Ölmüş eşek kurttan korkmaz misali…

Babam tel örgünün kapı girişine bağdaş kurup

oturdu. Hiçbir asker babamı oradan kaldıramadı.

Ya babamın şiddetli baskıları ya da benim hukuku

zorlayan girişimlerin sonuç verdi ki görüştürülece-

ğimiz taraflara bildirildi. Babam oturduğu yerden

doğruldu kalktı. Konya ovasını dolduran yüreğini

yeleğinin içinde sağ göğsünün altına topladı. Eliy-

le kalbinin atışını orda hissetti. Bende babamınba-

ba olarak varoluşunu onu seyrettiğim pencereden

duydum, gördüm hissettim. Babamın hareketleri-

ne sükûnet ve ahenk geldi. Benim babam buydu.

Sakin ve durgun bir denizdi.

Görüş sahasına askerle birlikte hiç kural ihla-

li yapmadan indim. Babamın tutunduğu tel ör-

güleri parmakları değil de yüreği yırtacak gibiydi.

Hal hatır, selamlar faslından sonra vekâleti niçin

vermediğimi sordu. İçinde yuvalanmış endişele-

rin babamı acıyla kıvrandırdığını gördüm. Kom-

şumuz benim gibi içerde olan oğlu Osman’a avu-

kat tutmuş ve avukat Osman’ı tahliye ettirmişti.

Ben niye avukatı reddediyordum ki? Ben biliyor-

dum ki babamın avukata verecek parası bile yok-

tu. Avukat bizim için lüksten de öte bir şeydi. Be-

nim herhangi bir suçumun olmadığını ve avukatlık

bir durum oluşmadığını babama anlattım. Sevine-

medi. Annemin: ‘Avukat tutsaydık bizim oğlanda

çıkardı.’ Sözlerinin verdiği acı ve baskıları sonu-

cunda avukat tutma kararına vardıklarını söyledi.

Babama ısrarla avukatlık bir işim olmadığını söy-

ledim. O vakit babam bana yaşanmış bir olayı tel

örgülerin ardından anlattı.

Oba köyden Hülleoğlu’nu bilirsin değil mi? O

adam annesinden bir hülle nikâhı sonucu olduğu

için o lakapla anılır. Hülle oğlu kimsesizdir. Yal-

nızdır. Hülle nikâhından dünyaya geldiği için em-

misi dayısı da yoktur. Senin anlayacağın arkası

yoktur. Bu adam yıllar önce kendi bahçesinin du-

varını örmek için taş döktürür. Duvarı kısa zaman-

da yaptırıp bitiremez taşlar orda uzun zaman yığı-

lı durur. Oba köyde Alalarla, karalar arasında bir

tavuğun bahçeye girmesi yüzünden münakaşa çı-

kar münakaşa büyür taşlı sopalı kavgaya dönüşür.

Alalar, Karalardan birine taşla vurunca öldürür.

Karakoldan jandarmalar gelir. Alalardan taşı atıp

adamı öldürenleri tutuklayıp cezaevine gönderir-

ler. Alalar hatırlı ve varlıklı bir sülaledir. Bu kavga-

nın olduğu vakitlerde hülle oğlu dağda koyun güt-

mektedir. Kavgadan haberi bile yoktur. Alaların

ileri gelenleri Başta mahkeme olmak üzere kayma-

kama ve bütün ilçe bürokrasisine baskı kurmaya

başlarlar. Adil olması gereken adaletin terazisinin

dili Alaların baskılarına dayanamaz kayar.

Çözüm olarak hâkim mahkemede sorar ‘Taş ki-

min taşıydı’ bütün herkes yemin billah Hülle oğ-

lunun taşıydı derler. Hâkim Taşı kim vurdu diye

sormaz. ‘Taş kimindi?’ diye sorar ve gerçekten de

alalardan birinin ölmesine sebep olan taş hülle oğ-

lunun bahçe duvarını örmek için döktüğü taştır.

