+ All Categories
Home > Documents > Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı...

Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı...

Date post: 02-Jan-2020
Category:
Upload: others
View: 10 times
Download: 0 times
Share this document with a friend
47
Transcript
Page 1: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği
Page 2: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

Başyazı Sebahaddin ATEŞ

BOZKIRIN ORTASINDAKİ GÜLİSTAN: KONYA

Konya… At the heart of Anatolia, in a moor and a place of breathing spiritually. It is a city of heart which was conquered together with the most other parts of Anatolia by Seljukians after the battle of Malazgirt in 1071.

It is the voice of Mawlana spreading from here to the whole world. The love of Mawlana has spread to the hundred thousands of people for hundreds years and Mawlana is seen in the hearts of many of his admirers.

In this volume we would like to focus on these beauties of Konya and Mawlana.

THE ROSE GARDEN IN THE MIDDLE OF A MOOR: KONYA

Anadolu’nun tam ortasında, bozkırın içinde bir manevî nefeslenme yeri Konya… 1071 tarihindeki Ma-

lazgirt Meydan Savaşı’ndan sonra Anadolu’nun büyük bir kısmı ile beraber Selçuklular tarafından, Bi-

zanslıların elinden alınan bir gönül şehri Konya…

Anadolu Selçuklu Sultanı Süleyman Şah tarafından, 1076 yılında başkent, insanları akın akın kendine

çeken kement olmuş. Karamanoğlu Mehmet Beyin Türk diline olan hizmetlerine şahitlik etmiş, Osmanlı

Padişahlarından II. Murat döneminde, 1442 tarihinde Devlet-i Aliyye’nin birlik ruhuna yetmiştir. Konya,

Osmanlı Devleti zamanında şöhret ve itibarı yüceldikçe yücelmiş, Osmanlı Sultanlarından Yavuz Sultan

Selim Hanı, Kanunî Sultan Süleyman’ı ve IV. Murat Hanı bir müddet misafir etmiş.

Cumhuriyet devrinde hızla büyüyen ve gelişen Konya, tarihî eserleri ile bugün açık hava müzesidir.

Mevlânâ Hazretlerinin dünyaya haykıran sesidir. Büyük bir ilim ve din bilgini olan Mevlânâ’nın etrafın-

da halelenen ışığa yüzbinlerce pervane asırlardır dönüp durmakta, her bir seveninin gönlüne Mevlânâ,

postunu serip oturmaktadır. Nasreddin Hocamız ise, dilden dile anlatılan destan, gerek kendisinin, ge-

rek halkın onun ağzından söylediği gülmecelerle ince nükteleri dinleyenler mestan olmuştur. 1648 yılın-

da Konya’yı ziyaret eden Evliya Çelebi’nin şehrin tabii güzelliğinden bahsederek: “Peçevi şehrinin Barut-

hane mesiresi, Kırım’ın Sudak Bağı, İstanbul’un 175’ten fazla bahçe ve ya¬nında gülistanları, Tebriz’in

Şehcihan Bağı, bu Konya’nın Meram Mesiresinin yanında bir Çemenzâr bile değildir.” der. Konya’yı böy-

le över…

Karapınar yakınlarındaki Meke Gölü, dünyada benzeri olmayan zeminde çift patlama ile oluşmuş bir

krater gölüdür. Panoramik görüntüsü, jeolojik yapısı ve bölgede yaşayan kuşlar ile bir harikadır. Ayrıca

bölgede Acı Göl, Çıralı Göl, Meyil Gölü gibi görülmeye değer krater gölleri bulunmaktadır. Konya’ya yak-

laşık 110 km uzaklıkta Hadim İlçesi sınırları içerisindeki Yerköprü Şelalesi de, 20 mt yükseklikten aşa-

ğı akıp Akdeniz’e doğru koşmaktadır adeta… Ilgın kaplıcaları, Selçuklular ve Osmanlılar tarafından kul-

lanılmış ve çeşitli tesisler kurulmuş. 42 derece olan yeraltı suyu hiçbir işleme tâbî tutulmadan kullanıma

sunulmakta. Bu nedenle şifa özelliği yüksektir. Renksiz ve kokusuz tabiî lezzetinde; felç, siyatik, göz, cilt,

sinir, böbrek ve kadın hastalıkları ile romatizmaya iyi gelmekte. Şehrin merkezinde bulunan Alâeddin

Tepesi alelade bir toprak yığını olmayıp bir iskân yeri aslında… Yapılan çevre düzenlemeleriyle, çay bah-

çeleri ile gönüller Mevlânâ’nın şehri Konya’yı seyr-ü temaşa faslında…

Biz de dergimizin bu sayısında bu güzelliklere bir nazar eyleyip kıymetli okurlarımıza bilvesile selam

eyleyelim…

Gerçek Kalp Dostları4606 Hulûsi Efendi(k.s.)’nin

Tasavvufî Görüşleri

116

Dergisi Hediyesi...

H A Z İ R A N 2 0 1 0Fiyatı: 7 TLAYLIK İL İM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ

Page 3: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

32

48 68 80

KONYA BİR İRFAN NİŞÂNESİ - Meryem Aybike SİNAN (06)

DEM BU DEMDİR - Abdülmecit İSLAMOĞLU (10)

SEN’İ SÖYLER… - Rıfat ARAZ (13)

YURT TUTTUĞUMUZ KALPLER - Celalettin KURT (17)

ŞEHRİN KANDİLİ - Muhsin İlyas SUBAŞI (18)

El-HÂFIZ - Ramazan ALTINTAŞ (20)

ADAM GİBİ ADAM - Hanifi KARA (23)

HİCÂZ NOTLARI IX: MESCİD-İ HARÂM - Fatih ERKOÇOĞLU (28)

AMRE BİNT REVÂHA - Bünyamin ERUL (30)

GÜLÜN RENKLERİ - Mustafa AKGÜN (31)

BAYRAK SEVGİSİ - Mehmet DERE (38)

DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ’DE HZ.ÂDEM(a.s.) - Resul KESENCELİ (40)

HACCA GİDEMEMENİN BURUKLUĞU - Enbiya YILDIRIM (44)

GÖZLERİM MÂVERÂYA AÇILIR - Hızır İrfan ÖNDER (53)

İSLÂMÎ TEFEKKÜR - Aydın TALAY (54)

ŞEHİDE AĞIT - Abdulbaki KÖMÜR (57)

EHL-İ BEYT - Abdullah KAHRAMAN (58)

ÇAY KİTABI - Muharrem AKIN (62)

YAŞLI KİMDİR - Sefa SAYGILI (64)

MEVLÂNÂ RUBÂİLERİ - Bekir OĞUZBAŞARAN (71)

DİNLE NEYDEN - Vedat Ali TOK (72)

ÂB-I KEVSER - Rabia BARIŞ (75)

KONYA VELİLERİ - Yusuf HALICI (76)

EN UZUN KIŞ - Fazıl Ahmet BAHADIR (79)

ERCİŞ’TE HÜZÜN - M. Nihat MALKOÇ (83)

ÖKSÜRÜK - Akın DİNDAR (84)

KARALAHANA - Şifalı Bitkiler (86)

BUĞDAYLI KABAK SALATASI - Mesude SARI (87)

ANNE BABANIN RIZASI

KANUNÎ’NİN RUH YÜCELİĞİ

GÖNÜL GÖZÜ

SÖZ HARMANI

MEVLÂNÂ’NINGÖNÜL SARAYI

MEVLÂNÂ’YI ZİYARET

14Âyetlerin bize yüklediği görev, ana-babamıza öf bile demememiz, onları incitecek hiçbir söz ve davranışta bulunmamamız; onlara sevgi, saygı ve ilgiyle yaklaşmamız ve en önemlisi onlara dua etmemizdir.

Sultan Süleyman, her alayın durduğu yere gidip, her sancağın dibinde ellerini kaldırıp dua etmekte ve gözlerinden yaş dökülmekteydi. Bunu gören bütün ordu yerlere kapanıyor, padişah uğruna canlarını feda edeceklerine yemin ediyorlardı.

insanı diğer varlıklardan ayıran en büyük özelliği görmeyi gönül gözüyle yapmasıdır. Çiçeğe bakan bir insanla bir hayvanın farkı ancak eylemleriyle algılanabilir.

Köy odaları okul gibidir. Orada her davranışın her sözün bir anlamı bir ölçüsü vardır. Olmadır. Köy odalarında söz söyleyenin kılıç kuşananındır.

Kalb temizliğinin en önemli göstergesi kalbi kırık olmaktır. Kalbi kırık olanlar haddini bilenler, kendi gerçekliğini görenler, tevâzu ve alçakgönüllü şahsiyetlerdir.

Oğlum, bu sözü İstanbul’da bizim selamımızla Hattat Hâmid’e (Aytaç) yazdır, levhayı şuraya astır, gelenler bu sözü okusun ve ziyaretini bu âdâpla yapsınlar...

24Ali AKPINAR

İsmail ÇOLAK M. Emin KARABACAK Selim TUNÇBİLEK

Kadir ÖZKÖSE Musa TEKTAŞ

SOMUNCU BABA / AYLIK İLİM - KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nın Yayın Organıdır

Kurucusu A. Şemsettin ATEŞ

Yaygın Süreli - ISSN: 1302-0803

YIL: 17 SAYI: 134 Aralık 2011 Basım Tarihi: 01 Aralık 2011

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adına

İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Sebahaddin ATEŞ

Yazı İşleri Müdürü Hulûsi YAYLA

Yayın Editörü Musa TEKTAŞ

Kapak Mevlânâ Türbesi / KONYA

Foto: Sulejman MURADOVIC

Yapım ARTWORKS

www.artworks-tr.com

Genel Sanat Yönetmeni İlhan SOYLU

Sanat Yönetmeni Volkan ZORBA

Tashih Ali YILMAZ - Vedat Ali TOK - Yusuf HALICI

Arşiv Muharrem AKIN

Abone Saliha AYATA

Reklam Ziya TOKSÖZLÜ

Basım-Yayım-Dağıtım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesi

Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende / MALATYA

Tel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79 www.somuncubaba.net - [email protected]

Dağıtım Kültür Dergi Dağıtım

Baskı & Üretim Bizim Repro Ofset ve Matbaacılık Ltd. Şti.

Büyük Sanayi 1. Cadde Alibey İşhanı 99/22 İskitler / ANKARA - Tel: (312) 341 10 20

Tek Sayı : 7 TL - Kurum Abone : 120 TL

1 Yıllık (12 Sayı) Abone : 70 TL Avrupa 1 Yıllık Abone : 72 EURO Avrupa Tek Sayı Fiyat : 6 EURO

Avrupa Harici Yurtdışı Abone : 102 USD Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068

Ziraat Bankası (Darende Şubesi): 26798480-5001IBAN - TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01

Vakıf Bank (Darende Şubesi):TR 47 00015 00 1580 0728 678 4111

Gönderilerin abone adına yatırılmasından sonra lütfen (0422) 615 15 00 / 185 dahiliyi arayınız.

ADANA 0 322 457 66 54ALANYA 0 242 518 26 18AMASYA 0 533 681 33 82ANKARA 0 312 324 40 75 ANTALYA 0 530 328 82 86BARTIN 0 378 227 30 64BOLU 0 374 217 42 02BURSA 0 532 766 92 56ÇAYCUMA 0 372 615 19 21ELBİSTAN 03444150188G.ANTEP 0 342 321 43 34GEREDE 0 532 704 15 44GÖLCÜK 0 532 561 61 65 İSKENDERUN 03266157356İSTANBUL 02164720892

İZMİR 02324359091K.MARAŞ 05446904567KARABÜK 0 542 240 67 63KAYSERİ 03523360329KONYA 0 332 233 38 74MALATYA 0 533 331 88 13MERSİN 03243363109OSMANİYE 03288462139SAKARYA 0 264 339 23 65SAMSUN 0 362 238 79 79SİVAS 03462220846TOKAT 0 356 212 24 63TURHAL 0 356 275 86 00TÜRKELİ 03686712450ZONGULDAK 03722532474

Page 4: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

7Aralık 20116

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)

Kırkyedinci Mektup

Mektûbât-ıHulûsî-i Dârendevî

Çok Faziletli ve Değerli Efendim,

Fazilet sahibi yüce kimselere özgü bakışlarınızın, muhabbetinizin,

düşüncelerinizin bana şeref verdiğini bilerek her zaman sağlıklı olma-

nızı dilerken –sağlık haberinizle kavuşma ümidiyle dua ederken- mü-

barek vücudunuzun rahatsız olduğunu âcizane haber almakla birlik-

te hayli bir üzüldüm.

Her zaman hayalinizi düşünerek vakit geçirir ve size kavuşma ar-

zusuyla şevk ve zevkim dünyalara sığmaz ve her nefesini bin maddî

safa değmez neşe ile halen zaman geçiririm. Sizi düşündüğüm her anı

dünyadaki hiçbir maddiyata değişmem ve bu zevk ile halen size ka-

vuşmayı beklerim.

Bu yolda üzüntüm tarifi mümkün olmayan bir neticeye sürüklen-

diğinden sizin şu anki halinizden haberdar olmak için iş bu mektubu

yazmaya âcizane cüret ederek sizin yüksek zatınıza ulaşması dileğiy-

le ellerinizden öperek, size kuvvet ve saadet dileyerek, maddî manevî

kusurlarıma rağmen yine de ümitliyim ki büyükler mürüvvet sahibi-

dir, iyilik ve cömertlik sahibi büyükler daima küçükleri şefkatli kanat-

larının korumasından uzak tutmazlar. Bir nefes bile biz biçare, düş-

kün âşıkları unutup hatırdan çıkarmış olmazlar.

İnşâallah cevap olarak sıhhat haberiniz ile gönlü hoş ve mamur

olup arzusuna kavuşmuş olup memnun ve müteşekkir olurum ümi-

diyle mektubuma nihayet vererek sıhhat ve afiyetiniz hususunda

âcizâne dualarımla yüce ellerinizden öperim efendim.

Güncelleştirme: Yrd. Doç. Dr. Cemil Gülseren

Page 5: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

9Aralık 20118

Şehir Güzellemesi Meryem Aybike SİNAN

Malazgirt ülküsünün tel tel do-

kunduğu gergeftir Konya.

Konya bir semazenin iç geçi-

rişi, bozkırın bahara devşirilişidir Anadolu topra-

ğında. Konya sadağınızdaki şehirlerin en asude-

si, en dervişidir. Selçuklu hükümdarı Süleyman

Şah’ın elinde parlayan incilerin en hasıdır, boz-

kırın gerdanında.

Bir düş görüyorum Konya ovasında.

Beyaz yeleli bir at üzerinde Karamanoğlu Meh-

met Bey geliyor çok uzaklardan. Ardından Akın-

cı Beyleri sökün ediyor Meram Bağlarından. Bir

arifane sezgi düşüyor aklımızın mazgallarına, ha-

kikat el bağlıyor ruhumuzun merkezine. Zaman

geçiyor ansızın, tarih eskiyor. Vakit tespih tespih

boğumluyor geçmişi geleceği.

Konya bir arifane yürüyüşü tanımlıyor.

Konya Mevlânâ Diyarıdır

Konya yolu uzundur, çeke çeke bitmez derler.

Konya Mevlânâ diyarıdır. Şems Tebrizi’nin

yürek sığınağı, ilahi aşk ateşinin gönlüne düştüğü

yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-

nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-

man âh’ının göklere yükseldiği hüzün mevsimidir

Konya. Mevlânâ Konya, Konya Mevlânâ demek-

tir. Konya aşk demek, aşkın gözyaşları demek,

hasret demek, kaybetmek ve sonra geri bulmak-

tır sevgiliyi. Konya gerçek aşka giden yolların en

edebisi, en yerlisi, en şehirlisidir.

Yavuz Sultan Selim Han, IV. Murat’ın ko-

naklamak için mazeretidir Konya. Alâeddin

Keykubat’tır hatırlayana Konya. Bahaeddin

Veled’tir bilene. “Hamdım, piştim, yandım” di-

yen Mevlânâ’nın “Şeb-i Arus” şöleninin ev sahi-

bidir.

Konya ariftir, arifanedir, hikmettir.

“Konya Mevlânâ diyarıdır. Şems Tebrizi’nin yürek sığınağı,

ilahi aşk ateşinin gönlüne düştüğü yerdir. Mevlânâ Celaleddin-i

Rumi’nin gözyaşlarını sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman

duman âh’ının göklere yükseldiği hüzün mevsimidir Konya.”

KONYASu

lejm

an M

URA

TOVİ

ÇBİr İrfan NİşÂnesİ

KONYA

Page 6: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

11Aralık 201110

Bozkırın Ortasındaki Şehir

Hoca Nasrettin’in doğup büyüdüğü, irfanını

ve sezgisini mizaha kattığı andır Konya. Sivrihi-

sar semalarının gülümseyen yüzüdür, aydınlığı,

Akşehir’de göle maya çalan bir halk bilgesidir.

Konya sevgidir, sevgilidir, bekleyendir bozkı-

rın ortasında bilinesi.

Bir seher vakti Konya’ya düşürse yolunuz şa-

yet, uçsuz bucaksız bir ovanın kucağında olduğu-

nuzu görür, hayrete düşersiniz. Düzdür Konya,

ovadır, kucaklayıcıdır, ev sahibidir.

Sonra Çıralı Göl, Meyil Gölü, Acı Göl mavili

mavili buyur ediyor serinliğin otağına. Sıcağın ka-

vurduğu bozkırda suların huzurlu serinliği alır sizi

götürür. Serinleyip huzura kavuştuktan sonra ca-

miler alır sizi manevî iklimine.

Konya bağrınızdaki adressiz sızıdır hissedilesi.

Alâeddin Camii, koynunda yatan ulularıyla de-

rin bir manevî büyüyü bağrında saklar gibidir. I.

Rüknettin Mesut, I. Mesut, Kılıçaslan, I. Alâeddin

Keykubat, I. ve II. Gıyasettin Keyhüsrev bu cami-

nin avlusunda ebedi istirahatlarına çekilmiş, hatı-

ralarıyla hatırlayanlarının gönlünde olup, Konya

semalarında hala göklere açılan ellerin duaların-

dadırlar.

Selimiye Camii, Piri Mehmet Paşa Camii, Şe-

rafettin Camii, Kapu Camii, Hacı Fettah Camii,

Nakiboğlu Camii, Aziziye Camii göklere yükselen

minarelerinin burcundan bütün cihana gel diye

seslenir gibidirler.

Konya bir manevî açık müzedir gidilesi.

Sonra Tınaztepe mağaraları sizi buyur ediyor

kendine. Birçok hastalığın, birçok derdin deva

bulduğu bu atmosfere bin bir sihirli el değmese de

doğaldır, hastır, aslındandır. Konya Seydişehir’de

Akdeniz ve karasal iklim birbirine geçmiş, sizi

kandırıyor gibidir. Bir an nerede bulunduğunuzu

sorgulatacak kadar şaşırtıcı ve ilginçtir.

Tabiat burada cûşa gelmiştir. Tınaztepe, şela-

ledir, akarsudur, göldür girilesi.

Kültür Çağlayanı İrfan Beldesi

Konya bir kültür çağlayanı dimağlarımızı yıka-

yan, bir irfan beldesi, bir ulemalar diyarı dil hane-

mizi besleyen. Ne zaman Konya dile gelse bir ari-

fane düşünce yığılır kalbimizin güvertesine. Gâh

bir türküdür Konya ruhumuzun tellerine bir boz-

kır tezenesi gibi vuran, gâh bir şiirdir elleri kınalı.

Gitme bülbül gitme bahar erişti

Gonca güller maverdesin karıştı

Sılada yavrular aklıma düştü

Çekilmez dünyanın cefası bülbül.

Bir de Konya mutfağı vardır durulası. Tandırda

dumanı üstünde bir Konya etli ekmeği, Mevlânâ

böreği, arabaşı çorbası, papara yemeği, batırık,

bamya çorbası, etli topalak, her dem Konya mut-

fağında tabak tabak gelene geçene buyurunuz der

gibidir.

Şairlerden Feyzi Halıcı bir narçiçeği güzelliğin-

deki şiiriyle bu sofraların ağız tadı gibidir:

Vurdum tellerine seni sazımın

Sen de anahtarı alın yazımın

Yağmur yağmur serpil yalnızlığıma

Günaydınım, narçiçeğim sevdiğim.

Konya bir ozanlar yurdudur dinlenesi. Kubad-

Âbâd Selçuklu sarayında vakit tükenmezdir, ye-

nilmezdir, dirayetlidir. Her bir parçasını Karatay

Müzesine verse de oturduğu yerden kalmamaca-

sına onurludur, soyludur. Selçuklu köşkü bir yaslı

şehzade gibi omuzları düşmüştür.

Sille, Çatalhöyük, Kilistra, Eflatunpınar, Kara-

höyük, bağrını bastığı tarihle avunmakta geçen

onca zamana tanıklık yapmaktadır. Her şey tap-

taze yerli yerinde durmaktadır, hayal gerçeği, ger-

çek hayali oyalamaktadır.

Konya sıra sıra bir anıtlar geçidir seyredilesi.

Ve Meram Bağlarında Konya halkı bir şenlik

meclisine uzanmışlardır. Alâeddin Tepesi, Atyo-

kuşu, Hadim, Çayırbağı, Hatip Suyu, Dutlu Kırı

hem yazları, hem güzleri bütün tabiatın en güzel

feracelerini giyinip yanakları kızarmış bir gelin

misali salınmaktadırlar Konya Ovasında.

Konya Bir İrfan Nişânesi

Konya bir irfan nişanesi, Konya bozkırın sesi,

erenlerin nefesi kesilmeyesi, bir nadide mücev-

herdir tartılmayası.

Gide gide Konya Ovası biter, Konya için söy-

lenen söz bitmez. Konya bir tarih koridorudur her

dem yürünesi.

Sule

jman

MU

RATO

VİÇ

Page 7: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

13Aralık 201112

Hulûsi Kalb’denAbdülmecit İSLAMOĞLU*

Vakit kavramı Cenâb-ı Hakkın Kur’ân-ı

Kerim’de üzerine yemin ettiği (Ve’l-asr,

ve’d-duhâ, ve’l-leyl) ve bu hâliyle değer-

li kıldığı önemli mefhumlardan birisidir. Vakit

Allah’ın bir lütfudur. Manevî rütbeler, yüce ma-

kamlar vakitle elde edilir. Bu itibarla mutasavvıf-

lar için de vakit ayrı bir kıymeti haizdir. “İbnü’l-

vakt/vaktin oğlu” tabiri tasavvufta, geçmiş ve

gelecek endişesinden kurtulmuş sûfî için kulla-

nılır. İbnü’l-vakt olan kişi teslimiyet ve tevekkül

içerisindedir. “Lütfun da hoş, kahrın da hoş” di-

yen kişidir ibnü’l-vakt. Gam-ı ferdâyı bilmez, hâli

değerlendirir o. Her anı şuurlu yaşar, ne yapa-

cağını ve ne yapmayacağını bilir. Her şeyden öte

müsamahakârdır ibnü’l-vakt.

Bu anlamda Es-Seyyid Osman Hulûsî Efendi

(k.s)’ye ait aşağıda vereceğimiz manzûme, yaşa-

nılan anın en güzel şekilde değerlendirilmesi ge-

rektiğini ifade etmekte, “Dem bu demdir dem bu

demdir dem bu dem” nakaratıyla bu husus üze-

rinde ısrarla durmakta, dikkatleri bu yöne çek-

mek istemektedir:

1. Ömrünün ser-mâyesin verme yele

Geçdi fırsat bir dahi girmez ele

Ey gönül gel Hakk’ı zikr et aşk ile

Dem bu demdir dem bu demdir dem bu dem

Ömür, insanoğlunun sahip olduğu en önemli

sermayesi, en kıymetli hazinesidir. O halde fırsat

eldeyken; yani henüz yaşıyorken eldeki bu hazi-

ne yerli yerince kullanılmalıdır. Gönüller Cenâb-ı

Hakk’ın zikri ile meşgul olmalı, kalpler O’nun aşkı

ile yanıp tutuşmalıdır. Tüm bunlar için en uygun

vakit ise şu andır, yaşanılan şu zaman dilimidir.

2. Bu dem ile devr eder devr-i zamân

Bu dem ile zikr eder hep ins ü cân

Bu dem ile diyegör sen el-emân

Dem bu demdir dem bu demdir dem bu dem

Zamanın akıp gitmesiyle devirler değişmek-

te, tarih farklı dönemlere tanıklık etmektedir. Bir

saat sonrası, şu anda gelecek kabul edilmekte,

ancak an gelip de yaşanıldığında geçmiş namına

hesaba yazılmaktadır. İnsanların ve cinlerin Yüce

Yaratıcıyı tesbihleri, zaman denilen bu mefhum

içerisinde gerçekleşmektedir. Akıllara durgunluk

veren bu harikulade sistem karşısında söylenecek

tek söz vardır; o da “el-emân”dır. “Allah’a sığın-

dım.” demek, O’ndan emniyet dilemektir.

Kâinâtın Aslı Esası

3. Kâinâtın mâyesidir hep bu dem

İns ü cinnin gâyesidir hep bu dem

Âşıkın ser-mâyesidir hep bu dem

Dem bu demdir dem bu demdir dem bu dem

“Ömür, insanoğlunun sahip olduğu en önemli

sermayesi, en kıymetli hazinesidir. O halde

fırsat eldeyken; yani henüz yaşıyorken eldeki

bu hazine yerli yerince kullanılmalıdır.”

DEM BU

DEMDİR

Page 8: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

Aralık 201114 15

İnsanoğlu için en önemli zaman dilimi, içinde

yaşanılan şu andır. Kâinâtın aslı esası da şu an-

dır. Geçmişe takılıp kalmadan, gelecek endişesin-

den uzak yaşamak, yeryüzüne kulluk etmek üzere

gönderilen insan ve cinlerin ortak hedefi olmalı-

dır. Hak âşığının yegâne sermayesi içinde bulun-

duğu anı, Yüce Allah’ın emir ve yasakları çerçeve-

sinde yaşamaktır.

4. Evveli âhir olupdur hep bu dem

Bâtını zâhir olupdur hep bu dem

Gâibi hâzır olupdur hep bu dem

Dem bu demdir dem bu demdir dem bu dem

Bir zaman dilimini yaşamak, o anın başında

bulunmak, aslında söz konusu zamanın sonun-

da olmaktır, o zamanı sonlandırmaktır. Bir daki-

ka sonrası şu an bizler için gizli ve bilinmez iken,

o dakika yaşandıktan sonra her yönüyle açığa çık-

maktadır. Görünmeyenler, görünmekte, gizli hiç-

bir şey kalmamaktadır. Tüm bunlar işte şu anda,

şu vakitte gerçekleşmektedir.

5. Gülleri handân edendir hep bu dem

Bülbülü nâlân edendir hep bu dem

Âşıkı hayrân edendir hep bu dem

Dem bu demdir dem bu demdir dem bu dem

Yaşanılan şu andır ki gülleri güldürmekte, bül-

bülleri inletmektedir. Âşığı tüm bunlar karşısında

şaşkına çeviren işte bu andır, bu zamandır.

6. Devlet-i dünyâ vü mâ-fîhâ bu dem

İzzet-i dünyâ vü mâ-fîhâ bu dem

Lezzet-i dünyâ vü mâ-fîhâ bu dem

Dem bu demdir dem bu demdir dem bu dem

Dünya ve içindekilerin mutluluğu şu anda giz-

lidir. Dünya ve içinde yaşayanlara şeref ve izzet

kazandıran bu andır. Dünya ve onda bulunanla-

ra lezzetler sunan yine içinde yaşadığımız bu va-

kittir.

7. Bu dem ile dol Hulûsî dem olup

Bu demi âdemde bul âdem olup

Nefha-i Hakk’dır ana mahrem olup

Dem bu demdir dem bu demdir dem bu dem

Ey Hulûsi yaşadığın zamanın gereklerini yeri-

ne getir. O an, Yüce Yaratıcı neyi yapmanı istiyor-

sa, o şeyi en güzel hâliyle yapmaktır sana yakışan.

Zamanın gerçek anlamda hakkını veren insanları

bul; kâmil insanlardan ol. Cenâb-ı Hakk’ın insana

üflediği ruhun sırrına mahrem ol. Vakit bu vakit-

tir, zaman bu zaman, an yaşanılan bu andır.

SEN’İ SÖYLER…

Alın yazım, yolum, kazam; Sen’i söyler Sen’i Yâ Rab!..Ömre şahit her bir a’zam,Sen’i söyler Sen’i Yâ Rab!..

Ne ilmim var, ne nişânım;Derdim oldu can dermanım!.. Aklım, duygum, her iz’anım;Sen’i söyler Sen’i Yâ Rab!..

Nefsimdedir yakın, uzak;Ezel, ebet, menzil, durak!..Bu sönmeyen kutsal ocak;Sen’i söyler Sen’i Yâ Rab!..

Hava, ateş, toprak, suyum,Bir çilede yanar ‘nay’ım!..Rengim, şeklim, hâlim, huyum;Sen’i söyler Sen’i Yâ Rab!..

Sana ayân her ahvâlim;Dünüm, hâlim, istikbâlim!.. Şevkim, neşem, bu melâlim;Sen’i söyler Sen’i Yâ Rab!..