Fakat hülle oğlunun bundan haberi yoktur. O yay-

lada çobandır. Hâkim sonuç aldı bu soruyla gerçek

failleri dışarı çıkarır ve hülle oğlunu içeri tıkar. Za-

vallı adam haberinin bile olmadı bir kavgadan ötü-

rü uzun süre hapis yatar.

Babam kırk yıl önce yaşanmış bu olayı anlattık-

tansonra bana dönüp:

‘Yavru’ dedi. ‘bu ülkede hukuk kırk yılda kırk

milim yol almadı. Hukuk hala hülle oğlunun taşın-

da. İnşallah ben yanılıyorumdur.’ Tanrının kulla-

rı yanılabiliyorlardı ama babamın hayatında yanıl-

gıya yer yoktu. Bir kez yanılmıştı merak etmeyin

onuda size anlatacağım.

Bazen önlerine Yalçın yalçın dağlar çıkarKayalık mı kayalıkAma o dere, o çay,O ırmak, o nehirOkyanusa varmaya azmetmiştirAzme dağ mı dayanır?Tepe mi dayanır?Kaya mı dayanır?Kayaları yarmaya azmederlerAzme kaya mı dayanırUğraşır da uğraşırUfak ufak ederler kayalarıAkmaya devam eder Okyanusa doğru

Çocuğum senin de hayatında Güzelliğe giderkenÖnüne engeller çıkabilirÇıkacaktır Bilmelisin o engelleri aşmayıBilmelisin okyanusa doğru akmayı

Mustafa AKGÜN

Page 42: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

81Ekim 201180

Anadolu ve Mezopotamya uygar-

lıklarının kesiştikleri bir alan-

da kurulan Siirt, tarih yönün-

den çok eski bir geçmişe sahip olup, tarihe derin

izler kazımış medeniyetlere beşiklik etmiş bir ili-

mizdir.

Dört mevsimin hakkını vererek yaşayan ik-

limi, her türlü sebze ve meyvenin yetiştiği bere-

ketli toprakları, türbeleri, turistik ve tarihi eser-

lerinin yanında daha birçok değerleri ile Siirt,

Türkiye’nin görülmesi gereken en güzel Güney-

doğu Anadolu Bölgesi şehirlerinden biridir.

Siirt, inanç tarihi açısından bölgede merkez

konumunda olan kenttir. Hem Hıristiyanlık hem

de İslâm dönemlerinde, kültürel bir merkez ol-

ması eğitime, bilime ve ilime yatkın ve önem ve-

ren insanların burada yoğunlaşmasına neden ol-

muştur.Siirt doğal güzelliğinin üzerine koyduğu

değerle bir gönül bahçesi olmuş, özellikle Tillo

asırlarca bu beldede Hz. Ömer (r.a)’in ve Hz. Ab-

bas (r.a)’ın soyundan gelenlerin ilimde birbirleri

ile yarıştığı bir medrese şehridir.

Siirt ve yöresinde adları sayılamayacak ka-

dar âlim ve Allah Dostu insan vardır. Sadece Tillo

mezarlığında 40 bin Allah Dostunun bulunduğu

belirtilir ki, bu durum, Siirt ilindeki manevî hava-

yı anlatmak açısından yeterlidir.

Veysel Karanî

Asr-ı Saadet döneminde yaşamasına rağ-

men Peygamberimizi göremeyen, fakat Peygam-

berimizin vefatından sonra hırkasının kendisi-

ne verilmesini vasiyet ettiği meşhur tabiin Veysel

Karanî Hazretlerinin vefatı kadar kabrinin bu-

lunduğu yer konusu da ihtilâflıdır.

Yüz yıl kadar yaşadığı rivayet edilen Vey-

sel Karanî’nin bazı kaynaklara göre, Hz. Ömer

(r.a)’in hilafeti zamanında Azerbaycan savaşla-

rına katılmış ve bu savaşlar sırasında hastalana-

rak vefat etmiştir. Bazı kaynaklara göre ise Hz. Ali

(r.a) ile Hz. Muaviye (r.a) arasındaki savaşta, Hz.