Aşkın ile sürsün adım;Sen’siz değil istidâdım!..Arş’a çıkan bu feryâdım,Sen’i söyler Sen’i Yâ Rab!..

Rıfat ARAZ

Dipnot *Yrd. Doç. Dr.

Page 9: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

17Aralık 201116

İlim ve Hayat Ali AKPINAR* Anne babamız, bi-

zim dünyaya gel-

memize vesîle

olan kişilerdir. Aslında anne-

baba, bir bütünün birbirini ta-

mamlayan iki parçasıdır. Biri

olmadan öteki olmaz. Anne ol-

mak için babaya ihtiyaç vardır,

baba olmak için anneye ihtiyaç

vardır. Ne baba olmadan anne

olunabilir, ne de anne olmadan

baba olunabilir. Bu yüzden dili-

mizde anne baba, valideyn keli-

mesinde bir araya getirilmiştir.

Yüce Rabbimiz, bir âyetinde

babaya ve evladına yemin ede-

rek babanın önemini vurgula-

mıştır. “Babaya ve çocuğuna

and olsun!”/ (Ve vâlidin ve mâ

veled.)1 Âyetteki baba ve çocu-

ğundan kasıt Hz. Âdem ve ço-

cuğu yahut Hz. İbrahim ve oğlu

yahut genel olarak baba ve çocu-

ğudur. Gerçekten de insan nesli-

nin devamı için baba da önem-

lidir, anne de, çocuk da.Yüce

Yaratıcı, yeryüzünde önce Âdem

babamızı yarattı. Zira baba, yö-

netici olacaktı, yöneticinin de

öncelik hakkı vardı. Bu, onun

anneden üstün olduğu anlamın-

da değildi. Zira haklar, sorum-

luluklara göre idi. Sorumluluğu

fazla olan, sorumluluğunu hak-

kıyla yerine getirirse, başkaları-

na göre daha fazla hak ve yetkiye

sahiptir. Nitekim Hz. Âdem’den

hemen sonra eşi ve insanlığın

annesi Hz. Havva yaratılmıştır.

Allah’ın Hakkından Sonra Anne Baba

Hakkı

Kur’ân-ı Kerim âyetleri, Yüce

Allah’ın hakkından bahsettikten

hemen sonra anne baba hakkın-

dan bahseder. Yüce Rabbimiz,

bizleri yaratandır; anne baba-

mız ise bizim dünyaya gelmemi-

ze aracılık eden kimselerdir.

“Rabbin yalnızca kendisine

kulluk ve ibadet etmenizi, ana-

babanıza da iyi davranmanızı

kesin bir şekilde emretti.

Anne babandan biri veya

her ikisi senin yanında yaş-

lanırsa, ‘Of’ bile deme, onları

azarlama, ikisine de güzel söz

söyle.

Onları esirgeyerek merha-

met kanatlarını üzerlerine ger

ve şöyle dua et: Rabbim! Kü-

çüklüğümde onlar beni nasıl

yetiştirmişlerse, şimdi de sen

onlara rahmet et.”2

“Biz, insana ana-babasına

iyi davranmasını tavsiye etmi-

şizdir. Çünkü anası, onu sıkın-

tılara katlanarak taşımıştır.

Sütten ayrılması da iki yıl içeri-

sinde olur. İşte bunun için, önce

bana şükret; sonra da ana-ba-

bana teşekkür et, diye öğüt ver-

mişizdir. Dönüş ancak banadır.

Eğer onlar seni, hakkında

bilgi sahibi olmadıkları bir ko-

nuda bana ortak koşmaya zor-

larlarsa, onlara itaat etme.

Dünyada onlarla iyi geçin.

Bana yönelenlerin yoluna uy.

Sonunda dönüşünüz ancak ba-

nadır. O zaman size yaptıkları-

nızı haber vereceğim.”3

“Biz, insana, ana ve babası-

na karşı iyi davranmasını tav-

siye etmişizdir. Eğer ana baba,

seni bir şeyi körü körüne Bana

ortak koşman için zorlarlarsa,

o zaman onlara itaat etme. Dö-

nüşünüz Banadır. Yaptıklarını-

zı size bildiririm.”4

Âyetlerde, Yüce Allah ken-

disine ibadet ve kulluk yapıl-

masını emrettikten hemen son-

ra, ana-babaya iyilik ve ihsanda

bulunmayı emretmektedir. Bu,

ana-baba hakkının Allah hak-

kından hemen sonra geldiğinin

ve ne kadar önemli olduğunun

açık göstergesidir.

Ana-Babamıza Öf Bile Dememeliyiz

Yine âyetlerin bize yüklediği

görev, ana-babamıza öf bile de-

mememiz, onları incitecek hiç-

bir söz ve davranışta bulunma-

mamız; onlara sevgi, saygı ve

ilgiyle yaklaşmamız ve en önem-

lisi onlara dua etmemizdir.

Onlar Allah’a şirk koşan

kimseler olsalar ve bizi de müş-

rik olmaya zorlasalar bile, on-

larla dünyada iyi geçinme-

miz emredilmiştir. Ancak böyle

bir durumda anne babaya ita-

at edilmez. Çünkü Allah’a is-

yan konusunda hiç kimseye ita-

at edilmez. İtaat ancak hakta ve

hayırdadır.

Allah’a ortak koşmak, nasıl

ki büyük günahların başında sa-

yılmışsa; anne babaya karşı gel-

mek, onları incitip üzmek de bü-

yük günahlardan sayılmıştır.

Peygamberimiz, anne ba-

baya karşı gelmeyi (ukûku’l-

vâlideyn) büyük günahlardan

ANNE BABANIN

RIZASI

Page 10: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

Aralık 201118 19

saymıştır.5 Bir hadislerinde de

Allah’ın rızasının anne babanın

rızasında olduğunu; Allah’ın

gazabının da anne babayı kız-

dırmakta olduğunu söylemiş-

tir.6

Hizmette Kusur Eden

Ana-baba hakkı, onlara saygı

ve ilgi duyma hakkında ise şöyle

buyurmuştur:

“Ana ve babasının ihtiyarlık

zamanlarında, bunlardan biri-

ne yahut ikisine yetişip de, bun-

lara gereken hürmet ve hizmette

bulunarak Cennet’i hak edeme-

yen kimsenin burnu yerlerde sü-

rünsün! (Bu ifadeyi üç kere tek-

rar etmişti.)”7

Savaşa katılmak için kendi-

sinden izin isteyen Muâviye b.

Cahime’ye, “Annen sağ mı?” diye

sormuş ve şöyle buyurmuştur:

“Sözlerime dikkat et! Annenin

ayağı dibinde otur. Çünkü cen-

net oradadır. Annenin yanın-

dan ayrılma, çünkü cennet onun

ayakları altındadır.”

Peygamberimize, insanlar

içerisinde kendisine iyi davran-

maya en lâyık olanın kim olduğu

sorulmuş, o cevabında üç kere

“Annen.” buyurmuş, dördüncü

soruluşta ise “Baban.” diye ce-

vap vermiştir.8 Buna göre an-

nelik, babalıktan üç adım önde-

dir. Çünkü babadan farklı olarak

anne, çocuğunu dokuz ay karnın-

da gezdirmiş, dayanılmaz acılar-

la onu doğurmuş ve onu emzir-

miştir. Çocuğun yetişmesinde

annenin ayrı bir yeri vardır. Biz-

ler, ana dilimizi öncelikle anne-

mizden öğreniriz, onunla ko-

nuşuruz ve onunla anlaşırız. Bu

sebeple annelik, insan yetiştirme

sanatıdır, anneler de bu sanatın

ustalarıdır. Bu yüzden ebevey-

nimize karşı sorumluluklarımız

büyüktür.

Hikâye olunur ki, bir ev-

lat hasta anasını sırtında taşı-

yarak ona hac görevini yaptır-

mış ve dönüp annesine, hakkını

ödeyebildim mi anne, diye sor-

muş, annesi şu cevabı vermiştir:

Ne gezer evladım. Sen beni sır-

tında taşıdın ama yorulunca, is-

tirahat ve ihtiyaçların için yere

indirdin. Bense seni dokuz ay,

kendimden hiç ayırmadan hep

karnımda taşıdım ve besledim.

Ben sana büyüyesin diye bakar-

dım. Sense bana çabuk öleyim

diye bakıyorsun!

Öyleyse her namazın sonun-

da okuduğumuz Rabbenâ dua-

sında “Rabbimiz, hesabın görü-

leceği günde bizi, anne babamızı

ve mü’minleri bağışla.”9 diye dua

ettiğimiz anne babamıza kar-

şı sorumluluklarımızın bilincin-

de olarak, vazifelerimizi yaparak,

onların gönlünü alarak duamızın

gereğini yerine getirelim. Onları

üzerek, onlara karşı gelerek du-

amıza ters düşmeyelim. Anala-

rı ağlatanlardan olmamaya, on-

ları senede birkaç gün değil her

zaman, hayatlarında ve ölümle-

rinden sonra bile hoşnut etmeye

gayret edelim. Anne baba hak-

kı ve sevgisi, onları huzur evleri-

ne mahkûm ettikten sonra orada

onları ziyaret emekle ödenmeye-

cek kadar büyük bir hak, engin

bir sevgi ve saygı selidir.

Kadının sokağa döküldüğü,

anneliğin aşağılandığı bir dün-

yada, insan yetiştirme üstadları

olan annelerimize ve onlar kadar

hakları olan babalarımıza kar-

şı sorumluluklarımızı yerine ge-

tirelim. Anne babanın rızasıyla

Rabbin rızasını kazanmaya gay-

ret edelim.

1 90/Beled, 3.2 17/İsrâ, 23-24.3 31/Lokmân, 14-15.4 29/Ankebût, 8.5 Buhârî, Müslim.

6 Tirmizî.7 Müslim, Ahmed.8 Buhârî, Müslim.9 14/ İbrahim 41.

Dipnot *Prof. Dr.

YURT TUTTUĞUMUZ KALPLER

Ben senin kalbini yâr; yurt edindim diyorsun Bayrağını öyleyse, dik kalbimin burcuna Dalgalansın bayrağın, gönderinden düşmesin Uğramasın kırk başlı, eşkıyalar kastına Kırk bir kere maşallah çıkıversin dillerden Sevdamıza tat gelsin yedi veren güllerden Katık olsun sözlerin sevdamızın harcına

Bende senin kalbini, özge diye yurt tuttum Otağında kışladım yıllarca leyl ü nehâr Efsunlandım gözüne, naif çıkan sesine Söylediğin türküler oldu bana nevbahâr Yaşadığım günlerin şeydâsına râzıyım Şeydâ sesli sevdanın avâzıyım, sazıyım Rüyâmıza düşmesin kara kışla, sonbahar

Sen benim kalbimi yâr; bende senin kalbini Yurt tutmuşuz maralım, ötesini arama Güneş gibi üstüme gökçe günler doğdurdun Umarınla ondurdun, çare oldun yarama Çatar gibi silahlar, şimdi güller çatarım Aşkımızın demine, yeni demler katarım Canım kurban olsun hey! Saçı gümrah karama

Dil vur çıkalım haydi, yücesine dağların Külünklerle dağlarda kayaları delelim Düşmediği yağmurun sahralarda susuzca Çektiğini âşığın yaşayarak bilelim Gönle yükleyip aşkı, arındırıp nefisten Sabırlara bürünüp, ses verelim kafesten Gerekirse aşk için, aşk yolunda ölelim

Celalettin KURT

Page 11: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

21Aralık 201120

Bu ülkenin bütün şehirlerinde o şeh-

rin sembolü olmuş, o şehri hima-

yesine almış, hizmetiyle, bilgisiyle,

itibarıyla o şehrin kandili daha nice insanlarımız

vardır. Bizim topraklarımız ve bizim bayrağımız

hep bu mübarek insanların bize kazandırdıkla-

rıyla güçlenip geleceğe daha bir güven ve huzur

içerisinde yürümemizi sağlayacaktır... Bunlar sı-

ğınılan vefa limanlarıdır… Bunlar, Arif Nihat’ın

diliyle, “Barışın güvercini, savaşın kartalı” misali

bizim gönül bayrağımızdır… Bunlar şehirlerin sa-

dece sembolü değil aynı zamanda armasıdır, ko-

ruyucularıdır. Işık verici yol göstericileridir. Yeni

nesil, geçmiş neslin bu burç isimleriyle varlık se-

bebini kavrar ve yaşama bilincini geliştirir. Onlar

birer canlı öğüttür, aynı zamanda şehrin hafıza-

sı ve temsil ettikleri şehirde yaşayan neslin idra-

kidir…

Ne var ki, şehirlerimizde yaşayanların önem-

li bir kısmı bu tür insan kalitesinin farkında mı,

diye bir sızımız vardır yüreğimizde.

Şehrin Manevî Hamurunun Şekillenmesi

Burada meseleyi biraz özelleştirip Konya ve

Mevlânâ ilişkisine getirmek istiyorum. Her şeh-

rin büyüğü o şehrin şahsiyet tapusudur. Ancak

bir Mevlânâ’mız var ki, o sadece Konya’nın değil,

Türkiye’nin şahsiyet tapusu durumuna gelmiştir.

Mevlânâ’nın Konya’ya katkısının üzerinde du-

rurken çok önemli bir hususu dikkatinize arz et-

mek isteyeceğim: Bugün yurt dışından sadece

Mevlânâ için Konya’ya gelen çok sayıda Batılı ay-

dın vardır. Bunlar, Mevlânâ’sız Konya’nın düşü-

nülemeyeceğini söylerler. Bu ifade, Konya’nın

sosyal kimliğini ve manevî hamurunu şekillen-

diren bir önemli dikkat noktasıdır. Mevlânâ’yı

Konya’dan çıkarınız, mesela, Kayseri gibi bir şeh-

re dönüşür. Hatta Kayseri’nin de gerisinde ka-

labilir. Çünkü Kayseri’deki Mevlânâ’nın ruha-

niyetinin izlerini daha etkin bir şekilde görmek

mümkündür: Bu şehirdeki dört üniversitenin

üçünü Kayserili kurdu, ilk devlet üniversitesinin

fizikî kapasitesinin yüzde 75’ini de yine aynı şeh-

rin hayırseverleri sağladı. İlköğretim ve lise bi-

nalarının yüzde 90’ını yine bu hayır elleri inşa ve

ihya etti. Konya’da Mevlânâ’ya rağmen, böyle bir

etkinlikten söz etmek güçtür. Manevî mirası açı-

sından bakarsanız Konya’nın Mevlânâ ile öne çı-

kışı, bu tür hayır kurumlarından daha etkindir.

Hayır kurumları şehrin talebine cevap verir ve

yerel değer olarak kalır, Mevlânâ ise, toplumun

manevî talebine cevap veriyor ve millîleşmenin

ötesinde evrenselleşiyor. Konya’nın şansı işte bu-

dur!

Sahiplenme Duygusu

Konya’yı ve yukarıda sözünü ettiğimiz birçok

şehrimizi böylesi manevî bir imtiyazla koruyup

kurtarırken, o şehirler bu insanlarla yücelirken,

şehirli giderek bir vefa erozyonuna uğruyor ol-

malı ki, bugün böyle bir sahiplenme duygusun-

dan uzaklaşmaya başladık. Şehirleri ihya eden,

zenginleştiren, geliştiren, büyüten insanlarla, şe-

hirleri yağmalayan, parçalayan, dağıtan, tüketen

insanlar arasında seçimini sağlıklı yapamayan

şehirli, sürüklendiği bu korkunç badireden na-

sıl kurtulacaktır? Aslında, şehirlerin gelecek için

ciddi problemleri bunlar olmalıdır. Çünkü bu ve-

fasızlık yüzünden şehirler, imtiyazlı olmaktan sı-

radan olmaya doğru bir çöküşün hezimetiyle yüz

yüze kalma tehdidine doğru çekilmektedir… Çok

katlı binalarla, belki de geniş yeşil alanlarıyla bo-

yanmış, süslenmiş, aydınlatılmış şehirler yapar-

sınız ama ruhu öldürülmüşse, bu şehirler kadav-

radan başka neye benzetilebilir ki?

“Bugün yurt dışından sadece Mevlânâ için Konya’ya gelen çok sayıda Batılı aydın

vardır. Bunlar, Mevlânâ’sız Konya’nın düşünülemeyeceğini söylerler. Bu ifade, Konya’nın

sosyal kimliğini ve manevî hamurunu şekillendiren bir önemli dikkat noktasıdır.”

Kandİlİ

Şehir ve İnsan Muhsin İlyas SUBAŞI

Page 12: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

23Aralık 201122

Güzel İsimler Ramazan ALTINTAŞ*

Hâfız”, görüp-gözeten, unutmayı

ortadan kaldıran, hiçbir şeyi un-

utmayan, bir şeyi telef ve kaybol-

maktan koruyan, her şeyi ilminde tutan, bir şeye

müvekkel olan (yerine getirmeyi üzerine alan)

kimseye denir.1

Allah’ın koruduğu, hiçbir zaman kaybolmaz.

Yüce Allah’ın en güzel isimlerinden birisi olan

el-Hâfiz, kendisinden hiçbir şey gizli kalmayan,

kullarının bütün yaptıklarını saklayan, kudreti-

yle yeri ve göğü belirlenmiş süreye kadar yok ol-

maktan muhâfaza eden mânâlarını taşır. O’nun

kâinatı dengede tutması da bir koruma biçimi-

dir. Nitekim şu âyetlerde bu hususa işaret edil-

ir: “Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri, yok olup git-

mesinler diye (kurduğu düzende) tutuyor.”2

“Gökleri ve yeri koruyup gözetmek ona güç gel-

mez. O, yücedir, büyüktür.”3

Yüce Allah kullarına ait; hayır ve şer, gizli ve

açık, büyük ve küçük bütün fiilleri saklar. Her şey

ilâhî yazılımda kayıtlıdır. O’ndan hiçbir şey kay-

bolmaz. Herkesin yaptığı korunur, kaydedilir.

Kıyamet günü, herkese yaptığının karşılığı tam

olarak verilir, ödenir.4 O gün, bütün depolanan

bilgiler açılır. Herkes günah ve sevap, iyi ve kötü

ne yaptıysa hepsini karşısında bulur:

“Kitap ortaya konur. Suçluları, kitabın

içindekilerden korkuya kapılmış görürsün. ‘Ey-

vah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük

hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!’

derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında

bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.”5

“Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse

onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre

ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını

görecektir.”6 İnsan bütün bu uyarılardan ibret

almalı ve intibaha gelmelidir. Beklenen o gün gel-

meden hazırlığını yapmalı ve hayatını Allah’ın

çizdiği istikamette yaşamalıdır.

Yüce Allah’ın Koruması İki Türlüdür

1. Umumi koruma: Bütün yaratılmışlar üzer-

inde hıfz ve ilim sahibi olan Allah’ın koruması

geneldir. Onların yapısını, gidecekleri istikame-

ti ve kendileri için yararlı olan şeylerin tümünü

korur. “Şüphesiz Rabbim, her şeyi koruyup göze-

tendir.”7 Varlığın hayatını idame ettirmesi için

gerekli bütün materyalleri yaratır. Bu bağlamda

Allah (c.c), her varlığın hayatını sürdürmesinde

muhtaç olduğu hava, su, ateş ve toprağı müşterek

menfaat için yaratarak korumuştur.

2. Özel Koruma: Allah, kendisine hakkıyla ita-

at ve kulluk eden veli ve sâlih kullarını muhâfaza

eder. Onların dünya menfaatlerini koruduğu gibi,

bedenini, ehlini, çocuklarını ve malını da korur.

Bunu farklı şekilleri sebep kılarak gerçekleştirir.

Bilindiği gibi Yüce Allah’ın herhangi bir

Müslüman’ı, darda kaldığı ve sıkıntıya düştüğü

zaman harikulade bir şekilde korumasına meûnet

denir. Ayrıca, insanın yaptığı amelleri kayıtlara

geçiren hafaza melekleri vardır. Bunlara “Kirâ-

men kâtibîn/Şerefli yazıcılar” da denir. Kur’an’da

bunlardan bahsedilir: “Oysa yaptıklarınızı bilen,

değerli yazıcılar sizi gözetlemektedirler.”8

Öte yandan, insanın yapıp-ettiklerini koru-

ma altına alan meleklerden ayrı olarak, bizzat

mü’minleri koruma işini üslenen koruyucu ‘hafa-

za’ melekleri de vardır. Bu melekler, sürekli insa-

na iyiliği telkin ederler, onu gelebilecek her tür-

lü helâk ve kötü tuzaklardan korumak için büyük

çaba sarf ederler. Kur’an’da bu özel görevli me-

leklerden şöyle söz edilir:

“İnsanı önünden ve ardından takip eden me-

lekler vardır. Allah’ın emriyle onu korurlar.”9

“O, kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sa-

hibidir. Üzerinize de koruyucu melekler gönder-

ir.”10

Her şeyİ İlmİnde tutan, koruyan ve muhâfaza eden:

El-HÂFIZ“Bilindiği gibi Yüce Allah’ın herhangi bir Müslüman’ı, darda kaldığı ve sıkıntıya

düştüğü zaman harikulade bir şekilde korumasına meûnet denir. Ayrıca,

insanın yaptığı amelleri kayıtlara geçiren hafaza melekleri vardır.”

Page 13: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

ADAM GİBİ ADAM OL Yaptığın her işini, yap O Allah adına Sakın ola meyletme, içki, kumar, kadına Darda kalan her kimse, koş onun imdâdına Kim denize düşmüşse, tutunacak ol bir dal.

Korumamız gerekli, aileyi ve evi Her şeyler allak bullak, ne set kaldı ne yivi Yaratan’a teşekkür, bu bir kulluk görevi İmanın gereği bu, beş vaktini durma kıl.

Nice beyler, paşalar, ecel şerbetin içti Dünyaya hükmederken, işte onlarda göçtü Yarın yarın diyerek, nice yarınlar geçti Bu gün dünün yarını, kıymetini iyi bil.

O yaralı sîneni, gece gündüz dağla da N’olur güzel gözlerin, haramlara bağla da Yeri geldiği zaman, Allah için ağla da Gayrisine ağlama, iki cihanda da gül.

Gönül gönül değilse, Gönül seni neylesin Demek ki değişmedin, dünden beri böylesin Örnek alsın kendine, herkes gıpta eylesin Öyle güzel yaşa ki, “ADAM GİBİ ADAM OL”…

Hanifi KARA

25Aralık 201124

İnsanı korumakla görevlendirilmiş olan me-

lekler, sadece can, mal güvenliğini ilgilendiren

dünyevî konularda değil, aynı zamanda kişinin

din ve imanını inkâra götürebilecek mânevî ko-

nularda da aktif görev üslenirler. Özellikle, in-

san ve cin şeytanlarının telkin ve yönlendirmel-

erinden kaynaklanan; şek, şüphe, fitne, şehvet

gibi kötülüklerden korurlar. Nasıl ki, dışarıdan,

iştahımızı çeken ve arzu ettiğimiz bir şey görünse,

ihtiyarımız ve isteğimiz olmaksızın zorunlu olarak

biz onu arzu ederiz ve (içimizden uyanan doğal bir

meyil ile) ona doğru hareket ederiz. Tıpkı bunun

gibi, kendisinden kaçtığımız bir şey bize dışarıdan

ulaşsa, zorunlu olarak hoşnutsuzluk duyar ve on-

dan kaçarız. Bu böyle olduğuna göre, demek ki, ir-

ademiz dışarıdan belli şeylerle kayıtlı ve bağlıdır.

“Önünden ve ardından insanoğlunu takip eden-

ler vardır. Allah’ın emri ile onu muhâfaza eder-

ler” âyetinden anlaşıldığına göre, iç tesirlerle dış

âmiller (burada melekler) insan iradesini birlik-

te yönlendirirler.11 Eğer insan, iyiliği ilham eden

meleklerin bu yönlendirmesini hissedebilirse,

hayatında doğru kararlar verebilir. İşte İslam

itikadında ‘kader’ bu iç ve dış amillerin müşterek

terkibidir.

Zıtlıkların Ahengi

El-Hâfız ism-i celîli ile muttasıf bulunan Alla-

hu Teâlâ, zıtlıkların ahengini sağlayacak imkân-

lar yaratmıştır. Varlık düzleminde, birbirine ter-

kip ve öz yapılar itibariyle aykırı düşen bu hallerin

âhenk içinde bulunup birbirlerini yok etmemesi

için gereken sebepler de var kılınmıştır. Bu se-

bepler arasında ateş ve su, hastalık ve ilaç, zehir

ve panzehir gibi farklılıklar bazen tabiatta, bazen

de insanın bedeninde birlikte bulunurlar. Âlemde

her bir varlığa kendisini muhâfaza edecek enstrü-

manlar birlikte verilmiştir. Bakmasını ve görme-

sini bilenler için Allah’ın el-Hâfız isminin tecellî-

si her yerdedir. Kaldı ki, Allah’ın el-Hâfız isminin

tecellîgâhı sadece insan değildir; bitkilerden hay-

vanlara varıncaya kadar bütün yaratıklardır.

Meselâ, Allah bir bitkinin ya da meyvenin özünü

korumak için dış kabuğu, tazeliğini korumak için

rutûbeti yaratmıştır. Sadece kabukla korunması

mümkün olamayan meyveler için silah olarak

dikenlerini yaratmıştır. Düşmanlarına karşı

yılanın kendisini koruması için zehrini, aslanın

kendisini koruması için pençesini yaratması gibi...

Allah’ın yarattığı bütün varlıkların bir koruyucu

sebebi vardır. Öyle ki, gökten rahmet olsun diye

yere düşen bir yağmur damlasının bile bir ko-

ruyucusu vardır. Bu basîret ehline keşfedebildiği

bir olaydır.12

Özetle, Yüce Allah’ın el-Hâfız ism-i şerîfinden

hissesini alan her mü’min, Allah’ın bakışına ma-

hal olan kalbini, O’nu anmaktan alıkoyacak

her türlü kötülükten ve mânevî hastalıklardan

korur. İnsan, el-Hâfız ismiyle rabbini tanıyabilir;

Allah’ın çizdiği hudutları çiğnemez, korur; hem

Allah’ın ve hem de mahlûkatın hak ve hukuku-

nu muhâfaza eder. Rabbinin emrettiklerini haya-

ta geçirir, yasaklarından da şiddetle kaçınır. Böy-

lece hem dinini, hem insanlığını, hem ırzını, hem

şerefini ve hem de haysiyetini korur.

Yüce Allah cümlemizi el-Hâfız ismi şerifiyle

muhâfaza etsin!...

1 El-Isfehânî, el-Müfredât, s. 178.2 35/Fâtır, 41.3 2/Bakara, 255.4 Bkz. 9/Tevbe, 95; 32/Secde, 17; 46/Ahkâf, 17.5 18/Kehf, 49.6 99/Zilzâl, 7-8.7 11/Hûd, 57.8 82/İnfitâr, 10-12.9 13/Ra’d, 11.10 6/En’âm, 61.11 İbn Rüşd, Menâhicü’l-Edille, (çev. S. Uludağ), İstanbul, 1985, s. 328–329.12 Gazalî, Kitâbu’l-Esnâ, s. 80-81.

* Prof. Dr.

Dipnot

Page 14: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

27Aralık 201126

Sûfi PerspektifKadir ÖZKÖSE*

İnsan yeryüzündeki var-

lığı ile hem fizikî hem

de rûhî yapıya sahip bir

varlıktır.1 Ancak insanın yapı-

sındaki temel ve belirleyici un-

sur, fizikî yapısından ziyade

rûhî yönüdür.2 Zira insan ruhu

nefs, kalb ve akıl gibi güçlü ye-

teneklere sahiptir.3 Ruhun kav-

rama ve düşünme boyutu akıl;

bedeni yönetme hâli nefs; sez-

gisel aydınlanma boyutu da

kalp kavramıyla ifade edilir.

Lügatte, bir şeyi bir yönden

öteki yöne çevirmek anlamına

gelen kalb kelimesi, çeşitli kul-

lanım biçimleriyle Kur’ân’da

132 kez geçer.4 Türkçede gönül

anlamında kullanılan, bu keli-

me genelde iki mânâ taşır. Bi-

rincisi, bedendeki yeri ve işle-

vi belli olan, anotomi ilminin

alanına giren kalptir. İkinci-

si de gözle görül meyen, insa-

nın mânevî âleminin merkezini

oluşturan ve onun anlama kay-

nağı olan kalptir. Bu kalp, in-

sanın bütün âzâlarını, maddî-

mânevî varlığını sevk ve i dare

eden öz benliğidir. İnsanı, ilâhî

âyetleri ve diğer hakîkatle ri an-

lamaya muktedir kılan bu ye-

tenektir. Bundan dolayı gözün

bakışına “basar”, kalbin bakışı-

na da “basîret” denmiştir.

Hakîkati Yakalayan Eriş ve Seziş Kudreti

Kur’ân’da kalb, insanın öz

benliği, hakîkati yakalayan eriş

ve seziş kudreti olarak tanım-

lanır.5 O, kavrayıcı ve geliştiri-

ci bir şuur, varlık ve oluşun dü-

ğümlendiği bir sırdır. Kur’ân,

bu kud reti yitirenlerin hakîkati

anlayamayacaklarını, gerçeği

görmeyi engelleyen körlüğün,

gözlerin körlüğü değil, kalple-

rin körlüğü olduğunu dile geti-

rir.6

İnsanın kavrama yeteneği

diyebileceğimiz kalbin görevini

tam olarak yapabilmesi, onun

her bakımdan sağlıklı olması-

na bağlıdır. Hasta kalb gerçek

görevini tam ve doğru olarak

yapa maz. Kur’ân’ın belirtti-

ğine göre kalbe musallat olan

en önemli hastalıklar; nifak ve

riyakârlık7; rics, yani iğrençlik,

pislik, sefihlik ve şeytan fitne-

sine yataklık8; zeyğ, yani denge

noktasından sapmak9; inkâr ve

kibir10 gibi durumlardır.

Kur’ân, insanın ilâhî huzu-

ra selîm bir kalple gelmesini is-

ter.11 Kalbe bu vasfı kazandıran

temel değer, kişinin doğru ima-

nıdır. Kalb-i selîm; inkâr, şirk

ve isyandan uzak kalan, evlât ve

mal fitnesinden arınan, imânî

ve ahlâkî noksanlarını gide-

ren, kendisinde hiçbir kötülük

bulunmayan kalp demektir.12

Selîm kalbe geçişin basama-

ğını ise münîb kalb oluşturur.

Münîb kalb; Allah’a yönelen,

O’nu her zaman hatırda tutan

ve her durumda Allah’a saygı

duyan kalbdir.13 Kur’ân’ın gaye-

si, insana selîm bir kalp kazan-

dırmaktır. Çünkü böyle bir kal-

bin olmadığı benlikte, İslâm,

sadece sözde kalan kuru bir id-

dia olur. İşte bunun için Al-

lah (c.c.) Kur’ân’ın gafletle de-

ğil dikkatle ve açık bir zihinle

okunması ve kalbin Kur’ân’la

diri tutulması gerektiğine dik-

katimizi çekmektedir.14

Korkmayan Gönülden Duyarlı

Kalbe

Kasvetli kalbden selim kal-

be, korkmayan gönülden duyar-

lı kalbe, ölü kalblerden diri gö-

nüllere, gaflet içerisinde ömür

tüketen kalblerden zikirle diri-

liş sağlayan kalblere dikkatimi-

zi çeken Mevlânâ, Mesnevî’nin

ilk hikâyesinde gönül sarayı-

nı yabancılardan ve her tür-

lü havâtırdan temizlemeye da-

“Kalb temizliğinin en önemli göstergesi kalbi kırık olmaktır.

Kalbi kırık olanlar haddini bilenler, kendi gerçekliğini görenler,

tevâzu ve alçakgönüllü şahsiyetlerdir. Allah’ın fazlı ve lutfu

kalbi kırık kişilere inzâl olacaktır.”MEVLÂNÂ’NIN

SARAYINI İNŞÂYA DAVETİ

GÖNÜL

Sule

jman

MU

RATO

VİÇ

Page 15: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

Aralık 201128 29

vet eder.15 Kalb hastalıklarını

dikene benzeten Mevlânâ, aya-

ğa batan dikeni çıkarmadan ra-

hat edilemeyeceği gibi gönülde-

ki dikeni çıkarmadan, yani kalbi

hastalıklardan korumadan da

huzur bulunamayacağını dile

getirir.16

Mesnevî’nin takip eden be-

yitlerinde insan kalbini ambara,

sıdk ve ihlâsı buğdaya ve şeyta-

nı da fareye benzeten Mevlânâ,

şeytanın tesir halkasından kur-

tuldukça gönül ambarında iba-

det hazinesinin barınabileceğini

söyler. Gönül ambarının deliği

vesvesedir. Delikler kapanma-

dan buğdayın birikmesi düşü-

nülemez.

Sâlih amellerden müteşek-

kil maneviyat buğdayını gönül

ambarında biriktirmeye davet

eden Mevlânâ, bir başka benzet-

meyle insan vücudunu ve sâlih

amelleri çakmak taşına, gön-

lü fitile, sâlih amellerden hâsıl

olan nûrâniyeti kıvılcıma ben-

zetmektedir. İnsanın gönül fitili

ne zaman sâlih amel kıvılcımla-

rını husule getirirse karanlıklar

giderilecek ve aydınlık hâsıl ola-

caktır.17

Kalb temizliğinin en önemli

göstergesi kalbi kırık olmaktır.

Kalbi kırık olanlar haddini bi-

lenler, kendi gerçekliğini gören-

ler, tevâzu ve alçakgönüllü şah-

siyetlerdir. Allah’ın fazlı ve lutfu

kalbi kırık kişilere inzâl olacak-

tır. Akıl sahibine Allah’a giden

doğru yolu gösterir ama Allah

katına yükseliş ancak kırık gö-

nülle sağlanır.18 Kırık gönüller

hak ve hakîkate ermenin yolunu

aşk olarak görürler. Aşka girif-

tar olan gönüller her türlü kay-

gıdan azade olurlar, Hak ile ün-

siyet kesbederler. Muhabbet ve

aşktan yanmış bir âşık hakkında

konuşulurken “kalbi tutuşmuş”

denir.19

Basar, basîret ve firâset bo-

yutuyla idrak derinliğinden bah-

seden Mevlânâ bizleri baş gö-

zünün ötesinde gönül gözünü

görür kılmaya davet etmektedir.

İnsan gözünün sağlıklı oluşu ve

göz nurunun yerinde olması sa-

yesinde görme melekesini ger-

çekleştirir. Gördüklerimizin bir

anlama dönüşmesi ise nûr-ı dil,

yani gönül nuru sayesinde olur.

Gördüklerimizin bir anlam ka-

zanması, insandaki zihinsel nur-

la gerçekleşir. Nûr-ı dil, bir şeyi

anlamlı kılma ve düşünme yete-

neğidir. Buna göre göz nurunun

nuru, nûr-ı dildir.20

Selim Bir Kalb İle

Gönül, tasavvufî hayatın

merkezini teşkil eden mefhum-

lardandır. Bütün içsel faali-

yetler gönülde meydana gelir.

Kur’ân-ı Kerim’e göre, Kıyamet

günü Allah’ın huzuruna, “Selim

bir kalb ile gelenler, müstesnâ

bir yere sahip’tirler.”21 Yine

Kur’ân’da, Hz. Musa, “Rabbim

göğsümü aç!”22 diye dua etti-

ği halde; Hz. Peygamber (s.a.v)

“Senin göğsünü açmadık mı?”23

hitabına mazhar olmuştur.

Yûnus Emre’nin ilâhîlerinde be-

lirttiği üzere gönül, Allah ile bili-

şir ve buluşur. Bu cihetle gönül,

Kâbe’dir.

Gönül inciten, kalb kıran ger-

çekte Allah’ı incitmiştir. Gönül

yıkanın namazı da yoktur. Kılsa

bile kabul edilmez. Gönül yap-

mak, hacca git mekle beraberdir.

Hatta hacdan da üstündür.

Yûnus Emre dir hoca gerekse

var bin hacca

Hepisinden iyice bir gönüle

girmekdür.24

Mukaddes, harem ve müba-

rek olan Kâbe, zâhiren beytul-

lah, bâtinen gönül anlamında

bir mefhum olmaktadır.

Beytullah, İbrahim Peygam-

ber tarafından yapıldığı hal-

de, gönül, Cenâb-ı Hakk’ın

nazargâhı ve seyrangâhıdır.

Yere ve göklere sığmayan Allah,

mü’min kulun kalbine sığmıştır.

Beyitlerde Kâbe kavramı, zatî

tecellî mahalli olmaktadır.

Gönül mi yığ Ka’be mi yig eyit

bana ‘aklı iren

Gönül yigdür zîrâ ki Hak gö-

nülde tutar turagı.25

Yunus bir başka şiirinde,

mücerret ge nişliği ve madde

ötesi âlemleri de kaplaması se-

bebiyle gönlü “Arş”a ben zetir.

Rahman’ın istîlâ ettiği geniş

‘Arş’tan kasıt da, kâmil insanın

gönlüdür:

Cân gözi anı gördi dil andan

haber virdi

Cân içinde oturmış gönlümi

‘Arş eyledi. 26

Gönül, on iki hücreli yedi

dervaze/pencereli, iki dilberli

bir sa raydır. İçinde şah oturur.

Fakat gönül paslı olursa, için-

deki sultan gö rülmez. Gönlün

saraya benzetilmesi, sevilenin

saraya lâyık olmasındandır. Gö-

nül, Çalab’ın tahtıdır. Sultan bu-

rada otu rup Kaf’tan Kaf’a hük-

meder. Gönlün saraya ve tahta

benzetilmesi, se vilenin padişah

olarak düşünülmesindendir:

Gönül Çalab’un tahtı gönüle

Çalap bahtı

İki cihan bed-bahtı kim gönül

yıkarısa

Gönül oturur tahta hükmider

Kaftan Kafa

Nefis durmış ırakda meyli ‘iş-

ret içinde.27

“Su ile gönül yunmaz” diyen

Yûnus, gönül temizliğinin “vah-

det yolundan yürümekle” müm-

kün olacağını belirtir. Şaire göre

gönül, “iç ben”den başka bir şey

değildir. İç ben, hakikî mâbûda

ula şınca, eşyanın sırlan açılır. 28

Bâyezîd-i Bistâmî Allah’a ka-

vuşturacak ameli; Hak dostla-

rına hürmet ve muhabbet bes-

lemek, onların kalbine girmeye

ve gönüllerini elde etmeye ça-

lışmak olarak nitelemektedir.29

Konu ile ilgili olarak ariflerden

biri şu mısraı dile getirmiştir:

Cennet Hakk’ın bahçesidir, ârif

onun bağbânı,

Bağbânla bilişi gör, tâ giresin

bağçesine.

Allah’ın bahçesi olan cenne-

te girmek için oranın bahçıvanı

olan âriflerle bilişmek ve onlara

muhabbet beslemek gerekmek-

tedir.30

Özetle gönül kirden ve süs-

ten temizlenirse, Hak güneşinin

nuru orada parıldar.31 Duyarlı

mü’mine düşen gönül aynasının

pasını temizlemek ve gönül ay-

nasını cilalamaktır.32 Her şeyin

bir cilası vardır. Kalblerin cilası

ise zikrullahtır.33

1 15/Hicr, 26, 28, 332 32/Secde, 93 El-İsfehanî, Mufredât, s. 681; İbn Manzur, Lisânu’l-

Arab, c. I, s. 685.4 Abdülbâkî, el-Mu’cemu’l-Mufehres, s. 549-551.5 50/Kâf, 33, 376 22/Hacc, 467 2/Bakara, 10; 5/Mâide, 32; 8/Enfâl, 49; 24/Nûr, 50;

33/Ahzâb, 12, 328 9/Tevbe, 125; 22/Hacc, 539 3/Âl-i İmrân, 7; 61/Saff, 510 23/Mü’minûn, 3511 26/Şu’arâ, 89; 37/Saffât, 8412 İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, c. V, s .191;

Zemahşerî, el-Keşşâf, c. III, s.118.13 50/Kâff, 3314 Kur’an’ın kalbe yüklediği anlam konusunda detay-

lı bilgi için bkz. Yıldız, Kur’ân Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, s.75-78.

15 Mevlânâ, Mesnevî, c. I, b. 150.16 Mevlânâ, Mesnevî, c. I, b. 158.17 Mevlânâ, Mesnevî, c. I, b. 385-386.18 Mevlânâ, Mesnevî, c. I, b. 530-533.19 Mevlânâ, Mesnevî, c. I, b. 534.20 Mevlânâ, Mesnevî, c. I, b. 1126.21 26/Şuarâ, 8922 20/Tâhâ, 5523 94/İn şirâh, 124 Yunus Emre, Dîvân, c. I, s. 320.25 Yunus Emre, Dîvân, c. I, s. 323-324.26 Yunus Emre, Dîvân, c. I, s. 324.27 Yunus Emre, Dîvân, c. I, s. 328.28 Yunus Emre, Dîvân, c. I, s. 323.29 Ankaravî, Şerhu’l-Mesnevî, c. I, s. 51130 Tâhiru’l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî, c. IV, s. 1265-

1266.31 Mevlânâ, Mesnevî-i Şerîf Nahifî Tercümesi, s. 69.32 Mevlânâ, Şerh-i Mesnevî, c. I, s. 89. 33 Mevlânâ, Şerh-i Mesnevî, c. I, s. 89.

*Prof. Dr.

Dipnot

“Kalb temizliğinin en önemli

göstergesi kalbi kırık olmaktır.

Kalbi kırık olanlar haddini

bilenler, kendi gerçekliğini

görenler, tevâzu ve alçakgönüllü

şahsiyetlerdir. Allah’ın fazlı ve

lutfu kalbi kırık kişilere inzâl

olacaktır. Akıl sahibine Allah’a

giden doğru yolu gösterir ama

Allah katına yükseliş ancak kırık

gönülle sağlanır.”

Page 16: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

31Aralık 201130

Kâbe’nin etrafını kuşatan boş alan

Mescid-i Harâm olarak adlandırıl-

mıştır. İslâm’ın ilk mescitlerinden

kabul edilen bu boş mekân Cahiliye döneminde

de insanlar tarafından ibadet (tavaf) maksatlı kul-

lanılmaktaydı. Mescid-i Harâm’ın çevresi öncele-

ri her taraftan evler ile sarılı vaziyetteydi. İbadet

için gelenler mescidi kuşatan evlerin arasında bu-

lunan kapılardan girebiliyorlardı. Hz. Ömer’in hi-

lafeti esnasında (17/638) mescidin kapasitesinin

sürekli artan cemaat için yeterli olmamasından

dolayı mescidin civarında yer alan evler, istimlâk

edilmek suretiyle yıktırılıp bu kısımlar mescide

dâhil edildi ve Mescit genişletildikten sonra etra-

fına kısa bir duvar örüldü ve bu duvarların üzeri-

ne aydınlatmak maksadıyla çırağlar yerleştirildi.

Yapılan bu genişletme Hz. Osman’ın hilafeti-

ne kadar yeterli oldu, fakat devamlı artan cemaa-

te karşı bu genişletme de kâfi gelmedi. Bu defa da

Hz. Osman civar evleri istimlâk ettirdi ve bunla-

rı yıktırarak, Mescid-i Harâm’ı daha da genişletti.

Abdullah b. Zübeyr, Kâbe’yi yeniden inşa ederken

Mescid-i Harâm’ı da genişletti. Bu arada mescide

tavan yapıldığı belirtilmekle birlikte mescidin ta-

mamına mı yoksa bir kısmına mı yapıldığı bilin-

memektedir. Müteakiben Abdülmelik b. Mervân

döneminde mescit genişletilmeyip, sadece tamir

ettirildi ve mescidin duvarları yükseltildi. İlk defa

yerleştirilen mermer sütunların çektiği tavan ise

sac ağacından yaptırıldı.

Abdülmelik b. Mervân’ın bu tamiratı sonrasın-

da mescit, kısa bir süre içerisinde tahrip oldu. Bu-

nun üzerine halefi Velid b. Abdülmelik yeniden

bir restorasyonda bulundu ve bu çalışmada mes-

cide mermer sütunlar üzerine tek kemer yaptırıp

Hİcâz Notları IX:

Mescİd-İ HarâM

bunların üstüne sâc ağacından tezyinatlı bir tavan

inşa ettirdi. Sütun başlıklarını altın levhalar ile

kaplattı, mescidin zeminine mermer döşetti, ke-

merleri ise mozaikler ile süsletti. Böylece Mescid-i

Harâm’ın tamirlerinde ilk mozaik kullanan Velid

b. Abdülmelik oldu.

Mescid-i Haram’ın Genişletilmesi

Süleyman b. Abdülmelik (96-99/715-717), ha-

lifeliğinde Mekke valisi Halid b. Abdullah el-

Kasrî’ye, Mescid-i Harâm’a tatlı su getirilmesini

emretti. Bunun üzerine Halid, kendi adıyla anı-

lan bir havuz yaptırdı. Kurşundan borular ile bu

havuzdaki suyu Mescid-i Harâm’a getirtti ve mer-

mer bir fıskiyeden de bu suyu fışkırttı. Hz. Ömer

ile başlanılıp Velid b Abdülmelik’le birlikte devam

edilen Mescid-i Haram’ın genişletilmesi faaliyeti-

ne 139/756-757 yılında Abbasî halifesi Mansûr da

katıldı. Mansûr, mescidin ihtiyacı karşılamama-

sı üzerine valisi Ziyâd b. Ubeydullah el-Harsî’den

mescidin genişletilmesini emretti. Mescidin ku-

zey tarafındaki evler istimlâk edilerek bu taraf-

tan genişletildi. Buraya bir revak ile bir minare

inşa edildi. Bu genişletme faaliyetinde Mescid-i

Haram’ın zemini mermerle kaplandı ve ilk defa

bir minber konuldu (140/757). Halife Mehdî-

Billâh, ziyaretinde Kâbe’nin Mescid-i Harâm’ın

ortasında kalmadığını fark etti ve Kâbe’yi merke-

ze alacak bir genişletmede daha bulundu. Bu ça-

lışma 167’de (783-84) başladı, halifenin ölümüy-

le birlikte halife olan Mûsâ döneminde bitirildi

(170/786-87). Bu genişletme esnasında Harem-i

Şerif’e yüksekliği 4, 8 m. ve çevresi 1.44 m. olan

484 sütun yerleştirildi. Bu sütunların üzeri ah-

şap bir tavanla kapatıldı. Halife Mutazıd-Billâh

zamanında yapılan çalışmada, Emevî ve Abbâsî

halifelerinin ikametine ayrılan ve Velid zamanın-

da yapılan genişletmede mescid alanının içerisin-

de kalan Dâru’n-Nedve, sütunlar eklenerek mes-

cide dâhil edildi (284/897). Muktedir-Billâh’ın

306’da (918-19) Bâb-ı İbrahim’i, Harem’e dâhil

ettirdi. 802/1400 yılında Mescid-i Harâm’a yakın

bir yerde çıkan yangın ve ardından gelen sel fe-

laketi, kuzey ve batı taraflarında yer alan sütun-

lara büyük zarar vermişti. Memlüklü Sultanı el-

Melikü’n-Nâsır Ferec zamanında yanan bu kısım

bütünüyle yenilendi. Mekke’yi basan sellerin ön-

lenebilmesi için Hz. Ömer zamanından itibaren

bir kısım tedbirlerin alındığını daha önceki bir ya-

zımızda belirtmiştik. Kânuni Sultan Süleyman

devrinde Mescid-i Harâm’ın kapılarının eşikle-

ri taş basamaklarla yükseltildi, yapılan tamirlerle

direk ve revaklar büyük ölçüde yenilendi. Metâf’ın

(tavaf edilen mekânın) taş döşemeleri değiştirildi.

Mescid-i Harâm mimari açıdan kesin şeklini

II. Selim ve III. Murad zamanındaki mimari faa-

liyetlerle aldı. Klasik dönem Osmanlı mimari üs-

lubuna göre düzenlenen Harem-i şerîf’in açık bir

alan olması özelliği muhafaza edilirken, eski düz

ahşap tavan, yerini çok sayıda kubbeye bıraktı.

Kânunî döneminde başlayan metâf ve ana kapı-

ların bulunduğu yerlerin mermerle döşenmesi ça-

lışması III. Murad devrinde (1574-1595) tamam-

landı.

Asla

n TE

KTAŞ

GeziFatih ERKOÇOĞLU*

*Dr.

Page 17: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

GÜLÜN RENKLERİ

Gül renkleri birbirine karışmış Beyaz, sarı, pembe, alı barışmış Güzellikte birbiriyle yarışmış Güzel gül, gülşende coşar da coşar

Bahçemde açılan rengârenk gülsün Güle bakan gözler ebedî gülsün

Beyaz güller hep nurlarla bezeli Güzele meftûndur ruh tâ ezelî Gözler beyaz gül üstünde gezeli Hayran olur ona şaşar da şaşar

Gönüller açtıran bir beyaz gülsün Güle bakan gözler ebedî gülsün

Pembe gül umut verir insana Hem de dem vuruyor sevgiden yana Aşk kitabı okur nasibli cana Sevdâ ateşiyle pişer de pişer

Gözler ışıldatan bir pembe gülsün Güle bakan gözler ebedî gülsün

Sarı gülüm neden sararmış ola Aşka düşenlerin hep benzi sola Acep ne haldir ki saçların yola İçinden dertleri taşar da taşar

Âşığa işaret bir sarı gülsün Güle bakan gözler ebedî gülsün

Kırmızı gül bir kan deryası olmuş Her bir yanın kızıl alevler almış Halden anlayanın bağrını delmiş Hal ehline derdin deşer de deşer

Sinemi yandıran kırmızı gülsün Güle bakan gözler ebedî gülsün

Bülbül gülden ayrı gurbet eldedir Beyaz, pembe, sarı gül ne haldedir? Onun gönlü hep kırmızı güldedir Aşka düşen dağlar aşar da aşar

Bülbülü inleten bir nazlı gülsün Güle bakan gözlere ebedî gülsün

Mustafa AKGÜN

33Aralık 201132

Sahabe AlbümüBünyamin ERUL*

AMRE BİNT REVÂHA

Adı : Amre

Künyesi : Ümmü’n-Nu›mân

Doğum yılı : Tespit edilemedi

Doğum yeri : Medine

Baba adı : Revâha b. Sa’lebe b. İmriu’l-

Kays el-Hazrecî

Anne adı : Kebşe bint Vâkıd

Eş(ler)i : Beşîr b. Sa’d el-Hazrecî

Akrabaları : Abdullah b. Revâha’nın kız

kardeşi

Oğulları : Nu’mân

Kızları : Übeyye veya Ümeyme

Kabilesi : Hazrec Kabilesi’nin Benî Hâris

kolundan

İslâm’a girişi : Hicretten evvel

Sohbet süresi : On yıldan fazla

Rivayeti : 1 hadis

Yaşadığı yer : Medine

Mesleği : Ev hanımı

Hicreti : Yok

Savaşları : Tespit edilemedi

Görevleri : Hz. Peygamber (s.a.v)’e biat

eden Medineli kadınlar arasındaydı.

Fizikî yapı : Uzun boylu, hakkında şiirler

yazılan güzel bir kadındı.

Mizacı : Şairdi, şiarene bir yönü olup

Bedir Savaşı hakkında şiirleri vardı.

Ayrıcalığı : Hz. Peygamber (s.a.v)’in

Medine’ye hicretinden sonra Hazrec’den ilk ço-

cuk (Numan’ı) doğuran hanımdı.

Ömrü : Orta yaşlarda olmalı

Ölüm yılı : Tespit edilemedi

Ölüm yeri : Medine

Ölüm sebebi : Yaşlılık ya da hastalık

Hakkında : Oğlu Numan’ı doğurduğunda

onu doğru Hz. Peygamber (s.a.v)’e götürür. Efen-

dimiz ağzına bir hurma alır ve iyice çiğnedikten

sonra Numan’ın ağzına koyar. Amre: “Ya Rasu-

lallah! Onun mal ve evladının çok olması için dua

edin?” der. Bunun üzerine Allah Rasulü (s.a.v):

“Onun dayısı (Abdullah b. Revaha) gibi övülmüş

halde yaşamasını, şehit olmasını ve cennete gir-

mesini istemez misin?” buyurur.

Kocasından, oğlu Nu›mân›a bir köle bağışlama-

sını ve Allah Rasulü’nü de buna şahit gösterme-

sini ister. Beşîr, Hz. Peygamber (s.a.v)›e varın-

ca ona diğer çocuklarına da aynı bağışta bulunup

bulunmadığını sorar. Beşîr, diğer çocuklarına

bir şey bağışlamadığını söyleyince Hz. Peygam-

ber (s.a.v) ona “Allah’tan korkun ve çocuklarınız

arasında da adaletli olun!” buyurarak bu bağışı

doğru bulmaz.

Hadisleri : “(Ergenlik çağına gelip de ar-

tık) elbise giyen kızların Bayram namazlarının

kılındığı musallaya katılmaları gereklidir.”

Kaynaklar: İstîâb, I. 471, 610; İsâbe, I. 1469; Üsd,

I. 1365, 1388, 1469; DİA, III. 96; Müsned, VI. 358;

İbn Sa’d, Tabakât, III. 531; VI. 53, 362.

*Prof. Dr.

Page 18: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

35Aralık 201134

EdebiyatMusa TEKTAŞ

Mevlânâ Celâleddin Rûmî; 30 Ey-

lül 1207 yılında bugün Afganis-

tan sınırları içerisinde yer alan

sevgi ikliminde, Horasan Ülkesi’nin Belh şehrin-

de doğdu. Mevlânâ’nın babası Belh Şehrinin ile-

ri gelenlerinden “SuItân’ül-Ulemâ/Bilginlerin

Sultânı” ünvanını almış olan Hüseyin Hatîbî oğlu

Bahâeddin Veled’tir. Sultânü’l-Ulemâ Bahâeddin

Veled, Moğol istîlâsı nedeniyle 1212 veya 1213

yılında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte

Belh’den ayrıldı. Sevgi izinde yürüyerek, birçok

şehri ziyaret edip hac farîzasını yerine getirdi.

Sevgililerin sevgilisi Hz. Peygamber (s.a.v)’i ziya-

ret ettikten sonra Anadolu’ya döndü, Karaman’a

yerleşti. Alâeddin Keykubâd, Sultânû’l-Ulemâ

Bahâeddin Veled’i Karaman’dan Konya’ya da-

vet etti. Bahâeddin Veled, sultanın davetini ka-

bul etti ve 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları

ile Konya’ya geldiler. Sultânü’l-Ulemâ ölünce, ta-

lebeleri ve müridleri bu defa Mevlânâ’nın çevre-

sinde toplandılar. Mevlânâ 15 Kasım 1244 yılında

sevgi membaından beslendiği Şems-i Tebrizî ile

karşılaştı. Hayatını “Hamdım, piştim, yandım”

sözleri ile özetleyen Mevlânâ 17 Aralık 1273 Pa-

zar günü sevginin vuslatına erdi. Mevlânâ, “Ölü-

mümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!

Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir.” der.

O’nun yeri seven gönüllerdir.

Bu yazımızda Mevlânâ Hazretlerini ziyaretten

ve ziyaret esnasında gelişen olaylardan bahsede-

ceğiz.

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s), 1978

yılında Konya’da bulunduğu bir sırada yanında-

ki arkadaşa, “Oğul şuradan Mevlânâ Hazretleri-

nin türbesini ziyaret edelim.” der. Türbeyi say-

gıyla ziyaret için kapıdan içeri girerken yanında

bulunan İbrahim Aydoğan’a, “Oğlum cebinde ka-

lem kâğıdın var mı?” diye sorar. O da hemen ce-

binden defterini çıkarıp uzatır. Hazret bir şeyler

yazar ve sonra onlara okur:

İhtirâm eyle varup türbet-i Mevlânâ’ya

Hâk-i pây ol da eriş Hazret-i Mevlânâ’ya

Şems’in etrâfını devr eyleyü pervâne gibi

Cân ile bende olup hidmet-i Mevlânâ’ya

Ta’zim ile dergâhına yüz koy da Hulûsî

Mazhar ol merhamet-i şefkat-i Mevlânâ’ya

ve devamla, “İbrahim Bey oğlum, bu sözü

İstanbul’da bizim selamımızla Hattat Hâmid’e

(Aytaç) yazdır, levhayı şuraya astır, gelenler bu

sözü okusun ve ziyaretini bu âdâpla yapsınlar.”

buyurur. O arkadaş ‘Başüstüne Efendim!’ diyerek

alır. Yakın bir zamanda İstanbul’a gider, araştırır,

soruşturur Hattat Hâmid Aytaç’ı bulur. Sirkeci’de

bir handa yazıhanesi vardır. Çok sayıda levhanın

arasında biraz da bakıma muhtaç bir vaziyette ol-

duğu halde iken kendisiyle görüşür.

Bir Levhanın Öyküsü

Devamını İbrahim Aydoğan’dan dinleyelim:

“Selam verdim, içeri girdim, bir levhaya hat

çekiyordu, başını kaldırmadan “Buyurun.” dedi.

“Darendeli Hulûsi Efendi (k.s)’nin selamını getir-

dim.” deyince ayağa kalktı ve elimi tutarak, “Ve

aleyküm selam.” dedi. Hulûsi Efendi (k.s)’yi, sağ-

lığını ve yaptığı çalışmaları sordu. Elimdeki yazıyı

ona vererek, bir levha halinde yazılmasını istedi-

ğini kendisine ilettim. “Sağ olsun, bizi unutma-

mış, emir telakkî ederiz, yalnız biraz sürer, hemen

istemeyin.” dedi, “Olsun.” dedim ve geçmiş gün

MEVLÂNÂ’YI

ZİYARET “Oğlum, bu sözü İstanbul’da bizim

selamımızla Hattat Hâmid’e (Aytaç)

yazdır, levhayı şuraya astır, gelenler

bu sözü okusun ve ziyaretini bu

âdâpla yapsınlar”

Sule

jman

MU

RATO

VİÇ

Page 19: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

Aralık 201136 37

ne kadardı hatırlamıyorum ama iyi de bir para

vererek, levhanın yapılmasını beklemeye koyul-

dum. Aradan epey zaman geçti, İstanbul’a gitti-

ğimde uğradım “Daha yazamadım.” dedi. Sonra

bir duyduk ki, Hattat Hâmid Aytaç Hakk’ın rah-

metine kavuşmuş.