Ali (r.a) taraftarları arasında yer aldığı ve sava-

şı durdurmak için arabulucu olmak istediği sıra-

da vefat etmiştir.

Halk tarafından sevilen ve sayılan zatlara bir-

çok kabirler/makamlar maledildiği gibi Veysel

Karanî için de dünyanın ve ülkemizin çeşitli yer-

lerinde kabirler/makamlar maledilmiştir.

Her ne kadar keşif ve keramet ehli zatlar, Vey-

sel Karanî’nin gerçek kabrinin, Siirt’in Baykan il-

çesinin Ziyaret Beldesinde bulunduğunu işaret

etmişlerse de Şam, Yemen, Beyrut, Mardin, hat-

ta Bursa’nın Gemlik yolu üzerinde türbe/makam-

larının bulunduğu ve bu makamların da ziyaret-

Örnek Hayat Yusuf HALICI

çilerle dolup

taştığı bilin-

mektedir.

İsmail Fakirullah

İsmail Fakirullah Hazretleri

m. 1655’de Recep ayının ilk Cuma ge-

cesi, yani Regaip gecesi dünyaya gelmiş-

tir. Soyu Peygamberimiz (s.a.v)’in amcası Hz.

Abbas (r.a) dayanır.

Çocuk yaşlarda ilim tahsiline başlayan İsma-

il Fakirullah 24 yaşına kadar aralıksız devam et-

miş, babası Hoca Kasım Efendinin vefatından

sonra da yerine geçerek müderrislik yapmağa,

camide imamlık yapmaya başladı.

İsmail Fakirullah Hazretleri haramlardan çok

sakınır, hatta şüpheli kor-

kusuyla mubahların dahi

birçoğundan kaçınırdı.

Tarlasını eker biçer, ha-

sadını kaldırır, öşrünü

verdikten sonra bizzat

kendisi el değirmeninde

çalışarak buğdayları un

hâline getirirdi. O undan

yoğurduğu hamurla ek-

mek yapardı. Üzüm bağı-

nın işlerini de kendisi görür, olgunlaşan üzümle-

ri dil siz ve ma sum hay van la ra ezi yet ol ma sın di ye

kendi sırtında taşırdı.

Fakirullah, böylece çocuklarına helal rızık te-

min etmenin verdiği huzuru yaşardı. Bütün bu iş-

leri yaparken abdestli olmaya özen gösterirdi. Yi-

yecek olarak taze veya kuru üzüm ile yetinmeye

çalışırdı. Bir tarafta “Uveysiyye” tarikatının esas-

ları doğrultusunda her kesimden insanları irşat

ederken, diğer taraftan ders halkasına katılanlar-

dan meşhur ilim adamları yetiştirmiştir.

Hayatını hak yolda insanları irşad etmek-

le geçiren bu büyük veli m. 1734 senesinde ru-

hunu Mevlâ’sına teslim etmiştir. Kabri Tillo

Kabristanlığı’nda

kendi ismiyle anılan

türbededir.

Türbenin en önemli özel-

liği duvarındaki 40x50 cm. bo-

yutundaki alın penceresidir. Her

yıl gece ve gündüzün eşit olduğu 21

Mart günü yeni doğan güneşin ilk ışın-

ları, kasabanın dışındaki bir kuleden yan-

sıyarak İsmail Fakirullah’a ait sandukanın

baş tarafını aydınlatır. Bu ışık düzeni, türbe-

nin 1964 yılındaki restorasyonu sırasında bozul-

muş ve bir daha düzeltilememiştir.

Sultan Memduh Hz.

Sultan Memduh Hazretleri M. 1761 senesinde,

Tillo’da doğdu. Asıl adı Mahmut olup kendisine

Memduh lakabını Hoca-

sı İbrahim Hakkı Hazret-

leri verdi. Önceleri anne

ve babasının terbiyesi al-

tında büyüdü. İbrahim

Hakkı Hazretlerinden

sarf, nahiv, tefsir, hadis

ve fıkıh gibi dinî ilimleri

tahsil etti.