Hattat Hâmid’in vefatını duyunca da kendisini

ziyaretimde söylediği sözlerinin yerine gelmeme-

sinden duyduğum üzüntüyü Hulûsi Efendi Haz-

retlerine dile getirdim. O zaman buyurdular ki:

“Oğul Hattat Hâmid paraya sıkışmıştı, biz onun

yazamayacağını biliyorduk ama bu para onun işi-

ni gördü. Yazı vakti gelince yazılır yerine asılır.”

Aradan epey zaman geçti, bu söz benim zih-

nimde yer etti ve içimde bir ukde olarak kaldı.

2009 yılında, Vakıf Mütevelli Heyet Başkanımız

H. Hamîdettin Ateş Efendi’ye bu hatırayı nakle-

derek, levhayı yazdırmak istediğimi bildirdim. O

da Hulûsi Efendi Hazretlerinin sözünün yerine

gelmesini söyleyerek, “En iyi hattatlarla görüşüp

bunu yapalım, işaret edilen yere asalım.” diye bu-

yurdu. Araştırdık, Konya’da ünlü bir hattat oldu-

ğunu öğrendik ve giderek kendisine bu levhanın

yapılmasını istedim. Olayın hikâyesini anlatınca

aldığım cevapla şok oldum. Aynı zamanda Eczacı

olan Doç. Dr. Hüseyin Öksüz (Hüseyin Konevî),

“Ben Hattat Hâmid’in talebesiyim, hocamın ya-

pamadığı levhayı tamamlamak bize düşer, Hulûsi

Efendi gibi muhterem bir zatın sözlerini büyük

bir zevkle yazacağım.” dedi.

Bulduğumuz hattatın Hâmid Aytaç’ın talebe-

si olması evliyâullahın bir kerâmeti olduğunu dü-

şünmekten başka bir şey aklımıza gelmedi.

Aradan bir süre geçti, levhanın hazır oldu-

ğu söylendi, gittik aldık. Sıra, Banu Hidâyetoğlu

adlı müzehhibe tarafından altın varaklarla süs-

lemeleri yapılan levhayı yerine asmaya gelmişti.

Mevlânâ Müzesi Müdürü Yusuf Benli’den rande-

vu alarak ziyaretine gittik ve levhanın hikâyesini

kendileriyle paylaştık. “Bu söz yerini bulma-

lı, Hulûsi Efendi gibi önemli bir zâtın böylesine

muhteşem sözlerini buraya gelen herkes okuma-

lı.” dedi ve hemen yerini belirlemek üzere müze

kısmına geçtik. Efendi Hazretlerinin gösterdi-

ği yeri tarif edecektim ki şöyle bir baktı ve “Şura-

sı nasıl olur?” dedi. Gösterdiği yer, Hulûsi Efen-

di (k.s)’nin tarif ettiği yerdi, girişte sağda yer

alan kısma hemen levhayı monte ettirdi. Hulûsi

Efendi’nin sözü yerini bulmuş ve hoşgörünün

timsali olan Mevlânâ Hazretlerinin türbesini zi-

yaret âdâbını dile getiren sözlerin yerine asılması

yıllar sonra tahakkuk etmişti.”

Hulûsi Efendi Hazretlerinin Mevlânâ’yı ziya-

retiyle başladığımız yazımıza ziyaret menkıbele-

riyle devam edelim…

Sa’dî’nin Kitabına “Tuzsuz” Dedi

“Acâyibü’l-Buldân” adlı esere göre, Şeyh

Sa’dî-i Şîrâzî, Konya’ya Mevlânâ’yı ziyarete gider-

ken, yolda Mevlânâ üslûbunda bir gazel yazmayı

düşündü ve “Sermest eğer der âyî âlem behem ber

âyed” diye bir mısra söyledi, fakat arkasını getire-

medi. Konya’ya ulaştığı gün, doğruca Mevlânâ’nın

medresesine koştu, daha kapıdan girer girmez

Mevlânâ: “Hâk-i vücûd-ı mârâ gerd-ez adem ber

âyed” diyerek ikinci mısrayı söyledi. Beyti böyle-

ce tamamladı, bununla da kalmayarak bu beyit-

le başlayan uzun gazelini okudu, beytlerin anlam-

ları şöyleydi:

“Eğer sarhoş olarak içeri girersen, âlem birbi-

rine karışır.

Bizim vücudumuzun toprağı, yokluk tozundan

meydana gelir.”

Yine bir başka rivayete göre. Şîrâzlı Şeyh Sa’dî,

“Gülistan” adlı eserini yazdıktan sonra Konya’ya

geldi, Mevlânâ’yı ziyaret ederek, eserinin bir nüs-

hasını takdim etti. Ertesi günü Şeyh Sa’dî, eseri

hakkında Mevlânâ’nın fikrini sordu. Mevlânâ’da:

- Bî-nemek...

Yani, “tuzsuz” dedi. Sa’dî’nin yüzünde bir hü-

zün belirdi, “Nasıl olur?” der gibi yaşlı gözler-

le Mevlânâ’ya baktı. Mevlânâ sözüne bir kelime

daha ekledi:

- Helvâest…

Yani, “helvadır” dedi, tuzsuz ama helva gibi

tatlıdır, helvaya tuz atılmaz, demek istemişti.

Şîrâzlı Şeyh Sa’dî, bu sözlerden memnun oldu.

Mevlânâ’nın ellerini öptü.

Bir Derya, Bir Irmağın Peşinde

İbn Arabî 604/1207’de Kahire’den

İskenderiye’ye oradan da Mekke’ye gelip dostu

Ebu Şucâ’ ile buluştu. Ancak semadan aldığı işa-

retlere bakıp yol hazırlığına koyuldu. Çünkü İbn

Arabî’nin hizmet ettiği iyi hal sahibi bir şeyh ona,

“İnsanların en ulu olanının ona boyun eğeceği-

ni” haber vermişti. İbn Arabî 607/1210’da tah-

ta çıkan Birinci Keykâvus’u ziyaret etmek için

Konya’ya gelmek üzere yola çıktı. Daha evvel şöh-

reti Anadolu’da yayılmış olan İbn Arabî, Konya’da

Selçuklu Sultanı tarafından karşılandı. Saray-

da iyi bir kabul gördü. Sultan kendisine yüz bin

dirhem değerinde bir konak bağışladı. Allah rı-

zası için kendisinden sadaka isteyen birine İbn

Arabî, “Bu köşkten başka bir şeyim yok. Bunu al,

senin olsun.” dedi. İbn Arabî Konya’da huzur için-

de geçirdiği zaman zarfında Meşâhidu’l-Esrâr ve

Risâletul-Envâr isimli iki eser yazdı. Kendisinden

“Bu söz yerini

bulmalı, Hulûsi

Efendi gibi önemli

bir zâtın böylesine

muhteşem

sözlerini buraya

gelen herkes

okumalı.”

Page 20: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

Aralık 201138 39

faydalanmak isteyen sûfîlerle bir araya gelip soh-

bet etmeye başladı. Ünlü mutasavvıf Sadreddin

Konevî gibi yetenekli bir öğrenciye tasavvufî dü-

şüncelerini anlatma imkânı buldu.

İbn Arabî bir gün; babası önde, Mevlânâ ar-

kada yürüyerek kendine doğru geldiklerini gördü.

İbn Arabî “Fesubhanallah. Bir derya, bir ırmağın

peşine takılmış geliyor.” dedi.

Hangisi Misafir?

Bir gün Bağdat’tan Konya’ya bir şeyh geldi. Bü-

tün ulular ve faziletli kişiler onun ziyaretine git-

ti ve onu son derece iyi ağırladılar. Tesâdüfen o

gün Mevlânâ Hazretleri bütün müritleriyle birlik-

te Meram Mescidi’ne gitmişti. Şeyh:

- Acaba benim Konya’ya geldiğim haberi

Mevlânâ’nın mübarek kulağına gitmemiş mi ki

beni ziyarete gelmedi. Çünkü bir memlekete ge-

len ziyaret edilir, dedi. Mevlânâ’nın arkadaşların-

dan bir mürit onun bu sözünü işitti. Öte tarafta

Meram’da Mevlânâ hakîkatleri anlatma sırasında

birdenbire:

- Ey kardeş, gelen biziz sen değilsin. Sen ve se-

nin gibilerinin bizi ziyaret etmeleri ve bizimle mü-

şerref olmaları lâzımdır, demeye başladı. Meclis-

te bulunanlar:

- Mevlânâ Hazretleri nereye ve kime sesleni-

yor, diye şaştılar. Ondan sonra Mevlânâ:

- Biri Bağdat’tan geldi, öteki kendi ev ve ma-

hallesinden dışarı çıktı. Hangisini ziyaret etmek

daha iyi olur, diye misal getirdi. Orada bulunan-

lar:

- Bağdat ülkesinden geleni ziyaret etmek daha

iyi olur. Onu ziyaret edip ağırlamak vâcip olan

şeylerdendir dediler. Mevlânâ:

- Hakîkatte biz mekânsızlık Bağdat’ından gel-

dik. Bu aziz şeyh ise bu dünyanın bir mahallesin-

den geliyor. O halde bizi ziyaret etmesi lâzımdır.

Bizim onu ziyaret etmemiz icap etmez, dedi ve şu

şiiri okudu:

- Biz, Mansûr’un “Ene’l-Hakk” demesin-

den ve darağacına çekilmesinden çok evvel ruh

âleminin Bağdat’ında “Ene’l-Hakk” demişlerde-

niz. Mevlânâ’nın bu anlattıklarını duyan Şeyh he-

men kalktı, Mevlânâ Hazretlerini ziyarete geldi.

Başını açarak kendini ona teslim etti. Onu sami-

miyetle sevenlerden oldu ve Mevlânâ’ya:

- Babam, senin hakkında ne yap yap, demirden

çarık giy ve eline demirden bir asa al, Mevlânâ’yı

aramaya git; çünkü o ulu kişinin sohbetine nâil ol-

mak iyidir, buyurmuştu. Babamın bu sözü ger-

çekten doğru imiş, Mevlânâ’nın yüceliği babamın

söylediğinin yüz bin mislidir.

Yazımızı bitirirken, Osmanlı Padişahı Kanuni

Sultan Süleyman’ın Mevlânâ Türbesini ziyaretini

nakledelim:

Evliyâyı Seven Muhibbî

Kânûnî Sultan Süleyman Han, 11 Haziran

1534’te Irakeyn seferine çıktığında 20 Temmuz’da

Konya’ya geldi. Burada otağını kurup birkaç gün

kaldı. Bu esnada Konya’da metfun bulunan baş-

ta Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî olmak üzere ve-

lilerin kabirlerini ziyaret etti. Kânûnî, Mevlânâ

Celâleddîn-i Rûmî Hazretlerinin türbesi yanında

dervişlerin namaz kılacakları, âriflerin dua edip

yalvaracakları bir mescit yaptırdı.

Ayrıca Behâeddîn Sultan Veled Hazretlerine

âid eski ve yıkık bir medreseyi tamir ettirip yeni-

ledi. Bu sırada Çelebi Hüsrev Hazretleri de dâhil

olmak üzere Mevlevî şeyhlerinin sohbet meclis-

lerinde bulunup dualarına kavuştu. Kânûnî Sul-

tan Süleyman Han, evliyâ dualarının da bereketi

ile seferi zaferle neticelendirdi. Bağdat’ı fethetti.

Buradaki İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe Hazretleri-

nin ve diğer velilerin türbelerini tamir ettirdi. Dö-

nüşte tekrar Konya’ya geldi.

Mevlânâ Hazretlerinin türbedarı Osman

Dede’nin sohbetlerinden bereketlenmek ve

mânen istifade etmek için onun birkaç sohbe-

tinde bulundu. Bu sırada memleket meselelerin-

den bazı müşküllerini arzeden Süleyman Han, o

hususlarda kendisini rahatlatacak cevaplar aldı.

Sohbet esnasında kendisinde mânevî coşkunluk

hâlleri meydana geldi. Bunları evliyayı sevmenin

bir alâmeti bilen şanı yüce padişah bundan sonra

şiirlerinde “Muhibbî” mahlasını kullanmaya baş-

ladı.

Kânûnî Sultan Süleyman bu arada Çelebi Hüs-

rev Efendi ile de çok defa sohbet etti. Çelebi Haz-

retleri bu sohbetlerde padişaha Mesnevî’nin ince,

derin ve akılları hayrette bırakan mânâlarından

bahsetti. Kânûnî, işittiği, duyduğu bu gizli sırlar-

dan öyle bir haz aldı ki, apayrı bir âlemde yaşadı.

Kendisini değişik hâller kapladı. Kânûnî bir ara

Şeyh Hüsrev Hazretlerine bu hâllerini arzedip hik-

metini sordu. Şeyh Hazretleri; “Bu çeşit mânevî

tesir ve kalb aydınlığı başka meclislerde hâsıl ol-

maz. Ancak gönül sahiplerinin, Allahu Teâlâ’nın

sevdiklerinin yüksek meclislerinde ele geçer.”

diye cevap verdi. Padişah buna hayret edince de;

“Sultanım! Her şey, kendisine uygun olan şeye te-

sir eder. Yani söz ve kalıba ait olan şeyler, görü-

nen his uzuvlarına tesir ettiği gibi, hâle ve kalbe

ait şeyler de, görünmeyen duyguları, kalbi, aklı,

ruhu aydınlatır.” buyurdu. Bundan sonra padişa-

ha, devamlı hal ve gönül sahiplerine yönelip on-

larla beraber ve irtibat hâlinde olmayı tavsiye etti.

Page 21: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

41Aralık 201140

DüşünceMehmet DERE Bayrak, bir devletin (milletin)

hâkimiyetini, bağımsızlığını, şerefi-

ni temsil eden, çeşitli renk ve şekil-

lerden oluşan bir semboldür.1 Tarih boyunca her

millet, bazı işaret ve sembolleri kendilerine bayrak

edinmiştir. Türkler arasında ilk zamanlardan beri

kullanılan bayrak kelimesi, Divan-ı Lügati’t Türk’te

“batrak” şeklinde geçer. Batrak kelimesi daha son-

ra badrak ve bayrak şeklini almıştır.2

Türklerin İslâmiyet’ten önce de çeşitli renk ve

şekillerde bayrakları olmuştur. Fakat İslâmiyet’i

kabulünden sonra, bayraklarında İslâmî motifleri

ön plana çıkarmışlardır.

Peygamberimiz (s.a.v.) döneminde de bayrak

kullanılmış, Hz. Peygamberimizin (s.a.v) ilk defa,

Medine’ye girerken bayrak kullandığı tespit edil-

miştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) katıldığı savaşlarda

ve gönderdiği seriyelerde bayrak (livâ) ve sancak

(râye) kullanmıştır.3 Yine Peygamberimiz (s.a.v.)

bizzat kendi eliyle, Mûte Savaşı’na giderken san-

cağı İslâm ordusunun kumandanı Hz. Zeyd (r.a.)’e

teslim etmiş ve “Sen şehit düşersen sancağı Hz. Ca-

fer (r.a.) alsın.” buyurmuştur. Hz. Zeyd şehit olun-

ca, sancağı Hz. Cafer almış, Hz. Cafer de şehit dü-

şünce sancağı Hz. Abdullah b. Revâha almış, o da

şehit düşünce sancağı Hz. Halid b. Velid (r.a.) al-

mış ve Müslümanlar zafere ulaşmışlardır.

Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan’ın Malazgirt

Savaşı sırasında üzerinde Kelime-i Şehâdet yazılı

bayrağı vardı. Anadolu Selçuklu Hükümdarı Gıya-

seddin Mesut, tarafından Osman Gazi’ye gönderi-

len bağımsızlık alametleri arasında, beyaz bir bay-

rak olduğu da bilinmektedir. Osmanlılar böylece

ilk zamanlarda beyaz bayrak kullanmışlardır. 14.

yüzyıldan itibaren, diğer Türk-İslâm devletlerin-

de olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de çeşitli bay-

raklar kullanılmıştır. Padişahın, devlet ileri gelen-

lerinin, ordu ve donanma birliklerinin çeşitli renk

ve şekillerde bayrakları vardı. Padişahların şahsı-

na ait bayraklar, daha ziyade beyaz renkteyken 16

yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman döneminde sarı,

siyah, yeşil renkte bayraklar da kullanılmaya baş-

lanmıştır. Barbaros Hayreddin Paşa başta olmak

üzere, meşhur denizcilerimizin bayrakları hep ye-

şildi.4 III. Selim devrinde ilk defa bayraklarda ay ile

yıldız bir arada kullanılmıştır. Bu yıldız sekiz köşe-

liydi, bu sekiz köşeli yıldız II. Mahmut döneminde

de kullanılmıştır. 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kapa-

tılmasıyla birlikte, onlara ait bütün bayraklarda ya-

saklandı. Böylece bu dönemde bayrak ifadesi yeri-

ne “al sancak” ifadesi kullanılmaya başlandı. 1844

yılında I. Abdülmecit dönemince sekiz köşeli yıldız

beş köşeli hâle getirildi.

Bugünkü ay yıldızlı bayrağımız 29/5/1936 tarih

ve 2994 sayılı kanun, 28/7/1937 tarih ve 7175 ta-

rihli kararname ile değişmez/değiştirilemez şekli-

ni almıştır.

Bayrağımız bize milletimizin bir devlet olma

yolunda harcadığı çabayı, bu uğurda verilen kutsal

mücadeleyi ve binlerce şehidimizi hatırlatır. Bayra-

ğımıza duyduğumuz sevgi ve saygı, aslında bu kut-

sal mücadeleye ve binlerce şehidimize duyduğu-

muz sevgi ve saygıyı ifade eder. Şair Mithat Cemal

Kuntay, “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kan-

dır/ Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır” di-

yerek bayrağımızın Müslüman-Türk Milleti için ne

anlama geldiğini çok veciz bir şekilde ifade etmiş-

tir. Bayrağımızın kırmızısı vatanımız uğruna can-

larını fedâ eden şehitlerimizin kanıdır. Ay yıldız

ise dinimiz İslâmiyet’i temsil eder. Bu nedenle her

Müslüman evladının, şanlı mazimizin ve tarihimi-

zin sembolü olan bayrağımıza sevgi ve saygı göster-

mesi gerekir.

Sonuç olarak söylemek gerekirse, bayrağımız

millî birlik ve bütünlüğümüzün sembolü olduğu

gibi, aidiyet duygusunu da yani bir devlete, millete

ait olma duygusunu da bayrağımız sayesinde yaşa-

rız. Zira bayrağımız, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti

Devletimizin ve istiklâl ve hürriyet âşığı milletimi-

zin en büyük sembollerinden birisidir. Bizlere dü-

şen, rengini şehitlerimizin al kanından alan bayra-

ğımızı sevmek ve gerekli saygıyı göstermektir.

1 Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, İz Yay., İstanbul 1996, s. 122; İlhan Ayver-di, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, C. 1, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2006, s. 289.

2 Orhan Köprülü, “Bayrak”, DİA., C. 5, TDV. Yay., İstanbul 1992, s. 247; Komis-yon, “Bayrak”, Ansiklopedik İslâm Lügati, Tercüman Yay., İstanbul 1985, s. 121.

3 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed (s.a.s.) ve Evrensel Mesajı, DİB. Yay., Ankara 2005, s. 303.

4 Mithat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lügati, Enderun Kitapevi, İstanbul 1986, s. 40.

Dipnot

BAYRAKSEVGİSİ

“Bayrağımız millî birlik ve bütünlüğümüzün sembolü olduğu gibi, aidiyet duygusunu

da yani bir devlete, millete ait olma duygusunu da bayrağımız sayesinde yaşarız.

Bizlere düşen, rengini şehitlerimizin al kanından alan bayrağımızı sevmek ve gerekli

saygıyı göstermektir.”

Page 22: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

43Aralık 201142

Yüce Allah, Âdem

(a.s.)’ı topraktan

yaratmış ve ona ru-

hundan üfleyerek can vermiş-

tir. Böylece insan fizikî varlığı

ile dünya hayatına, ruh yönüy-

le ise mânâ âlemine uyum sağ-

layabilecek bir güce sahip kı-

lınmıştır. Cenab-ı Allah Âdem

(a.s.)’ı sırlarla dolu olarak ya-

ratmıştır. Es-Seyyid Osman

Hulûsi Efendi (k.s.) bir beyitte

bu hususu şöyle anlatır:

Sana cân u dil verüben ismini

Âdem koydu

Nefsini katl eyleyüben kurb-ı

levlâk olagör1

Sana her şey can, dil Cenab-ı

Allah tarafından verildi ve se-

nin ismine Âdem denildi. Sen

Âdem olarak nefsinin istek ve

arzularına boyun eğmez, nef-

sini öldürürsün, böylelikle de

levlâk sırrını yakalar Cenab-ı

Allah’a yakınlaşırsın.

Yeryüzünden Bir Avuç Toprak

Hz. Âdem’in yaratılışı,

Mesnevî’de şu şekilde anlatı-

lır: “Sanat sahibi Allah, hayra,

şerre uğramak, sınamak üze-

re Âdem’i yaratmak istediği za-

man, özü doğru Cebrail’e ‘Yürü,

yeryüzünden bir avuç toprak

ödünç al.’ buyurdu. Cebrail,

hizmete bel bağlayıp âlemlerin

Rabbinin emrini yerine getir-

mek üzere yeryüzüne geldi. O,

buyruk kulu, yere el attı. Top-

rak, kendini çekti, çekindi. Dile

gelip yalvarmaya, tek Yaratıcı

hürmetine beni bırak, yürü git,

canımı bağışla diyerek yalvar-

maya başladı. Çünkü o, bunda-

ki maksadın ne olduğunu anla-

mış, bundan bir koku almıştı.

Cebrail utanç madeniydi. Top-

rak, pek çok yalvardığı, antlar,

yeminler verdiği için geri dön-

dü.

Cenab-ı Hak bu sefer Mika-

il (a.s.)’ı gönderdi. Toprak aynı

şekilde ona da yalvardı, antlar,

yeminler verdi. Mikail de geri

döndü. Cenab-ı Hak bu sefer

de İsrafil (a.s.)’ı gönderdi. Top-

rağı ona da yalvarıp, antlar, ye-

minler vermesiyle o da eli boş

döndü.

Cenab-ı Hak bu sefer

Azrail’e ‘Çabuk git, o hayallere

kapılmış toprağın halini gör. O

arık zalimi bul, hemen bir avuç

torak al, gel.’ dedi. Kaza ve ka-

der çavuşu Azrail, buyruğu ye-

rine getirmek üzere toprak yu-

varlağına geldi. Toprak âdeti

veçhile yine feryada, ant ver-

meye başladı. Birçok yeminler

verdi.

Fakat Azrail dedi ki: ‘Ferya-

dından ciğerim yanıyor. Ben,

istersen sana başımı, canımı

rehin vereyim. Yalvarmayı dü-

şünme, artık o merhamet ve

adalet sahibi padişahtan baş-

kasına yalvarma da. Ben emir

kuluyum, emri terk edemem.’

Azrail toprağı söze tuttu; o

sırada o köhne topraktan bir

avuç kaptı. Yeryüzünden si-

hirbazca bir avuç toprak aldı,

hâlbuki toprak, sözle meşgul-

dü, ondan haberi bile olmadı.

O bir avuç toprağı yeryüzünün

rızası olmadan aldı ve öylece

Cenab-ı Hakk’ın tapısına gö-

türdü.”2

Özel Önem Verilen Varlık

İnsan kendisine verilen

akıl, irade, hafıza, sabır, ga-

zap gibi duygu ve yetenekler-

le de Yüce Allah’ın özel önem

verdiği bir varlık olmuştur. Ni-

tekim Kur’an-ı Kerim’de Yüce

Allah’ın ilk insan tasarımı şöy-

le açıklanır: “Bir zamanlar,

Rabbin meleklere: ‘Ben yeryü-

zünde bir halife yaratacağım.’

demişti. Melekler: ‘Orada boz-

KültürResul KESENCELİ

“Meleklere: ‘Âdem’e secde edin’ demiştik. Hemen secde ettiler.

Yalnız İblis diretti, böbürlendi ve nankörlerden oldu.”

DÎVÂN-I HULÛSÎ-İ DÂRENDEVÎ’DE

HZ. ÂDEM(A.S.)

Hakk ehlinin bir demi âlem ile yek-dem gerek

Âdem odur ki âdemin her bir demi âlem gerek

Page 23: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

45Aralık 201144

gunculuk yapacak ve kan dö-

kecek birisini mi yaratacaksın?

Oysa biz seni överek tesbih edi-

yor ve bütün eksik sıfatlardan

tenzih ediyoruz.’ dediler. Allah

da onlara: ‘Şüphesiz ki ben sizin

bilmediklerinizi bilirim.’ dedi.”3

Âyetteki “halîfe” sözcüğü başka-

sının yerini tutarak, onu tem-

sil etmek üzere görev üstlenen

kimse demektir. 4 Cenab-ı Hakk

Hz. Âdem’i varlığın merkezi,

kalbi de insan vücudunun mer-

kezi yapmıştır. Dîvân’daki bir

beyitte şöyle buyrulmaktadır:

Çünki mîrâs-ı İlâhî âdemin

kalbindedir

Kadrini takdîr edene mesned-i

a’lâsı var5

Cenab-ı Allah’ın yüklemiş

olduğu görev/İlâhî miras, so-

rumlulukların tamamı Âdem’in

gönlüne/kalbine yerleştirilmiş-

tir. Bunun kıymetini değerini

bilen bu yüceliğin, yüksekliğin

derecesini de anlar.

Cenab-ı Allah: “Yeryüzünde

bir halife yaratacağım ve tayin

edeceğim.” buyurmasıyla aslın-

da O; “Kendi irade ve kudret sı-

fatımdan ona bazı salâhiyetler

vereceğim, o bana izafeten, ya-

rattıklarım üzerinde birtakım

tasarruflara sahip olacak, be-

nim namıma ahkâmımı yer-

yüzünde yürürlüğe koyup uy-

gulayacaktır. O, bu hususta âsî

olmayacak, kendi zatı ve şahsı

namına asıl olarak hükümleri

icra edemeyecek ancak benim

bir nâibim, iradesiyle benim

iradelerimi, emirlerimi, ka-

nunlarımı tatbike memur bulu-

nacak. Sonra onun arkasından

gelenler ve ona halef olarak

aynı vazifeyi icra edecek olan-

lar bulunacaktır.” demiştir.

İblis’in Kıskançlığı

Bu kadar geniş yetkilerle do-

natılan insan varlığı için me-

leklerden saygı secdesi isten-

mesi İblis’in kıskançlığına yol

açmıştır. Kur’an-ı Kerim’de bu

durum şöyle anlatılır: “Melek-

lere: ‘Âdem’e secde edin’ demiş-

tik. Hemen secde ettiler. Yalnız

İblis diretti, böbürlendi ve nan-

körlerden oldu.” 6 İblis, Âdem

(a.s.)’a secde etmeyişinin se-

bebini şöyle açıklamıştı: “Ben

Âdem’den daha üstünüm. Çün-

kü beni ateşten Âdem’i ise ça-

murdan yarattın.”7 Burada

şeytanın karşılaştırması yalnız

ateşle çamur arasında yapıldı-

ğı için yanılgı olmuştur. Çün-

kü şeytan: “Onu düzenleyip in-

san şeklini verdiğim ve ona

ruhumdan üflediğim za-

man (hemen ona secde-

ye kapanın)”8 âyetinde

bildirilen ruh unsu-

ru ile “Ben yeryüzün-

de bir halîfe yarata-

cağım.” 9 ayetinde ki

insan için öngörülen

yüksek gayeleri dikka-

te almamıştır. Böyle-

ce daha önce melek-

ler arasında seçkin bir

yeri ve evrenle ilgili geniş bilgi-

si olan İblis, büyüklük taslama-

sı sonucunda cennetten ve ilâhî

rahmetten kovulmuştur.10 İn-

san yaratılmışların üstünü, var-

lığın baş tacıdır. Hulûsi Efendi

şöyle buyuruyor:

Tâc-ı “kerremnâ” başının tâcıdır

Gayrılar hep kadrinin

muhtâcıdır

Arşı A’lâ rûhunun mi’râcıdır

Sendedir Âdem demisin Adem’in

Mazharısın sırr-ı “nefahtü” de-

min11

Nefahtü: “Ona şekil verdi-

ğim ve ona ruhumdan üfledi-

ğim zaman, siz hemen onun

için secdeye kapanın. Melekle-

rin hepsi de hemen secde etti-

ler. Fakat İblis hariç... O, secde

edenlerden olmaktan kaçın-

dı.”12 Bu ayeti kerimede Hz.

Âdem (a.s.)’in ve insanların ya-

ratılışı anlatılmaktadır. “Nefah-

tü” ifadesi Allah’ın ruh üfleme-

si olarak zikredilir. Hâşâ Allah,

maddî bir var lık değil ki üfür-

sün. O bize nurundan bir nur

düşürmüştür. Bize kendi sıfat-

larından; yapma, icat etme, ke-

şiflerde bulunma gücü vermiş-

tir. İnsanda o büyük Yaratıcının

muvakkat verilmiş bir nuru, bir

emaneti vardır. İnsanın bu hu-

susu düşünerek, kendine çeki

düzen vermesi gerekmektedir.

Bunun sır rına vâkıf olunması,

o vakt-i saadetin hatırlanma-

sı istenmektedir. Osman Hu lû-

si Efendi’nin dikkatimizi çeken

bu muhammesinin bir bendin-

de iki ayet birden lâfzen geç-

mektedir.

Kerremnâ: “Biz hakikaten

insanoğlunu şan ve şeref sahibi

kıldık. On ları (çeşitli nakil va-

sıtaları ile) karada ve denizde

taşıdık; kendilerine güzel gü-

zel rızıklar verdik; yine onları

yarattıklarımızın birçoğundan

cidden üstün kıldık.”13 Âdem

(a.s.), bütün varlıklardan sonra

yaratılmasına rağmen varlı ğın

gayesi olduğu için hepsinden

öndedir. “Kerremnâ” ile kaste-

dilen İsra su re sinin 70. ayetidir.

Bu ayette Allahu Teâlâ, insanoğ-

luna lütuf ve ikramının bir öze-

tini vermekte ve onun âlemdeki

özel yerine işaret edilmekte-

dir.14 Mevlânâ, Mesnevî’sinde,

bu ayeti kerimeyi açıklarken in-

sanın manevî yönünü göz önü-

ne almış ve şöyle demiştir:

“Âdem’in boyu bir hamur tek-

nesi boyuncadır ama o, gökyü-

zünden de üstündür.”

Hul

usi G

ÜLS

EREN

1 Divân-ı Hûlusi-i Darendevî, s, 79.2 Mevlana, Mesnevi 3 Bakara, 2/304 Kettâni, et-Terûtibu’l-İdâriyye, I, 2; Elmalılı Ham-

di Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul t.y, I, 259; İsfehânî, Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, İstanbul 1986, s.223; bkz. En’âm, 6/135

5 Divân-ı Hûlusi-i Darendevî, s, 87.6 Bakara, 21 34; bk. A’râf, 7/11; Hıcr, 15/31. 7 A’râf, 7/12; bkz. Hicr, 15/33.8 Hicr, 15/29.9 Bakara, 2/30.10 A’râf, 7/13; Hicr, 15/34, 35.11 Divân-ı Hûlusi-i Darendevî, s, 158.12 Hicr,15/ 29.13 İsra, 17/70.14 İsmail Palakoğlu, Gönüller Sultanı Es-seyyid Os-

man Hulusi Efendi, s, 213.

Dipnot

Page 24: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

Aralık 201146 47

KültürEnbiya YILDIRIM*

HACCAGİDEMEMENİN BURUKLUĞU

İnsan bütün hayatı boyunca hayaller ku-

rar. Ailesiyle ilgili planları vardır: Çocuk-

larını okutacaktır, evlendirecektir, başını

sokacağı bir evin sahibi olacaktır, ayaklarını yer-

den kesecek bir arabaya binecektir. Kendisiyle il-

gili de hedefleri vardır: Emeklilik günlerini nasıl

ve nerede geçireceğinin hesaplarını yapar. Gün-

delik yaşamının bir kısmını mutlak surette hayal-

lere ayırır. Ne de olsa insan hayalleriyle yaşar.

Kurulan hayaller elbette sadece dünyevî boyut-

la sınırlı değildir. İnsan Rabbine kulluk etmek yo-

lunda da kendisine planlar yapar. Ülkemizde ve

dünyada Müslümanların çektiği sıkıntılara, uğ-

radıkları felaketlere bakarak, Allah’ın kendisine

imkân bahşetmesi durumunda yapacağı yardım-

ların hülyasına dalar. Öğrencilere burs vermekten

tutun da çok zor şartlar altında yaşam sürmeye

çalışan fukarâya-gurabâya maddî destek verme-

ye varıncaya kadar zihninden pek çok iyilik hanesi

geçer. Etrafındaki imkânı yetersiz insanları düşü-

nür. Yapacağı yardımlarla onların yüzlerini kapla-

yacak memnuniyet ve gülümseme gözünün önüne

gelir. Alacağı hayır dualarla kendisinin de mutlu

olacağını düşünerek yardım yapmış gibi olur. Kal-

bine müthiş bir ferahlık gelir.

Page 25: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

Aralık 201148 49

“Allah’ım! Ne Olur Bana da Nasip Et.”

Müslümanların kendileriyle ilgili en büyük ha-

yallerinden birisi de Allah’ın evine varmalarıdır.

“Acaba ömrümüzde bir kez olsun Kâbetullah’a va-

rıp Medine’de Allah Rasûlünü ziyaret edebilecek

miyiz?” diye düşünürler. Maddî imkânsızlıklar

nedeniyle bu hayallerini ve arzularını bir türlü

gerçekleştiremeyenlerin gözlerinden yaşlar boşa-

lır. İmkanı olup gidenleri hacca doğru yolcu ettik-

lerinde onlarla birlikte gidemedikleri için yürekle-

ri yanar. Kendilerine de nasip etmesi için Allah’a

niyazda bulunurlar. Hele hacdan dönenleri ziya-

rete gittiklerinde, zemzemi içip hurmalardan bi-

rer ikişer yediklerinde kalplerindeki burukluk

daha da artar. Hacı olarak dönen insanların yüz-

lerindeki mânevî havaya, yüklerini atmış da hafif-

lemişler gibi duruşlarına bakarak hacca olan işti-

yakları bir kat daha artar. Ziyaret ettikleri hacının

yanından çıkarken ağızlarından dökülen ifadeler

“Allah’ım! Ne olur bana da nasip et.” olur.

Hatırlıyorum da, çocuk yaştayken evimizin ya-

kınındaki mescitte Ramazan süresince mukabele

okunuyordu. Cemaatimizden birkaç kişi Ramazan

sonrası için üç aylığına umre ve hac hazırlığı yap-

maktaydı. Kalplerinde feveran eden özlem yüzle-

rine ve vücutlarının diğer âzâlarına yansıyordu.

Kendi aralarındaki konuşmalar, taşıdıkları heye-

can cemaati de kuşatıyordu. O vakitler hacca gi-

debilen fazla olmadığı için bütün cemaat gıptayla

onlara odaklanmıştı. Hiç unutamıyorum, bu bü-

yüklerimizi İstanbul Sultanahmet’ten otobüslerle

hacca yolcu etmeye babam bizleri de götürmüştü.

Koltuklarına oturduklarında yolcu edenlerin göz-

lerinden yaşlar sicim gibi akmaktaydı. Uğurlayan-

ların önemli bir kısmı, “Ya Rabbi! Bize de gitmeyi

nasip et.” diye Kâbe’nin etrafında telbiye getiri-

yormuş gibi yüksek sesle dua etmekteydi. Dön-

düklerinde ziyaret ettiğimizde hissedilenler de

bundan aşağı değildi.

Hacca Gitmemizin Önüne Dikilen Engeller

Yüreği Kâbe ile yananlarımızın önemli bir kıs-

mı maddî imkânsızlıklar ile hacca gidemezken ba-

zılarının sorunu başkadır. Her yıl artan hac tale-

biyle orantılı olarak gideceklerin sayısına getirilen

kotalar hacı adaylarının önlerindeki en büyük en-

geldir. Yüreği Kâbe’ye iştiyak duymasına rağmen

çekilen kur’ayla yıkılan hayalleri nedeniyle büyük

bir üzüntü içine girerler. Ülkesinden hacca olan

talebin sürekli artması, Allah’ın evine koşmak is-

teyenlerin çoğalması nedeniyle çok mutlu olsa-

lar da, bir türlü hacca gidememeleri yüreklerin-

de kasılmalara neden olur. Bazen bakıma muhtaç

hastalarımız, bedensel engelimiz ve kendi rahat-

sızlıklarımız, durumumuz gâyet iyiyken içine düş-

tüğümüz borç batağı gibi maniler de hacca gitme-

mizin önüne dikilebilir.

Gidemeyenler için Allah’ın evi Kâbe, duvarla-

rı süsleyen bir tablo olarak kalmaya devam eder.

Rabbimiz bir kısmımıza sonunda evini ziyaret

etme imkânı nasip eder, bir bölümümüz de yüreği

hasret ateşiyle yanarak dünyaya gözlerini kapar.

Sonuçta insan için asıl olan, içinde bulunduğu

şartlar çerçevesinde Rabbine kulluk etmektir. Za-

ten Allah kullarını geçirdikleri yaşama göre değer-

lendirecektir. Kaldı ki her insanın hedeflediği an-

cak ömrü yetmediği için geride bıraktığı pek çok

emeli veya yarım işi vardır. Bu durum çok zengin

olanlar için olduğu kadar maddî imkânı yeterli ol-

mayanlar için de söz konusudur. Burada bir müj-

deyi zikretmek durumundayız. O da mü’minlerin

yapmak isteyip de yapamadıkları ibadetlerden

ötürü mükâfatlandırılacak olmalarıdır. Allah

Rasûlü gönlü güzelliklerle dolu olmasına rağmen,

çeşitli gerekçelerle bunları îfâ edemeyenlerin san-

ki yapmışçasına sevap alacaklarını müjdelemiş-

lerdir. Nitekim cemaatle namaz hususunda şöyle

buyurmaktadır:

“Güzelce abdest alıp camiye giden kişi, in-

sanların namazı kılmış olduğunu görürse, Allah

Teâlâ ona gelip kılanların sevabının bir mislini

verir. Bu durum kılanların sevaplarından bir şey

eksiltmez.”1 Bu hadiste belirtildiği üzere, mü’min

bir ibadeti yapmaya niyetlendiğinde, onu gerçek-

leştiremese bile, Allahu Teâlâ onun niyetine ba-

kar; sanki o ibadeti yapmış gibi mükâfatlandırır.

Nitekim Allah Rasûlü’nün “Ameller niyetlere gö-

redir.”2 buyruğu da aynı hususa vurgu yapmakta-

dır. Allahu Teâlâ önce kulun niyetine bakar, niyeti

iyiyse, yapamamış olsa bile yapmış gibi mükafat-

landırır.

Nitekim bu husus başka bir hadiste daha dile

getirilmektedir. “Şüphesiz Allah güzellikleri ve

çirkinlikleri takdir edip yazmıştır. Sonra güzel-

lerin güzelliğini, fenaların ve kötülerin de çirkin-

liklerini beyân edip açıklamıştır. Her kim bir gü-

zel iş yapmak diler de yapamazsa, Allah o kimse

hesabına kendi dîvânında tam bir hasene sevabı

yazdırır. Eğer o kimse güzel bir iş yapmak ister

de yaparsa, Allah o kimse için kendi dîvâ nında

on hasene sevabından yediyüz misline ve daha

çok katına kadar hasene sevabı yazdırır. Bir

kimse de çirkin bir iş yapmayı kasteder ve onu

işlemezse, Allah kendi dîvânında onun lehine tam

bir hasene sevabı yazdırır. Eğer o kimse fena bir

iş yapmak ister de o fenalığı yaparsa, Allah ona

bir tek kötülük yazdırır.”3

Yüreklere Su Serpen Müjde

Mü’minin Allah Rasûlünden gelen bu müj-

deyi bilmesi yüreğine su serper. Yapamasa bile

kendisini ödüllendireceği için rabbine şükreder.

Sözün özü, hac arzusuyla yürekleri yanan kar-

deşlerimiz o ateşi canlı tutmaya devam etsinler.

Allahu Teâlâ’nın bu iştiyakları nedeniyle onları

mükâfatlandıracağını unutmasınlar. Şu ve diğer

âyetleri kezâ Hac suresini hüzünlenerek okuma-

yı sürdürsünler, umulur ki Rabbimiz onlara da bir

yol ihsan eder:

“Orada apaçık âyetler (ve) İbrahim’in ma-

kamı vardır. Kim oraya girerse o güvenliktedir.

Ona bir yol bulup güç yetirenlerin Ev’i haccetme-

si Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır. Kim de

inkar ederse, şüphesiz, Allah alemlere karşı muh-

taç olmayandır.”4

“Şüphesiz, ‘Safa’ ile ‘Merve’ Allah’ın işaret-

lerindendir. Böylece kim Evi (Ka’be’yi) hacce-

der veya umre yaparsa, artık bu ikisini tavaf et-

mesinde kendisi için bir sakınca yoktur. Kim de

gönülden bir hayır yaparsa (karşılığını alır).

Şüphesiz Allah, şükrün karşılığını verendir, bi-

lendir.”5

1 Ebû Dâvûd, 4772 Buhârî, 13 Buhârî, 60104 3/Âl-i İmrân, 975 2/Bakara, 158

* Prof. Dr.

Dipnot

Orh

an D

URG

UT

Page 26: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

51Aralık 201150

Osmanlı padişahlarının tamamı gibi

Kanunî Sultan Süleyman da itikadî ve

amelî anlamda kemal sahibi bir Müs-

lüman, dindar bir padişahtı. Güçlü dinî-ahlakî

çehre ve koyu mümin tabiat, onun kişiliğinin en

mümeyyiz vasıflarındandı. Devlet ve toplum ni-

zamını sağlarken Ebusuud ve Zembilli Ali Efen-

dilerin rehberliğinde dinî hükümleri esas alıp

hâkim kılması bunun en bariz beşaretlerinden-

dir. Din-devlet işleri ve seferlerden artan zaman-

larını zikir, ibadet, ilim ve tefekkürle geçirecek

kadar âlim, fazıl ve kâmil bir hükümdardı. Dün-

yayı sarsmasına rağmen sarayın bahçesindeki

elma ağaçlarını saran karıncaları bile incitemeye-

cek derecede bir ruh yüceliğine, kadife yüreğe ve

hassas bir mizaca sahipti.

Daha Manisa’da şehzade iken Merkez Efendi

vasıtasıyla Halvetî (Sünbülî) tarikatının etkisi al-

tına girdiği, Nûreddinzâde ve Üftâde Efendilerin

zikir halkasına dâhil olduğu kuvvetle muhtemel-

dir. Mesela Avusturya elçisi Busbecg’in sözlerin-

den anladığımız kadarıyla yaşı ilerledikçe bu dinî

hassasiyeti daha da artmıştır. Solakzade’nin de-

yişiyle “menhiyattan içtinap ederek salah ve tak-

va binasını sağlamlaştırdı.” Hatta vakit namazla-

rının cemaatle kılınması için 1546’da bir ferman

dahi çıkarmıştır.

Avusturya’nın İstanbul elçisi Ogier Ghiselin

de Busbecg birkaç defa Kanunî ile görüşme şere-

fine nail olmuş ve onun muhteşem kişiliği ve bu

arada dindar karakteri hakkında da şu dikkat çe-

kici tasviri yapmıştır: “Görünüşü, hâl ve hareket-

lerindeki onurluluk, gerçekten bu muazzam dev-

letin hükümdarı olan bir adama yakışmaktadır.

O, aşırılığı sevmeyen, kendini birçok zevklerden

mahrum etmesini bilen, irade sahibi bir kimse-

dir. Gençliğinde bile ağırbaşlılıkla hareket eder-

di, şarap içmezdi… Dindardır, ibadetlerini hiç

ihmal etmez. Bir emeli devletin hudutlarını ge-

nişletmek ise, diğeri de aynı derecede dinini yük-

seltmek, yaymaktır.” 1553’te Padişah’ın huzuruna

çıkan Venedik balyosu (elçisi) de aynı kanaati ta-

şıyordu: “Çok adil olmakla şöhret bulup hiç kim-

seye haksızlık yapmayan, dinine atalarından çok

daha fazla bağlı.”1

Kanunî, bir savaş meydanında Cenab-ı Hakk’ın

İslam askerini muzaffer kılması için “bende-i

Huda, Süleyman-ı bîriya” imzasıyla Ebussuud

Efendi’ye dua talebinde bulunurken dile getirdi-

ği, dindarlık, edep ve nezaket şahikası şu cümle-

lerini tarihe ve mirasçılarına bir numune-i imti-

sal olarak emanet etmişti: “Halde haldaşım, sinde

sırdaşım, tarik-ı Hak’ta yoldaşım, ahiret karında-

şım Molla Ebussuud Hazretleri! Dua-yı Huda’yı

ifadeden sonra nedir haliniz ve nicedir lazimü’l-

ihtiyacınız? Sıhhat ve afiyette misiniz? Hazret-i

Hakk’ın hazine-i hafiyesinden kemâl-i ihlâs ile

niyaz olunur ki, evkat-i mübârekede bu muhible-

rini kalb-i şeriflerinden ihraç ve iz’aç etmeyeler;

ola ki, bu meydan-ı gazada küffar-ı hakisar mün-

hezim ve mükedder, asâkir-i İslâm da mansur ve

muzaffer olup, rızaullaha muvafık amel ola…”

Aynı şekilde 1526’daki Mohaç Savaşı öncesin-

deki gece de uyumamış, sabaha karşı kalkıp ab-

dest alarak orduyla beraber sabah namazını kıl-

mış, ardından ellerini kaldırarak zafer nasip

etmesi dileğiyle Allah’a şu içten yakarışı yapmış-

tı: “İlahî, kuvvet ve kudret senin, ilahî tasarruf ve

nusret de senin, ilahî lütuf ve inayet senin, kerem

ve mürüvvet ile himaye senin! Bir bölük Muham-

med (sav) fukarasını yendirme ve bir nice kavî el

ve bazu ile düşmanları sevindirme!” Gözlerinden

yaşlar boşanan padişahın bu halini gören orduda-

ki komutan ve askerler çok müteessir oldular ve

onlar da ağlamaya ve yakarmaya başlayacaklardı.

Osmanlı tarihçisi Peçevî İbrahim Efendi’nin sa-

vaş öncesinde Padişah ve İslam Ordusu’nun eriş-

tiği manevî ruh haliyle ilgili naklettiği şu manza-

ra da gerçekten dehşet verici ve hissiyatı galeyana

getiricidir: “Sultan Süleyman, her alayın durdu-

ğu yere gidip, her sancağın dibinde ellerini kal-

dırıp dua etmekte ve gözlerinden yaş dökülmek-

Kanunî’nİNRuh Yücelİğİ

Tarihİsmail ÇOLAK

Page 27: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

53Aralık 201152

teydi. Bunu gören bütün ordu yerlere kapanıyor,

padişah uğruna canlarını feda edeceklerine yemin

ediyorlardı.”2

Hz. Peygambere ve Ehl-İ Beyt’e Samimî Muhabbeti

Cihan hükümdarı Kanunî’nin, Efendimize mu-

habbet ve bağlılığı da ceddininkilerden aşağı ka-

lır değildi. Kanunî, “Muhibbî” mahlasıyla yazdığı

bir şiirinde bunu şu altın sözlerle ebedîleştirmişti:

Allah Allah diyelim sancak-ı şâhî çekelim

Yürüyüp her yandan Şarka sipahî çekelim.

Umarım rehber ola bize Ebu Bekr u Ömer

Ey Muhibbî yürüyüp Şarka sipahî çekelim.

Kanunî, bir başka şiirinde Hz. Peygambere

olan sonsuz aşkını şu şekilde vezne dökmüştü:

Hamdülillah Muhammed ümmetiyiz

Can ile Mustafa’yı kim sevmez.

Kanuni’nin rüyasında, Hz. Peygamberi (sav)

gördüğü ve kendisine şöyle emrettiği rivayet edi-

lir: “Belgrad, Rodos ve Bağdat kalelerini fethede-

sin; sonra da benim şehrimi imar edesin!” Tabii

bu kutsal talimatı alan Kanunî’nin de ilk işlerin-

den biri 1522’de Rodos seferine çıkmak, ardından

da Haremeyn’i imar ve ıslah etmek olmuştu.

Öte yandan Mohaç Zaferi dönüşünde, İran’dan

İstanbul’a gelen Molla Kabız adıyla bilinen bir şa-

hıs, Hz. İsa’nın Hz. Muhammed’den (sav) büyük-

lüğü iddiasıyla ortaya çıkıp, halk arasında fitne

ve anarşi çıkarmaya yeltenmişti. Rivayete bakı-

lırsa Sadrazam İbrahim Paşa da Molla’yı, Divan-ı

Hümayun’un önünde Rumeli Kazaskeri Molla Fe-

narizade Muhyiddin Çelebi ile Anadolu Kazaske-

ri Kadri Efendi’nin karşısına çıkarıp ilzam ettir-

meyi planlar. Ancak buna muktedir olamaz; zira

Molla’ya galebe gelinemez. Bu münazarayı diva-

nın yukarı kısmında kendine ait yerden dinleyen

Solakzade’nin ifadesiyle “dinpehan” (dinin sığı-

nağı) olan Kanunî, hoşnutsuzluğunu ve hiddeti-

ni belli eder ve duruma derhal müdahale eder:

“Bir mülhid (sapık) divanımıza gelir, Hz. Peygam-

berimizin i’tila-i şanına (yüksek şanına) nakz ve-

ren (gölge düşüren) hezeyana cüret kılar ve zum-ı

fâsidince delâil ve nusûs dahi nakleder ve mülzem

olmadan (susturulamadan) çekip gider. Buna bâis

(sebep) nedir?” Ertesi gün Molla’nın davası, Müf-

tü Kemal Paşazade ile İstanbul kadısı Sadi Çelebi

huzurunda görülür. İleri sürülen ikna edici delil-

ler karşısında Kabız’ın çürük iddiaları ilzam edilir.

Molla, davasını şeran ve hukuken kaybeder. Batıl

itikadından dönmesi ve tövbe etmesi ihtar edilirse

de Molla iltifat etmez. Böyle olunca da idam hük-

mü derhal infaz olunur.3

1534’te Birinci İran Seferi’ne revan olan

Kanunî, Bağdat’ı fethettikten sonra ilk işlerinden

biri de İmam-ı Âzam Ebu Hanife ile Abdülkadir-i

Geylanî’nin türbelerini ziyaret etmek olmuştu.

Abdülkadir-i Geylanî’nin üzerine yüksek bir türbe

ve imaret yaptırdı. İmam-ı Azam’ın mezarı üzeri-

ne ise bir kubbe inşa ettirdi. Daha sonra da Necef

ve Kerbelâ’da Hz. Ali ve Hz. Hüseyin makamla-

rını ziyaret etti ve “yüzün sürdü”. İran ile imza-

lanan 1555 yılındaki Amasya Antlaşması üzeri-

ne Şah Tahmasb’a yolladığı mektupta ise Kanunî,

müfrit Şiîlerin, Hz. Aişe ve Üç Halife’ye karşı küf-

re varan sözlerini yasaklanmasını istemişti. 4

1566’da 72 yaşındayken Zigetvar’a tertiple-

nen sefere çıkmadan önce oğlu II. Selim’e ema-

net ettiği şu vasiyetname de, içinde billurlaşan

Allah (cc) ve Muhammed (sav) aşkını hayata ve-

daya hazırlandığı bu son seferinde dâhi terennüm

etmeyi ihmal etmediğinin vesikasıdır: “Bu iki

bâzubendi (kola takılan muska) ve bir mücevher-

li el sandığını vakfeylemişimdir (bağışlamışım-

dır). Fahr-i Cihan (âlemin övüncü) olan Muham-

med Mustafa’nın pak ruhu içindir. Bunları satıp

Cidde-i Mamure’ye su getirtesin. Bu esbab (elbi-

se) Fahr-i Âlemindir, benim değildir. Dünya kim-

seye payidar (kalıcı) değildir. Hak Teâlâ bu seferi

mübarek edip gönül hoşluğuyla gelmek müyesser

(kısmet) ede, Habibi (Sevgilisi Hz. Muhammed)

hürmetine aleyhisselam.”5

Kanunî ve İnsanî Çehresi

Daha öncede ifade ettiğimiz gibi Kanunî, bü-

yük bir asker, kudretli bir idareci, eşine az rast-

lanır bir teşkilatçı ve nihayet Osmanlı padişahla-

rının en büyük kanun yapıcılarındandı. “Kanunî”

bir kişiliğe sahip olacağının, hüküm ve icraatla-

rında hakkaniyet ve adaleti gözeteceğinin ilk işa-

retlerini daha tahta çıkar çıkmaz vermişti. Mü-

neccimbaşı Tarihi’nden öğrendiğimize göre ilk

icraatları şunlar olmuştu: “Süleyman Han işe, ya-

pılan zulüm ve haksızlıkları ortadan kaldırmakla

başladılar. Selim Han’ın Arap diyarını fethettik-

ten sonra İstanbul’a sürdükleri altı yüz evin tekrar

vatanlarına dönmesine izin verdiler. Bunlar, Sü-

“Hem kendi devrinde

hem de Osmanlı’nın tüm

zamanlarında en derli

toplu ve en mükemmel

kanunlar onun hükümdarlığı

döneminde çıktı. Bu

kanunlar, zamanının çok

ilerisinde, hiçbir devlette

bulunmayan, hatta hiçbirisinin

akıl edemediği seviyede ve

gelişmişlikteydi.”

Page 28: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

55Aralık 201154

GÖZLERİM MÂVERÂYA AÇILIR Yaşamak acı veriyor banaHer muharremde Hüseyin olurumBilemezsin Kerbelâ’da nasıl kanadığını yüreğiminHer şehitle beraber nasıl öldüğümü bilemezsinBilemezsin nasıl ölüp ölüp dirildiğimiKardeş mızraklarıyla ölmenin acısını bilemezsinAnlayamazsın gecenin soylu mateminiAnlayamazsın sevginin sürgün edilişini Gözlerim mâverâya açılır... Her mevsim çiçekleniverir sevdamÖlümsüzdür Ehl-i Beyt’e olan sevgimHasanlar, Hüseyinler yaşar içimde Lakin dayanamıyor gönlüm hasret ateşineBilirim dağlar bile kaldıramaz acımı Utanıyorum yaşamaktan, utanıyorumÖlümü sevdiren ‘o en sevgiliye’ selâm olsunNe güzeldir cennet bahçesinin gülleriGözlerim mâverâya açılır... Hızır İrfan ÖNDER

leyman Han’a hayır dualar ederek memleketleri-

ne geri döndüler. Yine Selim Han’ın emriyle bazı

tüccarların gasbedilen mallarının geri verilmesini

emir buyurdular… Bu mallardan bazıları telef ol-

duğundan Süleyman Han, bunları kendi hazine-

lerinde tazmin eyleyip sahiplerine veya varisleri-

ne iade ettirdiler.”6

Hükümdarlığı boyunca en fazlada Osmanlı’yı

tam bir kanun, hukuk, adalet ve düzen sahibi dev-

let haline getirmek için uğraş verdi. Zamanın-

da Osmanlı merkez ve taşra yapılanması zirveye

ulaştı ve altın devrini idrak etti. Batı tarihlerin-

de “muhteşem” ve “büyük” unvan-

larıyla anılan Kanunî hakkında

Şarkiyatçı Ortalon’un ser-

dettiği şu tespitler bu ger-

çeği ifade eden en güzel

sözlerdendir: “Sultan

Süleyman’ın eserle-

ri bir sıraya konul-

sa, en altta muhare-

beleri, onun üstünde

bıraktığı abideler, en

üstte ise kurmuş ol-

duğu ilmî ve hukukî

müesseseler gelir.” Fa-

tih, II. Bayezid ve Ya-

vuz dönemlerinde çıkan ka-

nunları değiştirerek daha da

geliştirdi. Hem kendi devrinde hem de

Osmanlı’nın tüm zamanlarında en derli toplu ve

en mükemmel kanunlar onun hükümdarlığı dö-

neminde çıktı. Bu kanunlar, zamanının çok ileri-

sinde, hiçbir devlette bulunmayan, hatta hiçbiri-

sinin akıl edemediği seviyede ve gelişmişlikteydi.

Şeyhülislam Ebussuud Efendi ve Kemal

Paşazade’nin dinî-hukukî danışmanlığında

200’den fazla Kanunname çıkarak bu alanda da

bir rekora imza attı. Başta kendisi olmak üze-

re devlet ve toplum hayatında kanunlara titizlik-

le ve adaletle uyulmasını sağladı. Öyle ki, yaptı-

ğı kanunların çoğu 19. Yüzyıla kadar yürürlükte

kalmış, bir kısmı da devletin yıkılışına kadar ge-

çerliliğini korudu. Koyduğu ve geçerli kıldığı en

sağlam kanunlardan biri de, “bütün tebaa hu-

kuk karşısında eşit olduğu ve aynı cürümün ce-

zasının kim olursa olsun aynı ve eşit olacağı” idi.

(Kanunname-i Süleyman, 1. bap, 1.fasıl)

Bu yüzden kendisine yakıştırılan en güzel sı-

fatlardan biri de “Kanunî” oldu. Tarihçi Prof. Fe-

ridun Emecen’a ve Yılmaz Öztuna’ya göre daha

ziyade mevcut yasaları yaygınlaştırdığından do-

layı Kanunî unvanına layık görüldü. Mesela, hal-

ka eziyet eden idareci ve askerleri cezalandırması,

teftişleri yaygınlaştırması bu kabildendi.