Tasavvufî alanda ise

büyük dedesi İsmail Fakirullah Hazretlerinin ta-

rikatına bağlı kalıp, oraya hizmetle meşgul oldu.

Kısa süre içinde, hocaları İbrahim Hakkı ve aynı

zamanda amcası ol an Şeyh Mustafa Hazretleri-

nin manevi terbiyeleriyle olgunluğa erişti.Sultan

Memduh’un zevcesi kendisi gibi velayet makamı-

na yükselmiş olan Zemzem’il-Hassa’dır.

Sünnete uygun bir hayat süren Sultan

Memduh’un 47.000 beyitten oluşan bir diva-

nı vardır. Eser tasavvufi olup, Arapça, Farsça ve

Türkçe’dir.

Hicri 1263, Miladi 1847 senesinde Dar-ı

Bekâya irtihal eden Sultan Memduh kabri kendi

ismiyle anılan türbesindedir.

eVlİYAlArISİİrt

Page 43: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

83Ekim 201182

Şeyh Muhammed El-Hazîn

Şeyh Muhammed el-Hazîn

Hazretleri Osmanlı Devleti’nin

son döneminde Anadolu’da yetişen

büyük evliyadan biridir. Nesep bakımın-

dan Şerif yani Hz. Hasan (r.a)’ın soyundan

gelmektedir.

Ataları Bağdat’ın Moğollar tarafından isti-

la edilmesi üzerine Siirt’in Fersaf Köyüne ge-

lip yerleşmişlerdir. Burası Siirt’in bugünkü Tillo

(Aydınlar) ilçesinin bir mahallesi gibidir. İsmail

Fakirullah Hazretleri de bu ailenin son büyükle-

rindendir.

Fersaf Köyünde m.

1816 yılında dünya-

ya geldi. Asıl adı Şeyh

Muhammed El-Fersafî

olup, “Hazîn” lâkabıdır.

Bu lâkabın kendisine bi-

zatihi Peygamberimiz

(s.a.v) tarafından veril-

diği söylenir. İlk tahsi-

lini babası Şeyh Musa

Efendinin talebe yetiş-

tirdiği aile medresesinde yaptı. Daha sekiz yaşın-

dayken Kur’ân-ı Kerim’i hıfzetti.

Yüksek tahsilini Siirt’te, devrin en büyük ilim

merkezlerinden olan Hamid Ağa Medresesin-

de, Medresenin baş müderrisi Molla Halil Efendi

Hazretlerinden aldı. Bu zat Hz. Ömer (r.a)’in otu-

zuncu göbek torunlarındandır.

Muhammed El-Fersafî on dört yıl boyunca bu

üstadın rahle-i tedrisinde ilim tahsil hocasının

derin sevgi ve iltifatını kazandı ve hususi sohbet-

lerinde bulundu.

Bu medreseden büyük bir muvaffakiyetle me-

zun olduktan sonra Mardin’e giderek burada Ka-

sım Padişah Medresesinde iki yıl daha ilim tah-

sil etti ve yüksek

icazetle mezun

olarak zahir ilim-

lerde üstün dereceler

elde etti.

“Amcamız, büyük üstadı-

mız” dediği Seyyid Tâhâ Hazret-

lerinin kendisine, “Sevgili yeğenim

senin kalbinin anahtarı Halepçe’de

Şeyh Osman Efendinin elindedir.” bu-

yurması üzerine Muhammed El-Fersafî

Halepçe’ye giderek Şeyh Osman Tavilî Haz-

retlerinin manevi terbiyesine girdi.

Şeyh Osman Hazretleri Mevlâna Halid-i

Bağdadî Hazretlerinin halifelerindendir.

Muhammed el-

Fersafi burada bir müd-

det seyrü sülûk ile olgun-

laştıktan sonra tasavvuf

icazetnamesini de aldı

ve üstadı tarafından ir-

şat vazifesiyle görevlen-

dirildi.