Bir defasında reayanın hakları konusunda

şöyle demişti: “Velinimet-i âlem, rea-

ya yani köylüdür.” Saltanatı müd-

detince suçsuz bir kişiyi haksız

yere görevinden azletmedi-

ği ya da mağdur etmediği

gibi yetkilerinin bir kıs-

mını devrettiği idareci-

lerin bunu suiistimal

etmelerine ve devletin

yüksek menfaatlerine

aykırı hareket etmeleri-

ne de -en sevdikleri bile

olsa- asla müsamaha gös-

termemiş, tereddüt etmek-

sizin kanun ve adaleti hâkim

kılmıştır.

Sultan Süleyman’ın makam ve rütbe da-

ğıtırken ne kadar hassas davrandığını, Osmanlı’yı

hakkaniyet ve adaleti gözeterek de doruğa ulaştır-

dığını, halasının oğlu olan Semendire Sancak Beyi

Bali Bey’e 1532’de gönderdiği mektuptan hayret

ve ibretle okumak mümkündür.7

1 Solakzade, age, s.315; Busbecg, age, s.68-69.2 Süleymaniye Esat Efendi Kütüphanesi, nr. 372-91; Solakzade, age, s.142; Peçevî,

age, s.91.3 Solakzade, Solakzade Tarihi, Hazırlayan: Vahid Çubuk, Ankara, 1989, c.2, s.124;

Müneccimbaşı Ahmed Dede, Müneccimbaşı Tarihi, c.2, Haz: İ. Erünsal, İstanbul (tarihsiz), Tercüman 1001 Temel Eser, s.528-529.

4 Peçevi, age, s.184, 329-336; Hammer, Osmanlı Devleti Tarihi, Çeviren: Mehmet Ata, c.6, s.48, Gökbilgin, age, s.73-74, 150-151.

5 Topkapı Sarayı Arşivi, nr. 5888; Uzunçarşılı, age, s.410.6 Müneccimbaşı Tarihi, s.512.7 Peçevî, Tarih I, s.16 vd.; Uzunçarşılı, age, s.419-420; Ahmed Akgündüz, Bilinme-

yen Osmanlı, İstanbul, 1997, s.148, 151-153; Gökbilgin, age, s.7, 13-14, 92, 196, 199-201; Öztuna, age, s.135; Yücel, age, s.103. Kanunî’nin muhteşem portresinin diğer cepheleri hakkında geniş malumat için bkz. İsmail Çolak, Osmanlı’nın Gizli Tarihi, Genişletilmiş 10. Baskı, İstanbul, 2011, Nesil Yayınları, 2.Bölüm.

Dipnot

Page 29: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

57Aralık 201156

KültürAydın TALAY

İSLÂMÎTEFEKKÜR İnsanı diğer varlıklar-

dan ayıran özellikle-

rin başında akıllı olması

ve düşünebilmesi gelmektedir.

Böylece yaratılmışların en şeref-

lisi olma makamına çıktığı gibi

tefekkür ederek kendini, çevre-

sini, Mevlâ’sını ve değerlerini

tanıdıkça yükselmekte ve baş-

kalarına da faydalı hale gelmek-

tedir. İçinde bulunduğumuz fır-

satçı, maddeci ve kuru menfaatçi

düşünce sistemi ise insanı sade-

ce maddî kaygılara yöneltmekte

semavat ve arza sığmayan insa-

nı dar kalıplara ve cendereye sı-

kıştırıp bırakmaktadır. Hâlbuki

duyu organlarımızın ihata ede-

mediği kâinat insanın yanın-

da küçük bir sayfa; insan ise

nüsha-i kübra yani küçük say-

faları içine alan büyük bir var-

lıktır. Dinimizde salim ve doğru

tefekkür daima teşvik edilmiş-

tir. Geçmiş yazılarımızda da kıs-

men konu ettiğimiz gibi bir saat

tefekkür yetmiş yıllık nafile iba-

detten üstün tutulmuştur. Ye-

ter ki düşünce yolu ve mantığı

doğru olsun. Felsefecilerin yap-

tığı gibi her şeyi inkârdan baş-

layarak tutulan yol İslâmî değil-

dir ve insanı sırat-ı müstakime

çıkaramaz. İslâm’ın ana çizgile-

ri doğrultusunda düşünmek ise

kulu hayra, fazilete, incelik ve

rikkate sahip kılar.

İnsanımız dünya işlerini sa-

dece bir uğraşı yerine ana he-

def edindiği zaman yüzü gülmü-

yor, her şeyi maddî menfaatle

ölçmeye kalkıyor ve sıkıntıdan

sıkıntıya müptela oluyor. Gözü

çevredeki birbirinden güzel

ahengi, ölçülü gidişi ve aklı dur-

duracak hesapları görmemeğe

başladığı için binbir endişe ve

basit hesaplarla boğuşup duru-

yor. Strese ve bunalıma giriyor,

dünya her an üzerine yıkılacak

ve nefesi kesilecekmiş halle-

re düşüyor. Bunlar tefekkürden

nasibini almamış insanımızın

sık sık karşılaştığı vakalardır.

Kur’an ayetlerinin mealini kav-

rayıp düşündüğü ve etrafında-

ki nizamı incelemeye başladığı

zaman bütün bu üzüntülerden

tereyağından kıl çeker gibi çe-

kilip kurtuluyor. Zira bu sıkıntı

ve üzüntülerin büyük bir kısmı

nefsin, şeytanın, heva ve heves-

lerin baskı ve dürtüsünden, aç-

mazlarından başka bir şey değil-

dir…

Şöyle dikkatle çevremize ba-

kalım. Birbirinden güzel nizam

içinde semavat ve arz ile yara-

tılan her zerre görevini yapa-

rak neşe saçarken, renklerin baş

döndürücü güzelliğini ses ve ha-

reketler tamamlıyor. Bu süru-

ru batının empoze ettiği felsefe

akımlarından, yanlı ve dar ka-

lıplardan almak kabil midir?...

Binbir çiçek dolaşan bal arıları-

nı ele alalım. Yarım kilo bal yap-

mak için 17000 arı on milyon

çiçeği dolaştığı halde kanaatin

ahengine bakın ki bir arı ömrü

boyunca bir çay kaşığının sadece

on ikide biri kadar bal tüketiyor.

Bir de onun bu hayran gidişine

çomak sokarcasına durmadan

onu şeker şerbeti içirerek sömü-

ren ve bala çeşitli hileler katan

bedbahtların ihanetine bakın ki

ne kendileri rahatlık sürüyor ne

de kazançları bereket getiriyor.

Yüce Kur’an’daki 16. sure bal

arısının adını boşuna taşımıyor:

Sure-i Nahl. En gelişmiş bilgisa-

yar saniyede 16 milyar işlem ya-

parken arı beyni saniyede tam

on trilyon işlem yapıyor. Kovan-

da sadece çalışan işçi arılara yer

var. Erkek arı döllemeyi yaptık-

tan sonra ömrü sona eriyor ve

diğerleri de tek tek ortadan kal-

dırılıyor. Ana arının yarım mil-

yon spermayı 7 yıl boyunca mu-

hafaza etmesi ilim âleminin

beyni anlamakta zorluyor. Zira

normal şartlara göre sperma-

lar ancak eksi 196 derecede ko-

runabilir.1 Kaç metre mesafede

ne tür ve ne miktarda çiçek bu-

lunduğunu güneş ışınları ile açı

yaparak bulan arı, kovandaki

arkadaşlarına bunu nasıl anla-

“İnsan, Kur’an ayetlerinin mealini kavrayıp

düşündüğü ve etrafındaki nizamı incelemeye

başladığı zaman bütün üzüntülerden tereyağından

kıl çeker gibi çekilip kurtuluyor. Zira bu sıkıntı ve

üzüntülerin büyük bir kısmı nefsin, şeytanın, heva

ve heveslerin baskı ve dürtüsünden, açmazlarından

başka bir şey değildir…”

Page 30: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

Aralık 201158 59

tabiliyor? Ya; tevazu, bereket ve

şefkat kaynağı olan toprak anaya

ne dersiniz? Bir toprak parçası-

nı en ince değirmenlerden geçi-

rin onu hava sirkülâsyonu sağla-

yacak ve su geçirecek özellikten

mahrum edemezsiniz ki bu par-

çaya agregat diyoruz. Bu parça-

yı sağlam tutabilmek için bütün

mikroorganizmalar yarışa geçi-

yor. Tek hücreli terliksi hayvan

kuyruğunu bu yapıya sokarken

diğer biri de Japon yapıştırıcı-

sından daha kuvvetli olan bir sıvı

salgılayarak onu yapıştırıyor. Bir

santimetreküp toprak parçası-

nın içine 1-1,5 milyon canlı or-

ganizma nasıl sığıyor ve durma-

dan çalışabiliyor? Onun şair Ziya

Paşa Terciibent ve Terkiibent

adlı meşhur eserinde insanoğlu-

nun noksanlık ve acizliğine dik-

kati çekerek şöyle diyor:

Kimdir bu aczi has kılan âdeme

Kimdir bu nev-i eşref eden cümle

âleme

Şeytan-ü nefsi kimdir eden

âlet-i şürur

Kimdir koyan zebun-i havayi

cehenneme.

Kimdir veren alile tedaviye

ihtiyaç

Kimdir koyan meziyyet-i ıslahı

merheme.

Zenbur kimden eyledi tahsil-i

hendese

Bülbüllere kim eyledi talim-i

zemzeme

şiirini şu mükemmel teslimi-

yetle bitiriyor Ziya Paşa

Subhane men tehayyere fi suni

hil ‘ukul

Subhane men bikudretihi

ye’cizülfuhul

(Sanatı karşısında akılları

hayrete düşüren büyük sanatkârı

tebcil eder, şanını yüceltirim.

Kudretiyle âlimleri aciz bırakan

Yüce Rabbi takdis eylerim.)

Dünyayı yapan Yüce Sanatkâr

öylesine mükemmel dizayn et-

miş ki, çevreyi kuşatan atmos-

fer ve okyanuslar bir bebeyi sa-

ran yumuşak kundak gibi bizi

sarmalayıp tehlikelerden koru-

maktadır. Atmosfer biraz daha

kalın olsa donacak biraz daha

ince olsaydı yanacaktık. Yine at-

mosfer biz hiç farkında olmadan

korkunç hız ve gürültülerle ve 30

mil (yaklaşık 48 km) süratle ge-

len meteorları tutup parçalıyor

ve dünyamıza zarar vermeden

uzaklaştırıyor. Bazen atmosfer

yoğunlaşıyor bazen de açılıyor.

Uçakta, gemide, otobüste ve evi-

mizde rahatlık içinde seyreder-

ken çevremizde kopan gümbür-

tü ve olayların farkında olsak ne

yatar, ne oturabilir ne de yaşa-

yabilirdik. Zira dünya ekseni et-

rafında saatte bin mil ve güne-

şin etrafında ise 60.000 mil hızla

dönerken aynı zamanda saatte

20000 km süratle Lyr burcunda-

ki Vega yıldızına doğru adeta va-

kumlama gibi yaklaşıyor. 2 Bir

bilim adamı buna dikkati çeke-

rek kıyamete işaret ediyor ve bu

yaklaşma sıfır olup dünya Vega

yıldızına çarptığı zaman bütün

kürreler tozlar gibi dağılacak ve

kıyamet kopacaktır diyor. Gü-

neşe bakın ki dakikada 66000

ton helyumun parçalanması ile

60000 ton hidrojene ortaya çı-

kıyor. Peki aradaki bu 6000 ton

eksikliğe göre milyonlarca sene-

dir güneşin gittikçe küçülmesi ve

ağırlığından kaybetmesi gerek-

mez miydi? Hâlbuki kudreti son-

suz olan Mevlâ’m milyonlarca

senedir onu hayat kaynağı olarak

çalıştırıyor ve hiçbir şeyi de eksil-

miyor.

Hayatın İçinden, Tercüman Gazetesi, 30.04.2005Fi Zilâl-il Kur’an, c, 9 s, 102

Dipnot

ŞEHİDE AĞIT Yüreğinde ve alnında Durulmaz şah damar durur Uzanmış kara toprağa Dudağında kanlar kurur

Bir tebessüm yanağına Güllerden demet kondurur Yummuş gözlerini şehit Gören sanar sanki uyur

Başucunda yetimleri Elleri elimde soğur inci inci gözyaşları Ağlar durur, ağlar durur

Şehadet bir çağrı ona Hakk katından gelen onur Hüzün döken bulutlarda Islatırlar yağmur yağmur

Abdulbaki KÖMÜR

Page 31: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

61Aralık 201160

Ehl-i Beyt’e olan derin ve duygusal mu-

habbetimiz âlemlere rahmet olarak

gönderilen Rasûl-i Ekrem Efendimize

olan muhabbetten ileri gelmektedir. Onun aile-

sini sevmek onu sevmenin bir yansıması ve par-

çasıdır. Ehl-i Beyt’ini sevmenin Hz. Peygamber

(s.a.v)’i memnun edeceği, onlara eziyet etmenin

de onu üzeceği şuuru her an zihinlerde taze kal-

saydı belki de tarihimizdeki Ehl-i Beyt merkezli

acı olaylar yaşanmayabilirdi.

Bu yazıda Ehl-i Beyt imamlarından biri

olan İmam Ali Zeynelâbidîn’in haklara dair bir

risâlesinde insanlığa verdiği evrensel mesajlar

ele alınacak; söz konusu risâlesinden bazı bölüm-

ler sunulacaktır. Böylece Ehl-i Beyt’in hikmet pı-

narından istifade edilecek ve aynı zamanda Ehl-i

Beyt’i neden sevmemiz gerektiği sorusuna da bir

anlamda cevap verilmiş olacaktır.

İmam Ali Zeynelâbidîn

O, Hz. Peygamber (s.a.v)’in Kerbelâ katli-

amından sağ kurtulan biricik torunudur. Hz.

Hüseyn’in oğludur. Zühd, takva, ibadet, dua ve

Allah’a kullukta zirve olan bu Ehl-i Beyt emâneti

çok secde etmesi sebebiyle “seccâd” lakabıy-

la anılmıştır. Zeynelâbidîn adı ise “ibadet eden-

lerin süsü” anlamına gelmektedir. Onun hayatı

nebîlerin hayatından numuneler taşıdığı için iba-

det konusunda ender şahsiyetlerden biridir. O,

zühdü ve Allah’a yakarışı yönüyle Hz. İsa’yı, çe-

tin imtihan ve belâlara sabredişi bakımından Hz.

Eyyub’u, ihlâsı ve yüksek ahlakıyla da büyük de-

desi Rasûl-i Ekrem Efendimizi hatırlatmaktadır.

Hicrî 38 yılında Medine’de doğmuş, 25 Muhar-

rem 98’de Medine’de vefat etmiştir. Kabri Bakî

mezarlığında amcası Hz. Hasan’ın yanındadır.

Hukuk Risâlesi

İmam Ali Zeynelâbidîn Risâletü’l-Hukûk adıy-

la hacmi küçük, ancak muhtevâsı geniş bir risâle

kaleme almıştır. Bu risâlede Müslümanın riâyet

etmesi geren bütün hakların tasnifini ve kısa

açıklamalarını yapmıştır. Böylece İslam’da ku-

lun haklar karşısında ve özellikle kul hakları ko-

nusunda duyarlı olması gerektiğine işaret etmiş-

tir. (Geniş bilgi için bkz. Abdulaziz Hatip, İmam

Ali Zeynelabidin Hukuk Risâlesi, İstanbul 2010.)

Hakların Tasnifi

Allah hakkı, vücut organlarının hakkı, amel-

lerin hakkı, yöneticilerin hakkı, yönetilenlerin

hakkı, akrabaların hakkı, iyilik yapanların hak-

kı, cemaatle namazın hakkı, meclis hakkı, komşu

hakkı, ekonomik haklar, ihtilaftan doğan haklar,

istişare ile ilgili haklar, nasihate ilişkin haklar,

sosyal haklar, fakirlerin hakları, sevindirenin ve

üzenin hakkı, toplum hakkı… Bu liste daha da

uzatılabilir...

Kısaca Bu Hakların Mahiyeti

Tüm hakların aslı Allah hakkıdır. Allah’ın en

büyük hakkı, O’na hakkıyla kulluk etmek ve hiç-

bir şeyi ortak koşmamaktır. Bu haklar samimi-

yetle yerine getirilirse Allah dünya ve âhiret işle-

rinde kuluna yardım etmeyi taahhüt eder. Her iki

cihanda kul neyi seviyorsa onu korumayı garan-

ti eder.

Vücut organlarının hakkı, onları Allah’a itaat

yolunda eksiksiz bir şekilde çalıştırmaktır. Bunun

için dile, göze, kulağa, ele, ayağa, mideye, üreme

organına meşru hakkını vererek bu konularda

FıkıhAbdullah KAHRAMAN*

eHL-İ BEYTHİkmet Pınarlarından

İmam Zeynelâbİdîn ve Hukuk Rİsâlesİ

Page 32: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

Aralık 201162 63

Allah’tan yardım dilemektir. Bu organları Allah

ne için vermişse, başka işte değil, sadece o işte ve

uğurda, meşru ve doğru olan şekilde kullanmak-

tır. Dili yalanda, gıybette; eli, ayağı, gözü haram-

da; mideyi haram lokmada… kullanmak onların

hakkını ihlal etmektir.

Amellerin de insan üzerinde hakkı vardır. Na-

mazın hakkı, Allah’ın daveti ve O’nun divanın-

da olunduğu bilinciyle başlamak, bütün azalara

sükûnet ve saygı içerisinde namaz kıldırmaktır.

Orucun hakkı, onun kullarını cehennemden ko-

rumak için Yüce Allah tarafından el, ayak, göz,

kulak, şehvet ve midenin önüne gerdiği koruyu-

cu bir perde olduğu bilinciyle hareket etmektir.

Zekâtın hakkı, zekâtın Allah katında kul için bir

yatırım, yanına bıraktığı ve şâhide ihtiyaç duyma-

yan bir emânet olduğunu bilmektir. Bunun böyle

olduğunu bilen Müslüman, gizli verdiğine açıktan

verdiğinden daha fazla ümit bağlamış olur. Çünkü

ne verdiğini ve niçin verdiğini ancak Allah bildi-

ği için zekât Allah ile kul arasında sır olarak kalır.

Hac ve kurbanın hakkı, bunlarla sadece ve sadece

Allah’ın hoşnutluğunu, O’nun rahmet ve kabulü-

ne mazhar olmayı dilemektir.

Yöneticinin hakkı, senin kendisi için bir imti-

han vesilesi olduğunu bilerek hareket etmektir.

Böyle hareket edilince, dininden taviz vermeden

yöneticinin meşru isteklerinde ona itaat etmek,

doğru yapması ve bu konuda başarılı olması için

ona gönülden dua etmek de onun haklarındandır.

Öğreticinin hakkı, hocanın öğrencilerin ken-

disine emânet edilmiş kimseler olduğu bilinciy-

le hareket etmesidir. Bu bilince sahip olan öğret-

men, öğrencinin yararına olan şeyleri en güzel

şekilde, şefkat ve merhametle öğrencisine anlatır

ve öğretir.

Öğrencinin hakkı, saygı göstermek, ders mec-

lisinde edeplice oturup istifade etmek, ders esna-

sında başka şeylerle ilgilenmemektir. Öğrenci ola-

rak seni eğitmesi konusunda ona yardımcı olman,

söylediklerini zihninde tutman ve eğitime zarar

verecek zevk ve eğlencelerden uzak durmantır.

Yönetilenin hakkı, şefkat, merhamet ve adalet-

le muâmele görmektir. Çünkü yönetici her zaman

yönetilenden güçlüdür. Böyle olduğu için iktidarı

ele almıştır. O zaman zayıf konumdakine yardım

ve merhamet etmek onun hakkıdır.

Hanımın hakkı, onun Allah’ın bir lütfu ve

emâneti bilinciyle hareket etmektir. Dolayısıyla

kendileriyle sükûnet bulunan Allah’ın bu nimeti-

ne güzelce eşlik etmeli, ona sevgi, saygı, şefkat ve

yumuşaklık gösterilmelidir. Hanımın üzerinde de

beyşini aynı şekilde haklar vardır.

Anne hakkı, ona karşı şu bilinçle davranmak-

tır: Hiç kimsenin kimseyi taşımayacağı yerde o

seni aylarca taşımıştır. Kimsenin kimseyle payla-

şamayacağı, kalbinin meyvesi olan şefkati ve vü-

cut gıdalarını seninle paylaşmıştır. Gözü, kulağı,

eli, ayağı kısacası bütün bedeniyle dört gözle dün-

yaya gelişini beklemiştir. O sevinçli günü iple çe-

kerken bu uğurda nice acılara ve zorluklara kat-

lanmıştır. Karnını sana kundak, kucağını sana

beşik, göğsünü emzik, canını siper etmiştir. Ca-

nından, kanından, uykusundan senin için feragat

etmiştir. Sen de onun fedakârlıklarına karşı ona

teşekkür ve hürmet borçlusun.

Baba hakkı: Baba insanın aslıdır. İnsanın ken-

disi için hoşlandığı ve elde ettiği her nimette ba-

basının bir hakkı ve payı olduğunu unutmamalı-

dır. Dolayısıyla babaya itaat, hürmet ve teşekkür

borcu vardır.

Baba Evladını Ancak İyi Eğitmeli

Evlat hakkı, insanın kendisinin bir parçası ol-

duğu ve onun adını taşıyacağı bilinciyle hareket

etmektir. Bunun sonucu olarak baba evladını an-

cak iyi eğitmek ve ona Allah’ın yolunu göstermek-

le hakkını ödemiş olur.

Kardeş hakkı, onun tutan el, dayanılan arka,

bel bağlanan kuvvet ve hayat mücâdelesinde ha-

zırlık olduğunu bilmektir. Buna göre onu Allah’a

isyan olacak konularda kalkan ve Allah’ın kulla-

rına karşı bir zulüm aracı olarak kullanmamak

gerekir. Nefsine karşı desteksiz, düşmanına kar-

şı yardımsız, şeytanına karşı korumasız bırakma-

mak ve ona Allah için nasihat etmek gerekir.

İyilikte bulunanın hakkı ona teşekkür etmek,

huzurunda iyiliğini yâd etmek ve gıyabında onun

için içtenlikle dua etmektir. Sohbet arkadaşının

hakkı, ona tatlı dilli, güler yüzlü ve yumuşak dav-

ranmak, konuşurken sözünü kesmemek, söz hak-

kını kullanmada adalete riayet etmektir.

Komşu hakkı, o yokken onu her şeyiyle koru-

yup gözetmek, varlığında saygı göstermek, her iki

durumda yardım ve desteği esirgememek, mah-

remiyetlerini gözetlememek, ayıp ve kusurlarını

örtmektir. Arkadaşlık hakkı, elden geldiğince öz-

verili davranmak, onu kendine tercih etmek ve

yaptığı iyiliği karşılıksız bırakmamaktır.

Ortaklığın hakkı, kendisi olmadığında onun

yerini tutmak, mevcut olduğunda ona kendin gibi

davranmak, onun kararını öğrenmeden kendi ka-

rarında ısrar etmemek, malını kendisi için muha-

faza etmek, ona ihânet etmeyi asla aklından geçir-

memektir.

İmam Ali Zeynelâbidîn diğer hakları da bu şe-

kilde ele almaktadır. Onun bu risâlesinden bü-

yük dedesi Rasûl-i Ekrem’in ilim, irfan, nezaket,

rahmet, ahlak, adalet, hak, hukuk adına getirmiş

olduklarının bir özetini öğrenmekteyiz. İşte biz

Ehl-i Beyti Efendimizin bütün güzel özelliklerini,

onun yüce hatırasını ve eşsiz râyihasını bize taşı-

dıkları için seviyoruz.

* Prof. Dr.

Page 33: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

65Aralık 201164

Kitaplık

Namus Fitnesi Mut’a Nikâhı

Prof. Dr. İbrahim CANAN

Işık Yayınları

Tel: 0216 522 11 44

Kur’ân’la Yaşayanlar

Metin KARABAŞOĞLU

Nesil Yayınları

Tel: 0212 551 32 25

Kulluğun Özü Dua

Prof. Dr. Mehmet SOYSALDI

Bizim Büro Basımevi

Tel: 0424 237 00 00

Semender

Vedat Ali TOK

Berceste Yayınları

Tel: 0352 332 2728

Sağlığımı Koruyorum

Prof. Dr. Sefa SAYGILI

Elit Kültür Yayınları

Tel: 0212 446 08 08

Çay kullanımının Türkiye’de uzun bir

geçmişinin olması, Türklerin kendi

çay kültürlerini yaratıp geliştirmelerini

sağlamış¬tır. Çay yalnızca evlerde değil, çayha-

nelerde, çay bahçelerinde, kıraatha-

ne ve kahvehanelerde de içilmiştir.

Zamanla, Türkiye’de çay kullanı-

mı giderek kahve kullanımının

önüne geçmiştir. Bugün ise,

ülkemizde çay, sudan sonra

en çok tüketilen içecektir.

Bu du¬rum doğal olarak

zengin bir çay kültürünün

oluşmasına yol aç¬mıştır.

Çay, türkülere, manile-

re, bilmecelere, tekerle-

melere girmiş, şiirlerde,

hikâyelerde, romanlarda

çaydan söz edilmiş, res-

samlar çay kültürünü işle-

yen resimler yapmışlar, karikatüristler çayla il-

gili karikatürler çizmişlerdir.

Çay Kitabı’nda, çayın çeşitli özellikleri kı-

saca anlatıldıktan sonra, dünyadaki ve Türki-

ye’deki tarihi gelişimi özetleniyor. Ça¬yın halk

kültürümüzdeki yeri gösterilmeye çalışılırken,

Türk Edebiyatında çay konusu şiirden başlanıp

hikâye, seyahatname ve anı gibi türlerde ince-

leniyor. Örneklerde de görülebileceği gibi, ede-

biyatımızda çayla ilgili zengin bir malzemeyle

karşıla- şıyoruz.

Çayla ilgili şiirlerin, bu ara-

da anonim şiirlerin metinleri tam

olarak verilmeye çalışılmış. Bu

durumda okuyucu çayla ilgili sa-

nat, edebiyat ve folklor verimle-

rinin hatırı sayılır bir bölümünü

kitapta bulacaktır. Özellikle ülke-

mizin çay yetiştirme bölgesi olan

Rize ve Trabzon yöresi halk kültü-

ründe çayla ilgili zengin örnekler

vardır. Artık kaybolmaya yüz tu-

tan atışmalara fazla yer ayrılması

bu örneklerin giderek azalmakta

oluşundandır. Bu alanda yeni ör-

neklere gelecekte belki de hiç rastlanma-

yacaktır. Kitaptaki ‘İlâhilerde Çay’ bölümünde

şu ifadelere yer verilmiş:

İlâhilerde Çay

“Çayın, tarikat meclislerinde sevilerek içilme-

si ve bol çay elde etmek için semaverlerin kayna-

tılması, tasavvuftaki bazı kavramlarla bütünleş-

KitapMuharrem AKIN

tirilmiştir. Örneğin, Ahmet Yesevî’den

günümüze kadar uzanan bir gelenekte

çay şifadır. Çayın hazırlandığı suyu ısı-

tan semaver de şifa dağıtıcı olarak gö-

rülür. Yalnızca sohbetlerde değil, mev-

litlerde, hamam çıkışlarında insanları

rahatlatmak için semaver kaynatılır ve

çay verilir.

Semaver bir şifahaneye, dertlilere

şifa veren bir manevî çeşmeye benzeti-

lir. Semaver sohbetlerinde üç ana un-

sur; saki, gazelhan ve muhibbandır. Bu

sohbetlerde çaya “küçük derviş” denir.

Semaverin ise bağrı ateşte yanar. Mus-

luğundan akan sular ve çaylar, yaşlar,

kanlı yaşlardır. Sohbetlerde küçük çay

bardakları kullanılır ve sessizliğin bo-

zulmaması için çay kaşığı kullanılmaz,

çaylar sert şekerle kıtlama olarak içilir.

Sessizlik içinde yudumlanan çay (mey)

insanı başka âlemlere taşır. Semaver-

li çay sohbetlerini çok seven Es-Seyyid

Osman Hulûsi Efendi semaver hakkın-

da şöyle der:

Semaver yar u yaranıyla hazır

Çiçek altında teşrifine nazır

Zaman hoştur, zemin hoştur, mekân hoş

Bu hoş demde hoş olup gel misafir

Nakşibendî sohbetlerinde sema-

ver kaynarken ilâhîler okunur. Sema-

ver sanki bir daüşşifadır. Ondan veri-

len çayla ve sohbetin manevî havasıyla

insanlar manevî coşkuya kapılır, ruhla-

rı ferahlar.”

Çay Kitabı, geçmişten bugüne uza-

nan süreçte Türk çay kültürünü görsel

malzemelerle birlikte ele alan en kap-

samlı çalışma özelliğini taşımaktadır.

Çay KitabıMustafa DUMANKitabevi Yayınları256 sayfa

ÇAY KİTABI

Page 34: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

67Aralık 201166

Yaşlanma; krono-

lojik, biyolojik, fiz-

yolojik, sosyal ve

psikolojik boyutları olan, do-

ğumdan başlayarak ölüme ka-

dar süren ve kaçınılmaz olan bir

büyüme ve gelişme sürecidir.

Organizmanın molekül, hüc-

re, doku, organ ve sistemler dü-

zeyinde, zamanın ilerlemesiy-

le ortaya çıkan, geriye dönüşü

olmayan, yapısal ve fonksiyo-

nel değişikliklerin tümü olarak

tanımlanmaktadır. Ölümle so-

nuçlanacak şekilde canlılık faa-

liyetlerinde giderek azalma söz

konusudur. Yaşın ilerlemesiyle

birlikte kalp, dolaşım, boşaltım,

solunum ve bağışıklık sistemle-

rinin işlevlerinde sürekli bir ge-

rileme olmaktadır. Fakat bu

durumda çok önemli bireysel

faktörler geçerlidir. Bazı kişiler

ileri yaşa ulaşmasına rağmen

yaşlılık belirtileri göstermeye-

bilir veya kronolojik yaşının

genç olmasına rağmen ileri de-

recede bireysel yaşlılık belirtile-

ri ortaya çıkmış olabilir.

Yaşlanma süreci beslenme-

den egzersize, zihinsel faaliyet-

lerden genel sağlık kurallarına

uymaya kadar hayatın her ala-

nında gerekli çabanın gösteril-

mesiyle yavaşlatılabilir.

Yaşlanmanın getirdiği biyo-

lojik ve psikolojik değişiklikler,

yıllar veya on yıllar içinde ya-

vaşça ortaya çıkar, dolayısıy-

la insanların genel olarak yaş-

lı kabul edilebileceği tek bir yaş

yoktur. Günümüzde genel ola-

rak 65 yaş ve üstü kişiler yaşlı

kabul edilmekteyse de ABD’de

1960 ve sonrasında doğmuş ki-

şiler için bu sınır 67’ye yüksel-

tilmiştir. Bu değişiklik öncelik-

le maddî sebeplere dayansa da,

yaş sınırının yükseltilmesi yaş-

lı nüfusun üretkenlik ve yaşa-

yabilirliğindeki artışı da göster-

mektedir.

Yaşlılık Sürecinde Oluşan Bedensel

Değişiklikler

Yaşlı insanlar homojen bir

grup oluşturmazlar, hem fizyo-

lojik hem de psiko-sosyal özel-

likleri çok değişik olabilir.

Bedensel değişiklikler yaş-

lanma sürecinde devam eden

psikolojik, sosyal, biyolojik ve

çevresel olayların biriken etki-

siyle vuku bulur. Bu değişik-

likler tüm insanlarda aynı şe-

kilde oluşursa da bireylerin

yaşam tarzlarına ve onların ha-

yatlarındaki çevresel özellikle-

rine bağlı olarak değişik hızlar-

da gerçekleşir.

Deri: Saçlar zayıflar ve be-

yazlar. Saç çizgileri çekilir. Tır-

naklar zayıflar, ter bezlerinde

atrofi (küçülme) meydana gelir

ve terleme azalır. Deri buruşur,

zayıflar, kurur, kolayca incinir.

Görüş: Gözyaşı azalır, göz

kapakları sarkar. Yakın nesne-

ler üzerine odaklanmada ye-

tersizlik, ışığa uyumda azalma

meydana gelir.

İşitme: İşitme refleksi aza-

lır, özellikle yüksek tonlarda

işitmede zorluklar olur.

Dokunma: Soğuk, ısı ve do-

kunma duyuları ile ağrı eşiğin-

de azalma ortaya çıkar.

Koku: Koku duyusu azalır.

Tad: Tad duyusu azalır. Tü-

kürük salgıları azalır, ağız kuru

olur.

PsikolojiSefa SAYGILI*

“Başkalarının ihtiyaç duyduğu bir kişi olmak ve kişinin kendi ailesine veya

topluma katkısı olması kişinin kendini değerli hissetmesi için önemlidir.

Yaşlıları fiziksel ya da zihinsel melekelerindeki değişikliklere rağmen

hayata bağlayacak önemli yolların belirlenmesi konusunda onlara yardım

etmek, artık yapamadıkları şeylerin ya da kaybettikleri sosyal rollerin

yasını tutmamaları için onlara fırsat tanımak kadar önemlidir.”

YAŞLIKİMDİR?

Page 35: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

Aralık 201168 69

Kas iskelet sistemi: Kas hac-

mi ve uzunluğunda azalma, kas-

larda gevşeme, daha az enerji ve

daha çabuk yorulma, adımlar-

da kısalma ve yavaşlama, sarkık

postür, boyun kısalması söz ko-

nusudur.

Kalp dolaşım ve solunum

sistemi: Vital kapasite ve göğüs

genişlemesinde azalma, nabız-

da yavaşlama olur. Damarlarda

aterosklerotik değişiklikler gö-

rülür.

Mide-bağırsak: Salgı aza-

lır, alkali derecesi artar. Diş sa-

yısında azalma olur. Çiğneme

fonksiyonları bozulur. Midenin

boşalması yavaşlar, susuzluğa

duyarlık azalır.

Genitoüriner sistem: Pros-

tat bezlerinde genişleme, me-

sane hacminde azalma vardır.

Seksüel fonksiyonlar düşer.

Sinir sistemi: Beyin ağırlı-

ğında ve belli bölgelerdeki hüc-

relerin sayısında azalma, uyku

tarzında değişiklik, rüya görme-

de azalma ve uyanıklık periyot-

larında artma, reflekslerde za-

yıflama olur.

Bilişsel Yaşlanmayı Etkileyen Faktörler

Yeterli eğitim görmek gibi ki-

şilerin daha önceki yıllarda ka-

zandığı avantajlara ek olarak

sağlıklı ve kişiyi zinde tutan ya-

şam şekilleri faydalı olmaktadır.

Fiziksel ve zihinsel egzersizin,

sağlıklı beslenmenin ve sosyal

desteğin iyi olması çabuk yaş-

lanmaya karşı koruyucu faktör-

lerdir.

Yaşlılık ve Stres

Zihinsel açıdan sağlıklı yaşlı-

lar duygularını gençlerden daha

iyi kontrol ederler, duygu yük-

lü ikilemlerde daha esnek dü-

şünürler ve duygusal olayları

tarafsız olaylardan daha iyi ha-

tırlarlar. Yaşlılar strese yol açan

olaylarla gençlerden daha fark-

lı şekillerde baş edebilmektedir;

yaşlılar sorunları eylemci, mü-

cadeleci bir tavırla çözmek yeri-

ne; duygu odaklı bir yaklaşımla

çözebileceklerine daha çok gü-

venirler. Bu yumuşak ve hoşgö-

rülü bir yol demektir.

Yaşlılar depresyona veya

anksiyete bozukluklarına genç-

ler ya da orta yaşlılardan daha

yatkın değildir ve yaşlıların öz-

güvenlerinin düşük olması ge-

nel bir kural değildir.

Yaşlanmanın Sosyal Yönü

Yaşlılıkta rol değişikliği ve

sıklıkla da, rol kaybı olur. İnsan-

ların çoğu aile, toplum ve mes-

lek hayatı içindeki rollerinde de-

ğişiklik olmasını bekleyebilir ve

çoğu kişi için, üstlenilen fark-

lı rollerin sayısı ilerleyen yaşlar-

da azalır.

İş yaşamının bitişi toplumsal

ilişkileri ve arkadaşlık bağlarını

zayıflatarak kişiyi yalnızlığa sü-

rükleyebilir. Emekli olan kişiler

kazançlarını kaybettiklerini ve

çalışmanın sağladığı her gün in-

sanlarla temas etme fırsatını ka-

çırdıklarını söyleseler de, çoğu

emekliliği kabullenip işinin ye-

rini dolduracak yeni meşguliyet-

ler edinirler.

Emeklilik, beklenen zaman-

daysa veya kişinin kendi isteğiy-

le olmuşsa ve emekli olduktan

sonra kişinin yeterli bir geli-

ri varsa kişiler emekliliğe bu tip

bir uyum sağlayabilirler.

Az da olsa emekli maaşı alan

yaşlıların yakınları tarafından

daha çok sahip çıkıldığını görü-

yoruz.

Bir belediye başkanı kasaba-

larındaki yalnız ve kimsesiz ka-

dına maaş bağlattıktan sonra 3

ailenin birden uzaktan akrabası

olduğunu söyleyerek bakmak is-

tediklerini anlatmıştı.

Arkadaşlık ve Grup İlişkisi

Gençlerle karşılaştırıldığın-

da, yaşlıların insanlarla iletişi-

mi, teması daha azdır. Yaşlılar

önemli konularda aile bireyleri-

ne ve uzun sürmüş dostluklara

gençlerden daha çok güvenirler.

Güvenli, yakın ilişkiler yaşlılık-

ta kendini iyi hissetmesi ve ruh

sağlığı için son derece değer-

lidir. Sosyal bir hayatı olan ve

aranan bir kişi olmak yaşlanma

sürecinin başarılı geçmesi için

önemlidir.

Amerikalı yaşlıların yakla-

şık yarısı düzenli olarak kilise-

ye gitmektedir ve altı ABD’liden

yaklaşık biri kilisede gönül-

lü olarak çalışmaktadır. Dini

inançlar yaşlılığa uyum sağla-

mada önemli bir rol oynamak-

tadır. Ülkemizde de düzenli

camiye giden yaşlılar sosyalleş-

mektedirler.

Başkalarının ihtiyaç duydu-

ğu bir kişi olmak ve kişinin ken-

di ailesine veya topluma katkı-

sı olması kişinin kendini değerli

hissetmesi için önemlidir.

Yaşlıları fiziksel ya da zihin-

sel melekelerindeki değişiklik-

lere rağmen hayata bağlayacak

önemli yolların belirlenmesi ko-

nusunda onlara yardım etmek,

artık yapamadıkları şeylerin ya

da kaybettikleri sosyal rollerin

yasını tutmamaları için onlara

fırsat tanımak kadar önemlidir.

“Gençlerle

karşılaştırıldığında,

yaşlıların insanlarla

iletişimi, teması

daha azdır. Yaşlılar

önemli konularda aile

bireylerine ve uzun

sürmüş dostluklara

gençlerden daha çok

güvenirler. Güvenli,

yakın ilişkiler yaşlılıkta

kendini iyi hissetmesi

ve ruh sağlığı için son

derece değerlidir.” Asla

n TE

KTAŞ

*Prof. Dr.

Page 36: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

71Aralık 201170

Bir gün Yunus Emre medresede

eğitim görürken hocası ve arka-

daşlarıyla birlikte kırlara çıkar-

lar. Yemek ve sohbetin ardından Yunus Emre’nin

Hocası öğrencilere:

“Bugün kırlara dağılınız ve sizlerden hediye

olarak da akşama birer çiçek demeti istiyorum.”

der.

Akşama kadar kırlarda vakit geçiren öğrenci-

ler, hepsi ellerinde birer çiçek demeti ile medre-

seye dönerler ve hocalarına tek tek sunarlar. En

sona kalan Yunus Emre ise elinde sadece kuru-

muş bir çiçek demetini sunar hocasına:

Gönül gözü açık olan hocası Yunus Emre’ye:

“Evladım, herkes en güzel çiçek demetlerini

getirdikleri halde sen neden kurumuş çiçek de-

meti getirdin” diye sorar?

Başını öne eğen Yunus Emre masun bir şekil-

de:

“Efendim! Sizden özür dilerim. Fakat ne za-

man koparmak için bir çiçeğe elimi uzattımsa onu

Allah’ı zikreder buldum. Gönlüm onları Allah’ın

zikirlerinden alıkoymaya razı gelmedi. Onun için

size de bu kurumuş çiçek demetini getirdim.” der.

“Göz nedir?” sorusuna biyoloji kitaplarına

baktığımız zaman; gözü kafatasının alın çıkıntı-

sı altındaki çukurlarda yer alan, sinirler yoluyla

beynin görme merkezine bağlı, değişik frekans-

larda ışığı algılayıp uyarılar halinde beyne yolla-

yan organ olarak tanımlamaktadır.

Görmenin tanımı ise ortamdaki ışık ve cisim-

lerin duygusal retinadaki fotoreseptör hücreleri

tarafından algılanmasıdır.

Görmek, duymak, koklamak gibi eylemleri-

nin yanında kendini diğer varlıklardan ayırabi-

len, hisseden, farkına varan, anlayan, bilinçli ey-

lemde bulunmadır.

Dinî boyuttan baktığımız zaman insanın; Al-

lah tarafından en güzel şekilde yaratılan, bu mü-

kemmeliyetlik içinde en güzel şekilde de dona-

tılan bir varlıktır. Bu mükemmeliyet donatılar

içinde de insanın dış dünyaya açılan penceresi

olarak da göz verilmiştir.

İnsanın dış dünyaya açılan ve dış dünyayı al-

gılama organı olan göz; insan için Cenab-ı Hak

tarafından ruhtan sonra verilmiş ikinci derece

önemi olan bir nimettir. Ki bu nimet insanın an-

EğitimM. Emin KARABACAK

“Çünkü insanı diğer varlıklardan ayıran en büyük özelliği görmeyi

gönül gözüyle yapmasıdır. Çiçeğe bakan bir insanla bir hayvanın

farkı ancak eylemleriyle algılanabilir.”

GÖNÜL GÖZÜ

Page 37: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

73Aralık 201172

lamalığının yanında farkındalığınında önemini

arz etmektedir.

Göz insanın dış dünyada gördüklerini anlam-

landırmasının ötesinde farkındalığını da artır-

maktadır. İnsanın hissetmekle anlama arasındaki

farkla; bakmakla görme arasındaki farkı değer-

lendirebilmesini sağlamaktadır. Bakmakla görme

arasındaki farkın anlamlandırılmasında tek başı-

na göz bir şey ifade etmemektedir.

İnsan, görmeden öte yaptıklarına ve yapacak-

larına dair fikri olan, akıl yürütme özelliği olan bir

varlıktır. Heidegger’in dediği gibi;

“İnsan yalnızca var

olan değildir. Aynı za-

manda kendini var olan ola-

rak algılayabilendir de.” Onu diğer

canlılardan ayıran da bu algılama ve bilinçli olma

durumudur. Görüp işittiklerini, duygu ve düşün-

celerini dile getirmektir insanı insan yapan. Ha-

yata kattığı yorumdur.

İnsan Gözdür

“İnsan gözdür, öte yanı deriden, etten başka

bir şey değil. Gözü neyi görürse, değeri o kadardır

insanın.” (Mevlânâ)

“İnsan gözdür” derken Mevlânâ Hazretleri in-

sanın görmesini bize algılama olarak tarif etmek-

tedir. Görme olayını tasavvufî boyutla ele alan

Mevlânâ bunu da Vahdet-i Vücut inanışına göre

değerlendirmektedir.

Vahdet- Vücut inanışına göre Allah tektir,

mutlak güzelliktir ve bu evrende kendini tecelli

etmiş, yani yansıtmıştır. Bu evren bir yansımalar

âlemidir; gerçeklik âlemi değildir. İnsan bu

dünyada maddî zevkler, hırs, tutku, nefret gibi

duygular içerisindedir ve “görmek” eylemini mis-

tik anlamında gerçekleştiremeyecek durumdadır.

Gözünün önünde vahdet perdesi vardır; bu perde

kalkmadığı sürece göremeyecektir.

Mevlânâ’nın ve tasavvuf felsefesinin bu du-

rumda sözünü ettiği görmek, kafatası çukurla-

rımızdaki organlarla değil, gönül gözü ile yapı-

lan görmektir. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi

(k.s)’de bu hakikati bir beyitlerinde şöyle beyan

eder:

Bu göz ile görülmez rü’yet-i dil-dâre ey gönlüm

Edegör bir bakışda dostu görmeğe basar peydâ

Bu anlamda bakıldığı zamanda in-

sanın diğer varlıklardan farkı

ortaya çıkmaktadır. Çün-

kü insanı diğer var-

lıklardan ayıran en bü-

yük özelliği görmeyi gönül gözüyle

yapmasıdır. Çiçeğe bakan bir insanla bir hay-

vanın farkı ancak eylemleriyle algılanabilir. Bazı

hayvanlar için yenecek bir ot iken bazı hayvan-

lar için de bal yapılacak bir vasıta olarak görülür.

İnsanlarda da bu böyledir. Kimisi çiçeği sevgili-

sine götüren bir araç olarak görürken kimisi de

Allah’ın yaratıcı gücünü görür.

Mevlânâ: “Akıl insanı insan yapandır. Akıl in-

sandır gözdür. Ona çevreyi öğreten, bilgilerini ge-

liştiren ve insanı insan yapandır” der. Yoksa gör-

me eylemi akılla değerlendirme yapılmasaydı

insanın hayvandan farkı olur muydu?

Sonuç olarak insanı bir bütün içinde ele almak,

görmeyi sadece bakma olarak değerlendirmemek

gerekir. İnsandaki görmenin anlamlanabilme-

si içinde eğitilmesi gerekir. Nasıl ki davranışları

eğitilen insan daha sağlıklı davranışlar sergilerse

görmenin de eğitilmesi gerekir. Görmenin eğitil-

mesinde de esas amaç Yaratan olmalıdır.

Yani yaratılandan öte Yaratanı görüp sevebil-

mektir.

MEVLÂNÂ RUBÂİLERİ MEVLÂNÂ -I-

Neseb-i âlîleri; ulemâdan geçilmezTarîki; üdebâdan, şuarâdan geçilmezFarsça’dan geçilir de, insanlığın sevdiğiİslâm mütefekkiri Mevlânâ’dan geçilmez…

MEVLÂNÂ -II-

Babası ilme sultan, Bahâeddîn geçilmezHocası gize sultan, Burhâneddîn geçilmezMahdumu Sultan Veled geçilir sanmayasınMevlânâ dile sultan, Celâleddîn geçilmez…

MEVLÂNÂ DİYOR Kİ -I-

Yaratılmışları hoş gör, sevgi ve merhametle dol!İyiliktir, güzelliktir, doğruluktur tek çıkar yolRiyâkârlık yakışır mı, sıfatı insan olana?“Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol!”

MEVLÂNÂ DİYOR Kİ -II-

Mesnevî’yi sorarsan fikrimin gülleridirŞâirse dost bağının şakrak bülbülleridirRabbânî ilhamlardır bütün eserlerimiz“Toprak değil kabrimiz, ârif gönülleridir”…

Bekir OĞUZBAŞARAN

Page 38: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

75Aralık 201174

EdebiyatVedat Ali TOK

Çocukluğumdan beri onun gerçekte var

olduğunu düşünemedim hiç. O, bir

mesnevînin, bir geçmiş zaman romanı-

nın içinden çıkıp Hakk’ın huzurunda edeple bağ-

daş kurmuş, bir kahraman fotoğrafından başka

bir şey değildi. Bir Mecnun, bir Ferhat, bir Alper

Tunga, bir… neyse Mevlânâ da ancak oydu… Sü-

rekli tefekkür hâlinde. İç içe yerleştirmekte oldu-

ğu tefekkür haplarını sihirli bir kapsülle insanla-

rın mânevî şifasına sunan bir hekim kahraman...

Belh’ten Anadolu’ya –Konya’ya- geldikten son-

ra onu ayakta, yürürken, gezerken hiç görmedim.

Bir yerden başka bir yere giderken de yürümüyor,

tayy-i mekân ediyor ve duruşunda, oturuşunda

ufak tefek değişiklikler olsa bile başı olgun buğ-

day başakları gibi hep eğik; edepli bağdaşı hiç bo-

zulmamış, yeninden görünmeyen ellerinden sar-

kan dualanmış tespih taneleri…

Mevlânâ bir eski roman kahramanı ve tam ma-

nasıyla bir kahraman. Seyyid Burhaneddin ve

Şems-i Tebrizî gibi iki kuvvetli mıknatısın ara-

sında bileylenmiş; yüklendiği enerjinin kuvve-i

câzibesine cem olmuş insanların arasında bâtını

Hak’la, zâhiri halkla lebâleb bir kahraman…

Molla Camî’nin dediği gibi, peygamber değil;

ama kitap sahibi. Zaten kitabı da âyetler tefsiri,

hadisler şerhinden ibaret değil miydi ki?

Mesnevî… Sıkışmış bir yanardağ patlamasın-

dan başka nedir? Seyyid Burhaneddin hazretle-

rinin şer’î, Şems-i Tebrizî’nin mânevî/tasavvufî

dolduruşlarının şekillenip bir güzel infilakıdır

Mesnevî. Bu, öyle bir infilaktır ki birbiri ardın-

ca devam eden, dur durak bilmeyen ve kaynağın

kontrolünden çıkmış bir infilak… İyi ki Hüsamed-

din Çelebi vardı ve bu yürekler sarsan, beyinler-

de inkılâplar yaratan patlayışları kayıt altına aldı.

O bir mesnevî, bir eski roman kahramanıy-

dı; çünkü hayatında romanda olması gerekenler

vardı. Ölmez konu: Aşk… Hatta baştanbaşa aşk…

Hasret… İstenmeyen, fakat mevcudiyeti inkâr edi-

lemeyen bir kötü haslet: Kıskançlık. Ve hayatında

en fazla değer verdiği kişi, romanın da başkahra-

manlarından Şems’in esrarengiz ölümü… Acaba

cinayet mi sorusu bugün bile aydınlatılamamış...

Bütün bunların arasında Mevlânâ… Yanmış, ya-

kılmış. Pişmiş Mevlânâ. Ve bir neyle müşahhas-

laştırmış öz ruhundaki macerasını. Öz yurdun-

dan, başkaları da duysun, bu yanık ve uhrevî

sedayı ve işitenler de yansın diye, koparılmış, ya-

kılmış, şerha şerha yaralanmış, atılmış özge diyar-

lara. Mevlânâ, öz yurdundan koparılmış bir ka-

mışla hülasa etmiş dünya macerasını.

Bişnev in-ney kim hikâyet mikuned

Ez-cüdâyihâ şikâyet mikuned

Ney sesini dinlememizi istiyor Mevlânâ. Ki ney

bir hikâye anlatmada. O hikâye ki ayrılıklardan

şikâyet etmede.

Mevlânâ’nın gurbet hayatını tasvirle başladığı

beyitleri Belh’ten Moğol baskını korkusundan do-

layı Anadolu’ya göç ile tevil etmek çiğ bir hüküm

olur elbet. O yanık neyin sesine iyi kulak verenler

Gayb âleminde Hakk’a “Belâ” sözü vermiş bir yü-

reğin dünya sürgünüyle kopardığı feryattan baş-

ka bir şey duyamaz aslında. Mülk-i bekâdan fani

Bişnev in-ney kim hikâyet mikuned / Ez-cüdâyihâ şikâyet mikuned Mevlânâ Celâleddin Rûmî

Dinle neyden kim hikâyet etmede / Ayrılıklardan şikâyet etmede (Tercüme beyit: Nahifî Süleyman Efendi)

(Ney’i dinle ki bir hikâye anlatıyor; ayrılıklardan şikâyet ediyor.)

DİNLE

NEYDENDİNLE

Sule

jman

MU

RATO

VİÇ

Page 39: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

Aralık 201176 77

dünyaya düşen bir yürek feryadıdır ney… Kim onu

hakkıyla işitirse Mevlânâ’ya yoldaş, haline hâldaş

olabilir.

Mevlânâ’nın duymamızı istediği sesin mace-

rasına bakalım: Râvîlere göre: Hz. Muhammed

(s.a.v.) İlâhî aşk sırrını Hz. Ali’ye (r.a.) söyler. Sır

saklamak güçtür. Hz. Ali dayanamaz; gider, çöl-

de kör bir kuyuya anlatır bu sırrı. Kör kuyu da sır-

rını muhafaza edemez; coşar, taşar. Etraf su ile

kaplanır. Burada sazlar biter. Bir çoban sazlıktan

bir kamış keser. Delikler açar, içini temizler ve üf-

ler. Çıkan ses fevkalâde coşkuludur; çünkü İlâhî

sırrı anlatır. Ney, kamışlıktan koparılmış ve uzak

bir diyara götürülmüştür. Dolayısıyla gurbete

düşmüştür. Şikâyeti de bundandır. Mevlânâ’nın

“Mesnevî”sini Türkçeleştiren Nahifî’den dinleye-

lim devamını:

Der kamışlıkdan kopardılar beni

Nâlişim zâr eyledi merd ü zeni

(Beni kamışlıktan kopardılar; feryatlarım er-

kek ve kadın herkesi ağlattı.)

Her kim aslından ola dûr ü cüdâ

Rûzgâr-ı vaslı eyler muktedâ

(Her kim aslından ayrı ve uzak düşerse hep

vuslat zamanının izinde olur.)

Mutasavvıf der ki: Allah, önce ruhları yarat-

tı. Bunların bulunduğu yeri biz bilemeyiz; çünkü

orası Gayb Âlemidir, Bezm-i Elest’tir. Sonra ona

kendi ruhundan üfledi ve dünyaya gönderdi. Ruh

burada bir beden buldu. Yani ney’in sazlıktan ko-

puşu gibi, insan da vatanından ayrılıp gurbete

düştü. Ruh, gurbette huzursuzdur. Vatanını öz-

ler. Fakat nefsi, benliği onu dünyaya bağlamaya

çalışır.

Kâmil İnsan

Ney ile kâmil insan arasında macera ortak-

lığı vardır. Çünkü ikisi de yanar. O saz parçası

ney hâline gelene kadar çeşitli evrelerden geçer.

Mevlânâ’nın “Hamdım, piştim, yandım.” deme-

si de herhalde bundandır. Neyin kemale ermesi,

Hakk’ı zikretmesi için kızgın demir parçasıyla içi

dağlanır; içindeki pütürler ütülenir, tertemiz edi-

lir. Sonra ses çıkarması için delikler açılır vücu-

dunda. Bundan sonra üflenir neye ve ney öteler-

den haber verir duyabilenlere… Kâmil insan da

öyle değil mi? İçini benlikten, maddiyattan, süs-

ten püsten… kısacası mâsivâdan arındırır; sonra

söylediği her şey Hak ve hakîkat olur.

Ney ve insan ne kadar benziyor birbirine.

Herhalde bu yüzden Mevlânâ, hikmet kaynağı

Mesnevî’sine uzun bir ney macerasını anlatmakla

başlamış. Şair Fuzûlî, şiirlerinde fırsat düşürdük-

çe insanın hayat çizgisiyle ney arasında benzerlik-

lere işaret etmiş. Birinde de şöyle demişti:

Ney kimi her dem ki bezm-i vaslını yâd eylerem

Tâ nefes vardur kuru cismümde feryâd eylerem

(Ney gibi senin kavuşma meclisini ne zaman

yâd etsem, kuru cismimde nefes oldukça feryat

eylerim.)

Neyin, neyistânı anıp inlemesi gibi, insan da

hayatta olduğu müddetçe hep Bezm-i Elest’i yâd

edip hasretle inleyecektir. Hâl böyle olunca âşık

için ölüm “vuslat” olmaz mı Sevgiliye…

ÂB-I KEVSER İçimde bir ateş yanar, Yüreğimde sevda kanar, Gönlüm sebil, gözüm pınar, Zor günün arifesinde.

Eser deli poyraz eser, Eser yollarımı keser, Umudumdur âb-ı kevser, Dar günün arifesinde.

Yağmur yağar, şimşek çakar, Rahmet yeryüzünü yıkar, Gökkuşağı renkli bakar, Bir günün arifesinde.

Gönül Hakk’ta kıldı karar, Aşkı yüreğine sarar, Yaralı can neyi arar, Var günün arifesinde.

Allah için ağla gönül, Yüreğini dağla gönül, Mevla’ya bel bağla gönül, Her günün arifesinde.

Rabia BARIŞ

Ayha

n İŞ

CEN

Page 40: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

79Aralık 201178

Muhammed Hadimî Hazretleri

On sekizinci asırda yetişmiş büyük veli, fıkıh

ve tasavvuf âlimi... İsmi, Muhammed, künyesi

Mevlânâ Ebû Saîd’dir. 1701 yılında Konya’nın

Hadim ilçesinde doğdu, orada 63 yaşında vefat

edip yine oraya defnedilmiştir.

Dedeleri aslen Buharalıdır. Dedelerinden

Hüsameddin Efendi, Buhara’nın tanınmış aile-

lerinden olup, âlim ve veli bir zattı. Anadolu’ya

gelerek, Hadim kasabasında yerleşti. Muham-

med Hadimî’nin babası Fahr-er-Rum (Rum di-

yarının seçilmişi, herkesin onunla övündüğü)

namıyla meşhur Kara Hacı Mustafa Efendidir.

İlk tahsilini babasından gören Hadimî Haz-

retleri on yaşında Kur’an-ı Kerimi ezberledi.

Babasının yüksek tahsil için gönderdiği Kara-

tay Medresesinde beş yıl kadar ilim tahsil et-

tikten sonra hocası İbrahim Efendinin tav-

siyesi ile İstanbul’a gitti. İstanbul’da meşhur

âlimlerinden Kazâbâdî Ahmed Efendiden ilim

öğrenerek icazet alan Muhammed Hadimî

memleketi Hadim’e dönerek babasından sonra

boş kalan Hadim Medresesine müderris oldu.