Irak’tan dönerek doğ-

duğu Fersaf Köyüne ge-

lip yerleşen Muhammed

El-Fersafî burada irşat ve tedris hayatına başla-

dı. Kurduğu medresede yüzlerce talebe yetiştirdi.

İnsanlara daima zühd ve takvâ yolunu gösterdi.

Doğduğu Fersaf Köyünde m. 1892 yılında

vefat eden Şeyh Muhammed el-Hazîn köyün

yukarısında henüz hayattayken gösterdiği ve

“Beni buraya defin ediniz. Çünkü Halid bin Velîd

Hazretleri Siirt’i fethettiği sırada çadırını buraya

kurmuştur” dediği yere defnedilmiştir. Nitekim

vefatından bir yıl sonra üzerine yapılan türbenin

inşaatı sırasında temel hafriyatında kıvırcık saçlı

bir şehid ile ona ait yay ve oklar bulunmuştur.

İlâhi aşka dair kaleme aldığı kasidelerinden

başka onun, Hz. Peygamber (s.a.v)’e hediye ettiği

“Gayâtü’l-Hayrât” adı altında manzum olarak

yazdığı on üç kıta Salâvat-ı Şerifeleri vardır.

HİKMET ADASI

Ne zaman ruhuma dar gelse bu köhne bedenim,Ben kendine hep yeni hicretler hayal edenim.Müjdecisi nebi bir doğumun kutlu sancısıyla,Şiirin çile itikâfına girmeye gidenim.

Sadık rüya gibi bir hayale dalar, dalarım.Dolduramaz Belkıs’ın Tahtı, metruk odalarım,Hikmeti keşfe çıktım işim ötenin ötesiyle,Bana gerçek mekân size hayal gelen adalarım. Mehmet SERTPOLAT

Page 44: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

85Ekim 201184

SağlıkAkın DİNDAR

Arı Sütünün Sırrı...

Hacettepe Üniversitesi Arı ve Arı Ürünleri Uy-

gulama ve Araştırma Merkez Müdürü Prof. Dr.

Kadriye Sorkun, arı sütünün insan hayatı üzerin-

deki etkilerin açıkladı. Prof. Dr. Sorkun, arı sütü-

nün ömür uzatan etkilerine de dikkat çekti.

“Arı Ürünleri İçinde Arı Sütünün Özel Bir Yeri Var”

Prof. Dr. Sorkun, arı sütünün, arı ürünle-

ri içinde özel bir yere sahip olduğunu vurgular-

ken daha çok arı sütü ile beslenen ana arının

ömür uzunluğu, üreme özelliği, boyut farklılığı

gibi farklılıklarına da dikkat çekti. Prof. Dr. Sor-

kun, aynı genetik yapıya sahip olan işçi arılarda

tüm bu özelliklerin olmadığını kaydederek, “Arı

sütünde, ana arının niçin bu kadar büyük, uzun

ömürlü, üretken ve diğer arılarla mukayese edil-

diğinde daha fazla enerjiye sahip olduğunun sır-

rı saklıdır. Arı sütü ile beslenen ana arı 3-4 yıl ya-

şarken, daha az süt daha çok polenle beslenen işçi

arı ise ancak 5 ay yaşayabiliyor. Arı sütünün sırrı

işte burada yatıyor dedi. Prof. Dr. Sorkun, arı sü-

tünün insanın bağışıklık sistemini güçlendirmek

için doğal besin kaynağı olarak da kullanılabile-

ceğinin altını çizdi.

Arı Sütü İle Tedavi

Prof. Dr. Sorkun, tıp doktorları tarafından arı

ürünleri kullanılarak yapılan tedavinin genel is-

minin apiterapi olduğunu anlattı. Türkiye’de bu

konuda faaliyet gösteren bir dernek ya da sağlık

kuruluşu olmadığını kaydeden Prof. Dr. Sorkun,

birçok gelişmiş ülkede, bu konularda yoğun çalış-

maların yapıldığına dikkati çekti. Prof. Dr. Sor-

kun, arı sütü ile yapılan tedaviye ilişkin ise şu bil-

gileri verdi:

“Gelişmiş ülkelerde arı sütü konusunda yapı-

lan çalışmalar yüz yıl öncesine dayanmaktadır.

Arı sütünün insan sağlığı açısından önemine ve

çeşitli alanlarda kullanımına koşut olarak üretimi

ve kullanımı konusunda yapılan çalışmalar 1950

yılından bu yana ağırlık kazanmıştır. Arı sütü-

nün biyolojik ve klinik özellikleri, üretim tekniği

ile kalite kontrolü konusunda önemli aşamaların

kaydedilmiş olması, apiterapi alanında kullanı-

mını yaygınlaştırarak üretimi cazip duruma ge-

tirmiştir. Hücre yenileyici özelliğe sahip olan arı

sütü, besleyici ve nemlendirici gücü sayesinde

saç ve cilt bakımında da mucizevî etkiler yaratı-

yor. Dokuyu ve cildi yeniliyor, kırışıkları gideri-

yor. Arı sütü tüm dünya ülkelerinde, yoğun anti-

biyotik kullanan, radyoterapi ve kemoterapi alan

hastalarda ve enerji ihtiyacı olan sporcularla, ge-

lişme problemi olan çocuklarda destekleyici be-

sin olarak kullanılıyor.”

ArI SÜtÜ

“Hücre yenileyici özelliğe sahip olan arı sütü, besleyici ve

nemlendirici gücü sayesinde saç ve cilt bakımında da mucizevî

etkiler yaratıyor. Dokuyu ve cildi yeniliyor, kırışıkları gideriyor.”

Page 45: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

Ekim 201186 87

Gönülden İkramlar Mesude SARI

Hazırlanışı:

Bir tencerede un ve yumurtayı topak kalmayacak şekilde iyice çırpın. Suyu ilave edip çırpmaya devam edin. En son yoğurdu katıp bü-tün malzemeyi karıştırın. Diğer taraftan kıyma, rendelenmiş soğan, tuz ve karabiberi iyice yoğurun. Fındık büyüklüğünde parçalar kopa-rıp küçük köfteler hazırlayın. Hazırladığınız köfteleri 10 dakika ka-dar haşlayın. Haşlanmış köfteleri kevgirle alıp, çorbanın içine katın.

Üzeri için ince kıyılmış soğanı sıvıyağda rengi dönene kadar ka-vurun ve kesmeşeker ekleyin. Daha sonra kavrulmuş soğanı çor-banın üzerine gezdirin. Tencereyi ocaktan alın ve kâselere boşal-tın. İnce kıyılmış maydanozla süsleyerek sıcak olarak servis yapın.

Afiyet olsun.

Bekir SARI

MantarTüm dünyada onbinlerce çeşidi bu-

lunan mantar, besin değeri yüksek bir

gıdadır. Özellikle, protein ve demir açı-

sından çok zengindir. Ayrıca, mantarda

A, B, D, P ve K vitaminleri ile kalsiyum,

potasyum, fosfor ve bakır mineralleri

de bulunur.

Faydaları

İçerdiği protein değeri sayesinde

ete iyi bir alternatiftir. Bağışıklık siste-

mini güçlendirerek hastalıklara kar-

şı direnci arttırır. Göze ve vücuda kuv-

vet verir. Bedensel ve zihinsel gelişimi

destekler. Öğrenme yeteneğini arttırır.

Yorgunluğu giderir. Bol miktarda demir

minerali içeren mantar, kansızlığa iyi

gelir. Kandaki kolesterol oranını düşü-

rerek kalp ve damar hastalıları ile kalp

krizine karşı koruyucu etki gösterir.

Nasıl Kullanılır?

Protein değeri yüksek bir besin ol-

makla birlikte yağ oranı düşük olduğu

için mantar diyetlerde sıklıkla kullanılır.