Babasının açtığı çığırda yürüyüp, etrafındaki

öğrencilere ders vermeye başladı. Bu günlerde

gördüğü bir vakıayı kendisi şöyle anlatır: “Pede-

rimin kabr-i şerifinde murakabeye varmıştım;

karşımda temessül eyledi. Nasihat istediğim

de, ‘İşte beni görüyorsun ya, dünyanın sebep ve

alâkalarından uzağım. Bu âlemde onlardan hiç

biri fayda vermiyor. Maişet hususunda hırs ve

kötü tamahtan sakınarak, Cenab-ı Hakk’a mü-

tevekkil ve onun ihsanına kâfi ol. Dünyada se-

bepleri Yaratan’ı unutup, ihtiyacını zahirde se-

bep olan kula bildirirsen, Cenab-ı Hak seni, en

adi kimseye muhtaç eder. Eğer ihtiyacını her-

kesten gizleyerek ancak Hazret-i Zülcelâl’e ar-

zedersen, dünya bile sana muhtaç olur.’ buyur-

dular.”

Örnek Hayat Yusuf HALICI

Babasının bu tür

irşatlarıyla yaşayışı-

na yön vererek, etrafında

toplanan talebelerine gerek

öğretim ve gerekse eğitim konu-

larında ders veren Hadimî Hazretle-

ri, örnek hayatıyla da onların derin sevgi

ve saygılarını kazandı.

Hadimî Hazretlerinin ünü kısa zamanda

Konya dışına çıkarak İstanbul’da padişaha ka-

dar ulaşır. Onun ilm ü irfanı, keşf ü kerameti-

ni duyan, zamanında Medine-i Münevvere’nin

Harem Ağalığı vazifesinde de bulunmuş olan

Darus-Saade Ağası Hacı Beşir Ağa’dan da,

Hadimî’ye dair çok enteresan hatıralar dinleyen

Padişah I. Mahmud kendisini İstanbul’a davet

eder.

Beşir Ağa’nın Padişaha anlattığı enteresan

hatıralardan biri şöyledir: “Vazifem sırasın-

da Ravza-i Mutahhara’daki Cibril kapısı gece-

nin seher vaktine yakın bir zamanda aralanır-

dı. Gireni anlamak ve tecessüs etmek isterdim,

fakat, vücuduma ariz olan rehavet ve durgun-

luk neticesi, içeri giren zatın kim olduğuna

muttali olamıyordum. Bir gece, yine Cibril ka-

pısı açıldı, hemen kapıya koştum. İçeri bir zat

girdi. Giren zata kim ve nereli olduğunu sor-

dum. Konya mülhakatından olup Hadimî Mu-

hammed Efendi olduğunu söyledi. Sebeb-i ziya-

retini sual ettim, ‘İmam-ı Birgivî’nin Tarikat-ı

Muhammediyyesi’ni şerh ediyorum. Şüphe et-

tiğim bazı hadis-i şeri-

fin Fem-i Saadet-i

Nebevi’den sudur buyru-

lup, buyrulmadığını Ruh-u

Peygamberîden isticvab ve is-

tima için geldim.’ deyince, onu

odama götürdüm. Bir müddet kal-

dıktan sonra müsaade istedi. Mescid-i

Nebevî’de sabah namazını kıldıktan son-

ra gitmesini söylemiş isem de: ‘Memleketim-

de imamet vazifem var müsaade buyur.’ dedi ve

ayrıldı gitti. Bu ilk görüşmeden sonra arada ge-

lir, görüşürdük.”

Padişah, Beşir Ağa’nın bu sözünün doğru-

luğuna kanaat getirmek için Hadimî Hazretle-

rini İstanbul’a davet eder. Muhammed Hadimî

İstanbul’a vardığında Padişah, yaş ve sima-

ca benzeri olan bir kaç zatı bir araya koyduk-

tan sonra Hacı Beşir Ağa’yı çağırtır ve bu zatları

gösterir. Hacı Beşir Ağa’nın bu zatlar arasın-

dan doğruca Hadimî’nin yanına giderek hoş-

beş yapması Padişah’ı hayrette bırakır. Padişah,

Hacı Beşir Ağa’nın Hadimî hakkında hikâye et-

tiği vakıaya inanır ve mutmain olur.

Hadimî’nin Yüceliği

Bu olay sonrası Hadimî’nin yüceliğini anla-

yan Padişah, onun İstanbul’da bulunduğu sü-

rede, sohbetlerinden faydalanmak ister. Şehrin

ileri gelen âlimlerini de davet ederek, huzurun-

da Hadimi Hazretlerinin ders vermesini ister.

Hadimî Hazretleri Ayasofya Camisinde de

Padişahın huzurunda yine “huzur dersleri” ver-

miş daha sonra Hadim’e dönerek eser telifine

başlamıştır.

İslâm hukuku, İslâm ahlakı ve sosyal konu-

larda birçok eser kaleme alan Hadimî’nin altmış

üç eseri arasında, Tarikat-ı Muhammediye, Bes-

mele Şerhi, Nakşibendî Risalesi, Mecmüat’ür

Risale en çok bilinenleridir. Ayrıca bir divanı

VELİLERİKONYA

Page 41: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

81Aralık 201180

dolduracak kadar şiir yazmış

olduğu bilinmektedir. Çok bi-

linen bir beyti şudur:

“Kamil odur ki koya her yerde bir

eser, eseri olmayanın yerinde yeller eser.”

Muhammed Kudsî Bozkırî

Muhammet Kudsî Bozkırî, 1784 yılında

Bozkır’ın Aliçerçi Köyünde dünyaya gelmiştir.

İlim sahibi bir aileye mensuptur. İlk tahsilini,

akrabalarından ve Hadimî Hazretlerinin tale-

besi Şeyh İbrahim ile bu zatın oğlu Muhammed

Efendiden almıştır. Daha sonra çeşitli yerlerde

de hadis-i şerif, fen ve diğer ilimlerin yüksek de-

recesini tahsil ettikten sonra Karacahisar’a yer-

leşen Bozkırî Hazretleri burada kendi ders hal-

kasını oluşturdu.

Bu esnada Mevlânâ Halid-i Bağdadî’nin

halifesi Ödemişli Hasan Kudsî Efendi bizzat

Karacahisar’a gelerek Bozkırî Hazretlerini ir-

şat etti ve Nakşî-Halidî tarikatı üzere icazet ver-

di. Sonra Bozkırî Hazretleri bizzat Şam’a giderek

Mevlânâ Halid-i Bağdadî’den Nakşî tarikatı ica-

zeti alarak onun halifelerinden oldu. Bağdadî’nin

tavsiyesi üzerine Kudüs’te erbain çıkaran Hazret

bu sebepten “Kudsî” lakabını aldı. Mekke’ye gi-

derek hac vazifesini ifa etti.

Muhammet Kudsî Bozkırî’nin en önemli va-

sıflarından biri, Hadimî geleneğine dayanan

medreseyi esas alan bilgi ve şer’i esaslara daya-

nan Nakşî-Halidî bir tasavvuf anlayışına öncü-

lük etmesidir. Hem medreseyi hem de tekkeyi

birlikte yürüttü. Bu anlayışından dolayı kendisi-

ni çekemeyenlerin çoğalması ve kendine suikast

düzenlenmesi nedeniyle Bozkır’ın Hocaköyü’ne

yerleşti. 17 yıl burada eğitim öğretim ve irşad fa-

aliyetlerinde bulundu. Pek çok öğrenci yetiştir-

di. Burada da hasetçilerinin çoğalması üzerine

önce Seydişehir’e son-

rada aynı ilçenin bir köyü

olan Çavuş’a yerleşti.

Kendisi ve öğrencileri vasıta-

sıyla Konya, Karaman, Bozkır ve Sey-

dişehir başta olmak üzere Anadolu’nun

değişik yerlerinde medreseler açarak ilim

ve tasavvufun yayılmasına öncülük etti.

50’ye yakın halife yetiştirdi.

Bozkırî Hazretleri, herkesi dünya sevgisin-

den meneder, Allahu Teâlâ’nın sevgisini tavsi-

ye ederdi. “Rızık için üzülüp ıstırap çeken kim-

se insan defteri dışındadır.” dediği aktarılmıştır.

Şeriata uymada çok titizlik gösterir, “Bir kişi-

nin şeriatta ne kadar noksanı varsa bir o kadar

da tarikatta noksanı olur.” derdi.

Tarikatla şeriatı bir olarak bilirdi. Herhan-

gi bir mesele hususunda, “Şeriatta böyle amma

hakikatte ve tarikatta böyle, öyle değil” diyenle-

re çok kızar, “Şeytana uyarak temiz şeriatı işle-

mez hale getirirler ve böylece sapıklardan olur-

lar.” buyururdu.

1852 yılında 71 yaşında iken Hakk’ın rahme-

tine kavuşan Bozkırî Hazretleri Çavuş Köyüne

defnolunmuştur.

EN UZUN KIŞ

Minârelerde selâ Kışlada vakitsiz bir ezan sesi... Sönme pahasına ocaklarSon umutlarını da saldılar.Kimi redifKimi çocuk denecek yaştaYürüdüler.Kaderlerine doğru.Yaylalar dağlar aştılar.Ayakları potinsiz,Sırtları kaputsuzAdam boyu kar...Kimini tipi boğdu,Kimi soğuktan dondu.Keskin kılıç ,Yağlı kurşun yerineKırdı geçirdi tifüs.Yarasız şehitleriBasıp karlı bağrınaTürbeye döndü dağlar.Kirpikte kaşta kırağıBıyıklarda buzYiğitler yorgun,Yiğitler uykusuz.Yer beyaz,Gök beyaz,Ufuklar beyaz.Bir sinsi düşmandırPusuda ayaz…Kapanı verdi mi gözkapaklarıÖnce üşür parmaklar,Sonra el ayak sızlar.Ayaz işler iliğe,Damardaki kan donar.Ve doksan bin can donar.Adına kıyam ettiğim dağın

Çiçeklerinde gözleri,Çimenlerinde saçları var.Ayak basılmamış kuytularındaKarlarından daha temizRuhlar sabahlar.Uzak ufuklarda Soluk bir güneşPaşa’nın kara sevdası.Sıcacık yer yatağı,Bir de tezek sobasıBu da Mehmet’in rüyasıDumanlı bacalar tüter gözünde.Aklından, ormanı yakmak geçer.Isıtmak için ellerini.Cayır cayır gövdeler,dallarAlevler kısalır,Alevler uzar.Isınıverir içi,Uyuşur soğuğun zehriyleYuvarlanır bir hendeğeÜzerine kar dolar.Sene 1915.En uzun kışın ardındanSarıkamış Dağları’nda ilkbahar.Kardelenlerden önce,Karlar altındanDonmuş aslan bedenleri fışkırır.Sarıkamış Dağları’nda ağaçlarŞehitlerin kollarıdır. Bir bir uzanır Allah’a .İlk, onlara değer Güneşin ışıkları,En son, onları selamlar.

Fazıl Ahmet BAHADIR

Aralık 1914 - Aralık 2011 Sarıkamış şehitleri için başka ne söylenebilir ki: Onlar da Çanakkale’dekiler kadar kahramandı.Destanları da bedenleri gibi karlar altında kaldı.

Page 42: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

83Aralık 201182

HikâyeSelim TUNÇBİLEK Güneş bütün yaz kavur-

duğu köylünün halin-

den pişman geri çeki-

lir ve güz eşikten içeri adımını

atar.Hafif hafif esintilerle ge-

len olgun meyve kokuları hasat

vaktine işaret ederek köylünün

yüreğini serinletir. Güz köylü-

ler için tatlı yorgunluğun adı-

dır. Nişanlı kızlar ve delikanlı-

lar yerine artık yapraklar solup

sararmaya başlar. Tohum top-

rağa bu mevsimde kavuşur. Ni-

şanlılar vuslata. Davulların zur-

naların sesinin göğü tuttuğu

demdir. Yılın bereketini eline

geçiren köylünün yepyeni ha-

yallere gark olduğu mevsimdir.

Hayallerin sınırını kaybetti-

ği anlardır. Kimi oğul nişanla-

ma telaşındadır, kimi kız gelin

etme telaşında. Köylünün gü-

zün yaşadıkları bütün sene ya-

şadıklarından daha renklidir.

Köylü bütün bir kış konuşula-

cak malzemeyi, göçmen kuşla-

rıyla birlikte güzün çıkın eder.

Uzun kış gecelerinde güzden

biriktirdiği konuları çıkından

çıkarır bahara kadar onlarla

oyalanır. Kışın dondurucu aya-

zından güz anılarıyla korunma-

ya çalışır. Onlarla yüreğini de

üşümekten korur.

Memleketin bütün köyüne

bin dokuz yüz seksen kışı aynı

geldi. Talaşı her köylü bir kena-

ra koydu. Dikkatli ve çekingen

kıpırtılarla yetinmeye başla-

dı. Tedirginliğini kıyıda köşe-

de saklamaya çalıştı lakin pek

beceremedi. Sonbaharın sisle-

ri çökmüştü bütün memleketin

üstüne. Hiç alışık olmadık bi-

çimde ihtilalle birlikte köylere

askerî devriyeler konulmuş, iş

devriye anlayışını da dışına çı-

karak ikişer üçer askerler köy

odalarında zorunlu misafirliğe

alıştırılmıştı. Köylü sıra ile oda-

lara yemek getirir, köye gelen

ihtilalin davetsiz misafirlerini

kıt kanaat geçindikleri sofrala-

rından artanla-

rı onlara ikram

eder olmuşlar-

dır. Köylü fark-

lıdır. Kendine

hakkıyla mua-

mele edenleri,

onu aşağılama-

yıp insan gibi

erdemli davra-

nanları bilir baş

tacı eder. Kendi

yemez yedirir,

kendi giymez giydirir. Dünya-

nın en eski topraklarına dikilen

taşlardan önce de sonra da bu

hep böyle olmuştur.

Türkü’n adım attığı her yer-

de bu böyledir. Lakin kendine

iğreti davranana da o daha iğre-

ti davranır. Uzaklaştıkça uzak-

laşır. O kaçtıkça köylü daha çok

kaçar.

O yıl İhtilalin ardından ilk

Cuma namazında ilçede olağa-

nüstü bir durum yaşanmıştır.

Kazânın büyük camiini Cuma

namazında askerlerle basan ka-

rakol komutanı camide takke

ile namaz kılanları dipçikle dö-

ver ve karakola götürerek onla-

ra akıl almadık muameleler ya-

par. Cuma günü aynı zamanda

ilçenin pazarı kurulduğu için

çevre köylerden gelen bütün

köylülerde bu olaydan nasibini

alırlar. İlçede yaşananlar bütün

çevreye duyulur. O vakte kadar

Peygamber ocağının alnı ak ev-

latlarına kusur etmeyen köylü-

ler o olaydan sonra nasıl dav-

ranacaklarını bilemezler. Aşağı

tükürse sakal yukarı tükürse bı-

yıktır. Yutkunur dururlar.

Köy odaları okul gibidir.

Orada her davranışın her sö-

zün bir anlamı bir ölçüsü var-

dır. Olmadır. Köy odalarında

söz söyleyenin kılıç kuşananın-

dır. Sözü yersiz ve anlamsız kı-

lıç gibi kuşanmak ayıptır. Hal

hareket ve davranışları da öyle-

dir. Edeple oturup edeple kalk-

mayanlar çevreden saygı göre-

mezler. Öyle odalarda cemaat

toplayamazlar. Köy odalarında

her söz ikram gibidir, dinleye-

ne, anlayana, nasibi olana.

Babam bana olayı çok son-

raları anlattı. Edep, erkân, usul

derslerinden birinde olsa gerek.

HARMANIHARMANISÖZSÖZ

“Köy odaları okul gibidir. Orada

her davranışın her sözün bir

anlamı bir ölçüsü vardır. Olmadır.

Köy odalarında söz söyleyenin

kılıç kuşananındır. Sözü yersiz ve

anlamsız kılıç gibi kuşanmak ayıptır.”

Page 43: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

Aralık 201184 85

Yakın köyden bir komşu, oğlunu

nişanlar davet için bizim köye

gelir. İhtilalin anlı şanlı karako-

lun anlı şanlı askerleri de oda-

dadırlar. İki askerden biri köy-

lüye karşı hem sözlerinde hem

de davranışlarında hiç kusur et-

mez. Olgun meyve gibi salınır

durur.

Davranışlarında kır çiçekle-

rinin latif kokusu vardır. Edep-

li erkânlı bir biçimde odada gö-

revini ifaya çalışır. Diğeri ise

dedesi yaşındaki köy halkının

yanında adaba aykırı biçimde

konuşur, uzanır, babamın deyi-

mi ile odamızı arkaca çevirmeye

yeltenir. Bu durum oda sakinle-

rinin sabrını zorlarsa da söz söy-

lemeyi gereksiz bulurlar. Odayı

arkaca çevirmeye yeltenen asker

köylünün sabrını zorlasa da söz

söylemek için daha erkendir.

Babam birkaç kez o askeri ikaz

ederse de bir süre sonra aynı

davranışları tekrar yaşarlar.

Komşu köyden gelen zat oğlunu

nişanladığını, nişana bütün köy

halkını beklediğini söyler. Köy-

lü tabii ki gelin kızı merak eder-

ler. Kız tarafını sorarlar. Kız ta-

rafı da oğlan tarafı kadar asil bir

ailedir. Bütün köylü takdirlerini

sunar. Yakışan bir nişandır der-

ler. Misafi ri kutlarlar. İki taraf

da varlıklıdır. Edep ve erkânda

kusursuzdurlar. Merakla bu ni-

şanın kendi keselerine nasıl te-

sir edeceğini kestirmek için

düğün için anlaşma şartları-

nı sorarlar. Misafi r kendi üze-

rine düşen sorumluluğu söyler.

İki nöbetçi askerden sivri sözlü,

sivri davranışlı, sivri yüzlü olanı

başlık parasını çok bulur.

Sivri asker: ’Amca bizim orda

o paraya oğluna on tane kız alır-

sın.’ der.

Misafi r bu yakışıksız söze ne

diyeceğini bilemez. Bu söz sabır

taşını artık eritmiştir. Öyle söz-

ler vardır ki; geçmişin geleceğin

ve şimdinin harmanlandığı an-

lardır. Dil sözle bu harmanla-

mayı yaptığı oranda bellekler-

de yer eder. Babam askerlere

döner ikisini birden süzer. Pey-

gamber ocağının suyunu içmiş

askeri arı su içer gibi ak alnın-

dan öper.

Hani Dedem Korkut demiş-

tir ya ‘ozan dili çevik olur’. Ba-

bamın sözleri de öyledir. Diğer

askere döner: ‘Senin gibi oğlan

doğurmasın da aha şu asker gibi

vatana evlat versin diye vermiş

o parayı.’ der.

Babam bu olayı anlatınca an-

ladım ki söz hem geçmişi, hem

geleceği hem de şimdiyi har-

manlamalıydı. Hayat gibi…

Kaderde vardır ölmek, nerden çıktı ayrılık?Yürek yanardağ gibi, olsa da hava ılık…

Gemi kalktı limandan, yine rıhtımda kaldıkMazinin aynasında derin hülyaya daldık

Bir günün ortasında geceye döndü Erciş…Ayın on dördü iken bir anda söndü Erciş…

Van’ın gökleri kara, suların rengi mavi Titredi dağlar, taşlar bir afet ki semavî…

Yürek katran karası, yer gök arası zindanNice ana kuzusu vakitsiz geçti candan

Bir bahar ülkesine a dostlar yolculuk var!...Kanattı sol yanımı Erciş’ten esen rüzgâr

Güneşin ziyasına kapandı tüm perdelerSonsuzluk yolcuları ara, sor, bak nerdeler?...

M. Nihat MALKOÇ

ERCİŞ’TE HÜZÜN…

…yer titremesinde sonsuzluğa göçenlere rahmetle…

Bir gül boynunu büker molozlar arasındaFeleğin mührü yansır alnının karasında

Kan kırmızı şafaklar ağıt yakar sularaCanlar gün ortasında düşerler pusulara

Susar en büyük beste, şarkı yarıda kalırSilinir tebessümler, ruhları keder alır

Can, mal, mülk, evlat, ayal saçılır dört bir yanaDönmeyen yolculara yas tutar evlat, ana

Kırılır altın kadeh, âb-ı hayat dökülürSüzülür gözyaşları, gülün boynu bükülür

Toprak açar bağrını, yaş dökerken bulutlarBaşka bahara kalır ertelenmiş umutlar

Hüzün dalgalarını dağıtmakta sonbaharGönlümün yitik sesi, nerdesin gül yüzlü yâr?...

Sana bir ömür yetmez ey gönlümün kıblesi!...Nereden toplamalı, dağılan billur sesi?...

Page 44: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

87Aralık 201186

SağlıkAkın DİNDAR

Psikojenik Öksürük:

Genel olarak, öksürük organik bir hastalığın

işaretidir, ama bazen sinirliliğe bağlı olarak psi-

kolojik etkenler de kuru bir öksürüğe sebep ola-

bilirler. Bu öksürük, kişi sinirlenince veya heye-

canlanınca daha belirgin olur. Elbette, organik

nedenli bir öksürüğün psikolojik etkenlerle art-

ma gösterebileceği de unutulmamalıdır.

İnek Öksürüğü

Ses telleri felci veya solunum kasları zayıflı-

ğında, ineklerde rastlandığı gibi, şiddeti fazla ol-

mayan, güçsüz bir öksürük vardır.

Havlar Gibi Öksürük:

Gırtlak hastalıklarında (iltihap, tümör) köpek

havlamasına benzer sert bir öksürük görülür.

Metalik Öksürük:

Ana nefes borusunu ve büyük bronşları ilgi-

lendiren hastalıklarda yüksek tonda, metalik tı-

nılı bir öksürük saptanır.

Boğmaca Öksürüğü:

Boğmacada, ani, kuvvetli, tekrarlayıcı öksürük

krizleri (bir günde 10-25 kez) vardır. Ağır olgular-

da boyun damarlarında genişleme, gözlerde dışa-

rıya doğru fırlama, morarma görülebilir. Öksürük

krizi sonunda ötme şeklinde tipik bir ses duyulur.

Kusturucu Öksürük:

Bazı şiddetli öksürük nöbetleri, örneğin boğ-

maca, kusma ile sonlanır. Bu duruma çocuklarda

sıklıkla, erişkinlerde nadiren rastlanır. Bu tür kus-

maların mide hastalıklarıyla hiçbir ilgisi yoktur.

Sigara Öksürüğü:

Sigara tiryakileri genellikle öksürdüklerinin

ya farkında değillerdir ya da bunu hiç şikâyetten

saymazlar. ‘Sigara içen birinin öksürmesinden

daha tabii bir şey olabilir mi?’ diye düşünürler.

Oysa sigara içenlerdeki bu öksürük bronş tahri-

şinin bir belirtisidir. Bu hastalar için iyi ihtimal

yeni başlayan bir kronik bronşit, kötü ihtimal ise

bronş kanseridir.

Hele her zamanki öksürüğün karakterindeki

bir değişme kanserin ilk belirtisi bile olabilir. Si-

gara öksürüğü için tiryaki öksürüğü ismi de kul-

lanılır.

Gece Öksürüğü:

Gece hastayı uykusundan kaldıran öksürüğe

sol kalp yetersizliğinde, astımda, geniz akıntısı

olanlarda ve reflüde rastlanır.

Yemeklerle İlgili Öksürük:

Öksürüğün yemeklerle bir ilişkisi varsa, mide

fıtığı, yemek borusu iltihabı ve mide hastalıkları

akla gelmelidir.

Dolu Öksürük:

Halk arasında balgamı olan hastalardaki ök-

sürük dolu öksürük olarak tanımlanır. Öksürük

sırasında salgıların hareketi hissedilebilir. Has-

ta öksürüğünün sonunda ya balgam çıkarır veya

bunu yutar.

Gıcık Şeklinde Öksürük:

Daha çok üst solunum yolları hastalıklarında

rastlanan, boğaza bir şey yapışmış da onu atmak

isteme çabasını gösteren bir öksürük tipidir.

ÖKSÜRÜKTÜRLERİ

Page 45: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

Aralık 201188 89

Gönülden İkramlar Mesude SARI

Bekir SARI

Karalahanaİri ve kalın yapraklı bir bitki olan

karalahana, C vitamini açısından zen-gindir. Ayrıca, A, B, E vitaminleri ile kal-siyum, potasyum, kükürt, magnezyum, bakır ve demir minerallerini bol miktar-da içerir.

Faydaları

Çok besleyici bir sebze olan karalâhana, cilt, diş ve kemik doku-larının sağlamlığını arttırır. Vücutta-ki zehirli maddelerin uzaklaştırılması-nı sağlar. İştah açar. İdrar söktürür ve kabızlığı giderir. Kansızlıkta faydalıdır. Özellikle taze karalâhana suyu mide ve bağırsak ülserine iyi gelir, bağırsak kurtlarını düşürmeye yardımcı olur ve bağırsak iltihaplarına karşı koruyucu-dur. Vücudun direncini arttırır ve za-rarlı bakterileri öldürür. Kansere karşı

çok iyi bir koruyucudur. Kandaki şeker oranını düşürür. Astım, romatizma, si-yatik, sarılık ve safra kesesi hastalıkla-rında faydalıdır. Ses kısıklığını giderir. Göğüs ucunda oluşan çatlakları gider-meye yardımcı olur.

Nasıl kullanılır?

Çoğunlukla yemeği yapılarak kulla-nılır. Ayrıca, sıkılarak suyu çıkarılıp içi-lebilir. Karalahana guatr rahatsızlığı olanlara tavsiye edilmez.

Şifalı Bitkiler

Buğdaylı Kabak SalatasıMalzemeler

2 adet kabak

2 çorba kaşığı mayonez

2 su bardağı yoğurt

1 su bardağı haşlanmış aşurelik buğday

1 kahve fincanı dövülmüş ceviz

1 dal yeşil soğan

Yarım demet dereotu

Tuz

Hazırlanışı

Kabakların dışını kazıyıp yıkıyoruz ve rendeliyoruz. Tavada tuz atıp soteliyoruz. Kabaklarımızı soğuttuktan sonra haşlan-mış aşurelik buğdayı, ceviz, dereotun ve kıyılmış soğanla har-manlıyoruz. Yoğurt, mayonez ve tuzu da ilave ediyoruz.

Servis tabağına alıp üzerini kıyılmış yeşillik ve cevizle süsle-yip servis yapıyoruz.

Afiyet olsun.

Not: Mayonez kullanmadan da hazırlayabilirsiniz.

Page 46: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

Aralık 201190

Som

uncu

Bab

a De

rgisi

’nin

Ücr

etsiz

Eki

’dir.

Aylk Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Aralk 2009

Yl: 3 Say: 36

İnsanlarn başna gelen belâlarn çoğu dilindendir.

Dili muhafaza etmek lazmdr. Bir hadis-i şerifte

Peygamberimiz: “Allahu Teâlâ’nn kullarndan

bazs hakkin rzasna uygun bir söz söyler, o söze

kendisi de dikkat etmez. Hâlbuki Allahu Teâlâ o

söz sebebiyle o kimsenin derecesini yükseltir. Ve

kullarndan bazs da rza-î ilâhîye aykr olarak

Allah’ gazaplandracak bir söz söyler ve hem de

söylediği söze zerre kadar ehemmiyet vermeyerek

laubali olarak söyler. Hâlbuki Allahu Teâlâ o kim-

seyi söylediği o fena sözler sebebiyle derecesini

indirir.” buyuruyor.

Müminler söyledikleri sözleri, velev ki latife olsun

laubali olarak söylemeyip sonunu düşünerek söyle-

meleri icap eder. Yine bir hadis-i şerifte Peygam-

berimiz: “İnsanlarn ekserisinin kyamet gününde

günahlar dillerinden çkan malayani sözlerdendir.”

buyuruyor.Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)

115

Dergisi Hediyesi...

M A Y I S 2 0 1 0

Fiyat: 7 TL

AYLIK İL İM KÜLTÜR VE EDEB İYAT DERG İS İ

Ümitvâr Olmak3816 Tarihte İstanbul Kuşatmalar ve Fatih

Aylk Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Ocak 2010

Yl: 4 Say: 3

7

Derginizin elinize sağlıklı bir şekilde ulaşabilmesi için yukarıdaki alanları eksiksiz bir şekilde doldurunuz.

Adı / Soyadı:

Kurum Adı:

Ünvan:

Dergi Teslim Adresi:

Posta Kodu: Şehir:

Telefon: ( )

Faks: ( )

E-posta: @

Türkiye : 85 TL Avrupa : 72 Euro ABD: 102 USD

Banka / Posta çeki hesabınıza yatırdım. Dekont İlişiktedir.

Vergi Dairesi:

Vergi No:

Abone Başlangıç Tarihi:

İmza

Visan İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende MalatyaTel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79 [email protected]

2012 Yılı Çocuk ekiyle birlikte

yıllık abone bedeli

85 TL

2012 yılında aboneliğinizi yenilerken, yakınlarınızı da Somuncu Baba’nın ilim ve kültür dünyasına katın.

Onların da abone olmasını sağlayın.

Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068 Ziraat Bankası (Darende Şubesi): 26798480-5001IBAN – TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01Vakıf Bank (Darende Şubesi):TR 47 00015 00 1580 0728 678 4111

Faturayı adıma kesiniz

Faturayı şirket adına kesiniz

Page 47: Başyazı - Somuncu Baba Dergisi · yerdir. Mevlânâ Celalettin-i Rumi’nin gözyaşları-nı sebil ettiği, gönlünü ateşlere attığı, duman du-man âh’ının göklere yükseldiği

Recommended