Mantar lezzetli ve besleyici bir besin ol-

makla birlikte zehirli pek çok türü ol-

duğu için yabani mantar uzman kişiler

tarafından toplanmalı ve dikkatli tüke-

tilmelidir. Bu nedenle kültür mantarla-

rını tercih etmek daha sağlıklı olur. Ay-

rıca, mantar vücutta üre asidi bıraktığı

için romatizma şikâyeti olanlara tavsi-

ye edilmez.

Şifalı Bitkiler

Köfteli Yoğurt Çorbası6 KişilikMalzemeler:2 su bardağı yoğurt2 çorba kaşığı tepeleme un1 adet yumurta4 su bardağı suTuzKöfte için: 150 gram yağsız kıyma1 tatlı kaşığı kırmızı toz biberTuz, karabiberÜzeri için: 1 adet soğan1 çorba kaşığı sıvıyağ1 adet kesme şekerSüslemek için:Maydanoz

Page 46: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

Ekim 201188

Som

uncu

Bab

a De

rgisi

’nin

Ücr

etsiz

Eki

’dir.

Aylk Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Aralk 2009

Yl: 3 Say: 36

İnsanlarn başna gelen belâlarn çoğu dilindendir.

Dili muhafaza etmek lazmdr. Bir hadis-i şerifte

Peygamberimiz: “Allahu Teâlâ’nn kullarndan

bazs hakkin rzasna uygun bir söz söyler, o söze

kendisi de dikkat etmez. Hâlbuki Allahu Teâlâ o

söz sebebiyle o kimsenin derecesini yükseltir. Ve

kullarndan bazs da rza-î ilâhîye aykr olarak

Allah’ gazaplandracak bir söz söyler ve hem de

söylediği söze zerre kadar ehemmiyet vermeyerek

laubali olarak söyler. Hâlbuki Allahu Teâlâ o kim-

seyi söylediği o fena sözler sebebiyle derecesini

indirir.” buyuruyor.

Müminler söyledikleri sözleri, velev ki latife olsun

laubali olarak söylemeyip sonunu düşünerek söyle-

meleri icap eder. Yine bir hadis-i şerifte Peygam-

berimiz: “İnsanlarn ekserisinin kyamet gününde

günahlar dillerinden çkan malayani sözlerdendir.”

buyuruyor.Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)

115

Dergisi Hediyesi...

M A Y I S 2 0 1 0

Fiyat: 7 TL

AYLIK İL İM KÜLTÜR VE EDEB İYAT DERG İS İ

Ümitvâr Olmak3816 Tarihte İstanbul Kuşatmalar ve Fatih

Aylk Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Ocak 2010

Yl: 4 Say: 3

7

Derginizin elinize sağlıklı bir şekilde ulaşabilmesi için yukarıdaki alanları eksiksiz bir şekilde doldurunuz.

Adı / Soyadı:

Kurum Adı:

Ünvan:

Dergi Teslim Adresi:

Posta Kodu: Şehir:

Telefon: ( )

Faks: ( )

E-posta: @

Türkiye : 70 TL Avrupa : 72 Euro ABD: 102 USD

Banka / Posta çeki hesabınıza yatırdım. Dekont İlişiktedir.

Vergi Dairesi:

Vergi No:

Abone Başlangıç Tarihi:

İmza

Visan İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende MalatyaTel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79 [email protected]

2012 Yılı Çocuk ekiyle birlikte

yıllık abone bedeli

85 TL

2011 yılında aboneliğinizi yenilerken, yakınlarınızı da Somuncu Baba’nın ilim ve kültür dünyasına katın.

Onların da abone olmasını sağlayın.

Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068 Ziraat Bankası (Darende Şubesi): 26798480-5001IBAN – TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01Vakıf Bank (Darende Şubesi):TR 47 00015 00 1580 0728 678 4111

Faturayı adıma kesiniz

Faturayı şirket adına kesiniz

Page 47: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi...türbesinin bulunduğu Baykan İlçesinde ve dünyaca ünlü Marifetname’nin dışında dinî ilimlerin yanı sıra matematikten astronomiye tüm

Recommended